Ana Sayfa Blog Sayfa 397

Yunanistan’dan sonra Azmak Koyu’nda havlu hareketi: Tüm kıyılar halkındır

İzmir’e bağlı Çeşme ilçesinde Azmak koyu için çevre örgütleri “Havlunu al da gel toplantımıza katıl” diyerek 12 Ağustos Cumartesi, saat 15:00 için bir çağrıda bulundu. Vatandaşlar ücretsiz deniz kadar temiz deniz suyunun da bir hak olduğunu belirterek dayanışmaya çağırdı.

Güdüder Gücücek Koyu Koruma Derneği, Gülder – Güzelbahçe Kültür Çevre ve Güzelleştirme Derneği, İzmir Yaşam Alanları, Çeşme Çevre Platformu ve
Yarımada Talanına Dur Platformu tarafından yapılan açık çağrıda şu ifadelere yer verildi:

“Türkiye’de tüm deniz kıyısı, koylar, plajlar beach klüpleri, oteller, siteler, işgalcilerin malı değil, halka aittir. Deniz ve plajlar halkındır… Halkın demize erişimine yasak konulamaz, giriş parası alınamaz. Kıyılarımızın ve plajlarımızın, hükümetler ve belediyelerin göz yumması ile başta otel, beach-kulüp sermayesi olmak üzere özel işletmeler tarafından işgaline karşı duruyoruz.”

‣’Havlu hareketi’nden ‘şezlong avı’na

Gerçek olanın tüm kıyıların halka ait olduğu gerçeği olduğunun belirtildiği açıklamada “Özellikle otel sermayesinin halka haram ettiği tüm plajların denetim görevi belediyelerdedir. Ancak plajlara erişim ve plaj hizmetlerinin ücretleri konusunda belediyeler, resmî kurumlar denetim yapmamakta, plajların halka haram edilmesine çanak tutmaktadırlar” denildi ve şunlar aktarıldı:

“Belediyeler ve resmî kurumlar hem yeni plaj kazandırmalı hem de sermayenin çöktüğü plajlarda halkın hakkını korumalıdırlar!”

‘İmara uygun değil’ denilen Dikmece’ye nasıl TOKİ yapılır?

Haber: Burcu ÖZKAYA GÜNAYDIN

*

Hatay’ın Antakya ilçesine bağlı Dikmece mahallesi bugünlerde adını sıkça duyduğumuz bir mahalle- köy. 31 Temmuz’da kamulaştırılan arazilere iş makineleri girmesini protesto eden Dikmeceliler, kolluk kuvvetlerinin müdahalesiyle gözaltına alındı. 31 Temmuz’dan sonra Dikmeceliler toplanarak yaşam nöbeti tutmaya başladı. CHP ve HDP’li milletvekillerinin ziyaret ederek, destek verdiği Dikmece’de halk tek bir şey istiyor o da dedelerinden kalan toprakların, zeytinliklerin yok olmaması.

Antakya’nın dağlık- yüksek bölgesinde yer alan şuan 5 bin kişinin yaşadığı Dikmece mahallesine, eskilerden beri Arapça “Tillit Ahmar” yani “Kırmızı Tepe” de deniliyor.

Dikmeceliler ev yapamadığı için göç etti

Dikmece direnişçisi Hasan Özgül, Dikmece’ye yıllardan beri “imara elverişli değildir” gerekçesiyle imar izni verilmediğini, imar izni verilmeyen bir bölgede toplu konut yapılacağına dikkat çekti. Bu bölgede imar izni verilmediği için insanların barınma için konut yapamamasından kaynaklı zamanında göç ettiğini vurgulayan Özgül, “Güzelburç, Serinyol, Kuzeytepe, Mersin’in Kazanlı ilçesi göç eden Dikmecelilerden oluşuyor. Dikmece mahallesinin nüfusu 22 bin, ikametgahı Dikmece’de olanların sayısı ise beş bini geçmez. Dikmece’de tarım toprakları, zeytinlikler de bölüştürülmedi. Büyük bloklar halinde. Misal 40 dönüm 20 kişiye ait” diye konuştu.

Köylülerden bazılarına kaç dönüm zeytinliği olduğunu sorduğumuzda “70 dönüm ama 35 kişiyiz”, “40 dönüm ama 20 kişiyiz” cevabını verdiler.

7500 dönüm zeytinlik var

Dikmece mahallesi üç bölgeden oluşuyor. Yukarı Dikmece, Çiftlik mahallesi, Kuyucak mahallesi. En kalabalık nüfusa Çiftlik mahallesi sahip.

Yukarı Dikmece zeytin ağaçlarının olduğu mahalle, Kuyucak mahallesi Antakya-İskenderun yoluna yakın. Bu mahalle depremde yüzde 80 yıkıldı. Kamulaştırılan alan içinde bu mahalle de var.

Şu an kepçeler Yukarı Dikmece’de zeytinlik alanlarında çalışma yapıyor. Bu alandaki zeytinlikler 300-400 yıllık zeytinlikler ve alanı çok geniş. Dikmece’de 7500 dönüm alan zeytinlik var. Bir de tepelerde Derince denilen özel bir cins zeytin var. Hem yağı hem kendi çok kıymetli. İstimlakla beraber bu zeytinlikler de yok olacak.

İstimlak edilen köylerin Alevi köyleri olduğunu, bu durumda da akıllara demografik değişimin geldiğine vurgu yapan Hasan Özgül, bu konudaki kaygılarını şu sözlerle dile getirdi:

“Gülderen, Oğlakören, Dikmece aynı hizada yer alıyor. Gülderen ve Dikmece Alevi köyleri. Oğlakören Sünni köyü. Güldüren ve Dikmece’de kamulaştırma var, Oğlakören’de ise tapulu arazilere dokunulmuyor. Köyün üst tarafında hazine arazisi kullanılacak. Ayrıca Dikmece halkına o bölgeye yapılacak evlerden verilmeyecek. Araziler için ödeme yapılacak. Yani köy boşaltılmış olacak. Bütün hepsini düşününce demografik yapının değişimi konusu bizi endişelendiriyor.”

‘Hazine arazisi varken neden tapulu arazi’

Mahallelilerden Çiğdem Olgar, bu zeytinliklerin dedelerinden kaldığını, çok emek verdiklerini ne olursa olsun kestirmeyeceklerini söyledi. Olgar’a tebligat ve bilgilendirme gelmedi, kamulaştırmayı arazilerine iş makinelerinin girmesiyle öğrendiğini söyledi.

Dikmeceliler, köyün üst tarafında kamulaştırma olacağını duyuyor fakat bölge hazine arazisi olduğu için itiraz etmiyorlar. Olgar, köyün üst tarafında bunca boş arazi varken neden kendi tapulu arazilerinin gittiğini sordu.

Dikmece halkını geçim kaynağı tarım ve zeytincilik. Tarım toprakları ve zeytinlikler giderse köyde zorunlu göç süreci de başlamış olacak. Topraklarından çıkmak istemediğinin altını çizen Olgar, “Zeytinlikler geçim kaynağımız. Köyde çam ağaçları da var. Temiz hava. Hepsi gidecek, ağaç nefestir, yazık değil mi nefesimizi kesiyorsunuz? Annem bile bu zeytinliklerde çalışmış. Dedem de annemde anlatırdı, köyde bir arazimiz var her yeri taştı. Taşları sırtımızda taşıdık, tarım toprağı yaptık yazık değil mi?” dedi.

Bir haftadır direnişte olduklarını, ne olursa olsun vazgeçmeyeceklerinin belirten Sertap Olgar, kimseyle sorunları olmadığının altını çizerek, Gülderen, Dikmece gibi Alevi köylerinin kamulaştırılmasının tesadüf olmadığı düşüncesinde. Kendilerinin de depremzede olduğunu, çadırda kaldıklarını kaydeden Sertap Olgar, zorla çıkarmayı kabul etmediklerini, bu sorun çözülene dek eyleme devam edeceklerini söyledi.

Ak Parti Milletvekili Yayman: Hata varsa düzeltilir

Dikmeceliler geçtiğimiz günlerde meclise giderek, konuya dair AK Parti Hatay Milletvekili Hüseyin Yayman ile görüştü.

Görüşmede Yayman’ın “Bir hata varsa düzeltilir” dediğini, yanlarında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nı aradığını aktaran Dikmece direnişçisi Hasan Özgül, “Bakan önümüzdeki hafta bir heyet oluşturarak, bölgeye bir ziyaret yapacak. Biz de heyet gelene kadar iş makinelerinin çalışmasının durdurulmasını istedik. Bakan ona da “tamam” dedi. Fakat bugün makineler çalışmaya devam ediyor. Biz provokasyon derdinde değiliz. Sorun çözülsün istiyoruz. Önümüzdeki hafta heyetle beraber gezip detaylı anlatacağız. Ne olur bilmiyoruz” şeklinde konuştu.

31 Temmuz’da yaptıkları kolluk kuvvetlerinin müdahalesiyle mahallelinin gözaltına alındığı eylemden önce zeytinliklerde iki kişi tarafından yangın çıkarıldığını söyleyen Özgül, o gün olanları da şu sözlerle aktardı:

“Eylemden önce mahalleli İstanbul plakalı bir araçtan inen iki kişinin zeytinlikleri tutuşturduğunu gördü. Plakayı aldılar. 112’yi aradık, resmi ihbarda bulunduk. İhbarımız kayıt altında. Kendi çabamızla de zeytinlikleri söndürdük. Ertesi gün eylemde TOMA’ların yanında aynı plaka aracı ve zeytinlikleri yakan iki kişiyi mahalleli tanıdı. Orada mahalleli bunu söyleyince jandarma üstlerine yürüdü. Ardından Karaali’de yangın, iki gün önce Serinyol mesire alanında yangın çıktı. Bunlar olağan durumlar değil.”

İhale 15 Mayıs, yasa 15 Temmuz’da

Kamulaştırma 15 Mayıs’ta ihaleye verildi fakat deprem bölgesinde kamu yararı için zeytinliklerin imara açılmasına dair yasa 15 Temmuz’da meclisten geçti. Olayın mahkemeye yansıması durumunda mahalleli olarak davayı kazanma şanslarının yüksek olduğunun altını çizen Hasan Özgül, tebligatlar gelmeden mahalle halkının dava açamadığını, tebligatları da göndermeyerek, işi hızlıca bitirme gibi bir durum yaşandığını belirtti.

