Ana Sayfa Blog Sayfa 302

CHP’nin 17 MYK üyesi Gölge Kabinede, yedisi parti yönetiminde yer alacak

Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) 38’inci Olağan Kurultayında Genel Başkan seçilen Özgür Özel’in başkanlığında toplanan Parti Meclisinin (PM) ilk toplantısında, Merkez Yönetim Kurulu (MYK) üyeleri belirlendi. Yeni dönemde “Fiili güçlü genel sekreter” ve “gölge kabine” gibi hamleler dikkat çekiyor.

Daha önce 14 üyeden oluşan MYK’nın üye sayısı 24’e çıkarılırken, MYK yapılanmasında da değişikliğe gidildi.

Özel’in açıkladığı yeni MYK’da, yedi isim parti yönetiminden sorumlu genel başkan yardımcısı olarak görevlendirildi. Yeni yönetimde Selin Sayek Böke, mayıs seçimleri öncesinde olduğu gibi Genel Sekreter oldu.

BBC‘nin aktardığına göre, PM toplantısı sonrasında basın toplantısı düzenleyen Özel, tüzük gereği oylama zorunluluğu olmamasına rağmen, kendisi söz verdiği için MYK’nın PM üyelerinin oyuna sunduğunu bildirdi.

Hedeflerinin, tüzük değişikliği ile “güçlü genel sekreterlik” sistemine dönüş olduğunu belirten Özel, tüzük değişikliği yapılana kadar Böke’nin “fiili güçlendirilmiş genel sekreter” olacağına vurgu yaptı.

Kurultay’da “denge denetleme” listesi adıyla ayrı liste çıkaran İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan Salıcı’nın listesinden seçilerek PM’ye giren Kadın Kolları Başkanı Aylin Nazlıaka, Koza Yardımcı ile iki listede de yer almayan Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, “Gölge kabine” üyesi olarak MYK’ya girdi.

Ayrıca yine Salıcı’nın listesinde yer alan Mehmet Tüm, Ensar Aytekin’e bağlanan yurtdışı örgütlenmenin sorumluluğuna getirildi. Genel Sekreter Selin Sayek Böke, MYK’daki gölge kabinede de yer alan tek isim oldu.

CHP’nin Gölge Kabinesinde kimler var?

CHP MYK’da “gölge kabine” üyesi olarak yer alan isimler ve görev alanları şöyle:

  • Cumhurbaşkanı yardımcılığı: Selin Sayek Böke
  • İçişleri Bakanlığı: Murat Bakan
  • Adalet Bakanlığı: Gökçe Gökçen
  • Sağlık Bakanlığı: Zeliha Şahbaz
  • Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı: Aylin Nazlıaka
  • Milli Eğitim Bakanlığı: Suat Özçağdaş
  • Enerji Bakanlığı: Deniz Yavuzyılmaz
  • Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı: Gülşah Deniz
  • Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı: Gamze Taşçıer
  • Dışişleri Bakanlığı: İlhan Uzgel
  • Gençlik ve Spor Bakanlığı: Sevgi Kılıç
  • Hazine ve Maliye Bakanlığı: Yalçın Karatepe
  • Kültür ve Turizm Bakanlığı: Koza Yardımcı
  • Milli Savunma Bakanlığı: Yankı Bağcıoğlu
  • Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı: Pınar Uzun
  • Ticaret Bakanlığı: Volkan Demir
  • Ulaştırma Bakanlığı: Ulaş Karasu
  • Tarım Bakanlığı: Erhan Adem

Gölge kabine ne yapacak?

Muhalefet partilerinin “gölge kabine” uygulaması yeni değil. Geçmişte Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP), Deniz Baykal yönetimi döneminde CHP’de de “gölge kabine” oluşturuldu. Ancak ilk kez MYK üyelerinden oluşan bir gölge kabine açıklandı. Gölge kabine üyeleri, sorumlu oldukları bakanlıkların icraatını yakından izleyecek ve bakanlıkların eksikleri, yanlışlara ilişkin parti politikalarına uygun öneriler ve raporlar hazırlayacak, kamuoyuna açıklayacak.

Özel, zaman zaman gölge kabine üyeleriyle, ayrı MYK toplantısı yapacağını da duyurdu.

CHP’nin yeni MYK’sında, “İstanbul dengesi” gözetilirken, Özel’in listesini delerek PM’ye giren bazı isimler de parti yönetiminde yer aldı. Bu çerçevede, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’ya yakınlığıyla bilinen ve PM’ye en yüksek oyla seçilen Gökhan Zeybek ile Özgür Karabat, MYK’da yer aldı.

Gökhan Zeybek yerel yönetimlerden sorumlu genel başkan yardımcısı, Karabat ise genel sayman oldu. Balıkesir Milletvekili Ensar Aytekin Yurtiçi ve Yurtdışı Örgütler, Gül Çiftçi, Seçim ve Parti Hukuku İşleri, Adana Milletvekili Burhanettin Bulut Halkla İlişkiler ve Medyadan sorumlu genel başkan yardımcılığı görevini üstlendi. İzmir Milletvekili Deniz Yücel ise parti sözcüsü oldu.

Üç belediye başkanı yeniden adaylaştırılacak

CHP Genel Başkanı Özel PM toplantısının ardında ardından yaptığı açıklamada, kurultayda verdikleri her sözü tutacaklarını ve CHP’yi iktidar yapma inancıyla çalışacaklarını ifade etti.

Bunun ilk atımının yerel seçimler olacağına işaret eden Özel, “Belediye başkan adaylarımızı belirlemede tek kriterimiz var; milletin gönlünde yer etmiş, seçildiği günden daha iyi durumda olanlar yeniden aday olacak. Eğer, yaptığı hizmet halkta teveccüh görmüyorsa durumları yeniden değerlendirilecek” dedi.

Hiçbir belediye başkanını “değişim karşıtı” diye cezalandırma niyetleri olmadığını ifade eden Özel, “Hiçbir belediye başkanı da bize destek verdi diye hak etmediği göreve gelmeyecek” diye konuştu.

Eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun daha önce açıkladığı İstanbul, Ankara ve Aydın belediye başkanlarının adaylığını, yüksek memnuniyet oranlarını dikkate alarak dillendirdiğini ifade eden Özel, bu üç ismi PM’ye önererek, adaylaştıracakları mesajını verdi.

Açıklamasında “Parti Meclisi Yönetim Yapılanması” başlıklı bir sunum yapan Özel, MYK’da iki kompartıman olduğunu belirtti. Bunlardan ilkinin Gölge Kabine olduğunu söyleyen Özel, Gölge Kabine’nin yaş ortalamasının 46 olduğunu ve içerisinde dokuz kadın gölge bakan olduğunu ifade etti.

Özgür Özel, CHP’de şimdiye kadar görev yapan danışmanlarla da yollarını ayırdıklarını belirtirken, danışman odalarının il başkanlarına ve PM üyelerine ayrılacağını ifade etti.

Parti Meclisi üyelerine listeyi sunarak güven oyu aldığını anlatan Özel, kameraların önünde de MYK’yi güven oyuna sundu.

Tüzük kurultayı ileri tarihe ertelendi

Gazetecilerin “Tüzük değişikliği tarihinde değişiklik olacak mı?” sorusu üzerine Özel, önceki PM’nin tavsiye niteliğinde tüzük kurultayı kararı aldığını, ancak resmi prosedür için harekete geçilmediği için daha önce ilan edilen 24-25 Kasım tarihine yetişmeyeceğini söyledi.

Gelecek çarşamba günü olağanüstü il başkanları toplantısı yapacağını belirten Özel, bu toplantıda hem belediye başkan adaylıklarının konuşulacağını, hem de tüzük kurultayının, resmi takvim yapılması halinde 26-27 Aralık’a yetişip yetişmeyeceğinin değerlendirileceğini bildirdi.

CHP’de, tüzük kurultayının yerel seçimler sonrasına bırakılması görüşü de tartışılıyor.

Belediye başkan adaylarının belirlenmesinde ön seçim yapılıp yapılmayacağı sorusu üzerine ise Özel, ön seçim konusunda takvim kısıtlaması olduğunu anımsattı.

Özel, resmi önseçim yerine, “sonucuna uyulacak temayül yoklaması” ile adayların belirlenebileceğini söyledi.

100’üncü yıl affı MYK gündeminde

Geçmişte, partiden ihraç edilen isimlerin partiye dönüşünü sağlamaya dönük “100’üncü yıl affı” konusundaki soru üzerine ise Özel, konunun ilk MYK toplantısı gündemine alınacağına söyledi. Özel, kapsamı doğru belirlenmiş bir aftan yana olduğunu da ifade etti.

PM toplantısı sürerken, kurultayda seçilen 15 üyeli Yüksek Disiplin Kurulunda görev dağılım yapıldı. Yapılan gizli oylamada YDK Başkanlığına, İmamoğlu’ndan sonra Beylikdüzü ilçe başkanlığı görevinde de bulunan İstanbul Milletvekili Turan Taşkın Özer, başkan yardımcılığına Ayça Akpek Şenay, sekreterliğe de Deniz Çakır seçildi.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, parti yönetimini belirledikten sonra kurultayda verdiği söz doğrultusunda, memleketi Manisa dışındaki ilk ziyaretini depremin ağır vurduğu illerden Hatay’a yapacak.

Özel, bugün (12 Kasım) sabah İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile birlikte Hatay’a giderek incelemelerde bulunacak.

‣ CHP’nin 8’inci Genel Başkanı Özgür Özel oldu: Yarından itibaren seferberlik ilan ediyorum

Valeriia Bondarieva: Daha iyi bir Ukrayna için umudumuzu iklim aktivizminden alıyoruz! [İklim Kuşağı-36]

Valeriia Bondarieva, şu anda Ukrayna’nın Kiev kentinde yaşayan 22 yaşında bir iklim aktivisti ve Rozviy Genç İklim Girişimi‘nin kurucu ortağı.  Siyaset, sosyoloji, çevre ve enerji konulu metinlerle çalışma tecrübesine sahip bir çevirmen olan Valeriia,  geçtiğimiz sene Mısır’da yapılan COP27’e giderken İstanbul’a uğramıştı ve kısaca yüz yüze  tanışma fırsatı da bulmuştuk. 

Atlas Sarrafoğlu: Ukrayna’da aktivizme nasıl başladın ve savaş başlamadan önce grevlerinizi nasıl organize ettiniz?

Valeriia Bondarieva: Oldukça komik bir gerçek ile başlayayım.: Arkadaşları sokağa çöp atarken onlarla konuşmayı reddeden bir çocuk olarak başladım. Çünkü televizyonda ya da internette çok sayıda kirlilik görüntüsü görmüştüm ve doğamıza yaptığımızın boyutundan gerçekten korkmuştum. Hatta ailemin arkadaşları bana “genç Greenpeace” derdi. Ancak, okulun son yılında birkaç kız ve ben bir takım oluşturup Technovation Challenge‘da yarıştığımızda işler oldukça ciddileşti; burada zaman verip uğraşıp hazırladığımız uygulamamızı sunduk. Bu, çevre dostu bir yaşam tarzını teşvik eden bir alışkanlık takipçisiydi. Bir buçuk yıl daha bu startup üzerinde çalışmaya devam ettik, potansiyel sponsorlarımız vardı ama sonunda olmadı, hepimiz üniversitelere girdik ve böylece dünyanın bambaşka yerlerinde yaşamaya başladık.

İlk iklim grevime 2019 baharında, Fridays For Future hareketinin daha yeni ortaya çıktığı sırada katıldım. Harkov‘de üniversite eğitimimin ilk yılıydı ve rastgele bir vegan partisinde tanıştığım yeni bir arkadaşım beni oraya davet etti. O zamanlar iklim değişikliğinin var olduğu gerçeği dışında hiçbir şey bilmiyordum. Daha sonra yerel organizasyon grubuna katıldım ve yaz ayında Lozan‘daki ilk uluslararası FFF aktivist kampını ziyaret ettim. İşte o zaman dünyam sarsıldı. Şimdi bunun nedenini anlayabilirsiniz: Bireysel sorumluluğu vurgulamaktan, sorunun sistemik doğasını tanımaya doğru ilerlemek, dolayısıyla kolektif mücadelemizi gerektirdi.

Ama işler yolunda gitmiyordu. İklim değişikliği sorunu halk ve dolayısıyla hükümet tarafından ciddi görülmedi. Bir grevimizde toplayabildiğimiz maksimum kişi sayısının 70 civarında olduğunu hatırlıyorum. Hayal kırıklığına uğradım ama aslında insanlarla ilişki kurabiliyordum. O zamanlar hâlâ pek bir şey bilmiyordum, bu yüzden bir aylık bir iklim okulu düzenleme fikri aklıma geldi. Ulusal grup bunu beğendi. Böylece 2021 sonbaharında odağımızı iklim eğitimine kaydırdık ve grevlerimizin yanı sıra UNICEF ile birlikte bu proje üzerinde çalışmaya başladık. Okulun 2022 baharında açılması gerekiyordu. Ancak tahmin edebileceğiniz gibi bu gerçekleşmedi.

