Birleşik Krallık‘tan bilim insanları, enerji için güneş ışığı toplama fırsatlarını test etmek üzere uzaya fırlatılan bir uydunun beklenenden daha fazla başarı gösterdiğini açıkladı.
Deney, araştırmacılara göre uzayda ticari güneş tarlalarının kurulmasının bir gün mümkün olabileceğini gösteriyor.
Bulgularını Acta Astronautica adlı bilimsel dergide yayımlayan araştırmacılar, deneyin uzayda çalışabilecek hafif güneş panellerini düşük maliyetle üretmenin mümkün olduğunu gösterdiğini de belirtti.
Bu ünitelerden biri altı yıl önce uzaya gönderilmişti ve bu süre içinde Dünya etrafında attığı 30 bin tur boyunca çalışmaları incelendi. İncelemeler sonucunda, bu birimin güneş radyasyonuna ve uzayın diğer hasarlarına dayanabildiği ve güç üretmeye devam ettiği tespit edildi.
Altı yıldır yörüngede güvenli şekilde çalışıyor
Surrey Üniversitesi‘nden Craig Underwood, The İndependent’a bir yıl sürmesi öngörülen bir görevin altı yılın sonunda devam etmesinden büyük memnuniyet duyduklarını söyledi: “Bu ayrıntılı veriler panellerin radyasyona karşı dirençli olduğunu ve ince film yapılarının uzayın zorlu termal ve vakum koşullarında bozulmadığını gösteriyor. Bu ultra düşük kütleli güneş hücresi teknolojisi, uzayda konuşlandırılan büyük, düşük maliyetli güneş enerjisi santrallerine önayak olarak Dünya’ya temiz enerjiyi geri getirebilir ve şimdi bu teknolojinin yörüngede güvenilir bir şekilde çalıştığına dair ilk kanıtlara sahibiz.”
Swansea Üniversitesi’nde üretilen panellerde, kadmiyum tellürden yapılmış yeni bir tür güneş pili kullanıldı. Bu malzeme, daha fazla güç sağlayan ve nispeten ucuz olan, daha hafif ağırlıklarda daha büyük paneller üretilmesine imkan tanıyor.
Araştırmacılar daha sonra bu panelleri uzaya gönderilebilecek bir uydu haline getirdi ve yörüngeye girdikten sonra nasıl performans göstermeye devam ettiklerini ölçecek teknolojiyi geliştirdi. Bu ölçümler panellerin giderek daha az verimli hale geldiğini gösterse de bilim insanları nihayetinde ticari bakımdan uygulanabilir olabileceğini ortaya koyduklarını söylüyor.
Uzaydaki güneş tarlaları, Dünya’daki mevcut yenilenebilir enerji altyapısıyla ilgili birçok sorunun üstesinden gelecebilir. Güneş enerjisi tarlaları yeryüzünde daha fazla alan sağlayabilir ancak daha da önemlisi hava koşullarının yol açtığı sorunlardan kaçınabilir ve yeryüzüne göre güneş ışığından daha yoğun yararlanabilir.
İlk yapılacak iş, fosil yakıtlardan vaz geçmek
Uzayın zorluklarına dayanabilecek üniteler yapmak, uzaydaki güneş tarlaları için bir dizi zorluktan sadece biri. Örneğin enerjiyi bize geri getirmenin de bir yolunu bulmak gerekiyor. Geçen yaz araştırmacılar mikrodalgalar kullanarak Dünya’ya güç ışınlamayı başarmıştı, yani bunun da önü açılmış durumda.
Ancak bu tür teknolojiler hem uzun vade gerektirdiği hem de şu anda aşırı pahalı olduğu, ayrıca hepsi de deney aşamasında bulunduğu için iklim değişikliğine bir çare olarak görülmemeli. Halihazırda içinde bulunduğumuz iklim yıkımının önüne geçmek için önce ve acilen yapılması gereken ilk iş olarak, dünyanın önde gelen bütün iklim bilimciler buna neden olan fosil yakıtların kullanılmasının bırakılması gerektiğini söylüyor.
Japonya Yüksek Mahkemesi, ülke yasalarına göre trans kişilerin cinsiyetlerini resmi olarak değiştirmek için üreme organlarını aldırmalarını gerektiren şartın anayasaya aykırı olduğuna hükmetti.
Mahkeme bu kararı, 2000 yılından bu yana yasal mücadele veren bir davacının başvurusu üzerine aldı.
Ameliyat zorunluluğunun büyük bir mali yük getirdiğini ve fiziksel acı oluşturduğunu belirten davacının avukatları, cinsiyet değişikliği için gereken şartların müvekkilinin anayasada yeri olan mutluluğu arama ve ayrımcılığa uğramadan yaşama hakkını ihlal ettiğini vurguladı.
Euronews‘in aktardığına göre, üst mahkemenin oybirliği ile aldığı karar, hükümetin trans bireylerin ameliyat olmadan resmi belgelerde cinsiyetlerini değiştirmelerinin önünü açan yasayı gözden geçirmesini gerektirecek.
Yasa ‘beş şart’ koşuyor
Japonya’da cinsiyet değiştirme 2003 yılında çıkarılan yasayla düzenlenmiş durumda. Yasa gereği, doğduklarından farklı cinsiyette kayıt yaptırmak isteyen kişilerin cinsel kimlik bozukluğu teşhisi sunmaları ve en az 18 yaşında olmak, evli olmamak, reşit olmayan çocuk sahibi olmamak, üreme bezlerinin olmaması veya işlevini kalıcı olarak kaybetmiş olması ve karşı cinstekine benzeyen cinsel organlara sahip olmak şeklinde sıralanan şartları yerine getirmeleri gerekiyor.
Bu kapsamda da cinsiyet değişikliğini kaydettirmek isteyen kişilerin üreme organlarını aldırmaları ve yeni cinsiyetlerinin “cinsel organlarına benzeyen parçalara sahip gibi görünen” bir vücuda sahip olmaları gerekiyor.
