Ana Sayfa Blog Sayfa 303

Avustralya, batmak üzere olan Tuvalu halkına iklim sığınağı sunacak

Tuvalu Başbakanı Kausea Natano ve Avustralya başbakanı Anthony Albanese, Tuvalu’nun 11 bin sakininin iklim değişikliğiyle mücadele etmesine yardımcı olmak ve en kötü senaryonun gerçekleşmesi durumunda Tuvalu vatandaşlarının iltica etmesi için bir anlaşma imzaladı.

Tuvalu, yükselen deniz seviyeleri nedeniyle dünyanın en savunmasız ülkeleri arasında yer alıyor.

[COP26] Tuvalu, Glasgow’daki konferansa deniz içinden çekilmiş video ile katılacak
Tuvalu’nun batan adaları: Bir gün gelecek ve biz yok olacağız
Fotoğraf: Torsten Blackwood, AFP - Tuvalu/Avustralya, iklim vizesi
Fotoğraf: Torsten Blackwood, AFP

Tuvalu takımadaları 80 yıl içinde yaşanamaz hale gelebilir

Tuvalu’nun dokuz mercan adasından ikisi zaten büyük ölçüde dalgalar altında yok oldu ve iklim bilimcileri, takımadaların tamamının önümüzdeki 80 yıl içinde yaşanmaz hale gelmesinden korkuyor.

Başbakan Natano, anlaşmanın tehlike altındaki ülkesi için bir “umut ışığı” ve bir destek teklifi olduğunu söyledi.

Anlaşmaya göre Tuvalu vatandaşları “Avustralya’da yaşayabilecek, eğitim alabilecek ve çalışabilecek” ve “vardıklarında Avustralya eğitim, sağlık ve temel gelir ve aile desteğine” erişebilecek.

Bernard Kato Ewekia Taomia: Tuvalu bizim evimiz, onu kaybetmek istemiyorum [İklim Kuşağı-25]
Küçük ada ülkeleri adalet arıyor: Sular altında kalacağız, bu denli adaletsizliğe sessiz kalamayız

‘Çığır açıcı’ bir anlaşma

Anlaşmanın “çığır açıcı” olduğunu söyleyen mülteci hukuku uzmanı New South Wales Üniversitesi profesörü Jane McAdam, şunları kaydetti:

“Çoğu insan evlerini terk etmek istemiyor, topraklarına ve denizlerine atalarından kalma çok derin bağları var; ancak bu anlaşma bir cankurtaran halatı sunuyor.”

Cook Adaları‘ndaki Pasifik Adaları Forumu‘nun oturum aralarında gazetecilere verdiği demeçte anlaşmayı “çığır açıcı” bulduğunu söyleyen Avustralya başbakanı Albanese, “Avustralya-Tuvalu birliği, Avustralya’nın Pasifik ailesinin bir parçası olduğumuzu kabul ettiği önemli bir gün olarak kabul edilecektir” dedi.

Beyin göçünü önlemek için, Avustralya’ya taşınabilecek Tuvaluluların sayısı başlangıçta yılda 280 kişi ile sınırlandırılacak.

Fotoğraf: Torsten Blackwood, AFP - Tuvalu/Avustralya, iklim vizesi
Fotoğraf: Torsten Blackwood, AFP

Avustralya komşu ülkelerle benzer anlaşmalara açık

Yeni Zelanda daha önce Pasifik Adası ülkelerine “iklim vizesi” sunma fikrini gündeme getirmişti ancak kitlesel ekonomik göçten korkan adaların muhalefeti nedeniyle bu fikir rafa kaldırılmıştı.

Cuma günü açıklanan anlaşmaya göre Avustralya, ülkenin küçülen kıyı şeridini desteklemek ve kaybedilen toprakları geri almak için 10 milyon dolar harcama sözü verdi.

Ancak eylemin yeterince hızlı gerçekleşmediği ve iklim değişikliğinin etkisinin şimdiden hissedildiği de kabul ediliyor.

Ortak açıklamada, “Aynı zamanda, iklim değişikliğinin etkileri kötüleştikçe Tuvalu halkının başka bir yerde yaşama, eğitim görme ve çalışma seçeneğini hak ettiğine inanıyoruz” ifadesine yer verildi.

Avustralya Başbakanı Albanese, Avustralya’nın Pasifik komşularına benzer anlaşmalar sunmaya açık olabileceğini söyledi.

Anlaşma Avustralya için önemli bir jeopolitik kazanç

AFP‘nin aktardığına göre anlaşma, Pasifik bölgesindeki etkisini güçlendirmek için Çin ile rekabet eden Avustralya için büyük olasılıkla önemli bir stratejik kazanç olarak görülecek.

Anlaşma aynı zamanda Avustralya’nın Tuvalu’yu doğal afetler, sağlıkla ilgili salgınlar ve “askeri saldırı” karşısında savunmasını da taahhüt ediyor ve Avustralya’ya Tuvalu’nun diğer ülkelerle imzaladığı savunma anlaşmalarında söz hakkı veriyor.

Komşu Solomon Adaları‘nın Pekin ile Çin kuvvetlerinin adalara konuşlandırılmasına izin verecek bir savunma anlaşması imzalaması Avustralya için şaşırtıcı olmuştu.

Avustralya’nın ekonomik olarak kömür ve gaz ihracatına bağımlılığı, sert hava koşulları ve yükselen deniz seviyeleri nedeniyle büyük ekonomik ve sosyal maliyetlerle karşı karşıya kalan Pasifik’teki birçok komşusuyla uzun süredir bir sürtüşme noktası oluşturuyor.

Albanese, gelişmekte olan ülkelerin iklim krizinin yükünü göğüslemesi nedeniyle gelişmiş ülkelerin daha fazla sorumluluk üstlenmeye başlaması gerektiğini söyledi.

Anlaşmanın yürürlüğe girmesi için her ülkenin onaylaması gerekecek.

Ne olmuştu?

Denizlerin yükselerek sahil şeridini sular altında bırakması ve deniz sularının tatlı su kaynaklarını kirletmesiyle, Tuvalu 12 bin kişilik nüfusunun tamamını, beklenmedik bir durumla karşılaşılması halinde taşıma planları yapıyordu.

Tuvalu Dışişleri Bakanı Simon Kofe, COP26 iklim zirvesi için yaptığı konuşmada, yakın bir zamana kadar kuru bir toprak olan, okyanusta suyun dizlerine geldiği bir noktada durarak yükselen deniz seviyelerine dikkati çekmişti. Kofe konuşmasında ‘Batıyoruz’ diye uyarmıştı.

MEF FADA Hangar’da gündem: Çernobil ve nükleer felaketin güncelliği

MEF FADA Hangar’da 20 Kasım Pazartesi günü Çernobil ve Nükleer Felaketin Güncelliği etkinliği düzenlenecek.

Emin Altan’ın Türkçesi Ceylan Yayınları, İngilizcesi Manifold tarafından Kasım ayında yayımlanan Çernobil adlı kitabı vesilesiyle gerçekleşen etkinlik, herkesin katılımına açık ve ücretsiz.

