Ana Sayfa Blog Sayfa 368

Deştin’de doğa kazandı: Mahkeme, entegre çimento tesisinin ÇED raporunu iptal etti

Muğla‘nın Yatağan ilçesindeki Deştin ile, Menteşe ilçesindeki Bayır köyleri yakınlarına yapılması istenen entegre çimento fabrikasına karşı verilen mücadele, yargının fabrika için verilen Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporunu iptal etmesiyle doğa ve köylüler lehine sonuçlandı.

Muğla 2’nci İdare Mahkemesi, bilirkişi raporlarını ve bu raporlara yapılan itirazları inceleyerek “itirazların bilirkişi raporunu kusurlandıracak nitelikte olmadığını” belitti ve “bilirkişi raporu ve bilirkişi ek raporunun hükme esas alınabilecek yeterlilikte” olduğuna karar verdi.

Mahkeme, Muğla Çimento Sanayi ve Ticaret A.Ş.‘nin yapmak istediği Entegre Çimento Fabrikası ve Hammadde Ocakları projesinin çevre üzerinde yol açacağı tahribata dikkati çekerek “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararında hukuka uyarlık bulunmadığı sonuç ve kanaatine” varma gerekçelerini;

  • “Sahaya 3 kilometre mesafede 12 adet zeytinlik vasıflı alan bulunması,
  • Proje tanıtım dosyasında hammadde ocaklarının jeolojik ve hidrojeolojik özellikleriyle çevreye olası etkilerine dair açıklamaların çok yüzeysel ve yetersiz olması,
  • Yürütülecek faaliyetin Kazan Göletine zarar verme potansiyeli bulunması,
  • Yüzey ve yeraltı sularının olumsuz etkilenme potansiyeli taşıması,
  • Kil ve kalker ocakları için şev duraylılık analizleri yapılmadan ocak geometrileri ve planlaması yapılması,
  • Ocak şevlerinin duraylılığı açısından risklerin ortaya konmaması,
  • Üretim faaliyeti ile ilişkili emisyon debilerine yönelik detay verilmemesi,
  • Nakliye sürecinde meydana gelecek emisyon değerinin dahi ÇED raporunda belirtilen değerlerin çok üstünde bulunması, bu çerçevede ÇED raporunda yer alan açık ocak madenciliği sürecinde oluşacak emisyon değerlerinin denetime açık olmaması,
  • Maden ocaklarından kaynaklı oluşacak PM10 ve çöken toz emisyonlarının ÇED raporuna doğru yansıtılmaması,
  • Gürültü seviyesinin tespitine tesiste kullanılacak makinenin/ekipmanın tamamının dikkate alınmaması,
  • Meteorolojik verilerin güncel olmaması,
  • Esas alınan verilerin yağışlar dışında tesisin yapılacağı rakım seviyesine çıkartılmaması,
  • Nem oranı hatalı alınması,
  • Hakim rüzgar yönüne dair çalışmaların hatalı bulunması,
  • ÇED raporunda son derece düşük sayıda türe yer verilirken bazı taksonların ise sadece cins düzeyinde listede yer olması, literatür çalışmalarına alan ve yakın çevresinden yürütülen çalışmalara yer verilmemesi, güncel verileri içermemesi,
  • Bitki listesi uygun bilimsel yöntemle hazırlanmaması,
  • Toz ve gaz emisyonundan kaynaklı ağaçların fotosentez yeteneğinin zarar görecek olması,
  • Tozlaşmanın devamlılığını sağlayan arı ve diğer böceklerin uğrayacağı zarar neticesinde arıcılık ve çam balı faaliyetlerinin sekteye uğrayacak olması,
  • Verimli devlet ormanı statüsünde 3 kapalı tam kapalılığa sahip alanda çok sayıda ağaç kesimi yapılacak olması,
  • Kesilecek ağaçların orman ekosistemine olası etkilerinin göz ardı edilmesi,
  • Bitkisel toprak sıyrılması ve depolanması işleminin usulünde rüzgar ve su erozyonu riski için tedbir öngörülmemesi,
  • Sahanın orman sınırları içerisinde, bitişiğinde olmasına, orman yangını riski bulunan ve yangına 1. derecede hassas bir alanda yer almasına rağmen orman yangınlarıyla mücadele eylem planı olmaması,
  • 13 ruhsat sahası içinde nerede üretim yapılacağı veya ruhsat sahalarının ne kadarlık alanlarında işletme yapılacağının belirtilmemesi,
  • Çimento fabrikası dışında çok büyük bir alanda nispeten toz oluşumu açısından açık şartlarda nispeten kontrolsüz durumda 13 maden alanında oluşacak toz oluşumuna ilişkin açıklamanın ve kümülatif etkinin detaylı olarak açıklanmaması,
  • Oluşacak tozun tarımsal alanlara ve bitkilere olan etkileri ile alınacak önlemler ile ilgili detaylı bir çalışmanın olmaması,
  • Uyuşmazlık konusu sahaya 90 metre mesafeden başlamak üzere çok sayıda zeytinlik alan ile tarım arazisi olması,
  • Hammadde sahalarının işletilmesi ile oluşacak toz 3 km sınır içinde bulunan zeytin ağaçlarının yapraklarındaki stomaları kapatarak zeytin ağaçlarının vejetatif (yaprak dal ve gövde oluşumu) ve generatif (çiçeklenme, meyve oluşumu) gelişimini doğrudan olumsuz olarak etkileyecek olması,
  • Bu etkinin hammadde ocakları ve çimento fabrikasının uzun süreli işletme ömrü dikkate alındığında katlanarak artacak olması, bu bağlamda uyuşmazlık konusu tesis ve maden ocaklarında yürütülecek faaliyetin 3573 sayılı Yasa’nın 20. maddesine uygun bulunmaması,
  • Projenin tarımsal alanlara olası etkilerinin ve alınacak önlemlerin de ayrıntılı biçimde değerlendirilmemesi, dolayısıyla çevresel etki değerlendirmesi sürecinde anılan projenin çevresel etkilerinin yukarıda zikredilen hususlarda yeterince irdelenmemiş olması, eksiklikler içermesi,
  • Çevresel etki değerlendirmesi raporunda getirilen çözümlerin yeterli olmaması,
  • Ayrıca yürütülecek faaliyetin niteliği itibariyle 3573 sayılı Yasa’nın 20. maddesine aykırılık içermesi” şeklinde sıraladı.

‣ Otuz yıllık bir doğa mücadelesi: Muğla’da çimento fabrikası istemiyoruz

‘Birlikte durmaya devam ettikçe attığımız her adımı kazanacağız’

Deştin Çevre Platformu Eş Sözcüsü Haluk Özsoy, dava sonucunu Yeşil Gazete‘ye değerlendirdi.

Özsoy, “Bu kararı bekliyorduk, hatta geç bile verilmiş bir karar bu” dedi: “Çünkü bütün oklar bizim doğruluğumuzu ve haklılığımızı gösteriyordu. Bilirkişiler 9’da 9 buraya ‘olmaz’ dedi, ek rapor istediler, ek raporda da 9’da 9 geldi. Sonra mahkeme Tarım ve Orman Bakanlığına sorular sordu. Bütün o soruların cevapları da bizim lehimize geldi. Yani karşı tarafın herhangi bir tutunabileceği bir dalı yoktu burada. Dolayısıyla bu şekilde olumlu bir kararı bekliyorduk.”

Deştin’deki ekoloji mücadelesinin başarıya ulaşmasının ardındaki temel gücün halkın birlik içerisinde hareket etmesi olduğuna vurgu yapan Haluk Özsoy, “Önemli olan nokta köylüler ve etraf köyler birbiriyle çok örgütlüydü ve yerel halk kesinlikle istemiyordu bu projeyi. Mahkeme, kararı geciktirerek bizi bayağı bir uğraştırdı ama halk birlikte ve örgütlü olduğu için kazandık” ifadelerini kullandı.

Deştinlilerin mücadelesinin birlik içerisinde süreceğini kaydeden Haluk Özsoy, bundan sonraki sürece değinerek şunları söyledi:

“Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yaptığı 1/100.000’lik planlarda proje alanı sanayi bölgesi olarak işaretlenmiş durumda. Dolayısıyla şimdi de onlara onlarla mücadele etmeye devam edeceğiz. O 1/100.000’lik planlar iptal olana kadar devam edecek bu mücadelemiz. Şimdi oldukça ezici biçimde kazandık. Birlikte durmaya devam ettikçe, örgütlülük bozulmadıkça da attığımız her adımı da kazanacağımızdan eminim.”

