Panama‘nın kuzey kıyısında yer alan küçük mercan adası Gardi Sugdub’da yaşayan 300 aile, hükümet tarafından inşa edilen yeni konutlara taşınıyor.
Haziran ayında başlayan göç, Latin Amerika‘da iklim değişikliğine bağlı olarak gerçekleştirilen ilk planlı tahliye olarak dikkat çekiyor. Adanın ve çevresindeki diğer adaların büyük bir kısmı deniz seviyesinin sadece bir metre üzerinde bulunuyor ve deniz seviyesi her yıl 3.4 milimetre yükseliyor. Smithsonian Tropikal Araştırma Enstitüsü’nden Steve Paton’a göre, bu adalar yüzyılın sonuna kadar yaşanamaz hale gelecek.
Ancak iklim değişikliği yüzünden insanların evlerinden göç etmek zorunda kalması karmaşık bir durum. Gardi Sugdub’un yaşlı sakinleri, yağışlı mevsimdeki sellerin daha sık hale geldiğini ve su seviyesinin yükseldiğini fark etmiş olsalar da, son 20 yıldır en büyük endişeleri hijyen sorunları oldu. Artan nüfus, adadaki yaşam koşullarını daha da zorlaştırdı; çocukların oyun alanı kalmadı, su temini yetersiz hale geldi.
Gardi Sugdub topluluğu, 1990’larda taşınma planları yapmaya başladı ve 2018 yılında İklim Göçü Projesi olarak Inter-Amerikan Kalkınma Bankası‘ndan finansal ve teknik destek aldı. Yeni yerleşim yeri, topluluğa ait bir tarım arazisi üzerinde inşa edilen ve Isber Yala adı verilen köyde, 300 plastik kaplamalı ev bulunuyor. Bu evler, iki yatak odası, banyosu ve geniş bir arka bahçesi ile adadaki dar, kamış duvarlı evlere kıyasla çok daha konforlu.
Ekonomist’in aktardığına göre; yeni yerleşim yerine taşınan sakinler, yaşadıkları zorluklara rağmen, yeni evlerinden memnun görünüyor. Fakat bazı eksiklikler var; henüz elektrik bağlanmamış, çöp toplama sistemi yok ve limana ulaşımı sağlayacak toplu taşıma hizmeti mevcut değil. Ayrıca, planlanan hastanenin inşaatı tamamlanmamış durumda. Ancak yakın zamanda açılacak ve hem İspanyolca hem Guna dilinde eğitim verecek modern bir okul, yeni sakinler için önemli bir çekim noktası oluşturuyor.
İki Kuna kadını, Panama Ulusal Sivil Koruma Sistemi (SINAPROC) üyesiyle Gunayala’daki Niga Kantule iskelesinde konuşuyor. 3 Haziran’da, ilk 50 ailenin Isberyala topluluğuna resmi olarak taşınma süreci başladı. Fotoğraf: Edu Ponces/RUIDO Photo
Guna halkı, bu taşınmanın büyük bir kültürel kopuşa neden olmayacağını düşünüyor. Zira, iki yüz yıl önce İspanyol kolonistlerin baskısından kaçmak için adalara taşınmadan önce anakarada yaşamışlar. Birçok tören şarkısı, anakaranın nehirlerini ve dağlarını anlatıyor. Bu taşınma, aynı zamanda daha iyi konut, hijyen ve eğitim gibi diğer kalkınma hedeflerini de desteklediği için başarılı bir örnek olarak görülüyor.
Ancak, adayı tamamen terk etmekten yana olmayanlar da var. Yeni yerleşim yerine taşınan bazı sakinler, hafta sonları adayı ziyaret etmeyi planlıyor. Hatta adada restore edilen bir binanın sahibi olan 64 yaşındaki GustavoDenis, diğer dükkanların anakaraya taşınmasıyla rekabetin azalacağını düşünerek, yeni bir dükkan açmak için bunun mükemmel bir zaman olduğunu düşünüyor.
Florina Chieri Lopez (60) ve kızı Luzdalia Lopez Bonilla, yeni evlerine giderken Isberyala topluluğunun sokaklarında yürüyorlar. Bu aile, 2 Haziran’da, yetkililerin ilk 50 ailenin resmi taşınmasını organize etmesinden bir gün önce taşınan ilk ailelerden biri oldu. Fotoğraf: Edu Ponces/RUIDO Photo
Birleşmiş Milletler‘e göre, Latin Amerika ve Karayipler‘de yaşamı tehdit eden fırtınalar ve sel riski altındaki kıyı bölgelerinde 41 milyon insan yaşıyor.
Gardi Sugdub’dan başlayan bu planlı tahliye, toplulukları karar alma süreçlerine dahil ederek birçok ihtiyaca yanıt verdiği için başarı şansı yüksek bir model olarak öne çıkıyor.
Karadeniz ve Doğu Akdeniz’de fosil yakıt arama çalışmalarına karşı, Eylül 2020’de başlatılan ve Yunanistan, Kıbrıs ve Türkiye olmak üzere 73 imzacı ekoloji örgütü tarafından sahiplenilenKazma Bırak Kampanyası ekibi Yunanistan’daki yangınlara ilişkin açıklamada bulundu:
“İklim değişikliği nedeniyle artmakta olan yangınlarda halklarımızı korumasız bırakan neoliberal politikalara karşı dayanışmayı ve mücadeleyi yükseltiyoruz!”
Kampanyacıların yaptığı açıklamada Yunanistan’da süren orman yangınlarından yeterli kayıtların tutulmadığı için ne kadar bitki ve hayvanın yangından etkilenerek hayatını kaybettiğinin bilinemediğine vurgu yapıldı.
Bir itfaiyeci, Ağustos ayında Atina yakınlarındaki Grammatiko’da yanan orman yangınını söndürmeye çalışıyor. Fotoğraf: Alexandros Avramidis/Reuters
‘Yangın söndürme önlem değildir’
Binlerce insanın evini terk etmek zorunda kaldığına değinilen açıklamada bölgede yaşayanların tahliye edildiğine de dikkat çekildi. Açıklamada yangın söndürmenin bir önlem olmadığının altı çizildi.