Türkiye’nin nükleer hikâyelerini anlatacak uzun metraj belgesel Nükleer Alaturka üzerinde çalışan Can Candan, Çernobil kitabının editörü ve yazarlarından aktivist Cemil Aksu, 2015-2020 yılları arasında Çernobil’e defalarca giderek nükleer felaketin etkilerini kentsel ortamdan doğaya tüm ayrıntılarıyla gözlemleyen ve kendine özgü bir fotoğraf diliyle aktaran Emin Altan ve nükleer santraller ile toplumsal mücadele üzerine çalışan araştırmacı Pınar Demircan Çernobil’i ve nükleer felaketin güncelliğini konuşacak.

Mersin, Akkuyu’da 1976’dan bu yana kurulması için çalışılan Türkiye’nin ilk nükleer güç santralinin 2024 yılı içinde elektrik üretimine başlaması bekleniyor. Dünyada halihazırda aktif olan yüzlerce santralin yanı sıra inşası süren pek çok yeni reaktör mevcut.

Etkinlikte atık sorunu çözümlenemez, aşırı hava olayları ve mega yangınlar santralleri tehdit eden, kuraklık nedeniyle düşen su seviyeleri reaktörlerin soğutulamaması ihtimali yaratan, Ukrayna savaşında görüldüğü üzere nükleer güç santrallerinin dünyayı saran savaşların ortasında hem hedefe hem de silaha dönüşme riski taşıyan nükleer enerjinin nasıl vazgeçilemez bir güç olabildiği hakkında konuşulacak.

Shell, Greenpeace’e 2,1 milyon dolarlık tazminat davası açtı

Petrol devi Shell, Greenpeace kampanyacılarının bu yılın başlarında hareket halindeki bir petrol platformunu işgal etmesinin ardından, örgüte karşı şimdiye kadar karşılaştığı en büyük yasal tehditlerden biri olan 2,1 milyon dolarlık bir tazminat davası açtı.

Dava, dünyanın herhangi bir yerinde denizde ya da limanda Shell altyapısına yönelik tüm protestoların süresiz olarak engellenmesini talep ediyor. Şirket, aksi halde müteahhit şirketlerin de tazminat talep edeceğini ve 8,6 milyon dolara ulaşabilecek taleplerde bulunulabileceğini söylüyor.

Ocak ayında dört Greenpeace protestocusu Shell’in iklime verdiği zarara dikkat çekmek için Atlantik Okyanusundaki Kanarya Adaları‘nın hemen kuzeyinde, Shetland Adaları‘na taşınmakta olan yüzen bir platforma tırmanarak burada “Sondajı durdur, kirlettiğini öde” talebinde bulunan bir pankart açmıştı.

The Guardian‘ın aktardığına göre petrol şirketi, bu protesto nedeniyle çevre örgütünü 50 yıllık tarihindeki en büyük yasal tehditlerden biriyle karşı karşıya bıraktı.

Fotoğraf: Chris J. Ratcliffe / Greenpeace
‣ Shell gemisine tırmanan aktivistten mesaj: Birlikte güçlüyüz

‘İklim adaleti için mücadeleyi bırakmayı reddediyorum’

Greenpeace ise Shell’i “CEO Wael Sawan‘ın fosil yakıt yatırımlarını ikiye katlama hamlelerine karşı büyüyen muhalefeti susturmak” amacıyla “agresif yasal taktikler” kullanmakla suçluyor.

Greenpeace Güneydoğu Asya İcra Direktörü ve Shell’in platformuna çıkan protestoculardan biri olan Yeb Saño şunları söyledi:

Shell, anlamsız ve açgözlü fosil yakıt arayışını durdurması ve dünya üzerinde yarattığı yıkım için hesap vermesine ilişkin benim meşru taleplerimi susturmaya çalışıyor. Mahkemeye çıkıp bununla mücadele edeceğim; ve eğer Shell sondajı durdurmayı reddediyorsa, ben de iklim adaleti için mücadeleyi bırakmayı reddediyorum.”

Fotoğraf: Greenpeace
‣ Greenpeace’den Atlantik’teki Shell platformunda eylem: Sondajı durdur, kirlettiğini öde

Shell: Tek derdimiz aktivistlerin güvenliği

Shell, anlaşmazlığın Greenpeace tarafından protestoya karşı bir baskı olarak nitelendirilmesini reddetti ve davanın sadece deniz altyapısıyla ilgili olduğunu çünkü protestocuların güvenliğinin “her şeyden önemli olduğunu” söyledi.

Bir Shell sözcüsü şunları kaydetti:

“Niyetimiz yanlış aksettirildi. Bu sadece -bu yılın başlarında olduğu gibi- denizde ya da limanda insanların hayatını tehlikeye atabilecek faaliyetlerin önüne geçilmesiyle ilgili, başka bir şey değil. Protesto hakkı temel bir haktır ve buna kesinlikle saygı duyuyoruz. Ancak bu güvenli ve yasal bir şekilde yapılmalıdır. Shell ve yüklenicileri Greenpeace’in tehlikeli eylemlerine karşılık vermenin önemli maliyetlerini karşılamakla yükümlüdür.”

Şirket, protestocuların daha fazla gemiye çıkmasını engelleyebilecek iki mahkeme tedbir kararını güvence altına almak için önemli yasal maliyetlere katlandığını ve güvenliği arttırmak için de ilave bir güvenlik gemisini harekete geçirmek için masraf yapıldığını bildirdi.

Shell sözcüleri “Mürettebatın yanı sıra protestocuların güvenliği de her şeyden önemliydi. Haklı olarak, ilgili tüm insanları korumak için önlemler almakta tereddüt etmedik” diye ekledi.

Fotoğraf: Greenpeace

‘İnsani bedeli ne olursa olsun kâr etmeye kararlılar’

Şirket daha önce petrol platformu protestosunu bir güvenlik sorunu olarak tanımlamıştı. O dönemde bir Shell sözcüsü şunları söylemişti:

“Çok sayıda insanın zorlu koşullarda hareket halindeki bir gemiye binmesi nedeniyle bu eylemler gerçek güvenlik endişelerine neden olmaktadır. Herkesin kendi bakış açısını ifade etme hakkına saygı duyuyoruz. Önemli olan bunu kendilerinin ve başkalarının güvenliğini düşünerek yapmalarıdır.”

Gemiye çıkan aktivistlerden Yakup Çetinkaya, Shell’in platformu üzerindeyken Yeşil Gazete’ye verdiği röportajda şirketin aktivistlere güvenlik endişeleri ile ilgili olarak ulaştığını bildirmişti.

Greenpeace İngiltere‘nin eş icra direktörü Areeba Hamid ise Shell’i “Greenpeace’in kampanya yürütme kabiliyetini kırmaya çalışmakla ve bunu yaparken de iklim adaleti ve kayıp ve zararların ödenmesine yönelik meşru talepleri susturmaya çalışmakla” suçladı ve ekledi:

Bu davanın düşürülmesine ve Shell’in hükümet tarafından denetlenmesine ihtiyacımız var çünkü Sawan’ın insani bedeli ne olursa olsun kâr etmeye kararlı olduğu çok açık.”

Fotoğraf: Chris J. Ratcliffe / Greenpeace

Shell ve iklim protestocularının mahkeme geçmişi

Shell ile iklim protestocuları son dönemde dava salonlarında birkaç kez daha yüz yüzde geldi.

Temmuz ayında ClientEarth’e bağlı çevre avukatları, Shell’in 11 yöneticisini şirketin “özünde kusurlu” iklim stratejisinden kişisel olarak sorumlu tutmak için Londra‘daki yüksek mahkemede dava etmiş ancak bu girişim başarısız olmuştu.