‣ Adalet nöbetine devam eden Deştinliler çimento fabrikasına geçit vermiyor

Deştinliler direndi, bilirkişiler endişeleri doğruladı

Deştin ve Bayır köyleri, Tekağaçsırtı mevkiinde kurulması planlanan Entegre Çimento Fabrikası ve Hammadde Ocakları’nın yol açacağı hava kirliliği nedeniyle insan ve hayvan sağlığına zarar verebileceği; kanser, astım ve KOAH gibi vakalarını artırabileceği; su kaynaklarını kirletebileceği, tarım arazilerine zarar verebileceği ve yörenin geçim kaynaklarını olumsuz etkileyebileceğinden ötürü projeye karşı çıkıyordu.

Menteşe Belediyesi tarafından 7 bin 751 dönümlük arazi için onay verilen projeye karşı açılan açılan ‘yürütmeyi durdurma’ davaları kapsamında hazırlanarak Muğla 3’üncü İdare Mahkemesi’ne sunulan son bilirkişi raporu, yapılması istenen çimento fabrikanın bölgede ekolojik yıkıma neden olacağını ortaya koymuştu.

Raporda aynı zamanda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından verilen ÇED olumlu raporunun da uygun olmadığı ifade edilmiş, bölgedeki tarımsal verimin düşeceği ve ormanların zarar göreceğine dair endişeler de bilirkişi heyeti tarafından doğrulanmıştı.

Raporda fabrika projesinin jeolojik ve hidrojeolojik açıdan yeterli olmadığı vurgulanarak “Söz konusu etkinlikle yöre halkı tarafından kullanılan yeraltı sularının ve sulama amaçlı kullanılan Kazan Göleti rezarvuarının olumsuz etkilenme potansiyeli bulunmaktadır. Söz konusu etkinlikle 9’ü kil 4’ü kalker olmak üzere 13 hammadde ocağından açık ocak üretim yoluyla sahadan önemli miktarda malzeme alınarak stok ve pasa alanları oluşturulacağından yüzey ve yeraltı sularının olumsuz etkilenme potansiyeli bulunmaktadır. Bu nedenlerle söz konusu etkinliğin kamu yararına olmadığı ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının vermiş olduğu ÇED olumlu kararının uygun olmadığı kanaatine varılmıştır” ifadelerine yer verilmişti.

Bilirkişi keşfi sürecinde ise şirket çimento fabrikası inşaatına devam etmişti. “Geciken adalet, adalet değildir” diyen Deştinliler, Muğla 2’nci İdare Mahkemesi‘nden bir an önce bilimin ışığında karar vermesini talep ederek Muğla İdare Mahkemesi önünde adalet nöbeti başlatmıştı.

‣ Deştinlilerden Muğla İdare Mahkemesi önünde türkülü, zeybekli adalet nöbeti

Ne olmuştu?

Muğla Çimento Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin Muğla’nin Menteşe ilçesindeki Tekağaçsırtı mevkiinde kurulması planlanan Entegre Çimento Fabrikası ve Hammadde Ocakları projesine 2014’te verilen ÇED Olumlu Kararı’nın iptali istenmişti.

Muğla 2. İdare Mahkemesi tarafından verilen kararda dava süre aşımından dolayı reddedilmişti.

‣Muğla’daki çimento fabrikasına ruhsat tepkisi sürüyor: Yeni dava açıldı

Reddin ardından ekoloji aktivistleri davayı Danıştay’a taşımıştı. Karar Danıştay’da temyiz edilmiş, yerel mahkemede verilen karar Danıştay 6. Dairesince bozulmuştu. Davanın esastan görüşülmesi için Danıştay, dosyayı yerel idare mahkemesine göndermiş, söz konusu karara itiraz yolu da kapanmıştı.

‣ Mahkemenin Deştin’de çimento fabrikasına verdiği kararı Danıştay bozdu

Başta Deştin olmak üzere Muğla’nın çeşitli bölgelerinden vatandaşlar, 3 Nisan’da Bayır köyünde yapılan protestoda Menteşe Belediyesi tarafından onay verilen entegre çimento fabrikası alanına malzeme taşıyan kamyonların yolunu keserek oturma eylemi gerçekleştirmişti.

Deştin

Beş gün devam eden eylem, 8 Nisan Cumartesi günü 04.30’da jandarmanın müdahalesiyle 11 kişinin gözaltına alınmasıyla son bulmuştu.

Gözaltına alınan vatandaşlar aynı gün saat 21.30’da adli kontrol şartı ile serbest bırakılmıştı.

‣ Deştinliler çimento fabrikasına karşı direniyor: Sahuru da gece nöbetinde yaptılar

Baskında gözaltına alınanların yanı sıra eyleme destek veren toplam 110 kişi hakkında “Kanuna Aykırı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Düzenleme, Yönetme, Bunların Hareketlerine Katılma” suçlamasıyla soruşturma açılmıştı.

Fas’ta depremin bilançosu ağırlaşıyor: Can kaybı 2,500’e yükseldi

Kuzey Afrika ülkelerinden Fas‘ta 8 Eylül’de meydana gelen 6,8 büyüklüğündeki depremde ölü sayısının 2,497’ye yükseldiği ve 300 bin kişinin etkilendiği belirtildi.

Afette birçok köyün yerle bir olduğu ve yardım ekiplerinin ücra dağ kasabalarına ulaşmakta güçlük yaşadığı bildirildi.

Son 60 yıldır ülkeyi vuran en büyük depremi değerlendiren uzmanlar, artçı depremlerin aylarca devam edebileceği uyarısında bulundu.

Faslı ve uluslararası kolluk kuvvetleri ve yardım görevlileri, kamyonlar ve helikopterlerle depremden en çok etkilenen ücra dağ kasabalarına ulaşmaya çalışıyor. Bölge sakinleri yiyecek, su ve elektrik bekliyor. Birçok bölgeye yiyecek, su ve elektrik ulaştırılamıyor.

Bazı köylüler, devam eden kurtarma çalışmaları nedeniyle ölen yakınları için cenaze töreni yapmak veya ölülerini gömmek için yeterli alan bulmakta zorlandıklarını söylüyor. Bazıları ise kurtarma çalışmaları devam etse de ölü sayısının artacağı tahminine dayanarak fazladan mezarlar hazırlıyor.

euronews‘ün aktardığına göre, Uluslararası Kızıl Haç Federasyonu, depremin yol açtığı hasarın onarılmasının birkaç yıl sürebileceğini açıkladı.

Fas Kralı VI. Muhammed, yardım gönderen İspanya, Katar, Birleşik Krallık ve Birleşik Arap Emirlikleri‘ne teşekkür etti. Fas Parlamentosu üyelerinin, Kral VI. Muhammed’in talebi üzerine depreme müdahale için bir hükümet fonu oluşturmak üzere toplanması planlanıyor.

Fas hükümeti, depremzedelere nakdi yardım yapılabilmesi için özel bir hesap numarası açıldığını duyurdu.

Fotoğraf: Philippe Lopez / AFP

En çok etkilenen bölgeler

Depremin merkez üssü Marakeş‘in yaklaşık 70 kilometre güneyinde bulunan Al Huz ilindeki Atlas Dağları‘nın yüksek kesimlerindeydi.

Büyük ölçüde kırsal olan bölge, kayalıkların yoğun olduğu dağlar, pitoresk geçitler, akarsu ve göllerden oluşuyor.

Fas’ın büyük bölümünü sarsan deprem Marakeş, Taroudant ve Chichaoua gibi diğer illerde de yaralanma ve ölümlere yol açtı.

Can kayıplarının çoğu Al Huz köylerinde

Dağ yamaçlarına kil ve kerpiçten inşa edilen köyler yerle bir oldu.

Depremde hayatını kaybeden 2,497 kişiden en az 1,351’i 2014 nüfus sayımına göre 570 binden fazla nüfusa sahip Al Huz bölgesinden. Halk Arapça ve Fas’ın en yaygın yerli dili olan Tachelhit‘i konuşuyor.

Turizm ekonomiye katkıda bulunsa da, il büyük ölçüde tarımla geçiniyor. Kuzey Afrika’nın büyük bölümünde olduğu gibi, Al Huz’da da depremden önce nehirleri ve gölleri kurutan, rekor kuraklık yaşanıyordu.

Fotoğraf: Mosa’ab Elshamy / AP

Birçok ülkeden yardım teklifi

Fas’taki yardım grupları, hükümetin yardım için geniş bir çağrıda bulunmadığını ve sadece sınırlı yabancı yardımı kabul ettiğini kaydetti.

İçişleri Bakanlığı, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve ABD Başkanı Joe Biden‘ın yardım tekliflerinden bahsetmeden İspanya, Katar, İngiltere ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden arama ve kurtarma odaklı uluslararası yardım kabul ettiğini söyledi.