Öte yandan Antakya’da yapılacak TOKİ konutlarının ihalesini, 2014 yılında Erzurum Palandöken’de inşa ettiği kayak pisti çöken Sarıdağlar İnşaat aldı.

Ağustos’ta depremin altıncı ayı ve toprakları için yürüyen Dikmeceliler, depremden sonra her eylemde atılan o sloganı attı “Ma rihna nihna hon” gitmedik buradayız… –  Fotoğraf: Burcu Özkaya Günaydın

 

Kömür ve gaz kurulu gücünü artırmayı planlayan Türkiye karbon nötr hedefine nasıl ulaşabilir?

Yeniköy ve Kemerköy Termik Santrali‘ne yakıt sağlamak gerekçesiyle Akbelen Ormanı‘nda yapılan ağaç kesimi, Türkiye‘de fosil yakıtların enerji üretimindeki payını yeniden gündeme getirdi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hafta başında kabine toplantısından sonra yaptığı açıklamada “Güney Ege‘de kullanılan elektriğin neredeyse üçte ikisini üreten Kemerköy Termik Santrali ülkemiz için milli bir değer konumundadır” dedi ve ekledi: “Almanya ve Fransa başta olmak üzere hiçbir yerde elektrik üretimi için kömür üretimi artışı sorun teşkil etmezken ülkemizde yürütülen kampanyaları ağaç sevgisi ve çevre hassasiyeti ile izah edemeyeceğimiz bir gerçektir.”

Türkiye’de enerji tüketiminin yüzde 83’ünü petrol, gaz ve kömürün yer aldığı fosil yakıtlar oluşturuyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı‘nın 2022 yılı sonunda yayımladığı “Ulusal Enerji Planı 2022“ye göre de 2023-2035 döneminde özellikle elektrik alt sektöründe fosil yakıtların ağırlığı artacak.

2053’te karbon nötr hedefi

Öte yandan Türkiye’nin 2021’de onayladığı Paris İklim Anlaşması‘na göre 2053’te karbon nötr hale gelmesi gerekiyor. Peki kömür yakıtlı santrallerle bu taahhüdün yerine getirilmesi mümkün mü?

Enerji uzmanlarına göre Paris İklim Anlaşması kapsamında Türkiye’nin verdiği taahhüdün söylemden eyleme dönüşebilmesi için enerji verimliliği politikalarında köklü değişikliklerin yapılması ve rüzgar ve güneş enerjisinden daha fazla faydalanılması şart.

Kömür ve doğal gaz kurulu gücü artacak

DW Türkçe‘den Pelin Ünker‘in aktardığına göre, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Makina Mühendisleri Odası (MMO) Enerji Çalışma Grubu Başkanı Oğuz Türkyılmaz, “Ulusal Enerji Planı 2022″nin Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının fosil yakıtlardan vazgeçmeye niyeti olmadığının belgesi olduğunu söylüyor.

Geçen yıl 1,3 GW kurulu gücünde yeni bir ithal kömür santralinin devreye alındığına işaret eden Türkyılmaz, “Plana göre 2030 yılına kadar 1,7 GW yerli kömür santralının sisteme dahil olması, 2030 ve 2035 yılları arasında ise 1,5 GW daha kömür kurulu gücünün devreye alınması (ve sadece 0,7 GW kömürlü santralın devreden çıkması) öngörülüyor. Böylece, 2023-2035 döneminde, 3,2 GW kömür yakıtlı santral daha kurularak kömüre dayalı kurulu gücü azaltmak bir yana yüzde 11,4 artırmak isteniyor” diye konuşuyor.

Doğalgaz yakıtlı elektrik üretiminde de 2030 yılına kadar halen lisans almış veya başvuru süreçleri devam eden 2,4 GW kurulu gücün devreye gireceğini ve “kesintili yenilenebilir enerji santrallerinin sistemde oluşturabileceği dengesizliğin yönetilebilmesi ve enerji arz güvenliğinin korunması” gerekçesi ile 2035 yılına kadar toplam 10 GW yeni gaz kombine çevrim santrali yatırımı yapılacağını vurgulayan Türkyılmaz’a göre bu da gaz yakıtlı santral kurulu gücünde yüzde 40 artış anlamına geliyor.

Santrallerde âtıl kapasite sorunu

Öte yandan plana göre 2035 yılında 24,3 GW kömürlü ve 35,5 GW gazlı olmak üzere 56,8 GW termik santral ile 173,7 TWh üretim öngörüldüğüne dikkat çeken Türkyılmaz, “Halbuki 2021’de termik santralların toplam kurulu gücü 46 GW olup, 214,8 TWh üretim yaptılar. Plan termik santralların düşük kapasitede çalıştırılacağını söylüyor” diye ekliyor.

Enerji uzmanı Necdet Pamir ise Türkiye’de elektrikte kurulu gücün, 2022 yılı sonunda 103,809 MW olarak gerçekleştiğini belirterek 2004 ile 2022 arasında termik santrallerin kurulu gücünün 2,9 kat artarken üretimlerinin sadece 2 kat arttığına işaret ediyor. Yenilenebilir kaynaklara dayalı enerji santralleri için de benzer bir durum olduğunu söyleyen Pamir, burada da kurulu gücün 4,6 kat, üretimin 4 kat arttığını vurgulayarak ekliyor: “Buna göre santrallerde kayda değer bir âtıl kapasite oluştuğu görülüyor. Bu da planlama anlayışından kopulduğunu, sektörün sadece özelleştirme odaklı dönüştürüldüğünü gösteriyor” diyor.

Pamir’in verdiği bilgiye göre 2004-2022 yılları arasında kamuya ait Elektrik Üretim A.Ş. santrallerinin toplam üretimdeki payı yüzde 14,2’ye gerilerken özel şirketlerin payı yüzde 81’e yükseldi.

“Kurulu güç veri tabanı çok ciddi bir incelemeye tabi tutulmalı” diyen Pamir, çalışması mümkün görülmeyen ve ciddi bir iyileştirme/yenileme yatırımı olmaksızın devreye giremeyecek tesislerin belirlenip üretim lisanslarının iptal edilmesi gerektiğini vurguluyor.

Türkiye’nin 2022 elektrik üretiminin yüzde 22,2’sinin neredeyse tamamen ithal edilen gazdan karşılandığına dikkat çeken Pamir, doğal gazı sırasıyla yüzde 20,9 ile taş kömürü-asfaltit-ithal kömür grubu, yüzde 20,6 ile hidroelektrik, yüzde 18,8 ile jeotermal-güneş-rüzgar, yüzde 13,7 ile linyit ve yüzde 1 ile biyokütle ile fuel oilin izlediğini aktarıyor.

Yenilenebilir enerji ne durumda?

Enerji uzmanlarına göre Türkiye’de “enerjide dönüşüm” söylemlerine karşın yenilenebilir enerji potansiyelinin halen çok küçük bir kısmı kullanılırken, bu alandaki hedefler de potansiyelin oldukça altında kalıyor.

Oğuz Türkyılmaz, Enerji Bakanlığı’nın hazırladığı plana göre karasal rüzgar enerjisi santrallerinin (RES) kurulu gücünün, 2035’e kadar yıllık yaklaşık 1,000 MW yeni kapasite tesisi ile 24,6 GW’a ulaşmasının hedeflendiğini belirterek “Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği‘nin (TÜREB) her yıl asgari 1,500 MW yeni kapasite tesis edilmesi gerekir görüşü dikkate alınmıyor. Bu tempo ile yola koyulunca, 2035’te karasal RES potansiyelinin ancak yarısı değerlendirilecek. Deniz üstü RES’te ise önümüzdeki 13 yılda 5,000 MW kurulu güç hedefi, 75-80 GW tahmin edilen kapasitenin yalnız yüzde altısıdır” bilgisini veriyor.

Rüzgardaki düşük hedeflere kıyasla, güneş enerjisi santrallerinin (GES) kurulu gücünün 2022’ye göre yılda yaklaşık 3,344 MW ilave ile 52,9 GW’a çıkarılması öngörüsünün ise planın görece olumlu unsuru olduğunu ifade eden Türkyılmaz, buna karşın GES için 2035 hedefinin potansiyelin yalnızca beşte biri olduğuna vurgu yapıyor.

Türkyılmaz ayrıca, iktidarın 4,8 GW kurulu güçte Akkuyu Nükleer Güç Santralı‘na ek olarak, 2035’e kadar 2,4 GW nükleer gücü daha devreye almayı planladığını söylüyor.

Enerji Bakanlığı’na göre net sıfır karbon salımının hedeflendiği ilan edilen 2053 yılında yenilenebilir kaynakların payının yüzde 50, nükleer enerjinin payının yüzde 29,3, fosil yakıtların payının yüzde 20,8 olacağının öngörüldüğünü aktaran Türkyılmaz, “Bu ve benzeri bilgilerden yola çıkarak yapılan hesaplamalar, 2053 yılına kadar 42 GW kapasitede nükleer güç santralları (NGS) kurulmasının hedeflendiğine işaret ediyor. Oysa NGS toplam kurulu gücünün 2053’e kadar Akkuyu NGS’nin 8,8 katına çıkarılması ve bu amaçla, ülkenin her bir yanına yeni nükleer santrallar kurma tutkusu, ülkemizi büyük felaketlerle karşı karşıya bırakabilir” uyarısı yapıyor.

‘Doğa tahribatı son bulmalı’

Türkiye’nin güneş enerjisi potansiyelinin yalnızca yüzde 3’ünü değerlendirdiğini aktaran Necdet Pamir de denizlerde kurulabilecek RES’lerde ise henüz adım atılmadığını söylüyor. Türkiye’nin karbonsuzlaşma hedefi doğrultusunda öncelikli olarak yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmesi gerektiğini belirten Pamir, enerji üretim tesislerin kamusal bir planlama anlayışı içinde kurulmasının da önemine dikkat çekiyor.

Deniz üstü RES’lerle ilgili tüm kesimlerin katılımıyla bir yol haritası hazırlanması gerektiğini dile getiren Pamir’e göre karasal GES’ler ve RES’ler de verimli arazilere, yeşil alanlara, ormanlara değil, bu kaynak potansiyellerinin olduğu çorak tepelere kurulmalı.

