Dünyanın en yetkin iklim bilimi organı Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) Başkanı Jim Skea, bilim insanlarının iklim değişikliğinin artan etkilerine karşı uzun süredir uyarıda bulunduğunu belirterek, “İçinde bulunduğumuz 10 yıl, 2030’a kadar, aksiyon dönemi. Eğer daha fazla petrol ve gaz rezervine yönelik planlar onaylanırsa, bu durum gelecekte hükümetleri fosil yakıtları yerin altında bırakmak ve iklim hedeflerine ulaşmayı seçmek arasında keskin bir seçim yapmakla karşı karşıya bırakacak” dedi.
AA’dan Nuran Erkul Kaya‘nın aktardığına göre; Skea, 26 Temmuz’da IPCC başkanlığına seçilmesinin ardından, küresel ısınmanın artan etkileri ve “iklim değişikliğine karşı aksiyon dönemi” olarak nitelendirilen 2030’a kadar alınması gereken önlemlere ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Bu yaz kuzey yarımkürede yaşanan aşırı hava olaylarına ve güney yarımkürede de benzeri olayların artmaya başladığına işaret eden Skea, bilim insanlarının bu tür olaylar yaşanacağını tahmin ettiğini ve buna karşı uzun süredir uyarılarda bulunduğunu söyledi.
“Beklenmedik olan ise aşırı hava olayları ve diğer etkilerin bu kadar hızlı şekilde yaşanması. Bu, sürpriz oldu ancak bu tür olayları bir noktada zaten yaşayacağımız sürpriz değildi” diyen Skea, IPCC olarak iklim değişikliğinin artan etkileri ve buna karşı alınması gereken önlemlere ilişkin çok açık mesajlar verdiklerini anlattı.
Skea, küresel ısınmayı önlemeye karşı gerekli teknoloji, yaklaşım ve finansmanın olduğunu ifade ederek şöyle konuştu:
“Bu noktada iş hükümetlere düşüyor. Biz çok net bir şekilde ihtimallerin ne olduğunu söyledik ve mesajları verdik. Aksiyon almak istiyorlar mı, bu hükümetlere bağlı. İçinde bulunduğumuz 10 yıl, 2030’a kadar, aksiyon dönemi. Şu anda birçok hükümet, enerji güvenliği gibi nedenleri öne sürerek (fosil yakıt) yatırımlarına devam ediyor. Bazı gelişmekte olan ülkeler, petrol ve gaz rezervlerini kullanarak kalkınma süreçlerine yardımcı olmak istiyor. Ancak küresel ısınmayı 1,5 derece veya hatta 2 dereceyle sınırlandıracaksak, bu rezervlerin yakılmaması ve yer altında kalması gerekli. Örneğin, küresek sıcaklık artışını 2 dereceyle sınırlanmak için mevcut petrol rezervlerinin en az yüzde 30’unun yer altında kalması gerekiyor. Eğer daha fazla petrol ve gaz rezervine yönelik planlar onaylanırsa, bu durum gelecekte hükümetleri fosil yakıtları yerin altında bırakmak ve iklim hedeflerine ulaşmayı seçmek arasında keskin bir seçim yapmakla karşı karşıya bırakacak.”
Bunun politika yapıcıların vermesi gereken bir karar olduğunu aktaran Skea, “Yeni petrol ve gaz rezervleri için onaylar verebilirsiniz ama bu, gelecekte bu rezervlere ne olacağı konusunda bir seçim yapmayı da gerektirir” dedi.
Skea, IPCC’nin küresel sıcaklık artışını ortalama 20 yıllık bir süre üzerinden değerlendirdiğini dile getirerek, sıcaklık artışının belli yıllarda 1,5 dereceyi aşabileceğini söyledi.
Uzun vade ortalamasına bağlı olarak 2030’ların başında küresel sıcaklık artışının 1,5 dereceye ulaşmasını öngördüklerini ifade eden Skea, “2030’a kadar da bazı yıllarda küresel sıcaklık artışının 1,5 dereceyi aştığını görmemiz çok mümkün ama bu uzun vadeli olmaz. Yıldan yıla değişiklik olacaktır” dedi.
Skea, iklim değişikliğine yol açan emisyonları azaltmanın yanı sıra, adaptasyon önlemlerinin önemli bir gündem maddesi olduğunu kaydetti.
Sıcak dalgası, aşırı yağış ve iklim kaynaklı doğal afetler gibi olaylara karşı adaptasyon önlemlerinin de artması gerektiğini söyleyen Skea, “Gördüğümüz bu etkiler karşısında olabildiğince adaptasyon önlemi alabiliriz. Bu etkilerin bir kısmı bizim iklim değişikliğine adaptasyonumuzun ötesine geçecektir. Bu nedenle de artan riskler ve bu risklerin nasıl ele alınacağı giderek daha önemli bir konu haline geliyor” diye konuştu.
‘En büyük sorun, finansman’
Skea, adaptasyon önlemlerinin ulusal veya şehirler çapında alınması gerektiğine ancak bu konunun önündeki en büyük sorunun finansman olduğuna işaret etti.
İklim değişikliğini önlemeye yönelik önlemlere kıyasla adaptasyon için ihtiyaç duyulan finansman açığının çok daha yüksek olduğunun altını çizen Skea, “Adaptasyon önlemleri, kamu yararına alınan önlemler olduğu için özel sektör sermayesini buraya aktarmak oldukça zor. İçinde bulunduğumuz 10 yıl aksiyon için belirleyici olduğundan, küresel sıcaklık artışını 1,5 dereceyle sınırlandırmak için bir umudumuz varsa, acilen harekete geçmeliyiz. Bunun yanında iklim değişikliğinin kaçınılmaz etkilerine karşı adapte olacak adımlar da atmalıyız” ifadelerini kullandı.
ABD‘nin Hawaii eyaletine bağlı Maui Adası‘nda dördüncü gününde devam eden yangınlarda itfaiye ekiplerinin 17 kişinin daha cansız bedenine ulaşmasıyla, toplam can kaybı 53’e ulaştı.
Hawaii’nin “Büyük Ada” olarak da bilinen turistik adalarından Maui’de çıkan yangınlarda tarihi Lahaina bölgesinin büyük bir kısmının yok olduğu bildirildi.
Vali Josh Green, binlerce Hawaiilinin yangınlarda evlerini yitirdiğini ve can kaybının artmasından endişe duyulduğunu açıkladı.
Green, “1960’ta meydana gelen tsunamide Büyük Ada‘da [Maui Adası] 61 can kaybı yaşadık. “Bu sefer can kaybının daha yüksek olması maalesef kuvvetle muhtemel gözüküyor” dedi.
Maui Adası’ndaki yangınların yıllardır ABD’de meydana gelen en ölümcül yangınlar olduğu kaydedildi.
Fotoğraf: Rick Bowmer / AP
Binlerce kişi evsiz kaldı
Vali Josh Green, binlerce bölge vatandaşının evini kaybettiği için acil olarak barınacak yere ihtiyaç duyulduğunu, 2 bin kişiye kalacak ev arandığını söyleyerek sivil vatandaşlara da kapılarını afetzedelere açma çağrısı yaptı.
Green, 1700 bina ile kentin yüzde 80’nin tamamen zarar gördüğünü de açıkladı.
Fotoğraf: Rick Bowmer / AP
İnsanlar alevlerden korunmak için denize atladı
Hawaii Sahil Güvenlik, alevlerin hızlı ilerleyişi karşısında en az 100 kişinin canını kurtarmak için denize atladığını, bunlardan 50’sinin sahil güvenlik birimlerince kurtarıldığını duyurdu.
Lahaina’da yaşayan Kekoa Lansford adlı görgü tanığı, sahilde cansız bedenler gördüklerini aktardı. Lansford “İnsanları kurtarmaya çalıştık. İhtiyaç duyulan yardımı alamıyoruz” diye konuştu.
ABD Başkanı Joe Biden, dün Hawaii için afet durumu ilan etmiş, böylece özellikle evini barkını kaybeden insanlara acil yardımların yapılmasına başlanmıştı.
Maui Adası’nda salı günü eş zamanlı olarak çok sayıda yangın başlamış, kuraklığın yaşandığı adada saatte 130 kilometreye ulaşan rüzgar ve fırtına nedeniyle alevler hızla yayılmıştı.