Biden, Vietnam‘a yaptığı ziyarette “Fas halkı için gerekli her türlü yardımı sağlamaya hazırız” dedi.

Fransa da Fas’taki “sahada bulunan” sivil toplum örgütlerine 5 milyon Euro göndereceğini duyurdu.

Fransa’nın Avrupa ve Dış İşleri Bakanı Catherine Colonna, ülkenin özellikle Paris‘ten gelen “hiçbir yardımı reddetmediğini” belirterek, “insanların yardıma ihtiyacı olduğu bir dönemde yanlış tartışmalar” yaratılmaması çağrısında bulundu.

Fotoğraf: AFP

Marakeş’te önemli eserler hasar aldı

Deprem, 12’nci yüzyılda inşa edilen Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya Mirası listesindeki Marakeş’in eski şehrini çevreleyen duvarların bazı kısımlarını çatlattı.

Kentin en bilinen tarihi mekanlarından biri olan Koutoubia Camii‘nin bazı bölümlerinde hasar oluştu.

Fas’ın en çok ziyaret edilen şehri, sarayları, baharat pazarları, tabakhaneleri, satıcıları ve müzisyenlerle dolu gürültülü meydanı Jemaa El Fna ile biliniyor.

Ülkedeki diğer depremler

Son deprem, Fas’ta yüzyılı aşkın bir süredir yaşanan en şiddetli depremdi; ancak en ölümcül olanı değildi.

1960’da Marakeş’in güneybatısındaki Agadir‘i yerle bir eden 5,8 büyüklüğündeki depremde 12 binden fazla kişi hayatını kaybetti.

Bu depremin ardından ülkede inşaat kurallarında değişiklik yapıldı; ancak, kırsal kesimdeki evler olmak üzere ciddi oranda bina bu tür sarsıntılara dayanacak şekilde yapılmadı.

ABD Jeolojik Araştırmalar Kurumu‘na göre, 8 Eylül’deki sarsıntının 500 kilometre yakınında en az bir asırdır 6,0 büyüklüğünden daha şiddetli bir deprem meydana gelmedi.

Kuzey Fas’ta 2004 yılında 6,4 büyüklüğünde ve 2016 yılında 6,3 büyüklüğünde sarsıntılar meydana geldi.

‣ Fas’ta 6,8 büyüklüğünde deprem: Can kaybı 2 binin üzerine çıktı

‘Bir damla dahi su alınamaz’ seviyesine inen Eğirdir Gölü’nde vahşi sulamaya devam!

Isparta‘daki Eğirdir Gölü‘nde su,  kritik seviye olan 914,74 metrenin altına düştü, buna rağmen çevresindeki arazilerde hala vahşi sulama yapılıyor.

Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) Bilim Danışmanı Dr. Erol Kesici, gölde su kodunun ‘bir damla dahi su alınamaz’ denilen seviyenin altına düştüğünü belirtip, “Buna rağmen havzanın bir kısım alanlarında hala vahşi sulama ile tarımsal faaliyetlerin sürdürülmesi, göl ve su ihtiyacı konusunda çok daha ciddi sorunların yaşanacağının göstergesi” dedi.

‣ Araştırma: İklim değiştikçe sel ve kuraklıklar daha sık olacak, daha uzun sürecek
‣ [İklim masası] Türkiye’de tarım kuraklık ve aşırı sıcaklar nedeniyle tehlike altında

Ayrıca Cumhurbaşkanlığı Türkiye Ulusal Risk Kalkanı Modeli Kurulu üyesi olan Kesici, aşırı kuraklık yaşanan bir dönemde, göl çevresindeki elma bahçelerinde yapılan vahşi tarımsal sulamaya dikkat çekti. Kesici Eğirdir Gölü’nün mevcut su kalitesinin korunması ve sürdürülebilir kullanımının sağlanması amacıyla havzadaki faaliyetlerin düzenlenmesini öngören özel bir hükümde şu ifadeye dikkat çekti:

“Genel Hükümlerin C maddesine göre, Eğirdir Gölü’nde su seviyesi 914,74 metrenin altına düşmemesi gerektiği ve bu seviyenin altında gölden su çekiminin kesinlikle yasaklandığı belirtilmiştir.”

‣ İklim krizi: Geçen yıl görülen aşırı sıcaklar ve kuraklık 2023’te tekrarlanabilir

‣ Tarımsal sulama: Türkiye’de su israfının en büyük nedeni

‣ Tarımda ‘meteorolojik kuraklık’ günleri: Bir damla su bile israf edilmemeli

Geçen haftalarda yaşanan kuraklık nedeniyle gölde su seviyesinin, ‘bir damla dahi su alınamaz’ seviyesinin altına düştüğünü hatırlatan Kesici, şunları söyledi: ” Buna rağmen havzanın bir kısım alanlarında hala vahşi sulama ile tarımsal faaliyetlerin sürdürülmesi, göl ve su ihtiyacı konusunda çok daha ciddi sorunların yaşanacağının göstergesi. Havzada birçok yerde kuyularda su kalmaması ve içme suyu sıkıntısının yanı sıra tarımsal sulamada su yetersizliği nedeniyle üretimde çok ciddi üretim kayıpları, kurumalar ve hastalıklar yaşanırken; belirli yerlerde salma sulamayla tarım yapılması düşündürücü.”

‘Çok daha ciddi sorunların yaşanacağının göstergesi’

Yıllardır Eğirdir Gölü’nün önceliğinin içme ve kullanma suyu olması yönünde çağrılarda bulunduklarını ifade eden Kesici, şunlara dikkat çekti:

“Göl, son yıllarda çok ciddi kuruma ve kirlilik tehdidi altında. Buna rağmen vahşi sulama yöntemiyle çok önemli oranda su kaybı ve toprakta tuzlanmanın artması ile tarımsal ve yaşamsal verimliliğin azalması ve üretim için daha çok gübre-zirai mücadele ilaçları kullanılıyor. Bu durum özel hükümlere aykırı olmasının yanı sıra, çevre ve su kirliliği ve ürün kalitesi bakımından olumsuzluklara neden oluyor.  Yaşanan kuraklık ile su potansiyelinin göz ardı edilmesi, su stresi yaşanan havzada sulu tarıma devam edilmesi, bu nedenle gelecekte, kuraklığın önlenmesi için büyük bir engel oluşturuyor.”

‘Bir damla bile israf edilmemeli’

Su verimliliği seferberliğinin herkesin sorumluluğu ve görevi olması gerektiğine işaret eden Erol Kesici yapılması gerekenleri de şöyle sıraladı:

“Suyun bir damlasının bile israf edilmemesi gereken dönemi yaşıyoruz. Tarımsal sulama teknolojileri geliştirilmesinin ve yaygınlaştırılmasının yanı sıra, üreticilerimizin su kullanımında salma sulama, yağmurlama yöntemlerinden daha çok yer altına döşenecek damla sulama, kapalı sistem su taşıma sistemlerine geçmesi gerekiyor. Her alanda suyu korumak için suyun değdiği iğneden iğliğe her şeyi israf etmemeli. Bölgede tarımsal sulama yöntemleri nedeniyle doğal gölün giderek kuruması yaşamsal sorun haline geldi. Gölde aşırı su çekilmesiyle içme-kullanma su alımlarında ciddi sorunlar yaşanıyor. Bölgede, tarımsal sulamada kısıtlamaya gidilmesi sonrası, üretim alanlarında derin sondaj sistemlerine yöneltilmesi- önerilmesiyse hem zaten dip seviyede olan yer altı suyunun çekilmesine ve gölü besleyen su akiferlerinin engellenmesine, susuz kalmasına neden oluyor. Çok derinden sondajla çekilen sularda tuzluluk oranı çok fazla olduğundan toprakta tuzlanma giderek artmakta, daha çok suya ihtiyaç duyuluyor.”

‘Eylem planlarına uyulmalı’

Cumhurbaşkanlığı‘nın 2023-2027 Türkiye Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Stratejisi ve Eylem Planı doğrultusunda Eğirdir Gölü Havzası ve benzeri kuraklık yaşanan havzalarda salma sulama sistemine izin verilmemesini isteyen Kesici, “Fakat eylül ayı içerisinde vahşi sulamaya devam edilmesi, denetim ve uygulamadaki aksaklıkların hala sürdüğünü gösteriyor. Ülkemizde su kullanımı ile ilgili en önemli sorun, su kaynaklarının bütçesinin korunması konusundaki yönetimsel sorunlar ve yeni su kaynaklarının yaratılması konusunda; suyun arıtılarak kullanılması, yağmur suyu hasadı ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı konusunda geç kalıp, yağmuru beklemek” diye konuştu..

