Ana Sayfa Blog Sayfa 395

Hava kirliliği, antibiyotik direncinde artışa neden olabilir

Geçtiğimiz hafta The Lancet Platenary Health dergisinde ilginç bir makale yayımlandı. Buna göre, hava kalitesi açısından Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) parametrelerine uyulursa antibiyotik direnci sorununda 2050 yılına kadar yüzde 17 oranında bir iyileşme sağlanabilir.

Association between particulete matter (PM)2.5 air pollution and clinical antibiotic resistance: a global analysis’”başlıklı çalışmaya göre DSÖ tarafından belirlenen hava kalitesi yönergelerindeki yıllık ortalama 5 µg/m³ PM2·5  konsantrasyon hedefine 2050 yılına ulaşılması halinde, antibiyotik direnci yüzde 16.8 azaltılabilir ve antibiyotik direncine bağlı erken ölümlerinyüzde23.4’ü önlenebilir. Bu durum 640 milyar dolarlık bir tasarrufa eşit…

Ölüm ve hastalanma oranları azalsa da direnç artıyor

Antibiyotikler, mikroorganizmaların neden olduğu enfeksiyon hastalıklarının tedavisi ve bu hastalıklardan korunma için kullanılan çok önemli bir ilaç grubu.  Antibiyotiklerin keşfi, insan sağlığı açısından önemli bir dönüm noktası oldu ve bu ilaçların klinikte kullanılmasını takiben enfeksiyon hastalıklarına bağlı ölüm ve hastalanma oranları büyük ölçüde azaldı. Bununla birlikte antibiyotiklerin keşfiyle neredeyse eş zamanlı olarak, mikroorganizmaların bu ilaçlara karşı direnç kazanabileceği ve gerekli önlemlerin alınmaması durumunda mevcut antibiyotiklerin enfeksiyon hastalıklarının tedavisinde etkisini kaybedeceği, dolayısıyla insanlığın antibiyotik öncesi dönemle yeniden karşılaşabileceği de görüldü.

Antibiyotiklerin insan sağlığında, tarım ve hayvancılık sektörlerinde gereksiz yere, yüksek dozlarda ve uygunsuz kullanılması, göçler, hızlı insan hareketleri ve hijyen eksikliği nedeniyle oluşan ve hızla artan antibiyotik direnci nedeniyle 2050 yılında tüm dünyada 10 milyon erken ölüme sebep olabileceği tahmin ediliyor. Bu tehdidi uzun bir süre önce gören DSÖ çeşitli etkinliklerle antibiyotik direncinin önüne geçmeye çalışıyor.

Dünya Sağlık Örgütü Genel Kurulu 1998 yılında üye ülkelerin antibiyotik direncine karşı harekete geçmesi kararını almış; 2001 yılında ise antibiyotik direncinin sınırlandırılmasına yönelik DSÖ Global Strateji Belgesi’ni yayınlamış. DSÖ Genel Kurulu 2005 yılında ise antibiyotik direncini sınırlama konusunda kaydedilen ilerlemenin yavaşlığına dikkat çekti ve üreticiler ile tüketicileri akılcı antibiyotik kullanımına çağırdı. Antibiyotik direncinin halk sağlına yönelik tehdidinin önemine dikkat çekmek için DSÖ, 2011 Dünya Sağlık Günü’nün temasını da antibiyotik direnci olarak belirledi ve direnç gelişimini durdurmak için tüm dünyayı bu konuyu düşünmeye, konuyla ilgili harekete geçmeye ve sorumluluk almaya çağırdı.

Antibiyotik direnci 45 bine yakın erken ölüme yol açabilir

Partikül madde PM2·5 hava kirliliği, yaygın antibiyotik direncini ve inhalasyon yoluyla insan maruziyetini şiddetlendirebilecek çeşitli antibiyotik direnci unsurları içeriyor. Makaleye dönecek olursak; bu küresel analiz için partikül maddenin etkisini tahmin etmek açısından; 116 ülkeden, 2000 yılından 2018 yılına kadar ülkede birden fazla potansiyel belirleyici (yani, hava kirliliği, antibiyotik kullanımı, sanitasyon hizmetleri, ekonomi, sağlık harcamaları, nüfus, eğitim, iklim, yıl ve bölge) hakkındaki veriler toplanmış ve dokuz mikroorganizma ve 43 ilaç üzerinde çalışılmış.

Bir örnek vermek gerekirse analizlerde PM2·5‘daki yüzde 5’lik artış “klebsiella pneumoniae” bakterilerinin bir tür geniş spektrumlu antibiyotik olan beta laktam grubu karbapenem’lere direnci yüzde 1.49 artırdığı bulunmuş. Makalede, “Küresel olarak, yıllık PM2·5 ‘te %10’luk bir artış, toplam antibiyotik direncinde %1,1’lik bir artışa ve antibiyotik direncine atfedilebilen 43.654 erken ölüme yol açabilir” deniyor. Araştırmacılar, PM2·5’dan kaynaklanan antibiyotik direncinin 2018’de dünya çapında yaklaşık 480.000 erken ölüme neden olduğu sonucuna da varmış. Makalede ayrıca bölgesel farklılıklar olduğu da belirtiliyor. Analizlere göre Afrika ve Asya PM2·5 artışlarının antibiyotik direncinde en büyük artışa yol açabileceği bölgeler olarak yapılan analizler sonucu görülmüş. Örneğin Suudi Arabistan‘da araştırmacılar, PM2·5’teki %10’luk bir artışın bakteri direncinde %3’lük bir artış anlamına geleceğini tahmin ediyor.

Antibiyotik direncinin yayılım yolları (Kaynak: ‘Association between particulete matter PM2·5 air pollution and clinical antibiotic resistance: a global analysis’ Partikül madde (PM)2·5 hava kirliliği ve klinik antibiyotik direnci arasındaki ilişki: küresel bir analiz – Lancet Gezegen Sağlığı (thelancet.com))

Çok fazla potansiyel belirleyici toplayarak, analiz eden araştırmacı grubu 2050 yılına kadar çeşitli senaryolar oluşturarak bu senaryolar üzerinde de çalışmış. Araştırma, hava kalitesi, sağlık harcamaları ve antibiyotik kullanımı gibi çeşitli değişkenlerin değişkenliğine dayanan birkaç gelecek senaryosunu modellemiş. Çalışmada, 2050 yılına kadar hiçbir şey yapılmazsa, antibiyotik direncinin yüzde17 artacağı ve bu nedene bağlı ölümlerin dünya çapında, özellikle Sahra altı Afrika‘da yüzde 56’dan fazla artacağı sonucuna varılmış. Bununla birlikte, makaleye göre PM2·5, DSÖ tarafından önerilen eşik olan 5 μg/m³’e kadar kontrol edilebilirse, küresel antibiyotik direnci yüzde 16,8 oranında azaltılabilir ve 2050’de bu olguya atfedilebilecek ölümlerin yüzde 23,4’ü önlenebilir.

Çalışmanın, araştırma grubunun kabul ettiği, bazı sınırlılıkları var. Öncelikle içinde ülkemizin de olduğu, bazı ülkelerin verilerinde çalışmanın sonucunu etkileyebilecek eksiklikler bulunuyor. Ayrıca antibiyotik direncine neden olabilecek; yiyecekler, veteriner antibiyotik kullanımı, diğer çevresel kirleticilere maruz kalma gibi başka faktörler de var. Makale bu faktörlerle antibiyotik direnci ilişkisini kapsamlı olarak değerlendirmiyor. Ayrıca, çalışma ile ilgili diğer önemli bir sorun da “hava kirleticilerin antibiyotik direncini etkileyen temel mekanizmasının hala belirsiz olması ve bu bilgiyi doğrulamak için ek tıbbi kanıtlara ihtiyaç duyulması…”

Çalışmanın Çin’deki Zhejiang Üniversitesi’nden sorumlu yazarı Zhencho Zhou çalışmanın tüm bu sınırlılıklarını kabul ediyor ve “hepimiz korelasyonun nedenselliği temsil etmediğini biliyoruz ve bilim adına ‘bağlantılı olabilir'” diyor. Araştırmacılara göre hava kirliliği ile antibiyotik direnci arasında güçlü ve anlamlı bir korelasyon var. Zhou ayrıca, PM2·5 parçacıklarının antibiyotik direnci için  “yatay gen aktarımının etkinliğini artırmak için hücre zarı geçirgenliğini artırabildiğinin, bakteriyel patojenlerde antibiyotik direnç elementlerinin evrimini ve değişimini hızlandırdığının zaten gösterildiğine’” dikkat çekiyor.

Bu çalışma neden -sonuç ilişkisi açısından bize bir bilgi vermiyor. Ancak özellikle de PM2·5 kirliliği olmak üzere, hava kirliliği ile antibiyotik direnci arasında güçlü bir korelasyon olduğunu gösteriyor. Bu durum da bize hava kirliliğinin antibiyotik direnci ile ilgili rolüne ilişkin daha fazla bilimsel çalışmalara gereksinimimiz olduğunu anlatıyor.