Rus fosil yakıtlarına ambargo kampanyası

2022 yılı, artık uluslararası çalışmalara dahil olduğum için aktivizmim de önemli bir değişime işaret ediyordu. Diğer Ukraynalılar ve Doğu Avrupalılarla birlikte, Rusya‘nın savaş makinesini finanse eden tüm Rus fosil yakıtlarına ambargo uygulanmasını savunmaya başladım. Ve evet, umutsuzluk ve hayal kırıklığı dolu zor bir yıldı ama aynı zamanda yeni bir topluluk inşa etme ve iklim, insan hakları ve barışın kesişim noktasını keşfetme yılıydı.

İklim krizi genel olarak insanların yaşamını nasıl etkiliyor ve iklim değişikliğinin Ukrayna’daki doğrudan etkileri nelerdir?

Rusya’nın, Ukrayna’nın verimli güney bölgesini işgal ederek, ekilebilir alanları madencilik yaparak veya bombalayarak ve tabii ki dünya çapında tahıl ve yağlı tohum ihracatı için hayati önem taşıyan Ukrayna’nın Karadeniz limanlarını bloke ederek küresel gıda krizini daha da kötüleştirdiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu olaylar doğrudan iklim değişikliğiyle bağlantılı olmasa da, Ukrayna’nın dünyanın en büyük ekmek ambarlarından biri olarak rolünün altını çizdi.

Ayrıca geçen yıl Ukrayna’nın güney ve doğusunda yetiştirilen pek çok üründe kıtlık yaşanması ve fiyatlarının hızla yükselmesiyle yaşadığım endişeyi de hatırlıyorum. Örneğin, bu haziran ayında KhakhovkaBarajı’nın havaya uçtuğu Herson bölgesini mutlaka biliyorsunuzdur. İşgalden önce Herson bölgesi tek başına Ukrayna’nın patlıcan, domates, karpuz, salatalık, biber ve kabak dahil olmak üzere toplam sebze hasadının %12’sine katkıda bulunuyordu.

Yani aslında Ukrayna tarım sektörüne oldukça bağımlıdır. 2021 yılında ülkenin GSYİH’sına yaklaşık yüzde 10,7 katkı sağladı. Peki bu ne anlama geliyor? Ukrayna bu nedenle iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı oldukça savunmasızdır. Bunlardan bariz olanlarından biri yağışların azalmasıdır, bu da halihazırda mahsul verimini etkileyen kuraklıklara yol açmaktadır. Ortalama sıcaklıkların her yıl rekorlar kırdığı bir dönemde Ukraynalılar, daha fazla gıda kıtlığının yaşanacağını ve bunun sonucunda ortaya çıkacak ekonomik ve sosyal zorlukların daha da kötüleşeceğini tahmin edebiliyor.

Ukrayna’nın Avrupa‘da en az su temin edilen ülke olduğunu da belirtmekte fayda var. Bu nedenle, daha az sıklıkta yağan yağmurlar su kıtlığını daha da kötüleştirecektir çünkü nehirlerden insan yapımı rezervuarlara yönlendirmek için yeterli su bile olmayacaktır.

Bir diğer önemli konu ise sağlık. Pek çok Ukraynalı, savaş nedeniyle yönetilmesi daha zor hale gelen fiziksel ve zihinsel sağlık sorunlarıyla mücadele ediyor. Ne yazık ki sıcak hava dalgaları genel olarak kalp ve kardiyovasküler sorunların kötüleşme riskini artırıyor. Örneğin, halihazırda kalp rahatsızlıklarıyla yaşayanların kalp yetmezliğine yakalanma riski daha yüksektir. Ukrayna’da iklim değişikliği nedeniyle artan su baskını, Hepatit A, kolera ve salmonella vakalarının artmasına yol açarak sağlık konusundaki zayıflıkları daha da artıracak.

Savaşta iklim aktivizmi

Savaş, iklim kriziyle mücadelenizi nasıl etkiliyor?

Hayatlarımıza yönelik daha acil bir tehdit varken iklim değişikliğinden endişe duymak zor. Geniş çaplı işgalin ilk ayında tamamen yıkılmıştım ve aslında iklim aktivizmine ayırdığım onca zamandan dolayı hüsrana uğramıştım. Çünkü sekiz yıllık Rus işgali başından beri çok daha büyük bir tehdit oluştururken, iklim krizi gibi bana bu kadar uzak bir şey hakkında endişelenecek kadar saf mıydım?

Öte yandan aslında iklim aktivizmi depresif durumumdan kurtulmama yardımcı oldu. Rusya’nın tüm fosil yakıtlarına ambargo uygulanmasına ilişkin müzakereler başladığında, en iyi bildiğim şeye sadık kalarak zaferimizde üzerime düşeni yapabileceğimi fark ettim: Fosil yakıtlara karşı mücadele. Ancak fosil yakıtların çevresel felaketlere yol açmanın yanı sıra insan hakları ihlallerine nasıl katkıda bulunduğunu ve dünyada bu kadar çok kargaşaya neden olduğunu öğrendiğimde ve hala da öğreniyorum, bu tamamen konuyu yeni bir seviyeye taşıdı. Ve bu, daha fazla insanın anlayabilmesini istediğim bir şey: İklim krizi çeşitli siyasi, ekonomik ve sosyal süreçlerle o kadar derinden iç içe geçmiş durumda ki, bu sadece doğayı koruma meselesinden çok daha fazlası.

Ukraynalıların bu bağlantıya biraz aşina olduklarını düşünüyorum. Geçtiğimiz bir buçuk yılda, Rusya’nın fosil yakıt ihracatından elde ettiği gelirleri ülkemizdeki savaşı finanse etmek için kullandığını, savaşın iklim değişikliğine katkıda bulunduğunu veya AB entegrasyonumuz için iklim hedeflerinin şart olduğunu çokça tartıştık. Demek istediğim, bunun hakkında konuşmamız iyi oldu, değil mi? Şöyle bir şey var: Bana göre, iklim değişikliğini sadece kendi çıkarlarımız uğruna istismar etmek yerine ciddi bir sorun olarak gerçekten kabul ettiğimiz sürece bu tamamen işe yarıyor. Bu fiili tanınma olmadan, korkarım bu sadece Rusya’nın kötü olduğu ve AB’ye girmeye değer olduğumuz söylemini kanıtlamak için kullanılacaktır. Korkarım ki iklim değişikliğini karmaşık bir şey olarak göstermek yerine, anlatıyı kolayca yaymak için aşırı basitleştirmek, ancak insanları daha fazla araştırmaya teşvik etmemek, Rusya’nın savaş suçlarının sonuçlarını vurgulamak ile karşılaştırıldığında acil bir endişe olarak görülmüyor.

Bunu sorunlu buluyorum çünkü insanların iklim aktivizmine katılmasına gerçekten yardımcı olmuyor. Üzücü ama gerçek, gerçek iklim sorunları açık ve anlaşılır nedenlerden dolayı Ukraynalıların çoğunluğunun ilgisini çekmiyor. Bu, iklim adaletsizliği kavramının altını çiziyor: Savaşlardan veya çatışmalardan etkilenen toplulukların ellerinde genellikle daha acil başka şeyler vardır ve bu nedenle iklim kriziyle mücadele etmek için sınırlı kapasite ve kaynaklara sahip kalırlar.

Neyse ki Ukraynalıları meşgul etmek için alternatif bir yaklaşım var. İnsanlar yalnızca yeniden inşa etmek değil, daha iyisini de inşa etmek istiyor ve misyonumuz, bu geliştirilmiş versiyonun çevresel açıdan sürdürülebilir bir şekilde yapılmadığı sürece gerçekten daha iyi olamayacağını göstermektir. Bu sıralama moda bir sözcük gibi görünse de, benim için daha güçlü bir Ukrayna yaratmak için gerekli olan çok çeşitli çevresel, ekonomik ve sosyal hususları kapsıyor. Üstelik biz Ukraynalılar, gerçek barışın ne olduğunu bilen bir halk olarak imajımızı koruyacaksak, sosyal adaleti ve iklim adaletini desteklemeye gerçekten kararlı olmalıyız. Ancak mevcut siyasi kırılganlığımızdan dolayı bu çok incelikli bir konudur.

Aktivistlere karşı giderek düşmanlaşan bir siyasi ortam görüyoruz. Ukrayna’da durum nasıl?

Sıkıyönetim döneminde protestolara izin verilmediğinden, bazı protestolar zaman zaman gerçekleşse de yargılamak zor. Sonuçta bu bizim anayasal hakkımız. Ancak özellikle iklim aktivistleri hakkında konuşursak, siyasi ortamın onların protestolarının ve eylemlerinin uluslararası medyada nasıl yansıtıldığını kaçınılmaz olarak etkilediği açıktır. Çoğu zaman iklim aktivistlerinin imajı olumsuzdur. Bu da Ukrayna’da endişe duyduğum bir konu, çünkü medyamız ısrar ederse benzer bir söylemi benimsemek için her türlü fırsata sahip. Protestocuların bakış açısını vurgulayan pek çok profesyonel gazetecilik örneği olduğuna inanıyorum, ancak aynı zamanda, en azından bana göre, iklim aktivistlerini ne yaptıklarını bilmeyen radikal gençler olarak tasvir eden, en azından bana göre, manipülatif görünen birkaç Ukrayna makalesine de rastladım.

Bu benim için neden bu kadar büyük bir endişe kaynağı? Çünkü iyileşme sürecimizin nasıl olacağı da çok büyük bir soru. Hiç şüphe yok ki, enerji sektörü bunun ayrılmaz bir parçası olacak ve işte karar vermemiz gereken şey şu: Daha fazla fosil yakıt mı çıkaracağız, yoksa yenilenebilir kaynaklara ve diğer kaynaklara mı geçeceğiz? Çevremde sık sık adil bir yeşil enerji geçişinden bahsediyorum, bu da iklim hedeflerine doğru ilerleme olduğu izlenimini veriyor; ancak devlet enerji şirketimiz Naftogaz ile “n sevilen” Chevron, ExxonMobil ve Halliburton arasında da devam eden görüşmeler var. Ukrayna’daki varlıklarını genişletmek istiyorlarsa, iklim aktivistlerini itibarsızlaştırıp onlara karşı eylemleri engellemekle ilgilenenlerin onlar olacağından oldukça eminim. Bu sadece benim varsayımım ama hazırlıklı olmak istediğim bir şey.

Greta faktörü

Hükümetinizin iklim kriziyle mücadele konusundaki algısı nedir?

İklim değişikliğinin Ukrayna’nın stratejik müttefikleri, özellikle de AB ve ABD için birinci öncelik olduğu göz önüne alındığında, kesinlikle geride kalmadığımızı göstermek ve iklim krizini ele alınması gereken acil bir tehdit olarak kabul etmek istiyoruz. Dolayısıyla iklim hedeflerine olan bağlılığımıza ilişkin anlatılarda aslında gözle görülür bir değişim olduğunu hissediyorum.

Çok iyi bir örnek, Greta Thunberg’in bu haziran ayında çevresel savaş suçlarıyla ilgili Uluslararası Çalışma Grubu’nun bir parçası olarak Kiev’e yaptığı ziyaret olabilir. Toplantıdan önce hükümetten herhangi birinin Fridays For Future Ukrayna’ya ve taleplerimize bu kadar ilgi göstermesi pek olası değildi. Ancak şimdi özellikle Cumhurbaşkanlığı ve Çevre Koruma Bakanlığı tarafından davet edildik ve daha sonra mektuplarımızdan birine olumlu yanıt bile aldık. Açıkçası bu aşamada bu tür olay veya eylemleri ilerici bir devlet imajını sürdürmenin bir yolu olarak görüyorum. Ancak bunun kötü bir şey olmadığını düşünüyorum çünkü düzenli olarak iklim konusunu halkın duyması ve tartışması için gündeme getiriyor.

Elbette AB ve ABD’nin politikalarında her zaman tutarlı olmadığı doğru ve algımız tamamen değişmemiş olabilir. Ancak, bugün Ukrayna’da iklimin daha da ciddiye alındığını hissettiğim için, umut ışığı veren bir şeyi kısaca paylaşmak benim için önemliydi.

İklim kriziyle mücadele edeceğimize dair umutlu musunuz?