Önceden de uyarmıştı

Kesici, ağustos ayının başında da  Türkiye‘nin en büyük doğal tatlı su göllerinden Eğirdir ve su seviyesi kritik eşik olan 1120,40 metrenin altına inen Beyşehir gölleri için uyarı yapmıştı:

Bu iki gölün korunması için 10-12 yıl öncesinde özel hüküm yasalar çıkartılırken, belirtilen kritik seviyesi  miktarlarını kabul etmediklerini söyleyen Dr. Erol Kesici, “O yıllarda, ‘Eğer siz Eğirdir Gölü için 914,74’ü kritik seviye olarak belirseniz, bu gölün şimdiden ölüm fermanını hazırlamak anlamına gelecektir’ demiştik. Bu gelinen nokta o durumdadır. Ağustos ayının başındayız, bir damla dahi su alınamaz hale gelmiştir. Elma yetiştiricileri, üreticiler, hayvancılar hepsi telaş ve isyan halinde çünkü suya gereksinim giderek artmakta, su alamamaktadırlar. Aynı şekilde yer altı su kaynakları da ciddi oranda azaldı. Göllerin etrafında yoğun sondaj çalışmaları var, 300 metreye kadar su çıkartılabiliyor.”

İklim için okul grevleri, İsviçrelilerin üçte birinin alışkanlıklarını değiştirmesine yol açtı

İklim eylemleri üzerine yapılan bir araştırma, ‘Kolektif eylemin toplum üzerinde doğrudan etkisi olabileceğini’ gösteriyor.

Buna göre, Greta Thunberg‘in 2018 Mayıs ayında başlattığı ve bu yıl haziran ayında mezun olana dek sürdürdüğü Fridays for Future (Gelecek için Cumalar) iklim grevleri sonucunda İsviçre halkının neredeyse üçte birinin günlük alışkanlıklarını değiştirdi.

Geçen ay, okul çocuklarının iklim değişikliği konusunda eylem talebiyle grev yaptığı küresel gençlik hareketi beşinci yıldönümünü kutlamıştı. Buna odaklanan İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü Lozan (EPFL) tarafından yapılan bir araştırma, bu grevlerin insanların çevresel tercihleri ​​üzerindeki daha geniş etkisini inceledi.

Ankete katılan İsviçrelilerin yaklaşık yüzde 30’u protestoların ardından ulaşım, satın alma ve geri dönüşüm alışkanlıklarında değişiklik yaptıklarını söyledi.

Ekim ve kasım 2019’daki protestoların ardından İsviçre sakinleriyle yapılan ankette,  grevlere katılmayan, yaşları 18 ile 74 arasında değişen 1.200’ü aşkın kişi, protesto öncesi ve sonrasında çevre alışkanlıklarına ilişkin soruları yanıtladı .

Bu hafta yayınlanan sonuçlar, katılımcıların çoğunluğunun hem Thunberg’e hem de Fridays for Future hareketine olumlu baktığını gösteriyor. Ve yüzde 30’u için bu, somut eyleme dönüştü.

Euronews‘in aktardığına göre, araştırmacı ve çalışmanın baş yazarı Livia Fritz, “Bulgularımız, insanların davranışlarının çevreyi nasıl etkilediğinin daha fazla farkına vardığını ve bireysel düzeyde önemli değişimlerin yolda olduğunu gösterdi” diyor.

En büyük değişiklikler, ulaşım, satın alma ve geri dönüşümde

Katılımcılar en büyük değişiklikleri üç alanda yaptıklarını söyledi: ulaşım, satın alma alışkanlıkları ve geri dönüşüm.

Katılımcıların üçte biri ulaşım alışkanlıklarındaki değişiklikler arasında işe arabayla gitmek yerine yürüdüklerini veya bisiklete binmek gibi alternatifler aradıklarını; eve daha yakın tatil yerleri seçerek uçmaktan kaçındıklarını söyledi.

Anket katılımcıları ayrıca yerel, organik ürünler aradıklarını, daha fazla vejetaryen yemek yediklerini ve iklim protestolarının ardından plastik atıkların azaltılması için daha fazla çaba sarf ettiklerini bildirdi.

Livia çalışmalarıyla ilgili şunları söylüyor:

“Çalışmamız, kolektif eylem yoluyla bu tür sivil katılımın toplum üzerinde doğrudan bir etkiye sahip olabileceğini buldu ve bu tür bir eylemin gerekli olduğunu doğruladı. Bireysel düzeyde yapılan değişikliklerin, aynı zamanda siyasi eylemle desteklenmesi koşuluyla daha geniş toplumsal değişime yol açabileceğini de gördük.”

Alman iklim aktivistleri de protestolara yönelik baskıların ‘büyük bir dayanışma çığlığına’ yol açtığını iddia ediyor.

FFF- Gelecek için Cumalar nedir?

Greta Thunberg 2018’de, henüz 15 yaşındayken, iklim kriziyle ilgili yöneticilerin siyasi eyleme geçmesini talep etmek için her cuma”okulu asarak “iklim için okul grevi”ne  başladı.

Ertesi yıl, kartopu gibi büyüyen eylem, 150 ülkede yaklaşık 4 milyon öğrenciyi kapsayan küresel bir harekete dönüştü .

Thunberg, haziran ayında mezun oldu ve okuldaki protesto günleri sona erdi ancak her cuma ve belirli günlerde dünya çapında yapılan yüzlerce grev sürüyor.

 

G20 Zirvesi’nin nihai deklarasyonu yayında: Fosil yakıtlara değinilmemesi korkunç bir sinyal!

Hindistan‘ın Yeni Delhi kentinde 9-10 Eylül’de düzenlenen 20 Grubu (G20) Zirvesi‘nde enerji kapasitesi ve enerji verimliliği konularında somut hedefler ortaya konulduysa da nihai deklerasyonda fosil yakıtların aşamalı olarak azaltılması konusuna yer verilmedi.

Hindistan G20 Dönem Başkanlığı, Başbakan Narendra Modi‘nin liderler arasında uzlaşma sağlandığını açıklamasının ardından G20 Liderler Zirvesi Deklarasyonu‘nu yayımladı.

Nihai metinde yenilenebilir enerji kapasitesinin üç katına çıkarılması, enerji verimliliğinin iki katına çıkarılması, çok uluslu kalkınma bankalarının reformuna duyulan ihtiyaç ve kalkınmaya yönelik trilyonlarca dolarlık fonun önünü açmak için borçların yeniden yapılandırılması konularında mutabakata varıldı.

Öte yandan Birleşmiş Milletler (BM) İklim Zirvesi‘nde (COP28) başarılı bir sonuca ulaşılması için kilit bir konu olan fosil yakıtların aşamalı olarak azaltılması konusuna değinilmedi.

Deklerasyon metninde şu noktalar öne çıkıyor:

  • Yenilenebilir enerji kaynaklarının üç katına ve enerji verimliliğinin iki katına çıkarılması kabul edildi.
  • Kömür kullanımının aşamalı olarak azaltılması taahhüdünde bulunuldu. G20’nin önceki anlaşmalarından geri adım atılmadı, fosil yakıtların aşamalı olarak azaltılmasından bahsedilmedi.
  • Gelişmekte olan ülkelerin 2030’a dek net-sıfır hedeflerine ulaşabilmeleri için gereken yılda 4 trilyon dolarlık finansmanın harekete geçirilmesi ihtiyacı kabul edildi.
  • Gelişmiş ülkelerin tarihsel emisyonlarından kaynaklanan iklim değişiminden en fazla etkilenen gelişmekte olan ülkelere 2009’da düzenlenen COP15‘te taahhüt ettikleri ancak hiçbir zaman tam olarak ödemedikleri yıllık 100 milyar dolarlık iklim tazminatını ödeme hedefine 2023 yılında ulaşacağı belirtildi.
‣ G20 ülkeleri kömürü azaltma sözü verdi: Emisyon azaltımı için uzlaşma yine sağlanamadı

Yenilenebilir enerji kaynakları / enerji verimliliği

Deklerasyonda G20’nin “Mevcut politikalar ve hedefler yoluyla yenilenebilir enerji kapasitesinin küresel olarak üç katına çıkarılmasına yönelik tüm çabaları takip ve teşvik edeceği, aynı zamanda emisyon azaltma ve karbon giderme teknolojileri de dâhil olmak üzere diğer sıfır ve düşük emisyon teknolojilerine de benzer bir isteklilik göstereceği” belirtiliyor.

G20, “2030 yılına kadar enerji verimliliği iyileştirme oranının iki katına çıkarılması için gönüllü eylem planlarını” destekliyor.

