Ana Sayfa Blog Sayfa 304

Mersin Çevre Platformu: Atatürk Parkı liman genişlemesi için yok edilemez!

Mersin Limanının Atatürk Parkı önlerine doğru genişlemesi projesiyle ilgili dava süreci devam ederken liman sahasında ve Atatürk Parkı önlerinde çalışmaların başladığı iddiası endişeye neden oldu.

Ekoloji aktivistleri, tarihi öneme sahip ve şehrin sembollerinden biri olan Atatürk Parkında yapılmak istenen liman genişlemesi projesine karşı çıktı ve kent sakinlerine parkın heba edilmesini önlemek için mücadele çağrısı yaptı.

Mersin Çevre Platformu (MERÇED), yaptığı bir basın açıklamasında Mersin Uluslararası Liman İşletmeleri (MIP) A.Ş.’nin dava süreci devam ederken liman sahasında ve Atatürk Parkı önlerinde derinleştirme ve deniz dibi temizliği çalışmalarına başlamasına tepki göstererek projenin hukuksuz ve antidemokratik olduğunu belirtti.

Liman A kapısı önünde bir araya gelen MERÇED üyeleri, ‘Havama, suyuma, toprağıma, denizime dokunma’ ve ‘Atatürk Parkı bizimdir, bizim kalacak’ sloganları attı.

Yapılan basın açıklamasında aktivistler, “Atatürk Parkı halkındır. Hukuksuz bir şekilde rant uğruna heba edilmesine izin vermeyeceğiz” ifadelerini kullandı.

Açıklamada “Yeryüzü iklim değişikliği ve çevre kirliliği gibi pek çok sorunla karşı karşıyadır. Gezegenimizin ormanları yok edilerek, havası, suyu ve toprağı kirletilmektedir. Atmosferdeki küresel ısınma artık iklim krizine dönüşmüştür. İklim krizine karşı önlem alınmazsa hepimizin geleceği tehlikededir” uyarılarına yer verildi.

‣ Mersin’in ‘denizle buluşan’ tek parkı için kentliler ayakta: Parkıma dokunma!

‘Yeşil alanlar korunmak yerine rant uğruna yok ediliyor’

Aktivistler, gelişmiş ülkelerin iklim krizinin risklerini azaltmak ve kirletilen çevreyi temizlemek için yeşil ve ormanlık alanlarını genişletme ve kirletici teknolojileri kurmamaya ve aşırı tüketmemeye karar verdiğini hatırlatarak, “Kentimizde dünyamızın ve ülkemizin yaşadığı iklim krizine karşı risklerin azaltılması için yeşil alanlarımız korunmak ve genişletilmek yerine rant uğruna yok edilmektedir” diye belirtti.

Mersin Çevre Platformu, Atatürk Parkı’nın Mersin’in akciğerlerini oluşturduğunu ve halkın sosyal olarak nefes aldığı bir alan olduğunu vurgulayarak, yapılacak liman genişletme çalışmaları nedeniyle Atatürk Parkının tamamen konteynerlerle dolacağına ve bu proje ile Atatürk Parkının tamamen ortadan kaldırılacağına dikkati çekti.

‘Proje, trafik yükü, hava kirliliği ve asbest getirecek’

Platform, projenin bilimsellikten uzak olduğunu ve kent yaşamına ciddi zararlar vereceğini belirterek, şunları kaydetti:

“Liman genişlemesi için yapılacak 176 bin metrekarelik sahanın dolgu malzemesi Mersin’e ait mahallelerde planlanan taş ocaklarından taşınıp getirilecek ve Atatürk Parkı önündeki denize dökülecektir. Kıyı dolgusu için 4 milyon 284 bin ton taş ihtiyacı, mahallelerdeki taş ocaklarından Atatürk Parkına 350 bin kamyonla taşınırken trafik yükü ve hava kirliliği yaratacaktır. Ayrıca projenin yapılabilmesi için denizin dibinden çıkarılacak asbest hepimizi zehirleyecektir.”

Aktivistler, projenin MIP şirketine rant kazandıracağının altını çizerek, “Atatürk Parkı halkındır. Hukuksuz bir şekilde rant uğruna heba edilmesine izin vermeyeceğiz. Mersin halkının karşı olduğu bu projeden MIP derhal vazgeçmelidir. Mersin halkını Atatürk Parkına sahip çıkmaya davet ediyoruz” dedi.

Panama’da iki çevre aktivisti bakır madenine karşı direnirken öldürüldü

Panama’da Kanadalı First Quantum Minerals şirketinin iştiraki olan Minera Panamá‘ya ait açık ocak bakır madenine karşı yapılan protestolarda iki aktivist öldürüldü.

1 Kasım’da meydana gelen cinayetin haftalar öncesinde madene onay verilmişti. 20 Ekim’de onaylanan bakır madeni için, başkentin batısındaki, biyoçeşitlilik açısından oldukça zengin olan bir orman seçildi.

AP‘nin aktardığına göre; madene karşı başlatılan protestolarla birlikte hükümet tarafından şirketle imzalanan sözleşmenin feshedilmesi bekleniyordu. Ancak 2 Kasım’da ülkenin meclisinde gece geç saatlerde gerçekleştirilen tartışmayla bu karardan geri adım atıldı.

Fotoğraf, polisin göstericilere attığı biber göz yaşartıcı gazı polislere geri atan bir eylemciyi gösteriyor. - Fotoğraf: Arnulco Franco / AP Photo
Fotoğraf, polisin göstericilere attığı biber göz yaşartıcı gazı polislere geri atan bir eylemciyi gösteriyor. – Fotoğraf: Arnulco Franco / AP Photo

20 yıl işletilmesi için izin verilen maden ocağının verimliliğine göre 20 yıl daha işletilmesi söz konusu.

Ölümler ise maden ocağının doğayı tahrip etmesinin önüne geçmek isteyen aktivistlerin yol kapatma eylemi sırasında meydana geldi. 7 Kasım’da, üçüncü haftasında devam eden protesto sırasında gerçekleştirilen cinayetlerin akabinde olayla ilgili bir kişinin tutuklandığı bildirildi.

Newsroom Panama ve Agence France-Presse‘e göre polis daha sonra şüphelinin fotoğrafını paylaştı ve şüphelinin ABD ve Panama çifte vatandaşlığına sahip bir avukat ve profesör olan 77 yaşındaki Kenneth Darlington olduğunu açıkladı.

Öldürülen kişilerin ise Abdiel Díaz ve Iván Mendoza olduğu, birinin eğitimci diğerinin ise San Carlos bölgesindeki bir okulda çalışan bir eğitimcinin eşi olduğu belirlendi.

Amerikalı avukat ve profesör 77 yaşındaki Kenneth Darlington
Amerikalı avukat ve profesör 77 yaşındaki Kenneth Darlington – Fotoğraf: Bienvenido Velasco:EPA-EFE

New York Post’a göre; Amerikalı avukat ve profesör 77 yaşındaki Kenneth Darlington’ın Pan-Amerikan Otoyolundaki barikata rahatça yaklaştığı ve göstericilerle tartışırken silahını çekip ateş açmadan önce parmağını salladığı görülüyor.

Diğer görüntülerde Panama City’nin batısındaki Chame bölgesinde yoldaki cesetlerin etrafında duran insanların yanı sıra silahlı saldırganın kelepçelenerek bir ekip arabasına götürüldüğü görülüyor.

Fotoğraf, protestolarda yer alan bir aktivisti gösteriyor -Fotoğraf: Arnulco Franco / AP Photo
Fotoğraf, protestolarda yer alan bir aktivisti gösteriyor -Fotoğraf: Arnulco Franco / AP Photo

Olay anını gösterdiği belirtilen bir video ise sosyal medyada paylaşıma sokuldu. Videoda silah taşıyan saldırganın, barikattaki bir lastiği kaldırdığı ve bu sırada da yerde bir kişinin bedeninin olduğu görüldü.

Olayın ardından ortaya koyulan bazı haberlerde ise aktivistlerin bir kişi tarafından ezilerek öldürüldüğüne yer verilmişti.

Daha önce de ateşli silah bulunmaktan tutuklanıp serbest bırakılmıştı

İki aktivisti öldüren Darlington’un 2005’te, polis tarafından Paitilla‘daki bir daireye yapılan baskının ardından tutuklanmıştı. Darlington o sırada iki savaş silahına sahip olduğunu, ancak bunları koleksiyoncu olarak bulundurduğunu söylemişti. Avukat, savaş silahları ve mühimmat bulundurduğu gerekçesiyle soruşturuldu ancak kefaletini ödedikten sonra serbest bırakıldı.

