Ana Sayfa Blog Sayfa 340

Gürcü tiyatrosu üzerine- 2

Tiflis Uluslararası Tiyatro Festivali kapsamında 22-27 Eylül 2023 tarihlerinde gerçekleşen Gürcü Tiyatrosu yapımlarının geniş bir seçkiye sahip olduğunu ilk yazımda belirtmiştim.

Bu yazıda tiyatroya ve toplumsal yaşama dair yeni ve ilerici yaklaşımı olan iki yapımdan bahsedeceğim: Yunan mitolojisinin trajik iki kadın kahramanının (Phaedra ve Antigone) yeniden yazımı olan Nino Haratishwili’nin yazıp yönettiği Royal District Theatre yapımı “Phaedra in Flames” (Alevler içinde Phaedra) ve Grigol Nodia ile Valeri Otkhozoria’nin birlikte kaleme aldığı, Grigol Nodia’nın yönettiği Vaso Abashidze State New Theatre yapımı Antigone”.

Phaedra ve Antigone mitolojik kadın kahramanlar olarak Yunan ve Roma tragedyalarına konu olmuştur. Bu yapımlar ise klasik tragedya anlayışına meydan okuyarak günümüz seyircisine yeni tragedya yazımının ve sahnelemesinin mümkün olduğunu kanıtlıyor.

Klasik tragedyaya yenilikçi ve çağdaş bir yaklaşım

Klasik tragedya kavramına genel olarak baktığımızda tanrı Apollon’un akılcı, düzenci biçim ve içeriği ile tanrı Dionysos’un düzen dışı, esrime eyleminin ikilemini görebiliriz. Bir diğer deyişle klasik tragedya, seyredenleri aşırı eylemlerden uzak tutmaya ve düzeni korumaya yönelik bir tutum içerir. Zaten trajik kahramanın başına gelenler o kadar korkunçtur ki, seyircide bir katarsis etkisi yaratır. Temelde her ne kadar bilinen bir hikâye anlatılıyor olsa da bunun performatif olarak sahnede gösterilmesi, seyircinin toplumsal olarak ‘hizaya’ getirilmesiyle neredeyse eşdeğerdedir. Tanrı Apollon burada devreye girer. Ancak onun karşısında tanrı Dionysos’un temsil ettiği -ki tiyatronun ilk çıkışı da bu tanrı için düzenlenen ritüel ve korolar üzerinden olmuştur – düzene baş kaldıran, esrimeyle kendinden geçen, tanrılara ulaşan başka bir enerji, performans ve ritüel vardır. Peki Tiflis’teki festivalde izlediğimiz bu yapımlar bu klasik anlayışın neresinde duruyor?

Seyrettiğinizde aralarında ortaklık bulmakta zorlanacağınız bu iki yapımın aslında yapısal açıdan birçok ortak yanı var. Her iki tiyatro topluluğu da ülkelerindeki geleneğin dışına çıkarak yeni bir tiyatro anlayışıyla yapımlar üretmeye çalışıyor. Bu bağlamda klasik tragedyalara yaklaşımları da yenilikçi ve çağdaş. Bu yapımlarda tragedyaların yeniden yazımı söz konusu, klasik tragedyayı dönüştürüyor ve günümüzün sorunlarına, dertlerine, çatışmalarına taşıyorlar. Kadın karakterlere; kadınlığın ve toplumsal cinsiyetin akışkanlığına odaklanıyorlar.

Hem Phaedra in Flames’in hem de Antigone’nin yazarları yönetmen koltuğuna da oturmuş.

Böylece seyircide yaratmak istedikleri etkiyi, alışılagelmiş tiyatrodan farklı bir şekilde kurmaya çalışıyorlar, sadece metinsel anlamda değil, sahneleme açısından da çağdaş bir tragedya anlayışını savunuyorlar. Bu yaklaşım sahne tasarımı ve oyunculuk biçimleriyle de gözler önüne seriliyor.

Gelinine aşık Phaedra

“Phaedra in Flames” oyununa metin açısından baktığımızda klasik mitolojideki karakter çatışmasının, toplumsal cinsiyet bağlamında tersine çevrildiğini açıkça görüyoruz. Phaedra bu yapımda üvey oğluna âşık olmaz, üvey oğlunun evleneceği gelinle (Aricia) aşk yaşar. Bu elbette tüm hikâyeyi alaşağı ediyor. Bu ateşli aşkın sonucunda Aricia’nın acımasız bir şekilde öldürülmesiyle birlikte Phaedra kendini ve şehri ateşe verir. Trajik bir hikâye trajik bir son olarak görülebilir bu. Hem gerçekçi hem metaforik olarak Phaedra’nın alevler içinde olması seyircide katartik bir etkiden çok eleştirel bir düşünceyi tetikliyor.

Nino Haratishwili’nin Phaedra yorumunda Julia B. Nowikowa’nın sahne tasarımı da seyirciye farklı bakış açıları sunmaya hizmet ediyor. Zaten Royal District Theatre’ın tarihî bir bina olmasından ileri gelen mimarî özelliklerine ek olarak sahneye belli açılarla yerleştirilmiş dev aynalar, tasarımın iskeletini oluşturuyor. Seyirci sahnede olanları yandan, arkadan ve hatta üstten görme şansına erişiyor. Böylece minimal olan sahne hareketi, kişiler arası diyaloglar seyirci tarafından farklı açılardan görülüyor, seyirci aynı anda sahnenin farklı yansımalarını seyredebiliyor. Bu yansımalar aslında klasik bağlamda tiyatronun bir ayna görevi üstlendiğini bize gösterse de artık bu ayna tek yönlü değil, tam tersi çok yönlü. Gerçekliğin birçok yüzü olduğunu söylüyor yönetmen bize. Oyuncuların asla aşırıya kaçmayan, duru, sade ve usta oyunculukları da bu trajik hikâyeyi trajik olmaktan çıkarıp toplumsal bir eleştiriye kapı aralıyor.

Arkaik ile çağdaşın çarpıştığı sahnede Antigone

Diğer yapım, “Antigone” ise kadın-erkek ikili cinsiyet sisteminin dışında farklı bedenlerin ve cinsiyetlerin sahnedeki varlığına odaklanıyor. Grigol Nodia ile Valeri Otkhozoria’nin metni tamamen bambaşka bir Antigone anlatısını sahneye taşıyor. Arkaik ile çağdaşın çarpıştığı, ama aynı zamanda sahnede birlikte de yer alabildiği bir yapım “Antigone”. Bedenler ve cinsiyetler akışkan; sesler, sözler, tonlamalar hem tarih öncesi hem günümüz. Sofokles’in tragedyasındaki muhafız ve haberciyi andıran, ancak koro olarak gördüğümüz elleri, kolları bağlanmış, sahnedeki bir delikten sadece bellerine kadar görebildiğimiz hareketsiz, aksiyona sahip olmayan üç kişilik bir anlatıcı ekibi. Aksiyonu anlatan aksiyonsuz bir koro. Yönetmenin sahnede metin anlatısına eleştirisi olmalı bu! Oyuncular seyirci arasında dolaşıyor, onlarla birlikte seyrediyor. Görsel ve işitsel bir şölen gibi sahne!

