Ana Sayfa Blog Sayfa 205

Hatay’da bir yıldır bitmeyen çile: Moloz döküm sahaları kenti kanser gibi sardı

Video haber: Hakan TOSUN
*

Hatay depreminin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen çözülmeyen sorunlar Hataylıları bir çıkmaza doğru sürüklüyor. Tüm uyarılara rağmen depremin yarattığı enkazları kaldırma işlemlerinin sağlıksız bir şekilde yapılmasından ders çıkarmayan yetkililer molozların döküldüğü alanları da iyi seçemiyor.

Depremin ilk aylarında bir elin parmakları kadar olan moloz döküm sahaları şimdi neredeyse her mahallede bir tane olmak üzere şehrin tamamına yayılmış vaziyette.

Yerleşim yerlerine çok yakın olan moloz döküm sahaları döküm esnasında çıkan tozdan bölgede yaşayanların olumsuz şekilde etkilenmesine neden oluyor. Akciğer kanserine sebep olan asbest kimyasal maddesi zaman içinde akciğerlere yapışarak kanser olunmasına sebep oluyor.

Molozlar sulak alanlar, zeytinlikler gibi tarım alanlarının üzerine boşaltılıyor. Bölge halkının geçim kaynağı olan zeytinliklere zarar vermesiyle birlikte doğal yerleşim alanlarının bozulmasına ve zaman içinde yok olmasına sebep oluyor.

Bölgede incelemelerde bulunan İklim Adaleti Koalisyonu (İAK) üyeleri bir kanser hücresi gibi şehrin birçok noktasına yayılan moloz döküm sahalarına karşı önlem alınması gerektiğini, aksi takdirde çözümsüz bir noktaya doğru gidildiğini söylüyor.

Yargı, 5 bin ağaç kesildikten sonra zeytinliklere GES’in yürütmesini durdurdu

İzmir Karaburun‘da, zeytinliklere yapılmak istenen Güneş Enerjisi Santrali (GES)  projesi yargıdan döndü. Proje sahibi şirket tarafından yapılan ağaç kesimleri ile kamuoyunun gündemine gelen davada, İzmir 7.İdare Mahkemesi, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın proje hakkında vermiş olduğu ÇED Olumlu Kararı’nın yürütmesini dururdu.

İdare Mahkemesi kararının tam nüshası: ÇED_YD_Kabul_kararı

Karaburun’a konuşlanmış yüzlerce RES direklerinin sahibi Lodos Enerji A.Ş. köylülerin zeytinlik arazilerine “yardımcı enerji kaynağı” adı altında GES panelleri dikmek istiyordu. Köylülerce yaklaşık 20 yıl önce Hazine’den “zeytin dikmek” şartı ile 150 yıllığına kiralanan arazide 15 yılda binlerce zeytin ağacı dikilmişti. Davanın avukatı Cem Altıparmak, mahkeme kararını “15 yılık emeği 1 ayda yok edilen müvekkilimiz; Yaylaköy’lü Mustafa Şenbahar‘ın gözünde hiçbir anlamı yok” diye değerlendirdi.

Usule aykırı ÇED raporu

Dava süreci dava süreci devam ederken, Tarım ve Orman Bakanlığı Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı’nca yapılan denetimlere, İzmir İl Tarım Müdürlüğü’nce dava konusu zeytinlik arazi hakkında usulsüz olarak “marjinal tarım alanı” raporu verilerek hukuka aykırı bir şekilde ÇED Olumlu kararı alınmasına yol açıldığı ortaya çıkmıştı. Usulsüz rapor hazırlayan personel hakkında Bakanlık disiplin soruşturması  başlatmış ve personel hakkında görevi kötüye kullanmaktan dolayı da İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmuştu. 

İdare Mahkemesinde devam eden yargılama, yapılan keşif ve verilen bilirkişi raporu neticesinde, İzmir 7.İdare Mahkemesi, 26.01.2024 tarihli kararıyla, GES proje alanlarının yarısından fazlasını kaplayan, dikili tarım arazisi niteliğinde bulunan, 2007 yılından bu yana dikilen ve büyük ölçüde başarılı olduğu görülen zeytinliklerde GES projesi yapılmak istenmesinin kamu yararı taşımayacağına karar vererek projenin yürütmesini durdurdu.

‘İş işten geçtikten sonra..’

Dava 10 Mayıs 2023 tarihinde açıldı.  Mahkeme ise ilk değerlendirmesine yürütmenin durdurulması ilişkin kararını keşif ve bilirkişi incelemesi yapılıp rapor alındıktan sonra vereceğini bildirdi. Bilirkişi keşfi 15 Eylül 2023’te yapıldı. Ancak  keşiften 15 gün sonra 30Eylül g023 günü, firmaya ait iş makinaları zeytin ağaçlandırma sahasına girerek binlerce ağacı kesti.

Mahkemeye acilen yürütmenin durdurulması kararı vermesi için başvuruda
bulunulmasına rağmen, karar alınmayınca eylül ayından yürütmeyi durdurma kararı verilen 2024 ocak ayına kadar dört kez yasadışı kesimler gerçekleştirildi ve kaybedilen ağaç sayısı 5 bini buldu.

Mahkeme, yürütmeyi durdurma gerekçesinde, “…dava konusu işlemin hukuka aykırılığı yolundaki bu saptamaya rağmen uygulamanın sürdürülmesi, tüm eylem ve işlemleri hukuka uygunluk karinesine dayanan hukuk devleti ilkesine aykırı bir durum yaratacağı gibi sonraki süreçlerin ikmali ile çevresel müdahalenin fiziken başlayacağı, bu durumun çevre ve bu çevrede yaşayanlar için telafisi güç zarara neden olacağı…” denildi.

Altıparmak Hukuk Bürosu‘ndan yapılan açıklamada; “Yaşanan bu gelişmeler, hukuk devleti ilkesinin ve halkın adalete olan güven duygusunun, idarelerin hukuk dışı işlemleri ile ne kadar çabuk ve hızlı bir şekilde ihlal edilebileceğini göstermektedir. Bu ihlale zamanında ve en çok ihtiyaç duyulan yerde müdahale etmekten çekinen bir yargı sistemi karşısında sıradan bir yurttaşın, haklarını savunmak adına hiçbir şansının olmadığı, halkın hukuki güvenlik hakkından ağır bir şekilde mahrum kaldığı açıktır” denildi.