Dünyada hava kirliliğinin antibiyotik direnci üzerine tartışıladursun, ülkemizde ise hala Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliğinde PM2·5 için bir sınır değer yok. Üstelik ülkemizdeki hava kirliliğinin en önemli kaynaklarından kömürlü termik santraller yapılmaya devam ediliyor, mevcutları için ise ormanlarımız Milas Akbelen Ormanları örneğinde yaşadığımız gibi testerelerle yok ediliyor.

Yazık; hem de çok yazık…

 

[Bir şarkının hikayesi] Famous Blue Raincoat/ Leonard Cohen

07 Kasım 2016’da ölümünün ardından Rolling Stone dergisi, Leonard Cohen’i “60‘lı yılların jenerasyonu üzerinde son derece etkili olan, küçük bir şarkıcı-söz yazarı grubunun karanlık şöhretlerinden biri” olarak tanımlamış ve sadece Bob Dylan, Paul Simon ve Joni Mitchell’ın Cohen’in şair müzisyenliği seviyesine çıkabildiklerini  ifade etmişti.

Ünlü moda dergisi Vogue ise, Cohen’in esrarengiz şarkılarından “Famous Blue Raincoat”a atıf yaparak, sanatçının “Ünlü Mavi Yağmurluğu” ile bir fotoğrafını sayfasında paylaşmıştı.

Cohen, 1959 yılında Londra’da Burberry’den aldığı yağmurluğu şöyle tanımlıyordu: “Astarını çıkardığımda, daha kahramanca asılı kalıyordu ve yıpranmış kollarını bir parça deri ile onardığımızda ise zirve yapmıştı”. Sanatçının bu denli bağlanmış olduğu bu mavi yağmurluk, “So Long Marianne” adlı şarkısının da ilham perisi olan ilk büyük aşkı Marianne Ihlen’in evinden çalındı. 

Rakibe Cohen’ce mektup: Kardeşim ve katilim…

Famous Blue Raincoat”, belki bir evin askısında çürümekte olan ya da belki de Londra’daki bir bit pazarında yeni sahibini bekleyen o yağmurluk için yazılmamıştı elbette, ancak şarkının merkezinde bulunan bu ikonik obje”, hikayedeki gizemin  çözülebilmesi için, sanatçının dinleyicilere sunduğu bir ipucu gibiydi.

Cohen’in sıcak ve şiirsel üslubu ile yorumladığı şarkı, bir mektup şeklindeydi ve anlatıcı tarafından bir zamanlar karısı Jane ile ilişki yaşamış olan isimsiz birine hitaben yazılmıştı. Fakat hikaye, kırılan egolar ve suçlamalarla dolu ateşli bir aşk üçgeni hikayesi değildi. İlginç bir şekilde mektupta anlatıcı, “kardeşim ve katilim” olarak tarif ettiği rakibine karşı kardeşçe, uzlaşmacı ve affedici yaklaşıyordu. Parçanın sonunda anlatıcının “L.Cohen” imzası ile mektubu sonlandırması, aldatılan kurgusal karakterin şarkıcının kendisi olduğu izlenimini yaratıyordu.

 

Eğer bu şarkı Leonard Cohen değil de başka biri tarafından yazılmış olsaydı belki hikayeyi bu şekilde yorumlayabilirdik ancak bir aşk üçgenin bu denli ezici bir duygusallıkta affedici tondaki anlatımı, şarkı sözlerine daha derinden bakmamızı gerektiriyordu.

Şarkının ikinci kıtasında aşk üçgenindeki “diğer erkeğin”, “Meşhur Mavi Yağmurluğun” sahibi olduğunu öğreniyorduk.

“Ah, the last time we saw you you looked so much older
Your famous blue raincoat was torn at the shoulder

Seni son gördüğümüzde çok daha yaşlı gösteriyordun
Meşhur mavi yağmurluğunun omuzu yırtılmıştı.”

Mavi yağmurluğun çözülemeyen gizemi

Mektubun muhatabı olan esrarengiz dost, Leonard Cohen’e ait olan yağmurluğu giyiyorsa, “L. Cohen” mektubu kime yazmıştı? Cevap aslında sorunun içinde gizliydi. Cohen, bu aşk üçgenindeki her iki erkek karakteri de kendisi ile özdeşleştiriyor olabilirdi.

Sanatçı 1994 yılında BBC’ye verdiği bir röportajda “ Bu şarkının sorunu, gerçek üçgeni unutmuş olmam. Her zaman birlikte olduğum kadını baştan çıkaran görünmez bir figür olduğunu hissetmiştim. Başka bir çiftle ilgili olarak, ya o figür oldum ya da benim evliliğimle ilgili böyle bir figür vardı” demişti.

Cohen’in 1984’te çıkardığı “Various Positions” adlı albümündeki tüm vokalleri seslendiren Jennifer Warnes ise şarkının hikayesini farklı bir şekilde anlatmıştı. Onun anlatımına göre hikayedeki karakter, New York’u terk edip çöle yaşamaya giden ve kız arkadaşını geride bırakan biri idi ve Cohen o gidince devreye girmişti. Şarkıda, bu kaçamağı için önce kendini, sonra da aşk ilişkilerinde kafa karıştırıcı sınırlara sahip olan herkesi affediyordu. Bu kaçamağı da çok romantik sözlerle doğallaştırıyor ve hayali anlatıcının ağzından diğer erkeğe eşini mutlu ettiği için teşekkür ediyordu.

“Yes, and thanks, for the trouble you took from her eyes
I thought it was there for good so I never tried

 Evet, onun gözlerindeki hüznü aldığın için teşekkürler,
Uzun zamandır orda olduğunu düşündüğüm için hiç denememiştim.”

Leonard Cohen şarkının anlaşılmaz doğasını hafifletmemek adına çok az açıklama yaptı ve 1994 ‘teki bir röportajında şöyle dedi: “Tam olarak tatmin olmadığım bir şarkı idi. Şarkı ile ilgili bir şeylerin yeterince açık olmadığını her zaman hissetmişimdir.”

Bu gizemli aşk üçgeni şarkısının Tori Amos, Joan Baez ve Norveçli şarkıcı Aurora tarafından yapılan yorumları gerçekten dinlemeye değer. Leonard Cohen’in en çok beğendiği yorum ise kaydında kendisinin de önemli katkı sağladığı Jennifer Warnes’a ait jazz yorumu olmuştu.

 

“Famous Blue Raincoat”, Far Out ve American Songwriter tarafından yapılan sırlamada, Leonard Cohen’in en iyi 10 şarkısı arasında beşinci ve altıncı sırada gösterilmiştir.

Kaynakça

  • Einav D., Famous Blue Raincoat-a song so mysterious, Leonard Cohen himself was never satisfied with it, 18.05.2020
  • Mr.Peppermint, Get Ready You Are About To Learn The Story Of Cohen’s Famous Blue Raincoat, Onedio, April,2017
  • Epstein,J.Lawrence, ”Famous Blue Raincoat”, 24.05.2012
  • Songfacts, Famous Blue Raincoat.

 

Akbelen is under blockade with arbitrary practices, ecocide and torture: It is calling you

Akbelen, located in İkizköy in Milas, Muğla, has been under blockade for 19 days. Law enforcement forces have come between the people and the trees, and barricades stretch along the forest. But why? There are some other invisible barricades between the people and the trees, it is as if invisibility cloaks have been put on them, let’s rewind to the beginning:

Before Akbelen, other neighbourhoods were threatened with extinction for the coal mine facility of YK Energy, a joint venture of Limak Holding and IC İÇTAŞ. Işıkdere, which was left behind by this very same threat involving nine villages, no longer exists. These villages are disappearing as the company turns the earth upside down to satiate its appetite for coal for its thermal power plant. The desire to extract coal, which poisons the planet a little more every day, is one of the barricades between trees and people.

Villagers and nature defenders have been keeping watch in the forest for years against the threat. They are on guard against the company every day.

Fotoğraf: Cansu Acar

When the dates showed 24 July, the coal appetite of the company, the government that granted the company all the permits it wanted, and all the capital groups that would benefit from this partnership outweighed the coal appetite.

On the one hand, batons came out, on the other hand, specially mixed water was sprayed from water canons. Some disappeared between the barricades, some were detained for hours and tortured, some still have scars on their bodies. As of 24 July, there was more gendarmerie presence in the forest than trees. A resistance fighter waking up at 6.00 a.m. in the Akbelen watch area would see a gendarmerie before a tree. However, it was no longer possible to reach these trees; they had to be cut down under gendarmerie protection. Afterwards, a border was drawn between the dead trees and the resistance fighters under the protection of the gendarmerie for logging.

Fotoğraf: Cansu Acar

İkizköy residents, who have been standing guard in the forest for years to protect the trees, continued their resistance by waking up early every morning. Every night’s watchmen were up until the first light of the day against the appetite for coal. Since that day, nature defenders from Istanbul, Izmir, Bursa, Denizli, Antalya and many other provinces have come to the campsite. Every day, people from completely different fields of struggle find themselves in the Akbelen watch area for the protection of Akbelen Forest.