Darlington, 23 Temmuz 2005 tarihinde kara para aklama suçundan hüküm giyen finansçı Marc Harris‘in sözcülüğünü yapmıştı.

Fotoğraf, 23 Ekim 2023’te, maden ocağının hayata geçirilmesi için şirket ve hükümetin imza attığı sözleşmenin ardından protesto gerçekleştiren aktivistleri gösteriyor. - Fotoğraf: Arnulco Franco / AP Photo - Panama
Fotoğraf, 23 Ekim 2023’te, maden ocağının hayata geçirilmesi için şirket ve hükümetin imza attığı sözleşmenin ardından protesto gerçekleştiren aktivistleri gösteriyor. – Fotoğraf: Arnulco Franco / AP Photo

Ne olmuştu?

24 Ekim’de ülkedeki eğitim ve inşaat sendikaları, söz konusu madenin 75 mil (120 kilometre) batısındaki Colon eyaletindeki ormanlık arazileri ve önemli yeraltı sularını tehdit ettiğini söyleyerek çevrecilerle birlikte eylemlere öncülük etti.

Meydana gelen cinayetlerin öncesinde, 24 Ekim’de Panama Şehri genelinde barışçıl protestocular el ilanları dağıtmıştı, ancak başkentin yakınlarındaki bazı bölgelerde polis protestoculara göz yaşartıcı gazla karşılık verdi.

Hükümet, bu süreçte Panama’nın şimdiye kadarki en büyük özel yatırımı olan madenin ülke ekonomisine yaptığı “muazzam katkıyı” vurgulamak için sosyal medyayı kullandı.

İnsanlar Dünya’nın bir büyük döngüsünü daha bozuyor ve kimse bundan bahsetmiyor

Kömür, petrol ve gaz gibi fosil yakıtların kullanılması başta olmak üzere insan faaliyetlerinden kaynaklanan iklim krizi gezegenin ısınmasına yol açarken vahşi yaşamı tehlikeye atıyor ve hatta Dünya’nın dönüşünü değiştiriyor. Yeni bir çalışma, insanların gezegenin doğal tuz döngüsü üzerinde de ciddi bir olumsuz etkiye sahip olduğunu ortaya koyuyor.

Uzun süren doğal jeolojik ve hidrolojik süreçler tuzu Dünya yüzeyine taşırken insanlar madencilik, arazi geliştirme ve yollardaki buzun eritilmesi için tuz kullanımı gibi faaliyetlerle bu doğal akışı hızlandırıyor.

Maryland, Connecticut ve Virginia Tech Üniversiteleri ile diğer kurumlardan araştırmacılar, tatlı su kaynaklarına yönelik “varoluşsal bir tehdit” olarak tanımladıkları durumu belgelemek için ortak bir çalışma yürüttü.

Ekip, sadece çoğumuzun yemeklerimizde kullandığı sodyum klorür çeşidini değil, nehirlerdeki ve topraktaki tuz konsantrasyonları gibi farklı ortamlardaki çeşitli tuzları inceledi. Göllerin kuruması gibi bazı belli olaylar bile havadaki tuz konsantrasyonlarını artırıyor.

Fotoğraf: NTB Scanpix

‘İçilebilir su bulmak ciddi bir zorluğa dönüşebilir’

Connecticut Üniversitesi’nden Ekolog Gene Likens, “20 yıl önce elimizde yalnızca vaka çalışmaları vardı. New York‘ta yüzey sularının ya da Baltimore‘un içme suyu kaynağının tuzlu olduğunu söyleyebilirdik. Şimdi bunun, dünyanın derinliklerinden atmosfere kadar uzanan bir döngü olduğunu ve insan faaliyetleri nedeniyle önemli ölçüde bozulduğunu gösterebiliyoruz” dedi.

Nature Reviews Earth & Environment dergisinde yayımlanan çalışma, dünya çapında yaklaşık 2,5 milyar dönüm arazinin insan kaynaklı tuzlanmadan etkilendiğini ve yolların buzunu çözmek için kullanılan tuzun da havaya karıştığını ortaya koyuyor.

Tatlı su varlıklarının giderek tuzlanması en büyük endişelerden biri. Bu eğilim devam ederse, diğer canlılara ve yaşam alanlarına verilen zararlar bir yana, dünya nüfusu için yeterli su bulmak da gerçek bir zorluk haline gelebilir.

‘Zararlı seviyelere yükseliyor’

Tuz seviyeleri, dağların tepelerinde ne kadar kar oluşacağından insanların solunum yolu hastalıklarına yakalanma olasılığına kadar, yaşamın tahmin edilemeyecek kadar fazla yönünü üzerinde etkili.

Araştırmacılar, insanların tuz döngüsü üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi ve bu etkiyi azaltmak için daha fazla şey yapılması çağrısında bulunuyor. Her yıl ABD’de buzların eritilmesi için yollara serpilen yaklaşık 20 milyon ton tuz, bu etkinin azaltılması için iyi bir başlangıç noktası olabilir. Ancak bu konuda daha fazla çalışma ve düzenleme yapılması şart.

Kaushal, “Tuz ABD’de birincil içme suyu kirleticisi olarak kabul edilmediğinden, bu çok karmaşık bir konu. Bu nedenle bu konuda bir düzenlemeye gidilmesi büyük bir girişim olacaktır. Ancak bunun çevrede zararlı seviyelere yükselen bir madde olduğunu düşünüyor muyum diye sorarsanız, evet” ifadelerini kullandı.

Gazze’de hayatta kalma mücadelesi savaş suçları, su krizi, açlık, hastalık riskleriyle sürüyor

Halen Gazze‘nin kuzeyinde yaşamakta olan yüz binlerce Filistinli, İsrail‘in askeri operasyonları ve ablukası altında benzeri görülmemiş zorluklarla karşı karşıya. Birleşmiş Milletler (BM) İnsani İşler Koordinasyon Ofisi‘ne (OCHA) göre yakıt, su ve un olmaması nedeniyle kuşatma altındaki enklavda hiçbir fırın çalışmıyor ve bir haftadır bölgede gıda ya da temiz su dağıtımı yapılmadı.

G7 grubu ülkelerinin dışişleri bakanları dün (8 Kasım) sivillerin korunması, yardımların ulaştırılması ve 7 Ekim’den bu yana Hamas tarafından Gazze’de esir tutulan 240’tan fazla rehinenin serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla çatışmalara insani ara verilmesi için uluslararası çağrılarda bulundu. 

Bu esnada su, gıda, ilaç ve yakıta ihtiyaç duyan Gazzelilere BM ve ortakları tarafından gönderilen bir tıbbi yardım konvoyu saldırıya uğradı.

Fotoğraf: Abed Khaled / AP
‣ İsrail-Hamas savaşı: 13 gündür Gazze’de her 15 dakikada bir çocuk öldürüldü

Tıbbi yardım konvoyuna ateş açıldı

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), tıbbi malzeme eksikliği nedeniyle kuzeydeki hastanelerin artık anestezi olmadan ameliyat yaptığını bildirdi.

WHO ve Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı (UNRWA) ait beş kamyondan oluşan ve Uluslararası Kızılhaç Komitesi‘ne (ICRC) ait iki aracın eşlik ettiği konvoyun 7 Kasım’da Gazze’deki Al Şifa ve Al Quds hastanelerine tıbbi malzeme götürmek üzere yola çıktığı sırada ateş altında kalmasıyla sağlık alanındaki vahim tabloya bir yenisi daha eklendi.

OCHA, iki kamyonun hasar gördüğünü ve bir sürücünün yaralandığını, ancak konvoyun nihayetinde Al Şifa hastanesine ulaştığını ve teslimatını tamamladığını söyledi.

Fotoğraf: Ronen Zvulun / Reuters
‣ İsrail: Askerlerimiz Gazze’nin kalbinde, Hamas’ı köşeye sıkıştırdık

Koşullar ‘feci’

UNRWA dün gece, personel ve sağlık ortakları için büyük risklere rağmen çok ihtiyaç duyulan acil tıbbi malzeme ve ilaçlarının Gazze Şehrindeki Al-Şifa hastanesine teslim edildiğini doğruladı.

UNRWA Başkanı Phillipe Lazzarini, WHO Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus ile birlikte yaptığı açıklamada, bunun İsrail’in Gazze’ye yönelik tam kuşatmasının başlamasından bu yana hastaneye hayat kurtaran malzemelerin yalnızca ikinci teslimatı olduğunu söyledi. BM şefleri koşulları şu sözlerle anlattı:

“Sevindirici olmakla birlikte, teslim ettiğimiz miktarlar Gazze Şeridindeki muazzam ihtiyaçlara cevap vermekten çok uzak. Gazze Şeridindeki en büyük hastane ve Filistin’in en eski sağlık kuruluşlarından biri olan Al Şifa’daki tıbbi koşullar feci durumda. Şu anda mevcut her yatağa neredeyse iki hasta düşüyor. Acil servis ve koğuşlar dolup taşıyor, doktorlar ve sağlık çalışanları yaralı ve hastaları koridorlarda, yerde ve dışarıda tedavi etmek zorunda kalıyor.”

