Ana Sayfa Blog Sayfa 293

Just Stop Oil aktivistlerine verilen hapis cezaları uluslararası hukuku ihlal ediyor mu?

Bir Birleşmiş Milletler (BM) uzmanı, Thames Nehri üzerindeki M25 köprüsüne tırmanan iki Just Stop Oil protestocusuna verilen uzun hapis cezaların potansiyel olarak uluslararası hukuku ihlal ettiğini ve halkın çevre konusundaki endişelerini susturma riski taşıdığını söyledi.

Önceden benzer suçlara verilen cezalara kıyasla çok daha ağır cezalar verildiğine dair endişe duyduğunu ifade eden BM’nin iklim değişikliği ve insan hakları raportörü Ian Fry, Birleşik Krallık hükümetine gönderdiği mektubunda şunları kaydetti:

Cezaların ağırlığının sivil toplum ve aktivistlerin çalışmaları üzerinde yaratabileceği potansiyel etki konusunda ciddi endişelerim var, üçlü gezegen krizi ve özellikle de iklim değişikliğinin insan hakları ve gelecek nesiller üzerindeki etkileri konusunda endişelerimi dile getiriyorum.”

Just Stop Oil aktivistleri Londra’daki Onur Yürüyüşü’nü Coca Cola sponsorluğu nedeniyle protesto etti

‘Hükümet BM mektubunu görmezden geldi’

Geçen yıl ekim ayında Marcus Decker ve Morgan Trowland, Just Stop Oil iklim aktivist grubunu desteklemek amacıyla Queen Elizabeth II asma köprüsünü destekleyen kablolara tırmandıktan sonra neredeyse 40 saat boyunca trafiği durdurmuştu.

Decker ve Trowland’ın barışçıl protesto haklarına dikkat çeken Fry, Birleşik Krallık hükümetinden “mevcut iklim krizi ışığında Kamu Düzeni Yasasının çıkarılmasına neden gerek görüldüğü ve hem Kamu Düzeni Yasası’nın hem de Decker ve Trowland’a verilen cezaların İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi de dahil olmak üzere uluslararası norm ve standartlara ne şekilde uyduğunu” açıklamasını istedi.

Ian Fry ayrıca bakanlardan “sivil toplum örgütleri, sivil toplum kuruluşları ve tüm insan hakları savunucularının barışçıl çalışmalarını tehdit, şiddet, taciz ya da herhangi bir misilleme olmaksızın yürütebilmelerini sağlamak için … hangi adımların atıldığını” belirtmelerini talep etti.

Birleşik Krallık hükümeti Fry’ın 15 Ağustos’ta gönderdiği mektuba yanıt vermedi. Fry mektubunda, 22 Aralık’ta gönderilen ve Kamu Düzeni Yasasındaki hükümlerin uluslararası insan hakları hukuku ile nasıl bağdaştırılabileceğine dair açıklama talep eden, Fry ve diğer dört raportör tarafından imzalanmış bir mektubun da cevapsız kaldığını belirtti.

The Guardian‘ın aktardığına göre, İçişleri Bakanlığı konuya ilişkin yorum talebini yanıtsız bıraktı.

Fotoğraf: Kin Cheung / AP
İngiltere’de Just Stop Oil aktivistlerinden ragbi sahasında fosil yakıt protestosu

‘Hak ve özgürlüklerimizi yok etmeyi planlıyorlar’

Bir Just Stop Oil sözcüsü, konuya dair açıklamasında şöyle dedi:

“Politikacılarımız milyonlarca insanı öldürmeyi ve elde etmek için mücadele ettiğimiz hak ve özgürlükleri yok etmeyi planlıyor. Dr. Ian Fry’ın işaret ettiği iklim çöküşünün acımasız gerçekliği budur.”

Eğer hükümet BM’den gelen bir mektubu görmezden gelmeye hazırsa, milletvekillerine mektup yazan sıradan insanları dinleme ihtimalleri ne kadardır? Sokaklara çıkmalı, direnmeli ve geleceklerini savundukları için hapse atılan siyasi mahkumların yanında durmalıyız. Londra’da, Trafalgar Meydanından her gün öğlen 12’ye kadar bizimle yavaş yürüme eylemi yapın.”