‘Where do I keep a place?’

For the last week, barricades have been set up around Akbelen Forest for the company’s coal mine. While about 30 people were detained, many people were physically attacked. Some had their fingers broken while others suffered brain trauma. Many members of the press, including a Yeşil Gazete reporter, were also subjected to these attacks.

Fotoğraf: Cansu Acar

While the trees all around Akbelen Forest were lying on the ground, Melahat from İkizköy was looking at the trees and shouting at the gendarmes, asking why they were protecting those who killed the trees instead of protecting them. The gendarmes were silent. On the one hand, 65-year-old Mother Havva was calling out to the bar associations and MPs who had come to the forest to support the villagers.

“I am a mother, brothers and sisters, the heart of a mother cannot bear, brothers and sisters… Find a solution. Don’t throw us out of our homes. I am 65 years old, where can I live?”

Fotoğraf: Cansu Acar

‘This is a struggle for freedom’

On the other hand, 28-year-old musician Selin Çıngır said, “We are young, we are actually struggling for life in an age when we should have hope and dream like our peers. This is a struggle for life, this is a struggle for freedom…”

Fotoğraf: Cansu Acar

‘I was pepper sprayed, I can’t speak’

Osman Asal, on whose land the trees were felled one by one, was forced to watch this destruction and was also subjected to pepper gas:

“Come here, see the state of this citizen. I was pepper sprayed, I can’t speak. There are so many things I want to say. You came and finished cotton, tobacco and agriculture. Now you’re destroying our pines! You don’t give us the right to live! Get out of your glass houses and come here. See the state of the citizens.”

What brings young and old together in the campsite is the demand for freedom for life, as Çıngır expressed. Endless conversations about women’s and LGBTI+ rights, animal rights, ecological damages and climate justice were never absent from the tables of the resisters fighting for Akbelen Forest.

Fotoğraf: Cansu Acar

They don’t want to lose one more person, one more tree

Every need in the watch area is hand in hand. While the attacks on the forest and its defenders continue every day, the crowd in the area has decreased day by day. Those who remain do not want to lose one more person, one more tree.

Fotoğraf: Cansu Acar

Again the sounds of chainsaws. The labourers, who are seen among the destroyed trees and who are said to have been called from the region by the company with a daily wage of 1600 TL, are logging the felled trees, and the small trees in between are being destroyed. With the sound, all activists run towards this spot. This felling, which took place hours after the Muğla Governorate‘s announcement that “the tree felling is over“, unites all activists, and with the resistance shown, the unauthorised felling behind the gendarmerie barricades is stopped.

Fotoğraf: Cansu Acar

Although Akbelen breathes a sigh of relief after this action, this breath is mixed with the dust generated by the construction machinery carrying the trees cut down 100 metres away. With every tree that is removed, a dust smoke rises in the sky. Coughs are heard. The area is hotter now. The intensity of the wind blowing through the trees has decreased. What it brings is no longer the light air that swirls around the treetops and becomes clearer as it moves, but dust and smoke.

Fotoğraf: Cansu Acar

On top of all these, one day, Governor Orhan Tavlı requested that the water tanker not be allowed into the area. Since permission was not granted, the gendarmes did not let the tanker in at the entrance of the guard area. The water used for hygiene needs for four years had to be sampled. Villagers are sure that the water is clean. Resistance fighters are leaning against the barricade, under the sun, demanding their tanker. Music is being played. “Don’t forget Gezi,” they tell the gendarmes. Hours pass. Everyone’s skin is a little darker now. These are the memories of the resistance for the unauthorised tanker. Meanwhile, the gendarmes are under the shade of trees. “Gendarmerie, get out of the shadow of the tree you cut down,” the protesters have been saying for days. But they have nowhere to get out. Trees were cut down one by one. The water sampled was finally allowed to enter the area after a struggle.

Fotoğraf: Cansu Acar

Jammers were another obstacle that the resistance fought against from the beginning. Because of the jammers placed all around the guard area to violate the right to communication, the resistors were unable to inform anyone about the gendarmes who had almost landed at 6.00 in the morning to protect the workers who were logging the trees for a long time. It is not even possible to send a text message. What happened there at that time is known only by the resistance, Limak-IC İçtaş-YK Enerji and the gendarmes. And of course those who gave this order.

Fotoğraf: Cansu Acar

When we were finally able to reach the world at a 30 cm point, which the jammers bypassed, we were barely able to pass information to the outside, to our newspaper. Most of the people in the area also started the day with this raid; most of them had blankets on their backs, trying to understand what was happening with anxiety, asking the gendarmes, “Does your mother know that you are doing this?”. We ask how to communicate in case of a health problem due to the jammers, but there is no answer. There is no ambulance. This is one of the many rights violated in Akbelen.

Fotoğraf: Cansu Acar

Women’s struggle in Akbelen

In Akbelen, as in many similar places, we once again witnessed the rising power of women’s struggle. Akbelen is a forest surrounded by women from 18 to 90.

Fotoğraf: Cansu Acar

In the early hours of the morning, as the sun rises, their voices are again the loudest against the dust that rises into the sky. Company employees are very successful in removing the trees. Within hours, the greenery in the area is replaced by brown, and the women are the most upset.

With each tree, the resentment in the eyes grows a little more. The destruction here is not only ecological but also heavily psychological.

Fotoğraf: Cansu Acar

So what are the residents doing about it? We are going to the centre of Milas. Because there is a big meeting at the watch area on Sunday, 6 August. The environmentalists in the area set out to both inform and invite the people of the region to the meeting, followed by us… However, unlike Akbelen, there is a rush of daily life everywhere. When Derya Lim, one of the resistance members, mentioned Akbelen, a citizen passing by on his motorbike said, “Do you own land there?” The answer that the resistance continues for the trees and that the alleged need for energy can be met with an environmentally friendly and fair transition does not find a response, there is no sign of support.

Fotoğraf: Cansu Acar

Another resistance fighter, Levent Büyükbozkırlı, is in almost every shop in Milas, from restaurants and kiosks to cafes and shops. They tell us: “There is a massacre in Akbelen, the massacre is carried out for private companies under the control of the state and law enforcement forces, it causes air pollution, there are serious health risks, we do not need this dirty energy, there is no need to cut down trees used as carbon sinks against the climate crisis, there are clean energies.”

All the citizens we came across in Milas were aware of the demolition in Akbelen. While the conversations went back to the elections won by AKP President Recep Tayyip Erdoğan, we observe a state of resignation in some, ambition in others, and hope in others. These emotions completely determine whether they will come to the meeting or not.

Fotoğraf: Cansu Acar

At a table in Üçgen Park visited by Büyükbozkırlı, we witness a document from Muğla Governorate, which is obviously related to the recruitment process, being involuntarily hidden by the citizen. This destruction approved by the governorship does not find a response from the citizens. The majority of citizens complain that the trees have been cut down. It is stated that there may be other ways to do this. And Sunday…

Fotoğraf: Cansu Acar

 

On 6 August, there was an influx of people to İkizköy like never before. Each newcomer added new slogans. Each of them carried banners drawing attention to an important issue for them: Climate crisis, global warming, carbon sinks, climate justice, ecocide… Each of them knows what it means for Akbelen to disappear, and each of them came to ask for the account of each tree. Groups such as Praksis and Siyabend had supported the resistance with their art from the beginning, and they were there again. On the same day, a human chain was formed with the songs of Praksis. The scorching sun on the hill melted the asphalt in the middle of the human chain, which stretched for kilometres on two arms, and the voices never stopped:

“Don’t touch Akbelen!”

Fotoğraf: Cansu Acar

Watch in Akbelen

So what kind of a watch prevails in this defended Akbelen?

Since 24 July, there has been an intense resistance in Akbelen. However, there has been a watch for more than two years. During the watch, you come across village women and university students from big cities. Melahat, one of the village women, cooks vegan food for vegans. Ahmet Caner Altay from the vegan group and Children of Nature cleans the dung from the barn, which the family of Nejla Işık, one of the villagers, could not clean because they were running around to defend Akbelen. There is complete solidarity. During this process, a tiny cat, Şans, was found on a road. Altay gives the cat the medicines given by the veterinarian and cares for it for days. It is seen that the cat really recovered in a week. On the one hand, sheep want to graze, but everywhere is full of the company’s construction machinery, noise and danger. The destruction caused by the company also affects the development of animals in the area. There is always a gendarmerie team in front of Işık’s door.

Fotoğraf: Cansu Acar

In this process, a calf was born in Akbelen. Although the birth was quite painful due to the stress of the animal affected by the noise, both mother and calf survived the birth in a healthy way.

Fotoğraf: Cansu Acar

In the evenings, music usually accompanies the campsite. It is almost the soundtrack of the resistance. Musicians are also constantly filling the area.

Aids such as drinks and watermelons are brought from various municipalities. Huge ice blocks cool the watermelons and drinks under the heat. Every need is taken care of by dozens of people. Sometimes a tent organisation is helped, sometimes endless teas are brewed, sometimes drinking water is carried from hand to hand along the road.