Yüksek Mahkeme 2019 yılında bir trans erkek tarafından açılan davada yasadaki şartları aile ve toplumda karışıklığın önlenmesi açısından anayasaya uygun bulmuş, ancak ilerleyen zamanlarda değişen sosyal değerlere ayak uydurmak için yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini ifade etmişti.
Kadın grupları tepkili
Karara, özellikle ülkenin muhafazakar bölgelerini temsil eden bazı milletvekilleri ve kadın haklarını savunan gruplar tepki gösterdi.
Trans bireylere, özellikle de erkeklikten kadınlığa geçenlere daha fazla kapsayıcılık sağlanmasına karşı çıkan “Kadın Tanımının Korunması” adlı bir sivil toplum örgütünün liderliğindeki bazı gruplar, salı günü Yüksek Mahkeme’ye dilekçe sunarak ameliyat şartının yürürlükte kalmasını talep etti. Dilekçede, ameliyat zorunluluğunun kaldırılmasının “kadın haklarını ve onurunu önemli ölçüde ihlal edeceği” ifade edildi.
Muhafazakar bir hükümet tarafından yönetilen Japonya’da birçok LGBTQ+, iş yerinde ve okullarda ayrımcılığa uğrama korkusu nedeniyle cinselliklerini gizliyor. Yüzlerce belediye ise ev kiralamada ve diğer alanlarda karşılaşılan engelleri hafifletmek amacıyla eşcinsel çiftler için partnerlik sertifikası düzenliyor, ancak bu sertifikaların yasal bağlayıcılığı bulunmuyor.
Kentsel dönüşüme yönelik düzenlemeler içeren “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” TBMM Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonunda dün kabul edildi.
AKP‘nin Meclis’e sunduğu kanun teklifine göre, herhangi bir taşınmazın rezerv yapı alanı olarak belirlenebilmesi için meskun alanlar (yerleşim alanı) dışında olması gerektiği şartı kaldırılıyor. Böylelikle “rezerv alan” tanımı değişecek, şehir içindeki yapı ve arazilere el konulabilecek.
Maddenin gerekçesinde, açılan davalarda herhangi bir taşınmazın rezerv yapı alanı olarak belirlenebilmesi için meskun alanlar dışında olması gerektiği yönünde değerlendirme yapılarak hüküm kurulduğu, yerleşim yerlerinde yer alan parsellerin de rezerv yapı alanı olarak belirlenmesinin mümkün olmasının amaçlandığı belirtildi. Bu ise Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘nın kent içinde bulunan ve depremde yıkılma riski olmayan yapılara da “rezerv alanı” ilanıyla el koyulabilmesinin yolunu açıyor.
‘Kanun eski semtlere göz dikmiş yeni zenginler için çıkıyor’
Kanun teklifinde, “rezerv yapı alanı” ilan edilen yerlerdeki binaların yıkılıp yerine yerin binalar yapılması öngörülüyor. Bu alanlarda “riskli olsun olmasın” evi, işyeri bulunanların ise şehrin başka bir bölgesine taşınması gerekecek.
T24 yazarı Mehmet Y. Yılmaz, söz konusu değişikliğin, her bir arsa, bina ya da parselinin bile tek tek rezerv yapı alanı olarak ilan edilmesine ve bakanlıkça el konulmasına olanak sağladığına vurgu yaptı:
“Kanun, müteahhitler ve eski semtlere gözünü dikmiş yeni zenginler için çıkıyor! Diyelim ki Levent’te bahçe içinde güzel bir eviniz var. İşini bilen bir müteahhit buraya gözünü diktiyse, Bakanlık burayı rezerv bina alanı ilan edip, elinizden alabilir. Ya da iktidarın içinde yaşayanlardan hoşlanmadığı bir semtte yaşıyorsunuz, mesela Beşiktaş’ta, Kadıköy’de, Bakırköy’de. Bakanlık, bütün bir mahalleyi rezerv alan ilan edip, boşaltabilir ve el koyabilir. Binaları yıktıktan sonra da yeni bina yapılsın diye müteahhitlere ihale edebilir.
Bütün bunlar olurken ne dümenlerin dönebileceğini, hangi ‘kupon’ arsaların üzerindeki binaların sakinleri yerlerinden edilerek, yandaşlara rant aktarılabileceğini Türkiye’de yaşayan herkes tahmin edebilir. Anayasa’nın mülkiyet hakkı ile ilgili hükümlerini açıkça ihlal edeceği çok açık bir düzenleme bu.”
Yoksul depremzedelerin mülkiyet hakkı da elinden alınacak
Teklifte, yoksul veya dar gelirli olarak kabul edilenlere verilecek bağımsız bölümler için de yeni düzenlemeye gidiliyor. Yasa teklifine göre, depremde evi yıkılan depremzedelerden parası olmayan ya da borçlu olanların mülkiyet hakları ellerinden alınacak. Bu kişilerin, yeni yapılacak evleri için sadece oturum hakları olacak.
Yasa teklifine göre; borçlanması gereken ancak maddi durumu yeterli olmayan hak sahibi adına isabet eden bağımsız birimin tapuda hak sahibi ile yeni kurulan Kentsel Dönüşüm Başkanlığı adına paylı mülkiyet esaslarına göre tescil edilebilecek. Öyle bir durumda hak sahibinin üzerine kayıtlı ikamet edebileceği konut nitelikli başka bir gayrimenkulü yok ise bu bağımsız bölümler üzerinde hak sahibine ve hak sahibi evli ise işlem yapıldığı tarihteki eşine oturma hakkı tanınacak. Ancak bu durumdaki kişiler mülkiyet haklarından mahrum bırakılacaklar.
