Antalya’da dün (12 Şubat) akşam saatlerinde başlayan sağanak yağış, gece boyunca şiddetini artırdı. Su birikintileri nedeniyle yollarda ilerlemekte zorlanan sürücüler, bazı alt geçitlerin suyla dolması ve ulaşımda yaşanan aksamalarla karşılaştı. Antalya Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Dairesi, yağış nedeniyle mahsur kalan pek çok kişinin tahliye edildiğini bildirirken, Kepez Gazi Bulvarı’ndaki Gıyaseddin Keyhüsrev Alt Geçidi’ndeki bir otomobilde, kimliği henüz öğrenilemeyen bir kişinin cansız bedenine ulaşıldı.
Diğer yandan İçişleri Bakan Yardımcısı Münir Karaloğlu, sel bölgesindeki çalışmaları yönetmek üzere Antalya’ya geldi.
Gece boyunca süren şiddetli yağış sebebiyle Antalya’nın Aksu, Döşemealtı, Kepez, Konyaaltı ve Muratpaşa ilçelerinde okullar bir gün tatil edildi. Antalya Valiliği tarafından yapılan açıklamada, olumsuz hava koşulları, sel ve taşkın riski nedeniyle bu kararın alındığı belirtildi.
Ayrıca, kamu kurumlarında çalışan engelli, hamile ve kronik rahatsızlığı olan personel ile 0-6 yaş arası çocuğu olan kadın personel için de bir gün idari izin verildiği açıklandı.
Antalya’da şiddetli yağış merkez ilçeleri de etkiledi
Olumsuz hava koşulları nedeniyle kreş ve gündüz bakımevleri de bir gün süreyle tatil edildi, motokuryelerin trafikte hizmet vermesi geçici olarak durduruldu. Antalya Valiliği’nin açıklamasına göre, bu önlemler, şehrin merkez ilçelerinde devam eden olumsuz hava şartları, sel ve taşkın riski göz önünde bulundurularak alındı.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından yapılan ‘turuncu kod’ uyarısı ile fırtınanın şiddetli olacağı ve olası etkilerine karşı dikkatli olunması gerektiği vurgulandı.
Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) Gökova Meclisi, Gökova alt havzasında giderek ağırlaşan sermaye odaklı çevre tahribatına karşı duruşunu ortaya koyduğu 2024 Yerel Seçim Bildirgesi’ni yayımladı. Özel Çevre Koruma Bölgesi statüsündeki Gökova’da, yasalara aykırı yapılaşma ve ekolojik tahribatın arttığına dikkat çeken Meclis, sorumluluğun büyük bir kısmının Ula Belediyesi‘nde olduğunu vurguladı.
MUÇEP Gökova Meclisi tarafından belirlenen ve kamuoyuna sunulan ana sorunlar arasında; kaçak yapılaşma, Ula Kent Konseyi‘nin kurulmaması, Akyaka‘da ‘yavaş kent’ kriterlerine uyulmaması, trafik ve altyapı sorunları ile Akyaka İmar Planı Revizyonları’nın yarattığı endişeler yer alıyor. Meclis, bu sorunların çözümü için yerel seçimlere katılacak tüm Ula Belediyesi adaylarına ve mevcut yönetimine çağrıda bulunuyor.
Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi Yönetim Planı’nın hala uygulamaya alınmamış olması ve bu plana Ula Belediyesi’nin sahip çıkmaması, Meclis’in özellikle altını çizdiği konulardan.
Bildirgede, Ula Belediyesi’ne kaçak yapılaşma ile mücadele, Akyaka’da yavaş kent kriterlerine uygun hareket etme, Ula Kent Konseyi’ni kurma, Bakanlık planlarına karşı Akyakalılarla birlikte hareket etme ve Gökova ÖÇKB Yönetim Planı’nda yer alan eylem planlarının hayata geçirilmesi için stratejik planlama yapılması çağrıları yer alıyor.
Gökova Meclisi, yapılan çağrı doğrultusunda seçim sonrasında da taleplerinin takipçisi olduğunu belirtti.
Yayınlanan bildiride şu ifadeler yer aldı:
“1) Özel Çevre Koruma ve Nitelikli koruma alanı statüsünde olmasına rağmen özellikle kıyı alanlarında olağanüstü boyutlarda kaçak yapılaşma söz konusudur. ‘Tiny house’, ‘karavan’ veya ‘konteynır’ adı altında imar kanununa, kıyı kanununa ve özel çevre koruma hükümlerine aykırı olarak çok sayıda konut inşa edilmekte, adeta yeni mahalleler oluşturulmaktadır. Yasaya aykırı bu yapılaşmaya karşı Ula Belediyesi sessiz kalarak yol vermektedir.”
“2) Belediyeler Kanununa göre kurulması zorunlu olmasına rağmen halkın karar alma sürecine katılma araçlarından birisi olan Ula Kent Konseyi yıllardır kurulmamıştır.”
“3) Akyaka ‘Yavaşkent’ statüsü olmasına rağmen yavaşkent anlayışına ve kriterlerine uygun hiçbir eylem planı geliştirilmemekte, yaşam kalitesi her geçen gün daha da kötüleşmektedir.”
“4) Akyaka’nın trafik sorunu başta olmak üzere birçok altyapı, koruma alanlarının korunmaması sorunları varken, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından bu sorunları çözmek yerine sorunları çok daha arttıracak Akyaka İmar Planı Revizyonları gündeme getirilmektedir. Bu planları durdurmak için Ula Belediyesi girişimde bulunmamakta, Akyakalılar Bakanlığa karşı mücadelede yalnız bırakılmaktadır.”
“5) Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde doğa koruma alanlarındaki baskıların kaldırılması, altyapı sorunlarının çözümü için atılacak adımları içeren ve yerel sivil toplum örgütlerinin önemli katkısı ile Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi Yönetim Planı hazırlanmıştır. ÇŞİD Bakanlığı bu planı onaylamış olmasına karşın hala uygulamaya alınmamıştır. Yönetim Planı’nın paydaşlarından birisi olmasına karşın Ula Belediyesi planın uygulanması yönünde iradesini ortaya koymamakta, plana sahip çıkmamaktadır.”