Fotoğraf: Cansu Acar

While some resistance fighters take a shower in the field with limited facilities, others take a shower at the observatory, which opens all its facilities to meet their needs. You can take a shower in the pancake house, which is reached after a 15-minute walk from the field, and those who stay in the field for days can wash their clothes here. A pancake house that can only be found in fairy tales, a symbol of solidarity! If you go to Akbelen, one of the people you should definitely meet.

From Watch to Parliament

When 8 August came, it was the day of the parliamentary march, which had been announced for days beforehand. Akbelen resistance fighters go to the Parliament. Along with the women of the village, many other resistance fighters are taking part in this journey. People from many ecocide points also support Akbelen’s journey. It took hours to get to Ankara; the police checks were carried out, the vehicle was stopped many times, but every road ends somehow; finally, they arrived at the Parliament.

Peasant women carrying olive oil, walnuts and branches of Akbelen looked very fitting for the Assembly with their slogans. Mukhtars who supported the sectors were also there. Nejla Işık, a member of the CHP group, made an impressive speech that was greeted with applause, but the Grand National Assembly of Turkey decided against the demand of the people: There will be no general discussion. As they always do, the AKP and MHP MPs waiting at the door took their seats after waiting for the quorum to be reached. The MPs of the nation did not support any way to investigate the slaughter of trees in Akbelen; on the contrary, they blamed those who protect their trees, forests and homeland.

Fotoğraf: Cansu Acar

Although she had expected this, Işık says that she inevitably regrets the decision:

“But I’m not upset in this way: Everyone had to come here today. All the MPs. They came even for the vote. I wish they would listen. I wish they would listen to our problems. They insist on calling us marginalised. We’re peasants, what marginality can a peasant have? The peasant is worried about his village, his land. What marginality is there? They are worried about the nest of the bird and the wolf.”

Returning to the watch area for struggle.

Arbitrary practices

Some of it is arbitrary. Since the first day, the gendarmerie’s practices have constantly changed. Sometimes it was enough to show our press card to enter the area, sometimes we were asked to tell our ID number. Sometimes our bags were checked, sometimes a gendarme escort was sent with us to accompany us to the site.

Fotoğraf: Cansu Acar

In the morning, the gendarmerie set up a barricade two metres from the watch area, but at 19.00 decided to leave a distance of five metres between them. Behind the area there is a huge ward, where tents have been set up to protect the company. Jammers are at work non-stop. The signal goes in and out, but information? No…

Sometimes our ID number was written on A4 sheets of paper for the criminal record check at every entrance to the camp. WWhen the papers multiplied and could not be coped with, this practice was abandoned and digital criminal record inquiry was often requested to be returned. However, it is necessary to wait because the jammers also prevent the criminal record check. Did you want to see the permit? When we reported this to the commander, we sometimes witnessed a gendarme running away with the permits in his hand, and sometimes we were asked to complain to the prosecutor’s office. How long will the prosecutor’s office get back to you for a permit you are curious about? That is unknown.

Fotoğraf: Cansu Acar

Invitation to Akbelen

Despite everything, the resistance in Akbelen continues. The continuation of the company means swallowing other villages and there is no end to this coal hunger. The people in Akbelen want to strengthen the resistance. They cannot lose a single tree. With struggle, they can revive the forest again. And there will continue to be a village there and a forest in the village…

Akbelen’s call is spreading not only in Turkey but also around the world. People in countries such as Germany, Mexico and Spain are also reacting to the destruction in Akbelen. The struggle in Akbelen continues. It is now being waged between barricades, with laments for the fallen trees, without tolerating the breaking of a single branch. Akbelen Forest calls for support.

 

Akbelen keyfi uygulamalar, ekokırım ve işkenceyle abluka altında: Sizi çağırıyor

Muğla, Milas‘a bağlı İkizköy‘de bulunan Akbelen, 19 gündür abluka altında. İnsanlarla ağaçlar arasına kolluk kuvvetleri girmiş, barikatlar orman boyunca uzanıyor. Ama neden? İnsanlarla ağaçların arasında görünmeyen birtakım barikatlar daha var, onlara görünmezlik pelerini giydirilmiş gibi, başa saralım:

Limak Holding, IC İÇTAŞ ortaklığındaki YK Enerji’nin kömür madeni tesisi için Akbelen’den önce başka mahalleler için yok olma tehdidi ortaya çıkmıştı. Dokuz köyü içerisine alan bu tehdidin geride bıraktığı Işıkdere, artık yok. Şirketin termik santrali için kömür iştahını doyurmak için yerin altını üstüne getirmesiyle bu köyler yok oluyor. Her geçen gün biraz daha gezegeni zehirleyen kömür çıkarma arzusu, ağaçlarla insanlar arasına koyulan barikatlardan birini oluşturuyor.

Tehdide karşı köylüler ve doğa savunucuları yıllardır ormanda nöbet tutuyor. Her gün şirkete karşı tetikteler.

Akbelen, İkizköy
Fotoğraf: Cansu Acar

Tarihler 24 Temmuz’u gösterdiğinde ise Akbelen için tutulan nöbet alanını şirketin, şirkete istediği tüm izinleri sunan iktidarın, bu ortaklıktan nemalanacak tüm sermaye gruplarının kömür iştahı ağır bastı.

Bir yandan cop çıktı, bir yandan TOMA’lardan özel karışımlı sular sıkıldı. Kimi barikatlar arasında gözden kayboldu, kimi saatlerce gözaltında tutularak işkenceye maruz kaldı, kimilerinin vücudunda hala izler duruyor. 24 Temmuz’dan itibaren ormanda ağaçtan çok jandarma varlığı söz konusuydu. Akbelen nöbet alanında 6.00’da uyanan bir direnişçinin gözüne ağaçtan önce bir jandarma ilişiyordu. Ancak bu ağaçlara ulaşmak artık mümkün değildi, jandarma koruması altında kesilmeleri gerekiyordu. Sonrasında tomruklama için jandarma koruması altında ölü ağaçlar ile direnişçiler arasında bir sınır çizildi.

Akbelen, İkizköy
Fotoğraf: Cansu Acar

Ağaçları korumak için yıllardır ormanın içerisinde nöbet tutan İkizköylüler ise her sabah erken saatlerde uyanarak direnişini sürdürdü. Her gecenin nöbetçileri kömür iştahına karşı günün ilk ışıklarına kadar ayaktaydı. Kamp alanına o günden beri  İstanbul, İzmir, Bursa, Denizli, Antalya ve birçok ilden doğa savunucuları geldi, geliyor. Her gün bambaşka mücadele alanından insanlar Akbelen Ormanı’nın korunması için kendisini Akbelen nöbet alanında buluyor.

‘Nereyi mekan tutarım?’

Şirketin  kömür madeni için son bir haftadır Akbelen Ormanı çevresinde barikatlar kurulmuş durumda. Yaklaşık 30 kişi gözaltına alınırken birçok insan da fiziksel olarak saldırıya uğradı. Kiminin parmakları kırılırken kimi beyin travması geçirdi. Yeşil Gazete muhabiri de dahil birçok basın mensubu da bu saldırılardan nasibini aldı.

Akbelen, İkizköy
Fotoğraf: Cansu Acar

Akbelen Ormanı’nın dört bir yanındaki ağaçlar boylu boyunca yerlerde uzanırken,  İkizköylü Melahat Abla ağaçlara bakarak jandarmalara bağırıyor, ağaçları korumak yerine onlara kıyanları neden koruduklarını soruyordu. Jandarmadan ses yok. Bir yanda 65 yaşındaki Havva Ana, ormana köylülere destek için gelen barolara, milletvekillerine şöyle sesleniyordu:

“Ben anayım kardeşlerim, ana yüreği dayanmaz kardeşlerim… Bir çare bulun. Bizi yerimizden yurdumuzdan atmasınlar. Ben 65 yaşındayım, nereyi mekan tutarım?”

Akbelen, İkizköy
Fotoğraf: Cansu Acar

‘Bu bir özgürlük mücadelesi’

Öte yandan 28 yaşındaki müzisyen Selin Çıngır “Genciz, aslında umut beslememiz ve aslında belki diğer akranlarımız gibi hayal beslememiz gereken bir çağda yaşam mücadelesi veriyoruz. Bu bir yaşam mücadelesi, bu bir özgürlük mücadelesi…” diyordu.

Fotoğraf: Cansu Acar

‘Biber gazı yedim, sesim çıkmıyor’

Tapulu arazisinde ağaçların bir bir devrildiği Osman Asal ise bu tahribatı izlemek zorunda bırakıldı, üstüne bir de biber gazına maruz kaldı:

“Gelin buraya, görün bu vatandaşın halini. Biber gazı yedim, sesim çıkmıyor. Söylemek istediğim yığınla şey var. Siz geldiniz, pamuğu, tütünü, tarımı bitirdiniz. Şimdi de çamlarımızı bitiriyorsunuz! Bize yaşam hakkı tanımıyorsunuz! Sırça köşkünüzden çıkın, gelin buraya. Vatandaşın halini görün.”