Mayıs ayında ise 17 binden fazla davacıyla birlikte şirketi mahkemeye veren  Friends of the Earth benzeri görülmemiş bir kararla davayı kazanmış, böylelikle Hollanda‘daki bir mahkeme Shell’in petrol ve doğal gaz emisyonlarını 2030 yılına kadar yüzde 45 oranında azaltmasına hükmetmişti.

Dikkat: Doğaya yabancılaşmak bitki körlüğüne neden olabilir

İnsanların şehirleşme ve kırsaldan kente göçün artması gibi nedenlerle doğayla kurduğu bağ azalıyor. Bu da bitkilere yabancılaşmaya neden oluyor. Bitkilerin ve biyoçeşitliliğin farkında olmamak, bu türlerin korunması ve sürdürülebilirliği açısından bir tehdit oluştururken bu tehdide dikkati çekmek amacıyla “bitki körlüğü” kavramı ilk olarak 1999’da ABD’li botanikçiler James Wandersee ve Elisabeth Schussler tarafından ortaya atıldı.

AA’dan Biriz Özbakır’ın aktardığına göre; İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Erol, insanların; bitkilerin, bitki dünyasının ve bu dünyanın yaşam için öneminin farkında olmamalarının “bitki körlüğü” olarak tanımlanabileceğini söyledi.

Bütün coğrafyalara bitkilerin hakim olduğunu, kuraklık stresinin yaşandığı kutuplarda bile antifriz molekülleri sayesinde, donmadan varlıklarını sürdürebilen kara yosunları bulunduğunu aktaran Erol, bu örnekler düşünüldüğünde dünyada insanlarla bitkilerin birlikte bir yaşam sürdüğünün kolayca farkına varılabileceğini kaydetti.

‘Etrafımızdaki çeşitliliğin ve bu çeşitliliğin öneminin farkında değiliz’

Biyoçeşitlilik açısından zengin bir ülke olan Türkiye’de yaklaşık 11 bin bitki türü yetiştiği ve bunun, Avrupa kıtasının tamamındaki sayıya denk olduğu bilgisini paylaşan Erol, “Bizim esas büyük problemimiz biyoçeşitliliğin farkında olmamamız. Yani sadece bitki örtüsü değil etrafımızdaki çeşitliliğin ve bu çeşitliliğin öneminin de farkında değiliz” tespitinde bulundu. Prof. Dr. Erol, şöyle devam etti:

“İnsanların belki de en büyük yanılgısı etrafta yeşil gördükleri her yeri doğal ortam zannetmeleri ama böyle değil. Milyonlarca yıl sonunda ortaya çıkmış bir biyoçeşitlilik var ve bu biyoçeşitliliğin içindeki unsurların birbirleriyle olan ilişkileri söz konusu. Bu ilişkilerin çoğunu henüz kavramış vaziyette değiliz. Hangi bitki hangi bitkiyle ilişki halinde, hangi hayvan hangi bitkiye muhtaç, hangi bitki hangi hayvanın aracılığıyla tohumlarını ya da meyvelerini dağıtıyor. Bunları henüz anlamaya çalışıyoruz. Bu, insan yaşamı için de çok önemli çünkü bildiğiniz üzere bugün kullandığımız birçok ilaç ve kimyasal ham madde bitkilerden elde ediliyor.”

 İnsanlar hayvanları bitkilerden daha üstün görüyor: Koruma çabaları sınırlı

Bitki körlüğü nedeniyle insanların, hayvanları bitkilerden daha üstün görme eğiliminde olduğu değerlendirmesinde bulunan Erol, bu nedenle bitkiler için koruma çabalarının sınırlı kaldığına dikkati çekti. Erol, şunları söyledi:

“Genelde insanlar, özellikle çocuklar ve gençler hayvanlara karşı özel bir ilgi duyuyorlar ama o hayvanların yaşayabilmeleri ve varlıklarını sürdürebilmeleri için doğal bir ortama, bitkilere ihtiyaçları var. Aslında bütün yaşamın kökeni bitkilerden kaynaklanıyor. Bitki dünyası ve bitkilerin çeşitliliği olmasa, hayvanların çeşitliliğinin olması da mümkün değil. Hayvanların yaşaması, barınması mümkün değil. Buna bir bütün olarak bakmamız daha doğru olacaktır.”

Dünyanın en kapsamlı besin grubunu bitkilerin oluşturduğunu hatırlatan Erol, gıdanın sürdürülebilirliği açısından özellikle besin gruplarına ait bitki türlerinin bilinmesinin önemli olduğunun altını çizdi.

 ‘Bunu yaşamaları gerekiyor’

Kentleşmeyle birlikte insanların doğadan koptuklarını, bitkilere olan farkındalıklarının da doğal olarak azalacağını vurgulayan Erol, “İnsanların dokunmadığı, görmediği, içinde bulunmadığı şeylere karşı körlük yaşaması çok normal. Onlara bizim bunu anlatamamamız da çok normal. Bunu yaşamaları gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Bitki körlüğüne karşı neler yapılabilir?

Erol, bitki körlüğünün önüne geçmek için yapılabileceklerle ilgili şu önerilerde bulundu:

“Her şeyden önce bitki dünyası konusunda bir farkındalık yaratmak gerekiyor. Burada birçok parametre söz konusu. Bilim insanları bu farkındalığı yaratabilir. Aslında bitki farkındalığını yaratma konusunda dünyada bugün botanik bahçeleri öncü rol oynuyor. Botanik bahçeleri bitkileri insanlara tanıtmak, bitkilerin çeşitliliğini ve bitki dünyasının zenginliğini göstermek açısından çok önemli. Botanik bahçelerinde halk günleri düzenlenerek bitkiler yerinde gösterilip anlatılarak bu konuda farkındalık artırılabilir. Doğadan kopuk olmamızın suçlusu olarak şehir yaşamını gösteriyoruz ama bitkileri tanımak, bitki körlüğü yaşamamak ve bitki örtüsünü bilmek için illa kırsalda yaşamak gerekmiyor. Biraz bu konuda algımızı açmak ve eğitimle bunu desteklemek bitki körlüğüne engel olabilir.”

İklim krizi: Ekim 2023 itibariyle dünya, kayıtlardaki en sıcak 12 aylık dönemi yaşadı

Küresel sıcaklıklar Kasım 2022‘den Ekim 2023‘e kadar sanayi öncesi seviyelerin 1,3°C üzerine çıkarak yeni bir 12 aylık rekor kırdı. Bu, kayıtlı tarihteki en sıcak 12 aylık döneme işaret ediyor.

Kömürpetrol ve gaz gibi fosil yakıtların kullanımı ve doğanın tahrip edilmesiyle atmosferdeki ısıyı tutan sera gazı miktarının artması nedeniyle gezegenin ortalama sıcaklığı artış gösteriyor.

Climate Central tarafından yayımlanan yeni bir analize göre, 170 ülkede ortalama sıcaklıklar 30 yıllık normları aşarak 7,8 milyar insanı (insanlığın yüzde 99’u) ortalamanın üzerinde sıcaklıklara maruz bıraktı. Yalnızca İzlanda ve Lesotho‘da normalden düşük sıcaklıklar kaydedildi.

Hava durumu ilişkilendirme analizi, bu süre zarfında 5,7 milyar insanın, iklim değişikliğinin etkisiyle en az üç kat daha olası hale gelen en az 30 günlük ortalamanın üzerinde sıcaklıklara, yani Climate Central’ın İklim Değişimi Endeksinde üçüncü seviyeye maruz kaldığını ortaya koyuyor.