Apollon ve Dionysos’a geri dönecek olursak: Bu iki yapım da tanrı Apollon’dan ırak. Seyirciyi hizaya getirmeye, düzeni korumaya çalışmıyor. Toplumsal cinsiyet verilmiş, kabul edilmiş bir çerçeve ile sunulmuyor, tam tersi akışkan ve değişken nitelikte. Sahne daha Dionisyak, daha esrimeye yönelik bir performans içeriyor. “Phaedra in Flames” bunu metni alaşağı ederek toplumsal cinsiyet rollerini ve kimliklerini sahneden farklı temsil ederek, “Antigone” ise metinden çok performansa odaklanıp tiyatronun özüne, aksiyona ve Dionisyak bir ritüeli ve enerjiyi sahneye taşıyarak ortaya koyuyor.

 Phaedra in Flames

Metin ve Reji: Nino Haratishwili
Sahne Tasarımı: Julia B. Nowikowa
Kostüm Tasarım: Gunna Mayer
Video: Zaza Rusadze
Müzik: Rémmée
Makyaj: Anuka Murvanidze
Oyuncular: Nata Murvanidze, Anano Makharadze, Baia Dvalishvili, Zaal Chikobava, Natuka Kakhidze , Gaga Shishinashvili

Antigone

Metin: Grigol Nodia,Valeri Otkhozoria
Reji: Grigol Nodia
Sahne Tasarımı: Lola Macharashvili
Kostüm Tasarım: Lola Macharashvili
Koreograf: Mikheil Zaqaidze 
Besteci: Nikita Mamardashvili
Yönetmen asistanı: Nino Dashniani
Oyuncular: Irakli Abashidze, Giviko Baratashvili, Gvantsa Enukidze, Mikheil Zaqaidze Tamta Inashvili, Nanka Kalatozishvili, Nikita Mamardashvili, Nino Mitaishvili, Shako Mirianashvili, Zuka Papuashvili, Tato Chakhunashvili, Marina Jokhadze

 

[Çocuklar için Yeşil Kitaplar] Meyve ve sebze mevsiminde güzel

Leyla Aslan‘ın Yeni İnsan Yayınları‘ndan çıkan kutu oyunu, “Meyveli Sebzeli Mevsimli Bilmeceler” raflarda.

Çocukların, mevsimsel beslenmenin hem bedenimiz hem de doğa ile uyumlu yaşam için ne kadar önemli olduğunu fark edebilmesi ve doğa ile bağını sağlamlaştırabilmeleri için  hangi sebze-meyvenin hangi mevsime ait olduğunu eğlenceli kartlarla anlatan kutu oyunun yaratıcısı Aslan’la konuştuk.

Leyla Hanım, ilk üç kitabınızdan sonra şimdi de çok güzel bir oyun ile çocukların odalarına yeniden misafir oluyorsunuz. Bu oyun fikri nasıl doğdu?

Oyun, çocuğun kendini sınırsızca ortaya koyduğu ve çeşitli becerilerini güçlendiren sihirli bir mecra. Doğa ile bağ kurmasını dilediğim tüm çocukların bu oyun sayesinde hem yeryüzü sofrasını tanımalarını, hem mevsimlerin döngüsünü fark etmelerini hem de bunu en sevdikleri yol olan oyun ile pekiştirmelerini istedim. Bu niyet ile mevsimleri ve mevsimlerin getirdiklerini bir kitap ile anlatmaktansa bir oyun ile çocuğa aktarmanın daha doğru bir yol olacağını düşündüm

Kışın yediğimiz domates şifa değil, zehir!

Bu oyun, çocuklara ama bir yandan da yetişkinlere meyve ve sebzeleri mevsiminde tüketmenin önemini anlatıyor. Gerçekten mevsiminde yemek neden önemli? Örneğin neredeyse herkesin sofrasından yaz kış eksik olmayan domatesi kışın soframıza koymayalım?

Yapılan bütün araştırmalar gösteriyor ki hem beden sağlığımız hem de toprağın geleceği için mevsimsel beslenme çok önemli. Bedenimizde tıpkı doğa gibi mevsimsel döngülere adapte oluyor. Yazın nasıl bizi serin tutacak giysiler giyiyorsak, bize serinlik verecek gıdalara da ihtiyaç duyuyor bedenimiz. Hâl böyle olunca kışın yediğimiz domates şifa değil zehir oluyor bedenimize. Ayrıca mevsiminde üretilmeyen gıdalar için daha fazla pestisit, daha fazla kimyasal kullanılıyor. Bu da sağlığımız gibi toprağımızın geleceğini de tehdit ediyor. Mevsimsel beslenmek; doğaya hürmetin, doğanın verdiklerine saygı göstermenin en güzel yolu. Çünkü her şeye hemen sahip olmayı alışkanlık hâline getirdiğimiz bu zamanda, mevsimsel beslenmek sabır göstermenin de bir diğer hâli. Sevdiğimiz lezzetleri özlemek, beklemek, kavuştuğumuzda kıymetini bilmek.

Oyununuzun iklim kriziyle bir bağlantısı var mı, öyleyse nasıl? 

Doğa ile bağlarımızın kopmasının bir sonucu aslında iklim krizi. Şu an en kötü senaryonun hızı ile ilerliyoruz bu krize. Fakat ben korkutmak yerine sevdirmekten yanayım. Bu sebeple iklim krizi felaket senaryoları ile korkutmaktansa doğayı sevdirip, fark ettirmek ve bağları onarmak daha işe yarar bir yöntem gibi geliyor bana. Korktuğunuz şeyi sevmeniz pek mümkün değildir. Fakat sevdiğiniz şeyi kendiliğinden korursunuz zaten. Bu yüzden benim asıl niyetim sevdirmek, hatırlatmak.

Şehirde yaşayan çocuklar topraktan uzaklaştıkça hangi sebze, nasıl yetişiyor artık bilmiyorlar. Siz de uzun yıllardır Buğday Derneği ile birlikte çalışıyorsunuz. Yetişkinler bundan şikâyetçi mi?