Kamp alanında gençlerle yaşlıları bir araya getiren, Çıngır’ın da dile getirdiği gibi yaşam için özgürlük talebi. Akbelen Ormanı için mücadele veren direnişçilerin masalarından kadın ve LGBTİ+ hakları, hayvan hakları, ekolojik tahribatlar, iklim adaletinin başı çektiği uçsuz bucaksız konuşmalar hiç eksik olmadı.

Akbelen, İkizköy
Fotoğraf: Cansu Acar

Bir kişi daha, bir ağaç daha kaybetmek istemiyorlar

Nöbet alanında her ihtiyaç için el ele verilmiş durumda. Ormana ve onu savunanlara saldırılar her gün sürerken alandaki kalabalık ise gün geçtikçe azaldı. Kalanlar ise bir kişi daha, bir ağaç daha kaybetmek istemiyor.

Fotoğraf: Cansu Acar

Yine testere sesleri. Yıkılmış ağaçların arasında görünen, şirketin 1600 TL’lik yevmiye ile bölgeden çağırdığı belirtilen işçiler kesilmiş ağaçları tomrukluyor, arada kalan küçük ağaçlar da araya kaynayıp yok ediliyor. Sesle birlikte tüm aktivistler bu noktaya doğru koşuyor. Muğla Valiliği’nin yaptığı “ağaç kesimi bitmiştir” açıklamasından saatler sonra yapılan bu kesim, tüm aktivistleri bir bütün haline getiriyor, gösterilen direnişle jandarma barikatlarının ardındaki izinsiz kesim durduruluyor.

Fotoğraf: Cansu Acar

Akbelen bu eylemin ardından rahat bir nefes alsa da bu nefesin içerisine 100 metre uzaklıkta kesilen ağaçları taşıyan iş makinalarının çıkardığı tozlar karışıyor. Kaldırılan her ağaçla gökyüzünde bir toz dumanı yükseliyor. Öksürükler işitiliyor. Alan artık daha sıcak. Ağaçların arasından esip gelen rüzgarın yoğunluğu azalmış durumda. Getirdiği ise ağaçların tepesinde dönüp dolaşan ve hareket ettikçe berraklaşan o hafif hava değil artık, toz ve duman.

Fotoğraf: Cansu Acar

Bütün bunların üzerine bir gün artık su tankerinin de alana alınmamasını istedi Vali Orhan Tavlı. Gerekçe; sağlıklı, güvenli değilmiş! İzin verilmediği için jandarmalar nöbet alanının girişindeki tankeri içeri sokmadı. Dört yıldır hijyen ihtiyaçları için kullanılan sudan numune alınması gerekiyormuş. Köylüler suyunun temiz olduğuna emin. Direnişçiler barikata dayanmış durumda, güneşin altında tankerini istiyor. Müzikler yapılıyor. “Gezi’yi unutma” deniyor jandarmalara. Saatler geçiyor. Herkesin teni artık biraz daha koyu. Bunlar izin verilmeyen tanker için gösterilen direnişin anıları. Bu sırada jandarmalar ağaçların gölgesi altında. “Jandarma kestiğin ağacın gölgesinden çık” diyor eylemciler günlerdir. Ama çıkacakları bir yer yok. Ağaçlar bir bir kesilmiş. Numunesi alınan suyun alana girişi verilen mücadeleyle sağlandı sonunda.

Fotoğraf: Cansu Acar

Jammerlar ise direnişçilerin mücadele verdiği bir diğer engel oldu başından beri. Nöbet alanının dört bir yanında haberleşme hakkını ihlal etmek üzere konulmuş jammerlar yüzünden sabahın 6.00’sında ağaçları tomruklamaya giren işçileri korumak için adeta çıkarma yapan jandarmaları kimseye haber edemedi direnişçiler uzun süre. Bir texti mesaj olarak atmak dahi mümkün değil. O sırada orada yaşananları bir direnişçiler, bir Limak-IC İçtaş-YK Enerji, bir de jandarmalar biliyor. Tabi bir de bu emri verenler.

Fotoğraf: Cansu Acar

Jammerların es geçtiği 30 cm’lik bir noktada dünyaya nihayet ulaşabildiğimizde dışarıya, gazetemize bilgi geçebildik güçlükle. Alandaki çoğu kişi de güne bu baskınla başladı; çoğunun sırtında battaniyesi, kaygıyla ne olduğunu anlamaya çalışırken, jandarmalara da “Sizin anneniz bunları yaptığınızı biliyor mu” diye soruyordu. Jammerlar nedeniyle bir sağlık sorunu olması durumunda nasıl iletişim kurulacağını soruyoruz ancak yanıt yok. Ambulans yok. Akbelen’de ihlal edilen pek çok haktan biri de bu.

Fotoğraf: Cansu Acar

Kadınların Akbelen mücadelesi

Akbelen’de, benzeri pek çok yerde olduğu gibi kadın mücadelesinin gücünün yükseldiğine tanıklık ettik bir kez daha. 18’inden 90’ına kadınlar tarafından sarılmış bir orman Akbelen.

Fotoğraf: Cansu Acar

Sabahın erken saatlerinde güneş doğarken gökyüzüne yükselen tozlara karşı yine en çok onların sesini duyduk.  Şirket çalışanları ağaçları ortadan kaldırma konusunda oldukça başarılı. Saatler içerisinde, bölgedeki yeşilliğin yerini kahverengi alırken, en çok kadınların içi gidiyor.

Her bir ağaçta gözlerdeki kırgınlık biraz daha büyüyor. Buradaki kırım, yalnızca ekolojik değil aynı zamanda ağır bir şekilde psikolojik.

Fotoğraf: Cansu Acar

Peki bölge sakinleri bu konuda ne yapıyor? Milas‘ın merkezine gidiyoruz. Çünkü 6 Ağustos Pazar günü nöbet alanında büyük buluşma var. Alandaki çevreciler bölge halkını hem bilgilendirmek hem de buluşmaya çağırmak için yola çıktı, peşlerinden biz de… Ancak Akbelen’in aksine her yerde gündelik yaşam telaşı var. Direnişçilerden Derya Lim, Akbelen’den bahsedince motoruyla yoldan geçen bir vatandaşın tepkisi, “Sizin orada araziniz mi var” oluyor. Ağaçlar için direnişin sürdüğü, iddia edilen enerjiye ihtiyacın doğa dostu, adil geçişle giderilebileceği yanıtı karşılık bulmuyor, bir destek belirtisi yok.

Fotoğraf: Cansu Acar

Bir diğer direnişçi; Levent Büyükbozkırlı, Milas’ın lokantalarından büfelerine, kafelerinden mağazalarına kadar neredeyse tüm dükkanlarında. Anlatıyorlar: Akbelen’de kıyım var, kıyım özel şirketler için devlet ve kolluk güçleri kontrolünde yapılıyor, hava kirliliğine neden oluyor, ciddi sağlık riskleri bulunuyor, bu kirli enerjiye ihtiyacımız yok, iklim krizine karşı karbon yutakları olarak kullanılan ağaçların kesilmesine gerek yok, temiz enerjiler bulunuyor.”

Milas’ta denk geldiğimiz tüm vatandaşlar Akbelen’deki yıkımdan haberdardı. Konuşmalar AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın kazandığı seçimlere kadar uzanırken, bazılarında bir vazgeçmişlik hali; kiminde hırs kiminde ise umut gözlemliyoruz. Buluşmaya gelip gelmeyeceklerini de tamamen bu duygular belirliyor.

Fotoğraf: Cansu Acar

Üçgen Park‘ta Büyükbozkırlı’nın uğradığı bir masada Muğla Valiliği’nden alınmış ve işe alım süreciyle ilgili olduğu belli olan bir belgenin, yurttaş tarafından istemsizce gizlendiğine tanık oluyoruz. Valiliğin onay verdiği bu tahribat yurttaşta bir karşılık bulmuyor. Vatandaşların çoğunluğu ağaçların kesilmiş olmasından şikayetçi. Bunun başka yollarının da olabileceği belirtiliyor. Ve Pazar…

Fotoğraf: Cansu Acar

6 Ağustos’ta İkizköy’e daha önce olmadığı kadar bir insan akını oldu. Her gelen sloganlara yenilerini ekledi. Her biri elinde kendileri için önemli bir konuya dikkat çeken pankartlar taşıdı: İklim krizi, küresel ısınma, karbon yutakları, iklim adaleti, ekokırım… Her biri Akbelen’in yok olmasının ne demek olduğunu biliyor, hepsi de her bir ağacın hesabını sormaya gelmiş. Praksis, Siyabend gibi gruplar başından itibaren alandaki direnişçilere sanatıyla destek olmuştu, yine oradalar. Aynı gün Praksis’in şarkılarıyla oluşturulan insan zinciri yapıldı. Tepedeki yakıcı güneş, iki koldan kilometrelerce uzayan insan zincirinin ortasında kalan asfaltı eritirken yükselen sesler hiç dinmedi:

“Akbelen’e dokunma!”

Fotoğraf: Cansu Acar

Akbelen’de nöbet

Peki bu savunulan Akbelen’de nasıl bir nöbet hakim?