Doğrusunu söylemek gerekirse dünyada olup bitenler ve gerilimler artarken ben de umutlu kalmakta zorlanıyordum. Bunun geçerli bir tepki olduğuna inansam da beni tamamen tüketmesine izin vermemek de önemli. Christiana Figueres‘in iklim krizi ile mücadelede iyimserliğin öneminden bahsettiği efsanevi TED konuşmasını tekrar tekrar izlemeyi seviyorum. Ona göre iyimser olmak, “cesaret, umut, güven, dayanışma, biz insanların bir araya gelebileceği ve insanlığın kaderini iyileştirmek için birbirimize yardım edebileceğimiz temel inancı” ile ilgilidir. Bu bende derin bir yankı uyandırıyor çünkü devam etmemi sağlayan en önemli şey toplumumuzun çeşitli kesimlerinden ve sektörlerinden insanlarla çalışmak. Bundan gerçekten keyif alıyorum; Zamanlarını toplumun işleyişini sağlamaya, hatta onu geliştirmeye adayan birçok bireyin olduğunu bilmek gerçekten rahatlatıcı. Hele söz konusu tüm hayatım boyunca yaşamayı planladığım ülke olan Ukrayna olunca, daha güvenli ve gelecek vaat eden bir yarın sağlamak benim yararıma.” Bu konuda yalnız olmadığımı görmek beni sevindiriyor; orada daha iyi bir gelecek için farklı alanlarda çalışan pek çok Ukraynalı var.

Bu nedenle aktivist anlatılarımız, yalnızca eyleme geçme cesaretini kıran felaketçiliğe düşmek yerine, iklim krizi de dahil olmak üzere mevcut krizlerin daha da kötüleşmesini önleme fırsatını her zaman vurgulamalıdır. Umudumu sürdürme ve yola devam etme sorumluluğunu hissediyorum. Katkılarımız bazen küçük görünse de, sonuçta toplumsal ilerleyişimizde çok önemli bir rol oynuyorlar.

Son olarak iklim aktivisti arkadaşım Dominika Lasota’nın bir röportajında “Zaferler hâlâ mümkün” dediğini aktarmak istiyorum. Meslektaşı Wiktoria Jędroszkowiak ile birlikte kadınları ve gençleri bu yılki parlamento seçimlerinde oy kullanmaya teşvik etmek için çok çalıştılar ve başardılar: Muhalefet, sekiz yıldır iktidardaki muhafazakar ve milliyetçi partiyi mağlup etti. Artık ülkelerinde iklim eylemi için daha büyük bir umut ışığı var. Değişime olan inançlarının onları nasıl harekete geçirdiğine gerçekten hayranım ve çalışmalarının başarılı olmasını sağlayan şeyin de bu olduğunu düşünüyorum. Zaferler hâlâ mümkün.

Daha iyi bir Ukrayna için…

İklim kriziyle ilgili gelecek algını merak ediyorum. 2030’da kendini nerede görüyorsun?

Yine umudumuzla ilgili bir konu bu. Bu baharda yayınlanan bir raporda, Dünya Meteoroloji Örgütü şunları belirtti: “2023 ile 2027 arasındaki yıllık ortalama yüzeye yakın küresel sıcaklığın en az bir yıl boyunca sanayi öncesi seviyelerin 1,5°C üzerinde olma ihtimali %66’dır.” Bu benim aktivizme başlama sebebimdi. Yani, 2015 Paris Anlaşması‘nda kendilerinin de kabul ettiği gibi, hükümetlerimizden bu küresel sıcaklık artışını önlemelerini talep etmek. Ve şimdi bunun aslında büyük olasılıkla, hatta beklenenden daha erken gerçekleşeceğini gözlemliyoruz. Diğer bir faktör ise, devam eden küresel siyasi gerilimlerle birlikte iklim hedeflerimizde önemli aksaklıkların olması ve genellikle kısa vadeli diğer konuların öncelikli olmasıdır.

Ülkeler, özellikle de zengin olanlar arasındaki iklim yarışının, iklim hedeflerini sürdürme konusunda ne kadar kararlı olacakları konusunda rol oynayacağına kesinlikle inanıyorum. Sonuç olarak, önümüzdeki yıllarda pek çok önemli kararın henüz alınmaması nedeniyle bu on yılın belirleyici olduğu değerlendiriliyor. Ancak bu kararların ne olacağını yakından takip etmemiz gerekiyor.

2030 yılında bana gelince, hâlâ emin değilim. Geçtiğimiz yıl hayatımda pek çok değişiklik oldu ve bu da iklim meslektaşım Viktoriya Ball ile benim, ‘Rozviy’ (Ukraynaca’da ‘gelişme’ veya ‘gelişme’ anlamına gelir) adı verilen kendi gençlik iklim girişimimizi kurmamıza yol açtı. Acımasız ve çalkantılı zamanlara rağmen iklim aktivizmi aracılığıyla daha iyi bir Ukrayna umudumuza yakınlaşıyoruz. Diğer Ukraynalı ve Doğu Avrupalı aktivistlerin yanı sıra, yeşil ve adil enerji dönüşümünün yanı sıra gıda sistemleri geçişini de savunuyoruz ve ‘daha iyiyi yeniden inşa etme’ ilkesinin rehberliğinde daha güçlü bir ülke ve bölge olarak ortaya çıkma tutkumuzu besliyoruz. Bu, ekonomik, çevresel ve sosyal sürdürülebilirliğe yönelik radikal ve dönüştürücü bir değişimi gerektiriyor. Tüm bu değişikliklerin 2030 yılına kadar gerçekleşmesini beklemek fazlasıyla iyimser olsa da, ana süreçlerin ilerlemeye başlayacağını umuyorum; bu konuda biraz daha ısrarcı olmalıyız. 

Sosyal medya hesapları: 

Twitter: https://twitter.com/BondarevaValera
Instagram: https://www.instagram.com/valeriia_bondarieva/

 

Plastik Anlaşmasının 3. tur görüşmeleri başladı: Bilim insanları ne diyor-1

Bu köşeden daha önce de bahsettiğim ve benim de içinde olduğum bir koalisyon olduğunu yazmıştım. İsmi “Etkili Bir Plastik Antlaşması için Bilim İnsanları Koalisyonu (SCEPT)”. SCEPT, BM tarafından ilan edilmesi planlanan ve plastik kirliliğinin sona erdirilmesine yönelik yasal olarak bağlayıcı bir anlaşmanın işe yarar bir anlaşma olması için gönüllü olarak çalışan alanında uzman yüzlerce plastik kirliliği uzmanından oluşuyor. Yaklaşık bir yıldır aktif bir şekilde yayınlar, raporlar ve özet metinler yazarak tarafların bilimsel bilgiye erişmesi için katkı sağlıyor.

Son olarak BM tarafından yayımlanan plastik anlaşmasının sıfır taslak metnine bir yanıt hazırladık. Tek tek tüm maddelere cevap veren ve hangi yaklaşımın daha uygun olacağını bilimsel destekli olarak belirten cevap metni, oldukça önemli bir belge niteliğinde! Bu belge ışığında SCEPT’in çok sayıda üyesi önümüzdeki hafta Kenya‘nın Nairobi kentinde başlayacak olan üçüncü hükümetler arası müzakere komitesi (INC-3) toplantılarına katılacak ve bilimsel bilgiye dayalı olarak bu metin de dâhil olmak üzere SCEPT’in çalışmalarını aktaracak. Bir nevi bilimsel lobi, yani bilginin lobisi!

Tek çözüm üretimi kısıtlamak

Müzakerelerin üçüncü ayağı sürerken ben de SCEPT’in, tam metnine şu adresten ulaşılabilecek olan sıfır taslağa yazdığı cevap metninde öne çıkan noktaları bir dizi halinde buradan okuyucularıma aktaracağım. Böylelikle konuya ilgi duyan STK, akademi, iş dünyası ya da kamu mensupları nelerin nasıl tartışılacağına dair de fikir sahibi olabilecekler.

Deniz çevresi de dâhil olmak üzere plastik kirliliğine ilişkin uluslararası yasal olarak bağlayıcı belgenin sıfır taslak metnine SCEPT tarafından verilen yanıt metninin en öne çıkan noktaları aşağıdaki gibi sıralanabilir.

  • Küresel bir toplam kirlilik azaltım hedefine ulaşılmasını sağlamak ancak ve ancak her bir taraf için zamana bağlı ve yasal olarak bağlayıcı olan bir plastik üretim kısıtlaması ile mümkündür.
  • Biyo bazlı veya petrol türevli olsun ya da olmasın tüm plastik çeşitleri ve bunlarla ilişkili kimyasallar için güvenlik, sürdürülebilirlik, gereklilik (gerçekten ihtiyaç var mı?) ve şeffaflık kriterlerinin kesin ve anlaşılır bir şekilde belirtilmesi gereklidir.
  • Plastiğin tüm yaşam döngüsü içerisinde plastik tedarik zincirinin her bir sektörüne özel stratejilerin ve çalışma programlarının geliştirilmesi gerekmektedir.
  • Plastiğin üretiminin ve kullanımının azaltılması, güvenli ve sürdürülebilir yeniden kullanımın yaygınlaştırılması ve gerekli olmayan üretim ve tüketimi ortadan kaldıran kapalı döngü sistemlerine adil bir geçişin kolaylaştırılması için mali kaynak sağlanmalıdır. Bu bağlamda genişletilmiş üretici sorumluluğundan ve plastik kirliliği nedeniyle belirlenecek ücretlerden gelecek maddi kaynakla desteklenecek özel bir, çok taraflı fon oluşturulmalıdır. Burada “kirleten öder sonra istediği gibi kirletmeye devam eder” ya da “paramı verdim istediğimi yaparım” tarzı bir sorumluluk değil bedel ödeyen ve sorumluluğu üstlenen bir yaklaşım kast edilmektedir. Buna özel bir parantez açmakta fayda var çünkü Türkiye’de yıllardır şirketler ürünleri başına ödedikleri ve onun parasını da tüketiciden çıkarttıkları bir meblağı eskiden ÇEVKO isimli ne amaç güttüğü belirsiz kuruluşa ödüyorlardı. Şimdi de GEKAP adı altında bir para ödüyorlar ve bunu ödeyen şirketler “paramı ödedim istediğimi yaparım” gibi bir üretici sorumsuzluğu sergiliyorlar. SCEPT’in bahsettiği bu değil.
  • Hedeflerin, değerlendirme kriterlerinin, kılavuzların, protokollerin, izleme ve raporlama prosedürlerinin ve anlaşmanın ekinde yer alan yasak ya da sınırlama listelerinin geliştirilmesi, gözden geçirilmesi ve güncellenmesinde merkezi bir rol üstlenen, anlaşmanın yönetim organına bağlı, uzman komiteleri de içeren bağımsız ve güvenilir bir bilim-politika ara yüzü oluşturulmalıdır. Bu organ doğa, malzeme ve sosyal bilimlerden uzmanların yanı sıra yerli topluluklardan ve yerel uzmanlardan da temsilciler içermelidir.

‘Doğru çöp kutusu’ yeterli değil!

Bu temel noktaların yanında SCEPT, sıfır taslak metninin bütününde sunulan uygulama seçenekleri içerisinde Seçenek 1’in en uygun seçenek olduğunu belirtiyor. Çünkü plastiklerin sürdürülebilir üretim ve tüketiminin sağlanmasına yönelik UNEP tarafından alınan kararın amacına ulaşabilmesi için bu seçeneğin uygun olduğu düşünülüyor. Bu seçenek diğer seçeneklere göre daha yüksek hırs içeriyor ve hedefe ulaşabilmede daha uygun duruyor. Dolayısıyla çoğu hüküm için müzakerelerin başlangıç noktası olarak ‘Seçenek 1’in alınması oldukça önemlidir.

SCEPT ayrıca Seçenek 1 için yazılacakların sıfır atık hiyerarşisine dayandırılması gerektiğini ve kirliliği önleme, ihtiyatlılık ilkesi ve kirleten öder gibi ilkeleri de içermesi gerektiğine işaret ediyor. Burada kast edilen sıfır atık hiyerarşisinin, bizim ülkemizde “doğru çöp kutusuna” atmaktan öteye geçemeyen yaklaşımla ilgisi olmayan bir yaklaşım olduğunu belirtmekte fayda var.

SCEPT’in plastik anlaşması için belirlediği temel çerçeve aslında biraz da Montreal Protokolü ile örtüşüyor. Montreal Protokolü’ndeki üç temel bileşeni oluşturan ve ozon tabakasını incelten kloroflorokarbonların belirli ‘temel’ kullanımlar dışında aşamalı olarak yasaklanmasını sağlayan ilke plastik anlaşması için de geçerli kılınmalı önerisi SCEPT tarafından savunuluyor. Yasaklama için belirlenen ilkedeki ‘temel kullanım’ kavramını tanımlamada belirlenen yaklaşım eğer ki plastik anlaşmasında da benimsenirse ciddi bir aşamanın kaydedilmesi mümkün hale gelir. Çünkü temel kullanım için belirlenen tanım “sağlık, güvenlik için gerekli olması veya toplumun işleyişi için kritik öneme sahip olması” ve “teknik ve ekonomik olarak uygulanabilir alternatiflerinin bulunmaması” ilkesinden hareketle yapılmış.