 

Nadir güzellik ‘çizgili sırtlan’ fotokapanla görüntülendi

Anadolu’nun nadir vahşi hayvanlarından biri olan çizgili sırtlan, bir kez daha görüntülendi. Daha önce Şırnak ve Maraş’da görüntülenmiş olan çizgili sırtlanın yeni görüntüsünün nerede alındığına dair bilgi paylaşılmadı. Çizgili sırtlanlar, avlanma ve habitat değişiklikleri nedeniyle nesli tükenen hayvanlardan biri ve koruma altında.

Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, Twitter’da yaptığı paylaşımda “Bugün fotokapanımızın misafiri çizgili sırtlan. Nadir de olsa Anadolu coğrafyamızda seni görmek çok güzel. Doğal zenginliklerle dolu ülkemizde çizgili sırtlan gibi birçok türümüzü korumayı sürdürüyoruz” ifadelerini kullandı.

Çizgili sırtlanlar, Türkiye‘de özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi‘nde ve Doğu Anadolu Bölgesi‘nin bazı kısımlarında gözlemlenebiliyor ancak bu gözlemler oldukça seyrek ve genellikle sınırın diğer tarafındaki daha geniş popülasyonların bir parçası olarak kabul ediliyor.

çizgili sırtlan
Kahramanmaraş’ta en son 43 yıl önce görünen çizgili sırtlan, Ağustos 2023’te bir bekçi tarafından cep telefonu kamerasıyla görüntülenmişti.
Urfa’da çizgili sırtlan ölü bulundu
Anadolu’daki yaban hayatı fotokapanlarla görüntülendi
‘Kırmızı Liste’deki yaban hayvanları TPAO’nun ‘ölüm tuzağı’nda can veriyor

Türkiye’deki çizgili sırtlan popülasyonu hakkında kesin bilgiler sınırlı ve bu tür üzerine yapılan araştırmalar da kısıtlı. Çevre ve doğa koruma kuruluşları, çizgili sırtlan dahil olmak üzere Türkiye’deki yaban hayatının korunması için çalışmaktalarını sürdürüyor. Bu türün korunması, ekolojik dengenin sürdürülmesi ve biyolojik çeşitliliğin korunması açısından önemli. Çizgili sırtlanlar özellikle doğadaki hayvan ölüleriyle beslendiği için birçok önemli hastalığın yayılmasını önlüyor, varlığıyla her canlı gibi, ekosisteme katkıda bulunuyor.

TİP’in Hatay adayı Gökhan Zan oldu

Türkiye İşçi Partisi (TİP), Hatay Büyükşehir Belediye Başkan adaylarını  Gökhan Zan olarak açıkladı.

Zan’ın adaylığını açıklayan İstanbul Milletvekili ve TİP Sözcüsü Sera Kadıgil, “Biz Hatay halkının sesini, çığlığını, isyanını duyduk. Hatay halkı ortak adayı olarak Gökhan Zan’ı seçtik” dedi.

Lütfü Savaş’a adaylıktan çekil çağrısı

Kadıgil’in ardından konuşan  Gökhan Zan, Hataylılara hep birlikte kötü gidişe dur çağrısı yaparken, mevcut Belediye Başkanı ve CHP’nin adayı Lütfü Savaş’a da “Adaylıktan çekilin” dedi.

Konuşmasında depremin ardından üç gün boyunca devlet kurumları, belediye ve AFAD’ı göremediklerini hatırlatan Zan, şöyle konuştu:

“Deprem değil, ihmal öldürüyor. Şimdiye kadar iktidarı konuştuk ama iktidardan farkı olmayanları desteklemeye mecbur bırakılmamızı da konuşacağız. Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı bu felaketin sorunluları arasındadır. Bunu kabul edilip geri çekilmek yerine partisi tarafından yeniden aday gösterilmiştir. Bu karar Hatay halkına sorulmadan karar verilmiştir. 6 Şubat gecesi yürüyüşte Hatay halkı CHP’nin önüne gerçek anketi koydu. Bu tabloyu görüp sessiz kalmamız mümkün değildi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk‘ün ‘Hatay benim şahsi meselemdir’ sözünü bir kenara atamazdım.”

Zan, CHP yöneticileri ve Lütfü Savaş’a çağrı yaptı: “Buradan iki çağrı yapıyorum. İlki CHP yöneticilerine. Deprem suçlarına adı karışmış birini yeniden aday göstermeniz kabul edilemez. Yaptırdığınız hiçbir anket enkazdan 50 bin canımızın olduğu gerçeğinden daha doğru sonuçlar vermez. Yapmayın.

İkinci çağrım ise Lüftü Savaş’a. Gelin, çekilin ve Hatay ittifakı etrafına birleşelim. Lütfen bu çağrımızı duyun. Hep birlikte bu kötü gidişe dur diyelim.”

‘Hatay’ı savunmaya talibim’

Futbol hayatını “savunarak” kazandığını belirten Zan, “Şimdi de Hatay’ı savunmaya talibim. Hatay’da imar affını, rantı, adam kayırmacılığı geçirmem. Bir Hatay vardı, bir Hatay yine var” dedi.

Gökhan Zan, özellikle 6 Şubat depremleri sonrası kentte öne çıkan figürlerden olmuştu. Eski milli futbolcu, 22 Mart 2023’de İYİ Parti’ye katılmış ve genel seçimlerde aday adayı olup seçilememişti. 27 Aralık 2023’te de partiden istifa etmişti.

Hatay, yüzde 8,56 ile TİP’in genel seçimlerde en yüksek oy aldığı şehir.

Ordulular maden ocağına geçit vermedi: Köyümüzü talan ettirmeyeceğiz

Ordu’nun Ulubey ilçesinde Yeni Sayaca ve Çatallı mahallerini kapsayan bentonit madeni için başlatılan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) için açılan davada Ordu İdare Mahkemesi ‘yürütmeyi durdurma’ kararı verdi.