Maui Adası’nda bulunan Lahaina bölgesindeki Banyan Meydanı’nın yangın öncesi ve sonrasındaki görüntüleri. 9 Ağustos 2023. Fotoğraf: AP
Yangınlarda iklim değişikliğinin payı var mı?
Adadaki yangınların çıkış nedeni henüz belirlenemese de soruşturmalar devam ediyor.
ABD‘deki Teksas Teknoloji Üniversitesi‘nden İklim Bilimci Prof. Dr. Katharine Hayhoe, sosyal medya platformu Twitter‘da yaşanan yangınların iklim krizi ile bağlantısını ele aldı.
Amid the devastating Maui fires, I see many arguing, "it's weather, arson–anything but climate change."
Let's set the record straight. Climate change doesn't usually start the fires; but it intensifies them, increasing the area they burn + making them much more dangerous. 🧵 pic.twitter.com/4BTvTzM5Pt
“Yıkıcı Maui yangınları sürerken, birçok kişinin yangınların sebebi olarak “hava durumu, kundaklama – iklim değişikliği dışında her şey” diye tartıştığını görüyorum.
Şunu açıklığa kavuşturalım: İklim değişikliği genellikle yangınları başlatmaz; ama onları yoğunlaştırır, yaktıkları alanı arttırır ve onları çok daha tehlikeli hale getirir.
Birinin nispeten yeşil, ıslak bir odun yığınına bir kibrit attığını hayal edin. Ne olur? Pek de bir şey olmaz.
Ardından, aynı kibritin kupkuru bir çıra yığınına atıldığını hayal edin. Bu kez yangın çıkar.
Ormanlık alanların [kuruluk] durumunu ne belirliyor? Giderek artan bir şekilde, iklim değişikliği.
Bu, diğer birçok aşırı hava koşulları türü için de geçerli.
… İklim değişikliği daha fazla kasırgaya neden olmuyor – ancak bir kez kasırga oluştuğunda, ılık okyanus suları kasırgaların daha hızlı yoğunlaşmasına ve ÇOK daha fazla yağış getirmesine neden oluyor.
Peki ya sıcak dalgaları?
Bunları yazlar hep yaşardık: ama dünya ısındıkça, sıcak hava dalgası mevsimi uzuyor (artık Güney Amerika’da tüm yıl sürüyor!). Artık sıcak dalgaları daha sıcak, daha yoğun, daha sık yaşanıyor ve daha tehlikeli.”
‘Yangını tetikleyen tüm faktörlerde iklim değişikliğinin etkisi var’
ABD Kuraklık Gözlemevi verileri, orman yangınlarının devam ettiği Maui Adası’nın neredeyse yüzde 16’sının şiddetli kuraklık yaşarken, bölgenin yüzde 20’sinde ise orta derecede kuraklık görüldüğünü ortaya koydu.
Ayrıca Hawaii’nin kuraklaşmayla sık görülmeye başlanan orman yangınları nedeniyle bazı yerel bitki örtüsünün yok olduğu, bu bitki örtüsünün yerini, çabuk tutuşabilen istilacı otların aldığı kaydedildi.
Bilim insanları, yangınları tetikleyen kurak arazi yapısına uzak olmasına rağmen Hawaii’deki orman yangınlarının temel sebebinin iklim değişikliği olduğuna işaret etti.
Araştırmalarda Hawaii’deki yıllık ortalama yağış miktarında uzun vadede bir düşüş yaşandığı ifade edilirken, 1990’lardan itibaren yağmur mevsiminde alınan yağış miktarının yüzde 31 düştüğü, kurak mevsimde alınan yağışlarda ise yüzde 6’lık düşüş gözlemlendiği aktarıldı.
Clark Üniversitesi‘nden İklim Bilimci Abby Frazier yağış miktarındaki bu değişimde pek çok faktörün etkili olduğunu, bu faktörlerin hepsinde iklim değişikliğinin rolü olduğunu belirtti.
Frazier, La Niña etkisi olarak adlandırılan, yüksek yağış bırakan hava fenomeninin 1980’lerden itibaren daha az yağışa sebep olduğunu ifade ederek, diğer faktörlerin ise sıcaklıkların artmasıyla Hawaii üstündeki bulutların incelmesi ve büyük fırtınaların zamanla kuzeye doğru ilerlemesiyle adalara getirdikleri yağış miktarının azalması olduğunu vurguladı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın imzasıyla üst kademe kamu yöneticiliklerine atama kararları Resmi Gazete‘de yayımlandı.
Aile ve Sosyal Hizmetler, Çalışma ve Sosyal Güvenlik, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği, İçişleri, Kültür ve Turizm, Milli Eğitim ve Milli Savunma Bakanlıklarının üst kademelerine atamalar yapıldı.
Buna göre yapılan atalamalar bakanlıklara göre şu şekilde:
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı
Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne Ayşegül Yıldırım Kara,
Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne Tuncay Cevheroğlu,
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’ne Gülser Ustaoğlu,
Şehit Yakınları ve Gaziler Genel Müdürlüğü’ne Şemseddin Yalçın,
Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü’ne Adil Çalışkan,
Personel Genel Müdürlüğü’ne Hamza Gökhan Eryılmaz,
Bilgi Teknolojileri Genel Müdürlüğü’ne Serdar Öz,
Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı’na Mahmut Kardaş,
Strateji Geliştirme Başkanlığı’na Mahmut Aslan atandı.
Bakanlıkta Hukuk Hizmetleri Genel Müdürü Hakan Ay görevden alındı.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Bilgi Teknolojileri Genel Müdürlüğü’ne İhsan Esen,
Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne Şükran Doğan,
Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkanlığı’na Raci Kaya,
Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğüne Samet Güneş‘in ataması yapıldı.
Bakanlıkta,
İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü Muhittin Bilge,
SGK Başkan Yardımcısı ve Yönetim Kurulu Üyesi Oğuzhan Tekin,
SGK Başkanlığı Sigorta Primleri Genel Müdürü Zeki Özdemir,
SGK Başkanlığı Hizmet Sunumu Genel Müdürü Hakan Bayri,
SGK Başkanlığı Strateji Geliştirme Başkanı Eşref Başkan,
Avrupa Birliği ve Mali Yardımlar Dairesi Başkanı Süreyya Erkan görevden alındı.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı
Yerel Yönetimler Genel Müdürlüğü’ne Turan Konak,
Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü’ne Yavuz Erdal Kayapınar,
Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü’ne Recep Akdeniz,
Çevresel Etki Değerlendirmesi, İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü’ne Cihan Tatar,
Yapı İşleri Genel Müdürlüğü’ne Banu Aslan,
Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne Hakkı Alp,
Mesleki Hizmetler Genel Müdürlüğü’ne Murat Oral,
Coğrafi Bilgi Sistemleri Genel Müdürlüğü’ne Ömer Alan,
Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Genel Müdürlüğü’ne Nurettin Taş,
Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ne Hacı Abdullah Uçan,
Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’ne Hüseyin Bayraktar,
Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne Ahmet Küçükler,
Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı’na İhsan Yiğit,
Strateji Geliştirme Başkanlığı’na Sadi Kızık,
Yüksek Fen Kurulu Başkanlığı’na Ertan Yetim,
İklim Değişikliği Başkanlığı’na Halil Hasar,
Meteoroloji Genel Müdürlüğü’ne Volkan Mutlu Coşkun,
Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’na Ömer Bulut,
İller Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne Recep Türk atandı.
Bakanlıkta,
Mekansal Planlama Genel Müdür Yardımcısı Selçuk Aydemir,
Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdür Yardımcısı Hikmet Haspolatlı görevden alındı.
İçişleri Bakanlığı
Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’ne İbrahim Taşyapan,
Teftiş Kurulu Başkanlığı’na İbrahim Akın,
Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü’ne Mustafaİspirgil,
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’na Okay Memiş atandı.
Bakanlıkta,
Bilgi Teknolojileri Genel Müdürü Volkan Barış Göçmez,
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkan Yardımcısı Uğur Sezer görevden alındı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı
Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü’ne Selim Terzi,
Bilgi Teknolojileri Genel Müdürlüğü’ne Türkay Dalan,
Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne Ömer Faruk Belviranlı,
Personel Genel Müdürlüğü’ne Nihat Umut Döktür,
Sinema Genel Müdürlüğüne Erkin Yılmaz,
Strateji Geliştirme Başkanlığı’na İhsan Çimen,
Tanıtma Genel Müdürlüğü’ne Timuçin Güler,
Teftiş Kurulu Başkanlığı’na İzzet Güven,
Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğü’ne Neşe Çıldık,
Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne Sinan Aksu,
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne Tamer Karadağlı,
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı’na Serkan Kayalar,
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’na Abdullah Eren,
Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı’na İsmail Kaşdemir atandı.