Doğanın tahrip edilmesine, flora ve fauna kaybına yol açabilecek yanlış uygulamaların sona ermesi gerektiğine vurgu yapan Pamir, “Enerji projelerine ilişkin yatırım kararlarında ilgili projelerin topluma fayda ve maliyetlerini değerlendiren Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED), Sosyal Etki Değerlendirme, Sağlık Etki Değerlendirme, Ekonomik Fayda Maliyet Analizi, Sosyal Analiz, Sosyo-kültürel Analiz, Bölgesel Analiz gibi nesnel, somut ve ölçülebilir kriterler esas alınmalı” diye konuşuyor.

‘Körfez ülkeleriyle iş birliği net değil’

Öte yandan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Körfez ziyareti sonrası Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri‘nin (BAE) Türkiye ile yenilenebilir enerji projeleri geliştirmek istediklerini belirtmiş, maddi olarak miktarı netleşmese de Türkiye’nin enerji sektöründe Körfez ülkeleri ile önemli bir iş birliği gerçekleştirmeyi hedeflediğini ve 4-5 bin megavatlık yenilenebilir enerji projelerine ilgi duyulduğunu ifade etmişti.

Ancak enerji uzmanları, Körfez ülkeleriyle yenilenebilir enerji projelerinde iş birliğine dair ortaya konan somut bir projenin henüz bulunmadığını vurguluyor.

Necdet Pamir, BAE ve Suudi Arabistan’ın enerji tüketiminde yenilenebilir enerjinin ihmal edilebilir oranda olduğuna, ayrıca kendi teknolojilerinin bulunmadığına dikkat çekiyor.

Dünya genelinde fosil yakıtların payı yüksek

Türkiye olduğu gibi dünyada da fosil yakıtların kullanımı yenilenebilir enerji kaynaklarının üzerinde bulunuyor.

TMMOB’un Türkiye’nin Enerji Görünümü Sunumu‘na göre 2021 yılı itibarıyla dünyanın birincil enerji arzında fosil yakıtların payı petrol, kömür ve doğal gazla yüzde 79,4’ e varırken, bu rakama geleneksel biyoyakıtlar eklendiğinde fosil yakıtların payı yüzde 83,9’u buluyor. Yenilenebilir kaynakların payı ise yüzde 11,9’da kalıyor.

Paris İklim Anlaşması’na göre iklim kaynaklı sorunların yakıcı etkilerini azaltmak için sıcaklık artışının 2050 yılında en fazla 1,5 derece ile sınırlandırılması hedefleniyor. Bunun için ise sera gazı emisyonunun 2030’a kadar yüzde 45 azaltılması ve 2050’de de “net sıfır” hedefine ulaşılması gerekiyor.

Ancak Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), anlaşmaya taraf ülkelerin verdiği taahhütleri yerine getirmesi halinde bile fosil yakıtların tüketimindeki azalmaların çok sınırlı olacağına işaret ediyor.

UEA’nın 2021 raporunda yer alan tahminlere göre dünyanın birincil enerji arzında yenilenebilir enerjinin payı, 2050’de açıklanan politikaların sürdürülmesi halinde ancak yüzde 29’a, duyurulan taahhütlerin yerine getirilmesi halinde yüzde 51’e çıkacak. Net sıfır salım hedefine ulaşılması durumunda ise yüzde 70’lik payla ağırlık yenilenebilir enerji kaynaklarında olacak.

Ülkelerin kömürden çıkış planları

Paris İklim Anlaşması’na göre Macaristan, İtalya ve İrlanda‘nın 2025; Birleşik Krallık‘ın 2024; Fransa ve Avusturya‘nın bu yıl kömürden çıkması gerekiyor.

2030 yılına kadar aşamalı olarak kömürden çıkacak Avrupa ülkeleri Kuzey Makedonya (2027), Danimarka (2028), Finlandiya (2029 ortası), Hollanda (2029 sonu), Slovakya (2030), İspanya (2030), Romanya (2030), Yunanistan (2028); 2030’dan sonra kömürden çıkacak Avrupa ülkeleri: Karadağ (2035), Hırvatistan (2033), Bulgaristan (2038-2040), Slovenya (2033), Çekya (2033), Almanya (2038) diye sıralanıyor.

Belçika, İsveç ve Portekiz kömürsüz Avrupa ülkelerini oluştururken Kosova, Bosna Hersek, Polonya, Sırbistan ve Türkiye kömürden çıkış kararı almadı.

Avrupa’da da kömür kullanımı arttı

Öte yandan Paris İklim Anlaşması’na uyum konusunda Avrupa Birliği ülkelerinde de problemler yaşanıyor. RusyaUkrayna arasında devam eden çatışmalarla derinleşen enerji krizi nedeniyle Avrupa Birliği’nin kömür kullanımı 2022 yılında artış gösterdi.

Uluslararası Enerji Ajansı tarafından yayımlanan Kömür 2022 başlıklı rapor, 2022’de küresel tüketiminin önceki yıla kıyasla yüzde 1,2 artarken, AB’deki artışın yüzde 6,5’i bulduğunu gösterdi.

Rapora göre, AB ülkelerinde 2021’de 449 milyon ton olan kömür tüketimi, 2022 yılında 478 milyon tona ulaştı. Bu yükselişte, Rusya’dan sağlanan uygun fiyatlı gaz tedarikinde yaşanan kesinti ve kısıtlamalar nedeniyle elektrik üretiminde kullanılan kömür talebinin artması etkili oldu.

AB ülkelerinde mevcut kömür madenlerindeki üretim artırılırken, Birleşik Krallık ve Polonya’nın da aralarında bulunduğu bazı ülkeler yeni kömür madeni projelerine başladı. Birçok Avrupa ülkesi, kömürle çalışan elektrik santrallerinin ömrünü uzatma, kapatılan santralleri yeniden devreye alma ve mevcut üretimleri artırma yönünde adımlar attı.

Fransa’da ilkbaharda kapatılan Saint-Avold kentindeki kömür santralinde yeniden elektrik üretimine başlandı. Almanya’da Aşağı Saksonya eyaletindeki kömürlü elektrik santraline nisan ayına kadar tekrar faaliyete geçmesi için acil durum izni verilirken, kapatılması planlanan bazı santrallerin ömrü uzatıldı. Böylelikle Almanya, 6 gigavatsaat üzerinde üretim kapasitesi bulunan kömür santrallerini acil durum rezervi olarak hazırda bekletme kararı aldı.

Almaya’da ‘linyit köyü’nde direniş

Almanya’da kömür üretimi kısa vadede artırılırken kabine, 2038’de kömürden çıkış hedefini öne çekerek geçen yıl kasım ayında batıdaki Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde 2030 yılına kadar kömürden çıkışın hızlandırılmasını onayladı.

Ancak Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde “linyit köyü” olarak bilinen Lützerath‘taki kömür madenine karşı köylülerin yaklaşık üç yıldır süren direnişi bu yılın başında polis müdahalesi ile son buldu. Enerji şirketi RWE‘nin linyit kömürü çıkarılan sahayı genişletme kararı üzerine, Mönchengladbach kenti yakınlarındaki maden bölgesinde ağaçların tepelerine kurdukları baraka evlerde yaşayan çevreciler, bölgedeki maden ocağının genişletilmesi yerine kapatılması gerektiğine dikkat çekiyordu. Çevre aktivistleri bu yılın başında köyde maden sahalarının genişletilmemesi ve mevcut sahaların kapatılması talebiyle yaklaşık 35 bin kişinin katılımıyla bir gösteri düzenlemiş ve polisin sert müdahalesiyle karşılaşmıştı. Gösteriler sırasında İsveçli çevre aktivisti Greta Thunberg de gözaltına alındı. Alman polisi Lützerath’ın tamamen boşaltıldığını bildirdi.

İklim aktivisti Greta Thunberg, Lützerath’den polis zoruyla uzaklaştırıldı
Rapor: Kimsenin işsiz kalmadığı bir ‘kömürden çıkış’ mümkün
2030’da kömürden çıkış 102 bin hayatı kurtaracak
Erdoğan iklim sözlerinden çark etti: Türkiye’nin kömür gerçekleri
IEA: Geçici talep artışına rağmen kömür üretimi azalacak

Karadeniz’de yaşam, kirlilik, avcılık ve yabancı türlerin tehdidi altında

Uzmanlar kirlilik, ısınma ve istilacı türlerin artışı ve aşırı avlanmanın Karadeniz ekosistemini ve denizdeki canlı türlerini tehdit ettiği ve radikal kararlar alınması gerektiği uyarısında bulundu.

AA’dan Gülseli Kenarlı‘nın aktardığına göre; İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Hidrobiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cem Dalyan, denizin dibindeki oksijen sülfür yapısının ve “Akdenizleşme” eğilimlerinin en büyük sorun olduğunu söyledi.

Tuzluluk ve sıcaklık değerleri benzediği için bazı türlerin Kızıldeniz’den Doğu Akdeniz’e göç ettiğini anlatan Dalyan, “Karadeniz binde 22-23 tuzluluk oranı ve soğuk suyuyla Doğu Akdeniz’den tamamen farklılık göstermesine rağmen balon balığı gibi bir Kızıldeniz göçmeni tür, Sinop kıyılarına kadar geldi. Bildiğimiz düzeni bozan bu durumun büyük bir hızla devam edeceğini düşünüyoruz çünkü yeni yeni türler yakalanmaya devam ediyor” diye konuştu.

İklim krizi: Karadeniz’de ısınma derinlere ulaşmaya başladı 
Fotoğraf: Mahmut Serdar Alakuş – AA

Kızıldeniz’in binde 41, Doğu Akdeniz binde 39 tuzluluğa sahip olduğunu, Karadeniz’in yabancı türlere ne kadar açık olduğunu zamanla göreceklerini kaydeden Dalyan, bu noktada deniz suyu sıcaklığının öneminin altını çizdi.