IPCC / İklim bilimi

İklim biliminin önemine vurgu yapan metinde, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (IPCC) 6’ncı Değerlendirme Sentez Raporu‘nda (AR6) sağlanan verilere değiniliyor.

Deklerasyon, küresel ısınmayı sanayi öncesi dönemdeki ortalama sıcaklığın en fazla 1,5°C üzerinde sınırlanması ihtiyacının tekrarlıyor.

Metin ayrıca sera gazı emisyonlarının 2030 yılına kadar 2019 seviyelerine göre yüzde 43 oranında hızlı bir şekilde azaltılması ve 2020-2025 yılları arasında pik emisyona ulaşılmasına atıfta bulunuyor ancak gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin farklılaştırılmış durumlarını hatırlatıyor.

Fosil yakıtlar

“Fosil yakıt” ifadesi, deklerasyonda yalnızca bir kez, fosil yakıt sübvansiyonlarına yönelik reformlar bağlamında kullanılıyor.

Metin, ulusal koşullara uygun olarak ve adil geçişe yönelik destek ihtiyacını kabul ederek, karbon yakalama ve depolama teknolojilerinden faydalanılmadıkça kömür enerjisinin aşamalı olarak azaltılmasına dikkat çekiyor.

Finans

  • G20, gelişmekte olan ülkeler için yeni ve gelişen teknolojileri, temiz ve sürdürülebilir teknolojiyi teşvik etmek üzere düşük maliyetli finansmanı kolaylaştırmak için çalışmasını taahhüt ediyor; yıllık 4 trilyon dolarlık bir yatırım rakamını ortaya koyuyor.
  • Gelişmekte olan ülkelerin Ulusal Katkı Beyanlarını (NDC) yerine getirebilmeleri için 2030 öncesi dönemde 5,8-5,9 trilyon dolara ihtiyaç duyulduğunu belirtiliyor.
  • 2010 yılında belirlenen ve gelişmekte olan ülkelere iklim tazminatı olarak ödemeyi taahhüt ettiği 100 milyar dolarlık hedefe ilk kez 2023 yılında ulaşılacağı vurgulanıyor.
  • COP27 tavsiyeleri desteklenirken, COP28’de Kayıp ve Zarar fonunun faaliyete geçmesi bekleniyor.
  • Deklerasyon, Glasgow İklim Paktı‘na uygun olarak, tarafları iklim değişikliğinin etkilerine uyum finansmanına yönelik kolektif hükümlerini iki katına çıkarma sözlerini yerine getirmeye çağırıyor.
‣ Nairobi Deklarasyonu, Afrika İklim Zirvesi’nde 54 ülkenin oy birliğiyle kabul edildi

Uzmanlar ne diyor?

Global Citizens AB ve G20 Savunuculuk ve Finansman Kıdemli Direktörü Friederike Roder:

“Küresel mali reform, özellikle en yoksul ve en kırılgan ülkeler başta olmak üzere iklim değişikliğiyle mücadeleye daha fazla finansman sağlanması açısından hayati önem taşıyor. Ancak ilerleme çok yavaş. G20, Dünya Bankası gibi çok taraflı kalkınma bankalarına on yıl içinde 200 milyar dolar ek kredi sağlama çağrısında bulunuyor – bunun nasıl yapılacağına ilişkin tavsiyeler zaten bir yıl önce G20’ye sunulmuştu! G20’nin IDA’nın güçlendirilmesi ihtiyacını kabul etmesi de sevindirici bir sinyaldir, ancak bunu sadece bir yıl içinde değil, hızlı bir şekilde gerçek eylemler takip etmelidir. Aşırı hava olayları ya da açlık tehlikesiyle karşı karşıya olan insanlar bu kadar uzun süre bekleyemez. Ek finansmanı harekete geçirmek için çok taraflı kalkınma bankalarının reformu yeterli olmayacaktır. G20, fosil yakıtlara yönelik ya da finansal işlemler gibi yeni vergilerin önemini kabul etmiyor.”

E3G‘den Madhura Joshi:

“Bu G20, G20’yi daha kapsayıcı hale getiren Afrika Birliği‘nin G20 üyeliği de dâhil olmak üzere birçok ilke sahne oldu. Hem kalkınma hem de iklim hedefleri açısından önemli olan küresel yenilenebilir enerji kapasitesinin üç katına çıkarılmasının desteklenmesi; enerji geçişleri için hayati önem taşıyan enerji verimliliği oranının iki katına çıkarılmasının desteklenmesi ve uygulama için uygun maliyetli finansmanın kilidini açmaya yardımcı olabilecek çok taraflı bankalarda reform yapılması yönünde dönüm noktası niteliğinde bir karar alındığını gördük.”

“Kömürün aşamalı olarak azaltılmasına yönelik çabalar konusunda son G20’de kullanılan dili yinelemek statükoyu korumaktan başka bir işe yaramıyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarının artırılması, fosil yakıtların aşamalı olarak azaltılmasıyla desteklenmelidir – her ikisi de adil geçiş ve net sıfır bir dünya için vazgeçilmezdir. Ayrıca pahalı, kanıtlanmamış azaltım teknolojileri hakkında çok fazla konuşuluyor, bu da eylemi geciktirmek için bir bahane olarak kullanılamaz. Her iki konuda da liderlerin daha güçlü ve cesur adımlar atmasına ihtiyacımız var. Şimdi tüm gözler COP28’de – liderler bunu başarabilecek mi?”

Fotoğraf: Global CCS Institute

350.org Politika ve Kampanyalar Yardımcı Direktörü Andreas Sieber:

“G20’nin yenilenebilir enerjiyi üç katına çıkarma taahhüdü tarihi bir adım, iklim kaosuna karşı savaşımızda bir umut ışığıdır. Yenilenebilir enerjinin 2030 yılına kadar üç katına çıkarılması, küresel ısınmayı 1,5°C‘de tutma yolunda bizi yeniden ilerletebilir. Ancak henüz kutlama yapmayalım. Onları sorumlu tutmalı, fosil yakıtları aşamalı olarak terk etmelerini talep etmeli ve acilen liderlik etmeliyiz. Özellikle zengin ülkeler sorumluluğun ağırlığını taşımalı ve 2030 yılına kadar yenilenebilir enerjiyi üç katına çıkarma taahhüdünü yerine getirmek için finansman sağlamalıdır.”

“Bu G20’nin fosil yakıtların olmadığı bir geleceğe giden yolu göstermesi gerekiyordu. IPCC’nin emisyonların 2030 yılına kadar yüzde 43 oranında azaltılmasına ilişkin sonuçlarını kabul etmekle birlikte, kömürün bile aşamalı olarak kullanımdan kaldırılmasına ilişkin hiçbir şey söylemiyor. Bu, dünyaya, özellikle de en yoksul ve en savunmasız ülkelere ve nüfuslara yönelik korkunç bir sinyaldir”.

Powershift Africa Kurucu Direktörü Mohammed Adow:

“Afrika Birliği’nin G20’ye dahil edilmesi uzun zamandır konuşuluyordu, bu nedenle nihayet gerçekleştiğini görmek güzel. Umarım iklim krizinin en ön saflarında yer alan ülkelerin dahil edilmesi, G20’nin iklim değişikliğine verdiği tepkinin kalitesini ve aciliyetini arttırmak için bir ivme sağlayacaktır. G20 çok uzun zamandır ayak sürüyerek iklim konusunda sözler verip sonra da bunları yerine getirmedi. Afrikalı liderlerin G20’yi kirletenlerin ayaklarını ateşe tuttuğunu ve iklim eylemine öncülük eden bir grup haline getirdiğini görmemiz gerekiyor.”

Uluslararası Sürdürülebilir Kalkınma Enstitüsü (IISD) Kıdemli Politika Danışmanı Shruti Sharma:

“G20 liderler deklarasyonu fosil yakıt sübvansiyonlarının ele alınmasının önemini kabul etti, ancak Bali Deklarasyonu‘ndan bu yana metinde herhangi bir ilerleme kaydedilmedi. Geçtiğimiz 15 yıl boyunca G20 liderleri fosil yakıt sübvansiyonlarının reforme edilmesi konusundaki kararlılıklarını sürekli olarak yineledi, ancak şeffaflık, zaman çizelgesi ve sübvansiyonların azaltılması konularında somut bir ilerleme sağlayamadılar. G20 üyesi ülkelerin 2022 yılında fosil yakıtları desteklemek için 1,4 trilyon ABD doları tutarında eşi benzeri görülmemiş bir kamu fonu ayırması, bu sektöre hala önemli miktarda mali kaynak aktarıldığının altını çiziyor. Fosil yakıt sübvansiyonlarının aşamalı olarak kaldırılması için gelişmiş ülkeler için 2025 ve gelişmekte olan ekonomiler için 2030 gibi iyi tanımlanmış bir son tarihin bulunmaması, G20’nin bu desteği aşamalı olarak kaldırmaya yönelik 2009 taahhüdünü yerine getirme konusundaki hesap verebilirliğini azaltıyor.”