İklim aktivistlerinden Londra sokaklarında ‘yavaş yürüyüş’ eylemi
Birleşik Krallık’ta polise iklim eylemcilerinin ‘yavaş yürümesini’ yasaklama yetkisi verilecek

Ne olmuştu?

Geçen yıl ekim ayında Marcus Decker ve Morgan Trowland, Just Stop Oil iklim aktivist grubunu desteklemek amacıyla Queen Elizabeth II asma köprüsünü destekleyen kablolara tırmandıktan sonra neredeyse 40 saat boyunca trafiği durdurmuştu.

İngiltere’nin en işlek köprülerinden biri olan köprü, Londra‘yı çevreleyen M25 otoyolunun Thames nehrini geçtiği yerde bulunuyor.

Her iki protestocu da kamu düzenini bozmaktan suçlu bulundu ve Decker iki yıl yedi ay, Trowland ise üç yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu cezalar Birleşik Krallık’ta şiddet içermeyen protestoculara verilen en uzun cezalar oldu.

İklim aktivistleri Lordlar Kamarası’nda: Eylemcilere sert polis müdahalesi parlamentodan geçmedi
Birleşik Krallık’ta yeni ‘protesto karşıtı yasaları’ yürürlükte: İklim aktivistleri 10 dakikada tutuklandı
İklim aktivistlerinin provokatif eylemleri işe yarıyor mu?

[COP28’e doğru] BM: Dünya 3°C’lik ‘cehennem gibi’ bir iklim ısınmasıyla karşı karşıya

Birleşmiş Milletler (BM), gelecek hafta Birleşik Arap Emirliklerinde başlayacak olan kritik İklim Zirvesi (COP28) öncesinde dünyanın “cehennem gibi” 3°C’lik küresel ısınma yolunda ilerlediği uyarısında bulundu.

BM Çevre Programı (UNEP) tarafından yayımlanan yeni bir rapora göre günümüzün karbon azaltma politikaları o kadar yetersiz ki bu yüzyılda 3°C ısınmaya ulaşılacak.

Bugüne kadar sanayi öncesi dönemlere kıyasla 1,4°C‘lik sıcaklık artışı kaydedilmiş olmasına rağmen, 2023 yılında sıcaklık rekorları kırıldı ve yoğunlaşan sıcak dalgaları, seller ve kuraklıklar dünya genelinde çok sayıda can kaybına ve geçim kaynaklarının yok olmasına yol açtı. Bilim insanları, sıcaklıkların artmaya devam etmesi halinde çok daha kötüsünün yaşanabileceğini söylüyor. BM Genel Sekreteri António Guterres, dünyanın “cehennem gibi” bir geleceğe doğru ilerlediğini bir kez daha yineledi.

Rapora göre, ülkeler tarafından halihazırda taahhüt edilen politikaların uygulanması, 2100 yılına dek beklenen 3°C’lik küresel ortalama sıcaklık artışını yalnızca 0,1°C azaltmaya yetebilir. Gelişmekte olan ülkeler tarafından mali ve teknik destek alma koşuluyla taahhüt edilen emisyon kesintilerinin uygulamaya konulmasıyla, sıcaklık artışı 2,5°C‘ye düşürülebilir ancak, bu da hâlâ bir felaket senaryosu.

Fotoğraf: Olivier Morin / AFP
‣ İklim zirvesi öncesi enerji dönüşümünü hızlandıracak yol haritası belirlendi

‘İklim değişikliğinden etkilenmeyen hiçbir insan, ekonomi yok’

Raporda, uluslararası düzeyde kabul edilen küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlama hedefine ulaşabilmek için, 2030 yılına dek şu anda öngörülen toplam 22 milyar ton karbondioksitin azaltılması gerekiyor. Bu miktar küresel emisyonların yüzde 42’sine ve dünyanın en fazla emisyona neden olan beş ülkesinin üretimine eşit: Çin, ABD, Hindistan, Rusya ve Japonya.