Ayrıca yerlerinden edilen on binlerce insan hastanelerin otoparklarına ve bahçelerine sığındı. Yetkililer, şu ifadeleri kullandı:

“Al Şifa Hastanesi her zaman Gazze’deki en önemli sağlık tesisi olagelmiştir. Doktorları, hemşireleri ve diğer çalışanları mevcut umutsuz duruma kahramanca karşılık verdi. Ancak daha fazla desteğe ihtiyaçları var. Gazze’nin kuzey bölgelerine erişim engellenemez ve bölge insani yardımın ulaştırılmasından mahrum bırakılamaz, bırakılmamalıdır. Oradaki hastalar hakları olan ve acilen ihtiyaç duydukları sağlık hizmetlerinden mahrum bırakılamaz. Yardım Gazze’nin tamamına ulaşmalıdır.”

Fotoğraf: Ibraheem Abu Mustafa / Reuters
‣ İsrail: Hamas rehineleri bırakana dek Gazze’ye gıda, su, ilaç, elektrik, yakıt yok

99 UNRWA çalışanı öldürüldü

Yerel saatle öğleden sonra New York‘ta gazetecileri bilgilendiren BM Sözcüsü Stéphane Dujarric, devam eden İsrail bombardımanında hayatını kaybeden UNRWA çalışanlarının sayısının 99’a ulaştığını söyledi.

Muhabirlerin sorularını yanıtlayan Dujarric, “bu çatışma sona erdiğinde ölümler için hesap verilmesi gerekeceğini” söyledi.

‣ İsrail-Hamas savaşı ‘sivillerin benzeri görülmemiş ızdırabıyla’ sürüyor: İnsanlık üstün gelmeli

Hastalıkların yayılma riski artıyor

Gazze’de ölü ve yaralı sayısı artmaya devam ederken, yoğun kalabalık ile bozulan sağlık, su ve sanitasyon sistemleri ek bir tehlike oluşturuyor: Bulaşıcı hastalıkların hızla yayılması. Dünya Sağlık Örgütü, yaptığı açıklamada “endişe verici eğilimler şimdiden ortaya çıkıyor” diye belirtti:

“Yakıt eksikliği suyu tuzdan arındırma tesislerinin kapanmasına yol açarak, insanlar kirli su tükettikçe ishal gibi bakteriyel enfeksiyonların yayılma riskini önemli ölçüde arttırdı. Yakıt eksikliği aynı zamanda katı atıkların toplanmasını da sekteye uğratarak, hastalıkları taşıyabilen ve bulaştırabilen böceklerin, kemirgenlerin hızlı ve yaygın bir şekilde çoğalmasına elverişli bir ortam yaratmıştır.”

WHO, durumun özellikle Gazze genelinde yerinden edilmiş yaklaşık 1,5 milyon insan için endişe verici olduğunu, özellikle de hijyen tesislerinin ve güvenli suya erişimin yetersiz olduğu aşırı kalabalık sığınaklarda yaşayanlar için bulaşıcı hastalık riskini artırdığını kaydetti.

Fotoğraf: Mohammed Dahman / AP
‣ İsrail bombardımanı sürdürürken Gazze’de insani kriz derinleşiyor: İnsani felaketin eşiğindeyiz

Tahliyeler devam ediyor

İsrail bombardımanları Gazze Şeridinde devam ederken, Filistinli silahlı gruplar da İsrail’e ateş açıyor. İsrail askerlerinin Hamas militanlarının peşinden Gazze’ye girdiği bildiriliyor.

OCHA, İsrail ordusunun kuzeyde yaşayanlara tahliye emirlerini yinelediğini ve üst üste dördüncü gün olan 7 Kasım’da ana yolda bir “koridor” oluşturarak sakinlere güneye doğru hareket etmeleri için dört saatlik bir süre tanıdığını söyledi.

BM gözlemcileri 15 bin kadar kişinin bu yolu kullanmış olabileceğini tahmin ediyor. OCHA, “aralarında çocuklar, yaşlılar ve engellilerin de bulunduğu insanların çoğunluğunun asgari eşyalarla yürüyerek geldiğini” vurguladı.

Fotoğraf: Hatem Moussa / AP
‣ Guterres: Gazze çocuklar için bir mezarlığa dönüşüyor

Yaşam destek ünitesindeki çocuklar risk altında

OCHA, 7 Kasım’da İsrail ordusunun, “silahlı grupların hastane binasını ve çevresini kullandığını iddia ederek” Gazze Şehrindeki tek pediatri tesisi olan Rantisi Hastanesi için tahliye emirlerini yenilediğini söyledi.

Gazze’deki sağlık yetkililerine göre böyle bir tahliye, yaşam destek ünitesine bağlı olan, böbrek diyalizine giren ya da solunum cihazlarına bağlı olan onlarca çocuğun hayatını tehlikeye atacak.

‣ UNICEF: Gazze binlerce çocuğa mezar oldu, yaşayanlar için cehennem
Fotoğraf: Ibraheem Abu Mustafa / Reuters

Savaş suçu uyarısı

Gazze’nin kuzeyindeki tüm binaların üçte birinin yıkıldığı ya da hasar gördüğü bildirilirken, BM tarafından atanan bağımsız bir insan hakları uzmanı dün yaptığı açıklamada, konutların, sivil nesnelerin ve altyapının sistematik ya da yaygın bir şekilde bombalanmasının uluslararası insancıl hukuk, ceza hukuku ve insan hakları hukuku tarafından kesinlikle yasaklandığı uyarısında bulundu.

BM’nin yeterli barınma hakkı Özel Raportörü Balakrishnan Rajagopal, “sivil konutları ve altyapıyı sistematik olarak tahrip edeceğini ve bunlara zarar vereceğini bilerek, Gazze gibi bütün bir şehri siviller için yaşanmaz hale getirerek düşmanlık yapmanın bir savaş suçu olduğunu” ifade etti.

BM Özel Raportörleri, BM İnsan Hakları Konseyi tarafından atanan bağımsız uzmanlar anlamına geliyor. Tarafsızlık gerekçeleri nedeniyle bu kişiler BM çalışanı olmadıkları gibi ve çalışmaları karşılığında BM’den maaş almıyor.

Fotoğraf: Ronen Zvulun / Reuters
‣ İsrail-Hamas savaşında 18’inci gün: Kurbanların yaklaşık yüzde 70’i çocuk, kadın ve yaşlılar

Kronik su sıkıntısı

OCHA, Gazze’nin güneyinde yiyecek ve su bulmanın zor olmaya devam ettiğini söyledi. Gazze’de 7 Ekim’den bu yana 11 fırın İsrail güçlerince vuruldu ve tahrip edildi ve “Gazze’de çalışan tek değirmen” elektrik ve yakıt eksikliği nedeniyle durma noktasında.

OCHA, fırınlara ekmeğin “aralıklı olarak” verildiğini ve insanların çalışan fırınların önünde uzun saatler boyunca kuyrukta beklediğini ve bu sırada hava saldırılarına maruz kalma riski taşıdıklarını bildirdi.

Mısır’dan şişeler ve bidonlarla gelen suyun “halkın günlük su ihtiyacının sadece yüzde dördünü karşıladığı” uyarısında bulunan OCHA, yemek pişirme ve hijyen de dahil olmak üzere tüm amaçlar için kişi başına günde üç litre tahsis edildiğini belirtti.

Salı günü gıda, ilaç, sağlık malzemesi, şişe suyu ve hijyen ürünleri taşıyan 81 kamyon Mısır’ın Refah sınır kapısından Gazze’ye giriş yaptı. İnsani yardımların yeniden başladığı 21 Ekim’den bu yana Gazze’ye toplam 650 yardım kamyonu giriş yaptı.

OCHA, çatışmaların başlamasından önce Gazze’ye her iş günü ortalama 500 kamyonun girdiğini hatırlattı; WHO ise şu ana kadar sağlayabildiği yardım miktarını, büyük ihtiyaçlarla karşılaştırıldığında “okyanusta bir damla” olarak nitelendirdi. BM, defalarca bölgeye daha fazla yardım ulaştırılması çağrısında bulundu.