Fotoğraf: Jim Urquhart / Reuters

‘Kömür’ ve ‘fosil yakıt’ ifadeleri neden önemli?

Kömür kullanımının aşamalı olarak azaltılması iklim krizinin etkileriyle mücadele için hayati önem taşısa da bazı ülkeler sahip olduğu kömür yatakları veya diğer ekonomik çıkarları nedeniyle kömür kullanımına yönelik sınırlandırıcı ifadelere karşı çıkma eğilimi gösteriyor. Bu nedenle diğer fosil yakıt kullanımlarını da kapsayan “emisyon azaltımı” gibi ifadeler, uluslararası taahhüt metinlerinde daha geniş yer buluyor.

Doğrudan “kömür” sözcüğüne yer verilerek buna ilişkin somut adımlar atma taahhüdü, ilk kez 2021’de Birleşik Krallık‘ın Glasgow kentinde düzenlenen BM İklim Zirvesi‘nde (COP26) imzalanan anlaşmada söz konusu olmuştu.

Ancak Rusya’nın Ukrayna‘yı işgaliyle tetiklenen enerji krizi nedeniyle sonraki anlaşma metinlerinde özel olarak kömüre ilişkin ifadelerden kaçınılmıştı.

Ancak ’emisyon azaltımı’, fosil yakıt kullanımının azaltılmasının yanı sıra karbon yakalama ve depolama teknolojilerini de kapsıyor. Birçok uzman, bu teknolojilerin iklim kriziyle etkili mücadele için gerekli olduğunu ifade ediyor ve geliştirilmeleri gerektiğini ifade ediyor. Uzmanlar bu teknolojilerin henüz yeterince geliştirilmemiş, kanıtlanmamış ve pahalı olduğuna vurgu yaparak ülkelere yenilenebilir enerjiye yönelerek emisyonlarını azaltma çağrısında bulunuyor.

Ancak iklim müzakereleri veya anlaşmaları sırasında bazı ülkeler, bu teknolojileri kullanacaklarını ifade ederek kömür kullanımlarını veya sera gazı emisyonlarını gerektiği ölçüde azaltma taahhütleri vermekten kaçınıyor. Bazı ülkeler ise emisyon azaltımı taahhüdünde bulunurken fosil yakıt kullanımlarını azaltacaklarına yönelik bir ifade kullanmaktan özellikle kaçınarak azaltım için yalnızca karbon yakalama ve depolama teknolojilerine dayalı bir yol izleyeceklerinin sinyallerini veriyor.

‣ Ülkeler fosilden çıkış ve karbon yakalama konusunda iki cepheye ayrıldı
‣ BM’nin eski iklim lideri: COP28 ev sahibi BAE’nin yaklaşımı ‘çok tehlikeli’

Mevsimin ilk karı Doğu Karadeniz’e düştü

Doğu Karadeniz‘de sonbahar mevsiminin başlamasıyla hava sıcaklıkları düştü. Bölgedeki yüksek rakımlı yaylalar ile dağ eteklerine, mevsimin ilk karı yağdı.

Rize‘de Kaçkar Dağı eteklerinde Derebaşı mevkisindeki konaklama tesisinin çevresi, kar yağışının etkisiyle beyaza büründü.

Hava sıcaklıklarının düştüğü Artvin‘in Şavşat ilçesi Tepebaşı köyüne bağlı 2 bin 950 rakımlı Sakorya Yaylası‘nın üst kesimleri de kar yağışı sonrası beyaz örtüyle kaplandı.

‘Bu yıl kar erken geldi’

Tepebaşı köyü muhtarı Ebubekir Pehlivan, “Dün gece yaylada kaldım. Sabah uyandığımda yaylamızın yüksek kesimlerinin karla kaplı olduğunu gördüm. Muhteşem manzaraydı. Cep telefonunum ile nereyi çeksem güzel görüntüler oluşuyordu. Burada güzel görüntü çekmek için fotoğrafçı olmaya gerek yok.

Bu sene ani hava değişiklikleri çok oluyor. Kar, biraz erken düştü. Bu kar artık yaylacılara ‘Yavaş yavaş köylerinize dönün’ diyor” diye konuştu.

Araştırma: Güneşi karartmak (da) Antarktika’nın buzlarını kurtaramaz

Yeni bir araştırma Güneş’i karartmak ve benzeri jeomühendislik önlemlerin, Antarktika’daki buzların erimesini önlemek için yeterli ve (gerekli) olmadığını ortaya koyuyor. Araştırmayı yapan bilim insanlarına göre en etkili yol ise karbon emisyonlarını azaltmak.

Kuzey Yarımküre‘nin yaz aylarını kasıp kavuran yangın felaketleri, seller ve diğer aşırı hava olaylarının yaşandığı bir dönemde, iklim krizine son çare olarak bazı teknolojik gelişmeler ortaya atılıyor. İklim kaynaklı felaketler şiddetlendikçe, potansiyel olarak tehlikeli çözümleri denemeye ilişkin teşvikler de artıyor. Ancak yeni modeller, güneşi karartma gibi riskli önlemlerin, artık Antarktika‘yı kurtarmak için yeterli olmadığını gösteriyor.

ABD’de, nükleer füzyon yoluyla ikinci kez enerji üretildi
Nükleer füzyon tartışmaları: Çok geç kalındı, dikkatleri acil yapılması gerekenlerden uzaklaştırıyor

ScienceAlert’ın aktardığına göre, Bern Üniversitesi’nden Johannes Sutter “Küresel sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutma fırsatı hızla tükeniyor” dedi. Teknik önlemlerin acilen alınması gerektiğini düşünen Sutter ve meslektaşları, güneşi karartmanın iklim krizine nasıl bir etkisi olabileceğini incelemeye karar verdi.

‣ Antarktika’nın kritik eşiği: Isınmayı 2℃’nin altında tutamazsak geri dönüşü olmayan değişimler yaşanacak

Güneşi karartmak tek başına çözüm değil

Bölge zaten kışın ortasında olmasına rağmen endişe verici miktarda buz kaybediyor. Bu, Batı Antarktika buzullarını yerinde tutan deniz buzunun azalmasını içeriyor. Buzulların erimesi, halihazırda beklenenden daha hızlı bir şekilde gerçekleşiyor ve zaten vahşi yaşamı tahrip ediyor.

‣ Antarktika’daki ısınma gezegeni nasıl etkiliyor?

‣ Araştırma: Antarktika’da görülen iklim aşırılıklarının sonuçları küresel olacak

‣ Antarktika buzulları tahminlerin iki katı hızla eriyor

Araştırmacılar, Batı Antarktika‘nın erimesinin, metrelerce deniz seviyesi yükselmesine neden olacağını ve ardından denizin içine giren fazla tatlı suyun, zaten yavaşlayan okyanus akıntılarının çöküşüne katkıda bulunacağına dikkat çekiyor.

‣ ‘Antarktika’daki deniz buzlarını kaybetmek, canlılığı da kaybetmek demek’

Sutter ve meslektaşları; yüksek, orta ve düşük emisyon yolları altında buzul levha koşullarını ve dört farklı stratosferik aerosol püskürtme senaryosunu simüle etti. Araştırmacıların modellemesi, 2050 yılına kadar milyonlarca ton sülfür dioksit püskürtme yoluyla güneşi karartmanın buz kaybını geciktirebileceğini, ancak bu yöntemin yalnızca karbonsuzlaşma ile bir arada ve yalnızca orta veya düşük emisyon yollarıyla çalışabileceğini gösterdi.

‘Simülasyon en etkili yolun karbonsuzlaşma olduğunu gösterdi’

Bilim insanları “Atmosferdeki sera gazı emisyonları yüksek olduğu sürece, güneş ışınlarıyla müdahalenin muhtemelen yüzyıllar, belki de binlerce yıl devam etmesi gerekecektir” diyor ve ekliyor:

“Güneş ışığını engelleyen yöntemler aniden durursa, ani bir sıcaklık artışı ve daha ciddi sonuçlarla karşı karşıya kalınabilir. Ayrıca atmosferdeki fazla CO2’nin neden olduğu diğer sorunlar da durmaksızın devam eder.”

