Ana Sayfa Blog Sayfa 305

Köpük eziyet edilerek öldürülmüştü: Altı bin TL ceza verildi

Kırklareli’de dakikalarca eziyet edilerek öldürülen yavru köpek Köpük’ü öldüren ve suçlamaları kabul eden failin yargılandığı Kırklareli 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin görüştüğü dava sonucunda, kamuoyunda infial yaratan olayla ilgili olarak faile yalnızca 6 bin TL para cezası verildi. Karar istinafa götürülecek.

Kamera görüntüleri ile ispatlanmış ve fail tarafından kabul edilmiş olan, yavru köpeğin eziyet edilerek öldürülmesi olayı ile ilgili sanıkın suçun işleniş biçimi, işlendiği yer ve zaman, failin güttüğü amaç ve saik, meydana gelen zararın boyutu göz önüne alınarak eylemine uyan 5199 Sayılı Yasanın 28/A-2 Maddesi gereğince takdiren ve teşdiden sekiz ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, cezanın sanığın geleceği üzerindeki olası etkileri lehine takdiri indirim sebebi kabul edilerek sanığın cezasından TCK’nın 62/1. maddesi gereğince takdiren 1/6 oranında indirim yapılarak altı ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildi. Bu hapis cezası ise günlük 30 TL’den 6 bin TL para cezasına çevrildi:

“[…] sanık hakkında hükmedilen kısa süreli hapis cezasının sanığın kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre TCK’nın 50/1-a maddesi uyarınca 200 tam gün karşılığı adli para cezasına çevrilmesine ve sanığa tam gün karşılığı verilen cezanın sanığın şahsi ve ekonomik durumu dikkate alındığında TCK’nın 52/2 maddesi uyarınca günlüğü takdiren 30 TL den paraya çevrilerek 6 bin TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildi”

Hayvan hakları savunucuları Köpük için istinafa başvuracak

Davayı takip eden Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM), hem verilen trajikomik cezaya hem de bölgede yerel hayvan koruma görevlisi olan ve tüm dosyayı takip eden gönüllülerin ve kendileri de dahil olmak üzere hayvan hakları savunucularının katılma taleplerinin kabul edilmemesine karşı istinaf kanun yoluna başvuracaklarını bildirdi.

Hayvanları Koruma Kanunu, 2021 yılında artık hayvanların mal değil can olarak görüleceği vaadiyle değiştirilmiş ancak hayvan öldürmenin cezası ertelenebilir veya para cezasına çevrilebilir miktarlar olarak belirlenmişti.

HAKİM üyelerince yapılan açıklamada, mahkemelerin gittikçe daha az cezalara hükmetmeye devam ettiğini, belediyelerin yaptıkları katliamlarda ise soruşturma izni verilmemesi sebebiyle tamamen cezasız kaldığını, medyada özellikle köpeklere yönelik nefret içeren söylemlerin yükselmesinin ve bu söylemlerin de cezasız kalmasının bağımsızlığı her geçen gün azalan yargıya da yansıdığını söyledi.

Açıklamada toplum vicdanını yaralayan ve en fazla infial yaratan olaylarda dahi artık cezasızlığın alışkanlık haline getirildiğini, önlem alınmaz ve kolluk kuvvetleri ile yargı mensuplarının görevlerini yapmamaya devam etmesi durumunda tüm hayvanları ve toplumu tehdit eden şiddetin meşrulaştırılmaya devam edileceği bildirildi.

İnsana, doğaya ve geleceğe sahip çıkan Milaslılar ‘Milas Yurttaş İnisiyatifi’ ile birleşti

Muğla‘nın Milas ilçesinde yaşayan; doğasına, kentine, gençliğe, insan haklarına, emeğine ve çocukların geleceğine sahip çıkan bireyler mücadelelerini birlikte yürütme kararı alarak “Milas Yurttaş İnisiyatifi” adı altında birleşti.

İnisiyatif, bir araya gelişini dün Milas’ta gerçekleştirdiği bir basın açıklamasıyla duyurarak “Sadece seçimden seçime oy kullanan ve siyaseti sandığa hapseden siyasi egemenler bilsinler ki biz onlar için çantada keklik değiliz” dedi.

Muhalefeti sadece oy vermek için değil; insan olmaktan kaynaklı ortak dertler, düşler ve düşünceler için yaptığını kaydeden aktivistler, “İnsanı sayıya indirgeyen, sadece seçim zamanlarında hatırlayan, bir oy uğruna her oyunun oynandığı kirli ve çirkin siyaseti ve bu anlayışa sahip siyasetçileri reddetmek ve değiştirmek için birlikte her yerdeyiz” ifadelerini kullandı.

Milas Yurttaş İnisiyatifi, kamuoyuna duyurduğu ilkeler ve siyaset anlayışı çerçevesinde önümüzdeki günlerde demokratik, renkli ve farklı etkinliklerle büyüyerek Milas halkıyla birlikte olmaya devam edeceğini duyurdu ve şunları kaydetti:

Gücümüzü ve cesaretimizi bu şehrin insanlarından alıyoruz. Şimdiye kadar mağdur edilmişlerin, sesi kesilmişlerin, görmezden gelinenlerin, ötekileştirilenlerin gür sesi olmayı her koşul ve ortamda sürdüreceğiz. Kapalı kapılar ardında ve çıkar odaklı bir seçim çalışması ve yarışında olmayacağız.”

‘Su, ormanlar, kıyılar ve dağlar tüm canlıların’

Dünyanın kapitalist tüketim çağının neoliberal dönemi, “vahşi sömürü, katliamlar ve talan çağını” yaşadığına değinilen basın açıklamasında emekçilerin barbarlık ve zulüm altındayken doğanın da aynı barbarlık ve zalimliği gördüğüne dikkat çekildi. Aktivistler, bu durum karşısında toplumsal belleğin önemine vurgu yaparak şunları söyledi:

İnsan olarak, duyarlı yurttaşlar olarak birinci görevimiz; yaşadığımız kentin doğasına, suyuna, tarihine, kültürel dokusuna, toplumsal belleğine sahip çıkmaktır. Kentler hepimizin vicdanı olmadığı sürece koruyamayız ve geleceğe geçmişi silinmiş ve ruhsuz beton yığınları bırakırız.”

Parklar, sokaklar, okullar, tarım alanları, tarihi yapılar, su kaynakları, ormanlar, kıyılar ve dağların tüm canlıların olduğunu vurgulayan inisiyatif, kimsenin bunlar üzerinde genel ya da yerel güç gösterisi yaparak sermayenin hizmetine peşkeş çekme hakkına sahip olmadığını dile getirdi.

Açıklamada “Milas Yurttaş İnisiyatifi; duyarlı, aynı kaygıları paylaşan sendika, oda, dernek, parti, STK, DKÖ ve kişilerle birlikte demokratik tepkilerini ortaya koymaktan ve hukuki süreçlerin içerisinde yer almaktan geri kalmayacaktır” denildi.

‘Birleşmiş ve örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez’

Türk, Kürt, Ermeni, Roman gibi her türlü ulusal kimliği ötekileştirme ve düşmanlaştırma gerekçesi olarak değil, tam tersine zenginlik olarak kabul ettiğini açıklayan inisiyatif, bir kent sakini olarak yaşam sürmek isteyenlere sakin bir yaşam ve dinlenme hakkı tanınmadığını vurguladı.

Bunun sebeple “Birleşmiş ve örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez!’” düşüncesi etrafında bir araya geldiğini aktaran aktivistler, Milas’ın geleceğinde söz ve karar sahibi olmak istediğini açıkladı ve “Sermayenin ve merkezi iktidarın rantçı barbarlığına yerel yönetimlerin ortak olmasına artık sessiz kalmayacağız” ifadelerini kullandı.

Milas Yurttaş İnisiyatifi, şunları ekledi:

“Akbelen başta olmak üzere orman kıyımları, Boğaziçi (Bargilya) başta olmak üzere sulak alanlarımızın betona kurban edilmesi, tarım alanlarımızın yok edilmesi, dağlarımızın vahşi madencilik uğruna delik deşik edilmesi, denizlerimizin kültür balıkçılığı ile kirletilmesi, havamızın solunamaz hale getirilip su kaynaklarımızın kurutulması sermaye lehine ancak bu coğrafyada yaşayan tüm canlıların aleyhine alınan kararların sonucudur.

Bir avuç su, bir avuç gökyüzü, bir parça bulut ve kırık bir dal bile herkes ve tüm canlılar içindir. Milas Yurttaş İnisiyatifi’ninvarlığı, örgütlenmesi ve mücadelesi bunun içindir.

‘Yaşamak, bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine’ sözünün bilincimizdeki tarihsel yüküyle hareket ediyor ve Milas Yurttaş İnisiyatifi olarak sahip çıkma sözü verdiğimiz ilkelerimizi sizlerle paylaşmak istiyoruz.”