Bakanlıkta, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı İsmail Karaman görevden alındı.
Milli Eğitim Bakanlığı
Personel Genel Müdürlüğü’ne Bülent Çiftçi,
İnşaat ve Emlak Genel Müdürlüğü’ne Özcan Duman,
Bilgi İşlem Genel Müdürlüğü’ne Özgür Türk,
Teftiş Kurulu Başkanlığı’na Abdulkadir Özkan,
Destek Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne Ömür Fatih Karakullukçu,
Yükseköğretim ve Yurt Dışı Eğitim Genel Müdürlüğü’ne Fethi Fahri Kaya,
Ölçme, Değerlendirme ve Sınav Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne Kemal Bülbül,
Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü’ne Mustafa Canlı,
Strateji Geliştirme Başkanlığı’na Ercan Türk,
Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğü’ne Fethullah Güner,
Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’ne Ahmet İşleyen,
Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’ne Tuba Korkmaz atandı.
Milli Savunma Bakanlığı
Askeri Fabrikalar Genel Müdürlüğü’ne İmdat Ersoy,
Bütçe ve Mali Hizmetler Genel Müdürlüğü’ne Şinasi Toğrol,
Lojistik Genel Müdürlüğü’ne Veysel Uyar,
Tedarik Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne Mehmet Avcı,
Tersaneler Genel Müdürlüğü’ne Emre Dinçer,
Teftiş Kurulu Başkanlığı’na Abdullah Yıldız,
Akaryakıt İkmal ve NATO POL Tesisleri İşletme Başkanlığına Arif Koyuncu‘nun ataması yapıldı.
Malatya, Yeşilyurt ilçesinde dün saat 20.48’de deprem meydana geldi. AFAD verilerine göre 5.3 büyüklüğündeki deprem yerin yedi kilometre derinliğinde oldu. Kandilli Rasathanesi ise depremin 5.2 büyüklüğünde ve yerin beş kilometre derinliğinde meydana geldiğini bildirdi.
Malatya Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi (MASKİ) Genel Müdürlüğünce, Yeşilyurt ilçesinde dün meydana gelen depremin ardından ana su kaynağında bulanıklık oluştuğu belirtilerek, ikinci bir duyuruya kadar içme suyunun kullanılmaması uyarısında bulunuldu.
MASKİ’den yapılan açıklamada, “İlimizde gerçekleşen 5,3’lük depremin ardından Gündüzbey Kaptaj Tesisi ana kaynağımızda bulanıklık oluşmuştur. İkinci bir duyuruya kadar içme suyunu kullanmayınız” ifadeleri kullanıldı.
Ne olmuştu?
Deprem, Malatya’nın yanı sıra Kahramanmaraş, Adıyaman, Şanlıurfa ve Gaziantep’ten de hissedildi. Sarsıntının hemen ardından çok sayıda vatandaşın sokaklara çıktığı gözlendi.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca “Malatya Yeşilyurt merkezli 5.3 büyüklüğündeki depremde son durum: Malatya’da 22, Adıyaman’da 1 kişi olmak üzere 23 vatandaşımız düşme veya yüksekten atlama sonucu yaralanmıştır. Depremden etkilenen bölge için Malatya’dan 14 Ambulans ve 3 UMKE Timi, Adıyaman’dan 3 UMKE Timi, Kahramanmaraş’tan 2 Ambulans ve 1 UMKE Timi, Diyarbakır’dan 5 Ambulans olmak üzere, toplam 21 Ambulans ve 7 UMKE Timi görevlendirmesi yapılmıştır. Hastalarımızın tedavileri devam etmektedir. Halkımıza tekrar geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum” açıklamasında bulundu.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki ise “Malatya Yeşilyurt’ta meydana gelen 5,3 büyüklüğündeki deprem nedeniyle vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. İl Müdürlüğü ekiplerimiz sahada hasar tespit çalışmalarını sürdürüyorlar. En büyük tesellimiz can kaybı olmaması. Rabbim ülkemizi her türlü afetten korusun” dedi.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, “Malatya ili Yeşilyurt ilçesinde 5.3 büyüklüğünde meydana gelen depremde ekiplerimizin saha tarama çalışmaları devam etmektedir. İlk belirlemelere göre 1 metruk bina yıkılmış ve 2 ağır hasarlı bina yan yatmıştır. An itibari ile can kaybımız yoktur. Korku, panik ve yüksekten atlama nedeniyle 22 vatandaşımız hafif yaralanmıştır. Yaralı vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Allah ülkemizi her türlü afetlerden korusun” dedi.
Malatya Valisi Ersin Yazıcı da “Ekiplerimiz saha taramalarını gerçekleştiriyor. Şu ana kadar Battalgazi ilçesindeki 1 metruk binada yıkım oldu. Sokaktan geçen 1 çocuğun ayağı kırıldı ve hastaneye intikal ettirildi. Birkaç tane de balkondan atlama vakası mevcut. Ekiplerimiz, sahadaki tarama faaliyetlerini sürdürüyor” ifadelerini kullandı.
Vatandaşlar, geceyi toplanma alanları, parklar ve etrafındaki açık alanlarda geçirdi.
Muğla‘da Deştin ve Bayır köyleri yakınlarına yapılması istenen entegre çimento fabrikasına verilen ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu’ raporunun bilirkişi raporu doğrultusunda iptal edilmesini talep eden Deştinliler, Muğla İdare Mahkemesi önündeki adalet nöbetine devam ediyor.
Muğla Çimento Sanayi ve Ticaret A.Ş. şirketi tarafından Yatağan ilçesindeki Deştin ile, Menteşe ilçesindeki Bayır köyleri yakınlarına apılması istenen fabrikaya karşı açtıkları yürütmeyi durdurma davaları kapsamında sunulan bilirkişi heyetlerinin dikkate alınarak projeye verilen ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu’ raporunun iptal edilmesini talep ediyor.
‘Havayı, suyu, toprağı sattığımızda yeryüzünü yok etmeye başlamışız demektir’
Bugün (10 Ağustos) Muğla İdare Mahkemesi önünde yapılan nöbette konuşan Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) Menteşe Sözcüsü Fidan Eroğlu, üç yıl önce İstanbul‘dan Muğla’ya taşındığını belirterek şunları söyledi:
“İstanbul’da deprem alanları, yeşil alanlar, yeşile ait ne varsa, neredeyse ortadan kaldırıldı. Her yer beton, her yer asfalt… Yazın sıcaklık normalde 30 dereceyse neredeyse 45 dereceye çıkıyor, bazı yerlerde daha yüksek. Dedim ki, şu dünyanın en güzel yerlerinden biri olan Muğla’ya gideyim de orada bir köyde hiç olmazsa küçük bir toprakta ekip biçerim. Buraya geldim. Zaten bu taraflara gelirken hep Yatağan Termik Santrali’ni görüyordum. Buraya geldiğimde o kadar korkunç bir manzarayla karşılaştım ki, Muğla’nın her yeri paramparça edilmiş durumda.”
Eroğlu, sözlerini doğal varlıkların müşterek olduğu vurgusuyla, şöyle sürdürdü:
“Arkadaşlar toprak, suyu, kaya, dağlar satılık değildir. Bunlar yeryüzünde yaşayan insanların müşterekler olarak adlandırdığı şeylerdir. Havayı siz yaratmadınız, bu yüzden satamazsınız. Toprağı siz yaratmadınız, o yüzden satamazsınız. Suları, koyları, ormanları satamazsınız. Ama bu ülkede öyle değerli insanlar oldu ki alınıp satılamayan şeyleri alıp satıyor. ‘Ne yapayım, emir kuluyum’ diyerek kendini yalnızca emir ve kul arasına sıkıştıran insanlar haline döndük. Biz insanlar varlığımızın seçme hakkıyla varız. Eğer kendi yaratmadığımız suyu satabiliyorsak, eğer kendi yaratmadığımız toprağı, havayı, ağaçları, dağları ve gökyüzünü satıyorsak kendi varlığımızı da satmış oluruz. O yüzden kendi satamayacağınız şeyleri pazar malı gibi pazara çıkarıp satmaya çalıştığınız zaman yeryüzünü yok etmeye başlamışız demektir. Uyanın varlıklar, evinize nasıl gidiyorsunuz? Bu kararları vermeyenler, dokuzda dokuz, bilimsel raporlara rağmen bu kararları tartışmayanlar, eve gittiğinizde ya da sokağa çıktığınızda lütfen gölgelik yerlerde durmayın. Eğer gerçekten bu ülkede iyi şeyler yaratmak istiyorsak biraz cesaretli olmamız gerekiyor. O cesareti ortaya koymadığımız sürece sadece ve sadece biyolojik olarak ayakta duran ama ruh olarak, akıl olarak, vicdan olarak, kalp olarak ölmüş insanlar haline geliyoruz. Bunu fark edin ve lütfen hep birlikte yaşadığımız dünyaya, yaşadığımız evrene hep birlikte sahip çıkalım. Ve Deştin Çayı özgür aksın; bütün Muğla, bütün Türkiye özgürce yaşasın.”