“Gökova Meclisi olarak çözümü için mücadelesini verdiğimiz bu temel sorunları bir kez daha kamuoyunun dikkatine sunarak seçime katılacak tüm Ula Belediyesi adaylarına çağrı yapıyoruz:”
“⦁ Ula Belediyesi artık kaçak yapılaşmaya karşı sorumluluğunu yerine getirerek yasaları uygulama iradesi göstermelidir. Azmak ve deniz kıyılarında yasalara aykırı tüm işgaller kaldırılmalıdır.
⦁ Akyaka’da yavaşkent kriterlerine uygun olarak, araç odaklı değil insanı ve doğayı koruma odaklı bir trafik düzenlemesi için Akyakalıların katılımı ile ortak çözümler geliştirilmelidir.
⦁ Yasal zorunluluk olmasına rağmen yılan hikayesine dönüşen Ula Kent Konseyi artık kurulmalı ve demokratik yerel yönetim anlayışı ile bağdaşmayan bu utanca son verilmelidir.
⦁ Ula Belediye Yönetimi, Bakanlığın hazırladığı rant odaklı planlara karşı Akyakalılarla birlikte harekete etmeli, Gökova ÖÇKB Yönetim Planının uygulamaya alıdıktan sonra, yönetim planı ile uyumlu imar plan değişikliklerinin yapılması için Akyakalılarla birlikte hareket etmelidir.
⦁ Gökova ÖÇKB Yönetim Planında yer alan, Akyaka’nın yavaşkent kriterlerini de içeren eylem planlarının gerçekleştirilmesi için stratejik planlama çalışması yapılmalıdır. Şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri ile yürütülecek bu çalışmalara yerel halkın katılımı sağlanmalıdır.”
Düşünce kuruluşu Climate Analytics’in yayınlanadığı yeni rapor, COP28‘de kabul edilen ‘yenilenebilir enerji kaynaklarını 2030’a kadar üç katına çıkarma’ hedefine ulaşmak için 8 trilyon dolar, şebeke ve depolama altyapısı için ise 4 trilyon dolar yatırıma ihtiyaç olduğunu ortaya koyuyor. Bu miktar, toplamda yılda ortalama 2 trilyon dolara denk geliyor.
Sahra Altı Afrika‘da yaygınlaştırma için mevcut yatırım seviyelerinin beş katı, yani yılda 100 milyar doları harekete geçirmek üzere iklim finansmanının kullanılması, herkes için enerji erişimi sağlayacak ve bölgeyi küresel hedefle uyumlu hale getirecek.
Raporun başyazarı ve Climate Analytics Uzmanı Dr. Neil Grant, “Yılda 2 trilyon dolar kulağa maliyet gibi geliyor ama bu aslında bir seçim. Bu on yıl içinde fosil yakıtlara 6 trilyon doların üzerinde yatırım yapılacak – üç katına çıkan yatırım açığını kapatmak için fazlasıyla yeterli. Bu seçimle karşı karşıya kalsaydık, ben en güvenli ve en değerli seçenek olan yenilenebilir enerjiyi seçerdim” diyor.
Yenilenebilir enerji için yedi kat hızlı hareket edilmeli
Rapor, mevcut kapasitelere ve gelecekteki ihtiyaçlara dayanarak farklı bölgelerin küresel yenilenebilir enerjiyi üçe katlamak için ne kadar hızlı hareket etmeleri gerektiğini hesaplıyor.
Sahra Altı Afrika’daki yenilenebilir enerji kapasitesinin, tarihi yetersiz yatırım ve enerjiye erişim ihtiyaçları nedeniyle yedi kat (küresel ortalamanın iki katı) hızla ölçeklendirilmesi gerekiyor. OECD‘nin 2030’a kadar yenilenebilir enerji kaynaklarını ikiye katlayacağı tahmin ediliyor, ancak bunun üç katına çıkması gerekiyor. Bu doğrultuda eylemlerin hızlandırılması, 2030’da öngörülen kapasite ile üç katına çıkarma hedefi arasındaki küresel açığın yüzde 60’ını kapatacak.
Fotoğraf: Patras, Yunanistan. Jason Blackeye / Unsplash
Raporun yazarlarından ve Climate Analytics Politika Başkanı Claire Fyson, “OECD’nin yenilenebilir enerjiyi üç katına çıkarması gerekiyor ancak şu anda hedefin çok uzağında iklim lideri olduğunu iddia eden bölge ülkelerinin, sadece kendi ülkelerinde yenilenebilir enerjiyi artırarak değil, aynı zamanda üç katına çıkarma hedefine katkıda bulunmak için finansmana ihtiyaç duyan diğer bölgeler için de harekete geçmeleri gerekiyor” diyor.
Asya‘nın OECD’den biraz daha çok hızlanması ve on yılın sonuna kadar yenilenebilir kapasitesini neredeyse dört katına çıkarması gerekiyor. Asya, çoğunlukla Çin ve Hindistan‘daki politikaların etkisiyle, üç katına çıkma hedefine büyük ölçüde ulaşan tek bölge. Ancak, bu ülkelerdeki önemli kömür ve doğal gaz boru hatları, atıl varlık riski yaratıyor veya dönüşümü yavaşlatıyor. Yenilenebilir enerji kaynakları bölgede güçlü bir şekilde büyüyeceğinden, yeni fosil yakıt tesislerine ihtiyaç bulunmuyor ve bunlardan kaçınılması gerekiyor.
Global Renewables Alliance CEO’su Bruce Douglas, “Yenilenebilir enerji sektörü küresel üç katına çıkma hedefini gerçekleştirmeye hazır. Ancak bu hedefe zamanında ulaşabilmek için hükümetlerin yenilenebilir enerji piyasasını daha da hızlandırmak üzere acilen harekete geçmesi gerekiyor. Kamu finansmanı, özellikle de gelişmekte olan pazarların yenilenebilir enerji çağına katılması için düşük maliyetli sermayeye erişim sağlayacak uluslararası destek, herkes için temiz, güvenli ve adil bir geçiş sağlamak için kilit önem taşıyor” dedi.
Yenilenebilir enerjinin 2030 yılına kadar üç katına çıkarılması hikâyenin sonu değil. Rapora göre, ısınmayı 1,5°C ile sınırlamak için yenilenebilir enerji kaynaklarının on yılın sonunda da güçlü bir şekilde büyümeye devam etmesi ve 2035 yılına kadar 2022 yılına göre beş kat artması gerekiyor.