Milas Yurttaş İnisiyatifinin ilkeleri

Milas Yurttaş İnisiyatifi, 19 ana başlık ve bu ana başlıkların altındaki 200’den fazla maddeden oluşan ilkelerinin ana başlıklarını şöyle sıraladı:

  1. Yerel yönetimler çocukların haklarını korumakla sorumludur. Bütün çocuklar eşit haklara sahiptir. Çocukların güvenli ve sağlıklı bir ortamda yaşayabilmelerini sağlamak yerel yönetimlerin önemli görevlerinden olup gerekli tedbirleri almalıdır.
  2. Belediyenin tüm harcamaları şeffaf ve denetlenebilir olmalıdır. Kent merkezi ve mahalleler arasında ayrım yapmayan, insan haklarına tam anlamıyla duyarlı adil bütçe yapılmalıdır.
  3. Belediyenin görevi sadece klasik belediyecilik olarak adlandırdığımız yol, kaldırım yapımı, imar uygulamaları, çevre temizliği vb.’den ibaret değildir. Yurttaşlarımızın ve kentin sosyo-ekonomik yapısını kuvvetlendirmek de öncelikleri arasında olmalıdır.
  4. Anayasal bir hak olan temiz, sağlıklı ve yeterli gıdaya erişim için yerel yönetim yereldeki gıda üretim ve tüketim sürecine müdahil olmalıdır. Çevre ve insan sağlığını önceleyen, hem üreticiyi hem de tüketiciyi koruyan, toplumsal cinsiyet ve gelir eşitliğini gözeten, şeffaflık prensiplerine uyan, konunun tüm tarafları ile diyalog ve iş birliği içinde süreç yürütmelidir.
  5. Yerel yönetimin vereceği tüm hizmetler toplumsal cinsiyet eşitliğini temel alacak yaklaşımlar içermek mecburiyetindedir. Yerel yönetim, merkezi iktidarın kadını eve hapseden yaklaşımlarını kabullenmek yerine, pozitif ayrımcı, kadın öncelikli politikaları oluşturup bu politikaları rehber edinmelidir.
  6. Geleceğinden umutsuz, işsizlik ve sömürü düzeni arasında sıkışıp kalmış olan gençlik için, onlarla birlikte olumsuzluklarla mücadele birincil öncelik olmalıdır. Gençlerin temel hakları olan eğitim, sağlık, beslenme, barınma, ulaşım, sosyo-kültürel faaliyetler ve spor ihtiyaçlarının kamusal ve parasız olarak karşılanması ve her gencin bu haklardan yararlanması esas alınmalıdır.
  7. Emeklilik, yıllarca alnının terini akıtarak elde edilen ve bedeli peşin ödenmiş temel bir haktır. Merkezi iktidar tarafından üretim süreçlerinin dışında kaldığı gerekçesiyle yok sayılmaya çalışılan, aslında toplumsal belleğimiz olan emeklilerimiz için yerel yönetim, onların hayatını kolaylaştıracak tedbirleri almakla mükellef olmalıdır.
  8. Engelli bireyler sosyal, ekonomik, eğitim, rehabilitasyon, fiziksel çevre, ulaşım, istihdam alanlarında ve yaşadıkları evlerde çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadır. Bu zorluklar da onların toplumsal yaşama katılımlarını olumsuz yönde etkilemektedir. Yerel yönetimler engellilere sundukları hizmet politikalarıyla, bireylerin toplumsal yaşama katılımlarını sağlayacak uygulamalar geliştirmeli, yaşadıkları sorunlara gerçek ve kalıcı çözümler getirmelidir.
  9. Kentlerin asıl sahipleri; yerel çıkar grupları, şirketler, doğayı katleden rant grupları ve sermaye değil, içerisinde yaşayan halk ve tüm canlılardır. İnsana, doğaya, havaya, suya, canlı yaşamına ve toprağa yabancılaştıran imar politikalarına ve şehirleri rant uğruna talan eden zihniyete karşı halkla birlikte kurmak ve korumak yerel yönetimin temel yaklaşımı olmalıdır.
  10. Barınma anayasal bir haktır. Yerel yönetim olarak güvenli, ödenebilir, ulaşılabilir, insani yaşam standartlarına uygun, deprem ve benzeri afetlere karşı dayanıklı ve aynı zamanda asgari yaşamsal (elektrik, su, doğalgaz, internet) hizmetleri de içeren bir barınma politikası oluşturulmalıdır.
  11. Ekonomik, ekolojik ve toplumun başta dezavantajlı grupları olmak üzere tüm kesimleri için adil ulaşımı sağlamaya dönük projeler hayata geçirilmelidir.
  12. İklim krizine yol açan, tarımsal ve doğal alanların, kıyıların imara açılmasına, başta kömür olmak üzere tüm vahşi madencilik uygulamalarına, çarpık kentleşmeye ve betonlaşmaya karşı önleyici tedbirler alınmalıdır.
  13. Kent merkezi ve mahalleler tüm canlılara aittir. Hayvanlara karşı işlenen suçlar ve hayvan katliamlarına karşı gerekli tedbirler alınmalı bu konuda talepte bulunan yurttaşlara hukuki ve yasal destek sağlanmalıdır.
  14. İlçede faaliyet gösteren küçük ve aile tipi işletmeleri desteklemeyi önceleyen, bölgesel kalkınmaya hizmet eden, sürdürülebilir ve çevreyle uyumlu tarım ve hayvancılık faaliyetleri için politikalar üretilmeli, tarım ve hayvancılıkta örgütlenmeye destek verilmelidir.
  15. Sağlıklı yaşam temel bir haktır. Sağlıklı bireyler için spor faaliyetlerinin gelişmesi önem taşımaktadır. Tüm yurttaşlar belediyenin sağlık hizmetlerinden, eşit ve ücretsiz bir şekilde faydalanabilmelidir.
  16. Din, mezhep, felsefi görüş ayrımı yapmaksızın, tüm insanların ve inançların kendilerini özgürce ifade etme hakkı olduğu kabul edilerek, bütün inançlara ayrımsız ve eşit hizmet verilmelidir.
  17. Merkezi iktidarın dayattığı ötekileştirici, tekçi ve bencil anlayışa karşı halkçı, dayanışmacı, toplumcu ve demokratik yerel sanatın gelişmesi teşvik edilmelidir.
  18. Yerel yönetimlerde taşeronlaşma uygulamaları, yasaların elverdiği ölçüde azaltılmalı, mümkünse de kaldırılmalıdır. İş güvencesi, işçi sağlığı ve iş güvenliği esas alınmalıdır. Sendikal örgütlenme desteklenmeli, cinsiyet eşitlikçi ve hak temelli bir istihdam politikası uygulanmalıdır.
  19. Yerel yönetimlerde şeffaflık toplumun süreçlere demokratik katılımını kuvvetlendirir. Yolsuzlukların önlenmesi ve yerel hizmetlerin etkin-adil olarak sunulabilmesi için yönetimde şeffaflık en temel ilke olarak kabul edilmelidir.

Gazeteciler sansür yasasını görüşen AYM’nin önünde nöbette

Basın meslek örgütleri gazetecilerin keyfi olarak suçlanmasına, tutuklanmasına neden olan “sansür” yasasının iptali için Anayasa Mahkemesi‘nin (AYM) karşısındaki alanda bugün (8 Kasım) “Sansüre ve tutuklamalara karşı basın nöbeti”nde. Nöbet sırasında oluşturulan serbest kürsüde konuşan Avrupa Gazeteciler Birliği Onursal Genel Başkan Yardımcısı ve Türkiye Temsilcisi Doğan Tılıç, “Her gün Gazze’de bombalar altında haber geçen meslektaşlarımızı görüyorum. Biz de Türkiye’de ateşten gömlekle haberlerimizi geçiyoruz. İster ateş altında ister ateşten gömlekle gazeteciler her zaman dünyanın her yerinde sözlerini söylemenin yolunu bulurlar” dedi.

AYM “dezenformasyonla mücadele yasası” olarak tanıtılan, “sansür” yasası olarak bilinen TCK’nın “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçuna hapis cezası getiren 217/A maddesinin iptali için CHP’nin yaptığı başvuruyu bugün görüşüyor.

Basın Konseyi, Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD), Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) ve Basın Yayın İletişim ve Posta Emekçileri Sendikası‘ndan (Haber-Sen) oluşan basın meslek örgütleri, gazetecilerin keyfi suçlanmasına ve tutuklanmasına neden olan söz konusu maddenin iptali için bugün AYM’nin hemen karşısında bulunan alanda saat: 10:00 ile 14:00 arasında “sessiz protesto ve serbest kürsü” eylemi ve “Sansüre ve tutuklamalara karşı basın nöbeti’ tutmaya başladı.

Nöbete katılan basın meslek örgütlerinin temsilcileri ve katılımcılar serbest kürsüde görüşlerini ifade etti.

gazeteciler, sansür yasası, AYM, Ankara

‘Anayasa Mahkemesi var mı, yok mu?’

ANKA’da yer alan habere göre; Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri Kenan Şener, “Sansür yasası olarak ifade ettiğimiz basın yasasındaki 29. Madde’nin Anayasa’ya aykırılığı yönündeki iptal ve yürürlüğünün durdurulması başvurusu görüşmesi başladı. Bizler hepimiz burada tüm meslektaşlarımızı temsilen hem de tüm toplumun basın ve ifade özgürlüğünü savunan kişiler olarak bulunuyoruz. Bu kararı Anayasa Mahkemesi’nden bugün tüm ülkeyi rahatlatacak bir karar vermesini bekliyoruz” dedi ve ekledi:

“Burası Balyoz, Ergenekon davalarından bu yana adalet arayışını sürdürmek isteyen herkesin serbest kürsüsü olmuş durumda. Neden? Çünkü arkamızda ülkenin en yüksek mahkemesi var. Anayasa Mahkemesi’nin görevi, hepimiz için anayasayı korumak. Biz de anayasanın korunması için Anayasa Mahkemesi’nin yüksek yargıçlarının bugün çok önemli bir karar vereceğine inanıyoruz.

Can Atalay kararın gördüğümüz gibi Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmadığına şahit oluyoruz. Ülkenin en yüksek mahkemesi bugün bir karar verecek. Anayasa Mahkemesi var mı, yok mu? Bugün dezenformasyon maddesi kararıyla tüm ülkeye bunu göstermiş olacak.”

Hastane yatağından cezaevine: Gazeteci Elif Akkuş tutuklandı
Gazeteci Barış Pehlivan’ın tahliye talebi reddedildi
Gazeteci Kalafat ve Akgül’ün davası görüldü: bianet’in haber sitesi olup olmadığı araştırılacak

gazeteciler, sansür yasası, AYM, Ankara

‘Sessiz bir çığlık atıyoruz, yüksek yargıçlarımızın duymasını talep ediyoruz’

Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç ise AYM önünde yaptığı açıklamada, “Arkamızda çok yüksek bir bina var. İçindekiler ise hukukun en yüksek insanları. Burada bugün yapılan görüşmede bizimle ilgili halkın haber alma hakkının yerleşmesi ve korunmasıyla ilgili çok yaşamsal bir karar alınacak. Bu kararın iptal yönünde olmasını arzu ediyoruz” ifadelerini kullandı.