Ordu Çevre Derneği ve Yeni Sayaca halkının bentonit madeni için alınan “ÇED gerekli değildir” kararına açtıkları davada bilirkişi heyeti incelemesi yapılmış ve rapor maden işletmesinin aleyhine çıkmıştı. Mahkeme de projeye ilişkin olarak “telafisi olanaksız zararlara neden olacağı” gerekçesiyle “yürütmeyi durdurma” kararı verdi.

Dava öncesi bölge sakinleri maden işletmesini istemediklerini vurgulayarak çeşitli eylemler yapmışlardı. Yurttaşlar madene karşı mücadeleyi Ordu Çevre Derneği’yle birlikte yürütürken kendi aralarında birliği ve dayanışmayı sağlamak için Sayaca Çevre Platformu‘nu kurdu.

‘Şirketler para kazanacak diye köyümüzü talan ettirmeyeceğiz’

Sayaca Çevre Platformu Sözcüsü Resul Ses, “Köyümüz tek vücut oldu. Ormanlarımıza, tarım arazilerimize, suyumuza sahip çıkıyoruz. Maden olayını duyduğumuz ilk günden bugüne halk olarak karşıyız. Ordu Çevre Derneği’yle birlikte dava açtık. Haklıydık, kazanacağımızı biliyorduk. ‘Yürütmeyi Durdurma’ kararı haklılığımızı gösterdi. Toprağımıza sahip çıkacağız. Buradan geçimimizi sağlıyoruz. Başka yere gitme olanağımız yok. Şirketler para kazanacak diye köyümüzü talan ettirmeyeceğiz” dedi.

‘Önlenemez zarar verir’

Ordu İdare Mahkemesi’nin verdiği “yürütmeyi durdurma” kararı üzerine Ordu Çevre Derneği Yönetim Kurulu üyeleri tarafından açıklama yapıldı:

“Halk istemiyor. Bunu, bilirkişi heyeti incelemesinde de belirttiler. Yüzlerce köylü, heyeti karşılayarak madene karşı tepkilerini dile getirdi. Bilirkişi heyeti de incelemesini yaptı. Hazırladığı raporda, dere yatağı taşkınlarına karşı önlem alınmadığı, su kaynaklarına dikkat edilmediği, yol durumunun uygun olmadığı, tarım alanlarının ve arıcılıkla ilgili araştırma ve incelemenin yapılmadığı, ormanlık alanlarla ilgili Orman İşletme Müdürlüğünden izin alınmadığı, bentonit madeniyle ilgili oluşacak olumsuzlukların göz ardı edildiği vurgulandı.”

Mahkeme kararının sevindirici olduğunun belirtildiği açıklamada, “Ormanların, tarım arazilerin, su kaynaklarının hoyratça yok edilmesine izin verilmemelidir” denildi.

Atatürk Havalimanı Millet Bahçesi ihalesi iptal edildi

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), Atatürk Havalimanı‘nın Millet Bahçesi’ne dönüştürülmesi projesinin ihalesine itiraz etti ve Danıştay, ihale sürecinde “ivedilik” şartının karşılanmadığına hükmederek, iptal kararı verdi.

Sözcü’den Özlem Güvemli’nin aktardığına göre 29 Nisan 2022’de, Yeşilköy‘deki Atatürk Havalimanı’nın Millet Bahçesi olarak dönüştürülmesi amacıyla düzenlenen ihale, iktidara yakınlıkları ile bilinen Limak, Kolin, Mapa, YSE, YDA ve Yapı&Yapı şirketlerinin katılımı ve davet usulü ile gerçekleşmişti. Ancak İBB’nin, ihale sürecinin Kamu İhale Kanunu’na uygun olmadığı gerekçesiyle açtığı dava sonucunda, Ankara 16. İdare Mahkemesi‘nin ihaleyi onaylamasına rağmen Danıştay, süreci tersine çevirdi.

Danıştay 13. Dairesi, yapılan temyiz başvurusunu değerlendirerek, Ankara 16. İdare Mahkemesi’nin kararını iptal etti ve ihale sürecinde hukuki bir geçerlilik bulunmadığına karar verdi.

Özellikle, ihale sürecinde “ivedilik” şartının gerekliliği ve bu şartın ihaleye davet edilen firmaların nitelikleri açısından sağlanıp sağlanmadığı üzerinde duruldu. Danıştay, projenin Cumhurbaşkanlığı‘nın icraat programında yer almasının bu ivediliği sağlamak için yeterli olmadığını belirtti.

İBB imar planına itiraz ediyor

Atatürk Havalimanı, 2019 yılından bu yana sivil ve kargo uçuşlarına kapatılarak, sadece iş jetlerine hizmet verir hale geldi. İhalenin iptali, havalimanı arazisinin pistlerinin kırılarak spor sahalarına dönüştürülmesi sürecine de yeni bir boyut kazandırdı. İnşaat çalışmalarının başlamasının ardından yapılan spor tesislerinin, kamuoyunun tepkisine rağmen devam eden bir proje olduğu görülüyor.

Ayrıca, İBB’nin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından hazırlanan imar planına karşı açtığı dava, havalimanı arazisinin kullanımı ve şehircilik ilkeleri açısından önemli bir adımı temsil ediyor. Bilirkişi raporunda, havalimanının şehircilik ilkelerine ve kamu yararına uygun olmadığı, ayrıca olası bir afet durumunda üstleneceği kritik görevin göz ardı edildiği belirtiliyor.

atatürk havalimanı

Atatürk Havalimanı’nda ne olmuştu?

Atatürk Havalimanı, İstanbul‘un ve Avrupa‘nın en yoğun havalimanlarından biri olarak uzun yıllar hizmet verdi. 2013’ten itibaren Avrupa’nın en yoğun beş havalimanı arasında yer aldı ve 2017’de Sabiha Gökçen Havalimanı ile birlikte 100 milyonun üzerinde yolcuya ev sahipliği yaptığı biliniyor.