‘Dokuz bilirkişinin dokuzu da çimento fabrikası yapılamaz dedi’
Deştin davası avukatlarından Kadriye Tuncaelli de mahkemeye bilirkişi raporlarını dikkate alan bir karar ve bilime dayalı adalet çağrısı yaparak şunları kaydetti:
“Muğla İdare Mahkemesinde açılmış olan ÇED iptal davasında karar aşamasında bulunuyoruz. Ancak bu karar gecikiyor giderek ve gecikmiş adalet de adalet değildir. Çünkü diğer arkadaşlarımın da söylediği gibi çimento fabrikası inşaatına devam ediyor. Yine arkadaşların da söylediği gibi açmış olduğumuz ÇED iptal davasında esasen karar verilmeli. Çünkü dokuz bilirkişinin dokuzu da Deştin’e çimento fabrikası kurulamayacağı yönünde bilimsel kanaatlerini bildirmişlerdir raporlarında. O yüzden Muğla İdare Mahkemesi’ni acil olarak ÇED iptal davasının kabulü yönünde karar vermeye davet ediyoruz. Bu nedenle buradayız. Bu da olmaya devam edeceğiz.”
‘Çimento fabrikası olursa ne yiyeceğiz?’
Deştin köylülerinden Şennur Sarı, “Nefes almak için” adalet nöbetinde olduğunu aktardı.
Topraklarının yakınlarına çimento fabrikasının yapılmasını istemediğini belirten Sarı, “Meyvelerimizin, ağaçlarımızın gitmesini istemiyoruz. Bu sene yağan yağmurda hiçbir meyvemiz kalmadı. Bu çimento fabrikası olursa acaba ne yiyeceğiz? Biz bunun için buradayız” diye konuştu.
‘Bitmedi, sürüyor o kavga’
Menteşe Belediye Meclisi Üyesi Ferah Gümüş de yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullandı:
“Havamızı, suyumuzu, toprağımızı kirletecek, insan sağlığını doğrudan etkileyecek çimento fabrikası istemiyoruz. Açtığımız ÇED iptal davasında mahkemenin atadığı bağımsız bilirkişi heyetinin oy birliğiyle ‘Yapılamaz’ dediği ve inşaat faaliyetine devam edilen çimento fabrikasıyla ilgili, mahkemenin acilen bilim insanlarının raporuna uygun olarak ÇED iptal ve yürütmeyi durdurma kararı vermesini istiyoruz. Kelime anlamıyla ‘kader’ demek olan Deştin, alın yazısını, yaşadığı toprakların adını kazıyan bu insanların kaderi çimento fabrikası olmayacaktır. Bereket fışkıran bu topraklardan kazandıkları ile nesillerdir burada yaşayan Deştinliler tıpkı Teke Yarımadası’nın insanları gibi, keçi gibi inatçı, boğa gibi güçlüdür. Siz o topraklara beton döküp zehirleyenler, göreceksiniz ki biz kazanacağız, çünkü bitmedi. Sürüyor o kavga. Yeryüzü aşkın yüzü olana dek sürecek.”
Gümüş, Adnan Yücel’in şiirinden alıntı yaparak şunları kaydetti:
“Bir inancın yüceliğinde buldum seni Bir kavganın güzelliğinde sevdim Bin kez budadılar körpe dallarımızı Bin kez kırdılar Yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz Bin kez korkuya boğdular zamanı Bin kez ölümlediler Yine doğumdayız işte yine sevinçteyiz. Bitmedi daha sürüyor o kavga Ve sürecek Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek.”
Basın açıklamasının ardından Deştinliler Muğla İdare Mahkemesi önündeki nöbetlerine yörenin geleneksel oyunu olan zeybek oynayarak devam etti.
Deştinliler neden direniyor, bilirkişiler ne diyor?
Deştin ve Bayır köyleri, Tekağaçsırtı mevkiinde kurulması planlanan Entegre Çimento Fabrikası ve Hammadde Ocakları’nın yol açacağı hava kirliliği nedeniyle insan ve hayvan sağlığına zarar verebileceği; kanser, astım ve KOAH gibi vakalarını artırabileceği; su kaynaklarını kirletebileceği, tarım arazilerine zarar verebileceği ve yörenin geçim kaynaklarını olumsuz etkileyebileceğinden ötürü projeye karşı çıkıyor.
Menteşe Belediyesi tarafından 7 bin 751 dönümlük arazi için onay verilen projeye karşı açılan açılan ‘yürütmeyi durdurma’ davaları kapsamında hazırlanarak Muğla 3’üncü İdare Mahkemesi’ne sunulan son bilirkişi raporu, yapılması istenen çimento fabrikanın bölgede ekolojik yıkıma neden olacağını ortaya koydu.
Raporda aynı zamanda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından verilen ÇED olumlu raporunun da uygun olmadığı ifade edildi. Bölgedeki tarımsal verimin düşeceği ve ormanların zarar göreceğine dair endişeler de bilirkişi heyeti tarafından doğrulandı.
Raporda fabrika projesinin jeolojik ve hidrojeolojik açıdan yeterli olmadığı vurgulanarak “Söz konusu etkinlikle yöre halkı tarafından kullanılan yeraltı sularının ve sulama amaçlı kullanılan Kazan Göleti rezarvuarının olumsuz etkilenme potansiyeli bulunmaktadır. Söz konusu etkinlikle 9’ü kil 4’ü kalker olmak üzere 13 hammadde ocağından açık ocak üretim yoluyla sahadan önemli miktarda malzeme alınarak stok ve pasa alanları oluşturulacağından yüzey ve yeraltı sularının olumsuz etkilenme potansiyeli bulunmaktadır. Bu nedenlerle söz konusu etkinliğin kamu yararına olmadığı ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının vermiş olduğu ÇED olumlu kararının uygun olmadığı kanaatine varılmıştır” ifadelerine yer verildi.
Muğla Çimento Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin Muğla’nin Menteşe ilçesindeki Tekağaçsırtı mevkiinde kurulması planlanan Entegre Çimento Fabrikası ve Hammadde Ocakları projesine 2014’te verilen ÇED Olumlu Kararı’nın iptali istenmişti.
Muğla 2. İdare Mahkemesi tarafından verilen kararda dava süre aşımından dolayı reddedilmişti.
Reddin ardından ekoloji aktivistleri davayı Danıştay’a taşımıştı. Karar Danıştay’da temyiz edilmiş, yerel mahkemede verilen karar Danıştay 6. Dairesince bozulmuştu. Davanın esastan görüşülmesi için Danıştay, dosyayı yerel idare mahkemesine göndermiş, söz konusu karara itiraz yolu da kapanmıştı.
Başta Deştin olmak üzere Muğla’nın çeşitli bölgelerinden vatandaşlar, 3 Nisan’da Bayır köyünde yapılan protestoda Menteşe Belediyesi tarafından onay verilen entegre çimento fabrikası alanına malzeme taşıyan kamyonların yolunu keserek oturma eylemi gerçekleştirmişti.
Beş gün devam eden eylem, 8 Nisan Cumartesi günü 04.30’da jandarmanın müdahalesiyle 11 kişinin gözaltına alınmasıyla son bulmuştu.
Gözaltına alınan vatandaşlar aynı gün saat 21.30’da adli kontrol şartı ile serbest bırakılmıştı.
Baskında gözaltına alınanların yanı sıra eyleme destek veren toplam 110 kişi hakkında “Kanuna Aykırı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Düzenleme, Yönetme, Bunların Hareketlerine Katılma” suçlamasıyla soruşturma açılmıştı.