Hükümetlerin, bir sonraki Ulusal Katkı Beyanı (NDC) için 2035 hedeflerini geliştirmeye başlarken, COP28’de toplu olarak kararlaştırılan üç katına çıkarma hedefini nasıl takip edeceklerini düşünmesi gerekiyor.
Marmara Denizi’nde denizanası popülasyonu artıyor. Özellikle İstanbul’un Kuruçeşme, Sarıyer ve Beykoz kıyılarında sayısı arttığı görülen denizanası grupları, denizlerdeki aşırı kirliliğin göstergesi.
DHA‘ya konuşanTürkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) bilim danışmanı Dr. Erol Kesici, İstanbul’un Marmara Denizi kıyılarında binlerce denizanasını görüntüledi. Dr. Kesici, Marmara’da depremden sonraki en önemli ikinci tehlike olarak gösterdiği istilacı denizanalarının toplanması gerektiğini söyledi.
Atlantik Okyanusu’ndan göçen istilacı bir tür olan ay denizanası, yarı saydam, genellikle yaklaşık 25-40 santim çapında ve tepesinden kolayca görülebilen dört at nalı şeklindeki gonadları (üreme hücresi) ile tanınıyor.
Şu an Marmara Denizi’nin ay denizanalarının işgali altında olduğunu belirten Dr. Erol Kesici, “Marmara Bölgesi için deprem kadar önemliyse, bu da o kadar yıkıcı ve tehlikeli bir durum bu” diyerek açıkladı.
Marmara Bölgesi’nin depremden sonra önlem alınması gereken en ciddi ve tehlikeli sorununun Marmara Denizi ve körfezin kirliliği olduğunu ifade eden Kesici, “Ne yazık ki ülkemizin en kirli denizlerinin başında, iç deniz özelliğine sahip, çok hassas ve kırılgan ekosistemi bulunan Marmara Denizi geliyor” ifadelerini kullandı.
Marmara Denizi’nin kirliliğinin temel nedeninin insan faaliyetleri olduğuna dikkat çeken Dr. Kesici, “Marmara Denizi 20 milyonu aşan nüfusunu ve neredeyse Türkiye’nin yüzde 70 oranında sanayisini etrafında barındıran bölgelerimizden. Tarım atıklarının oluşturduğu kirlilik de önemli bir etken” dedi.
Uzmanlar aynı zamanda Marmara Denizi’nin iklim değişikliğine bağlı olarak ısınmasının da denizlerdeki kirliliği ve Marmara Denizi’nde denizanası popülasyonunu artırdığını belirtiyor.
Olası, İstanbul “Depremi” kadar, yıkıcı, yok edici diğer bir sorun MARMARA DENİZİ’’NİN HALA ÖNLEM ALINAMAYAN KİRLİLİĞİ ve İSTİLACI TÜRLERİ pic.twitter.com/xOcMNDPz9A
Marmara Denizi’nde denizanası ile birlikte müsilaj riski de artıyor
Marmara Denizi’ni kirleten tüm unsurların acilen engellenmesi gerektiğini belirten Dr. Kesici, kirliliğe bağlı olarak denizde azot, fosfor gibi besi elementlerinin aşırı artttığını, bunun sonucunda da müsilaja da neden fitoplanktonların arttığını anlattı.
“Aynı zamanda Marmara Denizi’nde çok sayıdaki balık türünün, kabuklu organizmaların, deniz kaplumbağası ve benzeri ekosistem elemanlarının tür ve popülasyonlarının azalması, kirliliğin aşırı artmasının diğer bir nedeni” diyen Kesici, diğer önemli bir faktör olarak da Marmara Denizi’nde aşırı şekilde artan av baskısının balık popülasyonlarını azalttığını, bunun da denizdeki kirliliği giderek artıracağını açıkladı.
İstanbul,Küçükçekmece’deki bir sitede asansörde kediyi döverek öldüren İbrahim Keloğlan’a mahkeme iyi hal indirimi uyguladı. 16. Asliye Ceza Mahkemesi‘nde görülen davada, Keloğlan suçlu bulunmuş ve 1 yıl 6 ay ceza almıştı. Mahkeme iyi hal indirimi uygulayarak cezayı 3 ay daha indirdi. Hükmün açıklamasını da geri bırakıldı. Katil İbrahim Keloğlan, beş yıl boyunca suç işlemez ise ceza düşecek.
İbrahim Keloğlan, asansöre binip gördüğü kediyi köşeye sıkıştırarak defalarca kez tekmeledi. İbrahim Keloğlan bununla da yetinmeyerek bir kişinin binmesiyle kapısı açılan asansörden kaçan kedinin peşinden gitti. Kediyi yakaladı. Katil Keloğlan, altı dakika boyunca işkence ederek kediyi öldürdü.
İbrahim Keloğlu görüntülerin ortaya çıkması üzerine polise şikayet edildi. Gözaltına alınıp, adli kontrolle serbest bırakılan Keloğlan hakkında dava açıldı. Savunmasında olay günü moralinin bozuk olduğunu söyledi, ilk önce kedinin ona saldırdığını iddia etti.
Olayın yaşandığı sitenin avukatıysa sanık ifadesiyle, görüntülerin uyuşmadığına dikkat çekerek, karara itiraz edeceklerini söyledi.
Davada iyi hal indirimi verilmesi ise kamuoyu nezdinde geniş tepki uyandırdı.
Eros'un katledilişinin ardından mahkemede neler yaşadık neden daha çok yaralandık; Beni en çok üzen #ibrahimkeloğlan 'ın avukatının savunmasıydı; Avukat Bey 'kimsenin malı değildi, sahipli bir kedi değildi bu nedenle kimse zarar görmedi' dedi.
Sokakta yaşayan sahipsiz hayvanlara yönelik ihlallere her gün bir yenisi ekleniyor. Bu da kanunların caydırıcı olmadığı anlamına geliyor.
Şehirlerde ve yerleşim yerlerinde hayatlarını sürdürmeye çalışan sahipsiz sokakta yaşayan hayvanlar, Türkiye’de 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu kapsamında kontrolsüz nüfus artışını önlemek için belediyeler tarafından kısırlaştırılıyor.