Davalar ‘hızlandırılacak’
Komisyonda kabul edilen teklifte, 6 Şubat depremleri nedeniyle afet bölgesi olarak kabul edilen yerlerde, hak sahipliğine ilişkin işlemler hariç olmak üzere hasar tespit raporlarına dayalı olarak tesis edilen idari işlemlere karşı açılan iptal davalarında yeni usuller getiriliyor. Düzenlemeyle yargı süreçlerinin hızlandırılması amaçlanıyor.
Buna göre, yürütmenin durdurulması talebine ilişkin olarak verilen kararlara itiraz edilemeyecek. İstinaf istemi en geç iki ay içinde karara bağlanacak.
Kolluk kuvveti eşliğinde tahliye
Riskli yapıların yıktırılması konusunda Bakanlığa verilen görev ve yetkiler de bundan sonra Kentsel Dönüşüm Başkanlığınca kullanılacak.
Riskli yapıların yıktırılması için maliklere tek seferde 90 günden fazla olmamak üzere süre verilecek. Kanun kapsamındaki yapıların tahliyesinin engellenmesi durumunda; mülki idare amiri tarafından verilecek yazılı izne istinaden yeterli kolluk kuvveti marifetiyle tahliye yapılacak.
Başkanlık veya idare tarafından yapılan veya yaptırılan riskli yapı tespit, tahliye ve yıktırma masrafları, hisseleri oranında maliklerden tahsil edilecek.
Salt çoğunluk ile karar alınacak
Kanun teklifinde, kentsel dönüşümlerde, yapı ruhsatı alınması da dahil olmak üzere tüm iş ve işlemlerin, hisseleri oranında maliklerin salt çoğunluğu ile aldığı karara istinaden yapılabileceği; salt çoğunlukla alınan karara katılmayan maliklere, noter vasıtasıyla veya ilgili muhtarlıkta 15 gün süre ile ilan edilmek suretiyle bildirileceği yer alıyor.
Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA Partisi) Genel Başkan Yardımcısı, Doğa Hakları ve Çevre Politikaları Başkanı, İstanbul Milletvekili Evrim Rızvanoğlu, Türkiye’de hava kalitesi izleme süreçlerinde şeffaf bir süreç yönetilmediğini vurgulayarak Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki‘nin yanıtlaması istemiyle hava kalitesi izleme istasyonlarına ilişkin bir soru önergesi sundu.
Rızvanoğlu, hava kirliliğinin dünya genelinde ciddi sağlık sorunlarına ve çevresel tahribatlara ivme kazandıran bir sorun olduğuna dikkati çekerek Dünya Sağlık Örgütüne (WHO) göre her yıl yaklaşık 7 milyon insanın hava kirliliğine bağlı nedenlerle hayatını kaybettiğini bildirdi.
Temiz Hava Hakkı Platformu tarafından yayımlanan “Kara Rapor 2022” verilerine değinen Vekil Rızvanoğlu, Türkiye genelinde 2021 yılında hava kirliliği sebebiyle en az 42 bin 67 kişinin yaşamını yitirdiğini hatırlattı.
Yaşanan can kayıpları nedeniyle hava kirliliğinin önlenmesi ve hava kalitesinin korunmasının insan sağlığı, çevre ve iklim açısından hayati bir öneme sahip olduğunun altını çizen Evrim Rızvanoğlu, “Hava kirliliği ile mücadele, endüstriyel üretim yapan tesislerdeki bacaların filtrelerinin sıkı denetimi, temiz enerji kaynaklarının teşvik edilmesi, toplu taşımanın özendirilmesi, yeşil alanların korunması ve kamu bilincinin artırılması gibi bir dizi stratejiyi gerektirmektedir” diye belirtti.
Hava kalitesinin izlenmesi ve raporlanmasının da önemine vurgu yapan Rızvanoğlı, şunları kaydetti:
“Hava kalitesi izleme ağındaki istasyonların sayısı ve bu istasyonlardan elde edilen veriler, halkı bilgilendirmek, politika yapıcılarına rehberlik etmek ve hava kalitesini izlemek için kritik bir rol oynamaktadır. Özellikle kış aylarında yoğun olarak karşılaştığımız hava kirliliğinin önlenmesi ve hava kalitesinin korunması, daha temiz ve daha sürdürülebilir bir gelecek için atılması gereken önemli bir adımdır.”
Ancak bunun sağlanabilmesi için vatandaşların hava kalitesi verilerine şeffaf bir şekilde erişmesi gerektiğini belirten Milletvekili Rızvanoğlu “Ülkemizde birçok konuda olduğu gibi bu konuda da şeffaf bir süreç yönetilmemektedir” diye ekledi.
‘Bakanlık hava kalitesinin iyileştirilmesi için ne yapıyor?’
Rızvanoğlu, Bakan Özhaseki’nin yazılı olarak yanıtlaması istemiyle şu soruları yöneltti:
Ülkemizde kaç adet hava kalitesi izleme istasyonu bulunmaktadır? 2024 yılı itibariyle Bakanlığı toplam kaç hava kalitesi izleme istasyonu konumlandırma hedefi bulunmaktadır?
Bu istasyonlar hangi bölgelerde konumlanmıştır ve bu bölgelerde hangi parametreler izlenmektedir? İstasyonlardan elde edilen veriler, hava kalitesinin izlenmesi ve değerlendirilmesi için mevzuatta tanımlanan minimum veri alımını sağlamakta mıdır?
Bünyelerinde büyük yakma tesisleri olan termik santraller ve fabrikaların tamamının etki alanlarında hava kalitesi izleme istasyonu bulunmakta mıdır? Varsa hangi tesislerdir? Bu tesislere yakın yaşayan vatandaşlarımızın bulundukları bölgenin hava kalitesi verisine anlık olarak erişebilmeleri mümkün müdür?