Yetişkinler bundan hem şikâyetçi hem de kendi çocukluklarındaki hâli özler vaziyette. Ama bir yandan da bunu için sorumluluk almıyorlar. Yani kışın dolabında domates gören bir çocuğun domatesin mevsiminin yaz olduğunu öğrenmesi mümkün değil.

Bu oyun çocuklara hangi becerileri kazandırabilir?

Oyun en başta merak duygusunu besliyor, bunun yanı sıra doğadaki döngüleri görmeyi, doğa ile bağ kurmayı ve fark etmeyi, sorgulamayı sağlıyor. Aynı zamanda oyun kartlarında gördükleri sebze ve meyveleri fark edip pazar tezgâhlarında karşılaştıklarında eşleştirmeyi anımsamayı hafızayı kuvvetlendirmeyi sağlıyor. Aynı zamanda kendi bilmecesini yazma konusunda cesaretlendiriyor. Kutudaki zil ile çocukların el göz koordinasyonu güçleniyor. Aile katılımlı bir oyun olduğunda aile bağlarına da katkı sağlıyor. Birlikte kaliteli ve eğlenceli zaman geçirmenin bir yolu oluyor.

Son olarak bu oyun hangi yaş grubuna hitap ediyor ve okullarda hep birlikte oynanabilir mi?

4 yaş ve üzeri bir oyun. Fakat bilmecelerin bir kısmı yetişkinlere bile zor gelebilir çünkü amaç çocuğun zihin sınırlarını birazcık zorlaması. Bilmecedeki kurguyu zihninde resmetmesi. Okullarda, mevsimsel beslenme ve önemi üzerine yapılacak sohbetlerin üzerine hep birlikte çok keyifle oynanabilecek bir oyun.

Künye

  • Yazar: Leyla Aslan
  • Resimleyen: Joyeeta Neogi
  • Yayınevi: Yeni İnsan Yayınevi
  • Türü: Kutu Oyunu

Leyla Aslan

Mardin’de doğdu. Trakya Üniversitesi’nden mezun oldu. Kalabalık ailesinin kırsalda doğan tek çocuğu olarak toprağa ve doğaya hep hayran olarak 20 yıldır Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneğinde çeşitli projelerde çalıştı. Buğday Derneği yönetim kurulu başkanı, %100 Ekolojik Pazarlar proje koordinatörü ve Tohum Kumbaram proje lideri olarak çalışma hayatına devam ediyor. Çocuklara doğayı anlatmak ve doğa ile bağ kurmalarına yardımcı olmak niyeti ile ekolojik çocuk kitapları yazmaya başladı. Victor’un Balkabakları, Ceviz Koleksiyoncusu, Vızıltı Çiftliği kitaplarının yazarı. Victor’un Balkabakları Arapçaya, Ceviz Koleksiyoncusu Koreceye çevrildi.

 

Necdet Kutlucan’dan Adaların imara açılmasına sanatla direniş: Adalar ve Renkler sergisi açılıyor

Marmara Denizi‘ndeki Prens Adaları‘ndan Büyükada’da yaşayan ressam ve aktivist Necdet Kutlucan‘ın, Adalar’ın imara açılmasının yeni Yassıada’lar yaratacağı kaygısıyla hazırladığı resim sergisi 7 Ekim Cumartesi günü Büyükada Yüksek Kahve’de açılacak.

Sanatçının sergisinde, plaka prinçten geleneksel yöntemle yapılmış Eleni Zarifi ve Lefter Küçükandonyadis heykellerinin yanı sıra Adaların çokkültürlü yapısını esas alan tabloları yer alıyor.

Sergi aracılığıyla herkesi Adalara sahip çıkanlarla dayanışmaya davet eden Kutlucan, Akdeniz ve Karadeniz iklimlerinin buluşma noktası ve göçmen kuşların dinlenme alanı olan İstanbul Adaları’nın ekosistemi, biyoçeşitliliği ve kültürel değerleri ile Dünya Mirası olma özelliklerini fazlasıyla taşıdığına inanıyor ve bu konuda farkındalık yaratmayı hedefliyor.

Yüksek Kahve

1870’li yıllarda Panas Kardeşler’in sahibi olduğu Yüksek Kahve binası Meşhur Bonmarşe olarak işletiliyordu. Alt katındaki Arnavut Bayram’ın Meyhanesi, Nurullah Ataç, Bedia Muvahhit ve Ergin Ertem gibi önemli isimlerin uğrak yeriydi. Nurullah Ataç’ın Bonmarşe’deki edebiyat sohbetleri ünlüdür. Fenerbahçeli Lefter’in adıyla da anılan Yüksek Kahve, 1939 Büyük Erzincan Depremi sonrası Büyükada’ya gelen Ali Şahin tarafından devralındı.

Necdet Kutlucan

Sanatçı Necdet Kutlucan, Namık Denizhan, Gürdal Duyar ve resim restoratörü Aydın Erkuş ile çalıştı. Avni Arbaş’ın Asmalı Mescit’deki son atölyesini düzenledi.

1989-1994 Salacak Etkinliklerini gerçekleştirdi. Aynı yıllarda SOS Çevre Gönüllüleri ile çalıştı. Boğaziçi Ekoloji ve Şehrin Sahipleri platformlarının kuruluşunda yer aldı. Marmara Depremi sonrası Halıdere Masal Evi’ni kurdu.

2008 yılında Ankara Üniversitesi Urla Limantepe de kazı ressamı olarak 18 ay çalıştı. Babil’den Ayasofya’ya, Haydarpaşa’da Dans, Galataport Fotoğrafhanesi, Klozamenai Sürgünü gibi sergileri bulunmaktadır.

2015’ten 2019’a kadar Ada Düşü Sokak Festivallerini gönüllü olarak düzenledi, 2007 İstanbul Balık Festivali’ni yönetti. Gezi tutuklamalarından sonra Mimarlar Odası Karaköy Şubesinde Adalet İçin Sanat Atölyelerini kurdu.
8 Yıldır Galataport’u belgeliyor.

Pazırıktan Anadolu Dağlarına Türklerin en kadim taşınabilir kültür varlıklarından Türk Halıları’nın bilinen 3000 yıllık yolculuğunda, motif, renk, söylence, malzeme deneyimleri ile geçtikleri kültürlerden beslenme serüvenini inceleyip, halı resimleri yapıyor.

İşlik Heykel Döküm Atölyesi sanat danışmanlığını yapan Kutlucan, Kapalıçarşı’daki Halit Kandemir Atölyesi’nde geleneksel yöntemler ile metal heykeller yapıyor. 1989’dan bu yana gönüllü çocuk çalışmaları yürüten sanatçı Büyükada’daki Atölye evinde yaşamını sürdürüyor.