Bir diğer kritik nokta da birincil plastik polimerlerin üretiminin sınırlandırılması için küresel olarak kabul edilmiş bir yaklaşım benimseyip bunu da ulusal hedeflerle birlikte zamana bağlı olarak bir azaltım yaklaşımıyla desteklemek gerektiği noktasıdır. Bu nokta da SCEPT’in cevap metnindeki en önemli noktalardan biri.

Sıfır taslak üzerine SCEPT’in yaklaşımı tabiri caizse ayda yılda bir gelen bir fırsat olan bu anlaşmanın işlevsel olup olmaması noktasında neyin önemsenmesi gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Bu metin üzerinde yazmaya ve aynı zamanda Kenya Nairobi’de önümüzdeki hafta sürecek tartışmaları aktarmaya devam edeceğiz.

Yüzer çöp toplayıcıları faydadan çok zarar veriyor

Ayrıca size bu hafta yayınlanan bir başka makalemizden bahsetmek istiyorum. Hepiniz mutlaka bir yerlerde deniz yüzeyinden çöp toplayan yüzer araçları ya da limanlarda ya da vapur iskelelerinde çöp toplayan su içindeki aletleri görmüşsünüzdür. En azından beni okuyanlar daha önce bu köşede bu işlerin faydadan çok zarar verdiğini anlatan bir yazıyı yazdığım için bu konudan haberdardırlar. İşte bu teknolojilere dair, alanının en saygın dergilerinden biri olan One Earth dergisinde bir makale yayımladık. Makalenin linki şu.

Özetle bu makalede plastik toplama teknolojilerinin yerel ölçeklerde denizdeki plastik birikimini geçici olarak azaltabileceğini, ancak bunların daha büyük çaplı uygulanabilir olması için ekolojik faydalarının yarattığı maliyetlerden daha ağır basması gerektiğini tartıştık. Bunun sağlanması için de bilimsel kanıta dayalı bazı kriterlere ihtiyaç olduğunu belirttik.  Çünkü plastik çöp musluğunu yani plastik üretimini ve tüketimini azaltmadan plastik kirliliği sorununu teknoloji ile çözmek hem mümkün değil hem de ekosistem için tehlikeli olabilir. Bu noktaya özellikle bu konuda sürekli reklam yapan belediyelerin iyi dikkat etmesi lazım!

Kaynağı azaltmadan denizden çamur toplamak da, deniz yüzeyinden çöp toplamak da kaynak israfından öte bir anlama sahip değildir. Eğer ki kirlilik kaynağını azaltacak girişimlere sahipseniz o zaman işte bu yöntemlere başvurabilirsiniz ama onu da eski yaklaşımlarla değil yeni yaklaşım ve bütünsel bakış açısıyla ve ekosisteme etkisini tüm boyutlarıyla irdeleyerek yapmanız gerekir.

 

Özel’in ittifak açmazı

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 38. Olağan Kurultayı’nda yapılan konuşmalardan Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve Özgür Özel’inkileri bir kenara koyuyorum. O konuşmalar hemen hemen herkesin beklediği gibiydi. Benim üzerinde durmak istediklerim ise delegelerin yaptıkları konuşmalar. Genelde sesi duyulmayan ve kurultaydan kurultaya söz alabilen delegelerin konuşmalarının bir yol çizdiğini ya da en azından ana muhalefet partisini anlamak için faydalı olduğunu düşünüyorum.

Kurultay’da oylamalara geçildikten sonra ara ara dönüp delegelerin yaptıkları konuşmaları dinledim. TV’de, sosyal medyada yorumcular ve doğrudan partinin üyeleri, seçilen ya da seçilmeyen adaylar zaten bol bol konuşuyor. Konuşan herkesin aklının bir tarafında beş ay sonra gerçekleşecek yerel seçimler var. Bu hem yeni yönetimin ilk sınavı olacak hem de Mayıs 2023 Seçimleri ile ilk yarısı oynanan karşılaşmanın sonuçlarını ortaya çıkartacak. Yerel seçimler konuşulmaya başlandığında da ittifak meselesi devreye giriyor. Fakat tam da burada her konuşmada ortaya çıkan bir durumun altını çizmek istiyorum. İttifak meselesi CHP’yi altüst etmiş durumda. Hatta şunu söyleyebilirim: Kemal Kılıçdaroğlu seçimi kaybettiği için değil, yaptığı ittifaklar ve onu bu ittifaklara yönlendiren kişiler sebebiyle koltuğunu yitirmiş görünüyor. Partilerle yapılan ittifaklar ve düşüncelerle yapılan, danışmanların kişiliğinde simgeleşen ittifaklar.

İttifak siyasetinin kaybettirdikleri

Herhalde Kılıçdaroğlu’nun konuşmasından önümüzdeki senelere kalacak yegâne benzetme hançer benzetmesiydi. İYİ Parti ve Meral Akşener’in seçim döneminde yaptıkları ve yapmadıklarını bu benzetmeyle açıkladı. Onu bu konuşmayı yapmaya getiren süreçleri ve bu konuşmayı düşününce genel başkan olarak kalsaydı İYİ Parti ile bir ittifak ihtimalinin kalmadığını söylemek çok bulunmaz bir tahlil olmaz. Fakat durum diğer cepheye geçince biraz çetrefilleşiyor.

Özgür Özel değil ama Özel’i destekleyen hemen hemen tüm konuşmacılar ittifak yapmaya ve ittifak için yapılanlara eleştirilerde bulundu. Saadet, Deva ve Gelecek partileri başta olmak üzere eleştiriler sıraladılar. Özgür Özel bu motivasyonla mı çıktı bilemiyorum ama yukarıda da belirttiğim gibi Kılıçdaroğlu’na gösterilen tepkinin önemli bir bölümü ittifaklar üzerineydi ve bu ister istemez Özel’i ittifaklar konusunda bir tutum almaya itecektir.

Kılıçdaroğlu 6’lı Masa’nın bir bölümüne, Özel tarafı ise 6’lı Masa’nın öteki bölümüne tepki gösterdi. Özellikle de delegelerin yaptığı konuşmalarda bir konunun altı hep ama hep çizildi: Sağ ile ittifak yapmak istemiyoruz. Sol ile, sosyalistler ile ittifak yapmak istiyoruz. Sizden önceki koltuğa oturan kişi partiyi sağa çektiği için oradan kalkmak zorunda kaldıysa siz o koltuğa oturduğunuzda, sadece bu sebepten bile, tersini yapmak zorunda kalırsınız. Seçildiğiniz Kurultay’da, 14 Mayıs’ta ve 28 Mayıs’ta birlikte yol yürüdüğünüz altı parti hakkında (Zafer Partisi’ni de eklemeliyiz) tek olumlu kelimenin edilmediği bir Kurultay. Bunu aklınızdan çıkartamazsınız.

İmamoğlu faktörü

Fakat bir de işin Ekrem İmamoğlu boyutu var. Kimse üzerinde durmayı seçmedi ama Özgür Özel için “emanetçi” eleştirisi yapılabilecek kadar İmamoğlu’nun dahil olduğu bir süreç yaşıyoruz. Bu kadar medyatik, önemli görevleri ve hırsları olan birinin bu süreçlere dahil olmaması elbette beklenemezdi. İmamoğlu, ittifak yapılan partileri (özellikle de İYİ Parti) Kurultay delegelerinin gördüğü gibi olumsuz görmüyor, olumsuz anmıyor. Bu açık bir gerçek. Aynı Meral Akşener ile arası en iyi CHP’li siyasetçinin Ekrem İmamoğlu olduğu gibi.

Kurultay iradesini bu şekilde ortaya koymuşken, yerel seçimlerde CHP nasıl hareket edecek? Bir başka soru da şu: Kendi soluna fikren ve fiziken açılan bir CHP’ye İYİ Parti’nin bakışı nasıl olacak? Her sözü alanın “39 vekil” olarak kodladığı ittifakta olunan partilere verilenler, yerel seçimde tekrarlanmak istenirse Özgür Özel’in koltuğu ne kadar sallanacak?

Sonuç olarak; CHP’de değişim gerçekleşti ama değişim bitti mi ondan emin olmak güç. Siyasal İslamcı partiler ile olan bağ kopartılabilir. Fakat delegeler için sadece ve sadece kötü anlamlar akla getiren ideolojilerle İzmir’de rakip olurken, İstanbul’da ittifak yapmak; Eskişehir’i verirken Ankara’da birlikte miting yapmak büyük bir açmaz olacaktır.

Doğanın şifacıları: Atlar

Atlar: Görkemli, güçlü, güzel varlıklar… Yüzyıllar boyunca çiftçilere, inşaatçılara, tarıma, ulaşıma yardım ettiler, bizimle birlikte çalıştılar. Ancak teknolojinin gelişmesi ve gündelik yaşamın değişmesiyle yaşam alanlarımızdan yok oldular. Vahşi kapitalizmin insan odaklı yaklaşımı sayesinde atlarla ve diğer canlılarla nasıl birlikte yaşayacağımızı bile tartışamaz hale geldik; tüm kadim bilgileri, doğa tarihini bir kenara bırakarak, yüzlerce hayvanın ölmesine neden olduk.

Toprağın ekosistem içindeki önemini tamamen göz ardı eden bugünün ticari ve politik sistemi , küreselleşmiş ve sanayileşmiş kimyasal maddelerin kullanımı ile topraklarımızın zenginliğini yok ederek çoraklaştırdı.

Oysa şimdilerde yaygın olarak eğlence, altılı ganyan, yarışlar, bahisler ve zevk için kullanılan bu güzelim hayvanlar, halen ekosisteme yaptıkları katkı ile hem insana hem de doğaya destek oluyor. Bu nedenle de halen bir çok ülkede bitki örtüsünün korunması için hayvanların da yaşama dahil olduğu bir yaşama geri dönülmeye çalışılıyor.

İnsanların yaklaşık 6 bin yıl önce evcilleştirdiği ve yiyecek/ulaşım vs. için kullanmaya başladığı atlar, aynı zamanda yenilenebilir enerji ve kaynaklarına da en büyük katkıyı sağlayan canlılar arasında. Örneğin Avrupa ülkelerinde her yıl 9,1 tona kadar üretilen at gübresi çiftlikler veya bu çiftliklerin çevresindeki enerji şirketleri için yeşil enerjiye dönüştürülüyor.

Bütünsel Yönetim kuramcısı ve uygulamacısı biyolog, ekosistem uzman Allan Savory “Güneş ışığı çimenlere dönüşür, gübre doğurganlığa dönüşür, yağmur akiferleri besler ve hayat daha fazla hayat doğurur. Bütünsel Yönetimde öğretildiği gibi bu yaşam döngüleri ekosistem işlevi için kritik öneme sahiptir” diyor.

Yurt dışındaki pek çok çiftlik dolaşıp otladıkları yerlerde, çevrelerindeki dünyanın yeniden gelişmesine ve ekosistemin onarılmasına yardımcı olan atların kendi mülklerinde kullanabilecek kaynaklara sahip ve bunu fabrika yapımı gübreden çok daha hızlı ve doğal biçimde tarlalarında kullanabiliyor. Böylece de toprağı daha sağlıklı tutuyor, kalitesini ve verimliliğini artırıyor, daha sağlıklı bir ekosistem yaratıyor, çayırların ve bitki örtüsünün daha güçlü büyümesine yol açarak erozyonu önlüyor, orman yangınlarının yayılma veya meydana gelme ihtimalini önemli ölçüde azaltıyorlar.

Tıpkı kuşlar gibi otlarken sindirip sisteminden geçen tohumları da saçan atlar, ayrıca yabani otları yiyerek diğer bitkilerin büyümesine ve gelişmesine yol açıyor.

Dünya çimden çayıra dönüyor

Cambridge Üniversitesi’nde 2018 yılında başlayan bir proje ile 18’inci yüzyılın ikinci yarısında insan eliyle yaratılan en ikonik çimen bahçesi ve “Çim Biçme” geleneğine son verildi. Çimle kaplı alanın hem su krizi nedeniyle hem de biyolojik çeşitlilik açısından daha zengin bir ekosisteme dönüştürülmesi kararının ardından çayırda biyolojik çeşitlilik araştırmaları da başlatıldı.