Can dostlara yönelik şiddete her gün bir yenisi ekleniyor. Hayvan hakları savunucularına göre cezaların yetersizliği, hayvan hakkı ihlallerinin artmasına neden oluyor.
Antarktika‘daki buzullar, insan faaliyetleri kaynaklı küresel iklim değişikliği nedeniyle her geçen gün daha fazla alan kaybediyor. İklim bilimciler ve aktivistler, dünyanın acilen fosil yakıtlara son vermesi için çağrı yaparken bilim insanları da var olan vahim durumu ‘hafifletebilecek’ önlemler üzerinde çalışıyor.
Buzulların erimesini önlemek için son olarak alışılmadık bir plan üzerinde çalışan uzmanlar, sıcak deniz suyunun aşındırmasını önlemek için buz tabakalarının önüne bir dizi dev su altı perdesi inşa etmek istiyor.
Uluslararası bir bilim insanları grubu, küresel ısınma yoğunlaştıkça kutup bölgelerindeki buzların rekor oranlarda kaybolduğuna ve bu kaybı yavaşlatmak için acil eyleme geçilmesi gerektiğine vurgu yaparak, deniz yatağına demirlenecek 100 km uzunluğunda bir perdenin inşa edilmesini önerdi. Perde, okyanus tabanından yaklaşık 200 metre yükselecek ve kıyı Antarktika buzullarının tabanlarına çarpan ve onları baltalayan nispeten sıcak suyun akışını kısmen kısıtlayacak.
En iyi sızdırmazlık malzemesi aranıyor
Deniz Yatağı Perdesi projesi hayata geçirildiği takdirde şimdiye kadar gerçekleştirilen en büyük jeo-mühendislik programlarından biri olacak.
Observer‘a konuşan Lapland Üniversitesi’nden buzulbilimci John Moore, “Antarktika’daki buzulların erimesi, gezegenin etrafında yıkıcı su baskınlarını tetikleyebilir ve yüz milyonlarca insanın evini kaybetmesine neden olabilir. Bu, bildiğimiz haliyle medeniyet için inanılmaz derecede kötü olacak, bu yüzden bir şeyler yapmamız gerekiyor” dedi.
Cambridge Üniversitesi‘ndeki ve ABD‘deki diğer merkezlerdeki bilim insanlarıyla birlikte çalışan Moore’un önerdiği perdenin, Thwaites ve Pine Island buzullarının karşısındaki deniz tabanı boyunca uzanması planlanıyor. Böylece bunların arkalarındaki dev buz tabakalarının okyanusa kaymasını engelleyen tıkaç görevi görmesi umuluyor.
Bilim insanları, Thwaites ve Pine Island buzullarının erimesi durumunda dünya genelindeki deniz seviyelerinin üç metre yükselmesine yetebileceğini ve bunun artık gerçek bir tehdit olarak görülmesi gerektiğini söylüyor.
Planın ortaklarından biri olan Cambridge Üniversitesi iklim onarımı merkezi direktörü Shaun Fitzgerald, “Buzullar, yüzeylerini eriten sıcak havadan etkileniyor, ancak aynı zamanda ılık deniz suyu nedeniyle tabanları da aşınıyor. İklim değişikliği nedeniyle gezegen ısınırken okyanuslar da ısındıkça, bu buzulların tabanlarındaki buz erozyonu da daha yoğun oluyor” diye konuştu.
Antarktika kıyılarına sıcak su akışını kısıtlayacak bir perde inşa etmenin bu buzulların erimesini yavaşlatabileceğini ve böylece felaketle yok olma riskini azaltabileceğini söyleyen bilim insanları, deniz tabanı perdesi için en iyi malzemeleri belirlemek amacıyla araştırmaya başlamaya hazırlanıyor
Fitzgerald, “Bunu tek bir tabakayla yapmayacağız ve mükemmel bir sızdırmazlık membranı aramıyoruz” dedi.
Fikirlerden biri buzulları korumak için havayı bariyer olarak kullanmak. Buna göre, deniz yatağı boyunca, üzerinde delikler açılan bir boru döşenecek ve içinden hava pompalanacak. Buradan çıkacak hava kabarcığı perdesinin, sıcak deniz suyunun girişini engellemesi ümit ediliyor.
Çalışma henüz çok erken bir aşamada olduğu için bunun işe yarayıp yaramayacağı henüz bilinmiyor. Bunun için önce tuzluluğun su akışını nasıl etkilediğinin araştırılması, her türlü bilgisiyar simülasyonunun ve modellemelerin yapılması gerekiyor. Daha sonra ise fiziksel testlere geçilecek.
Bu yılın sonlarında River Cam’da gerçekleştirilmesi planlanan testler kapsamında su altında çeşitli modeller denenecek.
Moore, “Bundan sonra daha büyük ölçekte çalışmaya başlayacağız. Örneğin bir prototip yapmak için Norveç’teki bir fiyorta gidebiliriz. Elbette bu aceleyle tamamlanacak bir şey olmayacak. Uzun yıllar sürecek. Öte yandan şimdiden planlamaya başlamamız gerekiyor” diye konuştu.
İsveç‘teki Fulufjället Milli Parkı‘nın ıssız doğasında, dünyanın bilinen en eski yaşayan ağacı olan Yaşlı Tjikko, tüm olumsuz dış etkenlere rağmen inatla yaşamını sürdürüyor.
Tahminen 9 bin 550 yıldan daha eski bir kök sistemine sahip olan bu antik Norveç ladin ağacı (Picea abies), uygarlıkların yükselişine ve çöküşüne, nesiller boyu şiddetli İskandinav kışlarına ve hatta patlayan bir yanardağa rağmen varlığını sürdürdü.
Yaşlı Tjikko, çok yaşlı tek bir ağaçtan ziyade, binlerce yıl boyunca yeni gövdeler, dallar ve kökler üreten klonal bir ağaç. Gövdenin yalnızca birkaç asırlık olduğu tahmin ediliyor, ancak bitki katmanlaşma (bir dalın toprakla temas ettiğinde yeni bir kök filizlenmesi) veya bitkisel klonlama (gövde ölse bile kök sistemi hala hayatta olduğu için yeni bir gövdenin filizlenmesi) olarak bilinen bir süreç nedeniyle çok daha uzun süre hayatta kaldı.