Havalimanının şehir tarafından üç yönden çevrelenmiş olması ve Marmara Denizi ile sınırlanmış olmasının genişleme imkanlarını sınırlaması gerekçeleriyle, İstanbul’un artan hava trafiği talebini karşılamak amacıyla yeni bir havalimanı yapılması kararı alındı​​.

Atatürk Havalimanı ihalesi yargıda: TMMOB yürütmeyi durdurmak için dava açtı
Atatürk Havalimanı davasında bilirkişi raporu: Kamu yararı gözetilmedi
Atatürk Havalimanı’nın son hali havadan görüntülendi: Pistlerin üzerine oyun alanları

Yeni İstanbul Havalimanı‘nın inşası, 2014-2018 yılları arasında gerçekleşti ve tüm programlı ticari yolcu uçuşları 6 Nisan 2019’da Atatürk Havalimanı’ndan İstanbul Havalimanı‘na taşındı. Bu taşınma ile birlikte Atatürk Havalimanı’nın IATA havalimanı kodu IST de yeni havalimanına transfer edildi. İstanbul Havalimanı, 2022’de 64 milyondan fazla yolcuya hizmet vererek Avrupa’nın en yoğun ve dünya genelinde uluslararası yolcu trafiği açısından beşinci en yoğun havalimanı oldu​​.

Atatürk Havalimanı’nın Millet Bahçesi dönüşümü ise kamuoyunda ve medyada yoğun bir ilgi ve tartışma konusu oldu. İhalenin iptali ve ardından gelen hukuki süreçler, projenin geleceği üzerinde belirsizlikler yarattı. İhalenin iptaline giden süreç, Danıştay’ın “ivedilik” şartının karşılanmadığı gerekçesiyle ihaleyi iptal etmesiyle sonuçlandı. Henüz sözleşmeler imzalanmadan yıkımlara başlanmış olması, kamuoyunda tartışma yaratmıştı.

Atatürk Havalimanı tartışması da ara verilen yıkım da sürüyor: İmar kararı da yok

Pütürge’de kalker ocağı için ‘ÇED gerekli değil’ kararı

Malatya Pütürge‘de, Devlet Su İşleri (DSİ) 20. Bölge Müdürlüğü tarafından planlanan “Kalker Ocağı, Kırma-Eleme Tesisi ve Hazır Beton Santrali Kapasite Artışı Projesi” için ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) gerekli değil’ kararı verildi. Projenin Pütürge’nin köylerinde büyük çevresel tahribata yol açacağı öngörülüyor.

Pütürge’nin Uzuntaş ve Yandere mahallelerinde gerçekleştirilen ve toplam 2 bin 947 hektarlık bir alanda yapılan proje, bölgeye yapılan baraj ve sulama projeleri için gerekli malzeme temini ve hazır beton ihtiyacının karşılanması amacıyla gerçekleştiriliyor.

ÇED kapsamında 2 bin 454 hektarlık bir alanı değerlendirilen projenin 2 bin 175 hektarlık kısmının Ocak ve Stok alanı olarak kullanılması için, 279 hektarlık bir kısmın ise tesis alanı olarak ayrıldığı belirtiliyor. Tesis alanının, baraj yapım işlemleri tamamlandıktan sonra kaldırılması planlanıyor.

19 Ocak 2023’te Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na sunulan projenin bedeli, 43 milyon 900 bin TL.

Pütürge’de kalker ocağı proje alanından etkilenecek evler kamulaştırılıyor

Proje dosyasında belirtildiği üzere, projenin çalışma alanı aynı zamanda deprem bölgesinde olduğu için, artçı sarsıntılara karşı hassas durumda. Dosyada “Bu artçı depremler nedeniyle, belirli bir ruhsat kapsamında, köy yerleşim alanlarına yakın bölgelerde 350 metre mesafeye kadar dinamit patlatılmayacak” ifadeleri yer alırken, çalışma alanının en yakın yerleşiminin açık ocak alanının 423 metre kuzeybatısında bulunan evler olduğu ifade ediliyor ve bu evlerin kamulaştırılacağı, kamulaştırma işlemi tamamlanmadan çalışmalara başlanmayacağı söyleniyor.

Pütürge kalker ocağı

Malatya Çevre Platformu adına Yeşil Gazete’ye konuşan Hasan Kaya, projeyi “Kırma, eleme beton santralleri ve kalker ocağı, buradaki baraj çalışmaları için yapılıyor. Ancak bu proje, bölgeyi yok edecek. Altı mezrayı ortadan kaldırıyor, göçe zorluyor” diyerek anlattı.

Yapılacak olan taş kırma tesislerine 425 metre uzaklıkta, Yandere ve Uzuntaş mahallelerindeki yerleşim yerlerinin bulunduğunu kaydeden Kaya, “Çok sayıda tarla, arazi, bağ ve bahçe baraj göletinin altında kalacak. Burada ekosistem zarar görecek. Tesise yaklaşık 500 metre mesafede bulunan Gökçeli, Bakımlı ve Uzuntaş mahalleleri ve köyleri de etkilenecek, tümden bir zarar görülecek” ifadelerini kullandı.

kalker ocağı Pütürge

‘Menzil’e su götürülecek’

Bölgedeki baraj, projede Adıyaman Büyükçay Barajı olarak geçiyor ancak, Malatya sınırları içerisinde bulunuyor. Bunun da meseleyi karmaşık hale getirdiğini ifade eden Hasan Kaya, projenin Pütürge’de kimse için faydalı olmayacağını, ancak yetkililerin gelip halkı ikna etmek için aksini iddia ettiklerini açıkladı.

Baraj ve su yolu projesinin Nemrut Dağı ve çevresindeki arkeolojik ve turistik açıdan değerli alanlara da zarar vereceği görülüyor. Projenin on ay boyunca ayda sekiz gün, günde sekiz saat çalışma yapması ve projenin 5 yılda bitirilmesi planlanıyor. Bu süre boyunca sadece iş makinalarının taşınması bile, tarım arazilerine ve çevreye zarar verecek.