King’s College üyesi Geoff Moggridge ve Bahçeler Komitesi ile Baş Bahçıvan Steve Coghill ve çalışma arkadaşlarından oluşan ekibin  çimenliği çayıra dönüştürmek için danışmanlarla birlikte başlattığı çalışmayla geleneksel yöntemler kullanılarak karbon ayak izini azaltmak ve yaban hayatı üzerindeki olumsuz etkiyi azaltmak hedefleniyordu. Bu sene King’s ve diğer Cambridge kolejlerinin biyolojik çeşitlilik açısından zengin kır çiçeği çayırlarını Shire atları, Cosmo ve Bryn ile bahçıvan ekibi, geleneksel saman arabasını kullanarak hasat etti. Artık traktör kullanmıyorlar ve insanlar ve atlar birlikte çalışıyor. Kolejlerin çayırlarından elde edilen saman balyaları yerel çiftçilere çiftlik hayvanlarının  kışlık  yemi olarak veriliyor. Söz konusu alan zengin bir omurgasız topluluğuna da ev sahipliği yapmaya başladı. Bu gerçekten verimli bir döngü.

Bu döngü ile çayırların iklim değişikliğini hafifletme etkisi, topraktaki karbon tutulumu, kentsel ısı adası etkisinin azaltması,  çayırların yoğun kuraklık rejimini tolere etme olasılığı da yükseldi. Çayır aynı zamanda çevre köylerdeki ve kentteki pek çok insanı ve onların hayal güçlerini de olumlu etkiledi.

Kolejin baş bahçıvanı Steven Coghill şunları söylüyor:

“Çayırlar, ilaçlama gerektirmemeleri ve yılda yalnızca bir kez biçilebilmeleri nedeniyle inanılmaz derecede sürdürülebilirler. Çim alanlar esasen monokültürdür, bu nedenle bunun yerine değer verilecek ve keyif alınacak biyolojik çeşitlilik açısından zengin bir ekosistem yaratmak inanılmaz derecede ödüllendirici olacaktır ve iklim değişikliği, tür kaybı korkusunun olduğu bir dönemde bu daha da önemli hale geliyor. Böylece döner çim biçme makinesi kullanmaktan çok daha düşük bir karbon ayak izi bırakılıyor, sera gazı emisyonları azalıyor ve bölgede tespit edilen 130 böcek türüne yiyecek ve barınak sağlıyor.”

Dünya; endüstriyel tarım, hayvancılık, ürettiğinden çok tüketen, büyüme odaklı ezber öğreti ile insan eliyle yarattığımız iklim krizi sonucunda ortaya çıkan kuraklık, su krizi, bioçeşitliliğin azalması gibi sorunların yarattığı sürdürülmesi mümkün olmayan durumu nihayet idrak ederek bilimsel ve kadim bilgilerin harmanlanmasıyla yeni yollar bulmaya çalışıyor.

Bu harika hayvanlarla olan tarihsel ortaklığımızın ve simbiyotik yaşamımızın ne kadar uzun bir süredir sürdüğünü düşünecek olursak onlarla birlikte çalışmanın çevreye sağladığı faydaların yeniden keşfedildiğini görmek muhteşem.

Adaların atları için ‘kolektif ahır’lar 

Bizim ülkemizde ise tam tersi bir uygulamaya karşı yıllardır mücadele veriyoruz. “Akıllı insan öğrenen, geçmişinden ders alan insandır” deriz, ama bunu mega şehir İstanbul’un hemen yanı başında, şehirden bambaşka bir ekosistemi, yaşam alanı olan Prens Adaları’nda korumuyor, yok ediyoruz.

Heybeliada’da faytonların kaldırılması sırasında İBB’ye satılmayan atlar arasında bulunan Polat’ın geçen hafta üzücü ölümüne şahit olduktan sonra bir kez daha kalan çok az sayıda hayvanın daha iyi şartlarda yaşayabilmesi için insanlara ihtiyacı olduğunu gördük.

Polat ata Heybeli’deki ahırları yıkıldıktan sonra Adalılar ve sahibi bakmış ama bir süre sonra bakılacak alan bulunamayınca etrafta gezmeye ve insanlar tarafından kapatılmayan çöp kutularından ve etrafa atılan naylon poşetleri yediğinden dolayı bağırsaklarında oluşan sorun nedeniyle ölmüştü.

Polat atın sindirim sisteminde ip ve poşet bulundu: Müdahalede geç kalındı
Polat At’ın ölümü üzerine: Bir vicdan muhasebesi ve söz!

Bu nedenle geriye kalan çok az sayıda hayvanın iyi bakılması, beslenmesi, düzenli sağlık kontrollerinin yapılması; en önemlisi de grup hiyerarşisine sahip oldukları ve diğer canlılarla sosyal bağlar kurdukları için diğer atlarla ve insanlarla sosyal temasının sağlanması, izole edilmemeleri gerekiyor.

Fotoğraf: Ebru Yazıcıoğlu Çika.

Prens Adaları, İstanbul’a hem yakın hem uzak bir konumda nispeten doğal kalabilmiş ormanları, bitki örtüsü, denizaltı ve üstü canlıları, göçmen kuşlarıyla nadir bir ekolojik çeşitliliğe ev sahipliği yapıyor. Bizler Adalar toprağının, ekosistem içindeki önemini bu harika canlılara borçluyuz.

Adaların biyoçeşitliğilini sürdürebilmek için yeniden atlara, koyunlara, ineklere, tavuklara, kazlara ve eşeklere ev sahipliği yapmalı, hayvanlarla insanların birlikte yaşamasının yeniden yollarını bulmalıyız.

Bu, sadece Adaların kalan atları için değil, Marmara Denizi’nin ortasında balıkların, deniz hayatının, kedilerin, köpeklerin, kirpilerin, ekosistemin canlılığını borçlu olduğumuz binlerce organizmanın tükenişini izlememekten vaz geçip buna karşı mücadele etmekle mümkün. Prens Adaları’nda yaşanan su krizi, su kirliliği, gündelik ziyaretçi yoğunluğunun ortaya çıkardığı çöp atıkları, orman yangınları, artan imar baskısının altında tehdit altında olan tüm canlılar, doğal varlıklar ve kültürel mirasa sahip çıkmanın yolu da buradan geçiyor.

İşte tam da bu nedenle Adalar’ın ekosisteminin ve kültürel mirasının bir parçası olan atlarımızı geri istiyoruz. En az bizler kadar onların da adaları Prens Adaları. Bu yüzden de atlarımız için İBB tarafından verilen ahır yapma sözünü de hatırlatarak. Adalar’ın 150 yıllık sakini atlara bir vefa borcu olarak, Heybeliada ve Burgazada’da gönüllü olarak bu hayvanlar için yaptığımız “Kolektif Ahır” modelini (*) bir kez daha, ısrarla talep ediyoruz.

20.yy Amerikalı fizikçisi, deneme yazarı ve araştırmacısı Lewis Thomas‘ın “Bildiğim en sağlam bilimsel gerçek, doğa hakkında son derece cahil olduğumuzdur” sözünü hatırda tutarak, her şeyi çok bildiğini düşünenler tarafından yapılan baskılar ve sonunda alınan yanlış kararlarla, üstelik “atların iyiliği için” denilerek, yüzlerce at öldü Prens Adaları’nda. Şimdi gelin  geriye kalan bir avuç Burgaz ve Heybeli atlarına birlikte bakalım, birlikte yaşamanın yeni yollarını keşfedelim, onların haklarını birlikte koruyalım, ahırlarını yapalım.

*

(*) Atların sağlıklı koşullarda barınabileceği, sürdürülebilir “Kolektif Ahır”modeli Mimar Sera Tolgay Marshall ve Daniel Marshall tarafından gönüllü olarak hazırlanmıştır.

Lastiklerden kaynaklanan toksik kirlilik hakkında kanıtlar artıyor

Yazan: Jim Robbins

Yeşil Gazete için çeviren: Cemre Nayir

*

Araştırmacılar, yirmi yıl boyunca Batı Yakası akarsularında bir gizemi çözmek için çalıştı.  Neden yağmur yağdığında, yumurtlayan çok sayıda koho somonu ölüyordu? Bunu öğrenmek amacıyla bilim insanları balıkları yeni ve eski lastik parçacıkları içeren sulara koydu. Somonlar öldü ve araştırmacılar daha sonra suya sızan yüzlerce kimyasalı test etmeye başladı.

2020 yılında yayınlanan bir makale, ölümlerin nedenini ortaya koydu: lastiklere çatlama ve bozulmalarını önlemek için eklenen 6PPD adlı bir kimyasal. Lastik tozunda bulunan 6PPD, yer seviyesindeki ozona maruz kaldığında, içinde 6PPD-kinon veya 6PPD-q‘nun da bulunduğu birçok farklı kimyasala dönüşüyor. Bileşik, koho somonu da dahil olmak üzere test edilen 11 balık türünden dördü için şiddetli derecede zehirli.

Gizem çözüldü, ancak sorun çözülmedi, çünkü bu kimyasal tüm büyük lastik üreticileri tarafından halen kullanılıyor ve dünyanın dört bir yanındaki kara ve su yollarında bulunuyor. Hiç kimse 6PPD-q’nun insan sağlığı üzerindeki etkisini incelememiş olsa da, Güney Çin‘de çocuk, yetişkin ve hamile kadınların idrarında saptanmıştır. Bu kirliliğin hangi yollardan geldiği ve taşıdığı önem ise henüz bilinmiyor.

Bir tahmine göre okyanus mikroplastiklerinin yüzde yetmiş sekizi sentetik lastik kauçuğu. 

Yine de, artık düzenleme yapılması yönünde çağrılar var. Geçtiğimiz ay, kâr amacı gütmeyen hukuk kuruluşu Earthjustice, balıkçılık sektörü adına, lastik üreticilerine 6PPD kullanarak Tehlike Altındaki Türler Yasasını ihlal ettikleri gerekçesiyle dava açmak üzere bir niyet beyanında bulundu. Amerikan Yerli kabilelerinden oluşan bir koalisyon da kısa süre önce Çevre Koruma Ajansı‘na bu kimyasalın kullanımının yasaklanması çağrısında bulundu. Puyallup Kabile Meclisi yaptığı açıklamada, “Halkımızın beslenmesi için her zaman bel bağladığımız somon türlerinin uğradığı yıkıma ilk elden tanık olduk,” dedi: “Türlerin, korunmaları için bir şey yapılmadığı takdirde neredeyse tamamen yok olacak noktaya kadar azalmasını izledik.”

6PPD ve 6PPD-q’nun titiz çözümlemesi, lastiklerde ve daha az oranda frenlerde bulunan organik kimyasalların, ufak parçacıkların ve ağır metallerin zehirli karışımını anlamaya yönelik küresel bir kampanyanın sadece başlangıcıydı. 6PPD-q’nun keskin toksisitesi ve kaynağı konusunda güçlü bir bilimsel fikir birliği mevcut olmakla birlikte, lastik kauçuğu çoğu kanserojen olan 400’den fazla kimyasal ve bileşik içeriyor ve araştırmalar lastik tozundan kaynaklanan sorunların ne kadar yaygın olabileceğini göstermeye yeni başlamış durumda. 

Araştırmacılar, yoldan akan su ile dolu bir tankta dört saat kaldıktan sonra ölen bir somonu tartarken. Fotoğraf: Ted S. Warren/ AP.

Arabanızın lastikleri zararsız gibi görünse de (bir reklam kampanyasında bebekler lastikten beşiklere yatırılmıştı), uzmanlar lastiklerin hava, toprak ve su kirliliğine yol açarak balıkları, vahşi yaşamı ve diğer organizmaları olduğu kadar insanları da etkileyebileceğini söylüyor. Dünya çapında her yıl yaklaşık 2 milyar lastik satıldığı için (yan yana dizildiklerinde Ay’a kadar ulaşabiliyor) bu bir sorun. 2030 yılına kadar bu pazarın yılda 3,4 milyara ulaşması bekleniyor.

Lastikler yüzde 20 kadar doğal kauçuk ve yüzde 24 kadar sentetik kauçuktan imal edilir ve bu da lastik başına 19 litre petrol demektir. Çelik, dolgular ve bakır, kadmiyum, kurşun ve çinko gibi ağır metaller de dahil olmak üzere yüzlerce başka malzeme lastiklerin geri kalanını oluşturur, bunların çoğu performansı ve dayanıklılığı artırmak ayrıca yangın olasılığını azaltmak için eklenir.

Doğal ve sentetik kauçuğun her ikisi de doğada çözünür, ancak sentetik kısımlar çok daha uzun süre dayanır. Pew Charitable Trust‘ın bir raporuna göre, okyanus mikroplastiklerinin yüzde yetmiş sekizi sentetik lastik kauçuklarından oluşuyor. Bu parçacıklar deniz hayvanları tarafından yutuluyor ( solungaç ve midede parçacıklara rastlandı), nörotoksisiteden büyüme geriliği ve davranış anormalliklerine kadar birçok soruna yol açabiliyor.