“Biz gazetecilerin gazetecilik faaliyeti nedeniyle hapse girmesine, halkın haber alma hakkının yok edilmesine, gerçeğin halka ulaşmasını engelleyen bu yasanın iptali için burada hep beraber sessiz bir çığlık atıyoruz” diyen Türenç, “Yüksek yargıçlarımızın duymasını talep ediyoruz” şeklinde konuştu.

‘Dezenformasyondan değil, gerçek gazetecilikten korkuyorlar’

İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Dilek Gappi, “Biz bir yıl önce Meclis koridorlarını adım adım dolaşarak söyledik. Getirdiğiniz dezenformasyon yasası, kesinlikle dezenformasyona yönelik bir yasa değildir. Böyle olmayacaktır. Bu yasa kapsamında gerçek gazeteciler zan altında bırakacaktır. Biz bunu söylediğimiz zaman birçok yaptırıma maruz kaldık. Aslında şu çok açıktı” diyerek şu ifadeleri kaydetti:

“Dezenformasyondan değil gerçek gazetecilikten korkuyorlar.”

‘Bunu bir gözdağı için yapıyorlar’

Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Gökhan Durmuş geçen sene söz konusu yasaya karşı ortaya koydukları itirazlarını hatırlatarak “Bu basın özgürlüğünü yok edecek bir yasa, sansürü getirecek bir yasa demiştik. O zaman iktidardakiler bize şunu söylemişti: ‘Hiç merak etmeyin, onlar gazeteciler için çıkan bir yasa değil. Dezenformasyon suçlamasından hiçbir gazetecinin başına bir şey gelmeyecek’ demişlerdi. Aradan bir yıl geçti. 30 gazeteci hakkında soruşturma açıldı. Dört gazeteci tutuklandı. En son tutuklananlardan biri Tolga Şardan’dı ve önceki gün serbest bırakıldı” dedi. Durmuş, şunları aktardı:

“Bu sabah yine bir arkadaşımız dezenformasyon suçlamasıyla gözaltına alındı. İşte bugün burada olmamızın asıl nedeni bu. Bu suçlama, gazetecilerin gazetecilik yapmasını engelleyecek bir suçlama. Her ne kadar gözaltına alınsa da tutuklasalar da kısa sürede serbest bırakmak zorunda olduklarını biliyorlar. Bunu bir gözdağı için yapıyorlar. Ama biz meslek örgütleri, gazeteciler olarak gözdağlarına pirim vermememiz gerekiyor. Umarım hakimler doğru kararı verir ve bu maddeyi iptal ederler.”

Üç ay sonra hakim karşısına çıkan Merdan Yanardağ için tahliye kararı
RTÜK’ten Halk TV’ye beş kez program durdurma ve para cezası
Gazeteciye saldıran belediye başkanı korumalarına tahliye: Kimsenin can güvenliği yok

gazeteciler, sansür yasası, AYM, Ankara

‘Türkiye’de ateşten gömlekle haberlerimizi geçiyoruz’

Avrupa Gazeteciler Birliği Onursal Genel Başkan Yardımcısı ve Türkiye Temsilcisi Doğan Tılıç da “Sadece bu kadar değiliz” dedi ve ekledi:

“Ben Dünyanın pek çok yerindeki meslektaşlarımızın da dayanışma duygusunu iletmek istiyorum; onlar da şu an beraberler. Bizim asıl ihtiyacımız olan bu. Her zaman bu kadar güçlü, bu denli bir arada durun. Arkamızdaki yüksek mahkeme bugün bir konuda karar verecek. Sansür yasası konusunda karar verecek. Karar ne olursa olsun ne bizi susturabilecekler ne de bizim için çok fazla bir şey yapmış olabilecekler. Her gün Gazze’de bombalar altında haber geçen meslektaşlarımızı görüyorum. Biz de Türkiye’de ateşten gömlekle haberlerimizi geçiyoruz. İster ateş altında ister ateşten gömlekle gazeteciler her zaman dünyanın her yerinde sözlerini söylemenin yolunu bulurlar.”

’85 milyonun hakkı için bu yasa iptal edilmelidir’

Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı Kıvanç El,  “Çıkacak kararı merakla bekliyoruz ve umut ediyoruz ki iptal olacak. Bu yasa sadece gazetecilerin problemi değildir. Biz bundan direkt etkileneceğiz ama 85 milyon yani halkın haber alma konusu şu an arkamızdaki binada konuşuluyor. Tamamen karanlık bir toplum aydınlatılması için mücadele eden gazetecilerin bu aydınlatma işlemi de engellenmiş oluyor” diyerek 85 milyonun hakkı için bu yasanın iptal edilmesi gerektiğini ifade etti.

‘Biz gazetecilik yapıyoruz, o kadar’

Parlamento Muhabirleri Derneği Başkanı Kemal Aktaş gazeteciliğin birilerinin yazılmasını istemediklerini yazmak olduğu sözüne işaret ederek şunları aktardı:

“’Gazetecilik birilerinin yazmasını istemediklerini yazmaktır. Gerisi halkla ilişkilerdir’ diyor George Orwell. Biz halkla ilişkiler görevlisi değiliz. Biz gazetecilik yapıyoruz, o kadar. Çok kutsal bir görevi yerine getiriyoruz aslında. Kamuoyunun sesi oluyoruz.

Gerçekleri, doğruları ve perde arkasındaki yolsuzlukları, usulsüzlükleri kamuoyuna aktarma gibi çok kutsal bir görevi yerine getiriyoruz. Bu dezenformasyonla mücadele yasası olarak getirilen düzenlemedeki kamu düzenini bozma, ülkenin iç ve dış güvenliği, genel sağlığı gibi hepimizin üzerinde hassasiyetle durduğumuz ama bir o kadarda bu hassas başlıkların nerede başlayıp nerede bittiği, sınırını bilmediğimiz gerekçelerle suçlanıyoruz. Dolayısıyla biz kamu adına görevimizi yerine getiren gazeteciler olarak bu yüksek mahkemeden, geçen yıl yüce Meclis’te aynı konuşmaları yapmıştık. Malesef bir yıl sonra, ağır bilançodan sonra onlarca meslektaşımızın hakkında soruşturmalar başlatıldı. Anayasa Mahkemesi’nden bugün düzenlemenin iptalini bekliyoruz.”

Şardan: Ben, son olmamı istemiştim

Geçtiğimiz günlerde gözaltına alınarak tutuklanıp ardından tahliye edilen Gazeteci Tolga Şardan da “Ben, son olmamı istemiştim” dedi ve ekledi:

“35 yıldır sokakta gazetecilik yapan bir gazeteciyim. Meslek büyüklerim bana her zaman şu tavsiyelerde bulundular: Gazetecilik bir mesafe mesleğidir. Gazetecilikten zengin olunmaz. Gazeteci, sadece gazetecilik yapar. Ben bu şiarlarla bu tavsiyelerle bugüne kadar geldim. Herkesin bildiği gibi geçen hafta kaleme aldığım bir yazı nedeniyle önce gözaltına alındım. Pazartesi akşamı da tahliye edildim. Ben son olmamı istemiştim. Ama gelen haberlere bakılırsa aynı çerçevede yeni bir gözaltı daha olmuş. Bu gözaltılar nereye kadar sürecek bunu bilemiyoruz. Ancak AYM önemli bir karar alacak. Bu karar, Türkiye’de önümüzdeki dönem için ne istikamete gideceğinin de göstergelerinden biri olacaktır. AYM bir taş binadan ibaret olmadığını içinde hala bir demokrasi, çağdaşlık için görev yapan biz gazetecilerin önünü açması yönünde bir karar alması gerektiğini umuyorum. Gelecek kuşaklara, gazeteci adaylarının da önlerinin açık olması için bir zemin oluşturulması gerektiğini düşünüyorum.”

Tolga Şardan hakkında tahliye kararı
bianet editörü Evrim Kepenek’e de ‘dezenformasyon’ soruşturması açıldı
Bir ‘dezenformasyon’ soruşturması da Birgün muhabirlerine…

gazeteciler, sansür yasası, AYM, Ankara

‘AYM anayasal güvence altındaki basın özgürlüğünü oylayacak gibi görünse de kendi varlığını oylayacak’

RTÜK Üyesi İlhan Taşcı da söz alarak “AYM anayasal güvence altındaki basın özgürlüğünü oylayacak gibi görünse de kendi varlığını oylayacak. AYM’nin de varlık sebebi, bu anayasal güvence altındaki ilkelerin ortadan kaldırılmasına dönük olası müdahaleleri engelleme amacı taşımaktadır” ifadelerini kullandı ve şunları aktardı:

“Aslında bugün AYM, kendisinin ne kadar Anayasa’yı güvence altına alabildiğini oylayacak. Buradan çıkacak olan sonuç tam anlamıyla budur. Dezenformasyon gibi ucunun nereye varacağı belli olmayan subjektif bir kavram üzerinden basını kıskaca almaya çalışmak her şeyden önce Türkiye demokrasisine vurulacak en ağır darbelerden birisi olacaktır. Bizim buradaki beklentimiz AYM’nin hem kendi varlığını bir yüksek yargı organı olarak ortaya koyması hem de halkın haber alma özgürlüğü noktasında bir karara imza atmasını bekliyoruz.”

Gazeteci Cengiz Erdinç de gözaltına alındı
‘Adliyedeki rüşvet iddialarına soruşturma haberimize erişim engeli’ haberimize de erişim engeli geldi
Gazeteci Dinçer Gökçe de gözaltına alındı: Gerekçe Şardan’la aynı

‘Meşruiyeti varsa hiçbir mahkeme AYM’nin üstünde değildir’

Son olarak YeniÇağ Gazetesi Ankara Temsilcisi Orhan Uğuroğlu da “Önce AYM bu yasayı iptal etmekten öte AYM olduğunu ispat etmeli. AYM kararlarının tanımadığı bir ülkede ne anayasadan bahsedilebilir ne AYM’den. Dezenformasyon yasası mutlaka iptal edilsin ama kararlarının uygulanması için en azından buraya gelsinler eylem yapsınlar. AYM kararları uygulanmak istenmiyorsa, AYM Devlet Bahçeli’nin dediği gibi kapatılsın gitsin. Ama meşruiyeti varsa hiçbir mahkeme AYM’nin üstünde değildir” dedi.