Suriye, Irak ve İran’daki aşırı kuraklığın nedeni insan: Tehdit hızla artıyor

World Weather Attribution (WWA/ Dünya İklim Atıf Grubu) grubu tarafından ortaya konan bir araştırmaya göre; 2020’den bu yana Suriye, Irak ve İran‘da milyonlarca insanın hayatını mahveden aşırı kuraklıklar, insan kaynaklı küresel ısınma olmasaydı yaşanmayacaktı.

Analiz, iklim krizinin bu tür uzun süreli ve şiddetli kuraklıkların artık nadiren gerçekleşmediği anlamına geldiğini, ortaya koydu. Suriye ve Irak’ın büyük bölümünü kapsayan Dicle-Fırat havzasında, küresel ısınmadan önce bu şiddette kuraklıklar yaklaşık 250 yılda bir yaşanırken, artık kuraklıkların on yılda bir gerçekleşmesi öngörülüyor.

İran’da geçmişte 80 yılda bir görülen aşırı kuraklık, bugün yaşadığımız artık daha sıcak olan dünyada ortalama her beş yılda bir görülüyor. Fosil yakıtların tüketilmesiyle birlikte küresel ısınmadaki artışın, bu kuraklıkları daha da yaygın hale getirmesi bekleniyor.

Bir balıkçı Irak’ın Dhi Qar vilayetindeki bataklıklardaki kuru bir arazide yürüyor. – Fotoğraf: Anmar Halil/AP

‘İnsani bir felakete dönüştü’

Çalışmada ayrıca, yıllarca süren savaş ve siyasi istikrarsızlık nedeniyle var olan [kuraklık karşısındaki] kırılganlığın, insanların kuraklıkla başa çıkma kabiliyetini azalttığı ve bunu insani bir felakete dönüştürdüğü tespit edildi.

Guardian‘ın aktardığına göre; araştırmacılar gelecekte daha sık yaşanacak kuraklıklar için plan yapmanın hayati önem taşıdığını belirtti.

İran’daki Semnan Üniversitesi‘nden Prof. Mohammad Rahimi, “Çalışmamız, insan kaynaklı iklim değişikliğinin Batı Asya’daki on milyonlarca insan için yaşamı önemli ölçüde zorlaştırdığını göstermiştir” dedi ve ekledi:

“Daha fazla ısınmayla birlikte Suriye, Irak ve İran yaşanması daha da zor yerler haline gelecek.”

‘İklim değişikliği özellikle bu bölgede bir tehdit çarpanı olarak hareket ediyor’

Kızılhaç Kızılay İklim Merkezi‘nden Rana El Hajj ise şunları söyledi:

“Çatışmanın kendisi arazi bozulmasına, su yönetiminin zayıflamasına ve altyapının kötüleşmesine katkıda bulunarak kuraklığa karşı kırılganlığı artırırken, araştırmalar da iklim değişikliğinin özellikle bu bölgede [çatışma için] bir tehdit çarpanı olarak hareket ettiğini gösteriyor.”

İngiltere‘deki Imperial College London‘dan Dr. Friederike Otto ise “Fosil yakıtları yakmayı bırakana kadar bu tür kuraklıklar şiddetlenmeye devam edecek” dedi.

Birleşmiş Milletler‘in iklim zirvesini de işaret eden Otto, “Eğer dünya [BM iklim zirvesi] Cop28’de fosil yakıtları aşamalı olarak durdurmayı kabul etmezse, herkes kaybedecek: daha fazla insan su sıkıntısı çekecek, daha fazla çiftçi yerinden olacak ve birçok insan süpermarketlerde gıda için daha fazla para ödeyecek” ifadelerini kullandı.

25 Haziran 2023’te çekilen bu fotoğrafta, bir kişi Irak’ın güneyindeki Zi Kar eyaletindeki Çibayiş bataklıklarında kurumuş kıyıda karaya oturmuş tekneye bakıyor. – Fotoğraf: AFP

Daha önce 2022’de yüzlerce bilimsel çalışmanın insan kaynaklı küresel ısınmanın gezegen genelinde daha sık ve ölümcül felaketlere yol açtığını gösterdiği ortaya koyulmuştu.

Önde gelen iklim bilimciler de Ağustos ayında, 2023’teki “çılgın” aşırı hava koşullarının, gelecekteki daha da kötü etkilerle karşılaştırıldığında sadece “buzdağının görünen kısmı” olduğu konusunda uyarıda bulundu.

İklim değişikliğinin imkan tanıdığı bir faktör olarak kuraklık

Araştırmacılar, küresel ısınmanın sıcaklıkları yaklaşık 1.2C artırmasından bu yana bölgedeki kuraklıkların nasıl değiştiğini karşılaştırmak için hava durumu verilerini ve iklim modellerini kullandı.

Bilim insanları, 2020’den bu yana kaydedilen yüksek sıcaklıkların iklim değişikliği olmadan “neredeyse imkansız” olduğunu ve kuraklığın gerçekleşme olasılığını çok daha yüksek hale getirdiğini tespit etti.

Kavurucu sıcaklar, yağan az miktardaki yağmurun da buharlaşmasını artırarak kuraklığın ABD Kuraklık İzleme ölçeğinde “aşırı” olarak sınıflandırılmasına neden oldu. İklim krizi olmasaydı, geçtiğimiz üç yıl (2020, 2021, 2022) kuraklık için herhangi bir eşiği geçemezdi.

Amazon’dan bir kuraklık ve ormansızlaşma manzarası: İnekler, toz ve duman…
İklim krizi: Kuraklık, Amazon nehrinde bin yıllık antik çizimleri açığa çıkardı
İklim krizi: Amazon Nehri kuraklık nedeniyle yüzyılın en düşük seviyesine geriledi
Haritada, ABD Küresel Kuraklık İzleme sistemine göre kategorize edilen, daha geniş Batı Asya bölgesi için kuraklık sınıflandırması görülüyor. Kategoriler Haziran 2023'teki 36 aylık SPEI değerlerine dayanıyor. Çalışma bölgeleri solda Dicle-Fırat nehir havzası ve sağda İran olmak üzere gri renkle belirtiliyor.
Haritada, ABD Küresel Kuraklık İzleme sistemine göre kategorize edilen, daha geniş Batı Asya bölgesi için kuraklık sınıflandırması görülüyor. Kategoriler Haziran 2023’teki 36 aylık SPEI değerlerine dayanıyor. Çalışma bölgeleri solda Dicle-Fırat nehir havzası ve sağda İran olmak üzere gri renkle belirtiliyor. – Kaynak: WWA

Kuraklığın etkileri geniş çaplı oldu. Kuraklık, milyonlarca insanın kırsal bölgelerden kaçmasına, gıda fiyatlarının yükselmesine, orman yangınlarına, hava kirliliğine ve balıkların bulunduğu nehirlerle göllerin kurumasına neden oldu.

Suriye’de kırsal kesimde yaşayan 2 milyon insanın yerinden edildiği ve nüfusun yüzde 60’ına denk düşen 12 milyon insanın ise gıda güvensizliği yaşadığı bildirildi. İran’ın neredeyse her eyaleti kuraklıktan ciddi şekilde etkilendi ve hasatlardaki sorunlar nedeniyle gıda fiyatlarında artış meydana geldi.

İklim kaynaklı afetler tarımsal üretimde 105 trilyon lira kayba neden oldu

‘Kuraklık tehdidi hızla artıyor’

Son olarak kuraklığın dünya için hayati bir tehdit olduğunu vurgulayan Otto, “Isınan dünyada kuraklık tehdidi hızla artıyor, bu tehdit geçim kaynaklarını yok ediyor ve küresel gıda sistemlerini bozuyor” dedi ve ekledi:

“Fosil yakıtların aşırı zenginleştirdiği ülkeler, daha sıcak ve sert bir dünyada rahat bir yaşam standardına sahip olmak üzere uyum tedbirleri için ödeme yapabilirken, savaş sonrasında sarsılan daha yoksul ülkeler bunu yapamıyor. Bu durum zengin toplumlardaki yoksul insanlar için de geçerli olup, fosil yakıtların tüketimine devam edilmesinin eşitsizliği nasıl arttırdığını bir kez daha vurguluyor.”

AB’nin hedeflere ulaşmak için karbon emisyonlarını üç kat daha hızlı kesmesi gerekiyor

Hatay’da 275’inci günde enkazdan cansız beden çıkarıldı

Maraş merkezli 6 Şubat depremlerinin ardından geçen 275 günde enkaz altında bir insanın cansız bedenine ulaşıldı. Cansız beden Hatay’ın Antakya ilçesine bağlı Akevler mahallesinde enkaz kaldırma çalışmasında çıkarıldı.