Muğla’da 1993 yılında ilk girişimlerin başladığı, açılmaması için köylülerin 29 yıldır mücadele verdiği Bayır beldesinde entegre çimento fabrikası kurulması için Menteşe Belediyesi tarafından verilen ruhsata ilişkin tepkiler devam ediyor. Vatandaşlar hukuki mücadelelerini sürdürüyor.
Nilüfer Müzik Festivali, Bursa Valiliği‘nin ‘alkol’ ve ‘kamp’ yasağı kararı almasının ardından iptal edildi. Nilüfer Belediye Başkanı Başkanı Turgay Erdem, Nilüfer Belediyesi tarafından düzenlenecek olan Nilüfer Müzik Festivali’ni bu yıl iptal ettiklerini duyurdu. Festivale valilik kamp ve alkol yasağı getirmişti. Festivalin düzenleneceği Balat Ormanı önünde açıklama yapan Erdem, bilet ücretlerinin iade edileceğini belirterek “Hukuk önünde mücadele edeceğiz” dedi.
Nilüferlilerin ve geyikseverlerin heyecanla beklediği bu yıl 1-2-3 Eylül’de 7.’sini düzenlemeye hazırlandığımız Nilüfer Müzik Festivali’ne, kamp ve alkol yasağı geldi. Bu nedenle 7. Nilüfer Müzik Festivali’ni iptal etme kararı aldık. Bu engellemelere karşı gerekli hukuki… pic.twitter.com/SEn6L0Z3jk
“Ülkenin birçok yerinde konser iptalleri yaşanıyor. 2015’den beri ne değişti de, ne sorun yaşandı da yasaklar getiriliyor? Bu festival Bursa’nın tanıtımına katkı sağlayan bir kamplı festivaldir. Dünyada örnek alınmış bir festival. Gençlerin tarihini iple çektiği bir deneyim de aynı zamanda. İsteyen kamp yapıyor, atölye çalışmaları ile yeni dostlukları ediniyor. Krizlerin sıkıntılarını dışarıda bırakıp doğanın kucağında müzikle destekleniyor.
Herkesin mutlulukla ayrıldığı bir iş yapıyoruz. 300 bin katılımcı ve 30 bin çadırlı misafir edindik. Ve hiç sorun yaşamadık. Emniyet güçleri de burada sorun çıkmadığı için bizlere teşekkür etmiştir. Yaşam tarzına müdahale ediliyor. Üç bine yakın başvuru vardı. Buraya gelmek için heyecan duyan yurt içi ve yurt dışından birçok genç vardı. Gençlerin soluk alacağı alanlar yok ediliyor. Biz bunu protesto ediyoruz. Festivali iptal etme kararı aldık. Satılmış biletlerin paralarını iade edeceğiz. Ve hukuk önünde mücadele etmeye devam edeceğiz.”
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Bursa Milletvekili Kayıhan Pala ise “Bakın buradan iktidar sahiplerine sormak lazım gençlerin eğlenmesinden niye korkuyorsunuz? Ya üstelik şunu da belirtmek lazım birinci öyle siz rahatsızlık duyuyorsunuz diye bu ülkenin gençleri eğlenmekten vazgeçmeyecekler. Bundan emin olun burada yalnızca bu müzik festivali iptal edilmedi gençlerin eğlenmesini önüne geçilmesi ile sınırlı bir durum değil aynı zamanda bakın unutmayın bilim ve sanat değer verilmediği yerde durmaz bu aynı zamanda işte hekimler için ‘giderlerse gitsinler’ diyen zihniyetin müzisyenler ve sanatçılar içinde bu ülkede barınma koşullarını giderek zorlaştıran bir tutumun yansımasıdır” dedi.
‘Bu ülkenin gençleri bu karanlığa asla teslim olmayacak’
Pala, “Her şeye rağmen bu ülkede bilim insanları da sanatçılar da müzisyenler de kalmaya üretmeye devam edecekler. Böyle siz istiyorsunuz diye yaşam biçimlerimize kimsenin müdahale etmesine izin vermeyeceğiz. Kimse merak etmesin bu ülkenin gençleri bu karanlığa asla teslim olmayacaklar. Hepinizi saygıyla selamlıyorum bundan sonra bu festivalleri daha güçlü bir şekilde yapmak için belediyemiz başta olmak üzere birlikte gençler, az önce kendini genç hisseden herkes birlikte bu festivalleri yapmak için çaba tüketeceğiz hiç kuşkunuz olmasın” ifadelerini kullandı.
‘Valiliğin gençlerin çadırı dışında, alkol dışında ilgileneceği bir konu yok mu?’
CHP Bursa Milletvekili Hasan Öztürk ise “Belediye başkanımız aslında birçok konuya değindi maalesef bugün 21. yüzyılın Türkiye’sinde 21. yüzyılın dünyasında gençlerin nasıl eğlence ile ilgili bir dayatmayla ve kabul edilemez bir yaşam tarzına müdahale ile karşı karşıya olduğumuz ve Türkiye olarak utandığımız bir dayatma ile karşı karşıyayız ve bunu kesinlikle protesto ediyor ve kabul etmiyoruz” dedi ve ekledi:
“Nil Fest, bakıldığında dünyada birçok örneği olan uluslararası aynı zamanda şehirler arası bir çok şehirden gençlerimizin geldiği çadırlar ise onların en ekonomik şekilde bu festivale üç gün boyunca katılabileceği ve aynı ortamda aynı havayı tenefüs ederek müzikle birlikte kaynaşacağı ve sosyalleşeceği bir kamp mantığı… Dünyada da birçok örneği var bu festivallerin. Ama ‘biz çadıra karşıyız’, ‘biz alkole karşıyız’… Ya bizim derdimiz yok mu, bizim gençlerimizin sorunları yok mu, Valiliğin gençlerin çadırı dışında alkol dışında ilgileneceği bir konu yok mu?
Gençler bu ülkeden bu özgürlüklerin kısıtlanmasından bugünkü ekonomik şartlardan dolayı ülkeden vazgeçme noktasına geldi. Valilik niye bununla ilgilenmiyor da gençlerin var olan birkaç festivaline ve sosyalleşeceği bu ortamları düşünüp dertleniyor. Bunu anlamak mümkün değil. Belli bir kalıba sokmak istediğiniz gençler değil; aklı ve fikri hür vicdanlı gençlerin bu ülkeyi, bu Türkiye’yi, 21. yüzyılın ülkesi yapacağını unutmayın. Gençlerimizi bir kalıba sokma zihniyetinize karşıyız. Bunu şiddetle protesto ediyoruz.”
11 ili etkileyen yıkıcı deprem sadece enkaza gömülen ve hayatları alt üst olan insanları vurmadı; evde, sokakta, yabanda yaşayan hayvanlar da çok büyük zarar gördü. Çok sayıda evcil hayvan, yaşadıkları evlerin enkazı altında kalıp yaşamını yitirdi. İlk günlerde arama-kurtarma çalışmalarına katılanlar, bulabildikleri, görebildikleri hayvanları da enkazlardan çıkarmaya çalıştı ama odak noktası onlar değildi. İlk anda ölmeyenlerin çoğu enkazlarda, açlık ve susuzluktan yaşamını yitirdi.
Dehşete kapılmış halde kaçabilenlerin çoğu ise bir daha ailelerine kavuşamadı. Harabeye dönmüş sokaklarda yitip gittiler…
Aslında ilk anların dehşetinden sonra yıkılan evlerinde mahsur kalan hayvanlarının peşini bırakmayanlar ve hayvanseverler sayesinde, birkaç binada mahsur kalan hayvanlar için bazıları günler süren operasyonlar yapılmıştı, henüz her şey “sıcak”ken… Bu sayede kurtarılabilenler, insanlarına kavuşanlar, güvenli bir yere alınıp tedavisi yapılanları gördükçe, özellikle sosyal medyada büyük sevinç dalgalarına neden oldu..
Yine ilk birkaç ay, hayvan hakları alanında çalışan derneklerden pek çok aktivist, bölgede kamp kurarak yıkıntılarda depremzede hayvan aradı, bulduklarını tedavi ettiler, sonrasında sahibine ulaşamadıklarına diğer illerde yuva aradılar.