Elektrikli araçların lastik emisyonları, fosil yakıt kullanan araçlarınkinden yüzde 20 daha fazla.

San Francisco Estuary Enstitüsü‘nde yüzey akıntısı çalışan çevre bilimci Rebecca Sutton, “Yağmur sularımızda son derece yüksek seviyelerde mikroplastik bulduk. San Francisco Körfezi‘ne yıllık olarak yağmur suyu kaynaklı mikroplastik deşarjı tahminimiz 7 trilyon parçacıktı ve bunun yarısının lastik parçacıkları olduğundan şüpheleniyoruz” değerlendirmesi yaptı. 

Lastik aşınması parçacıkları veya diğer adıyla TWP, araç seyri sırasında sürekli olarak yayılır. Lastik emisyonlarını üç yıl boyunca inceleyen İngiliz Emissions Analytics firmasına göre, bu emisyonların boyutları gözle görülür kauçuk veya plastik parçalarından mikropartiküllere kadar değişmekte ve ürünlerin en önemli çevresel etkilerinden birini oluşturmaktadır. Şirket, bir otomobilin dört lastiğinin toplamda kilometre başına 1 trilyon ultra ince parçacık (100 nanometreden daha az) saldığını tespit etti. Giderek artan sayıda uzman, bu parçacıkların eşi benzeri olmayan bir sağlık riski oluşturduğunu söylüyor: O kadar küçük parçacıklar ki akciğer dokusundan kan dolaşımına geçerek kan-beyin bariyerini aşabiliyor ya da solunduğunda doğrudan beyne ulaşarak bir dizi soruna yol açabiliyor.

Imperial College London‘daki araştırmacılar tarafından yayımlanan yeni bir rapora göre de “Lastik aşınması parçacıklarının ve diğer parçacıklı maddelerin kalp, akciğer, büyüme, üreme ve kanser çıktıları da dâhil olmak üzere bir dizi sağlık sorununa katkıda bulunabileceğine dair yeni kanıtlar ortaya çıkmakta.”

Rapor, lastiklerin küresel olarak yılda 6 milyon ton parçacık meydana getirdiğini ve bunun 200.000 tonunun okyanuslara karıştığını belirtiyor. Emissions Analytics‘e göre, ABD‘deki otomobiller yılda ortalama 2,5 kilogram lastik parçacığı salarken, daha az yol kat edilen Avrupa’daki otomobiller yılda ortalama 1 kilogram lastik parçacığı salıyor. Dahası, elektrikli araçlardan kaynaklanan lastik emisyonları fosil yakıtlı araçlardan kaynaklananlardan yüzde 20 daha yüksek. Elektrikli araçlar daha ağır ve daha yüksek torka sahip olduğundan lastikler daha hızlı aşınıyor.

Uzun süredir üzerinde çalışılan ve düzenlemeye tabi tutulan egzoz gazı emisyonunun aksine, organik kimyasalların yanı sıra önemli miktarda metalik parçacık yayan lastik ve fren kaynaklı emisyonların ölçülmesi ve kontrol edilmesi çok daha zor ve bu nedenle düzenleme yapılamadı.  Yalnızca son birkaç yılda, lastik emisyonlarını ölçebilen yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve 6PPD-q’nun korkutucu keşfi ile konu daha fazla incelenmeye başlandı.

Son zamanlarda yapılan çalışmalar, lastikler ve frenlerden kaynaklanan, ozon ve ultra ince parçacıklarla birlikte dünyanın başlıca hava kirleticileri olan PM 2.5 ve PM 10 emisyonlarının kütlesinin, bu emisyonları önemli ölçüde azaltan yerlerde en azından egzoz borularından kaynaklanan emisyonların kütlesini çok aştığını gösteriyor. 

Bir analizci, lastiklerin modern bir egzoz borusuna göre 100 kat daha fazla volatil organik bileşik saldığını söylüyor.

Sorun sadece sentetik ve doğal haliyle kauçuk da değil. Kamu ve akademik araştırmacıları, lastiklerin diğer birçok bileşeni tarafından üretilen ve 6PPD gibi güneş ışığı ve yağmura maruz kaldıkça parçalanarak ana kimyasallarından daha toksik maddeler oluşturabilen dönüşümleri araştırıyor.

Emissions Analytics’in CEO’su Nick Molden, “Bu lastiklerde kimsenin gerçekten anlamadığı ve lastik üreticileri tarafından son derece gizli tutulan bir tür kimyasal karışım var” dedi: ” İçinde ne olduğu hakkında bu kadar az şey bilinen, ama dünyada bu kadar yaygın olan ve neredeyse herkes tarafından kullanılan başka bir tüketim ürünü olduğunu sanmıyoruz.”

“Lastiklerin çevre kirliliğine önemli ölçüde katkıda bulunduğunu biliyorduk, fakat bunun boyutlarını yeni yeni ortaya çıkarmaya başladık” diyen Montreal Concordia Üniversitesi‘nde kentsel su havzalarındaki lastik kimyasallarının düzeylerini ölçen ve bunların çevrede nasıl dönüştüğünü inceleyen araştırmacı Cassandra Johannessen, 6PPD-q’nun keşfinin pek çok araştırmacıyı şaşırttığını, çünkü “bilinen en zehirli maddelerden biri olduğunu ve dünyanın her yerinde bulunduğunu” öğrendiklerini söyledi.

Kanun düzenleyiciler arayı kapatmaya çalışıyor. Avrupa’da Euro 7 olarak bilinen ve 2025 yılında yürürlüğe girecek standart, sadece egzoz emisyonlarını değil aynı zamanda lastik ve frenlerden kaynaklanan emisyonları da düzenleyecek. Kaliforniya Çevre Koruma Ajansı, lastik üreticilerinin 2024 yılına kadar 6PPD-q’ya bir alternatif beyan etmelerini gerektiren bir yönetmelik çıkardı.

Bir işçi Mit al-Harun, Mısır’daki geri dönüşüm atölyesinde bir lastiği parçalarına ayırıyor. Fotoğraf: Khaled Desouki/ AFP.

Lastik şirketleri, lastik güvenliği için uzun süredir kritik gördükleri 6PPD ile ilgili kendi çalışmalarını yürütüyor ve alternatifler arıyor. Yeni yönetmelikler ve lastik emisyonlarına ilişkin yeni araştırmalara cevaben, dünyanın 10 büyük lastik üreticisi, projenin açıklamasına göre, lastik kirliliğinin “daha iyi anlaşılması ve azaltılmasına yönelik eylemlerin teşvik edilmesi adına bütünsel bir yaklaşım geliştirmek” için Lastik Endüstrisi Projesi’ni oluşturdu. Grup, emisyonları azaltmak veya ortadan kaldırmak için lastikleri yeniden tasarlamanın yollarını aramayı taahhüt etti.

Kritik bir araştırma konusu da lastik atıklarının ve bunların parçalanmasıyla ortaya çıkan maddelerin çevrede ne kadar uzun süre kaldığıdır. Molden, “Beş mikronluk bir kauçuk parçası lastikten kopup toprağa çöküyor ve bir süre orada kalıyor. Zaman içinde bu kimyasalların yayılımı nedir, suya ne kadar hızlı karışırlar ve seyrelirler mi? Sistem düzeyinde, bu ne kadar büyük bir sorun? Bu elimizdeki en büyük bilgi eksikliği” dedi. 

Bir başka araştırma alanı da sentetik kauçuktan çıkan veya atılmış lastikler enerji kazanımı için çöp yakma fırınlarında yakıldığında yayılan benzen ve naftalin gibi aromatik hidrokarbonların etkileri üzerine odaklanıyor. Düşük yoğunluklarda dahi bu bileşenler insanlar için zehirlidir. Ayrıca güneş ışığı ile reaksiyona girerek ozonu ya da yer seviyesi dumanını oluştururlar ki bu da solunum yollarına zarar verir. Molden, gaz salımı yapan uçucu organik bileşiklerin miktarının modern bir egzoz borusundan çıkandan 100 kat daha fazla olduğunu gösterdiklerini ve bunların tamamının orada öylece duran lastikten geldiğini belirtti. 

Bilim insanları, yağmur bahçelerinin tehlikeli lastik kirleticilerin akarsulara karışmasını yüzde 90’dan fazla oranda önleyebildiğini tespit etti.

Lastikler ömrünü tamamladığında ya çöplüklere gönderilir, ateşe verilir, piroliz adı verilen enerji yoğun bir süreçte yakılır ya da parçalanarak suni çimde, oyun alanlarında veya diğer yüzeylerde kullanılmak üzere yeniden değerlendirilir. Ancak lastik kaynaklı kirleticilerle ilgili endişeler arttıkça, geri dönüştürülmüş bu ürünler ve yayabilecekleri hidrokarbonlarla ilgili endişeler de artıyor. Lastik artıklarından yapılan kauçuk parçacıkları suni çimdeki boşlukları doldurmak için kullanıldığı zaman sağlık açısından bir tehdit oluşturup oluşturmadığı üzerine tartışmalar devam ediyor.  Hakemli birçok araştırmaya istinaden, Avrupa Birliği bu malzemenin kullanımına daha sıkı sınırlamalar getiriyor. Ancak henüz başka çalışmalar sağlığa herhangi bir etkisi olduğunu göstermiş değil. 

Kaliforniya’nın 6PPD alternatiflerini inceleme zorunluluğunun yanı sıra, dünya çapında lastikleri oluşturdukları sorunlarla mücadele edecek şekilde yeniden tasarlamaya yönelik çeşitli girişimler de var. On yıldan daha uzun bir süre önce lastik üreticileri, bir tür kauçuk üreten karahindiba ile soya yağının istikrarlı ve sürdürülebilir bir kauçuk kaynağı sağlayabileceğini umuyordu. Ancak alternatiflerden üretilen lastikler beklentileri karşılayamadı, hala katkı maddelerine ihtiyaç duyuyorlardı. Örneğin, Almanya’nın Hanover kentinde bulunan Continental Lastik Şirketi, karahindiba köklerinden yapılmış bir bisiklet lastiği pazarlıyor. Emission Analytics tarafından test edilen lastik, geleneksel olarak üretilen bisiklet lastiklerine kıyasla yüzde 25 daha az kanserojen aromatik madde salıyor, fakat yine de endişe verici bileşenler içeriyor. 

Karahindiba ile üretilen kauçuk. CONTINENTAL

Başka şirketler de lastik emisyonları sorununu çözmenin yolunu arıyor. İngiltere merkezli bir temiz teknoloji girişimi olan The Tyre Collective, otomobil lastiklerinin her birine takılan bir elektrostatik plaka geliştirdi: Plakalar, hem lastikler hem de frenler tarafından yayılan partiküllerin yüzde 60’ına kadarını temizleyerek bunları cihazın üzerine takılı bir kartuşta depoluyor. Parçacıklar, yeni lastikler de dahil olmak üzere çok sayıda başka alanda yeniden kullanılabilir.

San Francisco‘da, yağmur suyundaki kirleticileri inceleyen bilim insanları da potansiyel bir çözüm yolu buldu: Yağmur suyunu tutmak için evlerin bahçelerine kurulan yağmur bahçesi aynı zamanda sokak çöplerinin yüzde 96’sını ve siyah lastik parçalarının yüzde 100’ünü de topluyor. Vancouver, B.C.’de araştırmacılar yağmur bahçelerinin, 6PPD-q’nun yüzde 90’ından fazlasının yollardan akarak somon balığı taşıyan akarsulara karışmasını önleyebileceğini buldu.

Emissions Analytics’ten Molden, Kaliforniya’nın 6PPD’ye karşı alternatif arayışını zorunlu kılan yönetmeliği sayesinde lastik atık parçacıklarının nihayet hak ettikleri ilgiyi gördüğünü söylüyor. Yönetmelik “çığır açıcı” diyor, “çünkü [lastiklerin] kimyasal bileşimini yönetmelik gündemine alıyor. Lastik imalatçıları ilk kez, otomobil imalatçılarının 50 yıldır maruz kaldığı yönetmelik incelemesine maruz kalıyor.”

Makalenin İngilizce orijinali

Hisarönü’deki imar plan değişikliği iptal edildi: Kamu yararına aykırı

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘nın Muğla, Marmaris’e bağlı Hisarönü‘deki 142 parsel için verdiği imar plan değişikliği onayı, mevzuata aykırı olduğu için mahkemeden döndü.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Marmaris, Hisarönü mahallesinde bulunan 142 parselde yaşlı bakımevi yapılması amacıyla parsele özel 1/5000 ve 1/1000 ölçekli koruma amaçlı nazım ve uygulama imar planında değişikliğe gitmişti. Bakanlık, 14 Aralık 2021’de parselin “özel rekreasyon”, “özel rekreatif”, “yaşlı bakımevi” ve “park alanı” olarak planlanmasını onaylamıştı.  