Ağaç, sert tundrada ilk kez son buzul çağının sona ermesinden kısa bir süre sonra kök saldı ve geniş buzullar yaklaşık 11.500 yıl önce İskandinavya‘dan hızla çekilmeye başladı. Kilometrelerce yükseklikteki buz tabakaları eridikçe, Yaşlı Tjikko’nun atası gibi fideler nihayet açıkta kalan çıplak zeminden ve nispeten ılık yazlardan yararlanabildi. Soğuk açık arazide erken dönemdeki büyüme dayanılmaz derecede yavaş olmasına rağmen, fide rekabet eksikliğinden yararlandı ve yavaş yavaş kendini kabul ettirdi. Kökleri muhtemelen buzulların ezici ağırlığının karadan kaybolmasından on yıldan daha kısa bir süre sonra ince toprağa ilk kez nüfuz etti.
O zamandan bu yana geçen bin yıllık yaşamının neredeyse tamamı boyunca, Yaşlı Tjikko yalnızca yeraltında bir kök sistemi olarak varlığını sürdürdü, yalnızca ara sıra bir kök ve seyrek bir taç filizlendirdi. Zaman zaman yangınlar, kuraklık, böcek saldırıları veya aşırı kışlar muhtemelen toprak üstü kısmını yok etti, ancak geniş kök ağı bozulmadan kaldı. Yaklaşık 600-800 yıl önce, muhtemelen uygun iklim dönemi nedeniyle mevcut gövde ve gölgelik yukarı doğru büyümeye başladı.
Hala tohum saçıyor
Bu gövde, son buzulların geri çekilmesinden kısa bir süre sonra hayatta kalan orijinal kök ağından büyüyor. Aynı anaçtan yeni gövdeleri klonlayıp yeniden oluşturan Yaşlı Tjikko’nun boyu bugün 5 metrenin biraz altına ulaşmış durumda. Bu, genç bir Norveç Ladini için oldukça tipik olsa da 10 ila 40 metre yüksekliklerde olgunlaşan kardeşlerinin çoğuyla karşılaştırıldığında çok küçük.
Yaşlı Tjikko, bölgeden göç eden Sami ren geyiği çobanlarının düzinelerce nesli boyunca ve 1783’te İzlanda’da patlayan e ölümcül volkanik yanardağ olan Laki yanardağının iklim etkilerine rağmen hayatta kalmayı başardı. İmparatorluklar yükselip düşerken Eski Tjikko ayakta kaldı.
Yaşlı Tjikko’nun olağanüstü uzun ömürlülüğü, 2008 yılında jeolog Dr. Leif Kullman tarafından keşfedildi. Fulufjället’teki turbanın içinden çıkan tuhaf görünümlü bir ladin sapı dalıyla karşılaşan Dr. Kullman, ağacın 25 metrelik kısmını kazdı ve karbon tarihlemesini yaptı. Ağaca muhtemelen Dr. Kullman’ın ölen köpeğinden dolayı “Eski Tjikko” adı verildi.
Yaşlı Tjikko’nun her baharda ince toprağa nüfuz eden hassas kökleri, her uzun kıştan sonra dağ rüzgarları tarafından dağılmak üzere minik konileri hâlâ kanatlı tohumlar salıyor.
En yaşlı ‘tek ağaç’ Şili’de
Dünyanın en yaşlı “tek ağacı” ise Şili’de yaşıyor. Ülkenin güneyinde bir ulusal parkta bulunan dev Patagonya selvi ağacının 5.484 yaşında olduğu tahmin ediliyor. İnanılmaz derecede yavaş büyüyor ve boyları 45-50 metreye, gövde çaplarıysa dört metreye ulaşabilen selvi’nin yaşı kesin olarak kanıtlandığında dünyanın en yaşlı ağacı olarak bilinen Kaliforniya’daki 4.853 yıllık bir Bristelcone çamını geride bırakacak.
Büyük miktarda çöpün biriktiği atık alanlarında meydana gelen binlerce metan sızıntısı, küresel ısınmanın etkilerini arttırırken, bu çevre felaketlerine karşı önlem alınması durumunda iklim hedeflerine yaklaşılabileceği belirtiliyor.
Guardian‘ın aktardığına göre 2019’dan beri çöplük atık alanlarında yaklaşık bin 200 civarında güçlü metan sızıntısı yaşandı. Dünyanın dört bir yanından alınan küresel uydu verilerinin analizi, Güney Asya‘nın kalabalık uluslarında gerçekleşen bu süper metan yayıcı olayların yanı sıra, gelişmiş ülkeler olan Arjantin ve İspanya’nın da uygun atık yönetiminde sızıntıları önlemesi gereken ülkeler arasında olduğu belirtiliyor.
Pakistan, Hindistan ve Bangladeş en büyük sızıntının olduğu ülkeler listesinin başında gelirken; Arjantin, Özbekistan ve İspanya da listede yer alan ülkeler arasında.
Metan sızıntıları, özellikle çöplükler gibi organik atıkların yoğun olarak bulunduğu alanlardan kaynaklanıyor. Bu tür atıklar, oksijensiz ortamlarda mikroorganizmalar tarafından ayrıştırıldığında metan gazı üretiyor.
Metan, doğal gazın ana bileşenlerinden biri olarak, atmosferde karbondioksitten 86 kat daha etkili bir sera gazı olarak biliniyor. Bu özelliğiyle metanın atmosferde kalması, Dünya’nın ısınmasına katkıda bulunarak iklim değişikliğinin hızlanmasına neden oluyor.
Bilim insanlarına göre, metan emisyonları son yıllarda önemli ölçüde arttı ve bu artış, küresel ısınmanın üçte birinden sorumlu. Kentsel nüfusun artmasıyla birlikte, yönetilmeyen atık depolama alanlarından kaynaklanan emisyonların 2050 yılına kadar iki katına çıkabileceği tahmin ediliyor.
Çöplüklerden kaynaklanan metan sızıntılarının önlenmesinin veya azaltılmasının, küresel ısınmayı yavaşlatmanın etkili yollarından biri olduğu ifade ediliyor. Organik atık miktarının azaltılması, bu atıkların çöplüklerden uzaklaştırılması veya çöplüklerden salınan metanın bir kısmının yakalanarak enerji üretiminde kullanılması gibi yöntemler, hem çevresel hem de ekonomik faydalar sağlayabilir. Bu tür önlemler, metan sızıntılarını durdurarak küresel ısınmayı diğer tüm önlemlerden daha hızlı yavaşlatabilir.