Bazıları halen bu faaliyetini sürdürüyor ancak tıpkı insanlar için olduğu gibi hayvanlar için de çalışanların, destek ve yardım götürenlerin/gönderenlerin, depremzede hayvana evini/bahçesini açmak isteyenlerin sayısı gün geçtikçe azaldı. Hayat; deprem bölgesi dışında olanlar için hızla “normale” döndü, kalanların kıyameti ise altı aydır sürüyor.
Yaban hayvanları da depremin etkilerinden korunamadı. Özellikle dağlık bölgelerde, dağlardan kopan büyük kayaların alçak kesimlere sürüklenmesi bölgedeki hayvanların yaşam alanlarını tahrip etti; dağ keçisi, akbaba, kartal gibi hayvanların sığındığı doğal mağaralar yok oldu; yeraltı sularının yönü, debisi değişti, kirlenmeler ortaya çıktı ve hayvanların suya erişimi zora girdi.
Antakya’da bulunduğumuz dönemde dağlık kesimlere çıkma fırsatımız olmadı; ancak şehrin hemen her yerine dağılmış; epeycesi bir zamanlar evlerde, bahçelerde insanlarla birlikte yaşadığı anlaşılan kedilerin, köpeklerin, kuşların ve diğer evcilleştirilmiş hayvanların, yaşanan ortak felaketten en ağır etkilenen canlılar olduğunu, içinde bulundukları trajik koşulları gördükçe omuzlarımız çöktü; çaresizlikleri kalbimizin yükünü bir kat daha artırdı.
İnsanlar kendi derdine düşmüşken…
Mayısın sonları; sabahın erken saatleri olmasına karşın Antakya sıcak, çok sıcak. Yeryüzüne ulaşan güneşin ilk ve yakıcı ışıkları, öğle saatlerinde kavurucu bir hale dönüşüyor. Yine viran olmuş kent sokaklarındayız. Sık sık biraz dinlenmek için, yol kenarındaki ağaçların ve enkazların gölgelerinden ibaret serin bir köşe bulmaya çalışıyoruz.
Uzun cadde ve sokaklar, toplu taşıma hala olmadığı için bir aşağı bir yukarı gidip gelen araçların hakimiyetinde. Hasar görmemiş dükkan neredeyse olmadığından seyrek olarak hizmet veren birkaç esnaf ve toz bulutu altındaki yollarda, ellerinde yiyecek ve su taşıyan, artık yazık ki alıştıkları korkunç manzaraların önünden geçerken gözleri “kendi içine dönmüş” az sayıda insanla göz göze gelebildiğimiz ender anlarda, sadece başımızı eğip selamlaşarak yürüyoruz.
Böyle olunca da bir insan gördüklerinde ona doğru yiyecek veya su umuduyla koşarak gelen, sağ kalan kent hayvanlarını gerçekten “gören” gözlere rastlamak da kolay olmuyor. Kendi derdine düşenin ötekini görmesi kolay değil, bunu talep etmek de.
Antakya’ya yola çıkmadan önce, aracımıza kent, doğa ve hayvan hakları alanında savunuculuk yapan ve depremle birlikte bölgedeki hayvanlara yardım etmeye odaklanan Dört Ayaklı Şehir(link) aktivistlerinden dostumuz; Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Mine Yıldırım’ın organizasyonuyla toplanan ve bizim tedarik ettiğimiz mamaları yüklemiştik.
Şehirde derneğin diğer aktivistleriyle buluşup yükümüzün bir bölümünü paylaşıyoruz, kalanını ise biz kent sokaklarında rastladıkça dağıtacağız. Yanımızda küçük parçalara ayırıp poşetlere koyduğumuz mamalar, kesip su kabı haline getirdiğimiz plastik bidon parçaları var.
Seslenmemize, çağırmamıza hiç gerek kalmıyor; yürürken, enkazlara girip çıkarken birden ortaya çıkan bir sürü hayvan koşarak yanımıza geliyor. Biraz mama, biraz su bırakıp yolumuza devam ediyoruz, birkaç metre sonra yine aynı manzara, biraz ilerleyince yine…
Tuhaf şekilde, belki organizasyonla ilgili bir problem nedeniyle bölgeye pek çok kişi ve kurum tarafından bolca köpek maması gönderilmiş; bize götürmemiz için verilenlerin çoğu da öyle. Kedi maması yok denecek kadar az. Bunda kedi mamalarının köpeklerinkine oranla daha pahalı olmasının da rolü vardır ihtimal. Sıcaklık arttıkça su ihtiyacı da çoğalan hayvanlar için depremden önceki ziyaretimizde sokak başlarında gördüğümüz su kapları da ortalıkta yok.
Hayvanlarla yaşayanlar bilir; köpekler kedilere oranla daha sosyal hayvanlardır, insanın bulunduğu her yere gider, yemek seçmez, artıklarla beslenerek idare edebilirler. Bu nedenle de daha çok kent merkezinde, çadırkentlerin veya çadır öbeklerinin çevresinde toplanmışlar. Mama olmadığı zaman aşevlerinden arta kalan artıklarla, çöpten buldukları ekmek parçalarıyla idare etmeye çalışıyorlar, ama insanın özellikle sokakta yaşayan köpeklere tahammülü, her yerde olduğu gibi orada da yüksek değil. Birkaçı bir araya geldiğinde -ki köpekler ‘sürü’ halinde yaşar’ hemen “risk algısı”nın yükseldiğine, bulundukları yerden uzaklaştırıldıklarına şahit oluyoruz.
Antakya kedilerinin durumu ise biraz daha ise daha trajik. Enkazların arasına saklanmış, ancak dikkatli ve arayan gözlerin görebileceği, özellikle çok sayıda “sahipli” hayvanın hali harap. Boyunlarında hala bir zamanlar özene bezene alındığı belli olan boncuklu tasmalarıyla, terk etmedikleri evlerinin harabesinde hala insanlarını arıyor; başlarına geleni anlamaya çalışıp yabancıya “itimatsız” gözlerle, öylece bekliyorlar.
Kimsesizlerin ise yine kimsesi yok, sadece birilerinin onları fark etmesi ve bir kap su, azıcık yiyecek bırakması yetecek.
Depremzede hayvanların hemen hepsi çok kirli, çok bakımsız ve oldukça çelimsiz. İnsanlar elini uzatmazsa çoğu yazı çıkaramayacak, kalanı da kışı, bir görüşte anlıyorsunuz.
Yanımızdaki mamalar ve su iki gün içinde çabucak bitiyor, sonrasında biraz esnaftan aldığımız yiyeceklerle destek. Ama onun da sonu var ve bize kalan masum gözlerin üzerimize yapıştırdığı vicdan yükü…
Türler arası dayanışma: Kaderimiz de kederimiz de ortak
Yine de tablo tamamen karanlık değil. Sığındıkları çadırlar ve konteynerlerde kurtarabildikleri hayvanlarıyla birlikte yaşayan, sahipsiz ve/ya insanını kaybetmiş hayvanlara göz kulak olmaya, onları beslemeye ve gerektiğinde tedavi ettirmeye çalışan çok sayıda insan da var, şükür.
Kalabalık ailesiyle birlikte sığındığı çadırını Defne Mahallesi’nin tam ortasındaki küçük meydancığa kuran bir depremzede, çevrede bulunan köpekleri ve kendilerine hamileyken sığınıp yanlarında doğuran kedi ve yavrularını beslerken, “Bizim onlarla kaderimiz de kederimiz de ortak. Bakmayacağız da ne yapacağız” diyor. Mama bulamıyorlarmış, hayvan maması satan yerler de yıkıldığı ve geride kalan tek tük yer aşırı pahalıya sattığı için alamıyorlarmış da. Kendilerinin de beslendiği aşevlerinden artanları, kemik parçalarını alıp onlara getirdiklerini söylüyorlar. “Çok ortalıkta olduğumuz için gören geliyor, yetişemiyoruz” diyorlar. Birkaç gün yetecek kadar mama bırakıp yanlarından ayrılıyoruz, aklımız onlarda kalarak.
AFAD’ın kurduğu çadır ve konteyner kentlerde pek hayvan yok, içeri alınmıyorlar. Sadece sahipleriyle birlikte gelenler… Ama buralara gitmeyi tercih etmeyen Antakyalıların kurduğu çadır öbeklerinde, kendi hayvanlarının yanı sıra el birliğiyle baktıkları hayvanlar, kurdukları yeni komünite ailesinin birer ferdi olmuş; kim ne bulursa, kimin hayvanı olduğuna bakmadan getirip veriyor, geceleri güvenceye alıyorlar, hastalanan, kaybolanlar için birlikte seferber oluyorlar.