DHA’nın aktardığına göre; cansız beden depremde yıkılan bir binanın temelinin kaldırılması için yürütülen çalışmalarda çıkarıldı. Yabancı uyruklu bir kişiye ait olduğu düşünülen ceset, bölgedeki incelemenin ardından Hatay Adli Tıp Kurumu’nun morguna kaldırıldı. Hayatını kaybeden kişinin kimliği yapılan DNA çalışmasıyla belirlenecek.

Hatay’da son durum

Depremin ardından aylar geçmesine rağmen bölgedeki mağduriyet devam ediyor. Yurttaşlar hala konteynerlerde yaşamını sürdürmeye çalışıyor.

Öte yandan Hataylılar enkaz kaldırma çalışmalarının su bile dökülmeyecek kadar önlem alınmaksızın yapılmasından, asbestten endişeli. Hatay’daki son durumu yurttaşlar anlatıyor:

Hatay’da toz bulutu içinde yaşam: Yürünecek yol, oturulacak kapı önü yok

AB Komisyonu: Türkiye’de demokrasi geriye gidiyor

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu bugün yayınladığı yıllık raporunda, Türkiye‘nin demokratik kurumlarının işleyişinde ciddi eksiklikler bulunduğu uyarısını yaptı.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Komşuluk ve Genişleme Komiseri Oliver Varhelyi, AB ile tam üyelik müzakerelerini yürüten, aday ve ve aday olmak isteyen 10 ülkeyle ilgili genişleme raporlarının yayınlanması dolayısıyla Belçika‘nın başkenti Brüksel’de bir basın toplantısı düzenledi.

Türkiye’nin demokratikleşme alanında geriye gidişini sürdüğü saptamasından bulunulan raporda, özellikle başkanlık sistemindeki yapısal sorunların devam ettiği uyarısı yapıldı.

‣ AB’nin Türkiye raporu: Demokrasi ve insan hakları alanlarında gerileme devam ediyor
‣ Türkiye, demokrasisi en çok gerileyen ülkeler arasında

‘Kuvvetler ayrılığı ihlal ediliyor’

Son seçimlere atıfta bulunulan raporda, medyada haberlerin ‘tek taraflı verilmesi ve adayların eşit şartlara sahip olmamasının’ iktidara ‘haksız bir avantaj sağladığı’ kaydedildi.

Anayasaya göre yetkilerin Cumhurbaşkanlığı düzeyinde merkezileştirildiği, yürütme, yasama ve yargı arasında sağlıklı ve etkili bir kuvvetler ayrılığı sağlanamadığı eleştirisi yapılan raporda, etkin olmayan denge ve denetleme mekanizması yüzünden yürütme organının demokratik olarak yalnızca seçimler yoluyla hesap verebilir hale geldiği saptamasında bulunuldu.

‣ 21’inci Yüzyıl’ın ikinci çeyreğine yaklaşırken demokrasi/katılım gibi düşünceler…
‣ Kent yönetimlerinde demokrasiyle ilgili durum ve beklenti

‘Venedik Komisyonu tavsiyelerine uyulmuyor’

“Muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin tek tek hedeflenmesiyle siyasi çoğulculuğun baltalanmaya devam ettiği” kaydedilen raporda, “iktidarın muhalefet partilerine üye belediye başkanları üzerindeki baskısının yerel demokrasiyi zayıflattığı” uyarısı yapıldı.

Raporda, Avrupa Konseyi’ne bağlı Venedik Komisyonu‘nun başkanlık sistemine ilişkin tavsiyelerinin hâlâ dikkate alınmadığı bildirildi.

Hükümetin terörle mücadele konusunda meşru hakkı ve sorumluluğu bulunduğu kaydedilen raporda, ancak bunun hukukun üstünlüğü, insan hakları ve temel özgürlükler ilkelerine tam uyumlu biçimde yapılması ve terörle mücadele tedbirlerinin orantılı olması gerektiği kaydedildi.

‣ Temsil, katılım, demokrasi ve seçimler
‣ Türkiye’de ‘yerel demokrasi’nin seyri

‘İfade, örgütlenme ve toplanma özgürlükleri kısıtlanıyor’

Sivil toplum konularında da ciddi gerilemenin devam ettiği ifade edilen raporda, “Sivil toplum kuruluşları artan baskıyla ve faaliyet alanlarının daralmasıyla karşı karşıya kaldı; bu durum ifade, örgütlenme ve toplanma özgürlüklerinin kısıtlanmasına neden oldu.” denildi.

‘Yargının bağımsızlığında ciddi gerileme devam ediyor’

Yargının bağımsızlığı alanında ciddi gerilemenin devam etti ve son yıllardaki çok sayıda yargı reformu paketine rağmen yargı sistemindeki yapısal eksiklikler giderilmediği eleştirisi yapılan raporda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bazı kararlarının uygulanmamaya devam edilmesinin endişe verici olduğu bildirildi.

Raporda, yargının bağımsızlığını, tarafsızlığını ve kalitesini olumsuz yönde etkileyen yürütmenin hakim ve savcılar üzerindeki aşırı etki ve baskılarının ortadan kaldırılması konusunda ilerleme kaydedilmediği bildirildi.

‣ Katılımcı demokrasi-temsili demokrasi
‣ Kentlerin demokrasi tarihi

‘Yolsuzlukla mücadele etkili önlemler alınmadı’

Yolsuzlukla mücadele alanında alınan önlemlerin yetersizliğine işaret edilen raporda, yasal çerçevenin ve kurumsal yapının sınırlamaları yüzünden yolsuzluk davalarının soruşturma ve kovuşturma aşamaları üzerinde aşırı etkiye açık olduğu bildirildi.

Kamu kurumlarının hesap verebilirliği ve şeffaflığının iyileştirilmesi gerektiği kaydedilen raporda, yolsuzlukla mücadele stratejisi ve eylem planının olmayışının yolsuzlukla kararlı bir şekilde mücadele etme iradesinin bulunmadığını gösterdiği görüşü dile getirildi.

Raporda, Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubunun (GRECO) tavsiyeleri uygulanmadığı belirtildi ve genel olarak yolsuzluğun bir sorun olmayı sürdürdüğü kaydedildi.

Türkiye

euronews‘ün aktardığına göre, raporda dile getirilen eleştiriler kısaca şu şekilde:

  • Genel insan hakları durumu iyileşmedi. İfade özgürlüğü konusunda ciddi gerileme devam etti.
  • Gazetecilerin, yazarların, avukatların, akademisyenlerin, insan hakları savunucularının ve eleştirel seslerin faaliyetlerine yönelik geniş kısıtlamalar, özgürlüklerini kullanmalarını olumsuz etkilemeye devam etti.
  • Ulusal güvenlik ve terörle mücadeleye ilişkin ceza kanunlarının uygulanması AİHS’ye aykırı olmaya ve AİHM içtihadından sapmaya devam etti.
  • Mayıs 2023 seçim kampanyası, ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamalara tanık oldu
  • Hem özel hem de kamu medyası, kampanyaya ilişkin yayınlarda editöryal bağımsızlığı ve tarafsızlığı garanti etmedi, bu da seçmenlerin bilinçli bir seçim yapma olanağını azalttı.
  • Mevzuatın ve uygulamanın Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Avrupa standartlarına ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere uygun olmadığı toplantı ve örgütlenme özgürlüğü alanında ilerleme kaydedilmedi.
  • Barışçıl gösterilerde defalarca yasaklamalar, orantısız güç kullanımı ve müdahaleler yaşandı. Göstericiler soruşturmaya tabi tutuldu.
  • Azınlıklara LGBTIQ bireylere karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, ayrımcılık ve nefret söylemi hala ciddi bir endişe kaynağı yaratıyor.

Afrika genelinde plastik atıklar ‘kontrolden çıktı’

Yeni bir analiz, plastik atıkların diğer tüm bölgelerden daha hızla arttığı Afrika‘da “kontrolden çıktığını” ortaya koyuyor.

Yardım kuruluşu Tearfund‘a göre, mevcut seviyelerde, Sahraaltı Afrika‘da her dakika bir futbol sahasını kaplayacak miktarda plastik atık açık alanlara bırakılıyor veya yakılıyor.

Bu eğilim hız kesmeden devam ederse, bölgenin 2060 yılına kadar yılda 116 milyon ton plastik atık üreteceği tahmin ediliyor; bu rakam 2019 yılında üretilen 18 milyon ton atığın altı katı. Nüfusun yüzde 70’inin 30 yaşın altında olduğu Sahraaltı Afrika’da plastik tüketimindeki artışın ana nedeni, artan gelir ve nüfus artışıyla birlikte araç ve diğer ürünlere olan talep.