Bitlis’te ziyaretçiler boz ayıları elleriyle besliyor: İnsan için tehlikeli, ayı için zararlı

Bitlis‘in Tatvan ilçesindeki 2 bin 250 rakımlı Nemrut Krater Gölü çevresini kış öncesi gezmeye gelen ziyaretçiler, araçların önünde durarak yiyecek bekleyen bozayıları uyarılara rağmen elle beslemeye çalışıyor.

Bitlis Eren Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Cihan Önen, Doğa Koruma ve Milli Parklar Müdürlüğü tarafından bölgeye asılan uyarıcı tabelalara rağmen insanların küçük çocuklarını da yanlarına alarak bozayılara yaklaşmaya devam ettiğini ve selfie çektiğini söylüyor.

Önen, bu durumun tehlikeli olduğunu vurgulayarak “Ayılara çok fazla yaklaşıyorlar. Hatta kucaklarında bebekleri ile yaklaşıyorlar. Ayı hamle yapıp ölümcül darbeler vurabilir” diye uyarıyor.

Uzun yıllardır bölgede gözlem yapan Dr. Önen, ayrıca ayıları beslemenin bu hayvanlar için de zararlı olduğuna dikkati çekiyor ve “Beslemek ayı için de zararlı.Çünkü ayıların doğal dengeleri bozuluyor zaten ayılar doğal ortamda bütün besinlerini bulabiliyor” diyor.

Fotoğraf: DHA

‘Üzücü olaylarla sonuçlanabilir’

Avrupalı Seçkin Destinasyonlar (EDEN) projesi çerçevesinde ‘Mükemmeliyet Ödülü‘ bulunan ve elle beslenen ayıları ile de sıkça gündeme gelen Nemrut Krater Gölü, kış ayları öncesinde son ziyaretçilerini ağırlıyor. Çetin kış şartlarının yaşandığı bölgede kar yağışı ile yolları kapanacak olan Nemrut Krater Gölü’nü büründüğü sonbahar renkleriyle son kez görmek için bölgeye gelenler, yine tehlikelere aldırmadan araçların önünde durarak, yiyecek bekleyen bozayıları elle besleyip, görüntü almaya çalışıyor.

DHA‘nın aktardığına göre, ziyaretçilerinin bu tutumunun son derece tehlikeli olduğunu ve üzücü olaylarla sonuçlanabileceğini belirten Dr. Cihan Önen, şu ifadeleri kullanıyor:

“Geçtiğimiz günlerde piknik yapmaya gelen ve göl kenarından dönüşe geçmek üzere yola çıkan yaklaşık 50-60 kişilik bir grup, ayıları gördü ve ayıları beslemeye çalıştılar. Ayılara poşet poşet ekmek ve sebze verdiler. Fakat biz defalarca uyarılarda bulunduk. Ayılar oldukça saldırgan ve tehlikeli. Biz defalarca da bunu gördük saldırılara da tanık olduk. Bunların bazıları yaralanmalarla sonuçlandı. Bunun yanında görevliler gerekli tabelaları asmışlar. İnsanlardan ricamız bunları yapmasınlar.”

Ankara’da sesler doğa için yükseldi: Büyükhusun’da JES’e hayır!

Bakrom A.Ş. tarafından antik Assos Kenti yakınlarında, Büyükhusun köyünde yapılmak istenen Jeotermal Kaynak Arama Projesi’nin Ankara’da Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nda yapılan İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısına katılan yurttaşlar projeye tepki gösterdi.

Yurttaşlar, Çanakkale’nin Ayvacık ilçesinde yapılacak projenin dört bin hektarlık ruhsat alanı olduğunu, doğayı talan edeceğini, tarım, hayvancılık ve turizme darbe vuracağını, köylünün geçimlik arazisine el kolunacağını dile getirdi.

Projenin hiçbir kamu yararının olmadığını belirten çevre aktivistleri, yöre halkının da projeyi istemediğini ve 1578 vatandaşın bir gün içinde imza verdiğini vurguladı. İmzalar, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına teslim edildi. Yurttaşlar, ÇED sürecinin sonlandırılarak projenin iptalini talep etti.

Toplantıya Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Tema Vakfı, Gülpınar Sürdürülebilir Yaşam Derneği, Çanakkale Milletvekilleri Özgür Ceylan ve İsmet Güneşhan, Büyükhusun muhtarı Baki Güçlü ve köylüleri, Kozlu köyü muhtarı Ziya Ildız katılım gösterdi.

ÇED şirketinin sunumuyla başlayan toplantıda köylüler, çevre aktivistleri ve milletvekilleri Ceylan ve Güneşhan da tek tek söz alarak proje ile itirazlarını dile getirdi.

‣ Ayvacık Büyükhusun’da jeotermal sondajı ısrarı halk engeline takıldı 
‣ Büyükhusun’a yapılmak istenen JES’le ilgili bilirkişi raporu olumsuz
‣ Çanakkale’de JES’lere izin yok: İki projenin ÇED gerekli değildir kararı iptal edildi

Proje ayrıntıları

Bakrom Madencilik San. ve Tic. A.Ş. ( Yılsan Yatırım Holding A.Ş.) tarafından yapılması planlanan sondaj  için belirlenen ruhsat alanı 4.073,87 ha. (40 bin dönüm) olup Kayalar Köyü’nden Behramkale’ye kadar bir alanı kapsaması öngörülüyor. Firmanın başvurusunda daha sonraki süreçte ruhsat alanı içerisinde diğer yerlerde de arama sondajı yapılabileceği belirtiliyor.

Jeotermal kaynak araması yapılacak alan, 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planına göre tarım arazisi içerisinde yer alıyor. Bölge, “Türkiye Turizm Stratejisi” ne göre sağlık ve jeotermal turizm gelişim alanı ve zeytin koridoru olarak işaretlenmiş. Yani söz konusu alanda enerji faaliyetlerinin yapılmaması gerekiyor.

Proje alanına en yakın yerleşim birimi 850 m uzaklıktaki Büyükhusun Köyü. Sondaj için belirlenen alan Kozlu’ya 2500 m., Sazlı’ya 4500 m. , Behramkale’ye 5500 m. mesafede bulunuyor.

Proje kapsamında yapılacak arama sondajı için ruhsat alanında 100 cm çapında bir kuyu ağzının açılması ve 1500 metre derinliğe inilmesi planlanıyor.  Proje alanında ayrıca idari bina, yemekhane, foseptik, depo, anbar, toprak depolama alanı, sondaj çamur havuzu bulunacak.

Sondaj alanı zeytinlikler ve arkeolojik sit alanlarının da yakınında.

Ayvacık’ta da Tuzla – Gülpınar bölgesinde halen dört adet santral çalışıyor. Yeni santraller için de “ÇED Gerekli Değildir” kararları verilmişti. Köylüler ve sivil toplum örgütü temsilcileri ise bu kararları dava etmeye devam ediyor.

 

Yeni kentsel dönüşüm yasası çıktı: Rezerv yapı alanındaki tanım değişikliği ne anlama geliyor?

Kentsel dönüşüme yönelik düzenlemeler içeren “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi“, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulunda kabul edildi. Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’daki “rezerv yapı alanı” tanımında değişikliğe gidildi.

Kanunla, 6 Şubat’ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremler nedeniyle genel hayata etkili afet bölgesi olarak kabul edilen yerlerde, bu depremlerin ve akabinde meydana gelen depremlerin etkisiyle oluşan hasarlarla bağlantılı olması kaydıyla, hak sahipliğine ilişkin işlemler hariç olmak üzere hasar tespit raporlarına dayalı olarak tesis edilen idari işlemlere karşı açılan iptal davalarında yeni usuller getiriliyor. Düzenlemeyle yargı süreçlerinin hızlandırılması amaçlanıyor.

Buna göre, 10 gün içinde ilk inceleme yapılacak ve dava dilekçesi ile ekleri tebliğe çıkarılacak. Savunma verme süresi dava dilekçesinin tebliğinden itibaren 15 gün olacak; bu süre bir defaya mahsus olmak üzere en fazla 10 gün uzatılabilecek. Savunmanın verilmesi veya savunma verme süresinin geçmesiyle dosya tekemmül etmiş sayılacak.

Bloomberg‘in aktardığına göre, yürütmenin durdurulması talebine ilişkin olarak verilen kararlara itiraz edilemeyecek.

Keşif ve bilirkişi incelemesi yapılması gereken hallerde, dosyanın tekemmülünden itibaren 15 gün içinde keşif yapılacak. Tarafların hak ve menfaatlerinin korunması bakımından zorunluluk bulunan hallerde keşif ve bilirkişi incelemesi, ilk incelemeyi müteakiben de yapılabilecek. Bilirkişi raporları 15 gün içinde mahkemeye teslim edilecek. Bilirkişilere ve bilirkişi raporlarına, raporun tebliğinden itibaren 7 gün içinde itiraz edilebilecek.

Duruşma yapılması, tarafların istemine ve mahkemenin kararına bağlı olacak. Duruşma davetiyeleri, duruşma gününden en az 15 gün önce taraflara gönderilecek.

15 günde karara bağlanacak

Bu davalar dosyanın tekemmülünden veya ara karar, keşif, bilirkişi incelemesi ya da duruşma yapılması gereken hallerde bunların tamamlanmasından itibaren en geç 15 gün içinde karara bağlanacak.

Verilen nihai kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde istinaf yoluna başvurulabilecek. İstinaf dilekçeleri 10 gün içinde incelenecek ve tebliğe çıkarılacak. İstinaf dilekçelerine cevap verme süresi 15 gün olacak. İstinaf istemi en geç iki ay içinde karara bağlanacak.

Tam yargı davalarıyla bu madde kapsamındaki iptal davaları birlikte görülemeyecek. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce birlikte açılmış olan iptal ve tam yargı davaları ayrılacak ve bu davalar bulunduğu aşamadan itibaren görülmeye devam edilecek.

Düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılmış olan davalar hakkında da bu madde hükümleri bulunduğu aşamadan itibaren uygulanacak.

Buna göre işlemeye başlamış olan savunma verme süresi, bilirkişi raporuna itiraz süresi, istinaf başvuru süresi ve istinaf dilekçesine cevap verme süresi değişmeyecek.

Rezerv yapı alanları yeniden tanımlandı

Kanunla, dış finansman imkanlarının Kentsel Dönüşüm Başkanlığına, krediye ilişkin anlaşmadaki amaca sadık kalınarak kullandırılmasını sağlamak üzere düzenleme de yapıldı. Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun‘un “dış borcun tahsisi” tanımına “Kentsel Dönüşüm Başkanlığına” ibaresi eklendi.

Kanunla Kentsel Dönüşüm Başkanlığı, özel bütçeli idare olarak teşkilatlandırılırken Dünya Bankası tarafından finanse edilen kredinin Kentsel Dönüşüm Başkanlığına tahsisli olarak kullandırılmaya devam edilmesine yönelik düzenleme yapıldı.

Afet Riski altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun‘daki “rezerv yapı alanı” tanımında değişikliğe gidildi. Rezerv yapı alanı tanımında yer alan “yeni yerleşim alanı olarak” ibaresi metinden çıkarılırken bu düzenlemenin gerekçesinde, uygulamada açılan davalarda, herhangi bir taşınmazın rezerv yapı alanı olarak belirlenebilmesi için meskun alanlar dışında olması gerektiği yönünde değerlendirme yapılarak hüküm kurulduğu, yerleşim yerlerinde yer alan parsellerin de rezerv yapı alanı olarak belirlenmesinin mümkün olmasının amaçlandığı belirtildi.

Tanım değişikliği ne anlama geliyor?

Rezerv yapı alanlarının tanımında gidilen değişiklikler, herhangi bir taşınmazın rezerv yapı alanı olarak belirlenebilmesi için meskun alanlar (yerleşim alanı) dışında olması gerektiği şartını kaldırıyor. Böylelikle şehir içindeki yapı ve arazilere el konulabilecek.

Maddenin gerekçesinde, açılan davalarda herhangi bir taşınmazın rezerv yapı alanı olarak belirlenebilmesi için meskun alanlar dışında olması gerektiği yönünde değerlendirme yapılarak hüküm kurulduğu, yerleşim yerlerinde yer alan parsellerin de rezerv yapı alanı olarak belirlenmesinin mümkün olmasının amaçlandığı belirtiliyor. Bu ise Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘nın kent içinde bulunan ve depremde yıkılma riski olmayan yapılara da “rezerv alanı” ilanıyla el koyulabilmesinin yolunu açıyor.

‣ AKP’nin ‘kentsel dönüşüm’ teklifi komisyondan geçti: Kent içi arazi ve binalara el konulabilecek

Riskli yapı tesbitinde değişiklik

Kanunla riskli yapı tespiti ve Hazine taşınmazlarının değerlendirilmek üzere Bakanlığa tahsisine ilişkin görev, hak ve yetkilerin bundan sonra Kentsel Dönüşüm Başkanlığınca kullanılmasını sağlamak üzere değişiklik yapıldı.

Buna göre, riskli yapı tespiti Kentsel Dönüşüm Başkanlığı veya idarece resen yapılabilecek. Uygulamada bazı maliklerce veya kiracılarca riskli yapı tespiti yapılmasının engellendiği ve kendi bağımsız birimlerinden tespit için numune alınmasına müsaade edilmediği görüldüğünden, riskli yapı tespitinin, gerekmesi halinde mülki idare amiri tarafından verilecek yazılı izne istinaden yeterli kolluk kuvveti marifetiyle kapalı kapılar veya alanların açtırılması suretiyle yapılabilmesine imkan sağlanacak.

Riskli yapı tespitine ilişkin bilgileri ihtiva eden tutanak, riskli yapıya asılacak, maliklere e-Devlet Kapısı üzerinden bildirim yapılacak ve ilgili muhtarlıkta 15 gün süreyle ilan edilecek. Tespite ilişkin bilgileri ihtiva eden tutanağın muhtarlıkta yapılacak ilanın son günü hak sahiplerine tebliğ edilmiş sayılacak.

Gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerince mülkiyetlerindeki taşınmazların rezerv yapı alanı olarak belirlenmesi talebinde bulunulabilmesi için; bu taşınmazların yapılaşmaya esas arsa metrekaresinin yüzde 30’unun mülkiyetinin devrine muvafakat edilmesi veya aynı miktarın değerinin dönüşüm projeleri özel hesabına gelir olarak kaydedilmek üzere Kentsel Dönüşüm Başkanlığına verilmesi gerekecek.

Kolluk kuvveti marifetiyle tahliye

Alanlarda uygulama süresince imar ve yapılaşma haklarının kısıtlanması ve alandaki yapılara verilen elektrik, su ve doğalgaz gibi hizmetlerin durdurulması konularında Bakanlığa verilen görev ve yetkiler Kentsel Dönüşüm Başkanlığınca kullanılacak.

İstanbul‘da dönüşümü hızlandırmak için başlatılan “yarısı bizden” kampanyasının uygulanabilmesi için hak sahiplerine yapım için mali yardım yapılabilmesine yönelik kanunda düzenleme yapıldı.

Riskli yapıların yıktırılması konusunda Bakanlığa verilen görev ve yetkiler de bundan sonra Kentsel Dönüşüm Başkanlığınca kullanılacak.

Riskli yapıların yıktırılması için maliklere tek seferde 90 günden fazla olmamak üzere süre verilecek.

Kanun kapsamındaki yapıların tahliyesinin engellenmesi durumunda; mülki idare amiri tarafından verilecek yazılı izne istinaden yeterli kolluk kuvveti marifetiyle tahliye yapılacak.

Başkanlık veya idare tarafından yapılan veya yaptırılan riskli yapı tespit, tahliye ve yıktırma masrafları, hisseleri oranında maliklerden tahsil edilecek.

Kanun kapsamındaki yapıların tahliyesine ve yıktırılmasına ilişkin olarak ayni ve şahsi hak sahiplerine yapılacak tebligat, tahliye ve yıktırmaya ilişkin tutanağın yapıya asılması, maliklere e-Devlet Kapısı üzerinden bildirilmesi ve ilgili muhtarlıkta 15 gün süreyle ilan edilmesi suretiyle yapılacak. Tahliye ve yıktırmaya ilişkin işlem, muhtarlıkta yapılan ilanın son günü ayni ve şahsi hak sahiplerine tebliğ edilmiş sayılacak.

Rapor: Hükümetler 2030’da iki kat daha fazla fosil yakıt üretmeyi planlıyor

Bugün yayınlanan yeni ve önemli bir rapor, hükümetlerin 2030’da ısınmayı 1,5°C ile sınırlandırmak için gerekenden yaklaşık yüzde 110 ve 2°C ile sınırlandırmak için gerekenden ise yüzde 69 daha fazla fosil yakıt üretmeyi planladığını ortaya koyuyor.

Bu durum, 151 ulusal hükümetin net sıfır emisyona ulaşma taahhüdüne ve küresel kömür, petrol ve gaz talebinin yeni politikalar olmasa bile bu on yılda zirve yapacağını gösteren son tahminlere rağmen gerçekleşiyor.

Hükümet planları bir araya getirildiğinde, küresel kömür üretiminin 2030’a kadar, küresel petrol ve gaz üretiminin ise en az 2050’ye kadar artmasına yol açması ve zaman içinde fosil yakıt üretim açığının giderek genişlemesine neden olması bekleniyor.

Kaynak: UNEP

Çok sayıda üniversite, düşünce kuruluşu ve diğer araştırma kuruluşlarını kapsayan ve 30’dan fazla ülkeden 80’den fazla araştırmacının katkıda bulunduğu raporun ana bulguları arasında şunlar bulunuyor:

  • Karbon yakalama ve depolama ile karbondioksit giderimine ilişkin riskler ve belirsizlikler göz önünde bulundurulduğunda, ülkeler 2040’a kadar kömür üretiminin ve kullanımının neredeyse tamamen sonlandırılmasını ve 2050’ye kadar petrol ve gaz üretiminin ve kullanımının 2020 seviyelerine göre en az dörtte üç oranında azaltılmasını hedeflemeli.

  • Öne çıkan 20 ülkeden 17’si net sıfır emisyona ulaşma taahhüdünde bulunmuş ve birçoğu fosil yakıt üretim faaliyetlerinden kaynaklanan emisyonları azaltmak için girişimler başlatmış olsa da, hiçbiri ısınmayı 1,5°C ile sınırlandırmaya uygun olarak kömür, petrol ve gaz üretimini azaltmayı taahhüt etmedi.

  • Fosil yakıtlardan uzaklaşma kapasitesi daha yüksek olan hükümetler daha iddialı azaltımları hedeflemeli ve sınırlı kaynaklara sahip ülkelerdeki geçiş süreçlerinin desteklenmesine yardımcı olmalıdır.

Stockholm Çevre Enstitüsü (SEI), Climate Analytics, E3G, Uluslararası Sürdürülebilir Kalkınma Enstitüsü (IISD) ve BM Çevre Programı (UNEP) tarafından hazırlanan Üretim Açığı Raporu (Production Gap Report) , hükümetlerin planlanan ve öngörülen kömür, petrol ve gaz üretimini Paris Anlaşması‘nın sıcaklık hedefiyle tutarlı küresel düzeylere göre değerlendiriyor.

Bilim insanlarına göre Temmuz 2023, şimdiye kadar kaydedilen en sıcak ay ve büyük olasılıkla son 120 bin yılın en sıcak ayı oldu. Dünya genelinde ölümcül sıcak dalgaları, kuraklıklar, orman yangınları, fırtınalar ve seller hayatlara ve geçim kaynaklarına mal oluyor ve insan kaynaklı iklim değişikliğinin burada olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Neredeyse yüzde 90’ı fosil yakıtlardan kaynaklanan küresel karbondioksit emisyonları 2021-2022 yıllarında rekor seviyelere yükseldi.