İstasyonlardan elde edilen verilerin kamuoyu ile paylaşılmadan önce kalitesi kontrol edilmekte ve doğrulaması yapılmakta mıdır? Veri kalitesi kontrolü ve doğrulaması hangi kurumun sorumluluğundadır? Doğrulanmış veriler kamuoyu ile paylaşılmakta mıdır ve bu bilgilere nasıl erişim sağlanmaktadır?
Hava kalitesi izleme ağına yönelik gelecekteki geliştirme ve genişletme planları nelerdir? Hava kirliliği etkisinde olan kentlerimizin yeni nesil hava kalitesi ölçüm sensörleri ile donatılmasına dair bir çalışma bulunmakta mıdır?
Hava kalitesi bilgisinin vatandaş erişimine internet ve LED ekranlar aracılığı ile sunulduğu ilçelerin toplam ilçeler içindeki payı kaçtır?
Türkiye’nin hava kalitesi limit değerleri ile Dünya Sağlık Örgütü’nün bu konuda referans kabul ettiği sınır değerler karşılaştırıldığında ortaya çıkan sonuçlar nedir?
Bakanlık tarafından hava kirliliğinin önlenmesi ve hava kalitesinin korunması konusunda sivil toplumun ve vatandaşların süreçlere katılımına yönelik hangi adımlar atılmaktadır?
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres‘in dünkü “Filistin halkı 56 yıldır boğucu bir işgale maruz tutuluyor” açıklamasının ardından İsrail ile BM arasında başlayan ‘Gazze‘ gerilimi sürüyor.
Guterres’e istifa çağrısı yapan İsrail’in BM Büyükelçisi Gilad Erdan, BM yetkililerine vize verilmeyeceğini duyurdu: “BM temsilcilerine vize vermeyi reddedeceğiz. Genel Sekreter Yardımcısı ve Acil Yardım Koordinatörü Martin Griffiths’in vizesini zaten reddetmiştik. Onlara bir ders vermenin zamanı geldi” dedi.
Erdan, Guterres’in “BM’ye başkanlık etmeye uygun olmadığını” da savundu.
Guterres ‘savaşların bile kuralları var’ demişti
BM Genel Sekreteri Guterres, BM Güvenlik Konseyi‘nde düzenlenen üst düzey İsrail-Filistin oturumundaki konuşmasında Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’de gerçekleştirdiği saldırıları kınadıktan sonra şunları söylemişti:
“Ancak Hamas saldırılarının durduk yere ortaya çıkmadığının da bilincinde olmalıyız. Filistin halkı 56 yıldır boğucu bir işgale maruz tutuluyor. Topraklarının adım adım yerleşim yerleri tarafından ele geçirilmesine ve şiddete şahit oluyor. Ekonomileri yıkılmış, insanlar yerlerinden edilmiş ve evleri yerle bir edilmiş durumda. Siyasi çözüme olan inançları yok olmaya başladı.”
Hamas’ın İsraillilere yönelik saldırılarının “Filistin halkını toplu cezalandırmayı meşru kılamayacağını” vurgulan BM Genel Sekreteri, “Savaşların bile kuralları vardır” demişti.
Söz konusu açıklamanın ardından İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen, Guterres ile görüşmesini iptal ettiğini duyurmuş; “7 Ekim’den sonra dengeli bir yaklaşıma yer kalmadığını” söylemişti: “BM Genel Sekreteri ile görüşmeyeceğim. 7 Ekim’den sonra dengeli yaklaşım diye bir şey yok. Hamas yeryüzünden silinmeli.”
Hatay‘ın Antakya ilçesinde bulunan Dikmece Köyü’nde 21 Ekim’de başlayan Zeytin Hasadı Festivali, Dikmece Direnişi’nin 97’nci gününde devam ediyor.
Dikmece’de deprem konutu yapımı kapsamında çok sayıda arazi için verilen kamulaştırma kararına karşı köylülerin direnişi devam ediyor. Karardan dönülmediği takdirde bu zeytin hasadı köylülerin yaptığı son zeytin hasadı olabilir.
Herkesi Zeytin Hasadı Festivali’ne ve Dikmece Direnişi’ne davet eden köy sakinleri sosyal medya platformu X üzerinde yaptığı paylaşımda “İstimlakları da istimlakçıları da kabul etmiyoruz, tanımıyoruz. Bu zeytinlikler istimlakçıların, şirketlerin değil onlara yüzyıllardır emek veren Dikmece halkınındır” açıklamasında bulundu.
Dikmece Direniyor hesabından yapılan paylaşımda “Zeytin Hasadı Festivali dayanışmayla devam ediyor. Köyümüzden başka bir yere gitmiyoruz” mesajı verildi.
Dikmece Köyü üç bölgeden oluşuyor. Yukarı Dikmece, Çiftlik mahallesi, Kuyucak mahallesi.
Yukarı Dikmece zeytin ağaçlarının olduğu mahalle, Kuyucak mahallesi Antakya-İskenderun yoluna yakın. Bu mahalle depremde yüzde 80 yıkıldı. Kamulaştırılan alan içinde bu mahalle de yer alıyor.
300-400 yıllık zeytinliklerin bulunduğu Yukarı Dikmece’de oldukça geniş bir alanı kapsıyor. Toplam 7500 dönüm zeytinliğin yer aldığı Dikmece’de Derince denilen özel bir cins zeytin yetişiyor. Hem yağı hem zeytini çok kıymetli olan bu zeytin türü de istimlakla beraber yok olacak. Dikmeceliler hem toprağına, hem zeytinliklerine hem de yaşam alanlarına sahip çıkmak için direniyor.
6 Şubat depremlerinin hemen ardından, uzmanların tüm uyarılarına rağmen hızlıca başlatılan deprem konutu inşaatları kapsamında çok sayıda arazi kamulaştırılmıştı.