The Guardian‘ın aktardığına göre, UNEP İcra Direktörü Inger Andersen şunları söyledi:

Gezegende iklim değişikliğinden etkilenmeyen hiçbir insan ya da ekonomi kalmadı, bu nedenle emisyon, sıcaklık ve aşırı hava koşullarında istenmeyen rekorlar kırmayı bırakmamız gerekiyor. Bunun yerine iğneyi aynı eski yetersiz eylemlere dürtmeyi bırakmalı ve emisyonları azaltma ve iklim finansmanı konusunda rekorlar kırmaya başlamalıyız.”

iklim krizi
Fotoğraf: Santiago Arcos / Reuters
‣ AB’deki fosil yakıt bölünmesi BM İklim Zirvesine yansıyacak mı?

‘Liderlik başarısızlığı, savunmasızlara ihanet, kaçırılmış bir fırsat’

BM lideri Guterres, COP28’de ülkelerin 2030 yılına kadar yenilenebilir enerji kapasitesini üç katına çıkarmayı ve fosil yakıtları net bir zaman dilimiyle aşamalı olarak terk etmeyi taahhüt etmeleri gerektiğini söyledi.

Guterres, Çin ve ABD arasındaki son iklim anlaşmasının olumlu bir adım olduğunu, ancak milyarlarca dolarlık iklim yardımı konusunda verilen sözlerin tutulmamasının ardından gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki güvenin yeniden tesis edilmesi için daha çok şey yapılması gerektiğini sözlerine ekledi.

BM Genel Sekreteri António Guterres

António Guterres şu ifadeleri kullandı:

“Mevcut eğilimler gezegenimizi 3°C‘lik çıkmaz bir sıcaklık artışına doğru sürüklüyor. Bu bir liderlik başarısızlığı, savunmasızlara ihanet ve kaçırılmış büyük bir fırsattır. Yenilenebilir enerjiler hiç bu kadar ucuz ve erişilebilir olmamıştı. Hala 1,5°C sınırını gerçeğe dönüştürmenin mümkün olduğunu biliyoruz. Bunun için iklim krizinin zehirli kökü olan fosil yakıtların sökülüp atılması gerekiyor.

Liderler artık rekor hırs, rekor eylem ve rekor emisyon azaltımı ile planlarına büyük oranda hız vermeli. Yeşil aklama yapmadan, bahaneler uydurmadan.”

BM, kasım başında dünyanın fosil yakıt üreticilerinin gezegenin karbon bütçesini iki kez tüketecek kadar büyük genişlemeler planladıkları konusunda uyarıda bulunmuştu ve uzmanlar bunu “çılgınlık” olarak nitelendirmişti. Kısa bir süre önce yayımlanan bir başka raporda, COP28’e başkanlık edecek olan Sultan Al Jaber‘in CEO’su olduğu, Birleşik Arap Emirlikleri’nin devlet petrol şirketi Adnoc’un, dünyadaki tüm şirketler arasında net sıfır hedeflerine en zararlı genişleme planlarına sahip olduğu tespit edildi.

iklim
COP28 Başkanı, BAE’nin devlet petrol şirketi Adnoc’un CEO’su Sultan Al Jaber
‣ Sivil toplum’dan BM’ye mektup: COP28’i fosil yakıt şirketi CEO’su yönetemez

‘Net sıfır taahhütleri inandırıcı değil’

UNEP’in Kırılan Rekor [Broken Record] başlıklı raporunda, ülkelerin 2050 yılına kadar emisyonları net sıfıra indirme yönündeki uzun vadeli taahhütlerinin tamamının yerine getirilmesi halinde, küresel sıcaklık artışının 2°C ile sınırlandırılabileceği belirtiliyordu.