Yunanistan İklim Krizi ve Sivil Koruma Bakanı Vassilis Kikilias‘ın da ülkenin yarısının “kırmızı alarm” altında olacağını belirtmesine rağmen tüm bu uyarılara karşın gerekli önlemler alınmadığına dikkat çekilen açıklamada şunlara yer verildi:
“İklim değişikliğinin 20 yıldır her yıl yangın sayısını ve yoğunluğunu artırmasına rağmen yetkililer yeni gerçeklerle başa çıkmak için hiçbir şey yapmıyor. Kamu harcamalarında sürekli kesintiler, personel azaltma ve belirli süreli sözleşme ile işe alınan mevsimlik işçilerle kamu hizmetlerini küçültüyorlar.”
İtfaiyenin donanımsız bırakıldığına dikkat çekilen ve “Hükümet, orman yangınlarının yayılmasını durdurabilecek kamu hizmetlerini güçlendirmek yerine zayıflatıyor. İtfaiye teşkilatında yeterli koruma, önleme, temizlik, altyapı ve personel hizmetleri olsaydı yangın zamanında kontrol altına alınabilirdi” ifadelerinin açıklamada artık radikal çözüm önerilerinin talep edildiği vurgulandı:
“İklim değişikliğinin etkilerini görmezden gelen, artan orman yangınlarıyla mücadele edebilecek hizmetleri azaltan iktidarlara karşı, iklim değişikliğiyle başa çıkabilecek radikal önlemler istiyoruz. Gezegenin yanmasını durduracak köklü bir değişim için halklarımız arasındaki dayanışmayı ve mücadeleyi güçlendireceğiz.”
Kazma Bırak Kampanyası 2020 yılında Doğu Akdeniz ve Karadeniz’de fosil yakıt arayışının sonlanması talebiyle 25 Eylül’de 6. Uluslararası İklim Grevi gününde başladı.
Kısa sürede Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’ın politik yapıları ve çevre örgütlerinin desteğini kazandı. Eylül ayından beri kampanyanın çevrimiçi etkinlikleri devam ediyor.
130 yazar ve edebiyatçı, “ötanazi” talebiyle tartışmalara konu olan, TBMM‘den geçtikten sonra çeşitli belediyelerde katliam görüntülerinin ortaya çıkmasıyla tepkilerin arttığı 17 maddelik “160 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin geri çekilmesi için Meclis’e çağrıda bulundu.
Yasa teklifi 28 saat süren görüşmelerin ardından AKP ve MHP oylarıyla yasalaşmıştı. TBMM’de hangi partiden hangi vekilin oylamaya katılıp katılmadığını, ne oy verdiğini buradan görebilirsiniz.
130 yazar ve edebiyatçı geniş toplum kesimlerinin güçlü itirazına rağmen Meclis’te kabul edilen sokakta yaşayan köpeklerin katledilmesini öngören yasanın kabul edilmesiyle birlikte başlayan katliamın son bulması ve yasanın geri çekilmesi için açıklama yaptı:
Bolivya Devlet Başkanı Luis Arce, ülke genelinde yaşanan yakıt kıtlığı nedeniyle Alejandro Gallardo’yu yeni enerji ve hidrokarbonlar bakanı olarak atadı.
Reuters’in aktardığına göre; önceki bakan Franklin Molina, devam eden krizle başa çıkmadaki başarısızlığı nedeniyle eleştiriliyordu. Cochabamba şehrinde sendikalar ve esnaf, para ve benzin sıkıntılarını protesto etmek için Pazartesi günü (12 Ağustos) sokaklara çıktı.
Esnaf ve sendika üyeleri, 12 Ağustos 2024’te Cochabamba, Bolivya’daki benzin istasyonlarında döviz ve benzin kıtlığını protesto etti. – Fotoğraf: Patricia Pinto / Reuters
‘Hala yapılacak çok iş var’
Arce, ülkenin çalışma ve kırsal kalkınma bakanlarını da değiştirdikten sonra yaptığı canlı yayında, “Hala yapılacak çok iş var” dedi ve ekledi:
“Her değişiklik, karşı karşıya olduğumuz sorunları çözmek için bir fırsat sunuyor.”
Arce’nin hükümeti petrol ve gaz üretiminin yıllardır uğradığı düzenli düşüş ile bağlantılı bir enerji krizi ile mücadele ediyor. Bu durum, ihracatları ve ülkenin ana döviz kaynağını olumsuz etkiledi. Bu yılın başından beri düzenli olarak dizel kıtlığına karşı protestolar yapılıyor.
Denize kıyısı olmayan Bolivya, iç talebi karşılamak için gereken benzinin yarısını ithal ediyor ve bu ithalat yıllık 800 milyon dolara mal oluyor. Ülke, dizel ihtiyacının ise yüzde 80’ini dışarıdan karşılıyor.
12 Ağustos 2024’te Cochabamba, Bolivya’da benzin istasyonlarında döviz ve benzin kıtlığı nedeniyle yapılan protestolar sırasında insanlar bir pazardaki kapalı mağazaların önünden geçiyor. Fotoğraf: Patricia Pinto / Reuters
Gallardo, Arce’nin yanında yaptığı konuşmada, “İthal yakıtlara olan bağımlılığı azaltmak için seçeneklerimizi çeşitlendirmeye yönelik adımlar atmayı hedefliyoruz” dedi.
Kavurucu öğle güneşinin altında Pedrina Britode Mendonça, çalılar ve dalgaların sürüklediği odunlarla kaplı kumlu arazide ilerliyor. Kumsallar ve çatlak çamur düzlükleri uzaklara doğru uzanıyor, ufukta bir dizi ağaç tarafından çevreleniyor, neredeyse durgun bir su kanalının etrafında taze otlar büyüyor.