Bu maruziyet Japonya, Endonezya, Filipinler, Vietnam, Bangladeş, İran, Mısır, Etiyopya, Nijerya, İtalya, Fransa, İspanya, Birleşik Krallık, Brezilya, Meksika ve tüm Karayip ve Orta Amerika ülkelerinde yaşayan neredeyse herkesi kapsıyor.

iklim krizi
Houston, Teksas, ABD. Haziran 2023. Fotoğraf: David J. Phillip / AP
‣ Copernicus: Ekim ayı sıcaklıkları rekor kırdı, 2023’ün rekor kıracağı neredeyse kesin
‣ 2023 Eylül’ü resmi olarak ‘en sıcak ay’: Olağanüstü bir rekor

Dünyanın en yüksek nüfuslu üç ülkesi büyük oranda etkilendi

Hindistan‘da 1,2 milyar kişi, yani nüfusun yüzde 86’sı, en az 30 günde İklim Değişikliği Endeksi üçüncü seviye sıcaklıklar yaşadı. Çin‘de bu sayı 513 milyon kişi ile nüfusun yüzde 35’ine yükseldi. ABD‘de ise 88 milyon kişi, yani nüfusun yüzde 26’sı, en az 30 gün  boyunca iklim değişikliği nedeniyle en az üç kat daha fazla sıcaklık yaşadı.

Bu süre zarfında 200 şehirde 500 milyondan fazla insan, 30 yıllık normlara kıyasla 99’uncu yüzdelik dilimde en az beş günlük aşırı sıcaklıkla sıcak dalgası yaşadı. Dünya üzerindeki hiçbir büyük şehir ABD’nin Teksas eyaletindeki Houston kentinin 31 Temmuz ve 21 Ağustos tarihleri arasında yaşadığı art arda 22 gün süren aşırı sıcaklara ulaşamadı.

Louisiana eyaletindeki New Orleans ile Jakarta ve Tangerang olmak üzere iki Endonezya şehri 17 gün üst üste aşırı sıcaklarla onu takip etti. Teksas kentlerinden Austin (16 gün), San Antonio (15 gün) ve Dallas (14 gün) da en uzun aşırı sıcaklık serilerine sahip şehirler arasında yer aldı.

Bu şehirlerin tümünde, sıcak dalgalarının her gününde, iklim değişikliğinin bu aşırı sıcakları en az beş kat daha olası hale  getirdiğini gösteren İklim Değişikliği Endeksi maksimum seviye olan beşe ulaştı.

iklim krizi
2023 yazında bir sıcak dalgası ABD’nin güney eyaletleri ile Meksika’yı da içine alan geniş bir coğrafyada etkili oldu.
‣ Temmuz 2023, dünyanın kaydedilen en sıcak temmuz ayı olarak tarihe geçiyor
‣ Milyonlarca yılın sıcaklık rekoru kırıldı: Bu normal bir anomali, yanmaya devam edeceğiz

‘İklim değişikliğine karşı hiç kimse güvende değil’

Climate Central’ın bilimden sorumlu başkan yardımcısı Dr. Andrew Pershing, “Bu 12 aylık rekor, karbon kirliliğinin körüklediği bir küresel iklimden tam da beklediğimiz şey” dedi. Pershing, şunları söyledi:

Gelecek  yıl da rekorlar kırılmaya devam edecek, özellikle de gelişen El Niño etkisini göstermeye  başlayıp milyarlarca insanı olağandışı sıcaklıklara maruz bıraktıkça. İklimin etkileri en çok ekvatora yakın gelişmekte olan ülkelerde hissedilirken, ABD, Hindistan, Japonya ve Avrupa‘da  iklim kaynaklı aşırı sıcakların görülmesi hiç kimsenin iklim değişikliğine karşı güvende olmadığının altını çiziyor.”

‘Tek çözüm emisyonların azaltımı’

Bilim insanları, aşırı sıcakların ve sıcak dalgalarının yanı sıra iklim kriziyle sıklığı, şiddeti, etki alanı ve süresi artan kuraklık, sel, kasırga gibi diğer aşırı hava olaylarının da önüne geçebilmek için tek çözüm yolunun hızlı ve büyük emisyon kesintileri yapmak olduğunun altını çiziyor. Bu nedenle fosil yakıt kullanımına son vererek yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek kritik önem taşıyor.

Reading Üniversitesi’nden İklim Bilimci Richard Allan “Ancak tüm sektörlerde sera gazı emisyonlarında hızlı ve büyük kesintiler yaparak, bu rekor kıran sıcaklık manşetlerinin tekrarlanmasının önüne geçebiliriz ve daha da önemlisi, hızla ısınmanın beraberinde getirdiği aşırı yağış, sıcaklık ve kuraklığın artan şiddetini sınırlayabiliriz.”

Bilim insanları açıkladı: İklim krizi yaşanmasaydı, aşırı sıcaklar neredeyse imkansızdı

İHD: Anayasa Mahkemesi büyük bir siyasi baskı altında

Önce “sansür” yasası olarak bilinen “dezenformasyonla mücadele yasası”nın TCK’nın “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçuna hapis cezası getiren 217/A maddesinin iptali talebini görüşen Anayasa Mahkemesi (AYM) bu talebi reddetti. Ardından Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi,  tutuklu Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında ‘hak ihlali’ kararı veren Anayasa Mahkemesi (AYM) üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunup TBMM’ye Atalay’ın vekilliği konusunda bildirimde bulundu. İnsan Hakları Derneği (İHD) tarafından bu iki karara ilişkin açıklamada bulunularak “Yaşadığımız coğrafyada dün iki hukuk ihlali meydana geldi” denildi.

Yargıda kriz, TBMM’de nöbet: Yargıtay hakkında suç duyurusu 
AYM’den sansür yasası kararı: İptal talebi reddedildi 

‘Anayasa Mahkemesi büyük bir siyasi baskı altında’

Sansür yasasına ilişkin olarak İHD’den yapılan açıklamada “Türkiye Cumhuriyeti yargısının uluslararası sözleşmeleri sürekli ihlal ettiğini her zaman dile getirmekteyiz. Ancak yaşadığımız dönemde yargı kendi iç hukukunu da ihlal etmektedir. Anayasa Mahkemesi bu ret kararıyla hem Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın ifade özgürlüğünü düzenleyen 26. Maddesini ihlal etmiştir hem de ulusal hukukun üzerinde kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. ve 10. maddelerini ihlal etmiştir. Bu kararla hem gazetecilerin üzerindeki yargı baskısının arttırılmasına hem de halkın haber alma hakkının ihlaline neden olmuştur” ifadeleri kullanıldı. Açıklamada şunlar aktarıldı:

“Ancak bizler şunu da çok iyi biliyoruz, Anayasa Mahkemesi özgür değil yani bu coğrafyadaki yargı sisteminin en üst mahkemesini hatta bir yanıyla da Yüce Divanı oluşturan Anayasa Mahkemesi büyük bir siyasi baskı altında. Hatta şunu çok iyi biliyoruz ki iktidarın ortağı olan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli defalarca Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını dile getirdi. Anayasa Mahkemesi’nin ne kadar büyük bir baskı altında olduğu Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin bir kararıyla dün öğleden sonra saatlerinde ortaya çıktı.”