Sosyal Medya:
Instagram: necdetkutlucan
Twitter: necdetkutlucan
Facebook: adadusu

Sinpaş’ın projesine ilişkin davada mahkemeden red-i avukat kararı

Marmaris Kent Konseyi, Sinpaş/Kızılbük Otel Devremülk projesi ve proje için verilen ruhsatlarla ilgili sürece ilişkin açıklamada bulundu. “Marmaris haksız ve çokça kazanç isteyenlerin yoğun baskısı altında” diyen çevre aktivistleri, şirketin projesine verilen ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Gerekli Değildir‘ kararının iptal edilmesi için mahkemeye sunmuştu ve karar iptal edilmişti. Kararın ardından Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı projeye ‘ÇED Olumlu‘ kararı verdi.

Marmaris Belediyesince de farklı tarihlerde 56+17 adet, toplamda 63, ruhsat için de iptal davası açıldı. Muğla 2. İdare Mahkemesi’nde devam eden bu davalara ilişkin açıklamada bulunan Marmaris Kent Konseyi Yönetim Kurulu üyeleri, verilen 17 adet ruhsata ilişkin dava sürecine tepki gösterdi.

‘Öğretim üyelerinden oluşmuş heyet talebimiz reddedildi’

Mahkemenin bilirkişi heyetini görevlendirmesiyle ilgili kaygılandıklarını dile getiren aktivistler, bu kaygının nedenini “Zira bilirkişi heyeti ağırlıklı olarak konuya taraf olan kurum çalışanlarından oluşturuldu. Hem de bir defa değil iki kez aynı yöntem tercih edildi” dedi. Kent Konseyi tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

Tarafsızlık ilkesinin sağlanması için öğretim üyelerinden oluşmuş bir heyetin görevlendirilmesi talebimiz idari mahkemece ret edildi. Daha sonra dava dilekçemizde yer aldığı halde ruhsatların mevzuata aykırı biçimde verilip verilmediğini açığa çıkaracak esas sorular mahkemece bypass edilerek adeta davalı kurum lehine karar çıkmasını destekleyecek vasıfta sorular bilirkişi heyetine yöneltildi.

Bilirkişilerin cevaplaması istenilen soruların hatalı olduğu, adaletin bu sorularla tesis edilemeyeceği ve bilirkişi raporunda açıklığa kavuşturulması için dava dilekçemizde de yer alan asıl soruların bulunduğu bir başka dilekçeyi mahkemeye sunduk. Ne mahkeme bu dilekçeye bir işlem yaptı ne de açıklanan bilirkişi raporu bu soruları içeren bir değerlendirme yaptı.

Açıklanan raporda, mevzuatlara göre alınması mümkün olmayan bir imar durum belgesinin, imar uygulama planlarına uygunluğu anlatılıyor. Ama hala daha mahkemenin çözmesi gereken konular yanıtlanmamış halde dava dosyasında beklemeye devam ediyor.”

Muğla 2. İdare Mahkemesi, bilirkişi heyetinden şunları istemişti:

  1. Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler ile tarafından iddia ve savunmaları ışığında dava konusu imar durum belgelerinin 1/1000 ölçekli uygulama imar planına uygun olup olmadığı,
  2. Dava konusu parsellerde düzenlenen yapı ruhsatlarının imar durum belgelerine ve onaylı mimari projesine uygun olup olmadığı hususlarının dosya üzerinden yapılacak inceleme neticesinde hazırlanacak 4 nüsha bilirkişi raporunun ve 1 adet CD kaydı örneğinin hazırlanması ve mahkemeye sunulması istenmektedir.

‣Mahkeme de İliç’teki bilirkişilerin tarafsız olmadığını kabul etti

‘Muğla 2. İdare Mahkemesi red-i avukat vakasıyla literatüre girdi’

Aktivistlerin tepki gösterdiği bir diğer nokta ise davacı vekillerinden Atilla Öztürk’ün dosyadaki vekil kaydının silinmiş olması.

“Av. Atilla Öztürk, uzun zaman dosyada vekil olarak kayıtlı, defalarca dilekçeler sunmuş, mahkeme ona vekil sıfatıyla tebligat yapmış olmasına rağmen, bir anda dosyadaki vekil kaydı yok oldu” ifadelerinin kullanıldığı açıklamada Öztürk’ün yeniden, yeni vekil olarak dosyaya vekaletnamesini sunmak zorunda kaldığı ve dosyaya ancak böyle erişebildiği bildirildi.

“Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları adına karar vermeye yetkili olan mahkeme, adalet ve eşitlik uygulanmasını talep eden dava dosyasının, tarafını, sehven dahi olsa dosyadan silmek lüksüne, hak ve yetkisine sahip değildir” diyerek kaydın silinmesine karşı çıkan Kent Konseyi üyeleri, adil yargılanmaya aykırı hareket edildiğini vurguladı.

Öztürk’ün müvekilinin de adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine dikkat çekilen açıklamada, tebligatın avukat yerine doğrudan müvekkile yapıldığı belirtildi. Sürece ilişkin olarak Marmaris Kent Konseyi’nce yapılan açıklamada son olarak şu ifadelere yer verildi:

“Hukuk tarihimiz zaman zaman red-i hakim vakalarıyla karşılaşmıştır ama Muğla 2. İdare Mahkemesi böylece red-i avukat vakasıyla literatüre girdi.

Elbette bilirkişi raporuna itiraz dilekçemizi mahkemeye sunarak dava konusunu esas alan yeni bir bilirkişi raporunu talep edeceğiz. Sürdürdüğümüz yaşam hakkı mücadelesinde yani kurdun, kuşun, böceğin, ağacın ve insanın yaşam hakkı mücadelesinde adaletin olmazsa olmaz olduğuna yürekten inanıyoruz.”

Ne olmuştu?

Marmaris’in İçmeler Mahallesi Kızılbük mevkiinde Emin Hattat tarafından 30 yıl önce inşaatı başlatılan otel, 2009’da Sinpaş Holding’e satıldı. 1988 yılında Hattat Ailesi tarafından Hema-Que Otel Yatırım A.Ş. adıyla, 150 dönümü ormandan tahsisli toplam 310 dönümlük denize sıfır araziye beş yıldızlı otel yapılması için inşaat başladı. Fakat 550 oda, 1100 yatak kapasiteli otel bitirilemedi. Emin Hattat, 2006’da iflas edince de inşaat tamamen durdu.

Sinpaş Holding, 2010 yılı başında iki koyu içine alan otel inşaatının bulunduğu bu araziye 1400 lüks konut yapmak için o dönem belde olan İçmeler’de belediyenin fen işleri müdürlüğüne başvurdu. Belediye konut yapımına izin vermedi ancak Muğla Valiliği , 27 Temmuz’dan 8 Ağustos’a kadar devam eden büyük orman yangınlarından beş gün sonra, devam eden Kızılbük Wellness Resort inşaatı için 13 Ağustos 2021’de ‘ÇED gerekli değildir’ kararı verdi. Kararın iptali için Eylül ayında Marmaris Kent Konseyi Yürütme Kurulu üyelerince, Muğla 3’üncü İdare Mahkemesi’nde dava açıldı.