Antakya merkeze 10 kilometre mesafedeki Gülderen ve Dikmece, dağlık arazi yapısı nedeniyle yapılaşma için tercih edilse de bölgede zeytinlikler başta olmak üzere tarım arazileri bulunuyor.
Gülderen’de 61 parsel 14 Nisan tarihli Cumhurbaşkanı kararı ile kamulaştırılırken, TOKİ’nin Dikmece ihalesini alan Sarıdağ İnşaat şirketi de nisan ayı sonunda bölgedeki çalışmalarına başladı. İhaleye göre, bölgede bin 415 adet konut inşaatı ile altyapı ve çevre düzenlemesi yapılacak.
Dikmece halkı acele kamulaştırılan zeytinlik ve tarım arazilerini korumak için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve TOKİ’ye dava açmıştı. Kamulaştırmada herhangi bir kamu yararının gözetilmediğini dile getiren Dikmece halkı, usulsüz kararla birçok kanun maddesinin de ihlal edildiğine dikkat çekmişti.
Dikmece direnişçilerinden Hasan Özgül şunları kaydetti:
İstimlaklar gerçekleşirse sadece Dikmece’de yüz binlerce asırlık zeytin ağaçları katledilecek. Dikmece köyü boşaltılacak. Demografik, kültürel ve tarihsel yapı bozulacak. Şirketlere rant için köylerimizin, zeytinliklerimizin, yaşam alanlarımızın peşkeş çekilmesini istemiyoruz.”
Anayasa Mahkemesi (AYM), milletvekili seçilmesine ve mazbatasını almasına karşın cezaevinde tutulan Gezi davası hükümlüsü, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili CanAtalay‘ın“tahliye ve hakkındaki yargılamanın durması isteminin reddedilmesi üzerine yapılan bireysel başvuruyu karara bağladı.
AYM, Atalay’ın, “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma” hakkı ile “kişi hürriyeti ve güvenliği” haklarının ihlal edildiğine hükmetti.
Atalay’ın avukatları, yeniden yargılamaya da hükmeden Yüksek Mahkemenin dokuza beş oy çokluğuyla aldığı kararının yerine getirilmesi için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvuruda bulunacak.
Avukatı Özen: Derhal serbest bırakılmalı
Atalay’ın avukatlarından Yalçın Deniz Özen, Artı TV’ye yaptığı açıklamada, Atalay’ın derhal tahliye edilmesi gerektiğini belirtti:
“AYM, Can Atalay’ın tahliye edilmemiş olmasının ve milletvekili seçildikten sonra yargılamanın durmamasının hak ihlali olduğunu söylemiş oldu. Şimdi AYM’nin karar örneğini 13. Ağır Ceza Mahkemesine göndermesi ve Atalay’ın bugün bırakılması gerekiyor.”
Özen, sadece Atalay için değil, tüm Gezi sanıkları açısından hak ihlali kararı verilmesine gerektiğini de kaydetti.
Adalet Bakanı Tunç: Gerekçeli karar doğrultusunda işlem yapılır
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç da AYM’nin kararıyla ilgili, “Gerekçeli kararı gördükten sonra bir açıklama yapmak gerek. Anayasa Mahkemesi’nin bir hak ihlali kararı varsa, gerekçeli kararı bir okumamız lazım. Gerekçeli karar doğrultusunda elbette ki işlem yapılır” dedi.
Kılıçdaroğlu: Türkiye bu utançtan kurtulmalı
AYM’nin verdiği hak ihlali kararının ardından sosyal medya hesabından bir açıklama yapan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da ilk derece mahkemesinin derhal kararı yerine getirmesi gerektiğini söyledi. Paylaşımında #CanAtalayMeclis”e hashtag’ini kullanan CHP lideri şunları söyledi.
“Anayasa Mahkemesinin, Hatay Milletvekili Can Atalay için verdiği hak ihlali kararı, ülkemizde kırıntısı kalan demokrasi ve yargı bağımsızlığı için hayati öneme sahiptir. İlk derece mahkemesi kanunların da emrettiği üzere, bu kararı derhal yerine getirmeli, ülkemiz bu utançtan kurtulmalıdır.”
Anayasa Mahkemesinin, Hatay Milletvekili Can Atalay için verdiği hak ihlali kararı, ülkemizde kırıntısı kalan demokrasi ve yargı bağımsızlığı için hayati öneme sahiptir. İlk derece mahkemesi kanunların da emrettiği üzere, bu kararı derhal yerine getirmeli, ülkemiz bu utançtan…
TİP Hatay Milletvekili Can Atalay, Gezi Davası’nda Osman Kavala ile birlikte yargılanan sekiz sanıktan biriydi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 26 Nisan 2022 tarihinde Gezi Davasında Osman Kavala’yı “hükümeti devirmeye teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet, Can Atalay’ın arasında bulunduğu yedi sanığı ise darbeye teşebbüse yardım suçundan 18 yıl hapis cezasına çarptırmıştı.
Can Atalay, cezaevinde tutuklu bulunurken 14 Mayıs seçimlerinde TİP’ten Hatay milletvekili seçildi. Ancak Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Atalay’ın yasama dokunulmazlığı bulunduğu gerekçesiyle yargılamada durma kararı verilmesi ve tahliye edilmesi talebini reddetti. Daire, 28 Eylül 2023 tarihinde Osman Kavala, Can Atalay, Mine Özerden, Çiğdem Mader, Tayfun Kahraman’ın cezasını da onadı.
Atalay’ın avukatları da milletvekili seçilerek yasama dokunulmazlığı kazanan başvurucunun yargılamada durma kararı verilmesi talebinin reddedilerek yargılamaya devam edilmesi nedeniyle “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma” hakkının, tahliye talebinin reddedilmesi nedeniyle de “kişi hürriyeti ve güvenliği” hakkının ihlal edildiğini öne sürerek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu.
Başvurunun ardından süreç devam ederken Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Gezi Parkı davasında Can Atalay’a verilen 18 yıl hapis cezasını onadı.