Bu ıssız manzara, iklim krizinin dünyanın en büyük tropik yağmur ormanlarına verdiği zararı böylesine keskin bir şekilde hatırlatmasaydı güzel olabilirdi. Mendonça, tarihi bir kuraklığın yağmur ormanlarını tahrip etmesiyle eski halinin bir gölgesine dönüşen önemli bir Amazon nehri olan Brezilya‘nın Rio Negro‘sunun kurumuş yatağı boyunca yürüyor.
Amazonların başkenti Manaus‘ta sıcaklık 40 C’yi aştı ve kuraklıktan etkilenen limanda karaya oturmuş tekneler yatıyor. Beş yüz kilometre batıda, Tefé‘de, rekor sıcak sular balıkların ve nesli tükenmekte olan yunus türlerinin ölmesine neden oldu. Yağmur ormanlarının dört bir yanında, alışılmadık derecede kurak geçen mevsim, Amazon’un geleneksel halklarının, izole edilmiş nehir kenarı ve içinde yaşadıkları kırılgan ekosistemle yakın ve dengeli bir ilişki sürdüren yerli toplulukların refahını ve geçim kaynaklarını tehdit ediyor.
Suların çekilmesiyle mahsur kalan nehir topluluklarından biri olan Saracá‘nın 40 yaşındaki sakini Mendonça, “Bu acı bir durum” diyor.
Pedrina Brito de Mendonça, Saracá ile Santa Helena do Inglês arasında, Rio Negro’nun kurumuş yatağı üzerinde yürüyor. Büyük Amazon nehri, tarihi bir kuraklığın yağmur ormanlarını tahrip etmesi nedeniyle yok oldu. Fotoğraf: Constance Malleret
Brezilya’nın en büyük Amazon eyaleti olan ve nehirlerin yol görevi gördüğü Amazonas‘ta yaklaşık 600 bin kişi kuraklıktan etkilendi. Bu sayı, su seviyeleri düştükçe daha da arttı. Rio Negro 16 Ekim’de son 121 yılın en düşük seviyesi olan 13.59 metreye ulaştı ve takip eden hafta boyunca derinliği günde 10 santimetre düştü.
São Tomé‘nin yerli Baré topluluğunda (kendisi Kokama olmasına rağmen) Rio Negro’nun sol kıyısında yaşayan Abilio Lopes , “Sanki kumsal aniden yükseldi, derelerin ağzını, nehrin ağzını kapattı, her şeyi kapattı ve bizi zor durumda bıraktı” diyor.
Çocuklara ders verilmiyor, sağlık ekibinin ziyaretleri askıya alınmış durumda ve bölge sakinleri kimsenin hastalanmaması için dua ediyor.
Saracá‘nın karşı kıyısında, yerel halk şimdi kum ve çamur üzerinde birkaç yüz metre yürümek, nehrin sığ bir kalıntısını derme çatma bir kanoyla geçmek ve daha sonra büyük tekneler için Manaus‘a iki saatlik yolculuğun neredeyse imkansız olduğu küçülmüş Rio Negro kıyılarına ulaşmak için bir kum tepesinin üzerinden tırmanmak zorunda. Küçük motorbotlar bile sığ sularda karaya oturma riski taşıyor. Suyun kenarından kilometrelerce uzaktaki sayısız diğer nehir toplulukları için erişim hala daha zor.
Amazonas eyaletinin Manaus kentinde, kurumuş Rio Negro üzerinde yüzen evler ve tekneler görülüyor. Kuraklık, nehirlerin yol görevi gördüğü bölgede yaklaşık 600 bin kişiyi etkiledi. Fotoğraf: Michael Dantas/AFP
Bu durum, gıda, ilaç, su, sağlık ve eğitim hizmetlerine erişim ve balıkçılık, turizm ve tarımsal ürünlerin satışı gibi ekonomik faaliyetler için su yollarına bağımlı olan bir nüfus için felaket anlamına geliyor.
Santa Helena do Inglês topluluğunun başkanı Nelson Brito, “[temel gıda maddesi olan manyoktan] un yapmayı başarıyoruz, balık tutuyoruz ama geri kalan gıdalarımızı Manaus’tan satın almak zorundayız” diyor ve genellikle Saracá’nın 10 dakika yukarısına motorlu bir botla çıktıklarını söylüyor. Şimdi ise kurak nehir yatağı boyunca 2 km’lik bir yürüyüş. Okullarda ders yapılmıyor, bir sağlık ekibinin haftalık ziyaretleri askıya alındı ve bölge sakinleri kimsenin ciddi şekilde hastalanmaması için dua ediyor.
“Küçük bir motorbotumuz var ama bir gölette batmış durumda. Onu çıkarmanın hiçbir yolu yok. Çıkarsak bile [Manaus’a gitmenin] maliyeti yaklaşık 800 reais (130 sterlin). Gelir elde etmiyorsanız bu kadar parayı nereden buluyorsunuz?” diye soruyor mezranın topluluk tarafından işletilen misafirhanesinin yöneticisi Adriana Azevedo de Siqueira.
Bir koruma alanı olan Rio Negro sürdürülebilir kalkınma rezervi içinde yaşayan 200 kadar Saracá ve Santa Helena do Inglês sakini geçimlerini balıkçılık ve turizmden sağlıyor. Birincisi giderek zorlaşırken, ikincisi durma noktasına geldi.
Sebastião Brito de Mendonça, Iranduba’daki Santa Helena do Inglês topluluğuna gıda yardımı taşıyor. Bu bölgedeki insanlar gıda tedariki için su yollarına bağımlı. Uzakta, orman yangınlarından çıkan dumanlar görülebiliyor. Fotoğraf: Bruno Kelly/Reuters
Siqueira, yaklaşan tüm rezervasyonları iptal etmek ve erişilemez hale geldiği için Eylül ayı sonunda konukevinin kapılarını kapatmak zorunda kaldı. Turizmin durması topluluklara tahmini olarak 200,000 reais (33,300 £) gelir kaybına mal oldu.