Kentte hayvanlar için çalışmayı sürdüren çok az sayıdaki kuruluştan Dört Ayaklı Minare ekipleri, geçen haftalarda da bölgeye giderek, mama götürdü, gönüllü veterinerleri aşılama, küçük ameliyatlar ve tedavileri gerçekleştirdi. Halen de bölgede varlıklarını sürdürüyor, kurtarabildikleri hayvanlar için yuva seferberliğine devam ediyorlar.
Onların da dediği gibi; insan insanın da hayvanın da şifası. Yıkıntıların arasında hayat ancak dayanışma ile devam ediyor, edebiliyor.
Depremin üzerinden altı ay geçti. Bölgede hayat, halen hiçbir canlı için kolay değil. Yaralar henüz sarılmadı, ne insanların ne de hayvanların başını sokacağı, güven içinde yaşayacağı binalar için planlar bile ortada yok. Halkın bir kesimi gelişigüzel acele kamulaştırmalardan tarım arazilerini, zeytinliklerini kurtarmaya çalışıyor, başka bir bölümü orta hasarlı ve/ya az hasarlı denilen ve durmadan hasar durumu değiştirilen evlerinin ve nereye gönderileceklerinin derdinde. Yiyecek, su, elektrik, tuvalet ihtiyacı, altı ay sonra halen sürüyor; çoğu kişi aşevlerine bağımlı.
Hal böyleyken ortak kaderi paylaştıkları dört ayaklı dostlarının yardımına koşanların, azıcık aşını onlarla paylaşıp korumaya alanların sayısı az olmasa da, hayatta kalabilen kent hayvanları önemli bölümü, hele de iyice sıcaklıkların bastırdığı şu günlerde desteğinize muhtaç.
Unutmayın, deprem; bölgedeki insanlar ve hayvanlar için bir anda olup biten bir şey değil, halen sürüyor. Travması da kolay kolay geçecek gibi değil. Pamuk ipliğine bağlı hayatlara uzaktan da olsa yapacağınız küçücük bir yardım, küçük bir gönüllü destek birazcık zamanınızı alır belki, cüzdanınızı da çok sarsmaz ancak oradaki bir canın hayata tutunmasına vesile olmak az şey mi?
Hataylılar; insanı hayvanı, börtüsü böceği, ağacı, kurdu kuşuyla gözlerini üzerimize dikmiş “Bizi Unutmayın” diyor. “Unutmayız, bir anlığına unutsak bile depremin hemen ardından gösterdiğimiz müthiş dayanışmayı hatırlar, yine, yeniden yanlarında oluruz” der misiniz?
Kentte Dört Ayaklı Şehir’in yanı sıra HAYTAP ve birkaç hayvan hakları örgütü daha faaliyetlerini hala sürdürüyor. Yardımlarınızı, desteklerinizi doğrudan hayvanlarla ilgilenen depremzedelere de ulaştırabilirsiniz. Bunun için Yeşil Gazete’ye de başvurabilirsiniz; size aracı olur, desteklerinizin doğru kişilere ulaşmasına yardım edebiliriz.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Resmi Gazete’de kamu taşınmazlarının tahsisi için duyuru yayımladı. Ege ve Akdeniz’de denize sıfır noktalardaki Hazine arazileri otel, günübirlik tesis yapmak üzere şirketlere tahsis edilecek.
Resmi Gazete’de dün (9 Ağustos) yayımlanan karara göre Antalya, İzmir ve Bodrum‘daki denize sıfır yerler şirketlere tahsis edilecek.
Kararda toplam 16 yerdeki taşınmazlar tesis yapmak amacıyla Turizmi Teşvik Yasası ile Kamu Taşınmazlarının Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelik hükümleri kapsamında yerli ve yabancı yatırımcılara tahsis edilecek ve girişimciler, birden fazla taşınmaz için başvuruda bulunabilecek.
Cumhuriyet’ten Mustafa Çakır’ın aktardığına göre, bu kapsamda Antalya Belek’teki Hazine’ye ait ormanlık ve denize sıfır alan günübirlik tesis yapılmak üzere verilecek.
Antalya Tuzcular’da aynı konumdaki Hazine arazisine özel konaklama tesisi yapılacak.
Yine İzmir Menderes Özdere’deki Hazine’ye ait alana 300 yatak kapasiteli dört veya beş yıldızlı otel yapılacak. Burası da denize sıfır noktada ve çok geniş bir alanı kapsıyor. Üzerinde yapı yok.
İzmir Selçuk’taki Hazine arazisine 770 yatak kapasiteli beş yıldızlı otel yapılacak. Denize sıfır noktadaki bu alanın üzerinde yapılaşma yok. Bir bölümü yeşil alanlardan oluşuyor.
Bodrum Gündoğan ile Göl mahallelerinde de otel yapmak için Hazine arazileri tahsis edilecek. Gündoğan’a 500 yatak kapasiteli beş yıldızlı otel yapılacak. Tahsis edilen alan yarımadanın ucunda bulunuyor.
Türk Tabipleri Birliği (TTB), 6 Şubat 2023’de meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerle ilgili Altıncı Ay Deprem Raporu’nu 9 Ağustos 2023’te düzenlediği basın toplantısında kamuoyuyla paylaştı. “Olağandışı Durumlara Dayanıksız Birinci Basamak Sağlık Hizmetleri” başlıklı rapor, 1 Mayıs-31 Temmuz 2023 tarihleri arasındaki sürece odaklandı.
TTB Merkez Konseyi Genel Sekreteri Dr. Vedat Bulut’un açılış konuşmasıyla başlayan basın toplantısında ilk sözü TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Şebnem Korur Fincancı aldı. Deprem bölgesinde yaşadığı tüm sorunlara karşın bölge halkının sağlık sorunlarını gidermeye, meslektaşlarının taleplerini görünür kılmaya ve tabip odalarını ayağa kaldırmaya çalışan tüm sağlık emekçilerine teşekkür eden Korur Fincancı, daha sonra TTB’nin yürüttüğü faaliyetleri aktardı.
TTB Merkez Konseyi’nin görevden alınması talebiyle açılan davayı takip etmek üzere Türkiye’ye gelen Dünya Tabipleri Birliği Başkanı Dr. Osahon Enabulele’nin deprem bölgesindeki ziyaretleri ile rapor için oluşturulan saha ekibinin geçici yerleşim alanlarındaki ve sağlık kurumlarındaki görüşmeleri; asistan hekimlerin uzmanlık eğitimi hakkı, tıp öğrencilerinin sınav hakkı, esnek mesai uygulamasının devamı için yapılan yazışmalar; aşırı sıcaklara bağlı yaşanabilecek sağlık sorunlarına ilişkin uyarılar; Hatay Tabip Odası mülküne ait arazinin de içinde olduğu alanın riskli ilan edilmesine karşı yürütülen hukuki mücadele aktarımlar arasında yer aldı.
Korur Fincancı sözlerini “Erişilebilir, nitelikli, bütüncül bir sağlık hizmeti; afetlerle baş edebilmek kamusal bir görevdir. Biz hem halk toplantıları düzenleyerek hem de gerekli başvurularla bu görevin yerine getirilmesini sağlamaya çalışıyoruz” diyerek sunumunu noktaladı.
Şebnem Korur Fincancı
‘Altı ayda sağlık şartları halen geliştirilemedi’
Basın toplantısında daha sonra TTB Merkez Konseyi üyesi ve Kahramanmaraş Tabip Odası Başkanı Dr. Lütfi Tiyekli, Malatya Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi Dr. Safa Burak Kıyat, Adıyaman Tabip Odası Başkanı Dr. İsmail Tosun ve Hatay Tabip Odası Başkanı Dr. Sevdar Yılmaz deprem bölgesindeki illerden aktarımlar yaptı.
Aktarımlarda öne çıkan konu başlıkları şöyle oldu:
Hekimlerin/sağlık emekçilerinin sorunlarının çözümüne yönelik bir strateji geliştirilmedi, gerekli adımlar atılmadı, özlük haklarında iyileştirmeler sağlanmadı.
Tayin hakkı çıkması sonrası bazı branşlarda eksilme yaşandı. Bu da kalan hekimlerin üzerindeki yükü fazlasıyla artırdı.
Sağlık hizmeti veren birimlerin fiziki şartları düzeltilmedi. Bazı birimlerdeki ekipman eksikliği giderilmedi. Sağlık müdürlükleri ise çözüm için herhangi bir adım atmadı.