Açılan dava kapsamında hazırlanan bilirkişi raporunda, Valiliğin kararının yasalara aykırı olduğu; projenin kıyıya, denize, bölgedeki endemik türlere ve ekolojik bütünlüğe zarar verdiği tespit edilmişti.

 Marmaris Kızılbük koyunda bilirkişi keşfi: Yaşanan tahribatı gözlerimizle gördük

Konsey’in Ekolojik Mücadele Komitesi, Sinpaş inşaatı ile ilgili davada Marmaris Belediyesi’nin mahkemeye gönderdiği yazılı beyan sebebiyle Marmaris Belediye Başkanı Mehmet Oktay, İmardan sorumlu Belediye Başkan Yardımcısı Burak Demirtaş ve İmar Müdürü için “görevi kötüye kullanma” nedeniyle suç duyurusunda bulunmuş, Belediye’ye , Kızılbük Thermal Wellness Resort Otel/Devre mülk projesi için düzenlediği İmar Durum Belgesi ile 56 adet yapı ruhsatının iptali talepli dava açmıştı.

‣ Çevre aktivistlerinden Sinpaş’a izin veren Marmaris Belediyesi hakkında suç duyurusu

Sinpaş’ın ‘ÇED gerekli değildir’ kararına açılan davayı kamuoyuna anlatan çevre aktivisti Marmaris Kent Konseyi nedeniyle Halime Şaman’a açtığı 300 bin liralık haksız rekabet davasının ikinci duruşması nedeniyle 8 Mart Dünya Kadınlar Günü‘nü adliyede kutlayan Şaman, “Umuyoruz ki halkı hakları konusunda bilinçlendirmenin karşılığı tazminat olmayacak” açıklamasını yapmıştı.

‣Sinpaş’ın çevre aktivistine açtığı 300 bin liralık davada ikinci duruşma
‣Kızılbük’te dinamitler patlıyor: Marmaris’ten imdat çığlığı!
‣Kızılbük’e giden HDP’li Çepni: Burada devlet eliyle suç işleniyor, ‘Sinpaş devlettir’ deyin o zaman

Projeye verilen ‘ÇED gerekli değildir’ kararının iptali için açılan dava 6 Temmuz’da görülmüş, duruşma öncesi adliye önünde bir açıklama yapan Marmaris Kent Konseyi Başkanı Ufuk Beytekin şunları söylemişti:

“Marmaris’te Sinpaş’a ait bir inşaat yapılıyor. Biz Marmaris Kent Konseyi olarak bu inşaat hakkında iki dava açtık. Biri ‘ÇED gerekli değildir’ kararının iptali diğeri de verilen imar durum belgesi ve ruhsatların iptali için. Adalete güveniyoruz çünkü bir ülkeyi ülke yapan unsurlardan biride adalet sistemidir. Milli park alanında dinamit patlatıyor olabilirler, inşaat yasağına rağmen şu son yangında dahi çalışıyor olabilirler, bu gücü kendinde görüyor olabilir bu şirket. Arkası kuvvetlidir veya belediyeyle iş birliği içindedir. Bu mücadele sonunda adalet mekanizmasının bizim lehimize karar vereceğine kalben inanıyorum.”

‣ Sinpaş’ın projesine Danıştay’dan ret: Devre mülk değil, devre tatil
‣ Sinpaş’ın iptal edilen projesine devam ettiğini gören aktivistler nöbete başladı

Özgürlük Yürüyüşü altıncı gününde: Yargıtay kararı Türkiye için bir kara lekedir

Türkiye İşçi Partisi (TİP), tutuklu Hatay Milletvekili Can Atalay‘ın da aralarında bulunduğu Gezi Davası tutuklularının cezalarının onanmasına karşı Hatay’dan Ankara‘ya başlattığı “Özgürlük Yürüyüşü”nün altıncı gününde TİP Genel Başkanı Erkan Baş, “AYM Genel Kurulu’nun 12’sindeki kararı öncesinde yalnızca Can için değil Gezi Davası nedeniyle zindanlarda olan tüm dostlarımız için, fikirleri nedeniyle hapislerde tutulan tüm siyasetçiler, gazeteciler için, Hatay halkı ve depremzedeler için, ekmeğimizin her gün biraz daha küçülmesine son vermek için bu özgürlük yürüyüşünü dalga dalga yayalım. Hiçbir güç halktan üstün değildir. Halkın iradesine rağmen karar alamayacaklarını bir kez daha gösterelim” dedi.

150 kilometrelik mesafeyi kat ederek hiçbir gücün halktan üstün olmadığını vurgulayan Baş, yürüyüşün altıncı gününden şöyle seslendi:

“Can’ın durumunun 12 Ekim’de AYM Genel Kurul’da görüşülmesini bekliyoruz. Biz bu kararı şöyle yorumluyoruz; Yargıtay 3. Dairesi’nin Gezi Davası kapsamında verdiği kararlar Türkiye için kara bir lekedir. AYM, hiçbir hukuki dayanağı bulunmayan bu kararlarla yan yana görünmek istemedi. Eğer Yargıtay dairesinin karalarında en küçük bir hukuki zemin olsaydı AYM hemen kararını verir ve Can’ın başvurusunu reddederdi ama bu olmadı.

Hiçbir güç halktan üstün değildir. Halkın iradesine rağmen karar alamayacaklarını bir kez daha gösterelim.”

Depremin sekizinci ayına girildiğini de hatırlatan Erkan Baş, “Bugün yürüyüşümüzün Hatay’daki son günü. Aradan geçen sekiz ay ülkemiz emekçileri için tarifsiz bir acıydı. Aynı yurdu paylaşan, aynı fabrikada çalışan, aynı mahallede yüz yüze bakan binlerce insanı geri getiremeyecek olmanın büyük acısını yaşadık. Yaşadığımız tek duygu acı çekmek olmadı, elbette bu enkazın sorumluları vardı” dedi ve ekledi:

“Karşımıza sayısız engel çıksa da bu ülkede iktidar sahibi olanlar kendi halkına karşı akla gelmeyecek ihanetlere girişse de biz yurttaşlığı, dik durmayı birbirimize miras bıraktık. Onlar şehirlerimizin, kültürlerimizin, insanlarımızın yaşamdan kopmasına sebep olmalarına rağmen iktidarlarını birkaç yıllığına daha korudukları için kazandıklarını düşünebilirler. Bizce hiçbir şey bu kadar basit değil. Halk umudunu da azmini de kardeşliğini de yitirmediğinde depremin hemen ardından bu iktidar tarafından içi boşaltılan tüm devlet kurumlarından daha hızlı biçimde çalışabileceğini gösterdi. Biz hala buradayız hiçbir yere gitmedik.”