‣ Antarktika’da sıcak dalgası: Deniz buzu yüzde 26 azaldı

Antarktika buz levhasının çökmesini engelleme şansı olan tek senaryo ise karbon emisyonlarını azaltmayı içeriyor. Sutter “Simülasyonlarımız, hızlı bir karbonsuzlaşmanın Batı Antarktika buz levhasının uzun vadeli çökmesini engellemek için en etkili yol olduğunu gösteriyor” diyor.

‣ Araştırma: Antarktika’daki hızlı erime derin okyanus akıntılarını çarpıcı ölçüde yavaşlatıyor

Ezgi Mola’ya destek veren şarkıcı Tan Taşçı’ya Musa Orhan cezası

Batman‘da 18 yaşındaki İpek Er‘e cinsel saldırıda bulunmak ve intihara sürüklemekten 10 yıl hapis cezası alan eski uzman çavuş Musa Orhan‘a sosyal medyadan hakaret ettiği gerekçesiyle yargılandığı davada para cezasına çarptırılan Ezgi Mola‘ya destek için paylaşım yapan şarkıcı Tan Taşçı, Orhan’a hakaret ettiği gerekçesiyle para cezası aldı.

İki yıl dört ay hapis cezası istendi

Musa Orhan’ın avukatı Mehmet Erkan Akkuş; şarkıcı Tan Taşçı’nın, Ezgi Mola’nın paylaşımına yorum yaparak, müvekkiline hakaret edildiği gerekçesiyle savcılığa suç duyurusunda bulundu. Savcı, Taşçı hakkında iki yıl dört aya kadar hapis isteminde bulundu. Taraflar uzlaştırma bürosunda da uzlaşamadı.

Dosya, basit yargılama usulüyle Banaz Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Mahkeme, Taşçı’nın paylaşım yaptığı tarihte Orhan’ın dava dosyasının istinaf aşamasında olduğunu ve aleyhine kesinleşmiş mahkumiyet kararının bulunmadığını belirtti. Bu sebepten sanık Taşçı’nın yazılı ileti ile hakaret suçunu oluşturduğuna karar verildi. Mahkeme, Taşçı’ya uygulanan indirimlerle 65 gün adli para cezası karşılığında 1300 lira para cezası verip hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verdi.

Taşçı’nın ayrıca beş yıl boyunca denetim süresine tabi tutulması da kararlaştırıldı.

Ezgi Mola’ya ‘Musa Orhan’a hakaret’ten para cezası: Onur, şeref ve saygınlığını rencide etti
Musa Orhan’ın avukatından Ezgi Mola için hapis cezası istemiyle yeni suç duyurusu
Melek Mosso’ya Musa Orhan’a hakaretten dava açıldı
Hazal Kaya için Musa Orhan’a hakaretten iki yıl dört ay hapis cezası istendi

Ne olmuştu?

Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı‘na 7 Temmuz 2020’de müracaat eden 18 yaşındaki İpek Er, Musa Orhan’ın cinsel saldırısına uğradığını söylemişti. Batman’da 16 Temmuz’da intihar girişiminde bulunan Er, 18 Ağustos’ta hayatını kaybetmişti. Er, yaşadıklarını aktaran bir mektup bırakmıştı.

“Nitelikli cinsel saldırı” suçundan 19 Ağustos’ta tutuklanan Orhan, 25 Ağustos’ta avukatının itirazı üzerine tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi. Siirt Valiliğince, 16 Temmuz 2020’de açığa alınan Orhan, “nitelikli cinsel saldırı” suçundan hakkında yürütülen soruşturma nedeniyle Jandarma Genel Komutanlığı’ndan ihraç edildi.

Siirt 1. Ağır Ceza Mahkemesi‘nde eylül ayında görülen duruşmada, mahkeme sanığın tutuklanması taleplerini reddetti. 3 Aralık 2021 tarihindeki karar duruşmasında ise Orhan hakkında 10 yıl hapis cezası verildi. Buna rağmen tutuklama taleplerini reddeden mahkeme, Orhan hakkında yurt dışına çıkış yasağını kapsayan adli kontrol kararı verdi.

Orhan’ın yargılanması sürerken, sosyal medyada tepki gösterenlerden  oyuncu Ezgi Mola hakkında, ‘sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle hakaret’ suçundan iki yıl dört aya kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı. Ankara 31’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde 24 Mayıs 2022 tarihinde çıkan kararla Ezgi Mola, ‘hakaret’ suçunu işlediği kanaatiyle 87 gün karşılığı 6 bin 960 TL adli para cezasına çarptırıldı.

Aynı gerekçeyle daha sonra oyuncu Farah Zeynep Abdullah’a da ceza verildi, oyuncu Hazal Kaya ve şarkıcı Melek Mosso’ya dava açıldı.

Havlu Hareketi Muğla’da: Akbük’te halkın denize ücretsiz girme hakkı gasp ediliyor

Muğla‘nın Menteşe ilçesinde yer alan Akbük Koyu‘nda vatandaşlar, denize ücretsiz girilebilecekleri alan kalmaması gerekçesiyle düzenledikleri eylemde kıyıların halka ait olduğunu hatırlatarak tüm kıyı işletmelerinin acilen kamulaştırılması çağrısı yaptı.

Turizmin önemli geçim kaynağı olduğu Akdeniz ülkeleri başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde sahilleri kiralayan şezlong ve şemsiye işletmeleri, kâr amacıyla kiraladıkları alanların dışına yayılarak halka açık alanları adeta istila ediyor. Belediyelerin gerekli denetimleri yeterli ölçüde gerçekleştirmemesi ise bazı kıyılarda halkın bu plajlara erişimini neredeyse imkansız hale getiriyor.

İşletmelerin fahiş fiyatlara kiraladığı şezlong ve şemsiyelerle plajların halka açık kısımlarını da işgal ederek halka ücretsiz sahil kullanımı imkanı bırakmamasına tepki olarak Yunanistan‘da başlayan “Havlu Hareketi”nin yankıları, İspanya‘nın ardından Türkiye‘deki birçok sahilde de yankı buluyor.

Akbük Koyu’ndaki işletmelerin halkın denize ücretsiz girebilmesini neredeyse imkansız hale getirdiği gerekçesiyle bir basın açıklaması düzenleyen Menteşe Kent Konseyi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 43’üncü Maddesi, Türk Medeni Kanunu’nun 715’inci Maddesi ve Kıyı Kanununun 5’inci Maddesine değinerek “Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır ve herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır” ifadelerini hatırlattı.

‣ Şezlong istilasına halk isyanı: Havlu Hareketi Türkiye sahillerinde yankılanıyor

‘Kıyılar, halkın elinden alındı’

Basın açıklamasını okuyan Marmaris Kent Konseyi Başkanı Nuran Aldan, kamu yararını taşıması ve her vatandaşın eşit ve serbest olarak yararlanması anayasal güvence ile teminat altına alınmış olan kıyıların ve sahillerin son yıllarda devleti yöneten iktidarın siyasi politikaları sonucu yurttaşların eşit ve özgürce kullanımına kapatıldığını ifade etti.

Aldan şunları ekledi:

Bu alanlar yalnızca parası olanların, şezlong ve şemsiye kullanımı adı altında, yüksek meblağlar ödeyerek faydalandığı yerler haline getirilmiştir. Kıyılarımız Anayasa ve kanunlar yok sayılarak yapılan imar plan düzenlemeleri ile sermayeye peşkeş çekilmiş, sermaye gücünü elinde tutan özel kişi ve kurumlara tahsis edilerek gerçek sahibi olan halkın elinden alınmıştır.”

‣ ‘Havlu hareketi’nden şezlong avına: Yunanistan sahillerinde işletmeler geri adım atıyor

‘Kıyılar, kamu yararına aykırı olarak ticarileştiriliyor’

Konsey Başkanı Nuran Aldan, kıyılardaki birçok işletmenin Muğla Turizm Çevre Vakfı Turizm ve Ticaret Limited Şirketi (MUÇEV) tarafından işletildiğine dikkati çekerek, bu işletmeler konusunda yeterince şeffaf olunmadığına işaret etti.

MUÇEV’in 2014 yılında Muğla’ya Hizmet Vakfı ve Türkiye Çevre Koruma Vakfı ortaklığıyla kurulmasından bu yana kaç işletmenin kendisine tahsis edildiğinin ve kıyıları işletmelere ne kadar ücretle kiraya verdiğinin bilinmediğini vurgulayan Aldan, “Bu ihaleleri alan kişi ve kuruluşların kim oldukları bilgisi derhal kamuoyu ile paylaşılmalıdır” dedi.