Türkiye Mühendis ve Mimarlar Odası Birliği’nin de müdahil olduğu dava (TMMOB) Muğla Çevre ve Ekoloji Derneği ve 18 vatandaş tarafından istenen değişikliğin mevzuata aykırı olduğunu belirterek açılmıştı. Muğla 2. İdare Mahkemesi‘nin kararı doğadan yana oldu.

Marmaris Hisarönü’nde imar planı değişikliğine bilirkişiden onay çıkmadı 

‘Kamu yararına aykırı’

Mahkemenin kararında işaret edilen bilirkişi raporunda imar değişikliğinin Planların Kademeliği Birlikteliği İlkesi ve Plan Yapım Gerekçesi açısından uygun/tutarlı olmadığı belirtilmişti.

Ayrıca İşlevin/Hizmetin Gerektirdiği Ayrıntı İlkesi açısından eksik işlem niteliğinde olduğu bildirilmişti.

Raporda ayrıca işlemin İkinci Derece Doğal Sit Alanı niteliği esas Bölge Şartları ve Beldenin Gereksinimlerine Uygunluk bakımından da uygun olmadığı ortaya koyulmuştu.

Mahkeme ayrıca bilirkişi raporundaki taşkın, sel riskleri yönünden değerlendirmeye de işaret etti. Raporda işleme konu alanın Karacık ve Kazan Dereleri olmak üzere en az 2.00 metre kotunda yükselme riski olan su taşkın bölgesinde olduğu, Yaşlı Bakımevi işlevinin, bölgenin doğal şartlarına/yapısına uygunluk bakımından da uygun olmadığı belirtilmişti.

Bilirkişi raporunda ayrıca Bakanlığın kararında bir kamu yararı olmadığı da vurgulanmıştı.

‘Hayatın doğal akışına aykırı’

Aktivistler davayı şu gerekçelere dayandırmıştı:

  • Marjinal Tarım Alanı faaliyetleri dışında bir yapılaşmaya izin vermediği,
  • bu maddeye rağmen sulak ve bataklık arazi yapısına sahip taşınmaz üzerinde Yaşlı Bakım Tesisi yapılmasının hayatın doğal akışına aykırı olduğu,
  • Mekânsal Planlar Yapım Yönetmeliği, 4. Maddesi, 8. Maddesi, 23. Maddesi ve 24. Maddesinde düzenlenen esaslara göre analiz çalışmaları yapılmasının gerekli olduğu,
  • DSİ kurum görüş yazısında belirtilen taşkın süreçlerine ilişkin analizlerin yapılmadığı,
  • Taşınmazın Doğal Sit Alanında olmakla bütüncül bakış açısı ile ele alınmasının gerekli olduğu, buna karşılık parçacı olarak ele alındığı,
  • Mekânsal Planlar Yapım Yönetmeliği, 26. Maddesine aykırı olduğu,
  • Taşınmazın ulaşım bağlantısının planlanmadığı,
  • Kıyı Mevzuatı kapsamında kıyı kenar çizgisinin 100 metre bölümünü kapsayan 1. ve 2. kısmında kaldığı, bu bölümlerde hiçbir surette yapı yapılamayacağı, bu çerçevede, Kıyı Kanunu, 5. ve 6. maddesi ile Kıyı Kanunu Uygulanmasına Dair Yönetmelik, 13., 16. ve 17. Maddelerine aykırı olduğu,
  • Taşınmazın bulunduğu bölgenin nesli tükenmekte olan su samurlarının üreme alanı olmakla mezkur imar planlarının Barcelona Sözleşmesi’ne aykırı olduğu,
  • İmar planları ile yapılacak tesislere ilişkin atık bertarafının planlanmadığı iddialarıyla iptali istenilmektedir.

‘Üçüncü kez denenen değişikliğin iptali için yeniden dava açmak zorunda kalmıştık’

Dava sonucuna ilişkin Marmaris Kent Konseyi ve Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi üyelerince yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Dava sürecinde bilirkişi raporunun lehimize gelmesi ve mahkemenin “yürütmeyi durdurma kararı” vermesine karşın inşaat devam etmiş, binalar neredeyse tamamlanmıştı. Hatta bilirkişi raporunun lehimize gelmesinin hemen ardından ilgili bakanlık aynı yer için, aynı imar plan değişikliği kararını üçüncü kez ilan etmiş ve biz de üçüncü kez denenen değişikliğin iptali için yeniden dava açmak zorunda kalmıştık.

Mevzuatlar değişmediğine göre; yeni açılan davanın da büyük olasılıkla şimdi olduğu gibi lehimize sonuçlanacağını tahmin ediyoruz. Bugün Marmaris Belediye Başkanlığı’na, bahsi geçen parseldeki kaçak yapıların yıkılması ve inşaat ruhsatının iptal edilmesi talepli dilekçeyi verdik. Kanunlar önünde eşitlik ilkesinin gereğini yerine getirip getirmediğinin takipçisi olacağız.”

‘Haklarımızın tüketilmesine seyirci kalmayacağız’

Çevre aktivistleri verdikleri verdiğimiz hukuk mücadelesi sonucunda kazanılmış bir dava olmasına karşın inşaatın devam etmesini, aynı imar planı değişikliğinde ısrar edilmesini tek başına Marmaris’e özgü bir durum olarak değerlendirmediklerini de belirtti.

Aktivistler ülkenin dört bir yanında yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen sürdürülen projelerden AYM’nin kararlarının tanınmamasına kadar pek çok sorunu içerisinde barındıran yargı krizine de işaret ederek şu ifadeleri kullandı:

“Mahkemelerce verilen yürütmeyi durdurma kararlarına uyulmaması, işletilmeyen ÇED süreçleri, AHİM kararlarının yok sayılması, Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi kararını tanımaması, hakimler hakkında suç duyurusunda bulunmasını kasıtlı bir irade, bilinçli bir öğrenilmiş çaresizlik yayma hali olarak görüyor ve şiddetle reddediyoruz. Hiçbir mevki, hiçbir kurum, hiçbir kişi halkın, yasaların üstünde değildir. Hukuk sistemine olan inancımızdan zerre geri adım atmadan, hukuk içerisinde mücadele edeceğimizi ilan ederiz. Asla psikolojik mücadelenin kaybedeni olmayacağız, haklarımızın tüketilmesine seyirci kalmayacağız. Despotizme inat yaşasın hukuk devleti, yaşasın adalet!”

Yargıdaki kriz büyüyor: Avukatlar Yargıtay’a yürüdü

Türkiye Barolar Birliği (TBB), Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasının ardından “Hukukun Üstünlüğü” yürüyüşü başlatma kararı aldı.

TBB yaptığı açıklamada Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin verdiği karar ile “anayasal düzeni açıkça ihlal” ettiğini söyleyerek avukatları Ahlatlıbel Atatürk Parkı‘ndan Yargıtay’a yapılacak “Hukukun Üstünlüğü” yürüyüşüne davet etti.

Erdoğan’dan Yargıtay’a destek

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mustafa Kemal Atatürk‘ün vefatının 85’inci yılı nedeniyle Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen anma programında konuya ilişkin yaptığı açıklamada bulundu:

“Yargı kurumlarının kararları da tartışılabilir. Türkiye’de, yüksek mahkemeler dahil hiçbir organ, hiçbir kurum lâ-yüs’el değildir, eleştirilemez değildir. Yargının iki kurumu arasındaki yetki tartışmasının çözüm yeri anayasadır, yasalardır. Anayasa, ‘devlet başkanı’ sıfatıyla bize ‘devlet organlarının uyumlu çalışmasını temin’ görevi vermektedir. Biz bu tartışmada taraf değil hakem konumundayız. Ancak mevcut anayasamız ve yasalarımız, bu konuda yetersiz kalmaktadır.”

Mahkeme, AYM’nin hak ihlali kararına rağmen Atalay’ın dosyasını Yargıtay’a gönderdi
Yargıtay’ın Atalay mütalaası: Dokunulmazlıktan yararlanamaz

Özel: Sen bu yüzden darbecisin, bu bir darbe girişimidir

“Sen darbecisin, bu darbe girişimidir” diyerek AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarını eleştiren CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Anayasa Mahkemesi önünde konuyla ilgili açıklamada bulundu:

“Türkiye, anayasa geleneği çok güçlü olan bir ülke ancak AKP ülkeyi anayasasızlaştırmaya çalışıyor. Erdoğan’ın açıklamalarına kadar bu bir yargı kriziydi ancak bunun Erdoğan eliyle anayasal düzenin ortadan kaldırılmaya çalışılması, halkın iradesine karşı Erdoğan liderliğiyle bir kalkışma hazırlandığı anlaşılıyor.

Sen Anayasa’nın o hükmünü değiştirecek güçte değilsin, millet bu yetkiyi vermedi. Sen bu yüzden darbecisin, bu bir darbe girişimidir. Bu, Anayasa’yı askıya alma girişimi. Türkiye’yi anayasasızlaştırma girişimine Anayasa’dan en çok yetki, güç ve sorumluluk alan kişi yol veriyorsa, göz yumuyorsa, destek veriyorsa kendi meşruiyetini ortadan kaldırıyor demektir.”

Yargıtay’ın kararına tepkiler yağıyor: Bu açık darbe girişimidir!
Yargıda kriz, TBMM’de nöbet: Yargıtay hakkında suç duyurusu

Sağkan: ‘Hukuk devleti olup olmadığımıza karar verileceği bir süreçteyiz’

TBB Başkanı Erinç Sağkan, TTB önünde yaptığı açıklamada anayasanın ihlal edildiğini ve Türkiye’nin hukuk devleti olup olmadığının tartışılır hale geldiğini vurgulayarak şunları kaydetti:

“Atatürk’ün en büyük mirasım dediği Cumhuriyetin temeli hukuk devleti olmasından geliyor. Bugün hukuk devletinin maalesef ki anayasanın ihlal edilerek en ağır şekilde aşındırıldığı tarihsel bir süreci yaşıyoruz. İçerisinde bulunduğumuz süreç basit bir hakim içtihat farklılığı gibi yorumlandığı bir konu değildir. Süreç, kurumlar arasındaki çekişme olarak adlandırabileceğimiz bir kısır tartışma da değildir. Süreç, anayasanın ikinci maddesinin açıkça yok sayıldığı, artık bir hukuk devleti olup olmadığımızın tartışıldığı ve buna karar verileceği bir süreçtir. O yüzden tarihi bir sorumluluğumuz var ve aldığımız mirası hakkıyla yerine getirebilmek adına Türkiye’de savunmayı temsil eden avukatlar olarak bugün sesimizi ve sözümüz yükseltiyoruz.”

Barolardan destek açıklamaları

Bursa Adalet Sarayı önünde basın açıklaması yapan Bursa Barosu Başkan Yardımcısı Av. Aslı Evke Yetkin, görevi kötüye kullanma ve anayasayı ihlal suçu işleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi.

Fotoğraf: Bursa Barosu

Dersim Barosu Başkan Yardımcısı Av. Çağla Yolaşan, toplumun adalet duygusunun bu denli zedelenmiş olmasını “vahim” olarak niteleyerek ilgililer hakkında hukuki süreç başlatılması amacıyla gerekli başvuruları yapacaklarını söyledi.

Urfa Barosu Başkanı Abdullah Öncel, “Türkiye uzun süredir hukuk devleti kimliğini kaybetmiştir. Son verilen kararla kanun devleti vasfı da yitirilmiştir” dedi.

Ne olmuştu?

Gezi davası kapsamında tutuklu bulunan Can Atalay, İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki yargılama sonucu ‘Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs‘ suçuna ‘yardım eden‘ sıfatıyla katıldığı gerekçesiyle 18 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.

TİP Hatay Milletvekili Atalay’ın, hakkındaki yargılamanın durması ve tahliye edilmesi talebiyle avukatları tarafından yapılan başvuru, Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi‘nce reddedilmişti.

Atalay’ın avukatları, Atalay’ın milletvekili seçilerek yasama dokunulmazlığı kazandığı halde durma kararı verilmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle AYM’ye bireysel başvuruda bulunmuştu.

AYM hak ihlali olduğu yönünde karar vermişti. AYM kararının ardından dosya, Yargıtay 3’üncü Dairesi’ne gönderilmişti.

Yargıtay 3’üncü Dairesi ise tutuklu Türkiye İşçi Partisi Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında ‘hak ihlali’ kararı veren Anayasa Mahkemesi (AYM) üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu.