‘Yargıtay 3. Ceza Dairesi açıkça Anayasa Mahkemesi’ne başkaldırdı’

İHD tarafından Atalay hakkında AYM’nin verdiği ‘hak ihlali’ kararını hem yerel hem de Yargıtay’ın tanımamasına ilişkin yapılan açıklamada ise “Yargıtay 3. Ceza Dairesi açıkça Anayasa Mahkemesi’ne başkaldırdı. Oysaki Anayasanın 153. Maddesi Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının Yasama Yürütme Yargı ve idare makamlarını gerçek ve tüzel kişileri bağladığını açıkça yazar. Yargıtay 3. Ceza Dairesi açıkça Anayasayı ılgâ etmiştir bu kararla” denilerek şunlar dile getirildi:

“Yargıtay 3. Dairesi bununla da kalmadı Anayasa Mahkemesinin kararına uymayacağı kararını dile getirdi hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni eleştirdi ve ona adeta görevini hatırlattı ve Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.

Yargıtay’ın bu akıl almaz kararlar karşısında öncelikle meclisteki tüm vekilleri insan hakları savunucuları olarak görevlerine sahip çıkmaya çağırıyoruz. Bu bir yargı darbesidir. Bu yargı darbesine karşı kendisine demokratım hukuk devletinden yanayım diyen herkesin karşı çıkması gerekir.”

Son olarak insan hakları savunucuları olarak hukuk darbesine karşı tavır alacaklarını duyuran dernek üyelerince yapılan açıklamada “Yasama Yürütme Yargı organları arasındaki görev ayrımının sonuna kadar hatırlatacağımızı tüm kamuoyuna bildiriyoruz” ifadelerine yer verildi.

Rapor: Nesli tehlikedeki ada martıları için Türkiye’nin önemi artıyor

Doğa Derneği, nesli küresel ölçekte tehlike altında olan ada martılarının popülasyonu, küresel dağılımı, mevcut tehditleri ve koruma çalışmalarının yer aldığı 2023 raporunu yayımladı. Rapora göre ada martısı sayılarındaki düşüş 2030’a kadar yüzde 40’a ulaşabilir.

Akdeniz deniz kıyıları boyunca dağılım gösteren nesli tehlikede bir deniz kuşu olan ada martısı, Dünya Doğa Koruma Birliği kriterlerine (IUCN) göre küresel ölçekte hassas (VU) kategoride değerlendiriliyor. Beyaz ve gri renkleri taşıyan ada martısının en ayırt edici özelliği ise koyu renk gözleri ve kırmızı gagası. Ada martısı, sardalyagiller başta olmak üzere balıklar, omurgasızlar ve bitkisel kaynaklarla besleniyor.

Türkiye’de şu ana kadar kayıt altına alınmış 17 martı türünden biri olan ada martısı, Ege ve Akdeniz kıyılarında yıl boyu görülüyor. Doğa Derneği, bugüne kadar ada martısı üzerinde yapılan araştırmalar, güncel dağılım alanları, popülasyon durumu, üzerindeki tehditler ve uzman görüşlerini bir araya getirdiği raporunu yayımladı. Rapora göre ada martılarının sayısı 2030’a kadar yüzde 40 oranında azalabilir.

Ada martılarının sayısı 2010 yılından beri azalıyor. Akdeniz’in batı kolonilerindeki bireylerin çoğu farklı kolonilere katılırken türün dağılım haritasında da değişimler gözlemleniyor. Üreme kolonilerinin yüzde 70’i büyük ölçüde yok olmuş durumda.

Ada martıları, ölü balık artıklarının azalması, köpek, kızıl tilki ve porsuk gibi memeli hayvanlarının tür üzerindeki olumsuz etkisi, balıkçılık ekipmanlarına takılması, gümüş martı ile rekabeti, üreme bölgelerindeki kıyı turizmi, otlatma, araç çarpmaları ve yumurta toplama gibi tehditler nedeniyle yok oluyor. Yapılan çalışmalar, 2006- 2030 yılları arasında 3 nesli kapsayacak şekilde ada martısı sayılarındaki düşüş oranının yüzde 31- 40’lara kadar ulaşacağı tahmin ediliyor.

‘Türkiye Ada Martıları için kritik öneme sahip’

Konuyla ilgili açıklamada bulunan Doğa Derneği Koruma Programı Koordinatörü Şafak Arslan, “Ülkemizde ada martısına yönelik araştırmalar çok sınırlı. Elimizdeki veriler Türkiye’de 47- 90 çiftin ürediğini gösteriyor. Akdeniz ülkelerinde ada martısının sayısının artırılması için başarılı projeler ve eylem planları başlatıldı. Yüksek yayılım yeteneğine sahip olan ve çalışmalar sonucunda sayısı artan martılar için Türkiye önemli bir potansiyele sahip. Bu nedenle, kıyı ekosistemleri ve adaların korunması ve ada martılarına yönelik tehditlerin ortadan kaldırılması için ivedilikle çalışmalar başlatılmalı” dedi.

Son olarak kolonilerinden çoğu zaman 40 km’den fazla uzaklaşmayan ada martılarının sadece üreme kolonilerinin korunması dahi popülasyonunun önemli bir kısmının korunmasını sağlayabileceğini belirten Arslan, şu ifadeleri kullandı:

“Tüm üreme alanlarının belirlenmesi, izlenmesi, bu alanlara müdahalenin yasaklanması, koloni yakınlarındaki rekreasyon ve imar faaliyetlerinin denetlenmesi, ada martılarının üremesini olumsuz etkileyen diğer türlerin kontrolü, balıkçılık yönetim politikalarının düzenlenmesi bu türün korunması için atılabilecek ilk ve kritik adımlar.”

Mor Dayanışma ‘sığınma evi kampanyası’ başlattı

Kadına yönelik erkek şiddeti, yasaların uygulanmaması ve önleyici ve denetleyici mekanizmaların işletilmemesi nedeniyle günden güne artarak devam ediyor. Ülkede şiddete maruz bırakılan kadınların başvurabileceği sadece 145 sığınma evi bulunurken, Belediyeler Kanunu’nun 14. Maddesi’nde yer alan “Büyükşehir Belediyeleri ile nüfusu 100 binin üzerindeki belediyeler, kadınlar ve çocuklar için konuk evi açmak zorundadır” hükmü yerine getirilmiyor. Şiddetle mücadelede önemli mekanizmalardan biri olan sığınma evlerinin yetersizliği kadınların en çok tartıştığı ve mücadele verdiği konuların başında geliyor.

İzmir Mor Dayanışma Kadın Derneği de 16 Eylül’de başlattığı “Yalnız değilsin Mor Dayanışma var” çalışmasının ilk adımı olarak 22 Ekim’de nüfusa oranla sığınma evi açılması talebiyle imza kampanyasının startını verdi. Kampanya kapsamında kadınlardan imza toplayan derneğin hedefi ise İzmir’in Konak ve Karşıyaka ilçelerinde birer sığınma evi açtırmak.

MA’dan Tolga Güney‘ün aktardığına göre; nüfusa oranla sığınma evi açılması talebiyle imza kampanyası başlatan İzmir Mor Dayanışma Kadın Derneği’nin üyesi Sevde Ünal, “Bu sistemin karşısında örgütlenerek ve birleşerek durmalıyız. Diğer türlüsü mümkün değil” dedi.