Metan sızıntılarını durdurmaya yönelik eylem, küresel ısınmayı neredeyse diğer tüm önlemlerden daha hızlı yavaşlatır ve çoğu zaman düşük maliyetlidir; hatta bazı önlemlerin, yakalanan gaz yakıt olarak satıldığında kendi maliyetini bile karşılayacağı ifade ediliyor.
Uluslararası Katı Atık Birliği başkanı Carlos Silva Filho, 2030 yılına kadar metan emisyonlarını yüzde 30 oranında azaltmayı hedefleyen 150 ülkenin bu taahhüdünü yerine getirebilmesi için, atık yönetim sektöründen kaynaklanan emisyonların azaltılması gerektiğini vurguladı.
Filho, küresel ısınmanın 1,5°C sınırında tutulabilmesi için metan emisyonlarının kesilmesinin zorunlu olduğunu belirtti ve “Atık sektöründen kaynaklanan metan emisyonlarını azaltmaya gerçekten odaklanırsak, iklim mücadelesinde oyunun kurallarını değiştirebiliriz” dedi. Bugün dünyadaki atıkların yaklaşık yüzde 40’ı hâlâ düzgün bir şekilde yönetilmeyen çöplüklere gidiyor.
Fotoğraf: Saumya Khandelwal / The New York Times
Asya’nın çöp dağları ve metan sızıntısına katkısı
Hindistan‘ın başkenti Delhi, çöplüklerden kaynaklanan metan emisyonlarıyla mücadele ederken, şehir genelinde yaşanan süper emisyon olayları iklim krizine dikkat çekiyor.
Delhi’de 2020’den bu yana en az 124 süper emisyon olayının yaşandığı biliniyor. Bilim ve Çevre Merkezi‘nden Dr. Richa Singh, metan sızıntılarının küresel petrol ve gaz endüstrisinde artış göstermesinin yanı sıra, atık sektörünün de büyük bir tehdit oluşturduğunu belirtiyor. Hindistan’ın iklim krizi etkilerine karşı aşırı kırılgan olduğunu vurgulayan Singh, çöplüklerin temizlenmesinin hem hava hem de su kirliliğini önemli ölçüde azaltacağını ifade ediyor.
Çöplüklerde metan gazının oluşumu, çöplüklerden biyoçürütücülere yönlendirilerek metan yakıtı üretimi ya da gazın yakalanarak CO2’ye dönüştürülmesi gibi düzgün yönetilen atık sistemleriyle önlenebiliyor. Delhi’nin çöplüklerinden kaynaklanan en kötü metan emisyonu olayı Nisan 2022’de yaşandı ve saatte 434 ton metanın atmosfere salındığı kaydedildi. Bu emisyon miktarı, 68 milyon benzinli aracın aynı anda yol açtığı kirliliğe eşdeğer olarak kabul ediliyor.
Delhi’nin çöp dağları, kötü kokuları ve çevreye verdiği zararlarla sadece hava kirliliği problemine yol açmakla kalmıyor, aynı zamanda bu alanların yakınında yaşayan insanlar için ciddi sağlık riskleri oluşturuyor. Ghazipur çöp sahasının yanında dükkanı olan 36 yaşındaki Mohammad Rizwan, bölgede yaşayanların “Delhi’deki en şanssız insanlar” olduğunu dile getiriyor. Rizwan, çöp yığınının son 20 yılda devasa bir dağa dönüşümüne tanık olduğunu ve yaz aylarında sıkça yaşanan yangınlar nedeniyle bölgenin daha da yaşanmaz hale geldiğini belirtiyor.
Fotoğraf: La Prensa Latina
Batı’nın çöpleri de metan sızıntısı üretiyor
Buenos Aires‘teki Norte III çöp sahası, atık yönetiminin başarısızlığının bir simgesi olarak öne çıkıyor. Bu saha, şehrin kuzeyindeki işçi sınıfı mahalleleri arasında yer almakta ve günde yaklaşık 15 bin ton çöpün atıldığı büyük bir depolama alanı ve çöp sahasının yüzeyindeki yeni atık yığınları, emisyonların kaynağı olabileceği endişesini artırıyor. Uzmanlar, sahanın bazı bölümlerinin iyi yönetildiğini belirtse de, çöplükten kaynaklanan metan emisyonları ciddi bir çevresel sorun oluşturmaya devam ediyor.
Madrid ve diğer Batı Avrupa şehirlerindeki çöp depolama alanlarından da metan emisyonları tespit edildi. Madrid’de, biyogaz çıkarma tesislerinin de metan yakalamak için çalıştığı alanlarda önemli metan sızıntıları belirlendi.
İlk kez yapılan Birleşmiş Milletler (BM) uzman değerlendirmesine göre, neredeyse tüm göçebe balıklar dahil olmak üzere, uluslararası koruma altındaki göçmen türlerin beşte birinden fazlası yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Kambur balinalardan Dalmaçyalı pelikanlara kadar milyarlarca hayvan her yıl değişen mevsimlerle birlikte okyanuslarda, karada ve gökyüzünde, muazzam mesafeler kaydederek yolculuk yapıyor.
Ancak Göçmen Yabani Hayvan Türlerinin Korunması Sözleşmesi‘nden (CMS) uzmanlarca hazırlanan yeni bir rapor, birçok göçmen türün; insanı yarattığı kirlilik, istilacı türlerin yayılması ve iklim krizi nedeniyle yok olma riskiyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor.
Anlaşma kapsamında koruma altındaki göçmen hayvanlara ilişkin değerlendirmede, CMS listesinde yer alan 1.189 türün yüzde 22’sinin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu ve neredeyse yarısının, yani yüzde 44’ünün popülasyonunda ise azalma olduğu ve birçoğunun habitat kaybı ve aşırı sömürü nedeniyle sürdürülemez baskı altında olduğu belirlendi. Listedeki köpekbalıkları, vatozlar ve mersin balıklarının yüzde 97’si yüksek bir yok olma riskiyle karşı karşıya, popülasyonları 1970’lerden bu yana yüzde 90 oranında azaldı.