Dalyan, balon balığı gibi yabancı türlerin Karadeniz’e verdiği zararlar hakkında şunları aktardı:

“Denizde ‘komünite yapısı’ dediğimiz bir kavram var. Bir ekosistemde yaşayan türler binlerce yılda topluluk halinde kendini korur. Oraya gelen herhangi bir tür ile bunun yapısı bozulabiliyor ve bozulduğu zaman bütün ekosistemi etkileyen bir yapı oluşuyor. Yabancı türlerin en büyük etkisi tür topluluğunun yapısını bozmaktır, bu yüzden tür topluluğu yapısını korumamız bizim için çok önemli. Ekosistemde oluşacak herhangi bir değişiklik tür topluluğu yapısını bozarak balıkçılığa ciddi zarar verecektir. Sadece Karadeniz’de alınacak önlemler yetersiz kalacaktır, olayın hızını bile azaltamayız. Yaşam biçimimizi değiştirmemiz, doğayla uyumlu yaşamaya başlamamız gerekiyor. Deniz koruma alanları iklim değişikliğinin etkisini azaltmada önemli araçlar olarak görülüyor ama Karadeniz’de hiç deniz koruma alanımız yok.”

‘Yarım derecelik artış, çok ciddi sorunlar yaratıyor’

Ordu Üniversitesi Fatsa Deniz Bilimleri Fakültesi Balıkçılık Teknolojisi Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Aydın, deniz suyundaki ısınmanın canlıların üreme dönemlerini etkilediğine dikkati çekti.

Aydın, “Bir canlı su sıcaklığı 20 dereceye çıkınca ürer, bu da nisan ayına karşılık gelir. Bu sıcaklık seviyesi mart ayında olursa canlı da bu zamanda ürer ve yumurtalar açılmaz, larvalar yumurtadan çıktıktan sonra etrafından besleneceği yem olmaz ya da düşmanları orada olur. Bu durum canlının tamamen yok olmasına neden olur” dedi.

Deniz suyu sıcaklığındaki yarım derecelik artışın ekosistemde çok ciddi etkiler yarattığını, bunun yanında kirletici unsurlar gelince sistemin tamamen çökme eğilimine girdiğini belirten Aydın, Karadeniz’deki artan su sıcaklığının akuakültür yoluyla üretilen somonları tehdit ettiğini bildirdi.

Karadeniz’de yüzey suyu sıcaklığı son 60 yılda 2 derece arttı
Okyanus yüzeyi şimdiye dek kaydedilen en yüksek sıcaklığa ulaştı
Küresel Isınma sonucu okyanusların genleşmesi tahmin edilenin ötesinde
İklim krizi nedeniyle okyanusların rengi maviden yeşile dönüyor 

Aydın, “Karadeniz’de haziranın 15’inde Türk somonunun hasat edilmesi gerekiyor çünkü su ısındığı için toplu ölümler gerçekleşiyor. Suyun ısınması gelecek yıllarda mayısın 15’inde olacak ya da nisanda olacak. Bu somonun özelliği 3-4 kilo olmasıdır, nisanda hasat edeceğiniz balıkta bu ağırlığı yakalamanız mümkün değil” ifadelerini kullandı.

Fotoğraf: AA

Karadeniz ekosistemini ayakta tutan türlerin hamsi, istavrit ve çaça olduğunu aktaran Aydın, “Özellikle hamsi miktar olarak da en büyük etkendir, biz 5-6 yıldır insanoğluna yakışmayan düzeyde av baskısı uygulayarak sistemi çökertmek için elimizden geleni yapıyoruz” yorumunu yaptı.

Kalkan balığı avcılığında uygulanan yöntemleri de eleştiren Aydın, bu balık türünün üremek için 3-10 metre derinlikteki sığ bölgelere geldiğine ancak kıyıya yakın kesimlere atılan ağlar nedeniyle üremelerinin engellendiğine işaret etti.

Karadeniz ekosisteminin iyileştirilmesi için bölgedeki bütün ülkelerin bir araya gelmesi gerektiğini vurgulayan Aydın, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bizim kanunlarımız, kurallarımız her şey dört dörtlük ama uygulamada sıkıntılarımız var. Bence kökünden çözmemiz lazım. 1-2 yıl hamsiyi yakalamayacağız, 2 yıl yasaklasak Karadeniz’de ciddi şekilde toparlanma olur. Çöküşün başında değiliz, şu anda çöküşün ortalarının altındayız ve çok radikal kararlar almamız gerekiyor. Deniz bilimlerinde bir balık türünde boy küçülüyorsa, bu, üzerinde çok ciddi bir av baskısı olduğunun ve stoklarının çökme eğiliminde olduğunun net göstergesidir.”

‘Plastik kirliliğinin en yüksek olduğu deniz’

Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Su Ürünleri Temel Bilimler Bölümü Deniz Biyolojisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ülgen Aytan, Karadeniz’in 21 ülkenin drenaj alanını oluşturması nedeniyle çok yüksek miktarda plastiğe maruz kaldığını söyledi.

Avrupa Çevre Ajansı‘nın (EEA) geçen yıl yayınladığı bölgesel denizlerdeki plastik kirliliği raporuna atıfta bulunan Aytan, Karadeniz’in Avrupa bölgesel denizleri içinde plastik kirliliğinin en yüksek deniz olduğu bilgisini paylaştı.

“İrili ufaklı derelerle saatte yüzlerce, bir yağış anında veya sel sonrasında ise binlerce, on binlerce plastik Karadeniz’e giriyor” diyen Aytan, Karadeniz’de mikroskobik canlılardan başlayarak balıklara, omurgasızlara, deniz memelilerine kadar her canlıda çeşitli oranlarda mikroplastiklere rastladıklarına değindi.

Plastikleştirici toksik kimyasalların plastiklerle birlikte canlı bünyesinde birikerek besin zincirine en alt basamaklardan girebildiğini ve bu andan itibaren etkilerinin katlanarak büyüdüğünü anlatan Aytan, şu değerlendirmede bulundu:

“Fotosentez yapmak zorunda olan fitoplankton plastikle ışık rekabetine giriyorlar bu da ekstra bir stres faktörü yaratıyor. Zooplanktonun bünyesinde canlının işlevini yürütememesi anlamına geliyor, büyümesini, üremesini, her türlü yaşamsal faaliyetini etkiliyor. Balığa girdiği andan itibaren, beslenmesine, büyümesine, üremesine etki ediyor, fiziksel olarak sindirim kanalında tıkanmalara neden oluyor ve tokluk hissi nedeniyle beslenmesinin durmasına, ölmesine neden olabiliyor.”

Rapor: Kimsenin işsiz kalmadığı bir ‘kömürden çıkış’ mümkün 

YK Enerji’nin Muğla Milas’taki iki kömürlü termik santrale kömür temin etmek için Akbelen Ormanı’na kesime girmesi 24 Temmuz’dan beri Türkiye’nin gündeminde. Ormanın kömür madeni için yok edilmesi Türkiye’nin elektrik üretiminde kömürün yerini bir kez daha tartışmaya açtı. 

Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFiA) ve Avrupa İklim Eylem Ağı (CAN Europe) tarafından hazırlanan ‘‘Kömüre Dayalı İstihdamdan Çıkış’’ başlıklı ortak raporda, Türkiye’de elektrik üretiminde kömürden çıkışın sektör istihdamında yaratabileceği muhtemel sorunlar ve çözüm önerileri incelendi. 

Raporda, kömür sektörünün toplam istihdam içindeki payının binde 2’den daha az olduğuna dikkat çekilerek, insana yakışır işler için yeşil sektörlere yapılacak yatırımlarla kimsenin işsiz kalmayacağı ortaya konuluyor.

Ayrıca, kömürden adil bir çıkışın sektör çalışanları için mümkün olduğu, hatta belli şartlar sağlandığı takdirde yaşam koşullarını iyileştirme olanağı da içerdiği vurgulanıyor.

kömür
Fotoğraf: Selen Çatalyürekli / CAN Europe / 350

Kömür: Çocuk işçiler, iş kazaları, meslek hastalıkları

Rapordan öne çıkan başlıklar şöyle: 

  • Kömür ve linyit madenciliğinin katma değerinin GSYH içindeki payı yıllar içinde azalarak yüzde 0,08’e kadar düştü.
  • Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine göre Türkiye’de 35 bin kadar kişi kömür ve linyit madenciliği sektöründe, 8-10 bin kişi kömürlü termik santrallerde kayıtlı olarak istihdam ediliyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Hanehalkı İşgücü Anketi verilerine göre ise sektördeki kayıtlı ve kayıt dışı istihdam, toplam istihdamın binde 2’sinden daha az.
  • Türkiye’nin kömür şehri Zonguldak’ta bile istihdamın ancak yüzde 4 ila yüzde 6’sını kömür madenciliği sektörü oluşturuyor.
  • Muğla, Zonguldak, Kahramanmaraş, Manisa ve Çanakkale’yi içine alan beş bölgede bile istihdamın sadece yaklaşık binde 3’ünü kömür madenciliği sektörü oluşturuyor ve sektör en yüksek istihdam sağlayan ilk 10 sektör arasında yer almıyor. 
  • Yüzde 66’sı 25-44 yaş arası olan madencilerin eğitim seviyesi diğer sektörlerden düşük değil. Bu, başka sektörlerde istihdam edilmelerinin mümkün olduğunu gösteriyor.
  • Sektörde çalışanların yüzde 2 kadarının çocuk işçi olabileceği tahmin ediliyor. Çocuk işçilerin durumu, gerek kayıtdışılık gerekse elde ettikleri gelir bakımından Türkiye’deki çocuk işçilerin genelinden daha kötü. 
  • Sektörde iş kazası ve meslek hastalıkları sıklıkla görülüyor. 2020 yılında 8,460 iş kazası gerçekleşti; kömür sektörü çalışan başına iş kazasının en yüksek olduğu sektör. Çalışma koşullarında iyileşme olmadığı gibi koşullar gittikçe kötüleşti, 2008-2019 arasında, iş yeri sayısı azalmasına rağmen iş kazası sayısı yüzde 57 oranında arttı (2008’te 5,728 iş kazası, 2018’de 8,983 iş kazası). İş kazaları nedeniyle istihdam başına iş göremezlik süresi, toplam hastalık olay sayısı ve hastalık nedeniyle geçici iş göremezlik süresinde artış oldu. 