Kadın ve çocuğun can güvenliği için gizli tutulması gereken sığınma evlerinin adresinin herkes tarafından bilindiğini belirten Ünal, “Kampanyamızın aciliyeti milletvekilli Perihan Koca‘nın bindiği bir toplu taşımada sorması üzerine herkesin kadın sığınma evini biliyor olmasıyla ortaya çıktı. Sığınma evlerinin güvenlikli olmadığını zaten biliyorduk. Ancak bu olay sonrası kendi yerellerimizde tartışmaya başlayınca karşılaşılan tablo hepimizi şaşırttı. Özellikle İzmir’de 187 kapasiteli 7 sığınma evinin olduğunu ve bunların birçoğunun internette adresinin yazıldığını gördük” diye belirtti.

Erkekler son 10 ayda 268 kadını öldürdü

Nüfusu 100 bini aşan her belediyenin sığınma evi açma sorumluluğu olduğunu hatırlatan Ünal, kampanya kapsamında 14 Ocak’ta büyük bir sempozyum düzenleyeceklerini aktardı.

Kampanyaya ilginin yüksek olduğunu dile getiren Ünal, mevcut sığınma evleri ile ilgili bilgi aktardıklarında kampanyaya katılımın arttığını söyledi. Ünal, “Kadınlar var olan koşulları bilmediklerini belirterek, kampanyaya katılıyor. Bu istek de bize güç veriyor. Change.org üzerinden de imza toplamayı düşünüyoruz. Amacımız daha fazla kadına ulaşmak ve bilgilendirmek” dedi. AKP iktidarının kadınları yaşamın her alandan uzaklaştırmaya çalıştığını belirten Ünal, şöyle devam etti:

“Şiddette uğramış bir kadına güvenceli bir koşul sunamıyorsunuz. En temel hakkı olan barınma hakkını elinden almış oluyorsunuz. Bu yüzden ‘Yalnız değilsin’ şiarıyla yola çıktık. Kadına şunu söylüyoruz; bu sistemin karşısında örgütlenerek ve birleşerek durmalıyız. Diğer türlüsü mümkün değil.”

Uygulanmayan yargı kararları Muğla’yı susuz bıraktı: Su yaşamdır, kömürlü termik santral ölüm!

Yargı kararının uygulanarak Muğla‘daki üç termik santralin kapatılmasını talep eden Muğla Adalet Kervanı tamamlandı. Kervan henüz yoldayken Bodrum’a hayat veren baraj sularının bitmesi nedeniyle ilçenin susuz kaldığı öğrenildi. 71 kurum, susuzluğa termik santraller için yapılan doğa kıyımlarının neden olduğunu vurgulayarak yargı kararının uygulanması çağrısında bulundu.

Aydın İdare Mahkemesi, 1993’te Kemerköy Termik Santrali ile Yatağan Termik Santrali‘nin, 1994’te ise Yeniköy Termik Santrali‘nin kapatılmasına yönelik karar verdi. Ancak yargının bu kararı yaklaşık 30 yıldır uygulanmadı.

Muğla Adalet Kervanı’nın 30 yıldan beri beklemeye devam eden mahkeme kararının uygulanması, kömürlü termik santrallerin derhal kapatılması ve Muğlalılara ödettiği ağır bedellerin son bulması için gerçekleştirildiğini vurgulayan kurumlar, ülke yöneticilerinden adalet talep etti.

‘Muğla’daki susuzluk doğal değil’

Açıklamada, “İklim krizinin ağır sonuçlarını yaşıyoruz ve su fakiri bir ülke olma yolunda ilerlediğimiz gerçeği ile yüzleşiyoruz. Ancak Muğlalılar çok iyi biliyorlar ki yaşamakta oldukları susuzluk doğal değil” ifadeleri kullanıldı. İmzacı kurumlar, şunları ekledi:

“Günlük hayatlarımızı sürdürülmez hale getiren susuzluk, yetkililerin on yıllardır adaleti geciktirmesi sonucu Muğlalılara ödetilen ağır bedellerin sadece bir boyutu. Üstelik su kıtlığı herkesin bildiği sır olarak varlığını sürdürüyordu. Doğal yaşam kaynaklarımızın enerji ve maden şirketleri tarafından hunharca sömürülmesi devam ederse susuzluğun kaçınılmaz olduğu bilim insanları tarafından söylendi durdu. Ne bakanlıklar, ne valiler, ne halkın seçtiği yerel yöneticiler ne de milletvekilleri bu devasa yaşamsal sorunu dert etti. Zira onların derdi müştereklerimiz olan bu zenginliklere, yani sömürülen toprağa, suya, yaşam alanlarına ‘yerli ve milli servet’ diyerek bir avuç sermaye sahibine çitletmekti.”

‘Termiklere bedava verilen su, halkı susuz bırakıyor’

Yaşanan su krizinin gerçeklerini kamuoyuyla paylaşan kurumlar, suyun yönetiminde sorumlu kurumlar olan Devlet Su İşleri (DSİ) ve Muğla Su ve Kanalizasyon İdaresi’ni (MUSKi) “yetkilerini şirketlerin çıkarlarından yana değil, halktan yana, kamu yararını öne alarak kullanmaya” davet etti.

Açıklamada, termik santrallere su tahsis edilmesinin susuzluğa neden olduğu vurgulanarak “Kapatma kararı uygulanmadığı için çalışmasına izin verilen, çevresine ölüm ve zulümden başka bir şey getirmeyen termik santrallere türbinlerini soğutmak üzere içme suyunu kullandırtmasalar, insanların su ihtiyacı karşılanıp bölgede asla su sıkıntısı çekilmeyebilirdi. Termiklere bedava verilen içme suyu, halkın kullanımında ‘su hayattır’ sözünün tam karşılığını bulabilirdi” dendi.

‘Bodrum’un ihtiyacından iki katı fazla suyu iki santral tüketiyor’

İmzacı kurumlar, Bodrum’un yıllık su ihtiyacının 44,42 milyon metreküp olarak öngörüldüğü, bu ihtiyacın yalnızca 28,14 milyon metreküpünün mevcut kaynaklardan DSİ tarafından, MUSKİ Genel Müdürlüğü aracılığıyla sağlanabildiği ve Bodrum yarımadasının su ihtiyacında 16 milyon metreküp hacminde bir açık olduğu bilgilerini paylaştı.

Termik santrallerin su tüketimine ilişkin olarak şunlar kaydedildi:

“Halkın su kullanım ihtiyacı karşılanamazken Yatağan Termik Santrali’nin bir yılda kullandığı soğutma suyunun miktarı 19 milyon metreküptür ve bu su tahsisi Lagina kaynağından temin edilmektedir. Yeniköy Termik Santralinin Kullandığı su miktarı ise 14,5 milyon metreküptür. Santrale tahsis edilen suyun 9,5 milyon metreküpü Geyik Barajından, geri kalan 5 milyon metreküpü ise Milas Dereköy yeraltı suyu varlıklarından alınmaktadır. Yani iki termik santral, toplam 33,5 milyon metreküp içilebilir kalitede su kullanmaktadır. Yani susuzluğa mahkum edilen Bodrum’un ihtiyacı olan su miktarının iki katından fazlasını bu iki santral tüketmektedir. Hem de ne için? Yargının verdiği kapatma kararına rağmen doğaya, insana ölüm saçan termik santraller faaliyetlerine devam etsinler diye!”