Koruma çabalarına rağmen, aralarında bozkır kartalı, Mısır akbabası ve yabani devenin de bulunduğu listede yer alan 70 türün popülasyonları da son 30 yılda düştü.
Analize göre, goriller ve sözleşme kapsamındaki kaplumbağaların neredeyse yarısı yok olma tehlikesiyle karşı karşıyayken, nüfusu azalanlar arasında Alaska ile Avustralya arasında 8 bin milden fazla aralıksız uçan çubuk kuyruklu solucanlar ve saman renkli meyve yarasası ile Afrika genelinde en büyük memeli göçünü gerçekleştiren ve nesli kritik derecede tehlike altında olan Avrupa yılan balığı da yer alıyor.
Sözleşme, hayatta kalmalarını sağlamak için uluslararası koordinasyon gerektiren göçmen türleri kapsıyor ancak raporun yazarları, sözleşme kapsamında listelenmeyen 399 tehdit altındaki göçmen türünü de tespit etti.
‘Alarm için büyük bir neden’
Rapor, hükümetlerin Özbekistan‘ın Semerkant kentinde dünyadaki göçmen türlerin nasıl daha iyi korunabileceğini tartışmak üzere bir araya geldiği bir dönemde yayımlandı. Yönetici sekreter Amy Fraenkel, artan yok olma riskine yönelik eğilimin “alarm için büyük bir neden” olduğunu ancak hükümetlerin bu düşüşler konusunda yapabileceği çok şey olduğunu söyledi.
Guardian‘a konuşan Fraenkel şu bilgileri verdi: “Türlerin sözleşme kapsamında yer almasının nedeni başlarının dertte olması; bazı türlerin neslinin tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olması şaşırtıcı değil. Sorun trendde: Listelenen türlerin yüzde 44’ü azalıyor ve artan yok olma riski, küresel olarak göçmen türler için geçerli olan bir şey.
Dört türden üçü habitat kaybından etkileniyor, 10 türden yedisi aşırı kullanımdan etkileniyor; bu türlerin avlanma veya zehirlenme yoluyla kasıtlı olarak öldürülmesinin yanı sıra hedef dışı avlanmayı da içeriyor. İnsanlar balinaların, aslanların, gorillerin, zürafaların ve pek çok kuşun göçmen türler olduğunun farkında olmayabilir… Bu büyük bir alarm nedeni”.
Raporun yazarları kalanları korumak ve popülasyonların iyileşmesine yardımcı olmak için önemli geçiş yolları, yüzme yolları ve göç yollarındaki insan altyapısının en aza indirilmesi gerektiğini tavsiye etti. Ayrıca göçler açısından hayati önem taşıyan alanların anlaşılması ve bunların daha iyi korunması için daha fazla çalışma yapılması gerektiğini de kaydetti.
BM’nin çevre şefi Inger Andersen, “Küresel toplumun bu son bilimi somut koruma eylemine dönüştürme fırsatı var. Bu hayvanların çoğunun istikrarsız durumu göz önüne alındığında, gecikmeyi göze alamayız” derken, Fraenkel şunları ekledi:
“Habitat tahribatına yol açan tarım, şehirlerin yayılması gibi çevresel değişimin itici güçlerini ele almak için yapılması gereken birçok şey var; demiryoluna, karayoluna ve çitlere bakmamız gerekiyor. Göçmen türler için en önemli şeylerden biri ekosistem bütünlüğü dediğimiz şeydir: Üremek, beslenmek ve seyahat etmek için belirli alanlara ihtiyaçları var. Eğer bu alanlara erişilemiyorsa veya artık mevcut değilse, o zaman bunun zararlı olacağı açıktır.”
Dünyanın en bilinen maçlarından biri kabul edilen Super Bowl etkinliklerinin karbon ayak izi, etkinliğin sadece seyahat ve enerji giderleri bakımından değil, reklam kampanyalarının neden olduğu emisyonlar nedeniyle de dikkat çekici ölçüde artıyor.
Sadece küresel futbol endüstrisinin bile yılda 30 milyon tonun üzerinde karbondioksit (CO2) salımından sorumlu olduğu biliniyor.
Geçen yıl (2023’te) yaklaşık 115 milyon izleyiciyle rekor kıran, ABD’de en çok izlenen spor etkinliği olan Super Bowl’un bu seneki 30 saniyelik bir reklam maliyeti, 7 milyon dolar oldu. Ancak bu reklamların sadece parasal maliyeti değil, çevresel maliyeti de yüksek.
Sustainable Mag’in aktardığına göre, 2024’teki Super Bowl LVIII için Las Vegas‘a bin özel jetin uçtuğu tahmin ediliyor. Her yıl yaklaşık 100 bin kişi, etkinliğin gerçekleşeceği bölgeye uçuyor ve yeme-içme, oteller ve ticari ürünler için tahmini 250 milyon ABD doları tutarında harcama yapıldığı öngörülüyor. Bu hareketliliğin ardından, tahminen 2 bin ton gıda atığı oluşuyor.
iSpot.tv’nin verilerine göre Super Bowl reklamları 2021’de 100 bin Amerikalının ürettiği kadar karbondioksit, yani yaklaşık 2 milyon ton CO2 üretti.
Stadyumlara enerji sağlamak için gereken enerji tüketiminden seyahat harcamalarına ve yiyecek atıklarına kadar pek çok büyük spor etkinliğinde olduğu gibi Super Bowl’un da önemli bir ayak izi var.
Super Bowl reklamlarının karbon ayak izi
Reklamcılar Super Bowl reklamlarının maliyetini hesaplarken genellikle 30 saniyelik reklamın 7 milyon dolarlık ücretine odaklanıyor ancak, reklamların çevresel maliyeti genellikle gözden kaçırılıyor.
Super Bowl ortalama reklam maliyeti, 2002-2021
Carbon Credits’te belirtildiği üzere 2021’de, Super Bowl reklamları 100 bin Amerikalının ürettiği kadar karbondioksite eşit, yaklaşık 2 milyon ton CO2 üretti. Bu hesaplama, 56 reklamverenin ve onların 67 reklamının 6,3 milyardan fazla TV reklamı gösterimi, 26 milyon çevrimiçi görüntüleme ve 64 milyar sosyal gösterimle sonuçlandığını gösteriyor.