24 Temmuz’dan bu yana Akbelen’de yoğun bir direniş sergileniyor. Ancak iki yılı aşkın bir süredir nöbet söz konusu. Nöbette köylü kadınlara da denk geliyorsunuz, büyük kentlerden gelmiş üniversiteli öğrencilere de. Veganlar için köylü kadınlardan Melahat Abla vegan yemekler yapıyor. Vegan gruptan ve Doğanın Çocukları’ndan Ahmet Caner Altay köylülerden Nejla Işık‘ın ailesinin Akbelen’i savunmak için koşuşturmaktan temizleyemediği tezekleri ahırdan temizliyor. Tam bir dayanışma söz konusu. Bu süreçte minik bir kedi olan Şans bir yol üzerinde bulunuyor. Altay, günlerce kediye veteriner tarafından verilen ilaçları veriyor, bakıyor. Bir haftada kedinin gerçekten de toparladığı görülüyor. Bir yanda koyunlar otlatılmak isteniyor fakat her yer şirketin iş makinalarıyla, gürültüyle ve tehlikeyle dolu. Şirketin yarattığı yıkım bölgedeki hayvanların gelişimini de etkiliyor. Işık’ın kapısının önünde ise sürekli bir jandarma ekibi bulunuyor.

Fotoğraf: Cansu Acar

Bu süreçte Akbelen’de bir de buzağı doğdu. Gürültüden etkilenen hayvanın stresli olmasından dolayı doğumu oldukça sancılı geçse de anne de yavru da sağlıklı bir şekilde doğumu atlatabildi.

Fotoğraf: Cansu Acar

Akşamları ise genelde kamp alanına müzik eşlik ediyor. Direnişin adeta tınıları oluşmuş durumda. Müzisyenler de alanı sürekli dolduruyor.

Çeşitli belediyelerden içecek, karpuz gibi de yardımlar getiriliyor. Sıcak altında karpuzları ve içecekleri koca buz kütleleri soğutuyor. Her ihtiyaç muhakkak onlarca insanın eliyle hallediliyor. Kimi zaman bir çadır kuruluşuna yardım ediliyor, kimi zaman sonsuz çaylar demleniyor, kimi zaman yol boyunca elden ele içme suları taşınıyor.

Fotoğraf: Cansu Acar

Bazı direnişçiler alanda sınırlı imkanlarla duş alırken bazıları da ihtiyaçlarını giderebilmek için elindeki tüm imkanları açan gözlemecide soluğu alıyor. Alandan 15 dakikalık yürüme sonrasında ulaşılan gözlemecide duş yapılabiliyor, günlerce alanda kalanlar kıyafetlerini burada yıkayabiliyor. Sadece masallarda rastlanabilecek, dayanışmanın simgesi bir gözlemeci! Akbelen’e giderseniz, mutlaka tanışmanız gereken insanlardan biri..

Nöbetten Meclise

8 Ağustos gelip çattığında, önceden günlerce duyurusu yapıldığı üzere Meclis çıkarması günü. Akbelen direnişçileri TBMM’ye gidiyor. Köyün kadınlarıyla birlikte pek çok direnişçi de bu yolculukta yerini alıyor. Pek çok ekokırım noktasından insanlar da Akbelen’in bu yolculuğunu destekliyor. Ankara’ya varmak saatler sürdü; GBT’ler yapıldı, araç defalarca durduruldu, ancak her yol bir şekilde biter; nihayetinde Meclis’e varıldı.

Ellerinde zeytinyağları, cevizleri, Akbelen’in dallarını taşıyan köylü kadınları, sloganlarıyla Meclis’e çok yakıştı. Kesimleri destekleyen muhtarlar da oradaydı.  CHP Grup toplantısına katılan gruptan Nejla Işık, alkışlarla karşılanan etkileyici bir konuşma yaptı ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden milletin talebinin aksi yönünde bir karar çıktı: Genel görüşme yapılmayacak. Hep yaptıkları gibi, kapıda bekleyen AKP ve MHP’li milletvekilleri yeter oya ulaşılmasını bekledikten sonra koltuklarına oturdu yine. Milletin vekilleri Akbelen’deki ağaç kıyımının araştırılmasına gidecek herhangi bir yolu desteklemedi; aksine ağacını, ormanını, memleketini koruyanları suçladı.

Fotoğraf: Cansu Acar

Bunu beklediği halde, ister istemez karara üzüldüğünü söylüyor Işık:

“Ama şu yönden üzgün değilim: Bugün herkes buraya toplanıp gelmek zorunda kaldı. Bütün vekiller. Oylama için de olsa geldiler. İsterdim ki dinlesinler. Sorunlarımızı dinlesinler. Israrla marjinal diyorlar. Köylüyüz yani, köylünün ne marjinalliği olacak? Köylü, köyünün derdinde, toprağının derdinde. Ne marjinalliği olacak? Kuşun kurdun yuvasının derdinde.”

Mücadele için nöbet alanına dönülüyor. 

Keyfi uygulamalar

Biraz da keyfiyet. Jandarmaların ilk günden bu yana gerçekleştirdiği uygulamalar sürekli değişti. Kimi zaman alana girmek için basın kartımızı göstermek yeterli oldu, kimi zaman kimlik numaramızı söylememiz istendi. Bazen çantamız kontrol edildi, bazen alana kadar eşlik etmesi için bir jandarma refakatçi yanımızda gönderildi.

Fotoğraf: Cansu Acar

Sabah saatlerinde nöbet alanına iki metre yakında barikat kuran jandarma, saat 19.00 gibi arada beş metrelik mesafe bırakmaya karar verdi. Alanın arkasında ise koca bir koğuş var, orada da şirketi korumak için çadırlar kurulmuş vaziyette. Jammerler ise kesintisiz iş başında. Sinyal bir gidip bir gelirken, bilgilendirme? Yok…

Kampa her girişte yapılan GBT için bazen kimlik numaramız A4 kağıtlarına yazıldı.  Kağıtlar çoğalıp baş edilemeyince bu uygulama da terk edilip dijital GBT’ye dönülmek istendi sık sık. Ancak beklemek gerek çünkü jammerlar GBT’yi de engelliyor. İzni mi görmek istediniz? Komutana bunu bildirdiğimizde kimi zaman elindeki izinlerle kaçan bir jandarmaya şahit olduk, kimi zaman da savcılığa şikayet etmemiz istendi. Peki Savcılık şu an merak ettiğiniz bir izin için size ne kadar süre sonra dönüş yapacak? Orası meçhul.

Fotoğraf: Cansu Acar

Akbelen’e davet

Her şeye rağmen Akbelen’deki direniş devam ediyor. Şirketin devam etmesi başka köyleri de yutması demek ve bu kömür açlığının sonu yok. Akbelen’deki insanlar  ise direnişi güçlendirmek istiyor. Tek bir ağacı daha kaybedemezler. Mücadeleyle yeniden ormanı diriltebilirler. Ve orada bir köy, köyde bir orman olmaya devam eder…

Akbelen’in çağrısı yalnızca Türkiye’de değil, dünyada da yayılıyor. Almanya, Meksika ve İspanya gibi ülkelerde de Akbelen’deki tahribata tepki gösteriliyor.  Akbelen’de verilen mücadele sürüyor. Artık barikatların arasında, yıkık ağaçlara yakalan ağıtlarla, tek bir dalın dahi kırılmasına tahammül kalmadan sürdürülüyor. Akbelen Ormanı desteğe çağırıyor.

İkizdere’den İkizköy’e destek: Dünyanın bütün ağaçları birbirine bağlı, acıları ortak

Muğla, Milas‘a bağlı İkizköy‘deki Akbelen‘de direnişin 19’uncu gününe gelindi. Yıllardır nöbet tutulan alana 19 gün önce Limak ve IC İçtaş ortaklığındaki YK Enerji girmiş ve ağaçları yok etmişti. Bu süreçte Akbelen’e verilen binlerce destekten biri de İkizdere‘den geldi.

İkizdere de İkizköy gibi doğasını korumaya çalışıyor. Tek fark şirket: Cengiz İnşaat. İki ekokırım alanında verilen mücadelenin buluşmasında İkizdere Çevre Derneği‘nden Asuman Fazlıoğlu‘nun kaleme aldığı Eskenci Destanı kitabı imzalandı ve direniş için bağışlandı. Dün yapılan ziyarete ilişkin Yeşil Gazete‘ye konuşan Asuman Fazlıoğlu, şunları aktardı:

“İkizdere Çevre Derneği’nin temsilen Akbelen’e destek ziyaretinde bulunduk. Akbelen’le benzer şeyleri biz de yaşıyoruz. Dünyanın bütün ağaçları birbirine bağlıdır, acıları ortaktır. Ağaçları savunanlar da aynı şekilde kardeştir. Kazdağları‘nı Cerattepe‘yi anlamadan İkizdere‘yi ve Akbelen‘i anlayamayız. Mücadele ettiğimiz yağmacı sınıfın, isimleri değişik olsa da her yerde aynı kişilerden oluştuğunu farkettik. Bir grevde bir emeklilerin eyleminde veya özel okullarda öğrencileri okulsuz bırakanlar… Eskenci Destanı kitabımızı Akbelen dayanışmasında doğaseverlerle buluşturduk. Kitapseverlerden herhangi bir ücret talep etmedik bağış kutusuna bağış yapmalarını istedik.”