“Turizmden elde ettiğimiz gelir olmadan Bolsa Familia’ya bağımlıyız,” diyor Siqueira, hükümetin düşük gelirli ailelere aylık 600 reais yardım sağlayan sosyal programına atıfta bulunarak.
Kiliselerden, STK’lardan ve eyalet hükümetinden gelen bağışlar şimdiye kadar gıda kıtlığı tehdidini engelledi. Siqueira, “Ve Tanrı’ya şükür, kuyumuzda henüz bir sorun çıkmadı,” diyor. İçme suyuna erişim pek çok orman topluluğu için bir zorluk teşkil ediyor ve Lopes’inki gibi bazıları, üstü açık çamur düzlüklerinde kazılan kuyulardan çıkan çamurlu suyu içmeye başvuruyor.
Bu bir iklim adaletsizliği vakası. En az zararı verenler etkilerden en çok zarar görüyor.
Virgilio Viana, Fundação Amazônia Sustentável
“Bizden daha kötü durumda olan insanlar var” diyor Brito, normalde Rio Negro’nun karanlık suları altında kalacak olan kurak araziyi incelerken.
Bilim insanları bu kurak mevsimde yağışların anormal derecede düşük olmasının nedeninin, ekvatorun üzerindeki tropikal Kuzey Atlantik’te okyanusun ısınmasıyla aynı zamana denk gelen döngüsel El Niño hava durumu olduğunu söylüyor.
Iranduba’daki Cacau Pirera’da, Rio Negro üzerinde yüzen evler ve karaya oturmuş bir tekne. 12 Eylül’de Amazonas hükümeti, çok sayıda yangın ve kuraklık nedeniyle çevresel acil durum ilan etti ve bu durum navigasyonu ve eyaletin iç kesimlerine gıda dağıtımını etkiledi. Fotoğraf: Michael Dantas/AFP
Tefé merkezli Mamirauá Sürdürülebilir Kalkınma Enstitüsü’nde araştırmacı olan Ayan Fleischmann, “Bu iki faktörün birleşimi geleneksel olarak orta Amazon’da kuraklığa yol açıyor” diyor. “Güçlü bir kuraklık olacağını biliyorduk, ancak bu kadar aşırı olacağını bilmiyorduk” diye ekliyor ve bunun kısmen Atlantik’teki alışılmadık derecede sıcak bir bölgeyle açıklanabileceğini söylüyor. Bilim insanları Kuzey Atlantik yüzey sıcaklıklarındaki endişe verici artışı, insanların ısı tutucu gaz salımına bağlıyor.
Diğer faktörler, Solimões Nehri‘nin üst ve orta kesimlerinde olduğu gibi, su seviyelerinin 2010’daki son aşırı kurak sezonun rekor düşük seviyelerinin üzerinde kaldığı bölgelerde bile mevcut kuraklığı Amazon nüfusları için şimdiye kadarki en yıkıcı haline getiriyor.
“Bu yıl sadece kuraklık yok. Rekor sıcaklıklar, rekor sayıda yangın ve nehir yataklarının erozyonu nedeniyle toprak kaymaları var. Bazıları küresel ısınmaya bağlı olan, bazıları olmayan çeşitli eşzamanlı olaylar bu felakete, bu çevresel ve insani felakete yol açıyor” diyor Fleischmann.
“Bu bir iklim adaletsizliği vakası. En az zararı verenler en çok zararı görüyor,” diyor Amazonas’taki nehir kenarı topluluklarına insani yardım paketleri ulaştırma çabalarını koordine eden Manaus merkezli bir STK olan Fundação Amazônia Sustentável‘in (FAS) başkanı Virgilio Viana.
Mamirauá Sürdürülebilir Kalkınma Enstitüsü’nden bir araştırmacı, yüksek sıcaklık ve kuraklıktan etkilenen Rio Solimões’in güney kıyısındaki Tefé gölünden ölü yunusları çıkarıyor. Fotoğraf: Bruno Kelly/Reuters
Ekim ayının sonu genellikle Amazon havzasında yağmur mevsiminin başlaması anlamına gelir, ancak bu yıl rahatlamanın gelmesi zaman alacak. “Yağmurlar başlamış olsa da zayıf ve hacimli değil. Brezilya Ulusal Uzay Araştırmaları Enstitüsü’nde meteorolog olan Marília Guedes, yağışların 2024’ün başına kadar normalde beklenenin çok altında kalacağını tahmin ediyor” diyor.
“Bu konu hakkında konuşurken boğazım düğümleniyor. Ormanlarımız bozuluyor, nehirler ve balıklar ölüyor.”
Abilio Lopes
Brasília’daki hükümet kuraklıkla mücadele için 627 milyon real (104 milyon £) ayırdı. Bu kaynaklar insani yardıma, Solimões ve Madeira nehirlerinin bazı bölümlerinin taranarak akarsu seyrüseferinin kolaylaştırılmasına ve sadece Ekim ayında gerçekleşen 3 bin 556 yangınla mücadele çabalarına aktarılıyor. Ancak gözlemciler, yetkililerin ileriyi göremediğini ve giderek sıklaşan ve yoğunlaşan iklim olaylarına karşı orman toplulukları için yeterli uyum politikaları uygulamadığını söylüyor.
“Şu anda tanık olduğumuz şey sadece devam edecek ve daha da kötüleşecek. Kamu politikaları açısından etkili adımlar atılmadan bu uçurumun kenarında yürüdüğümüzü görmek beni endişelendiriyor,” diyor aşırı iklim olaylarının Amazon’un yerli ve nehir kıyısı nüfusları üzerindeki etkilerini araştıran sosyolog Aline Radaelli.
Amazonas’ta yok olan Tumbira Nehri’nin havadan görünümü. Fotoğraf: Bruno Kelly/Reuters
“Bu konu hakkında konuşurken boğazım düğümleniyor. Ormanımız bozuluyor, nehirler ve balıklar ölüyor,” diyor São Tomé‘den Lopes, sesi titreyerek. Lopes, 30 yerli aileden oluşan topluluğunda açaí palmiyelerinin nasıl kuruduğunu, yaşlıların ve hasta olanların hastanelere daha yakın olmak için şehre taşınmalarıyla birlikte buraların nasıl boşaldığını anlatıyor.