Tearfund’un Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü‘nün (OECD) veri tabanından elde edilen istatistiklere dayanan analizi ve Küresel Politikalara Bakış‘ta yayımlandı. Analize göre, genel olarak dünya genelinde plastik kullanımının 2060 yılına kadar neredeyse üç katına çıkacağı tahmin ediliyor.

Pek çok ülkenin bu artışı yönetecek kapasiteye sahip olmadığı Sahraaltı Afrika’da plastik talebindeki artışa ilişkin tahminler, gelecek hafta Kenya‘nın Nairobi kentinde plastik kirliliğiyle mücadeleye yönelik bir Birleşmiş Milletler (BM) anlaşması için yapılacak hükümetler toplantısı öncesinde ortaya kondu.

‣ BM, plastik kirliliğini sona erdirmeyi amaçlayan tarihi kararı kabul etti

‘Anlaşma, plastik krizini durdurma potansiyeline sahip’

The Guardian‘ın aktardığına göre Tearfund’ın kıdemli ekonomisti Rich Gower, ”Çevresel çöküşün işaretleri her yanımızı sarmış durumda, ancak bu anlaşma plastik krizini durdurma ve milyarlarca insanın hayatını iyileştirme potansiyeline sahip” dedi: “Sahra-altı Afrika’da kullanılan plastiğin büyük bir kısmı plastik ambalajlardan oluşuyor ve çöpe atılıp yakılıyor.” 

Gower, Nairobi’de bir araya gelecek olan müzakerecileri plastik üretiminde önemli düşüşler sağlamaya ve küresel plastik atıkların yüzde 60’ını bertaraf eden atık toplayıcıları anlaşmanın merkezine koymaya çağırdı.

Küresel olarak uygulanan kural ve düzenlemelerin olmaması nedeniyle gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanlar ve atıkları bertaraf eden atık toplayıcıları, plastik kirliliğinin çevre ve sağlık üzerindeki etkilerinin yükünü orantısız bir şekilde yaşıyor.

‣ Plastik Anlaşması Sıfır Taslağı, plastik çöp ticaretini engelleyebilir mi?

‘Plastik krizinden kazanç sağlayanlar müzakereleri baltalıyor’

Kenya’daki müzakerelere katılacak olan Malavili atık kampanyacısı Dr. Tiwonge Mzumara-Gawa “Bu müzakereler sürerken, Malavi’de ve Afrika genelinde insanların sağlığı her gün plastik kirliliğinden etkileniyor. 

Malavi’de her gün plastik atıkların yakıldığını ve çöpe atıldığını görüyoruz, bu da insanların sağlığına zarar veriyor. Bu müzakereler değişimin gelmekte olduğunu ancak bunun kolay olmayacağını gösteriyor. Bu plastik krizinden kazanç sağlayanlar ve kararlılığı mümkün olduğunca düşük tutmak isteyenler var.”

‣ Paris’te plastik kirliliğine yönelik uluslararası zirve sona erdi

Atık toplayıcıları adalet istiyor

80 piskopos ve kilise lideri tarafından imzalanarak Afrika Grubu temsilcilerine ve Nairobi’deki müzakerelere katılan diğer kişilere hitaben yazılan bir açık mektupta, bölgenin kontrolden çıkan plastik atık “dağlarıyla” karşı karşıya olduğu belirtildi.

Nehrin diğer tarafında, BM konferansı alanından birkaç kilometre ötede, her gün 30 kamyon dolusu plastik atığın boşaltıldığı Dandora çöp depolama alanı bulunuyor. Sivrisinekler, sinekler ve haşarat için bir üreme bölgesi olan bu alan sıtma, kolera, ishal ve diğer hastalıkların riskini artırıyor.

Mayıs ayındaki plastik anlaşması müzakerelerinin son turundan önce, dünyadaki 20 milyon atık toplayıcısının tanınması için ülkelere baskı yapılmasında etkili olan Kenya’daki atık toplayıcılarının başkanı John Chweya, atık toplayıcıları için adaletin yanı sıra sağlık hizmetleri, uygun bir gelir ve daha iyi çalışma koşullarının anlaşmaya dahil edilmesini istediğini söyledi.

Kenya Atık Toplayıcıları Derneği Başkanı John Chweya, Kisumu’da bir el arabasını itiyor. Fotoğraf: Edwin Ndeke / The Guardian
Plastik kirliliğinin Paris Anlaşması: Nairobi Sözleşmesi

Yargıtay’ın kararına tepkiler yağıyor: Bu açık darbe girişimidir!

Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi,  tutuklu Türkiye İşçi Partisi Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında ‘hak ihlali’ kararı veren Anayasa Mahkemesi (AYM) üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Yargıtay’ın Atalay hakkında verilen ‘hak ihlali’ kararını tanımaması ve AYM üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulunması büyük tepki topladı.

Can Atalay’ın ‘seçilme hakkı’ ile ‘kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı‘nın ihlal edildiği yönünde karar veren AYM üyeleri hakkında Yargıtay suç duyurusunda bulunma kararı verdi.

Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi, Anayasa’nın 154’üncü maddesine göre; adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciinin Yargıtay olduğunu belirtti.

Kararda, AYM’nin Can Atalay’ın bireysel başvurusu hakkında verdiği hak ihlali kararında hukuki değer ve geçerlilik olmadığı, bu bağlamda Anayasa’nın 153’üncü maddesi kapsamında uygulanması gereken bir karar bulunmadığı bildirildi.

Can Atalay hakkında verilen mahkumiyet kararının temyizi üzerine yapılan temyiz incelemesi sonucu 28 Eylül’de karar verildiği ve söz konusu kararın onandığına işaret edilerek, kesinleşen karar karşısında; AYM’nin söz konusu ihlal kararına uyulmamasına karar verildi.

Öte yandan Atalay’ın, mahkumiyet hükmünün onanması ile hükümlü sıfatını kazandığı, Anayasa’ya göre milletvekilliğinin düşmesi sebeplerinden biri olarak ‘kesin hüküm giyme veya kısıtlanma hali‘nin düzenlenmiş olduğu, Anayasa’nın 76’ncı maddesinde sayılan milletvekilliği ile bağdaşmayan suçlardan kurulan mahkumiyet hükmünün milletvekilliğini düşüreceğine dikkat çekildi. AYM’nin bu konuda inceleme yetkisinin de bulunmadığı belirtilerek, hükümlü Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik işlemlere başlanması için kararın bir örneğinin TBMM Başkanlığı‘na gönderilmesi kararlaştırıldı.

Yargıtay 3’üncü Dairesi, Anayasa hükümlerini ihlal ettikleri ve kendilerine verilen yetki sınırlarını yasal olmayacak şekilde aşarak, hak ihlalinin kabulü yönünde oy kullandıkları gerekçesiyle ilgili AYM üyeleri hakkında gereğinin takdir ve ifası için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.

Yargıtay’ın bu kararı geniş tepki topladı.

Yargıtay’ın Atalay mütalaası: Dokunulmazlıktan yararlanamaz
Can Atalay’ın avukatları: AYM kararı mahkemesini arıyor, artık dilekçe vermeyeceğiz!
Mahkeme, AYM’nin hak ihlali kararına rağmen Atalay’ın dosyasını Yargıtay’a gönderdi

Karara tepki yağdı: Açık darbe girişimi!

TİP Genel Başkanı Erkan Baş  sosyal medya hesabından bir açıklama yaparak TİP Merkez Yürütme Kurulu’nun olağanüstü toplanacağını duyurdu.

Baş, “Yargıtay 3. Ceza Dairesinin, Anayasa’nın açık ve net hükmüne rağmen ‘AYM kararına uyulmaması’ kararı alması açıkça anayasayı çiğneme girişimidir. Herhangi bir makamın, ‘Anayasa ve Anayasa Mahkemesi’ni tanımıyoruz’ açıklaması yapması, üstelik Anayasaya ve yasalara uygun olarak aldıkları bir karar nedeniyle AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunması, yetmezmiş gibi bir de TBMM’ni tehdit etmesi açık bir darbe girişimidir! Tüm yurttaşlarımızı, tüm siyasi partileri bu paralel yargı darbesi girişimi karşısında ortak tavır almaya çağırıyorum. Merkez Yürütme Kurulumuz birazdan bu konu hakkında görüşmek üzere olağanüstü toplanacaktır” dedi.

Türkiye Barolar Birliği: Yargıtay’ın kararı Anayasal düzeni değiştirme teşebbüsüdür

Türkiye Barolar Birliği, Yargıtay’ın, Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasına tepki göstererek yazılı bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Yargıtay 3. Ceza Dairesinin, Anayasa Mahkemesinin Ş. Can Atalay başvurusunda verdiği ihlal kararı üzerine bugün aldığı ‘uymama’ ve Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulması şeklindeki kararı Anayasal düzeni değiştirme teşebbüsüdür.