Kaynak: UNEP

Enerji yoksulluğunu sona erdirirken emisyonları azaltmanın tek yolu…

UNEP İcra Direktörü Inger Andersen, “Hükümetlerin fosil yakıt üretimini arttırma planları, net sıfır emisyona ulaşmak için gereken enerji dönüşümünü baltalıyor, ekonomik riskler yaratıyor ve insanlığın geleceğini sorgulatıyor” diyor ve ekliyor:

“Ekonomileri temiz ve verimli enerjiyle güçlendirmek, enerji yoksulluğunu sona erdirmenin ve aynı zamanda emisyonları azaltmanın tek yoludur. COP28‘den başlayarak ülkeler, önümüzdeki türbülansı hafifletmek ve bu gezegendeki her insana fayda sağlamak için kömür, petrol ve doğal gazın yönetilen ve adil bir şekilde aşamalı olarak kullanımdan kaldırılmasının arkasında birleşmelidir.”

’20 büyük ülke, fosil yakıt üretimini desteklemeye devam ediyor’

2023 Üretim Açığı Raporu, fosil yakıt üreten 20 büyük ülke için yeni genişletilmiş ülke profilleri sunuyor: Avustralya, Brezilya, Kanada, Çin, Kolombiya, Almanya, Hindistan, Endonezya, Kazakistan, Kuveyt, Meksika, Nijerya, Norveç, Katar, Rusya Federasyonu, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Birleşik Arap Emirlikleri, Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı ve Amerika Birleşik Devletleri. Bu profiller, bu hükümetlerin çoğunun fosil yakıt üretimi için önemli politika ve mali destek sağlamaya devam ettiğini gösteriyor.

Kaynak: UNEP

Raporun başyazarı ve SEI bilim insanı Ploy Achakulwisut da”Birçok hükümetin gazı temel bir ‘geçiş’ yakıtı olarak teşvik ettiğini, ancak daha sonra bundan uzaklaşmak için belirgin bir planları olmadığını görüyoruz” diyor.

Achakulwisut, “Ancak bilim, 1,5°C hedefini canlı tutmak için temiz enerjinin yaygınlaştırılması, tüm kaynaklardan metan emisyonlarının azaltılması ve diğer iklim eylemleriyle birlikte küresel kömür, petrol ve gaz üretimini ve kullanımını azaltmaya hemen başlamamız gerektiğini söylüyor” ifadelerini kullanıyor.

Öte yandan iklim krizinin temel nedeni olmasına rağmen, fosil yakıtlar son yıllara kadar uluslararası iklim müzakerelerinde büyük ölçüde yer almadı.

2021’in sonlarındaki COP26‘da hükümetler, tüm fosil yakıtların üretimini ele almayı kabul etmemiş olsa da, “hız kesmeyen kömür enerjisinin aşamalı olarak azaltılması ve verimsiz fosil yakıt sübvansiyonlarının aşamalı olarak kaldırılması” yönündeki çabaları hızlandırmayı taahhüt etti.

Raporun başyazarı ve SEI ABD Merkezi Direktörü Michael Lazarus, COP28’i işaret ediyor:

“COP28, hükümetlerin nihayet tüm fosil yakıtların aşamalı olarak kullanımdan kaldırılmasını taahhüt ettikleri ve üreticilerin yönetilen ve adil bir geçişi kolaylaştırmada oynamaları gereken rolü kabul ettikleri önemli bir an olabilir. Fosil yakıt üretiminden uzaklaşmak için en büyük kapasiteye sahip olan hükümetler, diğer ülkelerin de aynı şeyi yapmasına yardımcı olmak için finansman ve destek sağlarken bunu yapmak için en büyük sorumluluğu taşırlar.”

Kaynak: UNEP

‘Fosil yakıtlar için tehlike sinyalleri görünüyor’

Climate Analytics’ten İklim ve Enerji Analisti  Neil Grant, Üretim Açığı Raporu’na ilişkin değerlendirmede bulunarak “Fosil yakıtlar için tehlike sinyalleri görünüyor. Yüzyılın ortasına kadar kömürü tarih kitaplarına gömmeli, petrol ve gaz üretimini en az dörtte üç oranında azaltmalı ve fosil yakıtlardan tamamen vazgeçmeliyiz. Ancak iklim konusundaki vaatlerine rağmen hükümetler, gelişen temiz enerji sektöründe fırsatlar bolken, kirli ve ölmekte olan bir sektöre daha fazla para aktarmayı planlıyor. Ekonomik çılgınlığın ötesinde, bu kendi ellerimizle yarattığımız bir iklim felaketidir” diyor.

IISD’den Kıdemli Araştırmacı Angela Picciariello ise “Dünyanın dört bir yanındaki hükümetlerin iddialı net sıfır hedeflerine imza atmalarına rağmen, küresel kömür, petrol ve gaz üretimi artmaya devam ederken, planlanan azaltımlar iklim değişikliğinin en kötü etkilerinden kaçınmak için yeterli değildir” değerlendirmesinde bulunarak şunları kaydediyor:

“Hükümetlerin söylemleri ile eylemleri arasında giderek büyüyen bu uçurum sadece otoritelerini sarsmakla kalmıyor, aynı zamanda hepimiz için riski de arttırıyor. Bu on yıl içinde, 1.5°C ısınma hedefiyle uyumlu olandan yüzde 460 daha fazla kömür, yüzde 82 daha fazla gaz ve yüzde 29 daha fazla petrol üretme yolunda ilerliyoruz. COP28 öncesinde hükümetler, emisyon hedeflerine nasıl ulaşacakları konusunda şeffaflığı önemli ölçüde arttırmalı ve bu hedefleri desteklemek için yasal olarak bağlayıcı tedbirler almalıdır.”

E3G Kıdemli Politika Danışmanı Katrine Petersen de hükümetlerin kaçınılmaz enerji dönüşümü gerçeğini planlamakta başarısız olduklarını dile getiriyor:

“Kömür, petrol ve doğalgaza olan talebin ek politikalar olmasa bile bu on yıl içinde zirve yapacağı düşünüldüğünde, yeni ekonomik gerçekliğin temiz enerjinin büyümesi ve fosil yakıtların azalması olduğu açık – ancak hükümetler kaçınılmaz enerji dönüşümü gerçeğini planlamakta başarısız oluyor.

Kömür, petrol ve doğalgaza yönelik küresel talep azalırken yeni fosil yakıt üretimine yatırım yapmaya devam etmek, en ucuz üreticiler hariç herkes için yakın vadeli bir ekonomik kumardır. Fosil yakıtların genişlemesini şimdi durdurmazsak iklim zararları daha da artacaktır. Hükümetlerin temiz enerjiye geçiş sürecini kontrol altına almalarının ve politikalarını iklim açısından güvenli bir dünya için gereken gerçeklerle uyumlu hale getirmelerinin zamanı geldi”.

Copernicus: Ekim ayı sıcaklıkları rekor kırdı, 2023’ün rekor kıracağı neredeyse kesin

Kasım ayının sonunda başlayacak olan Birleşmiş Milletler (BM) İklim Zirvesi (COP28) yaklaşırken bilim insanları 2023 yılının kayıtlara geçen diğer tüm yıllardan daha sıcak yıl olma yolunda ilerlediğini açıkladı.

Copernicus İklim Değişikliği Servisi Müdür Yardımcısı Samantha Burgess, “2023’ün kayıtlardaki en sıcak yıl olacağını ve şu anda sanayi öncesi sıcaklık ortalamasının 1,43°C üzerinde olduğunu neredeyse kesin olarak söyleyebiliriz. COP28’e girerken iddialı iklim eylemleri için aciliyet duygusu hiç bu kadar yüksek olmamıştı” diye konuştu.

Ekim 2023 kayıtlardaki en sıcak ekim ayı oldu

Copernicus bilim insanları, geçtiğimiz ayın küresel olarak kayıtlara geçen en sıcak ekim ayı olduğunu ve sıcaklıkların 1800’lerin sonlarındaki ortalama ekim ayında olduğu düşünülen sıcaklıkların 1,7°C üzerinde olduğunu tespit etti.

Grafik, 1940’tan 2023’e kadar her ekim ayı için küresel yüzey hava sıcaklığı anomalisini gösteriyor. Kırmızı renk ortalamanın üzerine, mavi ise ortalamanın altına işaret ediyor. Sıcaklık anomalisi, belirli bir ayın sıcaklığı ile 1991’den 2020’ye kadar olan ortalama arasındaki fark anlamına geliyor. Kaynak: Copernicus/C3S/ECMWF

Kömür, petrol ve gaz gibi fosil yakıtların kullanımı ve doğanın tahrip edilmesiyle atmosferdeki ısıyı tutan sera gazı miktarının artması nedeniyle Sanayi Devriminden bu yana gezegenin ortalama sıcaklığı 1,2°C yükseldi.

Bilim insanları, Ekim 2023’teki küresel sıcaklık anomalisinin, veri setindeki tüm aylar arasında Eylül 2023’ün ardından en yüksek ikinci anomali olduğunu tespit etti.

‣ 2023 Eylül’ü resmi olarak ‘en sıcak ay’: Olağanüstü bir rekor

‘Rekor sıcaklık, rekor insani acı anlamına geliyor’

The Guardian‘ın aktardığına göre, Imperial College London‘dan İklim Bilimci Friederike Otto, yaşanan rekor sıcaklıkları şu ifadelerle değerlendirdi:

Bu rekor seviyede sıcak yılı yaşıyor olmamız, rekor seviyede insani acı anlamına geliyor. Bu yıl içinde, bu aşırı sıcaklıkların çok daha kötü hale getirdiği aşırı sıcak dalgaları ve kuraklıklar binlerce insanın ölümüne, insanların geçim kaynaklarını kaybetmesine, yerlerinden edilmesine vb. neden oldu. Asıl önemli olan rekorlar bunlardır.

Bu nedenle Paris Anlaşması bir insan hakları anlaşmasıdır ve bu anlaşmadaki hedeflere uymamak insan haklarını büyük ölçüde ihlal etmek anlamına gelir.”