Bu ayın başlarında hamileliği ilerlemiş eşiyle birlikte Manaus’a giden 56 yaşındaki adam, orman yangınlarından kaynaklanan yoğun ve kör edici dumanın daha da tehlikeli hale getirdiği zorlu bir yolculuğa göğüs germeden önce teknesini 5 km’den fazla sürüklemiş.
Lopes, “Şimdi akrabalarımız, evimizin bulunduğu yerdeki durum ve buradaki eşim için endişeleniyorum” diyor. Çift ve üç çocukları, ailenin yeni üyesinin gelmesini beklerken tek göz bir odada kalabalık bir şekilde yaşıyor.
Rio Negro kıyılarında doğup büyüyen Mendonça, ormanın dışında yaşamayı hayal bile edemiyor. “Dışarıdaki insanlar için Amazon bir amaç ama bizim için orası evimiz” diyor.
Üç çocuk annesi girişimci kadın, Saracá’da bir el sanatları atölyesi ve bir restoran işletiyor. 2008 yılında bölgenin rezerv haline gelmesinin ardından ağaç kesimine alternatif olarak FAS adlı STK’nın desteği ve uluslararası destekli Amazon Fonu’nun kaynaklarıyla geliştirilen toplum temelli turizm girişimleri.
Mendonça, giderek öngörülemez hale gelen iklimin ortasında, geleceğin ne getireceği konusunda endişeli:
“Daha iyi bir geleceğe sahip olmamız için ne yapmamız gerektiğini merak ediyorum çünkü gidişat oldukça zor olacak. Nasıl yaşayacağımız konusunda endişeliyim.”
İnsan kaynaklı iklim değişikliği, Haziran 2024’te Brezilya‘nın Pantanal bölgesinde yayılan “benzeri görülmemiş” yangınların olasılığını dört ila beş kat artırdı. Dünya Hava Atribüsyonu (WWA) servisi tarafından yapılan yeni bir çalışma, bu durumun iklim değişikliğinin etkileriyle bağlantılı olduğunu ortaya koydu.
Carbon Brief’in aktardığına göre; Pantanal, dünyanın en büyük tropikal sulak alanı olup, Haziran ayında aşırı sıcak, kuru ve rüzgarlı koşullara maruz kaldı. WWA, bu ayın son 45 yılın en sıcak, en kuru ve en rüzgarlı Haziran’ı olduğunu belirtti.
Gün batımında kovboylar, Pantanal, Brazil. – Fotoğraf: Staffan Widstrand / WWF
Normalde 161 yılda bir görülen olaylar iklim krizi nedeniyle 35 yılda bir yaşanıyor
Araştırma ekibi, bu hava koşullarının iklim değişikliğine ne kadar bağlı olduğunu araştırdı. İklim değişikliği olmayan bir dünyada bu koşulların yalnızca 161 yılda bir gerçekleşeceği; ancak, bugünün ikliminde, bu tür koşulların 35 yılda bir meydana geldiği tespit edildi. Gezegenin 2°C ısınması durumunda ise bu koşulların her 18 yılda bir görülmesi bekleniyor.
Yangınlar, Pantanal’ın Brezilya, Bolivya ve Paraguay‘ı kapsayan geniş alanlarında ciddi hasarlara neden oldu. Bölge, 4 bin 700’den fazla bitki ve hayvan türüne ev sahipliği yapıyor. Bu yılın ilk yarısında, Pantanal’daki yangınlar bir önceki yıla göre yüzde 1500 artış gösterdi. Haziran ayında ise 2 bin 500 yangın tespit edildi; bu, 1998’den beri en yüksek sayı ve 2020’deki yangınların altı katı seviyesinde.
Haziran 2024’te Pantanal’da yangınların zorluk derecesini belirleyen bir metrik olan günlük şiddet derecesi (DSR) haritası. Açık kırmızı, düşük DSR’yi ve düşük yangın riski koşullarını gösterirken koyu kırmızı, yüksek DSR’yi ve yüksek yangın riski koşullarını gösteriyor. – Kaynak: WWA
Bölge son 70 yılın en kötü kuraklığını yaşıyor
Bölge, şu anda son 70 yılın en kötü kuraklığını yaşıyor ve Brezilya hükümeti bu durumun iklim değişikliği ve güçlü bir El Niño fenomeni tarafından daha da şiddetlendiğini belirtiyor. Uzmanlar, yüksek sıcaklıklar, uzun süreli kuraklıklar ve arazi kullanım değişikliklerinin yangın riskini artırdığını söylüyor. Dr. Maria Lucia Barbosa‘ya göre, iklim değişikliği nedeniyle Pantanal’da yangınların sıklığı ve şiddeti artarak ekosistem üzerinde kalıcı hasarlar bırakabilir.
Yeni çalışma, yangınların zorluk derecesini belirleyen bir metrik olan “günlük şiddet derecesi” (DSR) üzerine odaklanıyor. Araştırmaya göre, insan kaynaklı küresel ısınma, Haziran 2024’teki DSR’yi yaklaşık yüzde 40 artırdı. İklim 2°C ısınırsa, bu tür yangın koşullarının etkisi yüzde 17 oranında daha şiddetli hale gelebilir.
Blastocerus dichotomus Bataklık geyiği Suda Pantanal, Brezilya – Fotoğraf: James W. Thorsell / WWF
Yangınlar, Pantanal’da yaşayanlar ve doğa üzerinde geniş kapsamlı etkilere sahip. 2020’deki yangınlarda 17 milyon omurgalı hayvanın öldüğü tahmin ediliyor. Ayrıca, yangınlar karbondioksit salımına neden olarak iklim değişikliğini daha da kötüleştiriyor.