‘DSİ, yönetmelikleri hiçe sayıyor’

Açıklamada, Su Tahsisleri Hakkındaki Yönetmelik‘in 7’nci Maddesinde suyun kullanımında öncelik sıralaması yapıldığı ve halkın içme ve kullanma suyu ihtiyacının birinci, enerji üretimi ve sınai su ihtiyaçlarının ise dördüncü sıraya koyulduğu hatırlatıldı.

Kurumlar, “Yani yasa açık bir şekilde yurttaşların su ihtiyacının öncelikle karşılanması gerektiğini söylerken DSİ uymak zorunda olduğu kendi yönetmeliğini hiçe saymaktadır” vurgusunu yaptı.

Termik santrallerin ve onlara kömür sağlayan maden ocaklarının neden olduğu vahşi doğa ve insan sömürüsünün gözler önünde gerçekleştiğini belirten açıklamada, “Aklı, vicdanı olan herkesin isyan ettiği bu gerçekler ortada iken devletin kurumları ne kapatma kararını uygulamayı düşünebilmekte ne de halkın öncelikli su hakkını dert etmektedir. Onlar yeni kuyular açmaktan, denizden tatlı su elde etmek gibi çılgın projelerden söz etmektedirler. Şaşı bakıp şaşırtabileceklerini düşünmektedirler. Ama gerçeklerin üzerini örtmeye güçleri yetmez” ifadelerine yer verildi.

‘Kamu yararı, hukuk unutuldu’

“Bölge halkı ölüm çukurlarının dibinde her gün hasta oluyor, her gün ölüyor, her gün daha fazla susuzluk çekiyor” denilerek maden çalışanlarının ve halkın sorunlarına değinen kurumlar “Devletin kurumları kamu yararını unutmuşlar, hukuku unutmuşlar, sanki tek görevleri kamu kaynaklarını termik santrallerin patronlarına aktarmakmış gibi davranıyorlar” dedi.

Bodrumlu, Milaslı, Muğlalı yurttaşlar yetkililere seslenerek, şu çağrıda bulundu:

“Artık bu akıl tutulmasından, bu hukuksuzluktan vazgeçin! Sizlerin görevi yargı kararlarını uygulamak, yasalara, yönetmeliklere uymak, görevlerinizi yaparken kamu yararını ve adaleti gözetmektir. Derhal yargı kararını uygulayın ve termik santrallerin kapatılmasını sağlayın; onlara kömür sağlamak için verilmiş maden ruhsatlarını, su tahsislerini iptal edin. Termik santraller kapatılırken o santrallerin patronlarına aktarılan kamu kaynaklarını santrallerde ve kömür ocaklarında çalışan emekçilerin sağlıklı koşullarda çalışabilecekleri iş imkanları yaratmak için harcayın.”

İmzacı kurumlar

Ortak açıklamayı imzalayan kurumlar şunlar:

  1. 2017 Bodrum Yurttaş İnisiyatifi
  2. Akdeniz Yeşilleri Derneği
  3. Akyaka Kültür ve Sanat Derneği (AKS)
  4. Akyarlar Siteler Birliği Platformu
  5. BES Muğla Şubesi (Büro Emekçileri Sendikası)
  6. Bodav -Bodrum eğitim ve dayanışma vakfı
  7. Bodrum Alevi Bektaşi Kültür Derneği
  8. Bodrum Çevre Platformu
  9. Bodrum Filarmoni Derneği
  10. Bodrum Kadın Dayanışma Derneği
  11. Bodrum Kent Konseyi
  12. Bodrum ODTÜ Mezunları Derneği
  13. Bodrum Savunması
  14. Bodrum Tohum Derneği
  15. Bodrum Yarımadası Kültür ve Çevresini Koruma Derneği
  16. Büyük Menderes İnisiyatifi’ni (BMİ)
  17. CHP Bodrum İlçe Örgütü
  18. Datça Demokrasi Platformu
  19. Datça Kent Konseyi
  20. Datça Turizm ve Çevre Derneği (DAÇEV)
  21. Deştin Çevre Platformu
  22. Dev-Yapı-İş Muğla Temsilciliği
  23. Eğitim-İş Muğla İl Örgütü
  24. Eğitim-Sen Bodrum Temsilciliği
  25. Eğitim-Sen Datça Temsilciliği
  26. EĞİTİMSEN Muğla Şubesi (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası)
  27. Emek Benim Kadın Derneği
  28. Emek Partisi Muğla İl Örgütü
  29. Fethiye Ekolojik Yaşam Derneği
  30. Gökova Akyaka’yı Sevenler Derneği (G.A.S-Der)
  31. Gökova Ekolojik Yaşam Derneği
  32. Güllük Körfezi Koruma Platformu
  33. Gümüşlük Çevre ve Sanat Derneği
  34. Gümüşlük Forum
  35. Hacıbektaşi Veli Anadolu Ķültür Vakfı Datça Cemevi
  36. HDK Muğla İl Meclisi
  37. HEDEP Muğla İl ve İlçe Örgütleri
  38. İkizköy Çevre Komitesi
  39. Karya Kadın Derneği
  40. KESK Muğla Şubeler Platformu ve içinde yer alan:
  41. Mandalya Çevre Platformu
  42. Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi
  43. Marmaris Ekolojik Tarımsal Kalkınma Kooperatifi
  44. Marmaris Filarmoni Derneği
  45. Marmaris Kent Konseyi
  46. Menteşe Kent Konseyi
  47. Milas 78’liler
  48. Milas Kent Konseyi
  49. Milas Yurttaş İnisiyatifi
  50. Muğla Barosu
  51. Muğla Çevre Platformu
  52. Muğla Kadın Dayanışma ve Danışma Derneği
  53. Muğla Tabip Odası
  54. Muğla’da Alternatif Yaşam Atölyeleri-MAYA
  55. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Muğla Şubesi
  56. Sandras’ı Koruma Platformu
  57. SES Muğla Şubesi (Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası)
  58. Slow Food Gökova Birliği
  59. Slow Food Yaveş Gari Bodrum
  60. Sol Parti Bodrum İlçe Örgütü
  61. Sol Parti Datça İlçe Örgütü
  62. Sol Parti Milas İlçe Örgütü
  63. Sol Parti Muğla İl Örgütü
  64. Şezlongsuz Datça İnisiyatifi
  65. TARIM ORKAM SEN Muğla Şubesi (Tarım ve Ormancılık Hizmet Kolu Kamu Emekçileri Sendikası)
  66. TİP Muğla İl Örgütü
  67. TÜM BEL SEN Muğla Şubesi (Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Hizmetleri Emekçileri Sendikası)
  68. Türkiye Ormancılar Derneği (TOD)
  69. Türkiye Ormancılar Derneği Muğla Şubesi
  70. Türkiye Tanıtım Araştırma Demokrasi ve Laik Oluşum Vakfı (TÜLOV) Bodrum Temsilciliği
  71. Yeşil Sol Parti Muğla İl Örgütü

‣ Muğla’daki termik santrallerin kapatılması için Cumhurbaşkanlığı’na idari başvuru yapıldı
‣ Muğlalılar kömüre karşı direnişte: 37 köy/mahalle yok edilme tehdidi altında

Yargıda kriz, TBMM’de nöbet: Yargıtay hakkında suç duyurusu

Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi‘nin  tutuklu Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında ‘hak ihlali’ kararı veren Anayasa Mahkemesi (AYM) üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunması sonrası İstanbul Barosu, Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı ve üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Yargıtay 3. Dairesi’nin AYM kararını tanımamasına ilişkin yapılması planlanan TBMM Danışma Kurulu‘nun ise toplanmayacağı bildirildi. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Kurul’un toplanmayacağını bildirerek, partisinin TBMM Genel Kurulu’nu terk etmeme eylemine başlayacağını duyurdu. Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş ve parti sözcüsü Sera Kadıgil de basın toplantısı düzenledi. Baş, AYM kararını uygulamayanlara “Siz kimsiniz” diye seslendi.