Malatya’da altından bakıra 1300 proje: Depremden sonra yüzde 73 arttı
Malatya’dan yardım çağrısı: Maden için ÇED başvurusu dört yıl içinde 814’e çıktı, kentimiz ölüyor
Kırklareli Kapaklı köyünde kalker ocağı için on binlerce ağaç kesilecek

Daha önce bu sorunla ilgili bir basın açıklaması yapıldığını ve konuyu takip edeceklerini açıklayan Malatya Çevre Platformu sözcüsü Hasan Kaya, “Adıyaman Menzil’e sulama suyu götürülecek diye Malatya’nın Pütürge köyleri neden zarar görsün? Bununla aynı zamanda ileride altın madenciliği faaliyetlerinin de önünü açacaklar. Beş yıl boyunca bu çevrede doğa felaketi yaşanacak. Ormanlar kesilecek. İki il arasındaki yol tahrip edilecek. Ekosistemimiz yerle bir olacak ve yöre halkı zarar görecek. Bu nedenle bu projeye biz dün de karşı çıkmıştık, bugün de karşı çıkıyoruz. Doğamıza, çevremize, sağlığımıza sahip çıkıyoruz” dedi.

Kalker ocağı Pütürge için neden zararlı?

Kalker ocakları çevreye birkaç farklı şekilde zarar verebiliyor. Kalker, çimento ve kireç gibi malzemelerin üretiminde ana bileşen olarak kullanılırken, bu malzemelerin üretimi ve kalkerin çıkarılması süreci, çevre üzerinde önemli etkilere sahip.

Kalker ocakları genellikle büyük açık çukurlar şeklinde olup, çıkarılacak alanın önceden temizlenmesini gerektiriyor. Bu da bitki örtüsünün ve dolayısıyla hayvan habitatlarının yok olmasına neden oluyor.

Kalker ocaklarından sızan toz ve diğer partiküller, yakındaki su kaynaklarını kirletebiliyor ve madencilik faaliyetleri sırasında kullanılan kimyasallar da su yollarına sızabiliyor.

Kalker ocaklarında yapılan patlatmalar ve taşınan malzemeler nedeniyle havaya toz partikülleri yayılıyor ve bu tozlar, hava kalitesini düşürerek bölgede yaşayanlarda solunum sorunlarına neden olabiliyor.

Şebnem Korur Fincancı Adnan belgeseli hakkında konuştu: ‘Hukuki girişimlerde bulunacağım’

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Genel Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, 10 Şubat’ta “Adnan” belgeselinin yayınlanmasının ardından, karalama kampanyasına maruz kaldı. 140journos’un hazırladığı belgeselde eski örgüt üyelerinden Özkan Mamati, Fincancı’nın “örgüt adına sahte işkence raporu hazırladığını” iddia ediyor.

YouTube’da yayınlanan “Adnan” başlıklı videonun ardından konunun X‘te gündem olmasıyla, birçok kişi ve platform Fincancı’ya destek mesajlarını iletti.

Şebnem Korur Fincancı’dan yanıt

Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, yayınladığı bir gönderi serisiyle iddialara yanıt verdi ve “Bir belgesel (?) olarak yayına girdiği anlaşılan son dizi de işkencenin meşrulaştırılması için hakikat dışı söylemleriyle kişisel olarak benim düzenlediğim tıbbi değerlendirme raporlarını sahte gibi göstermeye çalışmaktadır. Beni hedefe koyar gibi yapan, ancak son noktada çok tehlikeli bir duruma kapı aralayarak, işkence görenlerin zarar görmesine yol açacak ifadelere yer vermektedir” ifadelerini kullandı.

TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’ya soruşturma
Şebnem Korur Fincancı için tahliye kararı!

140journos, Twitter üzerinde yayınladığı mesajda Fincancı’ya göndermiş oldukları e-postayı paylaştı ve soruları yanıtlayabileceğini ifade etti.

Gazete Duvar’a konuşan Fincancı, 140journos’un belgeseli yayınlamadan önce kendisine ulaşmaya çalıştığı ancak yanıt alamadığı iddialarına da yanıt verdi.

Yoğunluk nedeniyle e-postayı görmemiş olabileceğini ancak telefonla arandığında genellikle ulaşılabilir olduğunu hatırlattı; “Keşke bu raporlar, tıbbi değerlendirmeler iddia edildiği gibi yargıda yer bulsa, ama hayır. İnsanlar dehşet uyandırıcı suçlar işleyebilirler, ancak bu suçlar etkili bir soruşturma yürütülüp deliller toplanmadığında cezasız kalır ne yazık ki. Bunun için işkenceyi meşrulaştıran ifadeler de hepimiz için çok tehlikelidir” dedi.

Tüketmeyen Sevgililer Günü mümkün mü?

14 Şubat Sevgililer Günü tüm dünyada kırmızı kutular, peluş oyuncaklar ve kalp şeklindeki envai çeşit ürünün pazarlanmasıyla kutlanırken, çiçek satışlarında patlama yaşanıyor. Dalından kesilen çiçekler, altınlar, kakaolar oradan oraya taşınırken de, Aziz Valentin’in karbon ayak izi arşa uzanıyor.

Sevgililer Günü’nün kapitalizme katkılarının yanı sıra, gezegenimiz üzerindeki maliyeti de dikkate değer.

Sevgililer Günü’nün karbon ayak izi

Sevgililer Günü’nde milyonlarca çiçek, dünyanın dört bir yanından sevdiklerimize ulaşmak için yola çıkıyor. Bu çiçeklerin yetiştirilmesi ve taşınması sırasında ortaya çıkan karbon ayak izi önemli bir çevresel sorun. Tarım süreçlerinde kullanılan pestisitler, çoğunlukla kadın olan tarım işçilerinin sağlığını tehlikeye atıp, yerel ekosistemlere de zarar veriyor.

Financial Times‘ın belirttiği üzere, bir düzine uzun saplı kırmızı gül, Londra’dan Paris’e tek yönlü uçuşla eşdeğer; yaklaşık 30 kilogram karbondioksit (CO₂) emisyonu üretiyor. Seralarda yetiştirilen veya Kenya ve Etiyopya gibi güneşli ülkelerden hava yoluyla taşınan güllerin ürettiği emisyon da oldukça yüksek.