İklim Adaleti Koalisyonu: Bu iklim kanunu değil, bir ticaret sözleşmesi

İklim Adaleti Koalisyonu iklim kanunu tasarısına ilişkin açıklamada bulunarak, hazırlanan tasarının bir iklim kanunu değil, bir ticaret sözleşmesi olduğunu belirtti.

Tasarı en son Ağustos 2023’te gündem olmuş, yanlışlıkla sanayi odalarının sitelerinde yayımlanmıştı. Daha sonrasında taslak siteden kaldırılmıştı.

2021’den bugüne, Dünya Bankası’nın Karbon Piyasalarına Hazırlık Ortaklığı (PMR) projesi kapsamında gündemleştirilen, 2022’nin Şubat ayında İklim Şurası ile zemini hazırlanan, 2023’ün Ağustos ayından bu yana ise kapalı kapılar ardında ‘üzerinde çalışıyoruz, çalışmalarımızı sonuçlandırıyoruz” denilen iklim kanunu tasarısının Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Komisyonu’nun gündemine getirilmesi bekleniyor.

Tasarıya ilişkin olarak açıklamada bulunan koalisyon mevcut taslakla ilgili şu eleştirilerde bulundu:

“Kanunun amaçları olarak açıklanan ‘yeşil kalkınma vizyonu’ ve ‘net sıfır emisyon hedefleri’ kavramlarına küresel ölçekte bir göz atalım: Avrupa Birliği ve ABD’nin sera gazları azaltımında gündeme getirdikleri yeşil yeni düzen, sermaye birikiminden taviz vermeden, yeni teknolojik alanların geliştirilerek sera gazı salımlarını azaltırken ekonomik büyümeyi devam ettirmeyi amaçlayan ‘ekolojik modernizasyon’ adı altında bir göz boyamadan ibaret. Net sıfır hedefleri de ekolojik yıkımlarla mücadeleyi sera gazı azaltımına indirgeyerek radikal bir toplumsal değişimin önünü tıkamaya ve iklim yasası ile gerçek bir mücadeleyi engellemeye hizmet ediyor.

Bu kavramlara Türkiye özelinde bakarsak içimiz bir hayli kararıyor: yeşil düzene öykünen ve oksimoron bir tanımlama olan ‘yeşil kalkınmanın’ son 20 yılda Türkiye’deki seyri, başlıca sektör ve alanlarda genel hatlarıyla şöyle aktarılabilir:

  • Enerjide kömüre bağımlı politikalarla kömürlü santral işletmelerine aktarılan devasa teşvikler ve nükleer santrallerle enerji üzerindeki hegemonyanın devam ettirilmesi çabaları.
  • Yerin altında ne kadar mineral varsa kazıp çıkarma gayretiyle tüm ülkenin maden ruhsat alanlarına çevrilmesi.
  • Ucuz odun kaynağı olarak görülen ormanların aşırı seyreltmeyle yok edilmesi.
  • Sanayide inşaat rantına dayalı ekonomik büyümeyi hedefleyen ve çok enerji tüketip yoğun sera gazı salımlarına neden olan çimento, demir-çelik sanayilerinin alıp başını gitmesi.
  • Ulaşımda binek araca bağımlı politikaların otoyol, köprü gibi mega projelerle desteklenmesi.
  • Tarım ve hayvancılıkta endüstriyelleşme, küçük çiftçilerin tasfiye edilmesi.
  • Kamu yararı söylemiyle, acele kamulaştırmalar ve baskılarla köylülerin yaşam alanlarından uzaklaştırılması ve doğayla bağlarının koparılması.
  • Akbelen’de olduğu gibi ömrü çoktan tükenmiş termik santrallere kömür temini için ormanların yok edilmesi.
  • Proleterleşen geniş halk kesimlerinin büyük kentlere yığılması, yoksullaştırma, yalnızlaştırma ile biat kültürünün yerleştirilmesi.
  • Özetle, ekonomik kalkınma adı altında atılan her adım kazançları özelleştirmeyi, masrafları ise sosyalleştirmeyi hedeflemektedir.”

‘Net sıfır hedefi ayrı bir fiyasko!’

“Net sıfır hedefi ise ayrı bir fiyasko! Zira Türkiye’nin COP27’de açıkladığı ve Nisan 2023’te yayınlanan güncellenmiş 1. Ulusal Katkı Beyanı’nda yer alan hedef, sera gazlarını azaltmaya değil, ekonomik büyümeyi önceleyen bir kararlılıkla tam gaz artırmaya yönelik. 12. Kalkınma Planı da nükleere ve fosil yakıtlara dayandırılarak aynı politik gerekçelerle açıklanmış durumda.

Geçen sene hazırlanan, ancak halka duyurulmayıp, dar sermaye gruplarından geri dönüşler alınan ve yakında Meclisten geçirilmesi beklenen İklim Kanunu yukarıdaki değerlendirmeler ışığında okunduğunda, ‘karbon piyasası oluşturmak için sermaye ile yapılan bir sözleşme‘ olarak tanımlanabilir.

Kanunda yer alan azaltım ve uyum hedefleri, ilgili bakanlıkların zaten görev tanımları içinde yer alan konular. Ülkedeki ekokırımların güncel boyutları ve buna rağmen sera gazı salımlarını artırma kararlılığı, bakanlıkların sorumluluklarını bugüne kadar yerine getirmediklerinin ve ilerisi için de bu yönde kaygı taşımadıklarının itirafı niteliğinde. Bu nedenle kanunda bunların tekrarlanması inandırıcılıktan uzak.

Kanun, sera gazı emisyonlarını azaltmak için Kyoto Protokolü sonrasında ve Avrupa Birliği bünyesinde yaygın olarak kullanılan, ancak salımları sınırlamakta etkin sonuç alınamayan Emisyon Ticaret Sistemi’ni getiriyor: Doğayı koruma, emeğin hakları, adil geçiş derken kendimizi karbon fiyatlandırma araçlarının, kirletici gaz tahsisatlarının, gelir gider hesaplarının ortasında buluyoruz!

Kanundaki asıl niyet ise ucuz emek gücüyle üretim maliyetlerini düşük tutan ve madenleriyle gelişmiş sanayi devletlerinin hammadde deposu haline gelen Türkiye’nin dünya piyasalarına ve Avrupa Birliği’nde 2026 başında devreye girecek olan Sınırda Karbon Düzenlemesi’ne uyumun sağlanması.

İklim kanunu, tüm varlıkların metalaştırıldığı, müştereklere gitgide artan oranda şirketlerin kazançları için el konulduğu, geniş halk kesimlerinin sanayi için ucuz işgücüne dönüştürüldüğü bu dönemde karbon ticareti ve finansman mekanizmaları yoluyla iklim krizi meselesini piyasanın bir aracı haline getiriyor.

İklim borcunun, köylü ve emekçi haklarının, doğa üzerindeki yıkımların üstünü örterek ‘yeşil kalkınma’ safsatasıyla sermaye birikimi için gerekli hukuki altyapıyı oluşturmaya hizmet ediyor. Doğanın haklarını, halkın yaşam alanlarını ve refahın korunmasını mesele etmiyor. Şirketlerin haklarını, zenginlerin refahını ise sürdürülebilir kılmaya çalışıyor.”

Çanakkale, Çan termik santral- Yayaköy/ Fotoğraf: Cansu Acar
Nisan 2022’de İklim Adaleti Koalisyonu’nun yapmış olduğu termik santrallere ilişkin bir kervan sırasında; Çanakkale, Çan termik santral- Yayaköy/ Fotoğraf: Cansu Acar

“Sonuç olarak iklim kanunu, doğayı ve emeği sömürerek edinilen kirli kazançları, kirletici ticareti yoluyla sağlama almaya, sermayeye zımni olarak verilen kirletme hakkını karbon piyasası yoluyla meşrulaştırmaya çalışmaktadır.

Karbon ticareti ile hava ticarileştirilmekte ve böylelikle sermayeye yeni alan açılmaktadır. Kanunun kimi taslaklarında görüldüğü üzere normlar hiyerarşisi bozulacak ve bu alan için her türlü hukuksal altyapıyı da yapmaya çalışacaklardır.

Hiçbir ticari hukuk normu, doğal varlıklarımızın, tarihi ve kültürel zenginliklerimizin korunmasına dair yasalardan üstün tutulamaz. Anayasal ve yasal kurumların görev ve yetkilerini ortadan kaldıracak şekilde bağımsız ve denetimsiz, üstün yetkilerle donatılmış bir idari yapılanma, her türlü hukuki güvenliği yurttaşlar aleyhine ortadan kaldıracaktır.

Ekoloji örgütlerini ve halkın katılımını gözetmeyen resmi kurum ve sektör temsilcileri tarafından kapalı kapılar ardında bir iklim kanunu yapılamaz.

Türkiye’de mevcut yetersiz doğa koruma ve çevre mevzuatını dahi sermaye lehine işlevsiz bırakacak düzenlemeleri kabul etmiyoruz. Sömürünün olmadığı, ekolojik bir yaşamın inşası için herkesi dayanışmaya ve bu kanunun iptali için seslerini yükseltmeye çağırıyoruz.”

Türkiye’de basın özgürlüğü: Kızmaz gözaltına alındı, Pehlivan cezaevine gönderildi

Geçtiğimiz günlerde Anayasa Mahkemesi‘nin basın çalışanlarını ve gazetecileri hedefe alan “sansür yasası”nın üç yıla kadar hapis cezası getiren maddesinin iptali talebini reddetmesi tepki uyandırmıştı. Heyetin talebi görüştüğü AYM binasının önünde nöbet tutan gazeteciler, kararın basın özgürlüğünü tehdit ettiğini belirtmişti. Karardan günler sonra bugün de Gazeteci Mehmet Kızmaz, seçim sonuçları ve deprem sürecinde sosyal medya hesabında yaptığı paylaşımlar gerekçe gösterilerek gözaltına alındı. Gazeteci Barış Pehlivan ise dosyasına bakan hakimin, Pehlivan’ın avukatlarının yazılı savunmasını okumadığı için yeniden cezaevine gönderildi. Barış Pehlivan’ın duruşması 16 Kasım’a erteledi.

‣Gazeteciler sansür yasasını görüşen AYM’nin önünde

Gazeteci Kızmaz, gözaltına alındı

Mehmet Kızmaz, Batman Cumhuriyet Başsavcılığı‘nın başlattığı bir soruşturma kapsamında Batman‘ın Hasankeyf ilçesinde gözaltına alındı. Kızmaz hakkında “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme” iddiasıyla soruşturma başlatıldığı ve yakalama kararı çıkarıldığı belirtildi.

Kızmaz, seçim sonuçları ve deprem sürecinde sosyal medya hesabında yaptığı paylaşımlar gerekçe gösterilerek gözaltına alındı. Kızmaz, Batman İl Emniyet Müdürlüğü’nde tutuluyor.

Gazeteci Pehlivan’ın duruşması ertelendi: Bunun adı hukuk değil

Gazeteci Barış Pehlivan’a “kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret” suçlamasıyla açılan davanın duruşması bugün Çağlayan Adliyesi 2. Asliye Ceza Mahkemesinde görüldü. Denetimli serbestlik hakkından yararlandırılmayan Barış Pehlivan üç aydır Maltepe Açık Cezaevi’nde tutuluyor.

Gazeteci Barış Pehlivan’ın tahliye talebi reddedildi

Hakim, Barış Pehlivan’ın avukatlarının yazılı savunmasını okuyacağı gerekçesiyle duruşmayı 16 Kasım’a erteledi. Pehlivan duruşma çıkışında hakimin karar vermemesine isyan etti:

“Bir hakim aylar önce UYAP’a konulan dosyaları okumadığını bahane ederek beni tekrar cezaevine gönderiyor. Bomboş bir dosya ben tekrar yarın cezaevine döneceğim bunun adı hukuk değildir. Bunun adı vicdan değildir.”

Gazeteci Cengiz Erdinç de gözaltına alındı
‘Adliyedeki rüşvet iddialarına soruşturma haberimize erişim engeli’ haberimize de erişim engeli geldi
Gazeteci Dinçer Gökçe de gözaltına alındı: Gerekçe Şardan’la aynı
Tolga Şardan hakkında tahliye kararı
bianet editörü Evrim Kepenek’e de ‘dezenformasyon’ soruşturması açıldı
Bir ‘dezenformasyon’ soruşturması da Birgün muhabirlerine…
Üç ay sonra hakim karşısına çıkan Merdan Yanardağ için tahliye kararı
RTÜK’ten Halk TV’ye beş kez program durdurma ve para cezası
Gazeteciye saldıran belediye başkanı korumalarına tahliye: Kimsenin can güvenliği yok
Hastane yatağından cezaevine: Gazeteci Elif Akkuş tutuklandı
Gazeteci Kalafat ve Akgül’ün davası görüldü: bianet’in haber sitesi olup olmadığı araştırılacak