Yıkılan aile sağlığı merkezlerinin yapımı için hiçbir çalışma başlatılmadı.
Adıyaman’da sadece devlet hastanesinin ayakta kalmasına, Kahramanmaraş’ta şehir hastanesinin hizmet verememesine bağlı olarak sağlığa erişimde sorunlar arttı, çözüm doğrultusunda herhangi bir çalışma başlatılmadı.
Sağlık kurumları güzergahındakiler başta olmak üzere yolların halen yapılmamasına bağlı olarak ulaşım sorunu çözülemedi.
Yıkımların sürmesi, su kuyularının moloz döküm alanlarının yakınına açılması gibi nedenlerden ötürü içilebilir suya erişim halen sağlanamadı.
Yıkım, moloz döküm ve ayrıştırma çalışmalarının kurallarına uygun yürütülmemesi nedeniyle kanserojen lif, asbest ve toksik tozların havaya karışma sorunu sona ermedi.
Aşı ve izlem eksiklikleri sorunu giderilmedi.
Gündelik yaşamın normale dönememesi, temel ihtiyaçlara erişimin sağlanamaması, istihdam sorununun giderilememesi gibi nedenlerden ötürü psikolojik sorunlarda artış olmasına karşın psikolojik destek çalışmaları geliştirilmedi.
‘Konteyner alanları toplama kampını andırıyor’
Basın toplantısında son sözü TTB Halk Sağlığı Kolu üyesi Dr. Mehmet Zencir aldı. Deprem bölgesine her gittiklerinde çaresizlik olgusu ile karşı karşıya kaldıklarının altını çizen Zencir; altı ay geçmesine karşın halen çadırlarda kalan binlerce insan olduğunu, konteyner alanlarının ise koşulları itibariyle birer toplama kampını andırdığını belirtti.
Gıdaya ve temiz suya erişim sorunlarının giderilmemesi; yol temizliği, çöp toplama, ilaçlama, enkaz kaldırma çalışmalarında sulama gibi çevre sağlığı gereklerinin yerine getirilmemesi; merkezi yönetimden yerel yönetimlere, toplumsal örgütlerden bireysel gönüllülere desteklerin azalması gibi sorunları sıralayan Zencir sözlerini şöyle sürdürdü:
Depremin altıncı ayında sorunların giderilmesine yönelik bir çaba olmadığı gibi, mevcut çabalardan geri çekilme hali var. Bu da depremzedelerdeki unutulma hissini tetikliyor, fiziksel sağlık sorunlarının dışında ruhsal sağlık sorunlarını büyütüyor. Açıkça söyleyebiliriz ki, unutulma hissini gideren ve umudu büyüten çalışmalara büyük ihtiyaç var.”
‘Ülke yönetiminde olduğu gibi afet yönetiminde de demokrasi şart’
Neoliberal politikaların sağlık sisteminde, özellikle de birinci basamak sağlık hizmetlerinde yarattığı çöküşün açıkça görüldüğünü söyleyen Zencir; aile sağlığı merkezlerinin ya yıkıldığını ya da çok kötü fiziksel koşullarda olduğunu, hemşire-ebe yetersizliğinden teçhizat eksiklerine kadar bir dizi sorunla baş başa bırakıldığını kaydetti.
“Oysa afetlerde birinci basamak sağlık hizmetlerine çok büyük iş düşüyor. Polikliniğe sıkışan değil, sahaya çıkarak çalışma yürüten bir sisteme ihtiyaç var” diyen Zencir, yapısal dönüşüm için tüm önerileri yetkili kurumlarla paylaştıklarını fakat yanıt alamadıklarını, çünkü kamu otoritesinin kolektif bir enerjiyi açığa çıkaracak ortak masalar kurmaktan uzak durduğunu dile getirdi. Zencir, “Ülke yönetiminde olduğu gibi, afet yönetiminde de demokrasi şart” diyerek sözlerini noktaladı.
Brezilya‘nın Belem kentinde gerçekleştirilen Amazon Zirvesi, iklim değişikliğine karşı önemli bir adım olarak memnuniyetle karşılanan tropikal yağmur ormanlarını korumaya yönelik bir yol haritasıyla dün (9 Ağustos) günü sona erdi. İklim ve ekoloji çevreleri ise nihai anlaşmada ormansızlaşmayı sona erdirmek için aranan somut taahhütlerin bulunmamasını eleştirdi.
Sekiz Amazon ülkesinden liderler ve bakanlar 8 Ağustos’ta, ulusal ekonomik kalkınmayı planlarını yaparken Amazon’un devam eden yok oluşunun “dönüşü olmayan bir noktaya ulaşmasını” önlemeye yönelik bir bildirge imzaladı.
Çeşitli iklim ve ekoloji grupları, beyanı, ölçülebilir hedefler ve zaman çerçevelerinin önünde çok az engel barındıran iyi niyetlerin bir derlemesi olarak yorumladı. Öte yandan anlaşma bazı gruplar tarafından övgüyle karşılandı ve Amazon’un Yerli gruplardan oluşan çatı örgütü, ana taleplerinden ikisinin anlaşmada yer almasından memnuniyet duyduğunu açıkladı.
Fotoğraf: Eraldo Peres / AP
‘Ormansızlaşmayı sona erdirmek için ortak bir noktaya ulaşılamadı’
Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) grubu yaptığı açıklamada, “Bölge ülkelerinin liderlerinin bilime kulak vermesi ve toplumun çağrısını anlaması oldukça önemli: Amazon tehlike altında ve harekete geçmek için fazla zamanımız yok. Ancak WWF, sekiz Amazon ülkesinin bir cephe olarak bölgedeki ormansızlaşmayı sona erdirmek için ortak bir noktaya ulaşamamış olmasından üzüntü duyuyor” ifadelerini kullandı.
Dün ise ulusal temsilciler, hiçbir somut hedef içermeyen ve vaat ettikleri büyük iklim finansmanını sağlayamamaları nedeniyle gelişmiş ülkelere yöneltilen eleştirileri güçlendiren bir anlaşma imzaladı.
9 Ağustos’taki görüşmelere katılan sekiz ülke – Bolivya, Brezilya, Kolombiya, Ekvador, Guyana, Peru, Surinam ve Venezuela – yeni hayata geçirilen Amazon İşbirliği Anlaşması Örgütü‘nün (ACTO) üyeleri, kasım ayında yapılacak COP28 İklim Konferansı öncesi birleşik bir cephenin kendilerine küresel ölçekte önemli bir ses vereceğini umuyor.
Fotoğraf: Eraldo Peres / AP
‘Doğanın paraya ihtiyacı var’
Zirve, Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva‘nın Amazon’un korunması için küresel endişeyi artırma stratejisini pekiştiriyor. Göreve geldiği ilk yedi ayda ormansızlaşmada meydana gelen yüzde 42’lik bir düşüşten cesaret alan Lula, ormanların korunması için uluslararası mali destek aradı.
Çarşamba günkü toplantıdan sonra gazetecilere konuşan Lula, gelişmekte olan ülkelerden yapılan ithalatı kısıtlayan “sözde çevresel endişe görünümlü korumacı önlemlere” karşı çıktı ve ormanların korunması için gelişmiş ülkelerin parasal destek sağlama taahhütlerini yerine getirmeleri gerektiğini belirtti.
Lula, “Endüstriyel gelişimin 200 yıl boyunca kirlettiği doğa, harap olanın bir kısmını yeniden canlandırabilmemiz için kirletenlerin payına düşeni ödemesine ihtiyaç duyuyor. Doğanın paraya ihtiyacı var” diye ekledi.
Amazon’un üçte ikisi Brezilya sınırları içerisindeyken, diğer yedi ülke ve Fransız Guyanası bölgesi ormanın kalan üçte birini paylaşıyor. Hükümetler, tarih boyunca sürdürülebilirliği veya Yerli halklarının haklarını görmezden gelerek, Amazon’u kolonileştirilecek ve sömürülecek bir alan olarak gördü.
Tüm Amazon ülkeleri, sera gazı emisyonlarının azaltılması için hedefler belirlenmesini gerektiren Paris İklim Anlaşmasını onayladı. Ancak sınır ötesi işbirliği tarihsel olarak yetersiz kaldı ve güvensizlik, ideolojik farklılıklar ve hükümet varlığının olmaması nedeniyle zayıfladı.