Aldan, şunları kaydetti:

“Bugün burada toplanmamızın nedeni olan Akbük Plajı, ticari şirket gibi faaliyet gösteren vakıf görünümündeki Muğla’ya Hizmet Vakfı’nın işletmesine verilerek kamu yararına aykırı olarak ticarileştirilmiştir. Plaj yıllardır birçok yol denenmek suretiyle giderek halktan uzaklaştırılan, halkın kullanımına kapalı hale getirilen bir yer haline dönüştürülmüştür.”

‣ Yunanistan’dan sonra Türkiye’de sahillere özgürlük talebi: Haklar haydutlarca gasp edildi

‘Akbük’te bir gün denize girmenin maliyeti 1500 TL’

Menteşe Kent Konseyi Başkanı Nuran Aldan, plaja arabalarıyla gelen vatandaşlardan plaj girişinde arabalarını park etmek istediklerinde özel mülkiyetli otopark işletmesi uygulaması nedeniyle araba başına 100 TL otopark ücreti alındığını açıkladı.

Plaja girildiğinde de özel işletmelerin şezlong ve şemsiye kullanımı adı altında vatandaşlardan afaki bedeller istediğini söyleyen Aldan, şunları söyledi:

Bu keyfi ve yasa dışı uygulamalar neticesinde vatandaşın özgür ve serbestçe, ücretsiz olarak denize girme hakkı gasp edilmektedir. Akbük plajında günübirlik denize girmenin günlük maliyeti neredeyse 1000-1500TL’ye mal olmaktadır.”

‣ Yunanistan’dan sonra Azmak Koyu’nda havlu hareketi: Tüm kıyılar halkındır

‘Muğla’da denize ücretsiz girilecek yer kalmadı’

Akyaka’dan başlayarak, Turnalı ve Akbük koyuna kadar uzanan sahil şeridindeki kıyıların da “ne şekilde ve nasıl olduğu bilinmeden” özel işletmelere peşkeş çekilmiş ve işletmelerce parsellenerek halkın serbestçe kullanımına kapatıldığını belirten Nuran Aldan, “Akyaka Akbük arasındaki kıyı şeridinde halkın denize ücretsiz girebilecek yeri neredeyse kalmamıştır” dedi.

‣ Havlu hareketi şimdi de Güzelbahçe’de: Sahiller halkındır, halkın kalacak

Menteşe Kent Konseyi adına açıklama yapan Aldan, şu ifadeleri kullandı:

“Muğla, Türkiye’nin en uzun kıyı şeridine sahip olan il olmasına rağmen Muğla’nın tüm ilçelerinde neredeyse halk ücretsiz olarak denize giremez hale gelmiştir. Giderek zorlaştırılan yaşam şartlarıyla birlikte evine hapsedilmeye uğraşılan halkın, yegane rahatlama aracı olan denize girme hakkının, bu şekilde yasa dışı ve keyfi uygulamalarla gasp edilmeye çalışılması kabul edilemez. Kamusal alana koyulan bir kapı ile tutturabildiğinden para talep eden ve halkın atacağı her adımı paraya çevirmeye çalışan bu zihniyeti asla kabul etmiyoruz. MUÇEV’in usulsüzlüklerinin yanı sıra, bir de Akbük’deki işletmelerin şezlongları ve masalarıyla kıyıları alenen işgal etmiş oldukları görülmekte ve halka şemsiyesini ve havlusunu koyacağı en ufak bir alan bırakılmadığı, bu sayede de fahiş fiyatlarla kiralanan şezlonglar dışında, para vermeden denize girmenin imkansız hale getirildiği bir sistem bize dayatılmaktadır.”

Konsey, hali hazırdaki tüm kıyı işletmelerinin derhal kamulaştırılması ve asıl sahibi olan halka geri verilmesi çağrısı yaparak “Biz bu sistemi var gücümüzle reddediyor, ‘Kıyılar halkındır ve herhangi bir gerekçeyle kamunun kullanımına kapatılamaz’ diyoruz” dedi.

Yunanistan kayıtlarına göre 93 yılın en şiddetli yağmur fırtınasında can kaybı 15’e yükseldi

Yunanistan’da kayıtların başladığı 1930 yılından bu yana kaydedilen en şiddetli yağmur fırtınasında can kaybı 15’e yükseldi. Can kaybındaki artış, Yunan arama kurtarma ekiplerinin dün (10 Eylül) dört kişinin daha cesedini bulmasıyla gerçekleşti. İki kişinin ise hala kayıp olduğu bildirildi.

Daniel Fırtınası, şimdiye kadar kaydedilen en sıcak yaz mevsiminin ardından 5 Eylül Salı gününden bu yana Yunanistan’ın kasıp kavurdu. Fırtına ülkedeki orman yangınlarının ardından yıkıcı bir tahribat bıraktı.

Yunanistan’da sel: Burası deniz gibi

Reuters’in aktardığına göre; ülkede evler ve köprüler çöktü; okullar, yollar ve elektrik direkleri yıkıldı; hayvanlar boğuldu ve bereketli Teselya ovasındaki mahsuller yok oldu.

‣İklim krizi ve yanlış kent politikaları sel riskini artırıyor 
Fotoğraf: Giannis Floulis/Reuters- Yunanistan,
Fotoğraf: Giannis Floulis/Reuters

Dün (10 Eylül) fırtınadan en çok etkilenen Karditsa kenti yakınlarında 88 yaşında bir kadın ile 58 ve 65 yaşlarında iki erkeğin cesedine ulaşıldı. Daha sonra ekipler Volos bölgesinde 42 yaşındaki bir adamın daha cesedini buldu.

Selden etkilenen bölge sakinleri, hava yoluyla ve cankurtaran botlarıyla alandan uzaklaştırıldı.

Fotoğraf: Elias Marcou/Reuters-Yunanistan
Fotoğraf: Elias Marcou/Reuters

Yetkililer, Larissa şehri ve Pineios Nehri yakınındaki köylerden şu ana kadar 4 bin 250’den fazla kişinin tahliye edildiğini bildirdi. Nehir taştığı için yakınındaki köylerde daha fazla tahribat olduğu ve çalışmaların bu bölgede yoğunlaştığı da kaydedildi.

Fotoğraf: Giannis Floulis/Reuters- yunanistan
Fotoğraf: Giannis Floulis/Reuters

Başbakan Kiryakos Miçotakis, dün Teselya‘daki ana operasyon merkezini ziyaret etti ve fırtınadan etkilenenler için çeşitli mali yardım önlemlerinin sunulacağını duyurdu.

Miçotakis, devletin önceliğinin bu felaketin bıraktığı ciddi yaraları iyileştirmek olduğunu söyledi.

Miçotakis yarın (12 Eylül) Strazburg‘da AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile görüşecek. Başbakan Kiryakos Miçotakis, Yunanistan’ın fırtınanın etkisiyle başa çıkmak için ekstra fon alabilmesini sağlamak istediğini ve bunun boyutunun herhangi bir tahminin ötesinde olduğunu söyledi.

Fotoğraf: Elias Marcou/Reuters- Yunanistan
Fotoğraf: Elias Marcou/Reuters

Muhafazakar lider, fırtına nedeniyle ertelenen ekonomi politikasına ilişkin yıllık açılış konuşmasının 16 Eylül’de yapılacağını söyledi. On yıldır süren borç krizinden çıkan Yunanistan ekonomisinin daha güçlü olduğunu ifade ederek Avrupa Birliği’nin desteğiyle ülkenin böyle bir felaketin etkisini atlatabileceğini aktardı.

Yunanistan’daki sel, ülkenin kuzeyinde çıkan büyük yangının ardından gerçekleşti. Bilim insanları, Yunanistan’ın kurak Akdeniz ikliminin ülkeyi küresel iklim değişikliğinin ön saflarına koyduğunu ve tuhaf hava olaylarının giderek yaygınlaştığını söylüyor.

‘Türkiye’nin içinde bulunduğu Akdeniz havzası daha da sıcak ve kurak hale gelecek’
Görüntü: Maxar Technologies/Handout/Reuters- Yunanistan
Görüntü: Maxar Technologies/Handout/Reuters

Son haftalarda İskandinavya, Güneydoğu Avrupa ve Hong Kong‘da yaşanan sel felaketleriyle birlikte aşırı hava olayları dünya çapında yaşandı. Hindistan, kayıtların başladığı bir asırdan fazla süreden bu yana (122 yıl) en kurak Ağustos ayını yaşadı.

Hindistan’da aşırı yağışlar ve toprak kaymaları 
İklim değişikliği Asya’yı tehdit ediyor
Dünya, kaydedilen en sıcak haziran ayını geride bıraktı
sel, kuraklık
Araştırma: İklim değiştikçe sel ve kuraklıklar daha sık olacak, daha uzun sürecek