Sekiz yıl önce Paris‘te yapılan bir zirvede dünya liderleri Paris Anlaşmasını imzalayarak 2100 yılına dek küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlamaya yönelik çalışmalar yapacaklarını taahhüt etti. Ancak şu anda uygulamada olan mevcut politikalar gezegenin yaklaşık 2,4°C ısınmasına neden olacak.

Reading Üniversitesi‘nden Meteoroloji Araştırma Bilimcisi Akshay Deoras şunları söyledi:

“Kavurucu Ekim 2023, sıcaklık rekorlarının nasıl büyük bir farkla kırıldığını gösteren bir başka talihsiz örnektir. Artan sera gazı emisyonlarına bağlı küresel ısınma ve tropikal Pasifik Okyanusu’ndaki El Niño gezegeni gerçekten sert bir şekilde vuruyor.”

Fotoğraf: Andreu Esteban / AP
‣ İklim krizi: El Niño nedeniyle 1,5°C eşiği iki yıl içerisinde aşılabilir

‘Tarihin talihsiz dönüm noktalarından geçiyoruz’

Geçen ay yaşanan rekor sıcaklıklar bilim insanlarını şaşkına çevirdi. Aşırı sıcaklıkların sera gazı kirliliği, doğal hava modeli El Niño’nun tekrar ortaya çıkışı, sülfür kirliliğindeki düşüş ve El Niño‘daki volkanik patlama gibi çeşitli faktörlerin bir araya gelmesinden kaynaklandığı düşünülüyor.

Copernicus, El Niño koşullarının gelişmeye devam ettiğini ancak şu ana kadarki sıcaklık anomalilerinin 1997 ve 2015’teki önceki güçlü El Niño olayları sırasında ulaşılanlardan daha düşük olduğunu açıkladı.

Deoras, rekor sıcaklıkları ve El Niño etkisini değerlendirerek şunları kaydetti:

“Haziran 2023’ten bu yana küresel sıcaklığın, El Niño’nun çok daha güçlü olduğu 2015’in ikinci yarısından çok daha sıcak olduğunu görmek korkutucu. Gezegenimiz meteorolojik tarihinde talihsiz dönüm noktalarından geçmeye devam ediyor ve önümüzdeki aylarda yeni rekorlar görmek şaşırtıcı olmayacak.”

‣ Dünya Meteoroloji Örgütü: El Niño ihtimali arttıkça sıcaklık rekorları kırılacak

Tek çözüm: Emisyonlarda hızlı ve büyük kesintiler

Copernicus, Ocak ve Ekim 2023 arasındaki ortalama küresel sıcaklığın kayıtlardaki en yüksek sıcaklık olduğunu tespit etti. 2023, en sıcak yıl rekorunu elinde bulunduran 2016’nın 10 aylık ortalamasını 0,1°C ile geride bıraktı.

Reading Üniversitesi’nden İklim Bilimci Richard Allan “Ancak tüm sektörlerde sera gazı emisyonlarında hızlı ve büyük kesintiler yaparak, bu rekor kıran sıcaklık manşetlerinin tekrarlanmasının önüne geçebiliriz ve daha da önemlisi, hızla ısınmanın beraberinde getirdiği aşırı yağış, sıcaklık ve kuraklığın artan şiddetini sınırlayabiliriz.”

Fotoğraf: Emilio Morenatti / AP

El Niño nedir?

Doğu ve orta Pasifik Okyanusu‘ndaki okyanus sıcaklıklarında yaklaşık her üç ila beş yılda bir görülen yükseliş, El Niño’nun açık belirtilerinden biri. Bu durum dünya genelinde birbirini tetikleyen aşırı hava koşulları yaratarak bir yıla kadar etkili olabiliyor.

Bu dönemde doğu Pasifikte uzanan güney ABD gibi bölgelerde ortalamanın üzerinde yağış ve hatta tahribat yaratan toprak kaymaları yaşanabiliyor.

Okyanusun diğer ucundaki, Endonezya ve güneydoğu Asya gibi bölgelerde ise kuraklık etkili oluyor ve bu kuraklık yıkıcı orman yangınlarını tetikleyebiliyor.

Dünyanın diğer bölgelerinde ise yıkıcı sellergıda güvensizliğine yol açabilecek mahsul kayıplarıtropikal hastalıklardaki artış ve balık popülasyonlarında düşüş gibi etkiler gözlemleniyor.

Bu olayların tamamı, hem yerel hem de küresel ekonomileri zarara uğratabiliyor.

Amazon’dan bir kuraklık ve ormansızlaşma manzarası: İnekler, toz ve duman…

Not: Jonathan Watts‘ın Guardian‘da yer alan “‘Her yer kavruluyor’: Amazon ormansızlaşmanın ortasında kuraklıkla mücadele ediyor” başlıklı haberinden çevrilmiştir.

*

İnekler, toz ve duman… Yolda geçirdiğim birkaç haftanın ardından Altamira‘ya döndüğümde beni karşılayanlar bunlardı. Alışılmadık derecede şiddetli bir kurak mevsim, büyük bir kısmı büyükbaş hayvan çiftlikleri tarafından tahrip edilmiş olan Amazon coğrafyasına korkunç bir zarar verdi. Bunlar birlikte dünyanın en büyük tropikal ormanının bütünlüğünü tehdit ediyor.

Bu dehşete düşüren anlatımın ardındaki bilime birazdan değineceğim. Ama önce, Brezilya‘nın kuzeyindeki Pará eyaletinde, Altamira‘daki evimin içinde ve çevresinde neler olduğunu anlatmama izin verin.

Her şey kavrulmuş durumda. Bitki örtüsü ayak altında çıtırdıyor. Yağmur mevsimiyle kıyaslandığında, orman yol kenarından birkaç metre geriye doğru gözle görülür bir şekilde çekilmiş. Daha dayanıklı ağaçlar ayakta kalmaya devam ediyor, ancak kenarlarda daha zayıf palmiyeler buruşmaya ve kahverengiye dönmeye başlamış.

Mahallemdeki birçok alan yakın zamanda çıkan yangınlar nedeniyle kömür karasına bürünmüş durumda. Suçlu arazi gaspçıları bu çok kuru koşullardan faydalanıyor. Her sabah uyandığımda hava duman kokuyor. Bir sis bulutu ufku bulanıklaştırıyor. Güneş panelleri normal şekilde çalışamıyor çünkü güneş ışığı pusu delip geçemiyor.

Güneş ışığı pusu delip geçemediği için güneş panelleri düzgün çalışamıyor. – Fotoğraf: Jonathan Watts/The Guardian

Bir de hastalıklı kahverengi otlaklarda dolaşan, tozla kaplanmamış son birkaç yaprağı ya da ot parçasını arayan zavallı yaratıklar, inekler var. Her ne kadar masum kurbanlar olsalar da, onların varlığı da bu kasvetli manzaraya katkıda bulunuyor.

Ekim, Kasım ve Aralık ayları genellikle bir geçiş dönemidir. Şimdiye kadar kurak mevsim normalde zirveye ulaşmış, nehirler ve akiferler yenilenmeye başlamış olurdu. Ancak yağmurlar gelmeyi reddediyor. Ve geçen her günle birlikte, önsezi duygusu daha da güçleniyor.

Her sabah köpeklerimizi götürdüğümüz Xingu Nehri, zirvesinin dört metre altında ve genellikle kano yaptığım küçük kol, ayak bileği derinliğinde bir akıntıya dönüşmüş durumda. Evdeki mutfak ve banyo muslukları iki ya da üç günde bir birkaç saatliğine kuruyor. Genellikle meyve kaselerinin etrafında vızıldayan yaban arıları artık boruların yakınında toplanıyor ve nektarın önünde su damlaları arıyorlar. Kara kurbağaları köpeklerimizin su kaplarına sığınıyor.

Bitki örtüsü ayakların altında çıtırdıyor. Fotoğraf: Jonathan Watts/The Guardian

Tüm bunlar az da olsa her kurak mevsimde yaşanıyor ama Brezilya’nın önde gelen bilim insanlarından birkaçıyla da teyit ettiğim gibi bu yıl, normal bir yıl değil. Doğal Afet İzleme ve Uyarı Merkezi‘nin Modelleme ve Operasyonlar Başkanı Marcelo Seluchi, bunun şimdiden Avrupa büyüklüğünde bir alan olan Amazon’un tarihindeki en kötü kuraklıklardan biri olduğunu söyledi. Büyük Rio Negro da dahil olmak üzere bölgedeki pek çok nehrin, ölçümlerin başladığı bir asır öncesinden bu yana görülmemiş seviyelere düştüğünü söyledi. Bu şok edici manzarayı birkaç hafta önce ben de gördüm.

Birçok bölgede sıcaklıklar rekor seviyelere ulaştı ve kuraklık henüz sona ermiş değil. Seluchi, son tahminlerin yağmurların Amazon’un çoğu bölgesine bu ayın sonuna kadar dönmeyeceğini gösterdiğini söyledi.

Ulusal Su ve Sanitasyon Ajansı ve Başkan Luis Inácio Lula da Silva‘nın özel kalem müdürü tarafından yakın zamanda düzenlenen bir kriz toplantısında uzmanlar hidroelektrik barajları ve gıda, yakıt ve ilaç gibi temel ürünlerin nehir yoluyla taşınmasına yönelik tehditler konusunda uyarıda bulundu. Meteoroloji uzmanları bu yılki Amazon kuraklığının El Niño etkisi, Atlantik Okyanusu‘nun ısınması ve iklim krizi nedeniyle anormal derecede şiddetli olduğunu açıkladı.

Bu açıklama doğru ancak dar kapsamlı ve bu sorunun ana nedenlerinin çoğunu, en uygulanabilir çözümleri gözden kaçırıyor. Bunlardan en önemlisi, son çalışmalarla da kanıtlandığı üzere, sağlıklı bir ormanın sadece kendi yağışını üretmediği, aynı zamanda güçlü bir bölgesel soğutucu görevi de gördüğü gerçeği. Birçok çiftçinin yapmaya devam ettiği gibi bitki örtüsünü temizlerseniz – sağcı eski başkan Jair Bolsonaro‘nun yönetimi altında yaptıklarından çok daha yavaş bir oranda olsa da – o zaman bölge yerel etkiler ve küresel iklim bozulması nedeniyle daha sıcak ve daha kuru hale gelecektir.