Ayrıca Super Bowl öncesinde toplamda yaklaşık 4 milyar dijital reklam gösteriminin gerçekleştiği belirtiliyor. 1 milyon reklam gösteriminin 1 metrik ton CO2 veya eşdeğerine eşit olduğu düşünülürse; 4 milyar reklam gösterimi 4 bin metrik ton CO2 üretti.
Super Bowl etkinlikleri sadece oynanan futbol maçıyla değil, oyun aralarındaki gösterilerle de meşhur. 2023’te Arizona’da gerçekleşen etkinlikte Rihanna sahne almıştı. (Fotoğraf: Niyi Fote / Deposit Photos)
Amerikan Ulusal Futbol Ligi (NFL), Amerika Birleşik Devletleri’nde Amerikan futbolunun en üst düzey profesyonel ligi olarak biliniyor. Bu ligin finali Super Bowl yılın en büyük spor etkinliğine ev sahipliği yaparken, etkinliğin çevresel etkileri tartışma konusu. NFL, karbon ayak izinin azaltılması için bazı adımlar atılacağını açıklıyor.
Los Angeles‘taki Super Bowl 2022 için Verizon ile işbirliği yapan NFL, hava kalitesini iyileştirme, toplum bahçeleri oluşturma ve gıda güvenliğini destekleme gibi yeşil girişimlerle dikkat çekmişti. Arizona’da düzenlenen Super Bowl LVII, lig tarafından “bugüne kadarki en çevre dostu etkinlik” olarak lanse edilse de, bu iddiaların gerçekçiliği tartışma konusu.
NFL’den ‘yeşillenme’ çabaları
NFL, büyük spor etkinliklerinin çevresel etkisini azaltma çabasıyla NFL Green programını başlattığını duyurdu. Program, ekosistemleri yeniden canlandırma ve yaşam alanlarını restore etme gibi projeleri içeriyor. Ancak lig, her yıl düzenlediği etkinliklerde tüketilen enerji miktarına karşılık gelen Yenilenebilir Enerji Sertifikaları (REC’ler) satın alarak enerji kullanımı ve sera gazı emisyonlarını dengelediğini açıklıyor. Bu durum, gerçekten yeşil bir adım mı, yoksa “yeşil yıkama” mı sorularını beraberinde getiriyor.
NFL, 2024 Super Bowl’unda atıkların yüzde 92’sinin geri dönüştürüleceğini hedeflediğini belirtmişti. Atık yönetimi ve geri dönüşüm projeleri, çevresel sorumluluk anlayışının bir parçası olarak sunuluyor. Super Bowl’un karbon ayak iziyle mücadelede karbon kredileri kullanılması, bir başka tartışma konusu. NFL, çeşitli karbon dengeleme projeleriyle emisyonlarını dengelediğini iddia ediyor.
Super Bowl etkinliği için Las Vegas‘a toplamda kaç jetin uçtuğu henüz açıklanmadı. Las Vegas üzerindeki hava sahasında bu hafta sonu kaç özel jetin uçuş yapacağına dair kesin sayılar, daha sonra açıklanacak.
Uzmanlar bu durumun çevresel etkilere dair endişeleri artırması nedeniyle gelişmeleri yakından takip ediyor. Bu özel jetlerin çevreye vereceği zararın boyutları hakkında şimdilik net bir bilgi olmasa da, daha önceki veriler, olumsuz etkilerin önemli ölçüde yüksek olabileceğine işaret ediyor.
Son yapılan bir araştırma, Avrupa’da özel jet kullanımından kaynaklanan karbon emisyonlarının son dönemlerde önemli bir artış gösterdiğini belgeledi. Greenpeace‘in yayımladığı rapor, kıtadaki özel jetlerin son üç yılda toplam 5,3 milyon ton CO2 saldığını ortaya çıkardı.
Özel uçuşların sayısının da 2020’de 119 binin biraz altındayken 2022’de 573 bine yükseldiği bildirildi.
Bu miktardaki karbondioksit, 46 milyon insana ev sahipliği yapan Uganda‘nın bir yıl içinde ürettiği karbondioksitten daha fazla.
Avrupa‘da, özel jet trafiği ile sera gazı salımı konusunda en suçlu ülkelerin, 2022’de 501 bin 77 ton CO2 ile Birleşik Krallık; 383 bin 61 ton ile Fransa ve 266 bin 82 ton sera gazı salan İtalya olduğu belirtiliyor. Geçtiğimiz yılın sonlarında, Avrupa çapında 75’ten fazla kuruluş, özel jetlerin yasaklanması çağrısında bulunan açık bir mektubu imzaladı, ancak benzer mevzuat daha önce 2023’te AB Ulaştırma Komisyonu tarafından reddedilmişti.
Ünlülerin jetleri ve devasa karbon ayak izleri
Dünyaca ünlü isimlerin yaşadığı Los Angeles‘ta ünlülerin, ticari havayollarında yaşanan iptal, rötar gibi aksaklıklarla uğraşmaktan ve insan arasına karışmaktan endişe duydukları için özel veya charter uçuşları tercih etmeleri sebebiyle, özellikle de COVID-19 pandemisinden bu yana Hollywood‘da özel jet seyahatlerinin oldukça popülerleştiği biliniyor.
Son dönemde ünlü ABD’li pop yıldızı Taylor Swift de çok kısa mesafelerde bile özel jet ile seyahat ettiği için eleştirilerin odağındaydı.
Yard tarafından yapılan bir araştırmada, Swift’in uçağının 2022 yılında 8 bin 300 ton karbon emisyonu yaydığı, bunun da ortalama bir insanın yıllık toplam emisyonunun bin 184 katı olduğu iddia edildi. Sözcüleri bu iddialara karşı çıkarak Swift’in jetinin düzenli olarak başkalarına kiralandığını ve seyahatlerini ‘dengelediğini’ belirttiler.
Son olarak Taylor Swift’in, ünlülerin jet seyahatlerini listeleyen öğrenci Jack Sweeney‘e dava açacağı konuşuluyor. Gönüllü olarak ünlü isimlerin özel uçaklarla yaptığı seyahatleri belgeleyen Sweeney’nin Twitter hesapları, “kişisel güvenliği tehlikeye atmak” suçlamasıyla engellenmişti.