AYM ise 12 Ekim’de Atalay’ın bireysel başvurusunu, bir üyenin dosyaya hazırlanamadığını beyan etmesi gerekçesiyle ertelemişti.
İklim kriziyle mücadeleye yönelik küresel çabalar halihazırda dünya ülkeleri arasındaki öfke ve güvensizlikle gölgelenmiş durumda.
Orta Doğu‘da genişleyen çatışma girdabı ise, zaten bölünmüş durumdaki dünyanın daha da parçalanması, küresel enflasyonun yüksek seyrettiği bir dönemde petrol ve gaz fiyatlarının artması ve mali kaynakların iklim değişikliğini yavaşlatmak yerine savaşlarla mücadeleye yönlendirilmesi tehdidini ortaya çıkarıyor.
İsrail ve Hamas arasındaki çatışmaların enerji zengini bir bölgenin ortasında bulunması da riski artırıyor. Bu durum, rekor düzeyde sıcak geçen yaz mevsiminin ardından dahi, ülkeleri petrol ve gaz kaynaklarından uzaklaşmak yerine bunları güvence altına almaya teşvik ediyor.
Şimdiye kadar kazananlar silah ve -daha az oranda olsa da- petrol üreticileri oldu. Savunma hisseleri yükselişe geçti. Petrol fiyatları fırladı. Arap petrol ambargosunun enerji piyasalarını altüst etmesinin üzerinden geçen 50 yılın ardından gelen tarihsel yankılar tüyler ürpertici. Söz konusu olaya 1973 Arap-İsrail Savaşı neden olmuştu.
Tüm bunlar, yine bir Basra Körfezi petrol ülkesi olan Birleşik Arap Emirlikleri‘nde (BAE) kasım sonunda başlaması planlanan Birleşmiş Milletler (BM) İklim Zirvesini (COP28) karmaşık hale getiriyor.
Önümüzdeki birkaç hafta çok önemli olacak. Eğer çatışma Orta Doğu’ya yayılırsa, tüm dünyayı etkileyen iklim krizi de dahil herhangi bir konuda küresel anlaşma sağlama umutları büyük olasılıkla suya düşecek.
The New York Times‘ın aktardığına göre, bir araştırma kuruluşu olan Uluslararası Kriz Grubu‘nun başkanı Comfort Ero bu durumu “Bu, ulusların iklim diplomasisini yanıbaşlarındaki krizlerden koruyup koruyamayacaklarına dair zorlu bir sınav” diye değerlendirdi.
Petrol ve gaz üretimini arttırmaya devam eden BAE liderleri özellikle ciddi bir zorlukla karşı karşıya. İklim görüşmelerinde ülkeleri bir araya getirmekle sorumlu olan bu liderlerin, bu yıl koltuk sahibi oldukları BM Güvenlik Konseyi‘nde Filistinlilerin davasını üstlenmeleri bekleniyor.
Çatışma, derin bölünmelerin yaşandığı bir dünyada pek çok krizin yaşandığı bir dönemde patlak verdi; savaş, COVID-19 pandemisinin ardından ve Ukrayna‘da ekonomileri sarsan, ülkeleri daha da borç batağına sürükleyen, gıda ve yakıt fiyatlarını yükselten ve dünyanın en yoksul insanları arasında açlığı daha da kötüleştiren bir savaş yaşanırken meydana geldi.
Londra merkezli bir araştırma kuruluşu olan Chatham House‘un Çevre ve Toplum Merkezi Direktörü Tim Benton, “Jeopolitik gerilimlerdeki herhangi bir artış, çok taraflılığın parçalanışı, önemli işbirliklerindeki ilerlemeleri muhtemelen daha güç hale getirecektir” dedi.
Dünyanın en büyük iki ekonomisi ve aynı zamanda gezegeni ısıtan sera gazlarının en büyük iki yayıcısı olan ABD ile Çin arasındaki gerilimler şimdiden iklim politikalarına yansımış durumda. Rusya‘nın Ukrayna’yı işgalinin ardından ise Moskova ile Pekin arasındaki bağlar güçlendi.
Aynı zamanda Hindistan Rusya’dan indirimli petrol alıyor ve Rusya, Afrika ve Orta Doğu’daki ülkelerle ilişkilerini güçlendirmeye çalışıyor.
Batı’nın COVID-19 aşılarına erişimlerini Afrika ile paylaşmaması ve yoksul ülkelerin iklim krizi kaynaklı afetlerle başa çıkmalarına yardımcı olmaya yetecek mali yardım sağlamaması nedeniyle dünyanın daha az varlıklı uluslarından şikayetlerin sesi yükseliyor.
Küresel ekonomi durgun seyretmeye devam ediyor. Petrol fiyatlarındaki bir artış merkez bankalarının enflasyonu kontrol altına alma çabalarını daha da zorlaştırabilir.
Biden yönetimi yetkilileri özellikle petrol konusunda endişeli. Şimdiye kadar enerjide yaşanabilecek büyük bir arz şokundan kaçınılmış olsa da çatışma İran‘a veya yakındaki diğer büyük petrol üreticilerine yayılırsa bu tür bir şok görülebilir.
Geçici bir petrol arzı kaybı bile ABD’de benzin fiyatlarının yeniden yükselmesine yol açabilir ve bu da Başkan Joe Biden’ın seçmen desteğini aşındırarak kendisinin iklim gündemine karşı saldırgan tutumlar sergileyen Cumhuriyetçiler karşısında onu daha savunmasız bırakabilir.
ABD’li yetkililer bu tür bir güç kaybının, litresi yaklaşık 1,5 dolar olan benzinin daha fazla insanı elektrikli araba almaya ittiği zamanki gibi geçici bir yüksek petrol fiyatları döneminden elde edilen iklim kazanımlarını boşa çıkaracağından endişeli.