Dairenin; Anayasa Mahkemesini âdeta terör örgütleriyle birlikte hareket etmekle suçlayan, milletin iradesi olan yüce Türkiye Büyük Millet Meclisini tedip etmeye çalışan, bir yargı makamının Türk Milleti adına verdiği karara yakışmayacak ifadeler kullanan kararı, hukukun üstünlüğü ilkesinin geçerli olduğu bir hukuk devleti için dönüm noktası niteliğindedir.

Bu karara imza atan Yargıtay üyeleri derhal görevden el çekmeye davet edilmeli ve haklarında Yargıtay 1. Başkanlık Kurulu tarafından ceza soruşturması başlatılmalıdır.

Birliğimiz tarafından Anayasal düzeni yok sayan ilgili Yargıtay Daire Üyeleri bakımından ‘görevden el çektirmeye davet‘ yaptırımının uygulanması için Yargıtay Yüksek Disiplin Kuruluna yarın itibariyle gerekli başvuru yapılacaktır. Bu Anayasa tanımaz keyfi uygulamaya karşı hukukun üstünlüğünü ve yurttaşlarımızın haklarını korumak için barolarımızla istişare edilerek yapılacakları belirlemek üzere yarın sabah olağanüstü gündemle toplantı kararı alınmıştır.

Bugüne kadar her türlü darbe teşebbüsünün tereddütsüz karşısında yer alan Türkiye Barolar Birliği demokratik hukuk devletini korumak için üzerine düşen görevi yapmaktan asla çekinmeyecektir.”

‘Yargıtay kararı Anayasa Mahkemesi’ni fiilen ortadan kaldırma çabasından ibarettir’

Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan, Yargıtay’ın suç duyurusunun ardından, Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu’nun yarın sabah olağanüstü gündemle toplantı kararı aldığını duyurdu.

Sağkan, “Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararı Anayasa’yı yok sayarak Anayasa Mahkemesi’ni fiilen ortadan kaldırma çabasından ibarettir. Kararın hukuken değerlendirilebilecek hiçbir yanı bulunmamaktadır” dedi.

Can Atalay için adalet talebi sürüyor: Mahkeme Başkanı hakkında suç duyurusu

Can Atalay’ı AYM kararına rağmen serbest bırakmayan mahkeme önündeki nöbete engelleme

AYM’nin Can Atalay gerekçeli kararı Resmi Gazete’de: Avukatlar tahliye için nöbette

‘Asıl suç, Anayasa Mahkemesi kararlarına uymamak ve uygulamamaktır’

İstanbul Barosu Başkanı Filiz Saraç, “Anayasa madde 153/6 ‘Anayasa Mahkemesi kararları …yargı organlarını ….bağlar.’ Asıl suç, Anayasa Mahkemesi kararlarına uymamak ve uygulamamaktır” dedi.

Bu, anayasal düzene karşı kalkışma girişimidir

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Yargıtay’ın, Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay kararı ile anayasayı ihlal ettiğini öne sürerek yüksek mahkemenin üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasına tepki gösterdi.

Sosyal medya hesabından açıklama yapan Özel, “Yaşanan gelişmeler hafife alınamaz, görmezden gelinemez. Bu, anayasayı ihlal suçunun ötesinde anayasal düzene karşı kalkışma girişimidir. Derhal bastırılmalıdır” dedi.

Bakan Tunç’tan ‘darbe’ tepkilerine yanıt: Kimseye bir yararı yok

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, “Mahkeme kararlarını bahane ederek sokak hareketleri çağrısında bulunmanın kimseye bir yararı yoktur. Hukuk devletinde sorunlar sokakta değil, yine hukuk içinde öngörülen mekanizmalarla çözülür” dedi. Tunç şu paylaşımda bulundu:

“Gezi kalkışması sebebiyle Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesi uyarınca, ‘cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçundan verilen kesinleşmiş mahkumiyet hükmü sonrasında, bu hükümle ilgili olarak verilen Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararları üzerinden yapılan değerlendirmelerde ‘Meclis’e yönelik darbe yapıldığı’ şeklinde açıklamalarda bulunmak son derece yanlış ve sorumsuzca bir harekettir.

Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Mahkeme kararlarını bahane ederek sokak hareketleri çağrısında bulunmanın kimseye bir yararı yoktur. Hukuk devletinde sorunlar sokakta değil, yine hukuk içinde öngörülen mekanizmalarla çözülür.”

‘Bunlar yargıç müsveddesi bile olamazlar’

CHP eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Ülkemizde anayasayı sadece Saray ihlal etmiyor, artık Sarayın yargıçları da anayasayı tanımaz hale geldi. Bu kararı ancak, yasaya uymayan, hukukun üstünlüğüne inanmayan ve vicdan sahibi olmayanlar alabilir. Bunlar yargıç müsveddesi bile olamazlar. Meslek onurunu koruyan, hukukun üstünlüğünü savunan ve vicdanını dinleyen AYM üyeleri tutuklanırsa şaşırmayacağım! Ayrıca… Yargıtay üyeleri önce, hiçbir kararın altında imzası olmayan bir kişiyi, Anayasa Mahkemesi üyesi yapmalarının utancını temizlesinler” ifadelerini kullandı.’Yargı açıkça siyasi iktidarın sopası olduğunu bir kez daha göstermiş olup karar hükümsüzdür’

Sol Parti’den yapılan açıklamada “Yargıtay 3. Ceza Dairesinin Can Atalay hakkında vermiş olduğu karar Anayasa Mahkemesini dolayısıyla Anayasayı yok sayan bir karardır. Yargı açıkça siyasi iktidarın sopası olduğunu bir kez daha göstermiş olup karar hükümsüzdür. Anayasasız, hukuksuz, adaletsiz, haksız bu düzene karşı dayanışmayla mücadeleyi büyüteceğiz” ifadeleri yer aldı.

HEDEP Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ise şu tepkiyi gösterdi:

“Yargıtay, HDP kapatma davasıyla başladığı siyasi darbelerine Hatay Milletvekili Can Atalay’ı rehin alıp Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunarak devam ediyor. Hukuki güvenlik ve kurumsal işleyişi çıkarları uğruna ortadan kaldıran siyasi iktidar, hukuk tarihinin kara sayfalarına adını yazdıran bu olayın baş sorumlusudur. Can Atalay derhal serbest bırakılsın. Türkiye’de hukuk sisteminin ve tüm yasaların demokratikleştirilmesi için siyasi partiler devreye girsin çağrısı yapıyoruz.”

‘Bunun adı darbedir’

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, “Bunun adı darbedir. Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi kararını tanımayıp, üstüne hak ihlali kararı veren üyeler hakkında suç duyurusunda bulunmasının başka izahı olamaz. Bu karar demokrasiye ve hukuk devletine darbedir, asla kabul edilemez” dedi.

AYM, Can Atalay için ‘hak ihlali’ kararı verdi
Can Atalay için uluslararası çağrı: Anayasa’ya ve halkın seçim iradesine saygı duyun
Halk vekiline sahip çıkıyor: Can Atalay için Hatay’dan Ankara’ya ‘Özgürlük Yürüşü’

‘AKP’nin yargıdaki teşkilatlanması haline gelmiş Yargıtay’

Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal da şu tepkiyi gösterdi:

“AKP iktidarının iş bilmezliği ülkeyi ve Milleti onmaz bir sefalete, ekonomik bir krize sürükledi. Şimdi ise AKP’nin yargıdaki teşkilatlanması haline gelmiş Yargıtay, Anayasa Mahkemesinin kararını tanımayarak, bir de üstüne AYM’nin Can Atalay hakkındaki ‘hak ihlali’ kararını onayan üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunarak bir Anayasal krize neden oluyor. Yaşadığımız bu ekonomik sefalet elbet aşılır lakin sebep olduğunuz hukuki sefalet her alanda daha büyük maliyetlere neden olacaktır. Buradan Yargıtay Başkanına, üyelerine sesleniyorum; Bu devran döner, adalet işler elbet. Adaleti katledenler olarak hesabını vermek zorunda kalırsınız! Anlaşılıyor ki bir tek, iktidar mensupları ve talimatları karşısında iliklemek için düğme aradığınız cüppeleriniz değil vicdanınız, iktidara şirin görünmek için gözünüz de karaymış! Yalnızca nutuklarınıza konu ettiğiniz ama bir türlü anlamadığınız Fatih Sultan Mehmet ne diyor bakın; ‘Aklı öldürürsen ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür. Kadı’yı satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün Devlet de ölür.’”