İkizdere’deki direnişin anlatıldığı kitap alanda imzalandı, dağıtılan kitaptan elde edilen gelirin ise Akbelen direnişine bağışlanması talep edildi.

İkizköy direnişçilerinin sembolik ismi, köylülerden Nejla Işık’a ise İkizdere direniş alanından getirilen çam fidanı hediye edildi. İkizdere’nin fidanı Akbelen’e dikildi. Fazlıoğlu şu mesajı paylaştı:

“Onlar yok ederken biz yaşam savunucuları yaşamı var etmeye devam edeceğiz.”

En az 10 yeni nükleer reaktör inşa etmeyi planlayan İsveç, eleştirilerin hedefinde

İsveç hükümeti, ülkenin mevcut nükleer reaktör sayısını ikiye katlayarak gelecek 20 yıl içinde en az 10 nükleer reaktör inşa etme planını açıkladı. Çevre uzmanları ise bunun çok maliyetli olacağını ve enerji ihtiyaçlarını karşılamak için çok geç kalacağını söyleyerek plana eleştiriler yağdırdı.

İklim bakanı Romina Pourmokhtari çarşamba günü, İsveç’in iklim hedeflerine ulaşmak için önümüzdeki 20 yılda elektrik üretimini ikiye katlaması gerektiğini duyurdu.

On yeni reaktör planı, ülkenin elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 30’una tekabül eden Forsmark, Oskarshamn ve Ringhals‘ta faaliyet gösteren altı reaktörle, ülkenin mevcut nükleer enerji kapasitesinden önemli bir değişiklik anlamına gelecek.

Lund Üniversitesi’nden Profesör ve Avrupa iklim danışma kurulu üyesi Lars J Nilsson, hükümetin yeni reaktörlere ihtiyaç duyulduğu iddiasına itiraz ettiğini bildirerek ve hareketi “sembolik” olarak nitelendirdi.

The Guardian’ın aktardığına göre, Nilsson, “10 yeni reaktöre ihtiyacımız olduğunu kesinlikle söyleyemezsiniz. Şu anda İsveç’teki elektrik üretimi rüzgar enerjisi ile büyüyor” dedi.

‣ Nükleerden çıkış: Almanya son reaktörlerini de kalıcı olarak kapatıyor
‣ Dünya Nükleer Raporu: Nükleer, güneş ve rüzgara yeniliyor; küresel payı 40 yılın en düşük seviyesinde

‘İsveç, küresel yeşil lider statüsünü kaybedecek’

Hükümetin iklim hedeflerine ulaşmak için harekete geçtiğini göstermeye çalıştığını öne süren Nilsson, hareketin eylemden çok tavırla ilgili olduğunu söyledi ve “Gerçekten herhangi bir gerçek değişiklik yaratmasından ziyade sembolik olarak görüyorum” diye ekledi.

Reaktörlerin inşa edilmesi durumunda maliyetin İsveçli vergi mükellefleri üzerinde ağır bir yük olacağını belirten Prof. Nilsson, nükleer enerjinin geçmişte hararetle tartışılan bir konu olmasına rağmen bu son duyurunun “ılımlı bir tepki” ile karşılandığına dikkati çekti.

Lars Nilsson, İsveç’in küresel sahnede yeşil bir lider olarak itibarının değişmekte olduğunu söyleyerek “İsveç bu profili kısmen kaybedecek. Şimdi ivme ve ilerleme AB ve Brüksel‘den geliyor” diye konuştu.

‣ Belçika, 2025 yılında ülkedeki yedi nükleer reaktörü kapatmayı planlıyor
‣ ‘Nükleer enerji iklim krizine karşı çözüm değil, bilakis tehdit’

‘Hükümet, nükleerin önündeki engelleri kaldırmak için var gücüyle çalıştı’

Avrupa Birliği‘nin (AB) Fit for 55 planı yasal olarak üye devletlerin 2030 yılına kadar emisyonlarını en az yüzde 55 oranında azaltmasını ve 2050 yılına kadar “iklim nötr” hale gelmesini şart koşuyor.

İsveçli Ilımlı Parti; Hıristiyan Demokratlar, Liberaller ve aşırı sağcı İsveç Demokratları ile bir koalisyon hükümeti kurduğunda, daha fazla reaktöre izin verileceğini ve kredi garantileri ve fiyatlandırma değişiklikleri yoluyla nükleer enerji yatırımlarının karlı hale getirileceğini kabul etti.

Bu hafta, hükümet ilk kez yeni reaktör sayısına dair tahmini bir rakam verdi.

İsveç İklim ve Çevre Bakanı Romina Pourmokhtari. Fotoğraf: Fredrik Sandberg / TT

Geçen yıl 26 yaşındayken göreve geldiğinde ülke tarihinin en genç bakanı olan liberal Pourmokhtari, şunları söyledi:

“Bu hükümet, yeni nükleer enerjiyi engellemek için koyulan engelleri kaldırmak için ilk günden beri var gücüyle çalıştı. İklim geçişi, önümüzdeki 20 yıl içinde elektrik üretiminin ikiye katlanmasını gerektiriyor ve nükleer enerji, bunu başarmamız için belirleyici bir rol oynuyor.”

‣ Almanya’dan AB’ye: Nükleer enerjiyi yeşil yatırım olarak desteklemek sorumsuzluk
‣ Avrupa’nın nükleer reaktörlerinin başı sıcak dalgasıyla dertte

‘İklim odağından saptırılıyor’

İsveç’in en büyük çevre örgütü Naturskyddsföreningen‘in genel sekreteri Karin Lexén, hükümeti “iklim meselelerine olan odağı başka yöne çekmeye” çalışmakla suçladı: “Odağı şu anda gerçekten ihtiyaç duyulan şeyden, yani 2030 yılına kadar yeterli elektrik üretmekten, başka yöne çeviriyorlar.”

Lexén, planın aynı zamanda yeni enerji depolama yöntemleri ve diğer gelişmeler konusunda kaydedilen ilerlemeleri de göz ardı ettiğini kaydetti.

Daha fazla rüzgar enerjisi inşa etmek için daha fazla nükleere ihtiyacımız olduğunu söyleyen enerji bakanına katılmıyoruz. Bunun biraz geri kafalı bir fikir olduğunu düşünüyoruz.”

bianet editörü Ruken Tuncel’in ailesine ırkçı taciz, saldırı, tehdit

bianet editörü Ruken Tuncel’in ailesi dün akşam saatlerinde İstanbul Beylikdüzü’ndeki evlerinde ırkçı tacize ve saldırıya uğradı. Tuncel saldırı sırasında evde değildi. Ancak kardeşi Sinem Tuncel darp, annesi ve teyzesi ise tehdit edildi.

Annesiyle birlikte pazar alışverişinden dönen Sinem Tuncel, apartmanın giriş kapısında komşuları M.Y. ile karşılaştı. M.Y. burada aileye sözlü ithamlarda bulundu. M.Y., Sinem Tuncel’in kendisiyle konuşmak istemediğini söyleyince de tükürdü.

bianet’ten Hikmet Adal‘ın aktardığına göre, polisin aranması üzerine M.Y. şu ifadeleri kullandı:

“Polis size gelmez. Ben arayayım ki nasıl geliyor görün. Devlet benim, polis benim. Trabzonluyuz, sizi yakarız. Bu Aleviler, her ayak sizde. Uyuşturucu satmak sizde, eroin kullanmak sizde. Yürüyüşlere gidiyorsunuz, bu yürüyüşe gitmeye benzemez. Pompalım var benim, bir pompalıya bakarsınız. Şarjörü boşaltırım.”

Ardından olaya M.Y.’nin kızı A.Y. de müdahil olarak Sinem Tuncel’i darp etti. Sinem Tuncel’e saldıran A.Y. “Sen benim annemle konuşamazsın, anneme bağıramazsın, sizi gebertirim, kaç paralık canınız var, elimde kalırsınız” şeklinde tehdit savurdu.

Silah almaya giderken komşular engelledi

Bina sakinlerinin dışarıya çıkmasıyla da A.Y., Tuncel ailesine “Bunlar terörist” şeklinde, anne M.Y. de “Bunlar Ermeni, bunlar terörist” diye nefret söyleminde bulundu.

A.Y. tehditlerini pompalı diye tabir edilen çekip kurmalı bir silahları olduğunu söyleyerek devam ettirmesi üzerine araya komşular girdi. A.Y.’i eve çıkarken durdurdu.

Geri dönen A.Y. bu sefer de Sinem Tuncel’in çenesine yumruk attı. M.Y. ise eline bir sopa alarak Sinem ve Ruken Tuncel’in teyzelerine vurmaya çalıştı. Sinem Tuncel araya girmesiyle darbe kendisine geldi ve yaralandı.