Bir petrol şoku küresel faiz oranlarını daha da yükseltirse, özellikle sermaye maliyetinin halihazırda ABD ve Avrupa‘dan çok daha yüksek olduğu yükselen piyasalarda ve gelişmekte olan ülkelerde yenilenebilir enerji projelerine yatırım çekmek daha da zorlaşacak. Dahası, varlıklı ülkeler bile kamu paralarını ekonomilerini fosil yakıtlardan uzaklaştırmak için harcamakta zorlanacak.
Risk 3: Yenilenebilir enerji yatırımları durma noktasına gelebilir
Tarihsel olarak saldıkları emisyonlar nedeniyle iklim krizinden sorumlu tutulabilecek zengin ülkeler, en az emisyona neden oldukları halde iklim değişikliğinin sonuçlarından en çok etkilenen düşük gelirli ülkelerin iklim kaynaklı risklere uyum sağlamalarına ve yenilenebilir enerji kapasitelerini artırmalarına yardımcı olmak için yılda 100 milyar dolar tazminat ödemeyi taahhüt etmişti. Bu ülkeler sözlerini henüz yerine getirmedi. Yardım bekleyen ülkeler arasındaki öfke ve hayal kırıklığı giderek artıyor.
Üstelik 100 milyar dolar dahi gelişmekte olan ülkelerin iklim krizi kaynaklı afetlerin yaralarını sarmaları, iklim etkilerine uyum (adaptasyon) çalışmaları yapmaları, afetlere daha dirençli hale gelebilmeleri ve yenilenebilir enerji kapasitelerini artırmaları için gereken miktarın yanında devede kulak kalır.
Uluslararası Enerji Ajansı‘na (IEA) göre, dünyanın yüzyılın sonuna kadar ortalama küresel sıcaklık artışını sanayi dönemi öncesine kıyasla 1,5°C’nin üzerinde sınırlama hedefine ulaşması için, bugünden 2030 yılına kadar yenilenebilir enerji yatırımlarına yılda tahmini 4,5 trilyon dolar harcanması gerekiyor.
Yenilenebilir enerji savunucuları için bu sadece ısınmayı yavaşlatmak için değil, enerji güvenliğini sağlamak için de gerekli. Columbia Üniversitesi Küresel Enerji Politikası Merkezi Başkanı Jason Bordoff, bugün Orta Doğu’da yaşanan çatışmanın “temiz enerji çözümlerine daha hızlı bir geçişin, sadece iklim denklemine değil enerji güvenliğine de fayda sağlayacağının net bir hatırlatması olması gerektiğini” belirtti.
Dünyanın dört bir yanında vahşet kol geziyor. İnsan ölümleri, yok edilen – eziyet gören hayvanalar ve doğa katliamı, tahayyülümüzü çılgınlık düzeyinde aşmış durumda…
Peki bu çılgınlığa ve yok ediciliğe belli düzeyde de olsa dur diyecek bir uluslararası kurum veya yaptırımı olan bir sözleşme var mı? Ya da var olan sözleşmeler bir işe yarıyor mu? Soruların cevabı; gezegenin şu anki hali…
Herkes herkesi dilediği gibi boğazlıyor. Dünya barışı ve ülkelerin güvenliğinden sorumlu BM, sözcü Guterres’in serzenişlerine rağmen tam bir seyirci konumunda. Artık haydutluk yasaları işliyor. Bu durum en çok da silah tacirlerinin işine yarıyor. Ve bu silah tüccarları hiçbir ar duygusuna sahip olmadan, birçok yerde patlak veren savaşlarla büyük karlar yaptıklarını açıkça söylüyorlar. Tek tek ülkeler ise bu savaşlarda tamamen kendi çıkarına göre hareket ediyor. Ölen insan sayısı onlar için sadece birer istatistik.
Acının tarafgirliği
Acıdan kaçarak insanlığınızı ve ruh sağlığınızı koruyamazsınız. Baktığınız ama görmek istemediğiniz acılar, ruhunuzda yarılmaya yol açar. Sivil ölümlerin acısında, etnik veya dini sebeplerden dolayı taraf tutmak da insanlığınızdan götürür. Oysa acıya tanık olmak, onu derinden hissetmek, empati kurmak ve yapabileceğinizi ertelemeden harekete geçmek asıl sağaltıcı olandır.
Sivil itaatsizin eyleme etiği
Bunca acı bunca yoksulluk ve yoksunluk yaşanırken, buna tanık olan her bireyin eğer yaşam ve özgürlük hakkını sadece kendine istemiyorsa bir şeyler yapma sorumluluğu vardır. Hele de uluslararası örgütler kör sağır ve dilsizi oynuyorsa! Ancak kritik soru ne yapacağı ve nasıl yapacağıdır. Sivil itaatsizlik eylemleri , bireyin hemen harekete geçip eğer isterse toplumsallaştırabileceği eylemlerdir. Tıpkı Henry David Thoreau, Ghandi, Martin Luther King, Rosa Parks ve adını sayamayacağımız daha nicelerinin yaptıkları gibi.
Sivil İtaatsizlik kavramının fikir babası Henry David Thoreu olmakla birlikte tarihsel arka planını Etienne de La Boetie’ye (1530-1563) kadar götürebiliriz. Montaigne’in yakın arkadaşı olan La Boetie 22 yaşında henüz üniversite öğrencisiyken yazdığı “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev” kitabında iktidar, itaat ilişkilerini irdeleyerek sivil itaatsizliğin ve pasif direnişin temellerini atar. Ona göre; eğer insanlar gönüllü olarak itaat etmeyi bir an olsun bıraksa, iktidar denen dev yapının kolonları yerle bir olurdu. Ancak birçok insan, muktedirlerin ayaklarının altına kırmızı halı döşemeye çoktan gönüllü olduğu için düzen devam ediyordu. Edebiyattaki pasif direnişçiler olan, Herman Melville’in “Katip Bartleby”si ve J.M.Coetzee’nin “Michael K”sını da anmadan geçmeyelim.