‘Kömür sektöründe çalışanlar başka sektörde istihdam edilebilir’

Avrupa İklim Eylem Ağı Türkiye İklim ve Enerji Politikaları Koordinatörü Özlem Katısöz, raporu değerlendirerek şunları söyledi:

‘‘Raporda da gösterdiğimiz gibi kömür sektörünün Türkiye için ekonomik getirisi son 10 yılda giderek düşüyor ve iddia edildiği gibi kömürden çıkış istihdamda ciddi bir etki oluşturmayacak. Üstelik kömür sektörü, çalışan başına iş kazasının ve taşeronlaşmanın giderek arttığı, ücretlerin düştüğü, kadınları istihdamdan dışlayan, sendikalılık oranlarının gittikçe azaldığı bir sektör. Dolayısıyla, istihdam piyasası açısından bakıldığında, kömürden çıkış yalnızca mümkün değil, aynı zamanda arzu edilen bir gelişme olabilir. Ayrıca, kömür madencilerinin, yaş, eğitim durumu ile sözel ve sayısal becerileri incelendiğinde, bu geçişin zor olmadığını görüyoruz çünkü sektördeki beceri profili, Türkiye geneline yakın. Kimsenin geride kalmadığı adil bir kömürden çıkış için, ihtiyacımız olan, kamu idaresinin kömür sektöründe istihdam edilenlerin başka sektörlere geçişini mümkün kılacak önlemleri almasıdır.’’

‣ Termik santrali işçilerine Akbelen çağrısı: İşçinin yeri toprağı için direnen köylülerin yanıdır!
‣ Rapor: Milaslılar kömür değil, güvenceli ve yeşil istihdam ile adil geçiş istiyor

‘Adil dönüşüm mekanizması kurulabilir’

SEFiA Direktörü Bengisu Özenç, kömürden adil çıkış için kimsenin işsiz kalmaması adına rapordaki önerileri şöyle sıraladı:

‘‘Kömüre verilen teşviklerin iklim hedefleriyle uyumlu yeşil sektörlere kaydırılması ile Türkiye’nin 2053 net sıfır hedefi desteklenebilir ve yeni iş olanakları yaratılabilir. Çalışanların profili çıkartılarak mesleki beceri için eğitim, yönlendirme, erken emeklilik, sosyal yardım programları hazırlanmalı. Tüm paydaşların dahil olduğu adil dönüşüm mekanizması kurularak dünyadaki iyi örnekler ışığında uzun dönemli planlama yapılabilir.’’

İyi bir adil geçiş örneği

Almanya’daki Ruhr Bölgesi, dünya genelinde adil geçiş sürecinin en başarılı yürütüldüğü yerlerden biri olarak kabul ediliyor. 1950’lerin ikinci yarısından itibaren taş kömürü yataklarının verimliliğinin düşmesi, ithal kömürün daha az maliyetli hâle gelmesi, diğer enerji kaynaklarının ucuzlaması ve yeni alternatiflerin ortaya çıkması gibi ekonomik nedenlere bağlı olarak bölgede kömür endüstrisi krize girdi. 

İşçi sendikalarının da dâhil olduğu müzakereler sonucunda bir dizi önlem yürürlüğe konuldu. Almanya Federal Hükümeti’nin 44 yıl boyunca verdiği destek sayesinde iş kayıpları yavaşlatıldı ve zamana yayıldı. Erken emeklilik programları, yeni beceri edindirme ve mesleki eğitim programları yürürlüğe konuldu. Bölgede turizm, bilişim ve yenilenebilir enerji alanlarında yatırımlar yapıldı ve yeni işler yaratıldı. 1950’lerde kömür sektöründeki istihdamın 753 bin kişiyi bulduğu Ruhr’da 2014’e gelindiğinde kömür istihdamı 33 bin düzeyine kadar inerken, bir zamanlar büyük bir kömür bölgesi olan bu yöre kamu otoritelerinin kent ve kalkınma politikaları ile etkili sosyal diyalog mekanizmaları sayesinde yeni bir kimlik edindi ve 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti ilan edilecek kadar büyük bir dönüşümü başardı. 

Yeşil iş nedir?

Uluslararası Çalışma Örgütü, yeşil işleri çevrenin korunmasına ya da çevre kalitesinin arttırılmasına katkı sağlayan işler olarak tanımlıyor.

Yeşil işler, ekosistemler ve biyoçeşitliliğin korunmasında rol oynadığı gibi, enerjinin, suyun ve kullanılan materyallerin de azaltılmasını sağlamakta ve genel anlamda her türlü atık ve kirliliğin oluşumunun en aza indirilmesine yönelik tasarlanmaktadır. Bu tanıma göre, yeşil işlerin, aynı zamanda, insana değer veren, düzgün maaş sağlayan, işçi haklarının yanı sıra, iş sağlığı ve güvenliğini de gözeten ve iyi kariyer imkanları sunan, insana yakışan işler olması beklenmektedir.

‣ Akbelen’den yükselen ‘kömürsüz yaşam’ çağrısına gece baskını!
‣ Kömürsüz bir gelecek için yine ve yeniden: İkizköy direniyor

Yeşil işler ne öneriyor?

Örneğin, Türkiye’de 1 MW enerji üretimi artışı, rüzgar enerjisi üretimi değer zincirinde tam zamanlı istihdamı 6,3 kişi, güneş enerjisi değer zincirinde ise 2,5 kişi artırabilir.

Türkiye’de 2053 net sıfır emisyon vizyonuna uyumlu bir elektrik sektörü dönüşümü 2030’a kadar güneş enerjisinde 71 bin, rüzgar enerjisinde 141 bin ek istihdam yaratabilir.

Kömürün Ötesinde Milas raporuna göre, Milas’ta zeytinin işlenmesi için kurulacak 70 yeni tesisle, kömüre mahkum olmadan zeytine dayalı yerel bir ekonomi kurmak mümkün. 685 kişiyi istihdam edecek bu tesisler için ihtiyaç duyulan yatırım ise, Milas’ta işletmedeki iki kömürlü termik santrale sadece bir yılda verilen teşvik miktarına eşdeğer. Ayrıca, yörede zeytine dayalı bir ekonominin desteklenmesi ile AB coğrafi işaretli Milas zeytinyağının yarattığı değer 4,5 milyon TL’den 60 milyon TL’ye çıkabilir.

‣ Muğla için aktivistler Meclis’te: Termik santrallerin yarattığı kırıma derhal son verilsin!
‣ Kanser teşhisi konulan İkizköylü Yaşar Üstün: Termik santraller yüzünden bu hale düştük
‣ YK Enerji’nin ‘çevreci’ söylemlerine karşı İkizköy’den yanıt: 34 yılda 35 bin erken ölüm

57 ilin valisi değişti: Akbelen’deki ağaç katlini gözeten Muğla Valisi Tavlı, Samsun’a atandı

Bugün (10 Ağustos) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın imzasıyla Resmi Gazete‘de yayımlanan Valiler Kararnamesi ile 57 ilin valisi değişti.

Kararnameye göre Afet ve Acil Durum Yönetimi (AFAD) Başkanı Yunus Sezer Edirne Valisi oldu. Sezer, 11 Eylül 2021 tarihinde AFAD Başkanlığı’na atanmıştı.

İzmir Valisi Yavuz Selim Köşger, Adana Valiliği’ne atandı. Adana Valisi Süleyman Elban ise İzmir Valisi oldu. Erzurum Valisi Veli Okay Memiş‘in yerine Çorum Valisi Mustafa Çiftçi atandı. Vali Memiş, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu, Erzurum mitinginde taşlı saldırıya uğradığı dönemde Erzurum Valisi olarak görev yapıyordu.

Akbelen’de ağaç kesimini gözeten Muğla Valisi Tavlı Samsun’a atandı

Muğla Valisi Orhan Tavlı, Samsun Valiliği’ne atandı. İkizköylüler ve ekoloji aktivistleri, bir süredir Tavlı’nın Akbelen Ormanı‘nda Anayasa‘ya aykırı ve izinsiz ağaç kesimine vasıta olduğu gerekçesiyle görevden alınması için kamuoyu baskısı oluşturuyordu. Tavlı’nın görevine son verilmesi için İçişleri Bakanlığı sisteminde günler içerisinde binlerce imza toplanmıştı.

‘Muğla Valiliği kamuoyunu yanıltıyor: Akbelen’de ekoloji mücadelesi devam ediyor!’
‣ Akbelen Ormanı’ndaki kesim nedeniyle Vali görevi kötüye kullanmaktan şikayet edildi
‣ İkizköylülerden Valiliğin kesim açıklaması hakkında dezenformasyondan soruşturma şikayeti
‣ Kazdağlılardan çağrı: Muğla Valisi Tavlı görevden alınsın!

Hakkari Valisi İdris Akbıyık ise Muğla Valiliği’ne getirildi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Sekreteri Mehmet Ali Kumbuzoğlu Aksaray Valiliği’ne; Aydın Valisi Hüseyin Aksoy Eskişehir Valiliği’ne atandı. Aksaray Valisi Hamza Aydoğdu Erzincan Valiliği’ne, Antalya Valisi Ersin Yazıcı Malatya Valiliği’ne, Malatya Valisi Hulusi Şahin Antalya Valiliği’ne, Düzce Valisi Cevdet Atay Şırnak Valiliği’ne, Manisa Valisi Yaşar Karadeniz Sakarya Valiliği’ne atandı. Mardin Valisi Mahmut Demirtaş, Bursa Valiliği’ne; Tekirdağ Valisi Aziz Yıldırım Trabzon Valiliği’ne getirildi.

Merkeze çekilen valiler ise şöyle:

Muş Valisi İlker Gündüzöz, Nevşehir Valisi İnci Sezer Becel, Çankırı Valisi Abdullah Ayaz, Şanlıurfa Valisi Salih Ayhan, Sakarya Valisi Çetin Oktay Kaldırım, Burdur Valisi Ali Arslantaş, Ordu Valisi Tuncay Sonel, Denizli Valisi Ali Fuat Atik, Zonguldak Valisi Mustafa Tutulmaz, Karabük Valisi Fuat Gürel, Şırnak Valisi Osman Bilgin, Bitlis Valisi Oktay Çağatay, Bingöl Valisi Kadir Ekinci, Ardahan Valisi Hüseyin Öner, Gümüşhane Valisi Kamuran Taşbilek, Bayburt Valisi Cüneyt Epcim.