Brezilya’nın çevre bakanı Marina Silva, Pantanal’da yaşanan yangınların iklim aşırılıkları ve yasadışı faaliyetler nedeniyle arttığını belirtti. Brezilya’da yangınlarla mücadelede koordinasyonu artırmayı amaçlayan yeni bir yasa kısa süre önce yürürlüğe girdi. Dr. Barbosa, bu yasanın uygulanmasının zor olacağını belirterek, yerel topluluklarla işbirliği ve kapsamlı bir erken uyarı sisteminin önemine dikkat çekiyor.
Karbon kirliliği ile şiddetlenen sıcak dalgaları, geçen yıl Avrupa’da yaklaşık 50.000 kişinin ölümüne neden oldu. Araştırmalar, Avrupa’nın dünyanın diğer bölgelerine göre çok daha hızlı ısındığını ve bu durumun yangınlar, kuraklıklar ve sağlık sorunlarına yol açtığını ortaya koyuyor.
Doktorlar, sıcak havayı “sessiz katil” olarak tanımlıyor çünkü çoğu insan fark etmese de bu tür hava koşulları, beklenenden çok daha fazla can alıyor.
Nature Medicine‘de yayınlanan bir çalışmaya göre, 2023’teki ölüm oranı, son yirmi yılda yükselen sıcaklıklara uyum sağlanmamış olsaydı yüzde 80 daha yüksek olabilirdi.
Bir itfaiyeci, Ağustos ayında Atina yakınlarındaki Grammatiko’da yanan orman yangınını söndürmeye çalışıyor. Fotoğraf: Alexandros Avramidis/Reuters
Çalışmanın baş yazarı Elisa Gallo, uyum sağlama çabalarının etkili olduğunu ancak yine de sıcaklığa bağlı ölümlerin çok yüksek olduğunu vurguluyor.
Araştırmacılar, Avrupa’nın soğuk ülkeleri olan İngiltere, Norveç ve İsviçre gibi yerlerde sıcak gün sayısının en çok artacağını, ancak toplam ölüm sayısının, sıcaklara daha iyi uyum sağlamış olmasına rağmen daha yüksek sıcaklıklara maruz kalan güney Avrupa’da en yüksek olacağını belirtiyor.
2023 yılında, Yunanistan‘da her milyon kişide 393, İtalya‘da 209 ve İspanya‘da 175 ölümle, sıcaklığa bağlı ölümler en yüksek seviyelere ulaştı.
İnsanlar Paris 2024 Olimpiyat Oyunlarına katılmadan önce serinlemek için su çeşmesi ve fıskiye kullanıyor. – Fotoğraf: Tolga Akmen/EPA
Çözüm: Serin şehirler
Bilim insanları, hükümetlerin sıcak dalgalarına karşı halkı korumak için daha serin şehirler tasarlaması, erken uyarı sistemleri kurması ve sağlık sistemlerini güçlendirmesi gerektiğini belirtiyorlar.
Bireysel önlemler de ölüm oranlarını azaltmada etkili olabilir; örneğin, yaşlı komşuları ve yalnız yaşayan akrabaları kontrol etmek hayati önem taşıyabilir.
Sıcak dalgalarının etkisini azaltmak ve iklim değişikliğine uyum sağlamak için daha fazla çaba gösterilmesi gerektiğini belirten Gallo, “İklim değişikliği bir sağlık sorunu olarak ele alınmalı” diyor.
Yunanistan‘ın Nea Makri kasabasında, Atina‘nın kenar mahallelerinde etkili olan şiddetli orman yangınları nedeniyle bugün (13 Ağustos) yeni bir tahliye uyarısı yapıldı. Kuzey Atina’nın Vrilissia kasabasında, yangınlar sebebiyle ölen ve kadın olduğu düşünülen bir kişinin cesedine ulaşıldı. İtfaiyeciler evler, işyerleri ve okulların tehdit altında olduğunu belirttikten sonra binlerce kişi tahliye edildi.
Atina’nın üzerindeki yoğun duman bulutları bu sabah (13 Ağustos) temizlendi ancak hava hâlâ puslu. Helikopterler güvenlik nedenleriyle gece boyunca karada kaldı, şimdi operasyonlar sürüyor.
BBC’nin aktardığına göre; yangından doğrudan etkilenmediğini söyleyen bazı Atinalılar, balkonlarında kül birikintileri gördüklerini söyledi.
Harita: BBC
İtfaiyeciler yorgun olduklarını belirtti. Şu an tek bir ateş cephesinden ziyade, yerel olarak yoğunlaşmış yangın bölgelerine odaklanılıyor gibi görünüyor.
İtfaiye sözcüsü Albay Vassilios Vathrakogiannis, kuzeydoğudaki Attika bölgesinde tek bir büyük yangın cephesi kalmadığını, ancak Marathon ve Penteli civarındaki birçok aktif daha küçük yangının sürdüğünü söyledi. Yeni yangınlar için tehlikeli koşulların hafta boyunca devam edeceği bildirildi.
‘Alevler bazı noktalarda 25 metreye kadar yükseldi’
700’den fazla itfaiyeci, 199 itfaiye aracı ve 35 su bombalama uçağı, Pazar öğleden sonra başlayan yangınları söndürme çalışmasına katıldı. Yetkililer, yangınların 40 farklı noktada başladığını ve bazı yerlerde alevlerin 25 metreye kadar yükseldiğini belirtti. Atina’da, dumanın şehre ulaşması nedeniyle halk maske takmak zorunda kaldı.
Yunanistan’ın Ulusal Gözlemevi, uydu görüntülerine göre yangının 100 bin dönümlük (405 km²) bir alanı etkilediğini duyurdu.
Atina’nın kuzeydoğu banliyösü Vrilissia bölgesinde yanmış binalar – Fotoğraf: BBC
Penteli’de, üç hastane tahliye edildi ve Ulusal Gözlemevi’nin bir bölgesi tehdit altında kaldı. Yangın bir kereste fabrikasını da kapsadı ve bazı bölgelerde patlamalar meydana geldi.