Avrupa‘da Sevgililer Günü’nde satılan yaklaşık 3,5 milyar gülün karbon ayak izi, yılda 500 bin ton CO₂ emisyonuna eşdeğer bir miktarda. Bu, 50 bin Britanyalının yıllık karbon ayak iziyle karşılaştırılabilir bir miktar.

2018 yılında, Kolombiya‘dan ABD‘ye uçakla gönderilen Sevgililer Günü çiçekleri, yaklaşık 360 bin metrik ton CO₂ üretti. Bu da, 78 bin arabanın bir yıl boyunca yol almasının üreteceği emisyona eşdeğer.

Sevgililer Günü
Venezuela’daki kakao işçisi kadınlar.

Çikolata herkesi mutlu eder mi?

Yılda 128 milyar dolarlık çikolata endüstrisi, kakao üretiminde çalışanların hakları ve ormanların yok edilmesiyle ilgili sorunlarla çok yakından ilişkili. Time Dergisi, dünyanın en büyük çikolata üreticileri için beş faktörü temel alan bir derecelendirme geliştirmişti: İzlenebilirlik, yaşanabilir bir gelir sağlanması, çocuk işçiliğinin önlenmesi, ormansızlaşmanın önlenmesi, tarımsal ormancılığın uygulanması ve pestisit kullanımının azaltılması.

Görünen o ki, çikolata tükettiğimizde mutlu olduğumuz kadar, bu güzel hediye için çabalayan birçok insan mutsuz oluyor.

Banksy’den Sevgililer Günü’ne özel yeni sanat eseri

Altın ve elmasın gerçek bedeli

Sevgililer Günü’nde artan altın takı satışları, altın madenciliğinin yol açtığı çevre ve insan hakları sorunlarını gündeme getiriyor. Oxfam‘ın raporuna göre, altın madenciliği, 34 milyon tonun üzerinde maden atığı üreterek su kaynaklarının kirlenmesine ve habitat yıkımına neden oluyor​​.

Sevgililer Günü
Fotoğraf: Shane McLendon / Unsplash

Altın madenciliği, sadece çevreye değil, aynı zamanda maden işçilerinin yaşam koşullarına da zararlı bir sektör. İşçi hakları ve güvenliği konularında yaşanan ihlaller, altın madenciliğinin karanlık yüzü. Çalışma koşullarının zorluğu, yetersiz güvenlik önlemleri ve düşük ücretler, maden işçileri için ciddi riskler oluşturuyor.

Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, altın madenlerinde yaşanan işçi ölümleri ve sağlık sorunları düşünüldüğünde, altın arayışının gerçek bedelinin sorgulanması şart.

Mali’de artizan maden ‘kazası’: En az 70 işçi hayatını kaybetti
İliç altın madeninin işletmecisi Anagold’un 7.2 milyon dolar vergi borcu silinmiş

Değerli görülen ve piyasada “aşkınızı bununla anlatın” diye empoze edilen elmaslar da, aslında yüksek çevresel maliyeti olan kömürden başka bir şey değil. Elmas madenciliği, ekosistemleri tahrip ediyor, su kaynaklarını kirletiyor ve karbon emisyonlarını artırıyor. Elmasların gezegenimiz üzerindeki zararı, sembolik değerlerinin çok ötesinde.

Sevgililer Günü’nün ardındaki çöp dağı

Sevgililer Günü, aynı zamanda plastik atık üretiminde de önemli bir artışa sebep oluyor. Plastik ambalajlar, peluş oyuncaklar ve diğer hediyelik eşyalar, çevremizde yüzlerce yıl kalabilecek mikroplastiklere dönüşüyor. Plastic Oceans International‘a göre, Sevgililer Günü tek başına atmosferimize ekstra 9 milyon kilogram CO₂  salımına neden oluyor ve sayısız plastik atık üretiyor​​.

Bu özel günü daha yeşil ve anlamlı bir şekilde kutlamak için bazı geliştirilebilir fikirler şunlar olabilir:

  • Kesme çiçek yerine saksıda canlı bitkiler hediye edin. Canlı bitkiler, uzun süre boyunca yaşar ve sevdiklerinize kalıcı bir mutluluk kaynağı olabilir. Ayrıca, evin iç mekan hava kalitesini de iyileştirir!
  • Sevdiklerinize yerel üreticilerden veya organik tarım yapan çiftliklerden alınmış ürünler hediye edin. Bu şekilde yerel ekonomiyi desteklerken, uzun mesafelerden taşınan ürünlerin neden olduğu karbon emisyonlarını da azaltmış olursunuz.
Sevgililer Günü için alternatif hediye önerileri
Fotoğraf: Kristina Balić / Unsplash
  • Kendi yaptığınız bir hediye, karşınızdaki kişiye ne kadar değer verdiğinizi göstermenin en samimi yollarından biri. El yapımı kartlar, takılar veya ev yapımı tatlılar sevginizi ifade etmenin lezzetli yolları olabilir.
  • Deneyim hediye edin. Birlikte geçirilen zaman, maddi bir hediye kadar değerli, hatta daha fazlası olabilir. Konser bileti, müze ziyareti, doğa yürüyüşü veya bir atölye çalışması gibi deneyimler hem unutulmaz anılar yaratır hem de çevresel ayak izinizi minimalize eder.
  • Çevre dostu malzemelerden yapılmış kıyafetler, çantalar veya takılar, moda bilincini ve sürdürülebilirliği bir arada sunar. Bu tür ürünler, etik üretim süreçlerini ve doğal kaynakların korunmasını destekler.