Adalet nöbetine devam eden Deştinliler çimento fabrikasına geçit vermiyor

Muğla‘nın Yatağan ilçesindeki Deştin ile, Menteşe ilçesindeki Bayır köyleri yakınlarına yapılması istenen entegre çimento fabrikasına karşı verilen mücadelede kapsamında Deştinli halk, bugün (9 Ağustos) Muğla İdare Mahkemesi önündeki adalet nöbetine devam etti.

Deştinliler, Muğla Çimento Sanayi ve Ticaret A.Ş. şirketi tarafından yapılması istenen fabrikaya karşı açtıkları yürütmeyi durdurma davaları kapsamında sunulan bilirkişi heyetlerinin dikkate alınarak projeye verilen ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu’ raporunun iptal edilmesini talep ediyor.

Deştinli ekoloji savunucusu İsmail Şener, Muğla İdare Mahkemesi önünde yapılan basın açıklamasında çimento fabrikası yapımına yönelik ısrarcı sürecin yıllardır süregeldiğine vurgu yaptı.

Şener, ikinci kez bilirkişi raporunda çimento fabrikası için olumsuz görüş bildirildiğini hatırlatarak şunları söyledi:

“Israrla ve inatla, ne şirketler vazgeçiyor ne de biz vazgeçiyoruz; çünkü yaptırmayacağız. Nedeni açık ve net: ilim, tespitleri doğrultusunda buraya çimento fabrikası yapılamaz dedi. Bilirkişi heyeti kaçıncı defadır diyor bunu? İkinci defadır diyor. Sadece şirketin arada bir sahte ÇED [Çevresel Etki Değerlendirmesi] raporu var. Düzmece bir ÇED raporu var. Bu doğrultuda maalesef kamunun zarara uğratılmasına hizmet eden mahkemeler, belediyeler, muhtarlar var Muğla’da. Ama biz bugün neden buradayız? Biz bugün Türkiye’mizde hakimler var demek için, bu duyguyu yaşamak için, Muğla’da da hakimler var demek için buradayız.”

‘Sabırla adalet nöbetimizi tutacağız’

Deştinli İsmail Şener, “Ama hem mahkemenin atadığı bilirkişi heyetinin birinci raporu kesinlikle bu bölgeye çimento fabrikası yapılamaz dediği halde, yine rapor talep edildiğinde yine bilirkişi heyeti tarafından ‘Hayır burada çimento fabrikası yapılamaz’ denildiği halde, 15 günlük süre de dolduğu halde bu iki idari mahkemesinin karar açıklamakta neyi beklediğini, kimi beklediğini bilmek istiyoruz!” diye konuştu.

Eylemin sessiz bir şekilde gerçekleştirileceğini aktaran Şener, “Kimseye işini öğretmeyeceğiz ama sabırla da burada adalet nöbetini tutacağımızı, bilime karşı değil bilimin yanında, bilimin tespitleri doğrultusunda adil karar verilmesini bekleyeceğimizi, hatta sonsuza kadar bekleyeceğimizi bilmenizi istiyoruz” ifadelerini kullandı.

Şener’in konuşmasının ardından “Deştin çayı özgür akacak!” sloganları atıldı.

‘Bizim işler hep geriye kalıyor, çimento fabrikası durmuyor’

Deştinli Şennur Sarı, adalet nöbeti sırasında mahkeme süreçlerinin uzadığını, buna rağmen halen sonuçlanmadığına vurgu yaptı:

“Biz Deştin’den geldik. Deştin’den çimento fabrikasının durması için geldik. Bize içeride, ‘Sizin işleriniz daha kararlaşmadı’ dediler. Ne zaman kararlaşacağı belli değilmiş. 15 gün daha incelenecekmiş. Bizim işler hep geriye kalıyor. Çimento fabrikası durmuyor. ÇED raporu iptal olmuyor.”

Deştin’den Fatma Çetinkaya da kendi topraklarını tahrip edecek bir projenin onlara danışılmaksızın yapılmasına tepki göstererek “ÇED’i bırak; komple söksün gitsin! Biz hiçbir şey istemiyoruz. Yapmasın da, bozsun götürsün, kendi memleketine yapsın! Bize danışmış mı yaparken oraya çimento fabrikasını?” ifadelerini kullandı.

‘Topraklarımızı korumak için, nefes almak için…’

Şennur Sarı, avukat ve hakimlere Deştinlilerin yanında olmaları çağrısında bulunarak şunları kaydetti:

Biz bu betonların üstüne boşuna oturmuyoruz. Biz bu betonların üstüne topraklarımızı korumak için oturuyoruz, çimento fabrikası istemediğimiz için, nefes almak için…

Kanser olmak istemiyoruz. Hep hastalarımız kanser oldu. Yeterince var zaten termikler [termik santraller]. Gelsinler avukatlar, hakimler, bizimle bir olsunlar, ÇED raporunu iptal etsinler.”

Deştinliler neden direniyor, bilirkişiler ne diyor?

Deştin ve Bayır köyleri, Tekağaçsırtı mevkiinde kurulması planlanan Entegre Çimento Fabrikası ve Hammadde Ocakları’nın yol açacağı hava kirliliği nedeniyle insan ve hayvan sağlığına zarar verebileceği; kanser, astım ve KOAH gibi vakalarını artırabileceği; su kaynaklarını kirletebileceği, tarım arazilerine zarar verebileceği ve yörenin geçim kaynaklarını olumsuz etkileyebileceğinden ötürü projeye karşı çıkıyor.

Menteşe Belediyesi tarafından 7 bin 751 dönümlük arazi için onay verilen projeye karşı açılan açılan ‘yürütmeyi durdurma’ davaları kapsamında hazırlanarak Muğla 3’üncü İdare Mahkemesi’ne sunulan son bilirkişi raporu, yapılması istenen çimento fabrikanın bölgede ekolojik yıkıma neden olacağını ortaya koydu.

Raporda aynı zamanda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından verilen ÇED olumlu raporunun da uygun olmadığı ifade edildi. Bölgedeki tarımsal verimin düşeceği ve ormanların zarar göreceğine dair endişeler de bilirkişi heyeti tarafından doğrulandı.

Raporda fabrika projesinin jeolojik ve hidrojeolojik açıdan yeterli olmadığı vurgulanarak “Söz konusu etkinlikle yöre halkı tarafından kullanılan yeraltı sularının ve sulama amaçlı kullanılan Kazan Göleti rezarvuarının olumsuz etkilenme potansiyeli bulunmaktadır. Söz konusu etkinlikle 9’ü kil 4’ü kalker olmak üzere 13 hammadde ocağından açık ocak üretim yoluyla sahadan önemli miktarda malzeme alınarak stok ve pasa alanları oluşturulacağından yüzey ve yeraltı sularının olumsuz etkilenme potansiyeli bulunmaktadır. Bu nedenlerle söz konusu etkinliğin kamu yararına olmadığı ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının vermiş olduğu ÇED olumlu kararının uygun olmadığı kanaatine varılmıştır” ifadelerine yer verildi.

Otuz yıllık bir doğa mücadelesi: Muğla’da çimento fabrikası istemiyoruz

Ne olmuştu?

Muğla Çimento Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin Muğla’nin Menteşe ilçesindeki Tekağaçsırtı mevkiinde kurulması planlanan Entegre Çimento Fabrikası ve Hammadde Ocakları projesine 2014’te verilen ÇED Olumlu Kararı’nın iptali istenmişti.

Muğla 2. İdare Mahkemesi tarafından verilen kararda dava süre aşımından dolayı reddedilmişti.

‣Muğla’daki çimento fabrikasına ruhsat tepkisi sürüyor: Yeni dava açıldı

Reddin ardından ekoloji aktivistleri davayı Danıştay’a taşımıştı. Karar Danıştay’da temyiz edilmiş, yerel mahkemede verilen karar Danıştay 6. Dairesince bozulmuştu. Davanın esastan görüşülmesi için Danıştay, dosyayı yerel idare mahkemesine göndermiş, söz konusu karara itiraz yolu da kapanmıştı.

‣ Mahkemenin Deştin’de çimento fabrikasına verdiği kararı Danıştay bozdu

Başta Deştin olmak üzere Muğla’nın çeşitli bölgelerinden vatandaşlar, 3 Nisan’da Bayır köyünde yapılan protestoda Menteşe Belediyesi tarafından onay verilen entegre çimento fabrikası alanına malzeme taşıyan kamyonların yolunu keserek oturma eylemi gerçekleştirmişti.

Deştin

Beş gün devam eden eylem, 8 Nisan Cumartesi günü 04.30’da jandarmanın müdahalesiyle 11 kişinin gözaltına alınmasıyla son bulmuştu.

Gözaltına alınan vatandaşlar aynı gün saat 21.30’da adli kontrol şartı ile serbest bırakılmıştı.

‣ Deştinliler çimento fabrikasına karşı direniyor: Sahuru da gece nöbetinde yaptılar

Baskında gözaltına alınanların yanı sıra eyleme destek veren toplam 110 kişi hakkında “Kanuna Aykırı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Düzenleme, Yönetme, Bunların Hareketlerine Katılma” suçlamasıyla soruşturma açılmıştı.

Muğla’da 1993 yılında ilk girişimlerin başladığı, açılmaması için köylülerin 29 yıldır mücadele verdiği Bayır beldesinde entegre çimento fabrikası kurulması için Menteşe Belediyesi tarafından verilen ruhsata ilişkin tepkiler devam ediyor. Vatandaşlar hukuki mücadelelerini sürdürüyor.

RTÜK’ten KRT TV ve Tele 1’e program durdurma ve para cezaları

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) üyeleri İlhan Taşcı ve Tuncay Keser, RTÜK’ün KRT TV’ye ve Tele 1’e program durdurma ve para cezası verdiğini açıkladı.

Taşcı, sosyal medya platformu Twitter üzerinde şu açıklamayı paylaştı:

“RTÜK, Haftanın Panoraması adlı programda ‘devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne aykırı’ yayın gerekçesiyle KRT’ye; Forum Hafta Sonu programında ‘milli ve manevi değerlere’ aykırı değerlendirme savıyla da Tele 1’e yüzde 3 para, üç kez de program durdurma cezası verdi.”