Bu tehlikeye rağmen bazı Penteli sakinleri, evlerinin yakınında kalmayı seçti ve küçük ateşleri su hortumları veya ağaç dalları ile söndürmeye çalıştı.
Avrupa ülkeleri, Yunanistan’a yardım göndermeye başladı; İtalya iki uçak, Fransa ve Sırbistan ise birer helikopter gönderiyor.
Türkiye de iki uçak ve bir helikopter gönderdi. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, AB’nin Yunanistan’ın yangınlarla mücadelesinde yanında olduğunu belirtti.
Yunanistan Dışişleri Bakanlığı’nın sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda, “Türkiye, Fransa, Moldova, Romanya, Malta, İtalya, Sırbistan, Kıbrıs (Rum kesimi), Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği‘ne (AB) Yunanistan’a yangınlarla mücadelede sağladıkları destek için teşekkürlerimizi sunuyoruz” denildi.
Bir yangın söndürme helikopteri Atina’nın doğusundaki Nea Makri yakınlarına su döküyor – Fotoğraf: Reuters
Yunanistan, tarihinin en sıcak Haziran ve Temmuz aylarını geçirdi. İklim değişikliğinden kaynaklı sıcak ve kuru hava koşulları yangınları tetikliyor.
Dünya, sanayi devrimi başladığından bu yana yaklaşık 1.1°C ısındı ve hükümetler karbon emisyonlarını durdurmak için daha çok çaba sarf etmezse sıcaklıklar artmaya devam edecek. Ancak karbon emisyonlarını durdurmak ve küresel krizi tırmandırmamak mümkün.
Geçtiğimiz ay (Temmuz 2024) Dünya’nın kayıtlara geçen en sıcak Temmuz ayı oldu. Temmuz’da da rekor kaydedilmesiyle aylık küresel sıcaklıklar serisi 14. aya ulaştı.
NOAA’nın Ulusal Çevre Enformasyon Merkezleri’nden (NCEI) alınan verilere ve bilim insanlarına göre, Temmuz ayında dünyanın deniz yüzeyi sıcaklıkları kayıtlara geçen en sıcak ikinci ay oldu ve art arda rekor kıran 15 aylık bir seriye son verdi.
Temmuz ayı ortalama küresel yüzey sıcaklığı, 20. yüzyıl ortalaması olan 15,8 derecelik sıcaklığın 1,21 derece üzerinde kaydedildi. Bu da geçen ayın, NOAA’nın 175 yıllık küresel kayıtlarında en sıcak Temmuz ayı olarak yerini almasına neden oldu. Temmuz 2024 aynı zamanda gezegen için üst üste 14. rekor sıcaklığın kayıtlara geçtiği ay oldu.
Geçen ayki sıcaklıklar Alaska,Güney Amerika‘nın güneyi, Rusya‘nın doğusu, Avustralya ve Antarktika‘nın batısı dışında küresel kara yüzeyinin çoğunda ortalamanın üzerindeydi.
Afrika, Asya ve Avrupa kayıtlara geçen en sıcak Temmuz ayını yaşarken, Kuzey Amerika en sıcak ikinci Temmuz ayını gördü.
Küresel okyanus sıcaklığı kayıtlara geçen en sıcak ikinci sıcaklık oldu.
Deniz yüzeyi sıcaklıkları çoğu bölgede ortalamanın üzerinde seyrederken, tropikal doğu Pasifik ve güneydoğu Pasifik bölgeleri ortalamanın altında kaldı.
Yılın öne çıkan iklim olayları: 2024’ün kayıtlardaki en sıcak yıl olma ihtimali yüzde 77
Yılbaşından bugüne (Ocak-Temmuz 2024) küresel yüzey sıcaklığı 20. yüzyıl ortalamasının 1.28 derece üzerinde gerçekleşerek kayıtlara geçen en sıcak ilk yedi ay oldu. Afrika, Avrupa ve Güney Amerika’nın her biri en sıcak ilk yedi aylık sıcaklıklarını yaşadı.
NCEI’nin Küresel Yıllık Sıcaklık Sıralaması Görünümü‘ne göre, 2024’ün kayıtlardaki en sıcak yıl olma ihtimali yüzde 77, ilk beşte yer alma ihtimali ise neredeyse yüzde 100.
Kar amacı gütmeyen bilim ve politika organizasyonu Climate Analytics‘te yayımlanan yeni bir çalışmaya göre, Avustralya‘nın kömür ve gaz ihracatları, Rusya hariç diğer tüm ülkelerden daha fazla iklim zararına sebep oluyor. Çalışma, Avustralya’nın küresel fosil yakıtlardan uzaklaşma anlaşmasını baltaladığını savunuyor.
New South Wales Üniversitesi Avustralya İnsan Hakları Enstitüsü tarafından yapılan analize göre, Avustralya 2021’de enerji bazında ABD ve Rusya‘nın ardından üçüncü en büyük fosil yakıt ihracatçısıydı. Ancak emisyon bazında ABD’yi geçerek ikinci sıraya yükseldi. Bu durum, Avustralya’nın ihracatlarının çoğunun emisyon açısından yoğun bir yakıt olan kömürden oluşmasından kaynaklanıyor.
Avustralya’nın iç emisyonları küresel toplamın yüzde 1’ini oluştururken, ihracatları da dahil edildiğinde bu oran yüzde 4,5’e çıkıyor.
Grafik: Guardian – Ülkelerin neden oldukları karbon emisyonuna göre sıralaması.
‘Hükümet yeni kömür ve gaz ihracat projelerini onaylamaya devam ediyor’
Climate Analytics tarafından hazırlanan rapora göre, Avustralya’nın fosil yakıt ihracatlarının en az 2035’e kadar mevcut seviyelerinde kalması bekleniyor ve hükümet yeni kömür ve gaz ihracat projelerini onaylamaya devam ediyor.
Climate Analytics CEO’su Bill Hare, bu durumun, Avustralya’nın yaptığı uluslararası taahhütlerle, özellikle Cop28 İklim Zirvesi‘nde neredeyse 200 ülke tarafından desteklenen fosil yakıtlardan uzaklaşma çağrısıyla çeliştiğini belirtiyor.
Hare, “Avustralya hükümeti, gaz ihracatlarını artırmayı hedefleyen bilinçli bir strateji izliyor, bu da net sıfır hedefine ulaşmakla tutarsız ve bu sorunun bilimiyle tamamen çelişkili” dedi.
Avustralya İnsan Hakları Enstitüsü’nün iklim hesap verebilirliği projesi lideri Dr. Gillian Moon, Avustralya’nın fosil yakıt ihracatlarından kaynaklanan emisyonlarının 1961’den bu yana 30 milyar ton CO2 olduğunu ve bu miktarın 2035’e kadar yüzde 50 artmasının beklendiğini belirtti. Dr. Moon, ülkenin bu yolu izlemeye devam etmesine rağmen iklim krizinin etkilerine en duyarlı ülkelerden biri olduğunu vurguladı.
Moon, Avustralya’nın ciddi bir iklim taahhüdü varsa, fosil yakıtlarını satın alan ülkeleri – özellikle Japonya, Güney Kore ve Tayvan gibi gelişmiş ekonomiler – yenilenebilir enerjiye daha hızlı geçmeye teşvik etmesi gerektiğini söyledi. Ayrıca, Kanada ve Norveç gibi benzer düşünen fosil yakıt ihracatçılarıyla benzer tartışmaların yapılması gerektiğini belirtti.
‘Emisyonların 2035’e kadar yüzde 64 oranında azaltılması gerekiyor’
Eğer küresel topluluk Paris İklim Anlaşması‘nın başlık hedefini yerine getirecekse – yani küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlamaya çalışmak – fosil yakıtlardan kaynaklanan emisyonların 2035 yılına kadar yüzde 64 oranında azaltılması gerektiği belirtiliyor.
2023’te Avustralya’nın fosil yakıt ihracatlarının 1,15 milyar ton CO2’ye yol açması bekleniyor – bu rakam ülke içinden salınan emisyonların neredeyse üç katı.
Avustralya, 2022 yılında küresel metalurjik kömür ihracatlarının yüzde 52’sinden ve termal kömür ihracatlarının yüzde 17’sinden sorumluydu. Metalurjik kömür çelik üretiminde, termal kömür ise elektrik üretiminde kullanılıyor.
Avustralya, 2020’ye kadar olan beş yıl içinde sıvılaştırılmış doğal gaz ihracat kapasitesini iki katından fazla artırarak yıllık 62 milyon ton ekledi.
Avustralya’da çıkarılan gazın sadece yüzde 19’u ülke içinde kullanılıyor. Geri kalanı ihraç ediliyor veya ihracat endüstrisi tarafından enerji olarak kullanılıyor.
Avustralya hükümeti, 2021 ve 2022 yıllarında yeni büyük ölçekli gaz üretimi ve LNG ihracat projelerine izin vermeye devam etti. Bu durum, Uluslararası Enerji Ajansı tarafından yayımlanan net sıfır yol haritası ile çelişiyor, zira bu haritaya göre, 2022 seviyelerine kıyasla küresel gaz kullanımının 2030 yılına kadar yüzde 18-22 ve 2035 yılına kadar yüzde 47-53 oranında azalması gerektiği belirtiliyor.
Geçen ay Avustralya Kaynaklar Bakanı Madeleine King, hükümetin ülkenin batı ve güneydoğu kıyılarında yeni gaz rezervleri keşfetmek üzere altı şirkete dokuz izin vereceğini açıkladı.
The Guardian tarafından bu hafta yayımlanan veriler, Avustralya’nın bu önerilerinin ABD, İngiltere ve Kanada gibi zengin demokrasiler tarafından yapılan yeni petrol ve gaz aramalarındaki artışın bir parçası olduğunu ve bu durumun, neredeyse 12 milyar ton ısıtıcı emisyonun ortaya çıkmasına neden olabileceğini ve ulusal ve küresel iklim taahhütlerini baltalayabileceğini ortaya koydu.
Enerji Ekonomisi ve Finansal Analiz Enstitüsü tarafından yayımlanan bir rapor, Japonya’nın enerji tedarikini sürdürmek için Avustralya gazına ihtiyaç duyduğu önerilerine meydan okudu. Raporda, Asya ülkesinde gaz talebinin son on yılda yüzde 25 oranında azaldığı ve ülkenin Avustralya’dan satın aldığından daha fazla LNG’yi denizaşırı ülkelere sattığı belirtildi.
Avustralya’nın iklim finansmanı vs fosil yakıt ihracatı
Dünya çapında fosil yakıt tüketiminde önde gelen zengin ve imtiyazlı konumda yer alan gelişmiş ülkelerin, artan iklim krizi etkileri karşısında ada ülkeleri gibi dezavantajlı konumda yer alan ülkelere finansman sağlanması için çeşitli fonlar oluşturulmuş durumda.
Son Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Konferansları‘nda (COP28) kayıp zarar fonu için, gelişmekte olan ülkelerin her yıl karşı karşıya kaldığı tahmin edilen 400 milyar dolarlık kaybın çok altında kalan bir meblağ taahhüt edilmişti.
Yine de COP28’de gündem alınan kayıp-zarar fonu, gelişmekte olan ülkelerin zorlukla kazanılmış bir zaferi olarak değerlendirilmişti.
Avustralya da bu ülkeler arasında yer alan zengin demokrasiler arasında bulunuyor. Ülke, Rusya hariç diğer tüm ülkelerden daha fazla iklim zararına sebep olduğu fosil yakıt ihracatı yaparken bir yandan da fosil yakıtlar nedeniyle etkisi artan iklim krizi karşısında dezavantajlı olan, tam olarak topun ağzındaki ülkelere, ada ülkelerine yaptığı iklim finansmanlarını duyurmaktan geri kalmıyor.