Olaya o sırada ailenin yanlarında olan bir market çalışanı ile komşular da tanıklık etti. Saldırı 112 ekiplerinin gelmesiyle son buldu. Sinem Tuncel hastaneye giderek tedavi oldu ve darp raporu aldı.

Aile daha sonra emniyete giderek ifade verdi ve M.Y. ile A.Y.’den şikayetçi oldu. Tuncel ailesi ayrıca bir başka komşuları E.Y.Y. hakkında da ‘kışkırtma ve hedef göstermeden’ şikayette bulundu. Emniyetteki ifade işlemine ailenin avukatı Destina Yıldız da katıldı.

Tuncel ailesi daha sonra önleyici tedbir kararı çıkartarak M.Y. ve A.Y.’nin yanlarına yaklaşmasını yasaklattı.

Jandarma ablukası yetmedi: Akbelen’de suç mahalli tel örgülerle korunacak

Muğla’da genişletilmek istenen Limak Holding ve IC Holding‘in ortak iştiraki YK Enerji‘ye ait kömür madenine karşı Milas‘taki Akbelen Ormanı’nı korumaya yönelik nöbet devam ederken hukuksuz ağaç kesiminin yapıldığı alana girişlerin engellenmesi için Limak şirketinin işçileri ekokırım mahalline tel örgü çekmeye başladı.

Direnişin 19’uncu günü, bir kez daha nöbet alanının kolluk kuvvetleri tarafından erken saatlerde abluka altına alınması ile başladı.

Saat 7.00’de, izinsiz ağaç kesiminin yapıldığı ve madene dönüştürülmesi için çalışmaların sürdüğü alana İkizköylülerin ve ekoloji savunucularının girişini engellemek için özel şirketin işçileri tel örgü çekerken, jandarma da özel şirket işçilerini halktan ‘korumak’ üzere barikat kurdu.

Alandaki ekoloji aktivistleri duruma sesli olarak tepki gösterdi.

Fotoğraf: Derya Lim

‘İçeridekini korumak değil yok etmek için tel örgü çekiyorlar’

Yaşam alanı savunucularından Bahadır Altan, durumu “Dün, tam karşımızda tel örgü çeken Limak’ı protesto ettiğimizde jandarma çaresiz kaldı ve Limak görevlileri kaçmak zorunda kaldı. O nedenle sabah tel örgüde çalışma başlamadan jandarma zaten var olan demir kafesler ardında barikat oluşturdu. Biz yine sesli protestomuzu sürdürdük sadece” şeklinde özetleyerek alanın genel olarak sakin olduğunu aktardı.

Fotoğraf: Derya Lim

Bir aktivist de durumu “Bizler bağı bahçeyi tarlayı korumak için dikenli tel çevirdik. Bunlar içeridekini yok edebilmek için çeviriyorlar. Çok yazık” diye yorumladı.

Fotoğraf: Derya Lim

‘Yol halka kapalı, şirketin lüks araçlarına açık’

Aktivist Derya Lim de yolun nöbet alanındaki vatandaşlara ait araçlara kapatıldığını, öte yandan şirkete ait lüks araçların geçisine izin verildiğini belirtti.

Fotoğraf: Derya Lim

Lim, yolun aktivistlere kapatılmasının nöbet alanındaki onlarca kişiyi mağdur ettiğine işaret ederek şunları söyledi:

Dün İzmir Belediyesi‘nin yolladığı 1,500 kutu konserveyi, suyu, kolileri 10 kişi kan ter içinde kalarak taşıdık. Gelen hiçbir ziyaretçi aracı alınmıyor, gelenlere GBT uygulanıyor, üstümüz, çantalarımız aranıyor. Şirket araçları ile geçiyor. Ondan sonra da MHP milletvekili ‘alana silah sokulmuş’ diye bizleri karalamaya çalışıyor.”

Fotoğraf: Nisa Sude Demirel / Evrensel
‣ İkizköy, dünyaya dört dilde seslendi: Sesimiz olun, Akbelen’de ekokırımı durdurun
‣ TBMM Akbelen için olağanüstü toplandı: Genel görüşme kabul edilmedi
‣ İkizköylüler TBMM’den çıkan karara tepkili: Ne marjinalliği, kurdun kuşun derdindeyiz
‣ Su kaynaklarına el konulan Akbelen nöbetçilerinden müzikli eylem: Jandarma Gezi’yi unutma!
‣ Akbelen’de işkenceyle gözaltına alınan Köseoğlu: Yeryüzü için mücadelemiz sürecek
‣ Akbelen abluka, jammer, kavurucu sıcak altında: Doğayı katledenler işçiyi de katlediyorlar
‣ ‘Muğla Valiliği kamuoyunu yanıltıyor: Akbelen’de ekoloji mücadelesi devam ediyor!’

Ordu’da belediye, sahile duvar kondurdu: Bunu hangi akıl düşündü, bilmiyoruz

Ordu Büyükşehir Belediyesi tarafından sel sonrası Tasbaşı mahallesi sahil güzergahında başlatılan düzenleme içinde yürüyüş yoluna görsel duvarı kondurdu. Ordu Çevre Derneği Yönetim kurulu, “Görsellik bu değil” diyerek duvarın anlamsızlığına işaret etti.

Ordu Çevre Derneği Yönetim Kurulu adına yapılan açıklamada, “Ordu sahillerinin betonlaştırılmasına hep karşı çıktık. Ancak her zaman dediğimizi bir kez daha vurgulayalim ki, OBB yoneticileri betonu çok seviyorlar” denildi. Açıklamada ayrıca şunlar aktarıldı:

“Ordu Büyüksehir Belediyesi Başkanı Hilmi Güler‘e yaptığımız bir görüşmede kordon boyunda yeşillendirme yapılmasının gerekliliğini söylemiştik. Ancak görsel panosu olarak düşünülen anlamsız kütle sahil görüntüsünü bozmaktadır. Bunu hangi akıl düşündü bilmiyoruz. Sanatsal görseller için daha uygun panolar yapılabilir. Sahilde kale duvarını andıran bu kütle kaldırılmalıdır. Beton kütle sanatın önüne geçer, sanatı öldurür.”

İklim krizi: İspanya’nın en büyük buzulu Aneto gelecek 10 içinde yok olabilir

İspanya ile Fransa arasındaki Pirene Dağlarında yer alan en büyük buzul Aneto‘nun yüksek sıcaklıklardan dolayı gelecek 10 yıl içerisinde eriyebileceği tahmin ediliyor.

El Pais‘in haberine göre, Pirene Ekoloji Enstitüsü‘nden bir grup araştırmacı, ülkenin en büyük buzulu Aneto’nun zemininde kurum, bakteri ve kaya parçacıkları içeren oluşumlar buldu.

Söz konusu siyah mukoza oluşumlarının Güneş‘ten gelen ısıyı hapsedip buzulların erimesini hızlandırdığı belirlendi.

Araştırmacı Nacho Lopez-Moreno ve ekibi, yer radarı (GPR) kullanarak buzulun kalınlığını ölçtü.

‣ İklim krizi: Buzullar on yılda üç milyar ton kütle kaybına uğradı
‣ Önlem almak da yetmeyecek: Dünya Mirası buzulların üçte biri 30 yıl içinde yok olacak
‣ Araştırma: Kuzey Kutbu’nun buzulları 2040’a kadar yazları yok olabilir
‣ Afrika’daki buzullar iklim değişikliği nedeniyle tehlikede

Buzul, 42 yılda 30 metre eridi

Araştırmada, 1981’den günümüze Aneto’nun erime hızının üç katına çıktığı hesaplandı. Sadece 2022 yılında 3 metre, toplamda ise 30 metre kalınlığında eriyen buzulda yüzde 64’lük kütle kaybı olduğu saptandı.

Araştırmacılar, Pireneler’de 1850’de sayıları 52 olan buzulların 2020’de sadece 21’inin kaldığını açıkladı. Kalan buzulların ise yüzey alanlarının neredeyse yüzde 90’ını kaybettiği belirtildi.

“Buzul, son yıllarda her yıl 1,5 metre kaybediyor. Ortalama kalınlığının 11 metre olduğunu varsayarsak, buzul uzun süre dayanabilecek durumda değil.” diyen Lopez-Moreno, Aneto Buzulu’nun 10 yıl içerisinde yok olabileceğini söyledi.

İspanya’da bu yaz yaşanan üçüncü sıcak dalgasında en yüksek hava sıcaklıklarında rekor kırılmıştı.

İspanya Meteoroloji Enstitüsü (AEMET), 1928 yılından bu yana kayıt altına alınan verilere göre, Girona kentinin Figueres ilçesinde 18 Temmuz’da ölçülen 45,4°C ile hava sıcaklığı rekoru kırıldığını açıklamıştı.

‣ Cilo Fest bitti, çöpler ve tuvalet atıkları milyonlarca yıllık buzulların üzerinde bırakıldı
‣ Kara buzulları neden önemli? Cilo’nun kalbi eriyor
‣ Kaçkar’da buzullar eriyor, dağcılar rota değiştirdi
‣ ‘Ölen’ buzula veda