Tuncay Keser de kararı Twitter’da şu mesajla paylaştı:

“Sosyolog Mücahit Bilici’nin ‘Haftanın Panoraması’ programındaki ifadeleri, ‘Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne’ aykırı bulunarak, KRT’ye üç program durdurma, yüzde 3 idari para cezası verildi. Şair Özdemir İnce ile emekli amiral Türker Ertürk‘ün Forum Hafta Sonu programındaki açıklamaları ‘Toplumun milli ve manevi değerlerine’ aykırı bulunarak, Tele 1’e üç program durdurma ve yüzde 3 idari para cezası verildi.”

Keser’in bildirdiğine göre Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) kontenjanından seçilen Taşçı ve Keser, her iki kararda da karşı oy kullandı.

‣ RTÜK muhalif kanallara yine ceza yağdırdı
‣ Eksikliklere dikkat çeken deprem yayınlarına RTÜK’ten ceza yağmuru

Tele 1 karartılmışken gelen ceza

Tele 1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, PKK lideri Abdullah Öcalan hakkındaki sözleri gerekçe gösterilerek tutuklanmıştı.

RTÜK, aynı sözleri gerekçe göstererek Tele 1’e yedi gün yayın durdurma, beş kez program durdurma, iki kez de önceki ay reklam gelirlerinin yüzde 5’i oranında idari para cezası verdi.

Tele1, Ankara 4’üncü İdare Mahkemesine yürütmeyi durdurma istemiyle dava açtı. Mahkeme oybirliğiyle yayın durdurma cezasının yürütmesini durdurdu. RTÜK, karar itiraz etti ve bir üst mahkeme, 1 Ağustos’ta başvuruyu kabul ederek yürütmeyi durdurma kararını kaldırmıştı.

6 Ağustos’ta etkili olmaya başlayan ceza, 12 Ağustos’a kadar geçerli olacak.

‣ RTÜK, TV kanallarına ‘seçim öncesi hizaya getirme’ cezası yağdırdı
‣ RTÜK’ün TELE1’e verdiği ekran karartma cezasına yürütmeyi durdurma kararı

Avrupa’nın sıcak dalgaları, sağanaklar, seller, orman yangınlarıyla geçen ‘aşırı’ yazı

Sıcak dalgası, şiddetli yağışlar, seller ve orman yangınları başta olmak üzere aşırı hava olayları, 2023 yazı boyunca Avrupa kıtasının dört bir yanında etkisini gösterdi.

Orman yangınları Batı Avrupa‘nın büyük bölümünü ve Akdeniz ülkelerini kasıp kavururken, sel ve yağmur fırtınaları Hırvatistan, Avusturya ve Çekya’nın aralarında bulunduğu Orta Avrupa ülkelerinde tahribata yol açtı.

Bilim insanları, iklim değişikliği ile küresel hava fenomeni El Niño‘nun bileşiminin, aşırı hava olaylarına katkıda bulunduğuna işaret ediyor. El Niño, Pasifik Okyanusu’ndaki sular normalden çok daha fazla ısındığında ortaya çıkıyor. Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO), El Niño’nun 2023’ün sonuna kadar bu güçte veya daha yüksek bir seviyede devam etmesi ihtimalinin güçlü olduğunu açıklıyor.

‣ Milyonlarca yılın sıcaklık rekoru kırıldı: Bu normal bir anomali, yanmaya devam edeceğiz

Orta Avrupa’da kaosa yol açan seller

Almanya, Avusturya, Macaristan, Slovenya, Çekya ve Gürcistan, son zamanlarda şiddetli yağış ve ani sellerin vurduğu ülkelerden yalnızca birkaçı.

Bu hafta sonu, bir aylık yağmurun yalnızca 24 saat içerisinde yağmasıyla, Slovenya’da büyük tahribat meydana geldi. Yağışlar, üç kişinin ölümünün yanı sıra 500 milyon Euro değerinde hasara neden oldu.

Avrupa

euronews‘ün aktardığına göre, Avusturya’da şiddetli yağış Karintiya ve Styria bölgelerini vururken, Macaristan’da Tuna Nehri yataklarından taştı.

Macar hükümeti, ülkede devam eden aşırı hava koşullarına rağmen, Gürcistan’da Shovi dağ beldesinde 18 kişinin ölümüne neden olan aşırı yağmurun neden olduğu toprak kaymasının ardından ülkeye yardım göndermeyi kabul etti.

‣ Araştırma: Küresel ısınma La Niña ve El Niño olaylarını daha güçlü hale getirecek

Orman yangınları, binlerce kişinin tahliye edilmesine neden oluyor

Bazı ülkelerde benzeri görülmemiş seller meydana gelirken, diğerleri günlerce kontrol altına alınamayan orman yangınlarıyla mücadele ediyor. Kıtadaki rekor sıcaklıklar, Portekiz‘in orta kesimlerinden Yunanistan’ın başkenti Atina‘ya kadar orman yangınlarının çıkmasına neden oldu.

Sıcak dalgaları karada ve denizde yeni sıcaklık rekorlarını beraberinde getirdi ve birçok ülke yaşamı tehdit eden yüksek sıcaklıklara karşı uyarılar yayımladı.

Katalonya‘nın kuzeydoğu bölgesinde, orman yangınları en az 500 hektarlık araziyi küle çevirdi ve 130’dan fazla kişi tahliye edildi.

Alevler bu hafta sonu Fransa sınırına doğru sıçradı ve yerel Katalan kasaba ve köylerindeki birçok insan evlerini terk etmek zorunda kaldı.

Alevlerin 24 saatte yaklaşık 320 hektarlık alana yayıldığı ve 4 bin evin elektriksiz kalmasına neden olduğu tahmin ediliyor.

Önümüzdeki günlerde sıcaklıkların güney İspanya ile orta ve güney Portekiz’de 43℃‘ye ulaşması beklenirken bu durumun daha fazla orman yangınına neden olabileceğinden endişe duyuluyor.

Avrupa

Şimdiye dek, ülkedeki alevler yaklaşık 70 bin hektar araziyi küle döndürdü. Geçen yılki rekor yangınlarda yanan alan ise yaklaşık 300 bin hektar idi.

Portekiz’de ise aşırı sıcak havanın tutuşturduğu alevlerle mücadele etmek için orta ve güney bölgelere binden fazla itfaiyeci ve 12 yangın söndürme uçağı konuşlandırıldı.

Yunan adalarının çoğunda da birden fazla yangın çıktı ve binlerce kişi tahliye edildi. Rodos‘un yüzde 10 ila 20’si küle döndü. Alevlerin Kiotari, Gennadi, Pefki, Lindos, Lardos ve Kalathos sahil köylerini sarmasının ardından köy sakinleri ve turistlerden oluşan 20 kişi tahliye edildi.

‘İklim değişikliği, orman yangını riskini en az yüzde 30 artıyor’

Dört yıllık ‘ağaç nöbeti’nin bedeli, memleketinden sürülmek mi?

Muğla‘nın Milas ilçesinde yer alan Akbelen Ormanı‘nın korunmasında dört yıldır en yoğun emeği veren ekoloji savunucularından biri olan ve yargı kararıyla Milas’a girişinin engellenmesi nedeniyle zorunlu olarak Ankara‘ya dönen Deniz Gümüşel, Akbelen’e destek vermeye başkentten devam ediyor.

Aktivist, Çevre ve İklim Politikaları Kıdemli Danışmanı ve çevre mühendisi  Gümüşel, gerek sahada yürüttüğü bilimsel araştırmalar, gerekse atölyeler ve çadır nöbeti ile dört yıldır İkizköylülere destek olarak Akbelen Ormanı’nın korunmasında önemli bir rol üstlendi.

Ancak 24 Temmuz’da İkizköy’ün yanıbaşında kilometreler boyu uzanan ve daha önce sekiz köyü yok etmiş olan kömür madeni, “sıra Akbelen ve İkizköy’de” diyerek hukuksuz ağaç kesimine başladı.

Ankara‘da ikamet eden Gümüşel, aynı gün Tarım ve Orman Bakanlığı‘nın önünde düzenlenen basın açıklamasında Bakan İbrahim Yumaklı‘ya şöyle çağrıda bulunmuştu: “Bu artık sadece üç beş ağaç meselesi değildir. Bu bizim bugün yaşam hakkı mücadelemizdir. Bu aynı zamanda çocuklarımızın ve torunlarımızın yaşam hakkı mücadelesidir. İkizköylülerin doğada, tarımla üreterek, onurlarıyla yaşama mücadelesidir. Bu mücadele hepimizin geleceği için bir mücadeledir. Hızlı bir şekilde Tarım ve Orman Bakanı’ndan bu iznin iptal edilmesini ve şu anda ormanda bulunan kesim işleminin acilen durdurulmasını talep ediyoruz.”

24 Temmuz’da Akbelen Ormanı’nda hukuksuz ağaç kesiminin başlamasının ardından Gümüşel, ekoloji aktivistleri ve milletvekilleri Tarım ve Orman Bakanlığı önünde bir basın açıklaması gerçekleştirerek kesimin durdurulması çağrısında bulundu.
‣ Ekoloji savunucuları ve vekillerden Orman Bakanına çağrı: Akbelen’de kesimi durdurun

Açıklamanın ardından yola çıkarak yaşam alanı savunusuna Milas’taki Akbelen Ormanı’nda devam eden Gümüşel, 26 Temmuz’un erken saatlerinde gözaltına alındı. Saatler sonra Milas ilçe sınırlarına giriş, yurtdışına çıkış yasakları verilerek imza kontrolü ile serbest bırakıldı.

‣ Akbelen Ormanı’nı savunan Çevre Mühendisi Deniz Gümüşel’e ilçeye giriş yasağı getirildi

Gümüşel ile avukatları Leyla Bilgen ve Arman Atılgan, kente giriş  yasağını ve süreç boyunca yapılan hukuksuzlukları Yeşil Gazete‘ye değerlendirdi.

‘Bir kişi gider, 10 kişi gelir’

Deniz Gümüşel, Milas’a giriş yasağının kendisi için anlamını şu sözlerle aktarıyor:

“Milas ilçe sınırlarına girişim engellendi. Milas benim memleketim, kütüğümün olduğu yer. Ailem yıllarca Milas’ta oturdu ve şimdi Bodrum‘da. Benim ailemin yanına gidebilmem için Milas’tan geçmem gerekiyor. Dört yıldır yoldaşlık yaptığım için İkizköylüler ve Akbelen Ormanı burada. Dolayısıyla bu benim için oldukça can sıkıcı bir karar oldu.”