Sığır eti endüstrisi Amazon ormansızlaşmasının en büyük nedenlerinden biri. - Fotoğraf- Jonathan Watts/The Guardian
Sığır eti endüstrisi Amazon ormansızlaşmasının en büyük nedenlerinden biri. – Fotoğraf- Jonathan Watts/The Guardian

İşte bu noktada büyükbaş hayvan komşularım devreye giriyor. Sığır eti endüstrisi Amazon ormansızlaşmasının en büyük nedenlerinden biri. Başka hiçbir şey bu etkinin yanından dahi geçemez. Arazi gaspçıları, çalınan ve temizlenen ormanlar üzerindeki hak iddialarını güçlendirmek için inekleri işgalci ordular olarak kullanıyor. Bu, dünyanın en iğrenç iklim suçlarından biri haline geldi. İklim Gözlemevi tarafından hazırlanan akıllara durgunluk veren yeni bir rapor, Brezilya’nın sığır eti endüstrisinin şu anda Japonya‘dan daha büyük bir karbon ayak izine sahip olduğunu belirtiyor. Bir süre bu nokta üzerinde durun.

Bu ülkede 220 milyon inek var ve bunların yüzde 43’ü Amazon‘da bulunuyor. Bu ineklerin küresel ısınma emisyonları – geğirik ve osuruklarından, ama daha çok sahiplerinin ormanların temizlenmesi ve yangınlarla olan bağlantılarından – şu anda dünyanın en sanayileşmiş ekonomilerinden birinde yaşayan 125 milyon Japon’un tüm arabaları, fabrikaları, klimaları, elektrikli aletleri ve diğer karbon tüketim biçimlerinden daha fazla. Büyükbaşlar kesildiklerinde küresel gıda holdinglerine milyarlarca dolar kazandırıyor. Bu şirketler inekler aracılığıyla iklim krizini derinleştiriyor ve dolayısıyla muhtemelen El Nino’ların daha olası hale gelmesine yardımcı oluyor.

Brezilya’nın en etkili iklimbilimcilerinden Carlos Nobre, büyükbaş çiftliklerinin ormansızlaştırılmasının – El Nino ve Atlantik ısınmasının başlıca nedenleriyle birlikte – bu yılki yıkıcı kurak mevsime katkıda bulunduğunu doğruladı. Tehlikenin, bu tür aşırı iklim olaylarının yirmi yıl içinde Amazon’u kritik bir noktaya getireceği, ardından bölgenin kuruyacağı ve tropikal bir yağmur ormanı olarak kendini koruyamayacağı konusunda uyarıda bulundu. Nobre, güneydoğu Amazon’un güney kesiminde, ormanın geri dönüşü olmayan bu noktaya çok yakın olduğunu söyledi. Buradaki kurak mevsim 1979’dakinden dört ila beş hafta daha uzun, ağaç ölümleri artıyor ve orman emdiğinden daha fazla karbon salıyor.

Daha umutlu bir not olarak, bu yıl Amazon ülkelerinin çoğunda ormansızlaşmanın hızla yavaşladığını söylüyor. Ancak bu tek başına o kritik ana ulaşılmasını engellemek için yeterli olmayacaktır. Bölge hükümetlerinin, yangınları ve orman tahribatını azaltmak ve büyük ölçekli yeniden ağaçlandırma programlarını başlatmak için, tarihsel olarak iklim krizinden büyük ölçüde sorumlu olan zengin ülkelerin yardımına da ihtiyacı olacak. Bu ayın sonunda Dubai’de düzenlenecek Cop28‘de Nobre, Arc of Restoration adlı buna benzer bir projenin ortaya koyulmasına yardımcı olacak.

Çok geç kalınmış gibi görünüyor. İneklerin yerini ağaçlar, tozun yerini bitkiler ve dumanın yerini yağmur almadıkça Amazon varlığını sürdüremez.

İsrail: Askerlerimiz Gazze’nin kalbinde, Hamas’ı köşeye sıkıştırdık

İsrail, Filistin bölgesinde Hamas‘ı yok etmek için Gazze’nin merkezine operasyon düzenlediğini ve militan grup liderinin buradaki bir sığınakta tuzağa düşürüldüğünü açıkladı.

İsrail ile Hamas arasında 7 Ekim’de başlayan ve bir aylık süreçte yaklaşık yüzde 40’ı çocuk olmak üzere 10 binden fazla sivilin ölümüne neden olan savaşta İsrail ordusu, Hamas’ın bölgenin kuzeyindeki kalesi Gazze Şehri’ne odaklanmış durumda.

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Komiseri Volker Turk bölgeye yaptığı ziyaretin başlangıcında yaptığı açıklamada, “Tam bir ay boyunca katliam, aralıksız acı, kan dökülmesi, yıkım, öfke ve umutsuzluk yaşandı” dedi.

Fotoğraf: Mohammed Al-Masri / Reuters

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant dün  (7 Kasım) televizyonda yayımlanan bir basın toplantısında İsrail askerlerinin Gazze Şehri’nin kalbine ilerlediğini ve Hamas’ı “köşeye sıkıştırdıklarını” söyledi.

Gallant, yaya, zırhlı araçlı ve tanklı İsrail birliklerin tek hedefinin “Gazze’deki Hamas teröristleri, onların altyapısı, komutanları, sığınakları, iletişim odaları” olduğunu belirtti.

Fotoğraf: Bassam Masoud / Reuters
‣ İsrail-Hamas savaşı ‘sivillerin benzeri görülmemiş ızdırabıyla’ sürüyor: İnsanlık üstün gelmeli

‘Hamas lideri köşeye sıkıştırıldı’

Hamas’ın Gazze’deki en üst düzey lideri Yahya Sinwar‘ın sığınağında köşeye sıkıştırıldığını belirten Gallant, “bir ay önce İsrailli sivillere, kadınlara ve çocuklara saldırmak gibi canice bir karar alan kişinin Sinwar olduğunu” söyledi.

Gallant şimdi de Sinwar’ın çevresiyle bağlantısının kesilmiş durumda olduğunu ve emir komuta zincirinin zayıfladığını belirtti.

Hamas’ın askeri kanadı Sinwar’ın olası akıbeti hakkında bir yorumda bulunmadı.

Gallant, şehrin altında, okulların ve hastanelerin altından geçen ve militanlar için silah depoları, iletişim odaları ve saklanma yerleri barındıran kilometrelerce tüneller bulunduğunu söyledi.

Fotoğraf: Mohammed Al-Masri / Reuters
‣ Guterres: Gazze çocuklar için bir mezarlığa dönüşüyor

Reuters’ın aktardığına göre, güvenlik kaynakları İsrail ordusunun Hamas’ın tünel labirentinin bulunarak bunun etkisiz hale getirmeye odaklanıldığı, savaşının bir sonraki aşamasına başladığını ve bunun aylar sürebileceğini kaydetti.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu televizyonda yaptığı bir açıklamada “Hamas üzerindeki baskıyı her gün, her saat arttırıyoruz. Şu ana kadar yer üstünde ve yer altında binlerce terörist öldürdük” ifadelerini kullandı.

İsrail ordusu, Hamas militanlarının yakınlardaki hastanelerden İsrail güçlerine tanksavar füzeleri ateşlediğini ve askerlerin Gazze’nin kuzeyindeki bir okulda gizlenmiş silahlar bulduğunu açıkladı.

Küçük, yoğun nüfuslu yerleşim bölgesini 16 yıldır yöneten Hamas’ın askeri kanadı, savaşçılarının ilerleyen İsrail güçlerine ağır kayıplar verdirdiğini açıkladı.

İki tarafın da savaş alanındaki iddiaları doğrulanamadı.

Fotoğraf: Mohammed Salem / Reuters
‣ İsrail: Hamas rehineleri bırakana dek Gazze’ye gıda, su, ilaç, elektrik, yakıt yok

‘Rehinelerimiz bırakılmadan ateşkes söz konusu olamaz’

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu 6 Kasım’da yaptığı açıklamada rehineler serbest bırakılmadan Gazze’ye yönelik saldırılarda “ateşkes olmayacağını” söyledi.

ABC’nin aktardığına göre Netanyahu, “Rehinelerimiz serbest bırakılmadan Gazze’de ateşkes, genel ateşkes olmayacak” diye konuştu.

ABD‘li yetkililer İsrail’e Gazze’de insani yardım amaçlı bir ateşkesi kabul etmesi için baskı yaptıklarını belirtiyor ancak şu ana kadar İsrail buna ikna olmuş değil. 6 Kasım’da Netanyahu ile bir telefon görüşmesi yapan ABD Başkanı Joe Biden, İsrail’in Gazze’ye yönelik bombardımanında taktiksel duraklamaların kullanılması konusunu ele aldı.

Fotoğraf: Ahmed Zakot / Reuters

Biden ile görüşmesinin ardından verdiği bir röportajda Netanyahu, savaşın geleceğinde taktiksel duraklamaların bir olasılık olabileceğinin sinyalini verdi.

“Taktiksel küçük duraklamalara gelince – bir saat burada, bir saat orada – bunları daha önce de yaşadık. Sanırım malların, insani yardım mallarının içeri girmesini ya da rehinelerimizin, bireysel rehinelerin ayrılmasını sağlamak için koşulları kontrol edeceğiz. Ancak genel bir ateşkes olacağını sanmıyorum.”

Netanyahu daha önce “insani ateşkes” konusunu gündeme getiren ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile görüşmesinden kısa bir süre sonra geçici bir ateşkes fikrini reddetmişti.

Netanyahu, “Tüm gücümüzle devam ettiğimizi ve İsrail’in rehinelerimizin serbest bırakılmasını içermeyen geçici bir ateşkesi reddettiğini açıkça ifade etmiştim” diye konuştu.