2023 Eylül’ü resmi olarak ‘en sıcak ay’: Olağanüstü bir rekor

Avrupa Birliği‘nin (AB) Copernicus İklim Değişikliği Servisi‘ne göre, 2023 eylül ayı sıcaklıkları küresel olarak, bir önceki en yüksek değeri büyük bir farkla aşarak kayıtlara geçen en sıcak eylül ayı oldu.

Geçtiğimiz ay, 1991-2020 yıllarındaki ortalama eylül ayı sıcaklığından 0,93C santigrat derece daha sıcak olarak ölçüldü. Bu, 2020’de kırılan bir önceki rekordan 0,5C daha fazla.

Uzmanlar, El Niño hava olayına ek olarak küresel ısınmaya yol açan gazların salınımlarının devam etmesinin da sıcaklığa neden olduğuna inanıyor. Bazı bilim insanları ise sıcaklık artışının fazlalığı karşısında şoke olduklarını söyledi.

Bilim insanlarına göre 2023 yılı kayıtlara geçen en sıcak yıl olma yolunda ilerliyor.

Avrupa, daha da sıcak

‘Eylül rekoru’ Kuzey Yarımküre‘de kayıtlara geçen en sıcak yazın ardından geldi. Copernicus’un verileri, 1940’a kadar giden kayıtlarda uzun vadeli ortalamadan en büyük sıçramanın bu ay yaşandığını gösteriyor.

Deneyimli bir araştırmacı olan, iklim bilimci Zeke Hausfather, sosyal medya platformu X’te “Bir iklim bilimci olarak diyebilirim ki bu ay kesinlikle şaşırtıcı derecede çılgıncaydı” diye yazdı.

Uzun vadeli yakın dönem ortalaması neredeyse 1 derece aşılmışken, bazı bölgelerde daha büyük farklılıklar gözleniyor. Örneğin Avrupa‘da, uzun vadeli ortalamanın 2.51C aşılmış durumda.

Avrupa rekor kıran eylül ayını geride bıraktı: Sonbahar sıcakları devam ediyor
Güney Yarımküre’de de bahar ‘sıcak geçiyor’: Yeni Zelanda’da eylül rekorları
Araştırma: Dünyanın en yoğun sıcak dalgası Antarktika’da kaydedildi

Copernicus’tan Dr. Samantha Burgess, “Rekor bir yazın ardından eylül ayında gözlemlenen ve yılın bu zamanı için eşi benzeri görülmemiş sıcaklıklar, olağanüstü bir rekor kırdı” dedi.

İklim araştırmacılarının baktığı önemli ölçütlerden biri, mevcut sıcaklıklar ile fosil yakıtların yaygın olarak kullanılmaya başlanmasından önceki sıcaklıklar arasındaki fark. Geçtiğimiz ay, sanayi öncesi dönem olarak adlandırılan bu dönemdeki sıcaklıkların yaklaşık 1.75C üzerindeydi. Bu şimdiye kadar kaydedilen tek bir ay için en yüksek rakam.

2015’te Paris’te düzenlenen iklim zirvesinde bir araya gelen ve Paris İklim Sözleşmesi‘ni imzalayan liderler, u yüzyılda küresel sıcaklıklardaki artışı 1.5C’nin altında tutmak için çaba gösterme konusunda anlaşmıştı. Eylül ayı rakamı bu anlaşmanın ihlali anlamına gelmese de gidişat endişe verici.

Bilim insanları bu yılın tamamının 1.5C sınırının altında kalabileceğini, ancak 2023’ün kayıtlara geçen en sıcak yıl olma “yolunda” ilerlediğini düşünüyor. Eylül ayının sonu itibarıyla 2023 yılı, şimdiye kadarki en sıcak yıl olan 2016’yı 0.05C ile geride bıraktı.

Ekim’de de sıcak rekorları bekleniyor

Ekim ayında da sıcaklık ortalamanın üzerinde seyretmeye devam etti ve İspanya da dahil olmak üzere pek çok yerde sıcaklık rekorları kırıldı. El Niño hava olayı henüz zirveye ulaşmadığı için küresel sıcaklıklar normalin daha da üzerine çıkabilir.

Gezegeni ısıtan sera gazları salan fosil yakıtların yakılması başta olmak üzere insanların neden olduğu uzun vadeli ısınmaya ek olarak El Niño da küresel sıcaklıklardaki artışın nedenlerinden biri. Bilim insanları ve iklim aktivistleri bu durumun, Kasım ayı sonunda Birleşik Arap Emirlikleri’nde yapılacak COP28 iklim zirvesi için bir araya gelmeye hazırlanan politikacılar üzerinde, harekete geçmeleri için yeni bir baskı oluşturmasını umuyor.

Dr. Burgess, “COP28’e iki ay kala, iddialı iklim eylemi için aciliyet duygusu hiç bu kadar kritik olmamıştı” dedi.

WRI: 2053 ‘sıfır emisyon hedefi’ne giden yol sürdürülebilir kent içi ulaşımdan geçiyor

Sürdürülebilir kentler yaratmak için çalışmalar yürüten WRI Türkiye, 11. Yaşanabilir Şehirler Sempozyumu’nu düzenledi. KAVŞAK Ağı Uluslararası Etkinliği başlığı altında gerçekleştirilen sempozyumda, kent içi ulaşım sürdürülebilirlik çerçevesinde ele alındı.

Açılış konuşmalarını WRI Ross Center for Sustainable Cities Global Direktörü Rogier van den Berg ve WRI Türkiye Direktörü Dr. Güneş Cansız’ın yaptığı etkinliğe, aralarında sürdürülebilir kentsel hareketlilik alanında araştırmalar yapan Rupprecht Consult Kıdemli Danışmanı Dr. Susanne Böhler-Baedeker ve WRI Ross Center for Sustainable Cities’in kentsel değişim ve dönüşüme dikkat çekmek için hayata geçirdiği global yarışması WRI Ross Center Prize for Cities’in 2020-2021 finalisti Kounkuey Design Initiative’in İcra Direktörü & Kurucu Başkan Joe Mulligan gibi isimlerin bulunduğu, dünyadan ve Türkiye’den birçok uzman katıldı.