‘Sözün ve hukukun bittiği yerdeyiz’

Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce de Yargıtay’ın kararına sosyal medyadan tepki göstererek, “Sözün ve hukukun bittiği yerdeyiz” ifadelerini kullandı.

‘Suç duyurusu tamamen hukuk dışıdır’

Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ da şu tepkiyi gösterdi:

“İlk olarak; her Türk vatandaşı, temel hak ve özgürlükler ile adil yargılanma ilkesinin ihlali gibi konularda, Anayasa Mahkemesi’ne ‘Bireysel Başvuru Hakkı’na sahiptir. Anayasamızın 153. Maddesinin son fıkrasına göre, ‘Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar’ Bu bakımdan Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi kararını tanımayıp, Ağır Ceza Mahkemesi’ne kendi kararını göndermesi açık bir Anayasa ihlalidir.

İlave olarak; sadece ihlal kararı veren Yüksek Mahkeme üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulması hukukun genel ilkeleri ve hakimlik teminatına aykırıdır. Bu haliyle anılan suç duyurusu tamamen hukuk dışıdır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı dosyayı işleme koymadan derhal iade etmelidir. Aksi halde hak arama özgürlüğü kapsamındaki her ihlal kararı hakkında suç duyurusu yolu açılmış olacaktır. Sonuç olarak; 3. Ceza Dairesi yapmış olduğu suç duyurusu ile Anayasa Mahkemesi’ni tanımamış, Şerafettin Can ATALAY’ın hak arama özgürlüğü kapsamındaki adil yargılanma hakkını ihlal etmiş ve böylece kendilerine tevdii edilmiş yargı yetkisini Anayasa ve hukukun temel ilkelerine aykırı kullanmışlardır.”

‘Ülkenin adalet kalelerine darbe vurulmaktadır’

İYİ Parti Sözcüsü Kürşad Zorlu da Yargıtay’ın, Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay kararı ile anayasayı ihlal ettiğini öne sürerek yüksek mahkemenin üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasına tepki gösterdi.

Sosyal medya hesabından yazılı bir açıklama yapan Zorlu, “100 yıllık Cumhuriyetimizde maalesef vahim bir hukuk skandalı daha yaşanmıştır. Yargıtay, Can Atalay hakkında hak ihlali veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Oysa AYM kararları yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar. Yargıtay’ın AYM kararına uymaması hukuken izah edilemezken AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunması ‘Artık Türkiye’de hiçbir vatandaşın hukuk güvenliğinin kalmadığı’ anlamına gelir. Ne yazık ki mahkemeler vasıtasıyla hak, hukuk, adalet tesis edilmediği gibi siyasi iktidar eliyle ülkenin adalet kalelerine darbe vurulmaktadır. Bu karar kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığını bir kez daha rafa kaldırma girişimidir. Bilinmelidir ki Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir ve devletin de mahkemelerin de meşruiyet kaynağı Anayasamızdır. İktidarın gücünü pekiştirmek için hukuku bir araç olarak kullanmasına, AYM’yi itibarsızlaştırmasına ve mahkemeler eliyle gövde gösterisinde bulunmasına izin vermeyeceğiz” ifadelerini kullandı.

‘Hukuk sistemi alt üst’

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu da şu paylaşımı yaptı:

“Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi kararını tanımayıp, üstüne hak ihlali kararı veren üyeler hakkında suç duyurusunda bulunması Türkiye’de hukuk sisteminin alt üst oluşunun en açık göstergesidir. Böyle bakıldığında ülkemizde olağanüstü bir durum yaşandığı ve bu olağanüstü durumun kabul edilemez olduğu anlaşılmaktadır. Bu karar, demokrasiyle ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmadığı gibi hukukun üstünlüğüne olan güveni zedeler ve toplumsal adalet duygusunu sarsar mahiyettedir. Hiç kimsenin ve hiçbir kurumun hukukun ilkelerini hiçe sayıp temel değerlere karşı tavır alması kabul edilemez.”

Yargıtay kararına AKP’den de eleştiri…

AKP’li Şamil Tayyar da kararı eleştirdi:

“AYM’nin kararını eleştirmek/yanlış bulmak ayrı, karara uymamak ayrıdır. Eleştirebilir, yanlış bulabilirsiniz ama uymamazlık edemezsiniz. Anayasa hükmü açık, karar bağlayıcıdır. Yargıtay 3.Ceza Dairesi’nin AYM kararına ‘uymama’ iradesi, hukuki değildir. Kaldı ki AYM’nin benzer mahiyetteki Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Leyla Güven hakkındaki ‘hak ihlali’ kararına uyulmuştu. AYM üyeleri hakkındaki suç duyurusu ise garabettir. Yargı eliyle hortlatılan bu tür hukuk dışı uygulamalar askeri vesayet dönemini hatırlatıyor, çok üzücü.”

Ne olmuştu?

Gezi davası kapsamında tutuklu bulunan Can Atalay İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi‘ndeki yargılama sonucu ‘Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs‘ suçuna ‘yardım eden‘ sıfatıyla katıldığı gerekçesiyle 18 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.

TİP Hatay Milletvekili Atalay’ın, hakkındaki yargılamanın durması ve tahliye edilmesi talebiyle avukatları tarafından yapılan başvuru, Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi‘nce reddedilmişti.

Atalay’ın avukatları, Atalay’ın milletvekili seçilerek yasama dokunulmazlığı kazandığı halde durma kararı verilmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle AYM’ye bireysel başvuruda bulunmuştu.

AYM hak ihlali olduğu yönünde karar vermişti. AYM kararının ardından dosya, Yargıtay 3’üncü Dairesi’ne gönderilmişti.

AYM’den sansür yasası kararı: İptal talebi reddedildi

Gazetecilerin keyfi olarak suçlanmasına, tutuklanmasına neden olan “sansür” yasası olarak bilinen “dezenformasyonla mücadele yasası”nın TCK’nın “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçuna hapis cezası getiren 217/A maddesinin iptali talebini görüşen Anayasa Mahkemesi (AYM) bu talebi reddetti. Madde 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası verilmesini öngörüyor.

Yasanın 29. maddesine göre “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimseye”, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilebilecek.

CHP’nin maddenin iptali için yaptığı başvuru görüşülürken gazeteciler ve basın meslek örgütleri ise AYM önünde nöbetteydi.

‘Sansür Yasası’ Meclis’ten geçti
Sansür Yasası Cumhurbaşkanı Erdoğan imzasıyla Resmi Gazete’de
‣ Sansür yasasına hukukçu yorumu: Seçime Twitter olmadan girme ihtimalimiz hiç olmadığı kadar yüksek
‣ Medyayı cezalandırmaktan başka amacı olmayan teklif
Sansür yasasının 18 maddesi daha geçti 
Sansür yasasına karşı tek ses: Susmak yok! 
Basın örgütlerinden sansür yasasına 10 itiraz 
Gazeteciler ‘sansür yasası’na karşı sokaklarda

Ne olmuştu?

Dezenformasyon yasası olarak da bilinen ve Basın Kanunu‘nda büyük değişiklikler getiren Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, AKP tarafından sunulduğu ilk günden bu yana sivil toplumun, muhalefetin ve gazetecilerin tepkisiyle karşılaştı.

‣ Basın örgütlerinden dezenformasyon yasasına tepki: Siyasetçiler tarafından kapalı kapılar ardında hazırlandı
‣ Kılıçdaroğlu: Dezenformasyon yasası geçerse AYM’ye gideceğiz

Basın kartının verilmesi ve kartın iptaline ilişkin düzenlemelerin yanı sıra Türk Ceza Kanunu’na (TCK) “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” suçunu ekleyen, ‘yanlış bilgi’ yayan internet sitelerine cezalar ve ‘zarar gören kişilere’ cevap ve tekzip hakkı veren 40 maddelik teklifin görüşmelerine geçen dönem başlanmış ve bazı maddeleri Komisyon’dan geçirilmişti.

‣ Gazeteciler sokakta: Susturma, korkutma, hapsetme yasasına hayır!
‣ ‘Yeni dezenformasyon yasası’yla enflasyon yüzde 100 demek suç olabilir’

Gazeteciler ve medya profesyonelleri, teklifin Anayasa’ya ve basın özgürlüğüne aykırı olduğunu, seçim öncesi iktidarın basını susturmaya yönelik bir hamlesi olduğunu söyleyerek defalarca eylem yapmış, yoğun tepkiler sonrası teklifin görüşülmesi 2022 yasama yılına ertelenmişti. TBMM Genel Kurulu’nda görüşmelerine 4 Ekim 2022’de başlanan 40 maddelik Sansür Yasası tüm kamuoyu tepkisine rağmen AKP ve MHP oylarıyla Meclis’ten geçti.