Kararın nedenine dair yorumunu sorduğumuz Gümüşel, “Bence şunu yapmaya çalışıyorlar” diyor:

Akbelen Ormanı’na gönül vermiş insanlar tek tek alandan uzaklaştırabileceklerini düşünüyorlar ama böyle bir şey mümkün değil. Bir kişi gider 10 kişi gelir. Bu hafta boyunca bizi yalnız bırakmayan Akbelen dostları da bunun bir göstergesidir. Bunun bir yıldırma politikası olarak işe yaramayacağını çok net bir şekilde söyleyebiliriz.”

ağaç
Aktivist ve Çevre Mühendisi Deniz Gümüşel

‘Korktukları için’

Deniz Gümüşel ve avukatları karara “hukuki dayanağı yok” gerekçesiyle itiraz etti: “Avukatlarımız bu kararı kanun maddesinin geniş bir yorumlaması olarak değerlendiriyor. Ormana girişimin engellenmesine yönelik bu kararın iptalini talep ediyoruz avukatlarımla birlikte.”

Ekoloji aktivisti; yargının toplumun tepkisinden korktuğu için Akbelen direnişinin gücünü zayıflatmak amacıyla bu tür bir yola başvurduğunu kaydediyor:

Çok ciddi bir tepki örgütlendi tabii, toplum ciddi bir tepki içerisinde Akbelen Ormanı’na yapılan müdahaleye karşı. Dolayısıyla buranın gücünü zayıflatmak istiyorlar. Aslına bakarsanız, korktukları için bizleri alandan uzaklaştırmaya çalışıyorlar.”

ağaç
Gümüşel, 24 Temmuz’da başlayan kesimin ardından yetkililere, Akbelen Ormanı’nın yok edilmesinin İkizköylülerin yanı sıra insanlar ve diğer binlerce canlının yaşam alanların yasaya aykırı bir şekilde yok edilmesi anlamına geldiğini söylüyor.

‘Bir Sulh Ceza hakimi de kararı hukuksuz buldu’

Milas’a giriş yasağının hukukta yeri olmadığına vurgu yapan Av. Leyla Bilgen de Gümüşel Milaslı olduğu için böyle bir karar verilemeyeceğini anlatıyor:

Ancak çok açık ki orada Milas sınırları içerisindeki Akbelen Ormanı’na giriş yasağı her şeyden bağımsız, Limak’ı korumak amaçlı düzenlenmiştir. Bu nedenle kabul edilemez.”

Verilen karara yönelik itirazların yapıldığını aktaran Av. Bilgen, bu süreçte Gümüşel’in ikinci kez göz altına alındığını, bir kez daha Sulh Ceza’ya sevk edildiğini hatırlatıyor.

Savcının Gümüşel’i bir kez daha Milas’a giriş yasağıyla, yurt dışına çıkış ve imza kontrolüyle sevk ettiğini bildiren Bilgen şunları kaydediyor:

“Lakin bu sefer Sulh Ceza kMahkemesi bu talebi kabul etmedi. Hatta bir başka Sulh Ceza hakimi verilen ‘Milas’a giriş yasağı hukuksuzdur’ kararı verdi. Yapılmak istenseydi tutuklamayla da sevk edilebilirdi Deniz Gümüşel, çünkü adli kontrol hükümlerini aslında yok saydığını, uymadığını gösteriyordu.  Bunu, yapılanların hukuksuzluğu açıkça aleniyet kazandığı için yapmadıklarını sanıyorum.”

‘Hukuk, Limak için esnetiliyor’

Deniz Gümüşel, Akbelen direnişinde Milas’a giriş yasağı verilen ilk kişi olsa da son olmadı. Gümüşel’den bir gün sonra, 27 Temmuz’da aktivistlerden Selahattin Daşlı ve Çınar Altan da yurtdışına çıkış yasağı, Milas’a giriş yasağı ve haftada iki gün imza yükümlülüğü ile serbest bırakıldı.

ağaç
Deniz Gümüşel, Akbelen Ormanı’ndaki nöbet alanında.

Avukat Bilgen, yasaklarla ilgili “Yurtdışına çıkış yasağı, imza kontrolü ve Milas’a giriş yasağı aslında Akbelen’de yapılan orman kıyımının önüne geçilmesini ve daha fazla gündem olmasını engellemek amacıyla yapılan bir şey” değerlendirmesinde bulunuyor:

Bunun bir dayanağı yok, yani bir yere giriş çıkış yasağı şeklinde bir adli kontrol hükmü verilemez. Lakin burada hukukun şirket lehine esnetildiğini görüyoruz hem hakimler hem de savcılar tarafından.

Burada çok açık bir hukuksuzluk mevcut. Çünkü orada yaptığımız eylem hukuka uygun, asıl kesim hukuka aykırı.”

‘Ağaç kesimi de yasal değil’

Ormandaki ağaç kesimlerinin hukuka aykırılığına ilişkin Bilgen’in verdiği bilgiler de şöyle:

“Açık maden üretimi izninin iptaline ilişkin olarak halihazırda süren bir dava var. Zaten ormanlık alanların kesimine dair izinleri de 2021 yılında iptal edilmiş. Keza kesimin başlamasıyla birlikte yeni bir idari işlem doğduğundan dolayı hem iptal hem de yürütmeyi durdurma talepli yeni bir dava daha açıldı. Davanın esası o iznin iptali ve ormanlık alanın kesilmesinin önlenmesine ilişkinken buna dair bir karar verilmedi, verilmemişken de kesim yapılması hukuka aykırı.”

Akbelen direnişinde yer alan insanların da hukuka aykırılığı önlemek amacıyla hukuka uygun bir eylem sürdürdüğüne vurgu yapan Bilgen, Jandarma’nın kesimler sırasında şirketin özel güvenliği gibi kullanılması hatırlatarak,  sadece kolluk güçlerinin değil, tüm bürokrasinin Limak lehine çalışıyor olmasının vahametine işaret ediyor.

ağaç
Deniz Gümüşel, Akbelen Ormanı’ndaki nöbet alanında İkizköylüler ve ekoloji aktivistleri ile birlikte.

‘İnsanları Akbelen’den uzaklaştırmaya yönelik bir karar’

Avukat Arman Atılgan ise Anayasa‘ya aykırı ağaç kesiminin başladığı 24 Temmuz’da yedi kişinin kolluk güçleri tarafından gözaltına alınmasının ardından bu durumun yetkililerce “gözaltı değil” olarak nitelendiğini hatırlatıyor.

Buna göre izinsiz ağaç kesiminin başlamasından bu yana Akbelen direnişinde resmi olarak gözaltına alınan ilk kişinin Gümüşel olduğunu belirten Atılgan, “Tamamen Deniz’i ve insanları Akbelen’den uzaklaştırmaya yönelik olarak ilk uygulamada da direkt savcılığa sevk edilip böyle bir yöntem denendi, öyle sonuçlandı” diyor.

‘Hukuksuzluk, gözaltından cezaya dek sürüyor’

Gümüşel’in gözaltına alınmasını gerektirecek bir eylemde bulunmadığını açıklayan Av. Atılgan, karar için “tamamen aktivizmiyle, orada direnmesiyle alakalı” değerlendirmesini yapıyor:

“Normalde adli kontrol hükümleri tutukluluk hükümleri olduğu koşullarda gerçekleşebilecek bir şeydir. Çınar’ın ve Selahattin’in durumunda da aynı şekilde, hukuki bir tartışmaya lüzum görmeksizin zaten kararlarını vermişlerdi. Eş güdümlü bir şekilde hareket ediliyordu: Jandarma yakalama yapıyor, fiili bir şekilde gözaltı yapıyor, akabinde gözaltı kararı bekliyorlar. Yani karar verip vermeyeceklerine o anda, yakalamayı yaptıktan sonra karar veriyorlar. Daha sonra sevk edildikleri savcılıkta da usulen bir ifade alınıyor.

Orada mukavemet gören polis değil aksine Deniz Hanım’dı. Yerde sürüklendi, vücudunda darp izleri mevcut.

Ancak her aşamada bir tartışmaya girmeniz gerekiyor. Biz darp raporu teslim etmekte sıkıntı yaşadık. Başhekimle tartışmak zorunda kaldım vs. Süreç içinde  Türk Tabipler Birliği (TTB) ile görüşüldü, onların girişimiyle rapor alabildik.

Mahkemede ise bu kez tutukluluk tartışması yapmamız gerekiyor. Burada da  boşuna anlatıyor gibisiniz, savcılıktan gelen talep yönünde bir karar verileceğini biliyorsunuz.”

ağaç
Gümüşel, yaptığı bilimsel çalışmalarla kömürün Muğla kentinde onbinlerce ölüm ve geçim kaynaklarının yok olduğuna dikkati çekerek, yaşamın sürdürülebilir kılınması için Muğla’da kömür madenlerinin ve termik santrallerin kapatılması gerektiğinin altını çiziyor.

‘Gümüşel’in memleketinden sürülmesi politik bir karar’

Atılgan, özellikle de Milaslı bir vatandaşın Milas’a girişini engelleme kararının hukuki değil politik temelli olduğuna dikkati çekiyor:

Burada da aslında Milas’a giriş yasağı koymanın tek bir anlamı var. ‘Seni bu eylemde görmek istemiyorum’ demektir bu ve aynı zamanda bir çeşit gözdağı anlamı da taşır. Yani ‘Bakın siz buna devam ederseniz ben sizi Milas’tan atacağım. Hatta Deniz Hanım’ın Milaslı olması, memleketinden uzaklaştırılması, sürülmesi çok daha manidar. Bunun da hukuki değil politik bir karar olduğu belli.

Deniz Gümüşel ve Selahattin Daşlı’dan sonra Çınar Altan’a aynı yasak getirildi,  ancak Altan’dan sonra altı kişi gözaltına alınarak savcı veya nöbetçi savcıya sevk edilse de başka birine kente giriş yasağı konulmadı.

Arman Atılgan, “Neden verdikleri belli bir şey” diyor: “Biraz tuhaf da bir uygulama… Ama biz de Çınar’ın, Selahattin’in ve Deniz’in itirazlarını yaptık.”