‘2050’ye kadar tüm kentlerni net sıfır olması gerekiyor’

van den Berg etkinlikte şunları söyledi:

“WRI olarak, sürdürülebilir şehirlerin sürdürülebilir bir geleceğin temel bir parçası olduğuna inanıyoruz. Şehirlerde yaşayanların sayısı gün geçtikçe artıyor ve küresel ısınmayı 1.5 derecenin altında tutmak için 2050 yılına kadar tüm şehirlerin net sıfır olması gerekiyor. Fakat toplumun tüm kesimleri kent ekonomilerinden eşit derecede faydalanamıyor ve iklim krizinin artan etkileri nedeniyle birçok insan tehlike altında. Ulaşımdan arazi kullanımına, binalardan altyapıya kadar şehirlerin sistemlerini dönüştürmeden global veya yerel kalkınma ve iklim hedeflerine ulaşmanın mümkün olmadığı açık. Ancak diğer taraftan bunu başarabileceğimiz de ortada. Araştırmalar, mevcut olan düşük karbonlu şehir çözümlerinin ekonomik ve sosyal anlamda büyük faydalar sağladığını gösteriyor. Sürdürülebilir şehirlerden yararlanarak herkes için daha iyi bir dünya yaratma fırsatımız var.”

İnsan ve ekosistem sağlığını gözeten ulaşım politikaları oluşturulmalı’ 

Günümüzde 4,3 milyardan fazla kişi, yani dünya nüfusunun yüzde 55’inin  kentlerde yaşadığına, kentlerin iklim krizinin en önemli sebeplerinden olan küresel emisyonların yaklaşık yüzde 80’inden sorumlu olduğuna ve ısınma, enerji ve sanayiyle birlikte kent içi ulaşımda kullanılan fosil yakıtlı araçların iklim krizini tetiklediğine dikkak çeken Dr. Cansız da şöyle konuştu:

“İklim kriziyle global mücadelenin ve bu kapsamda Türkiye’nin 2053 net sıfır emisyon hedefine ulaşabilmesinin yolu, kent içi sürdürülebilir ulaşımdan geçiyor. Toplumun tüm kesimlerinin erişilebilirlik ve hareketlilik ihtiyacına cevap veren, araç değil insan odaklı, insan ve ekosistem sağlığını gözeten ulaşım politikalarının ve uygulamalarının geliştirilmesi şart.”

Rupprecht Consult Kıdemli Danışmanı Dr. Böhler-Baedeker ise ulaşım planı uygulamasının sürekli olarak geliştirilmesinin ve modernize edilmesinin, yaşanabilir şehirler, sürdürülebilirlik ve iklim nötr hedeflere ulaşma çabalarında şehirler ve bölgeler için daha iyi ve gerçekleştirilebilir sonuçlar getirdiğine inandıklarını söyledi: “Biz, Sürdürülebilir Kentsel Ulaşım Planları aracılığıyla yerel yol haritaları için stratejik ve pratik bir çerçeve sunarak hareketlilik eylemleri ve projelerinin uygulanmasını hızlandırmayı amaçlıyoruz.”

İlk kent içi ulaşım ağı: KAVŞAK

Sempozyumun odağında bu yıl, Türkiye’de sürdürülebilir kent içi ulaşımı geliştirmeye odaklanan ilk ağ olan ve Avrupa Birliği tarafından finanse edilen Sivil Toplum Aracı ve Medya – Sivil Toplum Ağlar ve Platformlar Destekleme Programı kapsamında hazırlanan KAVŞAK vardı.

KAVŞAK, WRI Türkiye’nin koordinasyonunu üstlendiği, kamudan özel sektöre, akademiden medyaya çeşitli alanlardan kurumların bir araya geldiği, sürdürülebilir ulaşım yaklaşımını benimsetmek ve bu uygulamaları ulusal ölçekte hayata geçirmek için çalışan bir sivil toplum ağı. Projenin hedefi, paydaşların sürdürülebilir ulaşım konusunda seslerini duyurabilmek, kamuya destek olacak çözümler üretmek ve politika geliştirme süreçlerinde yer almalarını sağlamak.

Etkinlikte, uluslararası proje ekibi tarafından tüm yönleriyle ele alınan KAVŞAK projesiyle birlikte Sürdürülebilir Kentsel Ulaşım Planları da tartışıldı; ilham verici, örnek sürdürülebilir şehir uygulamaları incelendi, hep birlikte daha yaşanabilir şehirler tasarlamak ve hayata geçirmek için çözümler arandı.

11’inci Yaşanabilir Şehirler Sempozyumu’na, Marmara Belediyeler Birliği tarafından düzenlenen Türkiye’nin ilk ulusal kent forumu MARUF (Marmara Urban Forum) ev sahipliği yaptı.

Nobel Barış Ödülü, cezaevindeki İranlı hak savunucusu Nergis Muhammedi’ye

 2023 Nobel Barış Ödülü de sahibini buldu. Bu yıl barış ödülüne İran’da halen cezaevinde bulunan Nergis Muhammedi layık görüldü.

Norveç Nobel Komitesi, ödülün Muohammedi’ye “İran’da kadınlara yönelik baskıya karşı mücadelesi ve herkes için insan hakları ve özgürlüklerini teşvik etme mücadelesi” nedeniyle’ verildiği belirtildi.

Muhammedi, 2016’da ‘idam cezasının kaldırılması için mücadele eden bir insan hakları hareketi kurmaktan’ dolayı 16 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.

Komitenin, ödülle ilgili gerekçesi bir yetkili tarafından şöyle ifade edildi:

“Onun cesur mücadelesi muazzam kişisel maliyetlere yol açtı. Rejim onu ​​toplamda 13 kez tutukladı, beş kez mahkum etti ve toplam 31 yıl hapis ve 154 kırbaç cezasına çarptırdı. Kendisi hâlâ hapiste. Eylül 2022’de Kürt kadın Mahsa Jina Amini‘nin İran ahlak polisinin gözetimindeyken öldürülmesi, İran’ın teokratik rejimine karşı iktidara geldiği 1979 yılından bu yana en büyük siyasi gösterileri tetikledi. Yüzbinlerce İranlı, yetkililerin kadınlara yönelik vahşeti ve baskısına karşı “Kadın – Yaşam – Özgürlük” sloganı altında barışçıl protestolara katıldı. Rejim protestolara sert bir şekilde müdahale etti: 500’den fazla gösterici öldürüldü. Polisin attığı plastik mermiler nedeniyle kör olanların da aralarında bulunduğu binlerce kişi yaralandı. En az 20.000 kişi tutuklandı ve rejim gözetiminde tutuldu. Göstericilerin benimsediği “Kadın – Yaşam – Özgürlük” sloganı, Nergis Muhammedi’nin adanmışlığını ve çalışmalarını uygun bir şekilde ifade ediyor.”