Liberal demokrasilerin krizi, ucuz hammaddeler çağının sonu

Bir arkadaşım Almanya‘nın yavaşlayan ekonomisi ile ilgili bir analiz göndermiş, “Ne dersin?” diye sormuş. Takip edenler vardır: Sadece Almanya’da değil, AB‘nin pek çok ülkesinde 2023’ün sonu itibariyle bir yavaşlama, hattâ küçülme yaşandı. Analizde, Almanya’nın önemli ekonomik araştırma enstitülerinin birinin başkanı olan yorumcu, pek çok sebep saydı: Ukrayna Savaşı ile beraber Rusya’dan gelen ucuz doğal gazın kesilmesi, nüfusun yaşlanması, vergilerin yüksekliği… Ardından çözüm önerileri sundu: Yarı zamanlı çalışanların daha uzun çalışma saatlerine teşvik edilmesi, vergilerin düşürülmesi ve çevreci siyasete verilen önemin büyümeye de verilmesi. Regresyona karşı verdiği en önemli reçete ise tüketimin artması, artması, artması idi.

Bir sonraki nesil elli sene sonra bu çözümleri ibretle dinleyecek diye tahmin ediyorum. Öyle umuyorum en azından. Gelir adaletini boz, insanların hayatında işin ağırlığını arttır, Türkiye’deki gibi sevdiklerine ayıracak vakitleri bile kalmasın, üstüne dünyanın köküne kibrit suyu dökmeye devam et.

Körlükten daha fazlası var burada. Karşımızda sadece ekonomik bir sorun değil, vizyona dair bir sorun var. Liberal demokrasilerin kurduğu hayalin ve vaat ettiklerinin çöküşüne tanıklık ediyoruz belki de.

Prag’ta 1 Mayıs İşçi Bayramı, 2017.

Vaat kabaca şuydu: Sisteme inanın, çünkü hayat standartları giderek iyileşecek. Sizin çocuklarınız sizden daha eğitimli olacak, daha konforlu hayatlar sürecekler. Siz yurt dışına çıkamadıysanız onlar çıkacak. Siz tatile gidemediyseniz onlar gidecek. Sizin üç çift ayakkabınız varsa, onların otuz çift olacak. Dolu bir buzdolabı, sıcak su, bir dolu elektrikli eşya, araba, yazlık… Bolluk artacak, hayat güzelleşecek.

20. yüzyılın bilhassa ikinci yarısında demokratik dediğimiz ülkelerde alım gücü gerçekten de hızla arttı. Örneğin demokrasinin öncüsü sayılan (Batı) Almanya’da ortalama bir vatandaş 1950’de on yumurta için 2 saat çalışmak zorundayken 21. yüzyılın başında bu süre 8 dakikaya düştü. Aynı şekilde elbise dolabı için gereken çalışma saati 147 saatten 38’e, ayakkabı için 7’den 1,5’a geriledi.

Paris Moda Haftası’nda bir iklim aktivisti, 2021.

Demokrasi dediğimiz aslında bolluktan pay alabilme özgürlüğü idi. Yoksa siyasî katılım anlamında önemli konularda halkın fikri sorulmuyordu. Seçimler oluyordu, evet; ama güvenlik, silahlanma, ekonomik model, dış siyaset, tarım-endüstri-enerji politikaları gibi konular seçimlerle belirlenmiyordu. Belirlenecek gibi olduğundaysa (örneğin Şili’deki Allende rejiminde olduğu gibi) müdahale gecikmiyordu (1973).

Müdahaleler de demokratik değildi elbette. ABD dünyanın dört bir yanında işgâllere kalkışıp, bombalar patlatıp, darbeler düzenlerken ne o ülkelerin halkına ne de kendi ülkesinin vatandaşına danıştı. Keza Türkiye’de de NATO’ya girişten tutun nükleer bombalara ev sahipliği yapmaya ve dış borcun miktarına kadar pek çok karar, demokratik süreçlerle alınmadı. (“NATO’ya girilmeli miydi, borç alınmalı mıydı?” tartışmalarına burada girmiyorum. Sadece demokrasi diye adlandırdığımız rejimin serbest bir tartışma ortamı sunmadığının, halk egemenliği anlamına gelmediğinin altını çiziyorum.)

‘Bolluk medeniyetinin’ sonu

“Gerçek demokrasi bu değil” diyebilirsiniz. Doğru. Ama demokrasiyi bir ideal olarak değil, kendi tarihsel koşullarında bir meşruiyet aracı olarak ele aldığımızda devletlerle ve büyüme ekonomileriyle bağı daha net gözüküyor. (Bununla ilgili yürüyen pek çok tartışma var, biri şu.)

Asıl konuya geri döneyim: Demokratik rejimlerin meşruiyeti, daha çok gıda, daha fazla telefon, hizmet sektörüne aktarılan daha fazla kaynakla sağlandı. Sınıfsal olarak yükselebilme imkânlarıyla! Türkiye gibi ülkelerde köyden iki nesil önce şehre taşınmış ailelerin çocukları yurt dışında master yapabilir hâle geldi. Bu büyük bir dönüşümdü gerçekten.

Ancak bu anlattığım tablo değişmeye başladı. Bunun birden çok sebebi var. Sanıyorum en önemlisi şu: Eşitsiz olmasına rağmen tüm bu bolluk medeniyeti, kullandığımız enerji miktarındaki büyük artışın sonucuydu. Karbon bazlı enerjinin yoğun kullanımıyla nüfus çoğaldı, hareketlilik arttı, devletlerin kapasiteleri büyüdü, gıda üretimi ve genel olarak tüketim patladı. Uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Eğer mahallenizde ıstakoz yiyebiliyorsanız, bilin ki enerji yutan bir ilişki ağının içindesiniz.

Pişirilmiş ıstakozlar kıtaları aşıyor.

Büyüyen ekonomilere katkı sunan başka faktörler de vardı elbette. Finans, teknoloji, diğer sosyal gelişmeler… Ancak enerji kullanımındaki patlama hepsi için gerekli koşul idi. Bizim nesiller (100 yıllık bir dilimden bahsediyorum) yarını düşünmeden karbon bazlı enerjileri ve diğer dünya kaynaklarını hızla tüketmenin konforlarını yaşadı. Evlere elektrik girdi, su girdi, iletişim araçları girdi. Orta sınıf hayat sürebilenler yedi, içti, eğlendi. Evler plastiklerle doldu, tatillere çıkıldı. Yurt içi bitti, Avrupa‘ya gidildi. Avrupa tatilleri rutin hâle gelince Uzak Doğu tatillerine geçildi. Bunlara erişemeyenlere, erişebilecekleri günün uzak olmadığı hayali satıldı. “Haset etme ne olur, çalış senin de olur!” dendi. Üst üste yaşayan tavukların ucuz yumurtaları yendi, kadim ormanların tamamına yakını kesildi.

Artık bunların devam etmeyeceğinin sinyallerini görüyoruz. Sadece karbon enerji kaynaklarının değil, suyun, ormanların, minerallerin de bir sonu var. Yeşil, sürdürülebilir dediğimiz teknolojiler bile (misal güneş panelleri) ender bulunan metallerin hızlı tüketimine dayalı. Bunları hemen bugün çıkarıp kullanmanın uzun vadelere yayılan bedelleri var.

Hayat daha iyi olacak mı?

Dolayısıyla önceki krizlerden farklı olarak bu ekonomik krizi teknolojik bir sıçramayla aşamayabiliriz. Karşımızdaki sorun çok boyutlu. Yapılan işlerin gerçek maliyetleri uzun süredir ileri bir zamana öteleniyor. Örneğin yapay gübre ve pestisitlerle üretim rekorları kırıldı; ama bu sırada topraktaki yaşam ve biyo-çeşitlilik azaldı. Yapay gübre üretmek için muazzam miktarda enerji, rekolte artışı için çok miktarda su kullanıldı. Her bir büyüme kalemi, pek çok farklı düzlemde ve zaman ölçeğinde tahribata yol açtı.

“Peak Everything” deniyor bu döneme.[1] Zirveyi geçtik, düşüş yüzyılına girdik. Gıdadan suya, keresteden minerallere sübvansiyonlarla ucuz tutulan pek çok kalemde maliyetler artacak/artıyor. Ucuz hammaddeler çağının ucu göründü.

Ekolojik eşiklerin dışında, düşüşün başka sebepleri de var elbette. Bu neslin çocukları bir önceki nesilden daha güvencesiz işlerde çalışmak zorunda. Daha çok borçları var. Özelleştirmeler sınıfsal mobilizasyon hayalini törpüledi. Özel okulların, hastanelerin payı arttıkça toplumsal kesimler arasındaki makas açıldı. “Hayat daha iyi olacak” vaadi, geniş kesimler için inandırıcılığını kaybediyor. Bir önceki nesilde Türkiyeli bir memur ailesinin ev, araba alması, çocuk okutması gayet mümkündü. Artık değil. Sınıfsal mobilizasyon liberal demokratik kurumların işleyişiyle değil, yozlaşmış siyasî ilişkilerle gerçekleşiyor.

Daha kötüsü, alternatif bir siyasî vizyon kurmak zorlaştı. Çevre hareketine mensup kişilerin bile greenwashing işine soyunduğu, büyük enerji ve inşaat şirketlerine danışmanlık vererek saygınlık kazandığı bir iklimde siyaset bağlamı daraltılmış tekil çözümlere indirgeniyor ister istemez.

Tekil çözümlerden kastım şu: Elektrikli araba alıyoruz. Paketin üstünde çevreci ve sürdürülebilir yazıyor. Ama her gün her yere arabayla gidiyoruz. Şehir ona göre yapılmış. Bu durumda mazotla çalışan, ama senede üç kez kullanılan bir arabadan çok daha fazla emisyon salmış oluyoruz. Enerji izolasyonlu yeni evler inşa ediyoruz. İçi dev ekranlarla, kahve makineleriyle, bilgisayarlarla, ses sistemleriyle dolu. Bir yandan uçakla kıta değiştirip diğer yandan organik limon alıyor, çöpünü ayrıştırıyoruz. Bildiklerimiz ve yaptıklarımız arasında sanki bir uyumsuzluk var.

Demokrasi tartışmaları çerçevesinde ise sorun şu: Toplumlar, büyüme ekonomilerinin vaat ettiği bu konforlardan vazgeçebilecek mi? Eğer iki derecelik artışı aşmak istemiyorsak kişilerin senede salabileceği karbon miktarı 2,7 ton diye hesaplanmış. Buna mukabil çevreci ve demokratik Almanya’nın ortalaması 11 ton.[2] Herhangi bir siyasetçi küçülme dediği andan itibaren seçilme şansını sıfırlamış olur. İhtimalin kendisi bile insan hakkı olur, demokrasi olur her türlü prensibin rafa kaldırılmasına yol açar.

Almanya Şansölyesi Scholz, ucuz enerji kesilince demokrasiyle ilgili prensipleri bir kenara bırakıp Suudi Arabistan’ı ziyaret etti (2022).

Başa dönüyorum: Yukarıda bahsettiğim analistin dedikleri geçmiş yüzyılın çözümleri. Yeni bir siyasî vizyon gerekiyor. Büyüme ekonomilerinin yarattığı tahribatı durdurabilecek, hattâ yaraları saracak yeni bir medeniyeti hayal edebilmeliyiz. Silah üretmekle sağlık merkezi açmanın aynı şekilde büyüme addedilmediği, önemliyle önemsizi ayırt ettiğimiz bir medeniyet. Bitkileri-hayvanları rahat bıraktığımız, sırf ekonomik zorunluluk diye lüzumsuz işler peşinde koşmadığımız, sevdiklerimize daha çok vakit ayırabildiğimiz, toprağı-suyu koruyan, aşırı zenginleşmeye set çeken, “yavaş” ve hattâ kimi kalemlerde küçülmeyi göze almış ekonomik modellere ihtiyacımız var.

Hayır, bunlar korkutucu senaryolar değil. Beni asıl korkutan siyasette söz sahibi insanların televizyonlara çıkıp daha fazla tüketimi hâlâ çözüm olarak sunabilmeleri.

*

[1] Heinberg, Richard. 2010. Peak Everything: Waking Up to the Century of Declines. New Society Publishers.
[2] Paech, Niko. 2017. ‘Post-Growth Economics’.  Routledge Handbook of Ecological Economics, (der.) Clive L. Spash, 477–86. Routledge International Handbooks. New York: Routledge.