Eyleme geçme noktasında körü körüne tarafgirlik nasıl sakıncalıysa, yaşanan olayların ayrıntısına sahip olma konusunda derinlikli bir çaba sarfetmemek de sakıncalıdır. Zira şeytan ayrıntıda gizlidir. Tabii paranoya veya komploculuk düzeyinde bir şüphe içerisinde olmayı da kastetmiyorum.
Filistin ve İsrail’li kadın aktivistler barış iİçin ayakta
4 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e saldırısıyla ölen insanlar ve sonrasında İsrail’in sürekli bombardımanıyla ölen Filistinliler için acılarının çok büyük olduğunu söyleyen İsrailli ve Filistinli kadınlar bir açıklama yaparak her iki tarafı da şiddeti durdurmaya çağırdı. Esitlikadaletkadin.org’un verdiği habere göre; Hamas’ın saldırısından sadece günler önce, binlerce Filistinli ve İsrailli feminist barış aktivisti Kudüs’te ve Ölüdeniz yakınlarında bir araya geldi. İsrail’den Women Wage Peace, Filistin’den Women of the Sun tarafları ateşkese ve dünya kamuoyunu da barış için çaba sarf etmeye çağırdı.
Netanyahu Hükümeti‘nin yok etme ve intikam planlarına ve Hamas’ın sivillere karşı saldırganlığına tepkili olan herkes bu sese kulak vermeli. Atılan her merminin insan ve insandışı canlı varlıkların kaybolması veya sakatlanması anlamına geldiği, toprağın, havanın, suyun ve yaşam alanlarının onulmaz yaralar aldığı bilinciyle herkes elinden ne geliyorsa yapmak zorunda. Filistinli ve İsrailli kadınlar, ölüm riskini ve ülkelerince aforoz edilmeyi de göze alarak, gidilecek en iyi en insani yolu gösteriyorlar zaten. Bize sadece bu çığlığı büyütmek ve görünür kılmak düşüyor. Sivil Filistinlilerin dünyaya çağrısı da bu yönde zaten, ateşkes için çalışın!
Brezilya‘da bir süredir devam eden şiddetlikuraklık, Amazon Nehrinde bugüne kadar sular altında kalan çizimlerin kolaylıkla fark edilebilecek hale gelmesine neden oldu. Ülkenin kuzeyindeki Manaus kentinde, kayalara oyulmuş insan yüzü resimleri keşfedildi.
Bu çizimlerin bazıları 2010 yılında devam eden kuraklık sırasında arkeologlar tarafından görülmüştü ancak uzmanlar bu kez daha fazla çeşitte çizim keşfettiklerini belirtiyor.
Kayalara oyulmuş yüzler Rio Negro ve Solimoes nehirlerinin Amazon’a döküldüğü Ponta das Lajes diye bilinen kıyı şeridinde yer alıyor.
BBC‘nin aktardığına göre, arkeolog Jaime Oliveira yerel basına verdiği demeçte, yüzlerin İtalyan kaşif Kristof Kolomb‘un keşifleri öncesinde bu bölgede yaşayanlar tarafından yapıldığını söyledi:
“Burası, bin ila 2 bin yıl önce yerleşim kanıtlarının bulunduğu sömürge öncesi döneme ait bir bölge. … Burada insan biçimli figürlerin temsillerini görüyoruz.”
Oymaların olduğu bir diğer kayanın yerliler tarafından oklarını keskinleştirmekte kullanıldığı düşünülüyor.
Çizimlerin bazıları 2010’da keşfedilmiş olsa da çoğunluğu suyun altındaydı. Fotoğraf: Reuters
Çizimler son olarak Rio Negro nehrinde su seviyesinin 13,63 metreye düştüğü 2010 yılında görülmüştü.
22 Ekim’de su seviyesi ilk kez 13 metrenin altına; 23 Ekim’de de 12,89 metreye düştü.
Brezilya hükümeti kuraklığı iklim değişikliğine ve El Niño hava olayına bağlıyor. El Niño, Kuzey Amazon‘da yağış miktarının tarihsel ortalamanın altına düşmesine ve nehir seviyelerinin görülen en düşük seviyelere inmesine neden oldu.
El Niño olarak bilinen ve gezegenin bir-iki yıllığına ısınmasına yol açan hava olayı Pasifik Okyanusu’nda Haziran ayında başlamıştı.
Şiddetli kuraklık yüzlerin daha net görülmesine neden oldu. Fotoğraf: Reuters
Doğu ve orta Pasifik Okyanusu‘ndaki okyanus sıcaklıklarında yaklaşık her üç ila beş yılda bir görülen yükseliş, El Niño’nun açık belirtilerinden biri. Bu durum dünya genelinde birbirini tetikleyen aşırı hava koşulları yaratarak bir yıla kadar etkili olabiliyor.
Bu dönemde doğu Pasifikte uzanan güney ABD gibi bölgelerde ortalamanın üzerinde yağış ve hatta tahribat yaratan toprak kaymaları yaşanabiliyor.
Rio Negro’nun seviyesi o kadar düştü ki tekneler karaya oturdu. Fotoğraf: EPA
Okyanusun diğer ucundaki, Endonezya ve güneydoğu Asya gibi bölgelerde ise kuraklık etkili oluyor ve bu kuraklık yıkıcı orman yangınlarını tetikleyebiliyor.
Dünyanın diğer bölgelerinde ise yıkıcı seller, gıda güvensizliğine yol açabilecek mahsul kayıpları, tropikal hastalıklardaki artış ve balık popülasyonlarında düşüş gibi etkiler gözlemleniyor.
Bu olayların tamamı, hem yerel hem de küresel ekonomileri zarara uğratabiliyor.