2022 Nobel Barış Ödülü’nü, Belarus‘tan insan hakları savunucusu Ales Bialiatski ile Rusya ve Ukrayna‘dan insan hakları örgütleri Memorial ve Center for Civil Liberties almıştı.

Nobel Ödülleri

Dİinamitin mucidi ve iş insanı Alfred Nobel‘in vasiyeti üzerine bilim, edebiyat ve barış alanlarındaki başarılara verilen ödüller, 1901 yılından bu yana bilim dünyasındaki en prestijli ödüllerden biri haline geldi.

Nobel Ödülleri, İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, İsveç Akademisi, Karolinska Enstitüsü ve Norveç Nobel Komitesi tarafından, kişiler veya kuruluşlara fizik, kimya, edebiyat, barış ve tıp olmak üzere beş ayrı dalda en başarılı kabul edilen isimlere veriliyor.

Bunlara ek olarak, Nobel Ekonomi Ödülü, 1968’de İsveç Merkez Bankası’nın Alfred Nobel’in anısına ekonomi dalında da ödül verilmesini kararlaştırmasıyla ilk kez 1969’da verildi.

Geçtiğimiz hafta içinde sırasıyla tıp, fizik, kimya ve edebiyat alanlarındaki ödülleri alanların isimleri açıklanmıştı.

2023 Nobel Tıp Ödülü mRNA aşısının geliştirilmesi çalışmalarına
2023 Nobel Fizik Ödülü sahiplerini buldu
Nobel Kimya Ödülü’nün kazananları açıklandı
2023 Nobel Edebiyat Ödülü Norveçli yazar Jon Fosse’ye verildi

 

Vaşak yavrusunun yolculuğu: İnsanların peşinden köye geldi, doğaya bırakıldı, geri döndü, şimdi koruma altında

Sivas‘ın Koyulhisar ilçesi, Küplüce köyünde, bir köylünün peşine takılarak köye kadar gelen ve tekrar doğaya bırakılan vaşak yavrusu köye geri döndü.

Köylülerden Birol Doğan, önceki gün orman köyündeki evlerinin yakınında dolaşan bir vaşak yavrusu gördü. Annesi öldüğü tahmin edilen vaşak, Doğan’ın peşinden ayrılmayarak köye kadar gitti. Diğer hayvanların zarar vermesinden endişelenen aile yavruyu korumaya aldı.

Doğan’ın annesi Hacer Doğan, fotoğrafını çekerek İstanbul’da yaşayan oğluna gönderdiği hayvanın vaşak olduğunu öğrenince iki gün boyunca süt ve tavuk etiyle hayvanı besledi. Daha sonra yakınlardaki bir dağın yamacına bırakılan hayvan, bir süre sonra, henüz avlanamadığı için yiyecek ve korunma bulabileceği köye döndü.  Köylülerin de ilgi odağı olan vaşak, cep telefonu kamerası ile görüntülendi.

Bilgi verilmesi üzerine köye gelen Doğa Koruma ve Milli Parklar Sivas Şubesi ekipleri, vaşağı koruma altına aldı. Bir süre rehabilite merkezinde koruma altında tutulacak  yavru vaşak daha sonra tekrar doğal ortamına bırakılacak.

 

Daha önce hiç vaşak görmediğini belirten Hacer Doğan, şunları söyledi:  “Sırtı aynı aslana benziyor. İlk gördüğümde çok şaşırdım ve bırakmadım. İki gün boyunca süt ve tavukla besledim. Çok sevdim, öptüm onu. Ayrılacak olmaktan dolayı çok üzülüyorum.”

Akbelen için adalet yürüyüşü: O zindan gibi günlerin hesabını hukuk önünde sorma zamanı!

Limak ve IC-İçtaş iştiraki YK Enerji‘nin termik santraline kömür tahsis etmek için yok edilmeye çalışılan Akbelen Ormanı için İkizköylüler 11 Ekim’de yürüyüş başlatacak.

11 Ekim günü Muğla İdare Mahkemesi‘nde görülecek Akbelen Ormanı’nın maden işletmeciliğine tahsisinin iptali ve maden işletme ruhsatı ile izninin iptali davalarının duruşmaları öncesi İkizköylüler, adalet yürüyüşüne geçecek.

Akbelen keyfi uygulamalar, ekokırım ve işkenceyle abluka altında: Sizi çağırıyor
Akbelen’de avukatların alınmadığı arazi tespiti
Tespite bir kala: Çadırlarını jandarmanın aldığı Akbelen direnişçileri tarlada nöbette

‘Çok sert müdahalelere maruz kaldık’

Saat 14.00’da başlayacak duruşma öncesinde sabah 8.00’da yola çıkacak olan Akbelen direnişçileri, “Kömür madeni Akbelen’i geçerse yıllardır üzerinde yaşadığımız ve ürettiğimiz topraklarımızı, zeytinlerimizi, daha pek çok ormanımızı ve köylerimizi kaybedeceğiz. Henüz kazanmak için mücadele edeceğimiz çok şey var!” diyerek yürüyüşe destek çağrısında bulundu:

“Akbelen’deki ağaçlarımızı kurtarmak için siz dostlarımızla birlikte çok direndik. Bu sırada çok sert müdahalelere maruz kaldık. Şimdi bizlere yaşatılan o zindan gibi günlerin; şiddetin, baskının, haksızlıkların hesabını hukuk önünde birlikte sorma zamanı!

Gelin! Biz bitti demeden bu haklı mücadelenin bitmeyeceğini, yılgınlığa düşmeyeceğimizi birlikte gösterelim. #AkbelenİçinAdalet sesini birlikte yükseltelim. Detaylarını yakında paylaşacağımız bu adalet yürüyüşünde buluşalım. Güçlü bir şekilde mahkemeye birlikte yürüyelim. Akbelen Davası topraklarımızın davası, ormanımızın davası, zeytinlerimizin davası, suyumuzun ve geleceğimizin davasıdır. Akbelen, adaletin davasıdır. Gelin bu davayı dayanışmayla birlikte büyütelim!”

Akbelen abluka altında: Sizin evinizin tapusunun da garantisi yok
Şafak vakti Akbelen nöbet alanına jandarma müdahalesi: Alan boşaltılıyor
Akbelen Ormanı Yaşıyor: Mücadele edip duruz

Pedallar İzmir’den Akbelen’e direniş için çevrildi: Susmayın, susuz kalmayın!
İkizköylüler Akbelen’deki kazı çalışmalarını sordu: Kazıların akıbeti bilinmiyor
Akbelen’de avukatların alınmadığı arazi tespiti
Tespite bir kala: Çadırlarını jandarmanın aldığı Akbelen direnişçileri tarlada nöbette