‣Yargıtay’ın kararına tepkiler yağıyor: Bu açık darbe girişimidir! 
Yargıtay’ın Atalay mütalaası: Dokunulmazlıktan yararlanamaz
Can Atalay’ın avukatları: AYM kararı mahkemesini arıyor, artık dilekçe vermeyeceğiz!
Mahkeme, AYM’nin hak ihlali kararına rağmen Atalay’ın dosyasını Yargıtay’a gönderdi

İstanbul Barosu, Yargıtay hakkında suç duyurusunda bulundu

İstanbul Barosu Başkanı Filiz Saraç, Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı ve üyeleri hakkında “yargıya duyulan güveni zedeleme“, “görevi kötüye kullanmak” ve “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçunu işledikleri gerekçesiyle Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’na suç duyurusunda bulundu.

Suç duyurusu dilekçesinde şu ifadelere yer verildi:

“Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin kararında belirtildiği şekilde ve yeniden yargılama yapmaya yetkili makam olarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne dosyayı iade etmesi gerekirken Türk Hukuk sisteminde yeri olmayan Anayasa Mahkemesi kararına ‘UYMAMA’ şeklinde bir karar vermiştir. Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa’nın 153/6 maddesinde yer alan ‘Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazete‘de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.’ şeklindeki açık hükmüne rağmen bu kararı vermesi TCK’nın 257.maddesi bağlamında görevin kötüye kullanması ve TCK’nın 109. maddesi bağlamında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu oluşturacak niteliktedir.”

Saraç tarafından Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’na verilen suç duyurusu dilekçesi, ayrıca disiplin yönünden de takdir ve ifası için Yargıtay Yüksek Disiplin Kurulu ile Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) Başkanlığı’na gönderildi.

CHP eyleme başlıyor

Öte yandan kararla ilgili olarak saat 17.00’da toplanması beklenen TBMM Danışma Kurulu‘nun toplanmayacağını duyuruldu. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Meclis Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş tarafından yapılacağı bildirilen ve saat 17.00’da toplanması beklenen Danışma Kurulu toplantısının yapılmayacağını öğrendim” dedi ve ekledi:

“Bu durumda dün gerçekleştirdiğimiz olağanüstü grup toplantısında aldığımız karar gereği, yargı krizi ve darbe girişimini gündemde tutmak amacıyla bugünden itibaren TBMM Genel Kurulu’nu terk etmeme eylemine başlıyoruz.”

Can Atalay için adalet talebi sürüyor: Mahkeme Başkanı hakkında suç duyurusu

Can Atalay’ı AYM kararına rağmen serbest bırakmayan mahkeme önündeki nöbete engelleme

AYM’nin Can Atalay gerekçeli kararı Resmi Gazete’de: Avukatlar tahliye için nöbette

TİP: Kabul edersek taş devrine döneceğiz

TİP Genel Başkanı Erkan Baş ve Parti Sözcüsü Sera Kadıgil de Yargıtay’ın kararıyla ilgili bugün (9 Kasım9 basın toplantısı düzenledi. Erkan Baş, AYM’nin 153. maddesindeki kesinlik hükmünü hatırlatarak herkesi bağladığını belirterek AYM kararını uygulamayanlara “Siz kimsiniz” diye seslendi.

Ayrıca Erkan Baş, Yargıtay’ın TBMM’ye Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik ‘talimatına’ da tepki gösterdi:

“Halkın iradesinin üstünde irade yoktur. Dün itibariyle açık ve net bir yargı darbe girişimiyle karşı karşıyayız. Buna karşı tepki gösterecek miyiz? Tüm milletvekillerinin şu an karşı karşıya olduğu soru budur.”

“Bu yargı kararını kabul edersek taş devrine döneceğiz” diyen TİP Genel Başkanı, şunları aktardı:

“İktidarın istediği de bu olabilir ama bunu kabul etmeyeceğimizi de herkesin bilmesi lazım. Türkiye bugünlere, iktidarın hedef seçtiklerini haksız ve hukuksuz şekilde hedef haline getirmesiyle geldi. Buna karşı hep birlikte direnme çağrısı yaptık.”

TBMM’de bulunan bütün muhalefet partilerle görüştüklerini belirten Erkan Baş, bu partilere verdikleri destek sebebiyle teşekkür ederek muhalif bütün siyasi partilerin net bir duruşa sahip olduklarını gözlemlediklerini dile getirdi ve ekledi:

“Umarım yargı darbesi girişimini hep birlikte püskürteceğiz.”

Erkan Baş, TBMM’ye düşenin, AYM kararının uygulanması konusunda ısrarcı olmak olduğunu belirterek tüm demokratik kitle ve meslek örgütleriyle siyasi partilerin ortak bir tavır içinde olmaları gerektiğini ifade etti.

‘İlk kez anayasaya uymadıklarına kılıf uydurmaya gerek duymuyorlar’

TİP Sözcüsü Sera Kadıgil ise hukuki açıdan tartışılacak bir durum olmadığını belirtti.

Kadıgil, kararı savunan AKP ve MHP’lilere cevap vermek istediğini dile getirip şunları söyledi:

“Bu karar aslında bir darbe girişimi belgesi. İlk kez 20 yıllık iktidarında artık AKP-MHP iktidarı anayasaya uymadıklarına kılıf uydurmaya gerek duymuyorlar.”

Yargıtay üyelerine “Siz kim oluyorsunuz” diye seslenen Kadıgil, “Kendisini devletin sahibi zanneden herkes bilmelidir ki ortada bir anayasa yoksa bir devlet de yoktur, cumhurbaşkanı da bakan da yoktur” şeklinde konuştu.

AYM, Can Atalay için ‘hak ihlali’ kararı verdi
Can Atalay için uluslararası çağrı: Anayasa’ya ve halkın seçim iradesine saygı duyun
Halk vekiline sahip çıkıyor: Can Atalay için Hatay’dan Ankara’ya ‘Özgürlük Yürüşü’

Ne olmuştu?

Gezi davası kapsamında tutuklu bulunan Can Atalay İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi‘ndeki yargılama sonucu ‘Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs‘ suçuna ‘yardım eden‘ sıfatıyla katıldığı gerekçesiyle 18 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.

TİP Hatay Milletvekili Atalay’ın, hakkındaki yargılamanın durması ve tahliye edilmesi talebiyle avukatları tarafından yapılan başvuru, Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi‘nce reddedilmişti.

Atalay’ın avukatları, Atalay’ın milletvekili seçilerek yasama dokunulmazlığı kazandığı halde durma kararı verilmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle AYM’ye bireysel başvuruda bulunmuştu.

AYM hak ihlali olduğu yönünde karar vermişti. AYM kararının ardından dosya, Yargıtay 3’üncü Dairesi’ne gönderilmişti.

Yargıtay 3’üncü Dairesi ise tutuklu Türkiye İşçi Partisi Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında ‘hak ihlali’ kararı veren Anayasa Mahkemesi (AYM) üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu.