Ana Sayfa Blog Sayfa 146

İklim krizi hakkında bilmeniz gereken 4 mühim mesele

İklim krizi hepimizin hayatını her gün, doğrudan etkileyen küresel bir kriz haline çoktan geldi.

Dünya Sağlık Örgütü‘ne göre, şu anda dünyadaki 3,6 milyar insan, iklim değişikliğinden büyük ölçüde etkilenen bölgelerde yaşıyor.

2030 ile 2050 yılları arasında, iklim değişikliğinin yalnızca beslenme yetersizliği, sıtma, ishal ve sıcak çarpması nedeniyle her yıl yaklaşık 250 bin ölüme neden olacağı öngörülürken, Oxfam‘ın “Evlerinden Edilenler” raporuna göre, son on yılda aşırı hava olayları yüzünden her yıl ortalama 20 milyon insan yerinden edilmiş durumda​​.

Bu rakamlar, iklim krizinin yalnızca doğal yaşam üzerinde değil, aynı zamanda milyonlarca insanın yaşamı üzerinde de derin ve acil etkileri olduğunu gösteriyor.

1. İklim krizi nedir ve neden olur?

İklim krizi, uzun vadede küresel sıcaklıkların artması ve bu artışın gezegenimiz üzerindeki yaşamı tehdit edici etkiler yaratması durumu olarak tanımlanabilir.

İnsan faaliyetlerinin;  özellikle fosil yakıtların yakılmasının, ormansızlaşmanın ve endüstriyel tarım ve hayvancılığın atmosfere sera gazı salımını artırarak küresel ısınmaya neden olduğu biliniyor. Bu durum, aşırı hava olaylarının sıklığını ve şiddetini artırıyor, deniz seviyelerinin yükselmesine neden oluyor ve ekosistemler üzerinde yıkıcı etkiler yaratıyor.

Son yıllarda yapılan araştırmalar, iklim krizinin etkilerinin beklenenden daha hızlı gerçekleştiğini gösteriyor. IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) tarafından yayımlanan raporlar, eğer önemli ölçüde karbon emisyonları azaltılmazsa, küresel sıcaklıkların bu yüzyıl içinde 1,5°C’nin üzerinde artabileceğini öngörüyor.

Gezegen genelinde yalnızca 1,5 derecelik bir ısınma, ekolojik dengenin bozulması, gıda güvenliğinin tehdit altına girmesi ve deniz seviyelerinin tehlikeli seviyelerde yükselmesi gibi sonuçlar doğuracak.

İklim krizinin ana nedenlerinden biri, endüstriyel devrimden bu yana fosil yakıtların (kömür, petrol ve doğal gaz) yoğun bir şekilde kullanılması. Enerji üretimi, ulaşım ve sanayi süreçleri sırasında atmosfere büyük miktarlarda karbondioksit (CO2) ve diğer sera gazları salınıyor ve bu gazlar, Güneş’ten gelen ısıyı tutarak Dünya’nın ısınmasına neden olan sera etkisini güçlendiriyor.

Ayrıca, ormansızlaşma ve yoğun tarım ve hayvancılık uygulamaları da iklim değişikliğini körükleyen faktörler arasında. Ormanların yok edilmesi, karbondioksitin atmosferdeki yoğunluğunu artırırken, endüstriyel tarım ve hayvancılık faaliyetleri de metan (CH4) ve azot oksit (N2O) gibi güçlü sera gazlarının salımını artırıyor.

2. İklim krizinin küresel etkileri

İklim krizinin küresel etkileri, dünyanın dört bir yanında yaşanan sıcaklık rekorları, artan deniz seviyeleri ve aşırı hava olaylarının sıklaşması gibi birçok şekilde kendini gösteriyor. Bu etkilerin her biri, hem insanlar hem de yaban hayatı için ciddi sonuçlar doğuruyor ve iklim krizinin küresel bir tehdit olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Küresel ortalama sıcaklıklardaki artış, aşırı hava olaylarının daha da kötüleşmesine yol açıyor. Örneğin, Avrupa‘da yaşanan sıcak dalgaları, insan sağlığı üzerinde doğrudan olumsuz etkiler yaratıyor ve orman yangınlarına sebep oluyor. Bilim insanları, bu tür sıcaklık artışlarının gelecekte daha da sık yaşanacağını öngörüyor.

Kutuplardaki ve dağlardaki buzulların erimesi, deniz seviyelerinin yükselmesine yol açıyor. Bu durum, kıyı şehirleri ve toplulukları için büyük riskler oluşturuyor; sel ve erozyon gibi doğal afetlerin etkilerini artırıyor. Özellikle düşük rakımlı adalar ve kıyı bölgeleri, bu yükselişten en çok etkilenen alanlar arasında.

Sel, kuraklık, kasırga ve tayfun gibi aşırı hava olayları da, iklim krizine bağlı olarak hem sıklıkta hem de şiddette artış gösteriyor. Bu olaylar, tarım ürünleri üzerinde baskı yaratıyor, gıda güvenliğini tehdit ediyor, ekonomik kayıplara ve göçlere neden oluyor. Özellikle gelişmekte olan “iklim değişikliğine karşı savunmasız” ülkeler, bu değişikliklerden dolayı daha büyük zarar görüyor.

İklim değişikliği, habitat kaybı ve türlerin yok olma riskini de artırıyor. Mercan resiflerinin solması ve orman yangınları, ekosistemler üzerindeki baskının somut örnekleri arasında. Deniz asitlenmesi ve okyanusların ısınması, deniz ekosistemlerini ve orada yaşayan türleri tehdit ediyor. Bu durum, balık popülasyonları ve diğer deniz canlılarının yaşamını olumsuz etkiliyor, biyolojik çeşitliliğin azalmasına neden oluyor.

3. İklim krizi ile ilgili uluslararası işbirliği ve anlaşmalar

İklim krizine karşı uluslararası işbirliği, dünya genelinde hükümetlerin, kuruluşların ve toplulukların ortak çabalarını ifade ediyor. Bu iş birliği, sera gazı emisyonlarını azaltmak, iklim değişikliğine uyum sağlamak ve dünya genelinde ekosistemleri korumak için kritik öneme sahip.

Paris İklim Anlaşması: İklim değişikliğiyle mücadelede dönüm noktası olarak kabul edilen Paris İklim Anlaşması, 2015 yılında 196 ülke tarafından kabul edildi. Anlaşmanın temel amacı, bu yüzyıl içinde küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelerin 2 derece altında tutmak ve mümkünse 1,5 derece ile sınırlamak. Ülkeler, kendi ulusal katkılarını sunarak bu hedefe ulaşmak için taahhütte bulunuyor. Türkiye anlaşmayı 2021 yılında imzaladı.

Kyoto Protokolü: 1997 yılında kabul edilen Kyoto Protokolü, sera gazı emisyonlarının azaltılması konusunda yasal olarak bağlayıcı hedefler koyan ilk uluslararası anlaşma. Ancak, ABD‘nin protokolü onaylamaması ve gelişmekte olan ülkeler için esnek şartlar içermesi, etkinliğini sınırlayan faktörler arasında.

COP Zirveleri: Taraflar Konferansı olarak da bilinen COP zirveleri, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) kapsamında düzenlenen yıllık toplantılardır. Bu toplantılar, iklim değişikliğiyle mücadelede uluslararası toplumun yol haritasını belirler ve Paris Anlaşması gibi önemli kararların alınmasında merkezi bir role sahip.

Yeşil İklim Fonu: Gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğine uyum sağlamaları ve düşük emisyonlu teknolojilere geçiş yapmaları için finansal destek sağlamayı amaçlayan bir mekanizma olan bu fon, iklim değişikliğiyle mücadelede kritik önem taşıyan projelere kaynak sağlar.

4. İklim krizi önlenebilir mi?

Maalesef daha kısa duşlar alarak ve plastik poşet kullanmayarak iklim krizini önleyemiyoruz. Bireysel çabalar her ne kadar değerli olsa da, iklim krizinin önlenmesi uluslararası toplumun karşı karşıya olduğu en büyük zorluklardan biri.

Bilim insanları ve politika yapıcılar, doğru stratejiler ve kararlı eylemlerle bu küresel tehdidin üstesinden gelinmesinin mümkün olduğunu belirtiyor. İklim krizini önlemek veya etkilerini ciddi şekilde azaltmak için atılması gereken adımlar karmaşık ve çok yönlü. Bu süreç, sera gazı emisyonlarının azaltılması, sürdürülebilir ve yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş yapılması, enerji verimliliğinin artırılması ve doğal karbon yutaklarının korunması gibi önlemleri içeriyor

Emisyonların azaltılması: İklim krizinin önlenmesinin temel yolu, sera gazı emisyonlarının azaltılmasından geçiyor. Fosil yakıtlardan uzaklaşarak yenilenebilir enerji kaynaklarına (güneş, rüzgar, hidroelektrik) geçiş yapılması ve enerji verimliliğinin artırılması ile sanayi süreçlerinin daha temiz teknolojilerle donatılması, emisyonların azaltılması için önemli.

Sürdürülebilir kalkınma: Ekonomik büyüme ve kalkınmanın sürdürülebilir bir şekilde gerçekleştirilmesi, iklim krizinin önlenmesinde kritik bir faktör. Ülkeler gelişirken, çevresel kaynakların korunmasını, atıkların azaltılmasını ve doğal yaşam alanlarının sürdürülebilir yönetimini dikkate almak zorunda.

Adaptasyon ve dayanıklılık: İklim değişikliğine uyum sağlamak ve toplulukların dayanıklılığını artırmak, zaten mevcut olan etkileri azaltmada da önem taşıyor. Altyapının güçlendirilmesi, sel koruma sistemlerinin kurulması ve tarım uygulamalarının iklim değişikliğine uygun hale getirilmesi gibi önlemleri içeren bu adım, özellikle iklim değişikliğine karşı savunmasız bölgelerde hayati önem taşıyor.

İklim kriziyle mücadele, sadece hükümetlerin veya büyük kuruluşların değil, aynı zamanda önlemek ve geri döndürmek bireylerin elinde olmasa da onların da katkı sağlayabileceği bir süreç. Herkes, karbon ayak izini azaltma, sürdürülebilir tüketim alışkanlıkları benimseme ve çevre dostu politikaları destekleme yoluyla bu çabaya katkıda bulunabilir. Sonuç olarak, iklim kriziyle mücadele etmek mümkün, ancak hızlı ve kararlı eylemler gerektiren bir süreç.

3,500 metrede, eriyen Himalayalar’ı kurtarmak için bir ‘iklim orucu’

Yazan: Jonathan Mingle

Yeşil Gazete için çeviren: Ece Özen İldem

*

Bu ay, Hint aktivist Sonam Wangchuk, memleketi olan Ladakh, Himalayalar’da 21 gün iklim orucu tuttu. 21 günlük bu orucun iki hedefi vardı: dünya vatandaşlarının ilgisini gezegenin ‘üçüncü kutbu’ndaki hızlı erimeye çekmek ve Hindistan hükümetini Ladakh’a, bölgenin kaynaklarını koruyabilmek için yasal yetkiler vermesi için baskı altına almak.

Yüzyıllardır Ladakh, suyun sadece eriyen buz ve kardan geldiği Himalaya’nın ‘yağmurlarının gölgesinde’ hayatta kaldı ve serpildi. Ancak geçtiğimiz onlarca yıldır Ladakh bölgesindeki insanlar; ani buzul kayıplarına, gittikçe artan düzensiz kar yağışlarına, afetlere sebep olan tahmin edilemez sağanak yağışlara ve buzul gölü sellerine şahit oluyor.

Bir eğitimci ve mühendis olan Wangchuk, bölgede pasif solar ısıtmalı binaların inşasına öncülük ediyor. ‘Buz stupası’ olarak da bilinen bu yapılar, eriyen buzul sularını daha sonrasında sulama için kullanabilmek amacıyla tekrar donduruyor. Ancak Wangchuk, bu dahiyane fikrin asıl büyük soruna çözüm olmayacağını bilmenin acısını yüreğinde taşıyor, bu yüzden de Hindistan’ın iklim hareketi için öne çıkan seslerinden biri haline geldi.

Yale Environment 360’ın bu röportajı Wangchuk’ın orucunun 19. Gününde yapıldı, üç hafta boyunca Wangchuk, yalnızca su ve tuz tüketti, 3,500 metre yükseklikte dondurucu soğukta dışarıda uyudu. Binlerce insan bir gün için onun orucuna katıldı ve Ladakh’ın başkentinde Başbakan Narendra Modi’nin hükümetini Ladakh’ı, Hindistan anayasasının hükmü altındaki bir ‘kabile bölgesi’ kabul etmesi için büyük gösteriler düzenlendi. Kabile bölgesi ünvanının yasal olarak kabul edilmesi bölgenin arazi kullanımı ve kaynak yönetimi konusunda yerel özerkliğinin garanti edilmesi anlamına geliyor. “Ladakh’a bu otoriteyi vermek, bölgenin kırılgan, buz çölü ekosistemini ve Ladakh’ın yaşamını korumanın tek yolu”diyor Wangchuk: 

Ladakh’tan gelen elçiler olarak çok önemli bir konumdayız. Bugün başımıza gelenleri ve yarın sizin de başınıza gelecek olanları dünyayla paylaşmak gibi bir sorumluluğumuz var.”

Sonam Wangchuk açlık grevinin 17. gününde destekçileri tarafından çevreleniyor, 22 Mart 2024. Sonam Dorje / AP.

Yale e360: 21 günlük orucunun 19. Günündesin. Nasıl hissediyorsun?

Sonam Wangchuk: Geçtiğimiz iki gündür oldukça zayıf hissediyordum. Bugün biraz daha iyiydim.

Talep ettiğiniz yasal korumaların -örneğin yasal yerel özerkliğinizin verilmesi gibi – Himalayalar’daki buzulları, ekosistemi ve bunlara göbekten bağlı toplulukları korumak için nasıl bir etkisi olacak?

Hindistan anayasasında Altıncı Program adı verilen özel bir kanun hükmü bulunuyor.  Altıncı Program içinde kabile topluluklarının çoğunluğu oluşturduğu bölgelerde insanlara ve kültürlerine koruma sağlıyor, bu sayede burada yaşayan insanlar, bölge dışındakilerin müdahalesi olmadan yaşadıkları yerin nasıl geliştirilmesi gerektiğine kendileri karar verebiliyor. 

Talep ettiğimiz – ve hükümetin bize söz verdiği – bu özerkliğin Yerel Ladakh halkına da sağlanması. Altıncı Program yasama yetkisi olan özerk bölge konseylerinin oluşturulmasını sağlıyor; bu sayede yerel yönetim arazinin yönetimi, orman, su, tarım, sağlık, hijyen, madencilik ve daha fazlası hakkında kurallar ve düzenlemeler yapabiliyor. Ama iktidar partisi Bharatiya Janata partisi seçimleri kazanınca sözlerinden caydı. 

Hayatım boyunca, buzulların yok oluşunu gördüm. Eskiden yolların yanına kadar gelen buzullar yüzlerce metre geri çekildi.”

Bahsettiğiniz koruma olmaksızın, yerel insanlar, dış çıkarlarının gelecekte hangi endüstriyel gelişme biçimleri konusunda endişeleniyor? Önerilmiş projeler arasında sizi endişelendiren bir proje var mı?

Bu korumalar olmaksızın, Ladakh yerlileri kendi topraklarının kullanımı hakkındaki karar verme süreçlerinden tamamen dışlanabilirler. Dışarıdakiler devasa maden, enerji ve endüstriyel projelerle gelecekler ve bizim söylediklerimizin hiç bir etkisi olmayacak. Bu büyük projelerin nasıl kararlaştırılacağı ve inşa edileceği konusunda hiçbir yerel girdi, hiçbir sınırlama olmayacak.

Ladakh bu tür bir başıboşluğa açık bırakılırsa, hiçbir güvence olmadan, maden şirketleri mutlaka gelir.  Şimdi bile dağlar ve vadiler ile ilgili keşif raporları hazırlandığını duyuyoruz. Büyük otel zincirleri de buraya gelmek için oldukça hevesli. Yüksek irtifalı çölümüzde yeni arzı desteklemeye yetecek kadar su yok. Burada her damla önemli. Turizm endüstrisi kirlilik ve su kullanımı açısından halihazırda çok büyük tahribata yol açtı. İnsanların korktuğu şey, binlerce yıldır bu dağlarda, kaynaklarla ve çevreyle denge içinde hayatta kalmak için ince bir şekilde dengelenmiş olan kültürümüzün ve yaşam biçimimizin, bu korumalar olmadan sürdürülemeyecek olmasıdır.

Ve tabii ki bu yeni tip gelişmelere hizmet edebilmesi için daha çok ve daha büyük yollara ihtiyaç olacak ve tabii ki bu yolların üzerinde gezinen daha çok dizel kamyon ve araç. Tüm bu girişimler yerelde daha çok siyah karbon -is- emisyonuna yol açacak ve biliyoruz ki bu durum buzulların şimdiden bile daha hızlı yok olmasına sebep olacak. Yine bildiğimiz gibi is eğer kar ve buzun üzerine düşerse, güneş enerjisini emecek, onları ısıtacak ve erimelerini hızlandıracak.

Leh Şehri, Ladakh’ın en büyük şehri. Sonam Dorje / AP Fotoğraf

Ladakh, neredeyse tüm su kaynağı kar ve buzdan gelen Himalaya’nın yağmur gölgesinde uzanıyor. Ladakh yerlileri, bu ısınma ve buzul kaybı eğilimi devam ederse gelecekte tarımı sürdürebilmek ve burada yaşamaya devam edebilemek konusunda ne kadar endişeli?

Hayatım boyunca buzulların Ladekh’te yok oluşunu gördüm. Eskiden yolun kenarına kadar gelen buzullar şimdi metrelerce geri çekildi. Bu değişiklik bölgenin bir kısmında ani sellere sebep olurken diğer kısmında kuraklığa sebep oluyor. Bazı bölgelerde şimdiden su kıtlığı yaşıyoruz. Eğer bahsettiğimiz yeni endüstriler kendi su arzları ve kirlilikleri ile bölgeye gelirlerse, bundan dolayı acı çekecek olanlar yalnızca Ladakh’taki yerel halk değil Kuzey Hindistan’ın tamamı bundan etkilenecek. Bu sebeple buzulları korumanın çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Eğer buzullar yok olursa Ladakh halkı iklim mültecileri olacak, çünkü buzullar bizim can kurtaran halatımız.

Ama bu durum sadece biz Ladakh’ta yaşayanları etkilemez. Ladakh ve bölgenin buzul sistemi gezegenin ‘üçüncü kutbu’ olarak biliniyor. Burası kutuplardan sonra gezegenin en büyük taze su rezervi, doğrudan ya da dolaylı olarak gezegenin nüfusunun dörtte birini besliyor. Bu sadece Ladakh’ın problemi değil. Bu herkesin problemi.

Benim şikayetim her zaman buranın dışındaki insanlara, lütfen o devasa şehirlerinde basit yaşayın, böylelikle biz de dağlarda en azından yaşayabiliriz.”

Hindistan’ın diğer bölgelerinden de eyleminize gördüğünüz destek sizi cesaretlendirdi mi?

Evet. Orucum boyunca sosyal medyadan gece gündüz bu problemlerin altını çizmek, Hindistan’daki insanları eğitmek ve hükümete verdikleri sözleri hatırlatmak için vurguladım. Özellikle kuzey Hindistan’dan, Himalaya’nın eteklerinden ve Hindistan’ın her köşesinden insanlara harekete geçtive bizimle dayanışma içinde olduklarını ifade ettiler. Kesinlikle bu büyük bir değişim. Bazıları kendi şehirlerinde bir günlük oruçlar organize etti. Geçtiğimiz pazar, Hindistan’daki 25 şehirde oruç organize edildi. Bu sayı ne kadar çok insanı harekete geçirdiğimizin ve bizi desteklediklerinin bir kanıtı. İnsanlar; Darjeeling’den, Uttarakhand’dan, Himalaya’nın eteklerinden ve bir çok yerden geldiler.

Hükümetin sözünü tutup tutmamasından bağımsız olarak orucunuz ve bununla alakalı protestoların başarısının ne olduğunu düşünüyorsunuz?

Oruç sayesinde bütün ulusu eğitmeyi başardığımızı düşünüyorum. Buradaki eğitimi sadece bizim davamızla sınırlı tutmuyorum, onları buzulların nasıl eridiğine ve şirketlerin dağları sürdürülemez bir biçimde nasıl sömürdüğüne dair eğitmeye çalışıyorum. Bu tamamen eğitim ile ilgili. Ve bu kesinlikle başarılıyor, siyasal taleplerimiz karşılanmasa bile.

Çok fazla ağ ve bağlantı kuruluyor, şimdilik görmezden gelmeye çalışsalar da hükümet bunu ciddiye alacak. Er ya da geç bu konuyu ciddiye almak zorunda kalacaklar. Çünkü bu durum seçmenlerinin oylarında değişikliğe neden olacak.

Yeni Delhi’de Ladakh’a devlet statüsü verilmesini talep eden protestocular, Şubat 2023. Sonu Mehta / Hindustan Times

Birleşmiş Milletler ve diğer zengin uluslar Himalaya buzullarının erimesinin ana nedeni olan fosil yakıt emisyonlarının tarihsel sorumluluğunun çoğunu taşıyor. Bu bilginin ışığında, orucunuz Hindistan sınırlarının ötesindeki insanlara seslenme amacı da taşıyor mu?

Evet, iklim orucum problemin başladığı ve tarihsel olarak sorumlu ulusların yaşadığı büyük şehirleri de eğitmeyi amaçlıyor. Ama şunu söylemeliyim ki, ben zengin tarihsel emisyon sorumlularını suçlayıp gelişen ülkelerin de kendi gelişimleri için daha fazla emisyona yol açmalarını teşvik edenlerden değilim, “çünkü bu artık bizim ortaklığımız, neden biz de sizin kadar emisyona yol açamıyoruz ki?” Bunun doğru olduğunu düşünmüyorum. Gezegeni zehirleyen, ona zarar veren bir şeyden bahsediyoruz, er ya da geç daha iyi davranmayı öğreneceğiz.

Geçmişteki güç sahiplerinin hatalarını tekrar etmek zorunda değiliz. Bireysel kapasitelerimize göre bir şeyleri yoluna koymak zorundayız. Aynı davranamayız, davranırsak bugün çevresel sorunları anladığını iddia eden bizimle geçmişte gerçeğin ne olduğunu bilmeden doğru bildiğini yapanlar arasında bir fark kalmaz. Ama evet, büyük emisyonun sahipleri, sorumluluğu da kabul etmeli, ABD ve Avrupa’daki insanlara direkt olarak sorunlarımızı anlatmak için ulaşmaya çalışıyorum.

Amerika’daki ya da diğer endüstrileşmiş ülkelerdeki insanlara Himalayalar’ı koruma konusundaki rolleri hakkında iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?

Hayat tarzlarını sadeleştirsinler. Karbon yoğun hayat tarzlarını daha yeşil hayat tarzlarına çevirsinler, çünkü sonunda hem gezegene hem de kendilerine zarar verecekler. Ama çok daha yakında, biz Ladakh yerlileri, bizim hiçbir suçumuzun olmamasına rağmen onların hareketlerinin kurbanı olacağız. Aslında benim şikayetim her zaman buranın dışındaki insanlara, lütfen o büyük şehirlerinizde daha sade yaşayın böylelikle biz de dağlarda en azından yaşayalım. Hindistan’ın sınırlarının ötesindeki insanları etkilemek istiyorum çünkü emisyonlar sınır tanımıyor, kirlilik sınır tanımıyor. Ve çünkü eğitimin en iyi savunma olduğunu düşünüyorum.

Makelenin İngilizce orijinali

Yavru ve yaralı kuşlara nasıl yardım edebilirsiniz?

Mevsimi geldi, kuluçka dönemi bitti, kuş yavruları yumurtalardan çıkıp uçma alıştırmalarına başladı. Bu dönemde yuvasından düşmüş, yalnız, üşümüş ve yardıma muhtaç kuş yavrularına daha çok rastlamaya başladık.

İlk isteğiniz genç kuşa yardım etmek olabilir, ancak çoğu durumda yavru kuşun yardıma ihtiyacı yoktur. Aslında, müdahale etmek çoğu zaman durumu daha da kötüleştirir.

Uzmanlar herhangi bir müdahale yapıp yapmayacağınızı şu şekilde anlayabileceğinizi söylüyor: Yapılması gereken ilk şey, yavru kuşun yuvadan ayrıldığı mı yoksa yavru kuşun düştüğü mu olduğunu anlamaktır. İnsanların bulduğu yavru kuşların çoğu yuvayı yeni terk etmiş ve henüz uçamayan, ancak yine de ebeveynlerinin bakımı altında olan ve yardımımıza ihtiyaç duymayan genç hayvanlardır. Bu kuşlar tüylüdür ve parmağınızı veya bir dalı sıkıca kavrayabilen ayak parmakları ile zıplayabilir veya uçabilir. Yavrular yuvalarını terk ettiklerinde nadiren geri döner, bu nedenle yuvayı görseniz bile kuşu geri yerleştirmek iyi bir fikir değildir – hemen dışarı zıplayacaktır.

Ebeveynler farklı yönlere dağılmış dört ya da beş genç kuşa gidiyor olabilir, ancak bulduğunuz yavruya bakmak için geri dönecekler. Ebeveynlerin yavru kuşa bakmak için geri döndüğünden emin olmak için uzaktan izleyebilirsiniz.

En önemli uyarı ise şöyle: Mümkün olduğunca az müdahale edin . Yavrular söz konusu olduğunda, kuşu doğrudan güneşten uzak, korunaklı yakın bir yere taşımak, ona yardım eli uzatmak için en iyi seçimdir. Daha genç kuşlar daha fazla yardıma ihtiyaç duyabilir, ancak kuşlara en az şekilde müdahale etmek her zaman en iyisidir.

Karşımıza çıkabilecek yavru ve/ya yaralı kuşlar, doğru müdahale ile hayata tutunabilir. Peki, yaralı bir kuş bulduğumuzda yapmamız gerekenler neler? İşte Doğa Derneği‘nin yayınladığı rehbere göre adımlar:

1. Yuvasını kontrol edin

Yaralı-yavru kuş bulunduğunda öncelikle çevredeki yuvalar gözlemlenmeli ve eğer yuva yakınsa, ebeveynlerin geri dönüp dönmediği kontrol edilmeli. Eğer yuvayı görebiliyorsanız ve kuş yaralı değilse, yavru kuşun yuvasına geri bırakılması gerekiyor. Bu süreçte eldiven veya havlu kullanarak kuşa zarar vermeden hareket etmek gerek. Eğer bir yuva göremiyorsanız veya kuş yaralıysa, diğer adımları takip edin.

2. Yarasını kontrol edin

Eğer kuş yetişkinse ve ciddi bir yaralanma belirtisi varsa, çevredeki tehlikelere karşı bir göz atılması gerekiyor. Kuşun konumu hemen çevredeki veteriner hekimlere veya Doğa Koruma Milli Parklar görevlilerine bildirilmeli. Kuşların stresten korunması için sessiz ve sakin bir ortamda bulundurulması önemli. Eğer kuşu taşımanız gerekiyorsa, onu daha da strese sokabilecek bir kafes yerine, havalandırması iyi bir kutuda taşınması öneriliyor.

3. Yaralı kuşlar nasıl beslenir?

Yaralı kuşların beslenmesinde türüne ve durumuna uygun diyetin seçilmesi büyük önem taşıyor. Örneğin, şahin ve doğan gibi yırtıcı kuşlar için çiğ ve taze kıyma, serçe gibi tohumcul türler için, kanarya ve muhabbet kuşu karışık yemleri tercih edilmeli. Ancak kuşun türünü ve diyetini bilmiyorsanız, besleme işlemini bir uzmana danışmadan yapmamanız en doğrusu.

Yaralı bir kuşa damlalık yardımıyla gagasının ucundan su verebilirsiniz. Uzmanlar, yalnızca kuşun genel durumu iyiyse, hareket edebiliyorsa besleme yapmanızı öneriyor.

Yavru kuşların çok zorlu beslenme ihtiyaçları vardır. Yaşlarına ve türlerine bağlı olarak yavru kuşlar, sağlıklı büyümeyi sağlamak için yeterli protein için böcekler açısından zengin bir diyet tüketerek günde 12 ila 14 saat boyunca her 10 ila 20 dakikada bir yiyebilirler.

Beslenmesi gereken bir yavru kuş bulursanız, ancak bir kuş veya yaban hayatı rehabilitasyon uzmanıyla iletişim kuramıyorsanız, doğal diyetine benzer beslenmeyi sağlayacak bir yavru kuşu neyle besleyeceğinizi bilmek önemlidir.

Yavru kuşlar için iyi yiyecekler

  • Nemli köpek maması
  • Çiğ karaciğer (baharatsız)
  • Haşlanmış yumurta
  • Köpek bisküvileri (ıslatılmış)
  • Köpek veya kedi maması (nemlendirilmiş)

Yavru sonrası yarı erişkin

  • Su
  • Ekmek veya ekmek ürünleri
  • Bütün kuş yemi
  • Süt
  • Pet kuş yemi
  • Solucanlar
  • Mutfak artıkları

UNUTMAYIN:

  • Boğulmaya veya boğulmaya neden olabilecek suyla damlamayan, süngerimsi dokusu olan yiyecekler sunun. Yavru bir kuşa verilmeden önce tüm kuru yiyecekler yumuşatılmalıdır.
  • Yiyecekler yalnızca oda sıcaklığında sunulmalı, asla ısıtılmamalı veya ısıtılmamalı ve ayrıca asla soğutulmamalı veya soğutulmamalıdır.
  • Yiyecek parçalarını küçük ve kuşun boyutuyla orantılı tutun; çok küçük kuşların çok küçük ısırıklara ihtiyacı vardır. Kuşun büyüklüğüne uyacak şekilde yiyecekleri uygun şekilde kesin veya ezin.
  • Kuşu beslerken, ek stres veya yaralanma riskini en aza indirmek için mümkün olduğunca az tutun. Asla kuşu fazla yemeye zorlamayın.
4. Yaralı kuşlara ilaç verilir mi?

Uzmanlar, yaralı kuş bulunduğunda asla ilaç uygulanmaması gerektiği konusunda uyarıyor. Yarası varsa veya genel durumu kötüyse, muhakkak bir uzman veteriner hekimle iletişime geçilmeli. Doğa Koruma Milli Parklar Müdürlüğü ile işbirliği içinde hareket etmek, kuşların doğaya sağlıklı bir şekilde dönüşünü sağlayabilir.

ÖNEMLİ NOT: Genç kuşlarla çalışırken daima eldiven giyin . Yavru kuşlar bile insanlara bulaşabilecek akarlar, bitler, keneler , bakteriler ve diğer hoş olmayan parazitleri taşıyabilir. Bir kuşa dokunduktan sonra ellerinizi sabun ve ılık suyla iyice yıkayın.

 

43. İstanbul Film Festivali 17 Nisan’da perdeleri açıyor

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 43. İstanbul Film Festivali, 17 Nisan’da başlıyor.

132 uzun metrajlı ve 12 kısa metrajlı filmi sinemaseverlerle buluşturacak olan festival, dünya sinemasının en yeni örnekleri, unutulmaz kült yapıtlar, usta yönetmenlerin yanı sıra genç yeteneklerin son çalışmalarını da izleyici karşısına çıkarıyor. Festival, Türkiye ve dünya sinemasından seçkin ve ödüllü yapımları, özel gösterimleri, dünyaca ünlü yıldızları ve usta yönetmenleri bir araya getirecek.

Her yıl olduğu gibi bu yıl da  festival kapsamında sinemaya emek vermiş değerli isimlere Sinema Onur Ödülleri takdim edilecek. Bu yılki ödüller; toplumsal meselelere ışık tutan filmlerdeki performanslarıyla tanınan usta oyuncu Meral Orhonsay ve sinemaya dair akademik çalışmaları, yönetmenlik ve senaristlik başarılarıyla tanınan Engin Ayça‘ya verilecek. Ödül töreni, festivalin açılış gecesi olan 16 Nisan’da gerçekleştirilecek.

Festival bu yıl, dünya sinemasının önemli isimlerinden Wim Wenders ve Koji Yakusho‘yu İstanbul’da ağırlayacak. Wenders, festival kapsamında üç filminin gösterimini yapacak ve bir sohbette sinemaseverlerle buluşacak.

Japonya ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 100. yıldönümü vesilesiyle festivalin özel konuğu olacak Koji Yakusho ise filmografisinden dört önemli filmiyle festival programında yer alacak. Her iki sanatçıya da filmlerinin gösterimleri öncesinde festivalin Sinema Onur Ödülü takdim edilecek.

İstanbul Film Festivali

Festival filmleri, Beyoğlu ve Kadıköy’ün yanı sıra Şişli‘deki mekanlarda sinemaseverlerle buluşacak. Beyoğlu’ndaki Atlas 1948, Beyoğlu Sineması, Şişli’de CineWAM Premium+ City’s Nişantaşı ve Kadıköy Sineması ile Kadıköy Belediyesi Sinematek/Sinema Evi, festivalin gözde mekanları arasında. Ayrıca, bu yıl festivalin bir yeniliği olarak, Beyoğlu Sineması ve Sinematek/Sinema Evi’nde yapılacak gösterimlerde yerler numarasız olacak.

İstanbul Film Festivali, Dünya Festivalleri’nden Genç Ustalar’a, Mayınlı Bölge’den Antidepresan’a ve Musikişinas’a kadar 15 farklı bölümde zengin bir içerik sunuyor. Sinemaseverler, festival boyunca müzikten drama, komediden belgesele kadar geniş bir yelpazede filmleri keşfetme fırsatı bulacak. Özellikle, müzik ve sinemayı bir araya getiren Musikişinas bölümü, müzik dünyasının ikonik isimlerinin konser filmlerini ve özgün hikâyelerini izleyiciye sunacak.

Festival hakkında daha fazla bilgi ve program detayları için İstanbul Film Festivali’nin resmi web sitesi ve sosyal medya hesapları takip edilebilir.

İstanbul Film Festivali biletleri ne kadar?

  • Hafta içi 11.00 seansları festival başlayana kadar 90 TL.
  • Hafta içi gündüz seansları (11.00, 13.30, 16.00 ) 120 TL, Eczacıbaşı Genç Bilet ile öğrencilere yalnızca 20 TL.
  • Hafta içi 19.00 ve hafta sonu (11.00, 13.30, 16.00, 19.00) tam 120 TL, Eczacıbaşı Genç Bilet ile öğrencilere 20 TL.
  • Tüm 21.30 seansları 150 TL.

65 yaş ve üzeri sanatseverlerin tüm seanslara yüzde 25 indirim hakkı bulunuyor.

Dünya iklim kriziyle mücadelede bir ileri iki geri

İklim krizinin etkileri dünya genelinde giderek daha fazla hissedilmeye başladı. 2023 yılı boyunca, küresel sıcaklık rekorları ve ölümcül iklim olayları, insanlık için ciddi bir uyarı niteliğinde oldu. Bilim insanları, gelecek yılların daha da zorlu olabileceği konusunda uyarılarda bulunurken, karbon kirliliği artmaya devam etti.

Bu karanlık tablonun yanı sıra, dünya genelinde iklim kriziyle mücadelede atılan bazı önemli adımlar da umut ışığı olmaya devam ediyor. Yenilenebilir enerjinin yükselişi, fosil yakıtlara karşı alınan küresel önlemler, Amazonlarda  azalan ormansızlaşma, ozon tabakasının iyileşmesi ve elektrikli araçlara artan ilgi gibi gelişmeler, iklim değişikliğiyle mücadelede önemli kilometre taşları olarak öne çıkıyor.

‘2023 açık ara en sıcak yıl, iklim eylemsizliğinin maliyeti artıyor’

İklim kriziyle baş etme konusunda umutlu olmamız için sebeplerimiz var. Buna karşın halen verilen sözler ve taahhütlerin yerine getirilmemesi, hükümetlerin fosil yakıt sübvansiyonları, şirketlerin yeşil yıkamaları da her geçen gün büyüyen tepkilere, yapılan uyarılara rağmen devam ediyor.  

Greta Thunberg, Yokoluş İsyanı’nın Lahey’deki iklim protestosunda gözaltına alındı

Dünyanın hemen tüm iklim uzmanlarının görüş birliğine vardığı üzere, küresel ısınmayı kritik 1,5 C sınırında tutabilmek için acilen yapılması gerekenlerin başında fosil yakıtlardan tamamen ve mutlak olarak uzaklaşmak gerekiyor. Bunu akılda tutarak ‘umut veren’ bazı gelişmeleri sıralayalım: 

1. Yenilenebilir enerji iklim değişikliğinin hızını azaltıyor

Fosil yakıtların gezegen üzerindeki yıkıcı etkileri giderek daha belirgin hale gelirken, yenilenebilir enerji kaynaklarına olan ilgi ve yatırımlar da aynı oranda artıyor. Portekiz’in yenilenebilir enerji alanında kırdığı rekor, dünya çapında umut verici bir örnek.

Portekiz rüzgar ve güneş enerjisi üretiminde rekor kırdı
Portekiz kömür yakmayı sonlandıran dördüncü Avrupa ülkesi oldu

31 Ekim ile 6 Kasım 2023 tarihleri arasında, altı gün boyunca sadece yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilen enerjiyi kullanarak 10 milyonu aşan nüfusun tüm enerji ihtiyacını karşılayan Portekiz, bu alanda önemli bir kilometre taşına imza attı ve diğer ülkeler için de yenilenebilir enerjiye geçiş konusunda ilham vererek, temiz enerjinin potansiyelini net bir şekilde ortaya koydu.

Uluslararası Enerji Ajansı‘nın raporlarına göre 2023 yılı, şimdiye dek kaydedilen en büyük yenilenebilir enerji kapasitesi artışına sahne oldu. Bu artış, dünya genelindeki birçok ülkenin, iklim krizine karşı somut adımlar atmaya başladığının ve yenilenebilir enerji kaynaklarını daha fazla benimsemeye yönelik politikaları hızlandırdığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması, fosil yakıtların neden olduğu karbon emisyonlarını azaltma ve küresel ısınma ile mücadele etme noktasında kritik bir öneme sahip.

İskoçya, elektrik talebinin tamamını yenilenebilir enerjiden karşılama kapasitesine ulaştı

Özellikle Çin’in bu alanda kaydettiği ilerlemeler dikkat çekici. Dünyanın en büyük karbon emisyonu üreticisi olan Çin, yenilenebilir enerji kapasitesini artırma konusunda “çığır açan” bir hızla ilerleyerek, rüzgar ve güneş enerjisi hedeflerine beş yıl erken ulaştı. Haziran’da yayımlanan bir rapora göre, Çin’in güneş enerjisi kapasitesi, dünyadaki diğer ülkelerin toplamından daha fazla hale geldi ve bu, Çin’in temiz enerjiye olan yatırımının yanı sıra, yenilenebilir enerjinin küresel ölçekte nasıl ivme kazandığının da bir göstergesi.

Emisyonları azaltma sözü veren ABD’de petrol üretimi rekor kırdı
57 kuruluş Paris’ten bu yana küresel CO2 emisyonlarının yüzde 80’inden sorumlu
Çin, uzun vadeli karbon hedefleri için yargının rolünü güçlendiriyor
Rapor: Sıfır karbon teknolojileri konusunda Çin, AB ve ABD arasında büyük rekabet
iklim krizi
COP28 sırasında fosil yakıtlara karşı düzenlenen bir protestodan.

2. Fosil yakıtlara karşı küresel iklim krizi mücadelesinde ‘tarihi’ adım

Aralık 2023’te Dubai’de gerçekleştirilen COP28 iklim zirvesi, iklim kriziyle mücadelede önemli bir dönüm noktası oldu. Zirve, dünya genelinde neredeyse 200 ülkenin, fosil yakıtlardan uzaklaşma yönünde benzeri görülmemiş bir taahhütte bulunmasıyla sonuçlandı.

Ancak anlaşma, daha önce 100’den fazla ülkenin desteklediği kömür, petrol ve doğal gazın aşamalı olarak terk edilmesi gerektiği yönündeki çağrılara rağmen, dünyayı bu fosil yakıtları tamamen terk etme zorunluluğundan uzak bir noktaya taşıdı. Bunun yerine, ülkelerin enerji sistemlerinde fosil yakıtlardan “uzaklaşma” yönünde “katkıda bulunmaları” gerektiğini belirten bir dil kullanıldı. Yine de, iklim krizinin ana itici güçlerinden biri olan tüm fosil yakıtların, COP anlaşmaları tarihinde ilk defa hedef alınması önemli.

Greta Thunberg COP28’i eleştirdi: Etkisiz, yetersiz, başka bir ihanet
AB, 2040’a kadar ısınmada fosil yakıtları kaldıracak
[COP28] ‘Fosil yakıtlar için sonun başlangıcı, Türkiye dönüşümü yakalamalı’

Anlaşmanın sonuçta ne kadar etkili olacağı, ülkelerin bunu uygulamaya nasıl geçireceğine bağlı olacak. Birçok uzman, fosil yakıtların genişlemesine yol açabilecek boşluklar konusunda uyarılarda bulunsa da, fosil yakıtlar üzerine bir anlaşmanın sağlanmış olması geniş çapta bir ilerleme olarak kabul edildi. ABD’nin iklim elçisi John Kerry, zirve sonrası CNN’den Christiane Amanpour’una yaptığı açıklamada, daha önce yapılmamış şeyleri gerçekleştirdiklerini belirterek, bunun “tarihi bir başarı” olduğunu ifade etmişti.

Bu tarihi anlaşma, iklim kriziyle mücadelede uluslararası düzeyde atılabilecek daha büyük adımlar için bir temel oluşturuyor ve dünya liderlerinin, gezegenimizin korunması konusunda somut kararlar alabileceğinin bir kanıtı olarak tarihe geçti. Yine de COP8’in ev sahibi Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere, fosil yakıt üreticisi ülkelerin “başka” yollar arama istekliliği, fosil yakıtlardan vaz geçmek yerine, salınan sera gazlarını tutma ve depolama yönündeki “inovatif” arayışların yanı sıra, COP29’un başka bir gaz ve petrol üreticisi Azerbaycan’da yapılmasına karar verilmesi henüz alınacak epey yol olduğunu gösteriyor. Gezegenimizin ise çok fazla vaktinin kalmadığını, bilim insanlarının “devrilme noktasına” doğru gittiğimiz uyarılarını akılda tutmak da gerekiyor.

Bilim insanları: Dünya tehlikeli devrilme noktalarının eşiğinde

3. Amazon Ormanları’ndaki ormansızlaşma azalıyor

Brezilya Amazonları, yıllardır süregelen orman kayıplarının ardından bu yıl önemli bir iyileşme sürecine girdi. Dünyanın akciğeri olarak kabul edilen Amazon ormanları, küresel iklim değişikliğiyle mücadelede kritik bir rol oynuyor. Bu devasa yeşil alan, atmosferden karbon emerek, gezegenimizi ısıtan gazların azaltılmasına yardımcı oluyor. Ancak ormansızlaşma, bu süreci tersine çevirerek, dünyanın karbon dengesini olumsuz etkiliyor.

Brezilya’da geçtiğimiz 12 ay içerisinde ormansızlaşma oranı, yüzde 22.3’lük bir düşüş gösterdi. Bu gelişme, Brezilya’nın yeni lideri Luiz Inácio Lula da Silva‘nın, selefi Jair Bolsonaro’nun döneminde hız kazanan ormansızlaşmayı durdurma ve tersine çevirme sözünün ilk somut sonuçlarından oldu. Lula’nın 2030 yılına kadar “sıfır ormansızlaşma” hedefi, Amazon ormanlarının korunması ve küresel iklim kriziyle mücadelede hayati önem taşıyor.

‘Brezilya’da ormansızlaşma en geç iki yılda tarihi seviyelere düşebilir’
Ormansızlaşmayla mücadele ve doğayı koruma politikaları bir yılda iki katına çıktı
Ormansızlaşma artıyor: Her yıl İsviçre büyüklüğünde ormanlık alan yok oluyor

Ancak bu olumlu gelişmeye rağmen, Brezilya’nın ormansızlaşma oranı hala 2012’deki tarihi düşük seviyenin neredeyse iki katı. Bu dönemde yaklaşık 9 bin kilometrekarelik bir alanın yok edildiği belirtiliyor. Bu, Lula hükümetinin karşı karşıya olduğu zorlukların büyüklüğünü ve ormansızlaşmayı durdurma hedefine ulaşmak için daha fazla çabanın gerekliliğini gösteriyor.

4. Ozon tabakası iyileşiyor

Ozon tabakası, dünyamızı zararlı ultraviyole (UV) ışınlarından koruyarak yaşam için elzem bir koruma sağlar. 1980’lerde bilim insanları, ozon tabakasında ciddi bir incelme olduğunu keşfetti. Bu incelme, özellikle Antarktika üzerinde belirginleşiyordu ve soğutucu sistemlerde, aerosollerde ve çözücülerde kullanılan kloroflorokarbonlar (CFC’ler) bunun en büyük nedenleri arasındaydı.

Uluslararası toplumun bu soruna karşı koymak için bir araya gelmesiyle, 1989 yılında Montreal Protokolü yürürlüğe girdi. Bu anlaşma, CFC’lerin ve diğer ozon tabakasına zarar veren kimyasalların kullanımını yasaklayarak, ozon tabakasının onarılması yolunda önemli bir adım attı. Bu sayede, ozon tabakasındaki zararın yavaş yavaş onarıldığı gözlemlendi ve Montreal Protokolü, dünya çapında çevresel bir başarı hikayesi olarak kabul edildi.

BM: Ozon tabakasında 35 yıl sonra iyileşme gözlendi, on yıllar içinde normale dönebilir
Ozon tabakasını incelten yasaklı gazlar, gizemli bir artışla rekor seviyelere yükseliyor

Birleşmiş Milletler tarafından desteklenen bir panelin açıklamasına göre, ozon tabakası önümüzdeki on yıllar içinde tamamen iyileşme yolunda ilerliyor. Eğer küresel politikalar bu yönde devam ederse, ozon tabakasının 2040 yılına kadar çoğu bölge için 1980 öncesi seviyelerine dönmesi bekleniyor.

Kutup bölgelerinde ise bu süreç biraz daha uzun olacak; Arktik için 2045, Antarktika için ise 2066 yılı öngörülüyor.

iklim krizi

5. Elektrikli araçlarla karbon salımını azaltılıyor

Elektrikli araçlar (EV), küresel ısınmanın etkileriyle mücadelede kilit bir rol oynuyor. Geleneksel benzinli ve dizel otomobillere kıyasla, elektrikli araçlar, yenilenebilir enerji kaynakları kullanıldığında çok daha az karbon emisyonu üretiyor. Bu, karayolu taşımacılığını karbonsuzlaştırma çabalarında önemli bir adımı temsil ediyor.

2023 yılı, elektrikli araçların popülaritesinde önemli bir artışın yaşandığı bir yıl oldu. Amerika Birleşik Devletleri’nde satışlar tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşırken, Çin ve Avrupa’da da elektrikli araçlara olan talep artış gösterdi.

Uluslararası Enerji Ajansı‘na göre, kara taşımacılığı, küresel karbon emisyonlarının yaklaşık altıda birinden sorumlu. Bu bağlamda, 2023 içerisinde Amerikalı tüketiciler tarafından 1 milyon adet tam elektrikli aracın satın alınması, elektrikli araçların giderek daha fazla kabul gördüğünün ve tercih edildiğinin bir göstergesi olarak öne çıkıyor. Bloomberg New Energy Finance‘in raporuna göre, elektrikli araçlar ABD’de yılın ilk yarısında yapılan tüm yeni araç satışlarının yaklaşık yüzde 8’ini oluşturdu. Çin’de bu oran yüzde 19’a, tüm dünyada ise yüzde 15’e ulaştı.

Avrupa’da elektrikli araç satışları, 2023’ün ilk dokuz ayında yüzde 47 artış gösterdi. Bazı araç satıcıları, tüketicilerin daha ucuz elektrikli araç modellerini beklediğini ve önümüzdeki iki üç yıl içinde satışların daha da artabileceğini belirtiyor. Elektrikli araçlara olan bu artan ilgi, sadece çevre dostu bir taşımacılık seçeneği sunmakla kalmıyor, aynı zamanda fosil yakıt tüketiminin azaltılması ve şehirlerin hava kalitesinin iyileştirilmesine de katkıda bulunuyor. Elektrikli araçların yaygınlaşması, karbonsuz bir geleceğe doğru atılan önemli adımlardan biri olarak kabul ediliyor ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmada önemli bir rol oynuyor.

Burada da önemli olan elektrikli araçların elektriğini “temiz enerji”den elde etmesinin yanı sıra, bu araçların ihtiyaç duyduğu pillerin ihtiyaç duyduğu lityumun üretimi sırasında gezegene ve verilen zararların hesap edilmiyor oluşu.

Lityum krizi kapıda
Lityum piller temiz bir alternatif mi yoksa çevre için yeni bir tehdit mi?
Yapay zeka lityum içeren pillere alternatif buldu

Uluslar salımları eksik sayıyor, BM hedeflerini riske sokuyor

Yazan: Fred Pearce

Yeşil Gazete için çeviren: Ece Özen İldem

*

Dünyanın sera gazı salımlarını azaltma ve küresel ısınmayı kontrol altında tutma çabalarında güvendiği temel veriler iklim koruyucularının altın standartları olması gerekiyor. Ancak giderek artan araştırmalara göre, çoğu ülke tarafından Birleşmiş Milletler İklim Sözleşmesi’ne (UNFCCC) sunulan ulusal salım envanterleri hiç de güvenilir değil.

UNFCCC’ye sağlanan ve internet sitesinde yayımlanan veriler genellikle tarihi geçmiş, tutarsız ve eksik. Uzun süredir salım trendleri analisti olan Norveç’teki Uluslararası İklim Araştırmaları Merkezi’nden Glen Peters, çoğu ülke için “Ben olsam bu gönderilere fazla değer vermezdim” diyor.

Yüksek oranda salıma sahip ülkelerden gelen veriler, daha küçük ve daha az sanayileşmiş ulusların verilerine oranla sorgulanmaya daha açık. Örneğin Çin’in kömür yakarak sebep olduğu karbondioksit salımları, bir çok sanayileşmiş ülkenin toplam salımlarından daha çok belirsizlik barındırıyor. Bunun yanı sıra karbon ticareti için veri hazırlayan çoğu şirket yaygın olarak veri sahtekarlığı ile suçlanıyor.

Amerika Birleşik Devletleri‘nde bu ay yayımlanan bir analiz, ülkenin petrol ve doğal gaz sahalarının, hükümetin bildirdiğinden üç kat daha fazla metan gazı (mevcut ısınmanın üçte birinden sorumlu bir gaz) yaydığını ortaya koydu.

Bir analist, ‘Sera gazı envanterlerinin mevcut yamalı bohçası ne yazık ki yetersiz… [ve] ölçüm hatalarıyla dolu’ diyor.

Bu sırada, Yale Environment 360’ın BM verilerine ilişkin incelemesi, dünyanın kişi başına en yüksek CO2 salımına sahip doğal gaz zengini Körfez ülkesi Katar’ın, emisyonlarını kamuya ilan etmekten neredeyse vazgeçtiğini ortaya çıkardı. Katar’ın UNFCCC’ye yaptığı son resmi sunum 2007 tarihine kadar olan salımları kapsıyor. 2007’den bu yana ülkenin beyan edilmemiş salımları neredeyse iki katına çıktı.

Sera gazı envanterlerinin tutulmasının çuvalladığının kanıtı atmosferin kendisinde saklı. Yapılan son sayıma göre, uzaktan algılama verileri ve model analizlerini de kapsayan hesaplamalara göre ulusal envanterler atmosfere salınan gazların tamamının yalnızca %70’ini içeriyor. Geriye kalan %30’un ise hesabı tutulmamış.

Sonuç olarak analistler, dünyanın kör uçuş yaptığını, ne ulusal salım hedeflerine uyumu doğrulayabildiğini ne de ülkelerin üzerinde mutabık kalınan ısınma eşiklerini aşmadan önce salımlar için ne kadar atmosferik “alan” bıraktığını anlayabildiğini söylüyor.

UNFCCC’ye ülkelerin sera gazı salımlarını düzenli olarak ve detaylı bir biçimde raporlamaları gerekiyor. “Net-sıfır hedefine kendimizden emin bir biçimde ilerleyebilmemiz için ülkelerin ilerlemesini takip edeceğimiz yüksek kaliteli salım istatistiklerine ihtiyacımız var” diyor Berlin Mercator Küresel Müşterekler ve İklim Değişikliği Araştırma Enstitüsü’nde iklim değişikliği politikası analisti Jan Minx. Ancak çoğu ülke, buna yüksek salımlardan sorumlu olanların bazıları da dahil, bu derece güvenilir istatistiklere sahip değil.

Ocak 2021’de Yeni Delhi’de dumanlı bir gün. Jewel Samad / AFP

Bunun bir nedeni de ulusal envanterlerin raporlanma kurallarının siyasi bir uzlaşma olması. BM iklim jargonunda Ek1 ulusları olarak bilinen zengin gelişmiş ülkeler için bu kurallar kesin ve ayrıntılı olduğuna dikkat çeken Peter, “Boşlukları olsa da bunlar altın standartlardır, iyi kaynaklara sahiptir ve hakemlidir” diyor. 

Ancak kurallar Ek1 olmayan “gelişmekte olan” ülkeler için daha az keskin, aynı zamanda bu ülkelerin 2015 yılındaki Paris Anlaşması öncesinde salım hedefleri yoktu. Analistler, bu kurumlardan gelen verilerin keyfi bazen de tamamen mantıksız olabileceğini ve nadiren bağımsız olarak kontrol edildiğini belirtiyor.

Bu durum Çin gibi bir çok “gelişmekte olan” ülkenin “gelişmiş” emsallerine göre daha fazla salıma sahip olmasına rağmen geçerli. Sonuç olarak, günümüzün en büyük üç salım kaynağından ikisinin (Çin ve Hindistan) yanı sıra kişi başı salımları Ek1 ülkelerinden daha yüksek olan petrol zengini Körfez ülkelerinin de daha düşük raporlama standartlarına uyması yeterli.

Ek1’den olmayan ülkelerin salım tahminlerine çapraz kontrol yapmadan güvenmem,” diyor Peters.

Microsoft’ta sürdürülebilirlik bilimi direktörü olan Amy Luers, Nature için akademisyen meslektaşlarıyla birlikte yaptığı 2022 incelemesinde “Sera gazı envanterlerinin mevcut yamalı bohçası ne yazık ki yetersiz” sonucuna vardı. Bunlar “ölçüm hataları, tutarsız sınıflandırma ve hesap verebilirlikteki boşluklarla dolu.” Stanford Üniversitesi‘nden çevre avukatı Leehi Yona, ulusal raporlama için “esnek olmayan ve modası geçmiş” BM yönergelerinin durumu daha da kötüleştirdiğini söylüyor: .

Dünyanın kişi başına en yüksek salım yapan ülkesi olarak kabul edilen Katar, salımlarına ilişkin resmi bir envanteri yalnızca bir kez, 2007 yılı verileriyle birlikte sunmuştur.”

Veri eksikliğinin çeşitli sebepleri var. Bazı salımlar kesinlikle ölçülebilir ancak bunlar BM’nin raporlama sisteminden ulusal envanterlere nasıl paylaştırılacağı kesinleştirilemediği için kesin olarak çıkarılmış durumdalar. Bunun içinde küresel emisyonların %5’ine denk gelen uluslararası uçak ve nakliye salımları da bulunuyor.

Bir diğeri de askeri aktiviteler. Avusturya’daki Uluslararası Uygulamalı Sistem Analizi Enstitüsü’nde çevre bilimci Matthias Jonas bunun “en acil durum” olduğunu söylüyor. Ukrayna’daki çatışmanın ilk 18 ayında askeri yakıt kullanımının, mühimmat ateşlemesinin ve bombalama yoluyla çıkan yangınların, Portekiz’in salımlarından daha fazla salıma neden olduğunu tespit etti. Başka bir çalışma, ABD ordusun Portekiz’in ulusal toplamından daha fazla CO2 saldığını tahmin ediyor.

İngiliz müdafaa grubu Common Wealth, geçen yıl küresel silahlı kuvvetlerin CO2 salımlarının küresel salımın yüzde 5’inden fazlasından sorumlu olabileceğini hesapladı. “Bu salımları tahmin etmeye ve sorumlusunu bulmaya yönelik yönergelerimiz yok” diye ekliyor Jonas. Bu nedenle de çoğunlukla kayıt dışı kalıyorlar. Yona, bir başka açık veri açığının da orman yangınları olduğunu söylüyor. Küresel çapta kontrol edilemeyen yangınlar yılda yaklaşık 1,5 milyar metrik ton CO2 salıyor; bu değer, dünyanın CO2 salımlarının çoğunluğundan sorumlu olan beş ülkesi dışında tüm ülkelerinden daha fazla. Kontrol edilemeyen yangınlar doğal bir tehlike olabilir, ancak birçok ülkede çoğunlukla bu yangınlar insanlar tarafından başlatılıyor ve genellikle kötü yangın yönetimi ile zarar verecek şekilde bırakılan yakıt nedeniyle daha da kötüleşiyor. Bu sebepler onları antropojenik yapıyor. Dolayısıyla ortaya çıkan CO2 salımları de insan kaynaklı salımların ulusal envanterlerinde yer almalı. Ama çoğunlukla bunu yapılmıyor.

Oak Yangını Temmuz 2022’de Mariposa, Kaliforniya yakınlarında yanıyor. David McNew / AFP

Bu nedenle, Kaliforniya‘nın orman yangını salımları bazı yıllarda eyaletin elektrik santrallerinden kaynaklanan salımlar kadar yüksek hesaplanıyor. Ancak Yona, eyalet hükümetinin bunları “büyük, ölçülebilir, azaltılabilir ve çoğunlukla insan faaliyetlerinden kaynaklanmış olmasına rağmen” sera gazı envanterlerinin dışında bıraktığını söylüyor.

Eksik raporlama sorunu daha da karmaşık hale geliyor çünkü kamuya açık çevrimiçi kayıtlara göre, Ek1’de yer almayan birçok ülke, envanterlerini dört yılda bir sunma zorunluluğunu yerine getirmede son derece gevşek davranıyor. Kötü yola düşen devletler genellikle savaş halindeki veya istikrarsız hükümetlere sahip olanlar: Suriye en son 2010’da, Myanmar 2012’de, Haiti 2013’te veri sunmuş, Libya ise hiçbir zaman başvuruda bulunmamış. Ama geri kalanların böyle bir mazereti yok. Filipinler en son envanterini 2014’te, Guyana ise 2012’de göndermiş.

Bu ülkelerin içinde en şaşırtıcı olanı, kişi başına düşen salımları dünyanın en yükseği olarak kabul edilen, Körfez’in büyük doğal gaz ihracatçılarında Katar’dır. Kişi başına 35 tondan fazla CO2 salınımı yapan Katarlılar, Amerikalıların iki katından fazla salıma sebep oluyor. Ancak hükümetleri bu salımların resmi bir envanterini yalnızca bir kez, 2011’de sunmuştu ve bu envanter 2007’ye ait verileri içermekteydi. O zamandan bu yana, Katar’ın gerçek salımlarının neredeyse iki katına çıktığı düşünülüyor.

Uydu verileri, dünya çapındaki petrol ve gaz alanlarından kaynaklanan metan salımlarının hükümetlerin iddia ettiğinden yaklaşık yüzde 70 daha yüksek olduğunu gösteriyor.”

UNFCCC, raporlama kurallarına ilişkin web sayfasında şöyle diyor: “Şeffaflık olmazsa körü körüne hareket etmek zorunda kalırız.” Ancak bir sözcü gönderdiği e-postada UNFCC’nin ülkeleri “zorunlu olmayan bir gereklilik” olan envanterleri zamanında sunmaya zorlama yetkisi olmadığını söyledi. Ayrıca sözcü şunu ekledi: “Ek1 dışındaki tarafların çoğu, raporlamayla ilgili olanlar da dahil olmak üzere kapasite kısıtlamalarıyla karşı karşıyadır.” Peters, “Katar muhtemelen şimdiye kadarki en doğru salım tahminlerini yapması için 50 kişilik bir ekibe para ödeyebilir, ancak bu onların çıkarına değil” şeklinde karşılık verdi.

Avrupa Komisyonu’nun İtalya‘daki Ortak Araştırma Merkezi için kirlilik istatistiklerini inceleyen Efisio Solazzo, ulusal geri bildirimler güncel ve eksiksiz olsa bile belirsizliklerin çok fazla olduğunu söylüyor. “Faaliyet verilerinde eksiklikler var. Örneğin birçok ülkede ne kadar fosil yakıtın yakıldığını ya da petrol ve doğalgaz sahalarından ve boru hatlarından ne kadar metan gazının sızdığını bilmiyoruz.”

Bu faaliyetlerin ne kadar güvenilir bir şekilde salım tahminlerine dönüştürüldüğü konusunda da belirsizlikler bulunuyor. Normalde bu dönüşüm bilim insanlarının BM için geliştirdiği hazır formüller kullanılarak yapılıyor. Ancak eleştirmenler bu formüllerin çoğu zaman gerçek çalışma koşullarını yansıtmadığını söylüyor.

Bir devlet kurumu olan Kanada Çevre ve İklim Değişikliği‘nde hava kalitesi araştırmacısı olan John Liggio, hükümetinin Alberta‘daki katran kumu yataklarından enerji yoğun olarak çıkarılmasından kaynaklanan salımlarla ilgili beyanlarını çapraz kontrol ettiğinde, sonuçların utanç verici olduğu ortaya çıktı. Katran kumlarının üzerinde atmosferde yapılan CO2’nin uçak ölçümleri, gerçek salımların rapor edilenlerden yüzde 64 daha yüksek olduğunu ortaya koydu.

Bazen tüm endüstriler bir sis bulutunun altında. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) tarafından analiz edilen uydu verileri, dünya çapındaki petrol ve gaz sahalarından kaynaklanan metan salımlarının, esasen raporlanmayan sızıntılar ve alevlenmeler nedeniyle hükümetlerin iddia ettiğinden yaklaşık yüzde 70 daha yüksek olduğunu gösteriyor.

ABD endüstrisi buradaki en büyük suçlulardan. Hükümetin Lawrence Berkeley Ulusal Laboratuvarı‘nda veri analisti olan Evan Sherwin, kuyu sahaları üzerinde yapılan yüzlerce araştırma uçuşundan elde edilen ölçümleri kullanarak, Amerikan petrol ve gaz kuyularından elde edilen metan gazının yüzde 3‘ünün atmosfere sızdığını gösteriyor, ABD envanterlerinde bu durum için kullanılan tahmini değer ise yalnızca yüzde 1.

Küresel çapta, her yıl IEA’nın çoğunlukla petrol ve gaz alanlarından “süper yayıcı olaylar” olarak adlandırdığı yüzlerce olay yaşanıyor. ABD dışında en kötü durumdaki ülkelerin çoğu Türkmenistan‘da ve Orta Asya‘daki diğer eski Sovyet ülkelerinde bulunuyor ve bunlar hâlâ çürüyen ve sızdıran Rus yapımı altyapıyı kullanıyor. Geçen yıl Kazakistan‘da meydana gelen büyük bir patlamanın giderilmesi 200 gün sürdü.

Yapılan bir araştırmaya göre, hükümetler küresel olarak ormanların her yıl bilim insanlarının hesaplayabildiğinden 6 milyar ton daha fazla CO2 emdiğini iddia ediyor.”

Bazen veri boşlukları daha belirsiz oluyor. Örneğin, kömür yakmaya yönelik standartlaştırılmış salım faktörleri, farklı yerlerden gelen farklı kömür türlerinin farklı salım oranlarına sahip olduğu gerçeğini gizliyor. Bazı araştırmalar, Çin’deki birçok madenden çıkan düşük kaliteli kömürün, salım faktörlerinin önerdiğinden çok daha az CO2 ürettiğini öne sürüyor. Ancak diğer araştırmalar ülkenin genellikle kabul ettiğinden daha fazla kömür yaktığını öne sürüyor. Yani ülkenin salım envanterleri üzerinde hala bir belirsizlik var.

Verilerini yıllardır takip eden Birleşik Krallık‘taki Birmingham Üniversitesi‘nden Yuli Shan, “Çin, salım envanterlerinin doğruluğunu artırmak için büyük çaba gösteriyor” diyor. Ancak Avrupa Komisyonu‘nun Küresel Atmosfer Araştırmaları Salım Veri Tabanı tarafından Çin’in fosil yakıt salımlarına ilişkin bir değerlendirme, ülkenin aynı yıl için BM’ye sunduğu raporda kaydedilenden yüzde 23 daha fazla salım hesaplandığını belirtiyor.

Analistler, enerji şirketlerinin rakamlarla oynayarak kar elde etmelerine olanak sağlayabileceğini söyleyen karbon ticaret sisteminin uygulamaya konmasıyla Çin’e ilişkin endişeler arttı. İki yıl önce, Çin Çevre Bakanlığı denkleştirme iddialarını denetleyen dört şirketin düzenli olarak kömür örneklerini değiştirdiğini, test sonuçlarını değiştirdiğini, enerji çıktı verilerini gizlediğini ve enerji santrali müşterilerine hayali doğrulama raporları sunarak beyan edilen salımları azalttığını ortaya çıkardı.

Şanghay’daki Wujing kömür yakıtlı enerji santrali.Getty Images aracılığıyla Raul Ariano / Bloomberg

Enerji sektöründen uzakta veri tutarsızlıkları genellikle daha da fazla. Solazzo, bazı kimyasal işlemlerden ve çöp depolama alanlarından kaynaklanan salımların yeterince değerlendirilmediğini söylüyor. Sığır ve pirinç üretiminden kaynaklanan metan salımları da aynı şekilde; gübrelenmiş topraklardan küresel nitro oksit salınımına ilişkin tahminler ise üç kat eksik sayılıyor.

Daha önce dikkate alınmayan antropojenik salımlar da olabilir. Bu ay, Utah Eyalet Üniversitesi‘nden ekolojist Trisha Atwood, okyanus tabanını çalkalayan balıkçı teknelerinin her yıl atmosfere Büyük Britanya‘dan daha fazla CO2 saldığını öne süren hesaplamalar yayınladı.

Ormanlarla ilgili hesaplamalara gelince, Münih‘teki Ludwig-Maximilians Üniversitesi‘nden coğrafyacı Clemens Schwingshackl, hükümetlerin, ormanlarının, bilim insanlarının hesapladığından topluca her yıl 6 milyar ton daha fazla CO2 emdiğini iddia ettiğini ortaya çıkardı. Bu boşluk, ABD’nin tüm faaliyetlerden kaynaklanan toplam salımlarından daha fazla.

İyi haber şu ki, ulusal envanterlerdeki bu tür hileler, gelişmiş uçak ve uydu tabanlı veri toplama çalışmaları nedeniyle giderek daha fazla ortaya çıkıyor. Bu çalışmaların doğruluğu, havadaki kirlilik izlerinin daha iyi modellenmesi ve hava örneklerinin karbon 14 açısından test edilmesiyle arttırılmakta. Yarılanma ömrü 5.700 yıl olan bu izotop, doğal CO2 salımlarında her zaman mevcuttur ancak milyonlarca yıldır gömülü olan fosil yakıtların yanmasında bulunmaz. NOAA araştırmacıları yakın zamanda bunu ABD’nin fosil yakıt salımlarını daha kesin bir şekilde takip etmek için kullandı ve bunu diğer ülkeler için de yapılabileceğini söyledi. 

Kötü haber de şu ki, bu yeni veriler ulusal envanterlere nadiren ulaşıyor ve envanterler eski, çoğu zaman kendi kendine hizmet eden yöntemlere takılıp kalıyor. Bu devam ettiği sürece, rapor edilen salımlar ile atmosferde biriken gerçek gazlar arasındaki veri boşlukları devam edecek. Ve dünya, kimin sorumlu olduğu ve iklim hedeflerine ulaşmak için neyin gerekli olduğu konusunda cevapları aramaya devam edecek.

Makalenin İngilizce orijinali

 

AİHM’den üç iklim davası kararı: Büyük bir başarı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), hükümetlerin iklim kriziyle mücadeledeki zayıf politikalarının kendilerini sıcak dalgaları nedeniyle ölüm riskine maruz bıraktığını iddia eden bir grup yaşlı İsviçreli kadının lehine karar verdi. Ancak bir Fransız belediye başkanının Fransa‘ya ve bir grup genç Portekizlinin Türkiye dahil 32 Avrupa ülkesine karşı açtığı iki dava ise reddedildi.

Mahkeme, verdiği uluslararası bir mahkeme tarafından üç büyük iklim davasından birine ilişkin dönüm noktası niteliğindeki ihlal kararıyla, atmosferi aşırı hava koşullarını daha şiddetli hale getiren gazlarla doldurmayı durdurmaları için hükümetler üzerindeki adli baskıyı arttırdı.

AİHM’den iki iklim davası kararı

Guardian’dan Ajit Niranjan’ın aktardığına göre; mahkemenin üst kurulu İsviçre hükümetinin bir grup yaşlı İsviçreli kadının aile yaşamı haklarını ihlal ettiğine hükmederken, gençlerin Türkiye dahil 32 Avrupa ülkesine karşı açtığı davaları reddetti.

Zürih Üniversitesi‘nde hukuk araştırmacısı olan Corina Heri, “Karışık bir sonuç gibi görünüyor çünkü davalardan ikisi kabul edilemezdi” dedi ve ekledi:

“Ama aslında bu büyük bir başarı.”

Kendisini “Avrupa’nın vicdanı” olarak adlandıran mahkeme, İsviçre’nin iklim değişikliğini durdurma konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmediğine hükmetti. Mahkeme ayrıca kuruluşların başvuranlar adına başka davalar açması için de bir yol çizdi.

‘Bu kararın iklim davalarını etkilemesini bekliyoruz’

İsviçre’nin kararı, Avrupa Konseyi‘nin 46 üyesini, ulusal mahkemelerde kaybedecekleri benzer davalarla karşı karşıya bıraktı.

Uluslararası Çevre Hukuku Merkezi kampanya grubu avukatlarından Joie Chowdhury, kararın iklim krizinin bir insan hakları krizi olduğuna dair hiçbir şüphe bırakmadığını söyledi. Chowdhury “Bu kararın Avrupa genelinde ve çok daha ötesinde iklim eylemlerini ve iklim davalarını etkilemesini bekliyoruz” dedi.

Üç davanın gerçekleri büyük ölçüde farklılık göstermekle birlikte, hepsi de hükümetin iklim değişikliği konusundaki eylemsizliğinin temel insan haklarını ihlal edip etmediği sorusuna dayanıyordu.

Bazı hükümetler davaların kabul edilmemesi gerektiğini ve iklim politikasının uluslararası mahkemeler yerine ulusal hükümetlerin konusu olması gerektiğini savundu.

Mahkemede kutlama

İklim aktivisti GretaThunberg İsviçre’nin iklim konusundaki eylemsizliğine ilişkin mahkeme kararına tepki gösterdi.

Strasbourg‘daki mahkemede görülen duruşmaya katılan ve bazıları 12 yaşında olan davacılar, 17 yargıçtan oluşan heyetin bir üyesinin kararları okumasının ardından kutlama yaptı.

İklim aktivisti Greta Thunberg, daha hızlı hareket edilmesini teşvik etmek amacıyla duruşma öncesinde mahkeme dışında toplanan eylemcilere katıldı.

Thunberg ile birlikte İsveç‘e karşı bir iklim davası açan gençlik grubu Aurora‘yı temsil eden Anton Foley, iklim krizini durdurma sorumluluğunun gençlere yüklenmesinin “adaletsiz” olduğunu söyledi ve İsviçreli kadınları adım attıkları için övdü. Foley şunları dile getirdi:

“Biz yaşlı nesil için umut olmak istemiyoruz. Bunu onların yapmasını istiyoruz, çünkü biz bu mücadeleyi vermek istemiyoruz.”

Thunberg, KlimaSeniorinnen‘in eş başkanı Rosmarie Wydler-Wälti‘ye mahkeme salonunun dışında bir araya geldiklerinde yaptıkları için teşekkür etti.

İsviçreli 2 bin 400 yaşlı kadından oluşan KlimaSeniorinnen grubu, mahkemeye bazı haklarının ihlal edildiğini söyledi.

Fosil yakıtlar nedeniyle daha sıcak ve daha yaygın hale gelen sıcak dalgalarında yaşlı kadınların ölme olasılığı daha yüksek olduğu için, İsviçre’nin Paris Anlaşması‘nın sanayi öncesi seviyelerin 1.5C (2.7F) üzerindeki hedefine kadar gezegenin ısınmasını durdurmak için üzerine düşeni yapması gerektiğini savundular.

Mahkeme hükümetin iklim krizi için zamanında harekete geçmediğine hükmetti

Mahkeme, İsviçreli yetkililerin emisyonları azaltmak için yeterince iyi bir strateji geliştirmek üzere zamanında harekete geçmediğine hükmetti.

Mahkeme ayrıca başvurucuların İsviçre’de adalete uygun bir şekilde erişemediklerini de tespit etti.

Ancak KlimaSeniorinnen’e katılan dört bireysel başvurucunun davalarını da reddetti.

Strasbourg’a gelen KlimaSeniorinnen üyesi 70 yaşındaki Nicole Barbry, “Çok mutluyum” dedi ve ekledi:

“Sonunda bizi dinliyor olmaları çok güzel.”

Yaşları itibariyle önceki nesillere göre iklimden daha fazla zarar görecek olan Portekizli çocuklar ve gençler, orman yangınları ve duman gibi iklim kaynaklı felaketlerin yaşam haklarını tehdit ettiğini ve yaşlarından dolayı kendilerine karşı ayrımcılık yapıldığını savundu.

Mahkeme, başvurucuların Portekiz dışındaki ülkelere karşı dava açamayacaklarına karar vererek ve Portekiz‘de hükümete karşı yasal yollara başvurmadıklarını ekleyerek davayı kabul etmedi.

Portekiz’deki davada başvuran 19 yaşındaki Sofia Oliveira, “Onların [İsviçrelilerin] kazanması bizim için de bir kazanımdır. Ve herkes için bir kazanç.” dedi.

Fransa’ya açılan dava da kabul edilmedi

Milletvekili Damien Carême tarafından açılan Fransız davasında, Fransa’nın iklim değişikliğini durdurmak için yeterince çaba göstermemesinin yaşam, özel hayat ve aile hayatı haklarını ihlal ettiği savunuldu.

Carême davayı sel baskınlarına karşı savunmasız bir sahil kasabası olan Grand-Synthe‘nin belediye başkanı olduğu dönemde açmıştı. Mahkeme, Carême artık orada yaşamadığı için davayı kabul etmedi.

AİHM, kendisine ulaşan başvuruların yaklaşık yüzde 90’ını kabul edilemez bularak reddediyor ancak aciliyetleri nedeniyle üç iklim davasını hızlı bir şekilde üst kürsüye taşıdı. Salı günkü (9 Nisan) kararları sonuçlandırmak için altı iklim davasının daha duruşmalarını erteledi.

Kararlar, hükümetin iklim politikasının insan hakları üzerindeki rolünü inceleyen diğer üç uluslararası mahkemeyi de etkileyecek.

Berne Üniversitesi‘nde iklim hukuku konusunda uzman bir araştırmacı olan Charlotte Blattner, mahkemenin yaşanabilir bir gelecek lehine cesur bir karar verdiğini söyledi.

Blattner, “İklim değişikliği tehdidinin doğası ve ciddiyeti – ve buna etkili bir şekilde yanıt verme aciliyeti – hükümetlerin yeterli eylemde bulunmamalarından sorumlu tutulabilmelerini ve tutulmalarını gerektiriyor” dedi.

Mahkeme, küresel ısınmayı 1.5C’de tutmanın, mahkemelerin Almanya ve Hollanda‘daki davalarda karar verirken kullandıkları daha yüksek 2C sınırı yerine, insan haklarını korumanın önemli bir parçası olduğunu söyledi.

Portekizli çocukların avukatı Gerry Liston, İsviçre’nin politikalarının bilim temelli olmadığının kabul edilmesinin, kararın “açık ara” en önemli yönü olduğunu söyledi. Liston, şunları aktardı:

“Hiçbir Avrupa hükümetinin iklim politikaları 1.5C’ye yakın bir değerle uyumlu değil, dolayısıyla bu ülkelerde iklim davaları üzerinde çalışanlar için artık ulusal mahkemelerinde dava açmak için net bir temel olduğu açık olacak.”

Rapor: Avusturya buzulları 45 yıl içinde yok olacak

Avusturya Alp Kulübü‘nün (OeAV), geçen hafta sonu yayımladığı son buzul ölçüm raporunda, ülkede bulunan 93 buzulun son birkaç yılda hızlı bir şekilde küçüldüğü tespit edildi. Buna göre, bölgedeki buzulların 45 yıl içinde yok olacağı öngörüldü.

En büyük gerileme, Avusturya’nın en büyük buzulu;  güneydeki Karintiya eyaletindeki Glockner dağ grubundaki Pasterze‘de yaşandı ve buzul bir rekor kırarak 203,5 metre küçüldü.

Tirol‘deki Rettenbachferner buzulu ise 127 metrelik buz kaybıyla ikinci oldu. 2022-2023 yılları arasında gözlemlenen 93 buzuldan sadece bir tanesinin öncekinden daha fazla küçülmediği tespit edildi.

AP‘nin aktardığına göre, kulübün yıllık raporunda, hem geçen yıl hem de önceki yıl ölçülen 79 buzulun bir yıl öncesine göre ortalama 23,9 metre daha kısa olduğu belirtildi. Bu, hem kulübün 133 yıllık ölçümleri hem de son yedi yıldaki üçüncü en yüksek küçülme rakamıydı. Diğer 14 buzulun geri çekilmesi, örneğin fotoğrafların karşılaştırılması yoluyla daha az kesin olarak gözlemlendi.

Buzul ölçüm servisi başkanı Andreas Kellerer-Pirklbauer, Salzburg’da düzenlediği basın toplantısında, “Gölgeli yerlerde bazı kalıntılar olabilir – belki kuzeydoğu tarafındaki Glockner buzulunda, Oetztal vadisindeki bazı bölgelerde. Ancak fiili olarak 40 ila 45 yıl içinde Avusturya’nın tamamı neredeyse buzsuz kalacak” dedi.

Avusturya buzulları ‘önlenemez’ biçimde kayboluyor

Buzulların üst taraflarında kar rezervlerinin oluşması ve böylece stabil hale gelmeleri süreci onlarca yıl alıyor.

Yüzyıllar boyunca kar ve buzun sıkışmasıyla oluşan ve daha sonra yavaşça karaya doğru akan buz kütleleri olan buzulların erimesi ve hızla  geri çekilmesi, insan kaynaklı iklim değişikliğinin en dikkate değer göstergelerinden birini oluşturuyor.

Buzullardaki erime rekora doymuyor
Dünya can derdinde, şirketler kar. Buzulların erime hızı ikiye katlandı
Antartika’da buzul erimesi son 50 yıl içerisinde 10 kat arttı
Arktik buzullarındaki erime (yine) rekor seviyede
Himalayalar’da buzulların erime hızı son 40 yıl içinde ikiye katlandı
Peru, 50 yılda buzulların yarısından fazlasını kaybetti
Buzullardaki erime Kutup ayılarındaki genetik çeşitliliği azaltıyor
Buzullardaki erimenin etkileri, orman yangınlarına kadar uzanıyor

Avusturya Alpleri Kulübü’nün buzul ölçüm hizmeti eşbaşkanı Gerhard Lieb de Avusturya buzulları için “zamanın dolduğunu” belirtti. Ancak kar ve buz yeniden oluşmaya başlarsa buzulların en azından mevcut boyutlarını koruyabileceğini söyleyen Lieb, “Ancak Avusturya buzulları için artık çok geç, çünkü sistemler çok yavaş değişir. Önümüzdeki yıllarda bunların ortadan kaybolması ne yazık ki, durdurulamaz” diye konuştu.

Geçen yılın ortalama buzul erimesi ölçümleri,  2021-2022’de belirlenen 28,7 metrelik rekorun gerisinde kalmıştı. Ancak o yıl hiçbir buzul 100 metreden fazla gerilememişti. Son rapora göre ise ölçülen iki buzul da geriledi. Yalnızca bir buzulun, Glockner grubundaki Baerenkopfkees‘in uzunluğu geçen yıl değişmedi.

Komşu İsviçre’deki uzmanlar da geçen eylül ayında 2023’te toplam buzul hacminin yüzde 4’ünün kaybolduğunu, bunun 2022’deki yüzde 6’lık düşüşe ek olarak tek bir yıldaki ikinci en büyük düşüş olduğunu açıklamıştı.

Tüm tepkilere ve endişelere rağmen Akkuyu’nun 1. ünitesi tamamlanmak üzere

Mersin‘de inşa edilen Akkuyu Nükleer Güç Santrali‘nin (NGS) 1’inci güç ünitesinde inşaatın son aşaması olan ve NGS güç ünitesi inşaatının son aşamasını teşkil eden, ayarlama, kontrol ve test işlemlerini kapsayan başlatma ve ayarlama çalışmaları başladı. Rosatom Genel Müdürü Aleksey Lihaçev liderliğindeki Rosatom yöneticilerinden oluşan bir heyet inşaat sahasını gezerek 1’inci ünitede bulunan nükleer ve türbin adası tesisleri ile Akkuyu NGS’nin kıyı hidroteknik yapılarını inceledi. İncelemelerin ardından Rosatom Genel Müdürü Aleksey Likhachev, Akkuyu Nükleer AŞ Genel Müdürü Anastasia Zoteyeva ve diğer proje yöneticileriyle bir araya geldi.

Sputnik Türkiye’nin aktardığına göre; Lihaçev, 1’inci ünitede çalışmaların gidişatına ilişkin şunları kaydetti:

“Nükleer ada alanında işler takvime uygun ilerliyor. Bu yıl bütün sistemleri kontrol edeceğiz, bunlar arasında ilk çevrim sistemleri de yer alıyor. Hidrolik testleri gerçekleştireceğiz ve yakıt simülatörlerini reaktöre yükleyeceğiz. Akkuyu NGS 1’inci ünitesinin önümüzdeki yıl Türkiye enerji sistemine dahil olması için elimizden geleni yapıyoruz. Bütün çabalarımız ve Türk şirketlerinin çalışmaları buna yönelik olarak devam ediyor. Projede birçok Türk şirketi yer alarak büyük bir profesyonellik ve bir o kadar da başarılı mobilizasyon gösteriyorlar.”

Akkuyu’nun perde arkasında neler oluyor

Lihaçev‘in “Türkiye enerji sistemine dahil olması için elimizden geleni yapıyoruz” ifadelerinin aksine Akkuyu Nükleer A.Ş‘nin. CEO’su ve Yönetim Kurulu Başkanı Anastasia Zoteeva bir Rus kanalına verdiği röportajda Akkuyu Nükleer Santrali  hakkında “Kendimiz için inşa ediyoruz. Bu nükleer santral Rusya‘ya aittir” demişti.

‣Akkuyu’yu millileştirmeyeceğiz, yıkacağız!
‣Erdoğan Putin’le görüştü: Akkuyu, Sinop, üçüncüyü de farklı bir merkezde yapacağız
‣Erdoğan: Putin’e iki yeni nükleer santral yapımını önerdim

Rusya‘nın Akkuyu NGS Projesi için Türkiye‘ye üç hafta içinde 15 milyar dolar göndereceğine ilişkin iddialarla aynı gün, santralin yatırım sahibi Rus devlet enerji şirketi Rosatom, Türkiye’de santralin inşaatını üstlenen firma Titan2-IC İçtaş ile anlaşmasını ‘usulsüz harcama, inşaatta gecikme ve iş güvenliğindeki eksikler’ gerekçeleriyle feshetmişti.

Yeni anlaşma, Rusya merkezli Montajno-Stroitelnoye Upravlaniye No 90, Konsern Titan-2 ve Sosnovoborelektromontaj anonim şirketleri tarafından Ekim 2019’da Mersin’de kurulmuş olan TSM Enerji ile yapılmıştı.

IC İçtaş, yaptığı açıklamada feshin hukuksuz olduğunu, esas amacın ‘projenin yönetimindeki Türk şirketlerinin varlığını azaltmak ve taşeron seviyesine indirgemek olduğunu’ söylemişti ve konuyu Londra Tahkim Mahkemesi‘ne götüreceğini duyurmuştu.

CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir BaşarırMeclis‘te “Daha birkaç gün önce dördüncü ünitenin temel atma törenine Rosatom müdürü ve Enerji Bakanı Dönmez birlikte katıldı. Bir hafta içinde ne oldu da sözleşme feshedildi? Siyasi iktidar bunları araştıracak mı?” diye sormuştu.

İYİ Parti lideri Meral Akşener de ‘Rusya ile kurulan asimetrik ilişki biçiminin artık sürdürülebilir olmaktan çıktığına’ vurgu yaptıarak hükümeti santrali millileştirmek üzere gerekli adımları atmaya davet etmişti:

“Akkuyu’da yapılan hukuksuz fesih işlemi, Türk şirketinin tasfiye edilerek ülkemizin nükleer enerji alanındaki gelişimini engellemek anlamına geliyor. Bu kabul edilemez.”

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, konuya ilişkin dört gün sonra yaptığı açıklamada, taraflar arasında ihtilafların yaşandığını, bu süreçte Bakanlığın ihtilafın çözümü için gerekli girişimlerde bulunduğunu söylemişti:

“Önceliğimiz, projenin başından bu yana inşaat sahasında hizmet veren bütün yüklenicilerin ve çalışanların aleyhine bir mağduriyet oluşmaması ve projenin zamanında devreye alınmasıdır. Daha önce olduğu gibi, yine bu çerçevede girişimlerimiz sorunların çözümü için devam etmektedir. Taraflara da böyle bir projede daha sağduyulu ve yapıcı bir görev düştüğünü bir kez daha hatırlatmak isteriz.”

Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne şikayet edilmişti

Daha önce de Akkuyu Nükleer Güç Santrali yıkıcı bir deprem beklenen bir fay hattına yakın olması ve santrali soğutmada kullanılacak olan Akdeniz‘in suyunun iklim krizi nedeniyle soğutamayacak kadar ısınmış olması nedeniyle barındırdığı risklerden ötürü Uluslararası Ceza Mahkemesine şikayet edilmişti.
Doğu Akdeniz Çevre Dernekleri Gönüllü avukatı İsmail Hakkı Atal tarafından açılan davanın sanıkları arasında Akkuyu NGS projesinin başladığı 2009 yılından bu yana Enerji Bakanı olarak görev yapan isimlerin (Hilmi GülerTaner YıldızBerat AlbayrakFatih Dönmez) yanı sıra Akkuyu ve Rosatom yönetim kurulu üyeleri yer alıyor.
‣ ‘İskenderun körfezindeki bir depremle Akkuyu Çernobil’e dönüşebilir’
‣ Akkuyu’da güvenlik nasıl sağlanacak?

Akkuyu’da menenjit ölümleri

Ocak 2024 başında Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ndeki menenjit salgını nedeniyle beş işçinin hayatını kaybettiği yönündeki iddialar ortaya çıkmıştı. İddiaların ardından şirketten yapılan açıklama ‘Belirsiz ve aklama çabaları‘ şeklinde eleştirilmişti.

İşçiler daha önce de zehirlenmiş, bazıları iş cinayetlerine kurban gitmişti.

Eylül 2023’te Akkuyu NGS’de çalışan yaklaşık 1500 işçi, verilen tavuk yemeğinden zehirlenerek hastaneye kaldırılmıştı. Olayda yemek şirketi suçlanmıştı.

Akkuyu’da 19 Ocak 2023’te de bir patlama gerçekleşmişti.

2019’un yaz aylarında da  inşaat temelinde oluşan çatlakların üstüne 2020’de inşaat alanında su sızıntısı tespit edilmişti.

Kasım 2021’de de Akkuyu Nükleer Güç Santrali‘nde aylardır maaşlarını alamayan işçiler eylem gerçekleştirmişti. Taşeron şirketlerde görevli yaklaşık 10 bin işçiden büyük bölümü hafta içinde toplu olarak iş bırakmıştı.

‘Akkuyu’yu neresinden tutsak elimizde kalıyor: Koşar adım felakete gidiyoruz’

 

Türkiye’nin 16 ilinde obruk risk haritası çalışması başlıyor

Türkiye‘nin çeşitli bölgelerinde yer altı sularının aşırı kullanımı sonucu oluşan obruklar, çevre ve toplum sağlığı için ciddi bir tehdit oluşturmaya devam ediyor. Konya Teknik Üniversitesi‘nden Prof. Dr. Fetullah Arık, özellikle Konya‘da sayıları 2 bin 200’ü geçen obruk vakalarının, şimdi de 16 farklı il için risk teşkil ettiğini belirterek, bu illerde de obruk risk haritası oluşturma çalışmalarının planlandığını duyurdu.

DHA’nın aktardığına göre Konya Ovası‘nda son yıllarda obruk sayısında dikkat çekici bir artış yaşandı. Özellikle Karapınar ilçesi başta olmak üzere, Ereğli, Halkapınar, Emirgazi, Çumra, Cihanbeyli, Kulu, Yunak, Çeltik ve Altınekin gibi ilçelerde obruk oluşumları gözlemlendi.

Bu gelişme üzerine AFAD ve Konya Teknik Üniversitesi işbirliği ile bir obruk risk haritası hazırlama çalışması başlatıldı. Prof. Dr. Arık’ın liderliğindeki ekip, 3 yıl süren bir çalışmanın ardından Konya için obruk risk haritasını tamamladı.

Prof. Dr. Arık’a göre, obruk problemi, sadece bu Konya ile sınırlı değil. Karaman, Aksaray, Niğde, Ankara, Eskişehir, Sivas, Çankırı, Yozgat, Çorum, Bitlis, Siirt, Batman, Diyarbakır, Afyonkarahisar, Denizli ve Manisa‘da da obruk oluşum riski bulunuyor. Risk haritası, yer altı su kaynaklarının yönetimi ve korunması konusunda acil önlemlerin alınması gerektiğini gösteriyor.

2023’ün Kasım ayında risk altındaki bu illerdeki AFAD görevlileri, teknik personel ve yöneticiler için bir eğitim semineri düzenlendi. Bu eğitimle, Konya’daki gibi bir obruk risk haritası oluşturma çalışmalarına hazırlık yapıldı. Prof. Dr. Arık, tüm Türkiye genelinde obruk risk haritasının yaygınlaştırılacağını ve bu haritanın, ilerleyen dönemlerde yapılacak tüm planlamalarda göz önünde bulundurulacağını vurguladı.

Türkiye genelindeki obruk tehlikesine karşı alınacak önlemler, ilgili tüm kurum ve kuruluşların işbirliği ile gerçekleştirilecek. Riskin yüksek olduğu alanların tespiti ve bu bilginin imar ile tarımsal planlamada kullanılması, olası zararların önlenmesinde kritik bir rol oynayacak.

obruk

Obruk nedir, nasıl oluşur?

Obruk, yeraltı suyunun çözündüğü kireç taşı gibi çözünebilir kayaçların bulunduğu alanlarda, yer üstüne doğru çökme sonucu oluşan büyük ve derin çukurlar olarak tanımlanıyor. Bu doğal oluşumlar, genellikle yer altı sularının fazla çekilmesi, aşırı su kullanımı ve yer altındaki kayaç yapısının zamanla erimesiyle meydana geliyor.

Kuraklık: Konya Ovası, obruklardan sonra yarıkların tehditi altında
Keban Baraj Gölü’nde sular çekildi, dev obruk ortaya çıktı
‘Obruklar hızla artıyor, gelecek nesillerin temiz, güvenilir su kaynakları risk altında’
İklim göçü: Türkiye iklim krizini ağır bir şekilde hissetmeye başladı

İklim krizinin tetiklediği kuraklık ve su kaynaklarının azalması, obruk oluşumunu doğrudan etkileyen faktörler arasında. Özellikle tarımsal sulama ve sanayi için aşırı yer altı suyu çekimi, yer altı su seviyesinin hızla düşmesine ve dolayısıyla toprağın altındaki boşlukların çökmesine neden oluyor. Bu durum, özellikle kireç taşı gibi çözünebilir kayaçların yoğun olduğu bölgelerde obruk oluşumunu hızlandırıyor.

Küresel ısınma ve iklim değişikliği ile birlikte, yağış rejimlerindeki değişiklikler ve sıcaklık artışları, su kaynaklarının daha da azalmasına ve dolayısıyla obruk oluşum riskinin artmasına yol açıyor. Bu nedenle iklim kriziyle mücadele edilmesi ve sürdürülebilir su yönetimi politikalarının uygulanması, bu tür doğal afetlerin önlenmesinde kritik bir öneme sahip.