Ancak rapor, bu net sıfır taahhütlerinin “şu anda inandırıcı bulunmadığı” sonucuna varıyor. Atmosfere salınan karbondioksitin yüzde 80’inden sorumlu olan G20 ülkelerinin hiçbirinin emisyonlarını net sıfır hedefleriyle tutarlı bir hızda azaltmadığı da raporda vurgulanıyor.

Raporun başlığı, aynı zamanda “Bozuk Plak” olarak da yorumlanabilen bir kelime oyunu içeriyor. UNEP bu şekilde ülkelerin sıkça benzer taahhütleri tekrarladığına fakat bir ilerleme kaydetmediğine de işaret ediyor.

‣ BM’nin eski iklim lideri: COP28 ev sahibi BAE’nin yaklaşımı ‘çok tehlikeli’

‘Bebek adımları değil, cesur adımlar atılması gerek’

BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) tarafından 14 Kasım’da yayınlanan bir başka rapor da UNEP raporuyla hemen hemen aynı noktalara dikkati çekiyor.

Rapor, mevcut ulusal emisyon azaltım taahhütlerinin, küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlamak için gereken yüzde 43’lük emisyon azaltımı yerine, 2030’da küresel emisyonların 2019 seviyelerinin yalnızca yüzde 2 altında olması anlamına geldiğini belirtiyor.

UNFCCC İcra Sekreteri Simon Stiell

UNFCCC İcra Sekreteri Simon Stiell, “Hükümetler iklim krizini önlemek için bebek adımları atıyor; her şeyin rayına oturması içinse Dubai‘de yapılacak COP28’de cesur adımlar atmaları gerek” dedi.

Al Jaber şu ifadeleri kullandı:

“Artık ertelemeler için zamanımız kalmadı. COP28, bu kritik on yılda [ülkelerin] hedeflerini yükseltme taahhüdünde bulunmaları ve hiç kimseyi geride bırakmadan 1,5°C‘yi ulaşılabilir kılacak sonuçları elde etmek üzere birleşmeleri, harekete geçmeleri ve sonuçlara ulaşmaları için tarihi bir dönüm noktası olmalıdır.”

‣ Kral Charles BM İklim Zirvesinde açılış konuşması yapacak

‘Mevcut anlaşmalar yeniden düzenlenmeli’

Uluslararası Çevre ve Kalkınma Enstitüsü İcra Direktörü Tom Mitchell. Fotoğraf: IIED

Uluslararası Çevre ve Kalkınma Enstitüsü İcra Direktörü Tom Mitchell “İklim eylemi söz konusu olduğunda dünyanın frene basması gerekiyor. Bu da ekonomik, yasal ve finansal statükonun derinlere işlemiş yönlerinin ele alınması demek” dedi.

Mitchell, şirketlerin gelecekteki karlarını azaltacak iklim politikaları konusunda hükümetlere dava açmalarını sağlayan gizli mahkemelerden oluşan bir sistem olan enerji ayrıcalığı anlaşmasına atıfta bulunarak “Büyük petrol şirketlerinin çıkarlarını koruyan uluslararası yatırım rejimi de bunlardan biri” diye ekledi. 

Mitchell, şunları kaydetti:

Fosil yakıt yatırımcılarını kayıran anlaşmalar ve sözleşmeler, felaket derecesinde ısınmayı önlemek istiyorsak fosil yakıt rezervlerinin çoğunun yerin altında kalması gerektiğini bilmemize rağmen yeşil enerjiye geçişi engelliyor. Emisyonları azaltmak ve Dünya’nın mümkün olduğunca büyük bir kısmını torunlarımız için yaşanabilir kılmak istiyorsak [bu anlaşmalar] yeniden düzenlenmelidir.”

‣ Avrupa Birliği, İklim Zirvesi’nde fosil yakıtlardan çıkış talep edecek

Kadın+lar 25 Kasım’da meydanlarda: Şehir şehir, sokak sokak isyan takvimi

Kadınlar ve LGBTİ+’lar, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde sokaklara çıkmaya hazırlanıyor. Türkiye’nin dört bir yanında bir araya gelecek kadınlar, patriyarkaya, erkek şiddetine, aile dayatmasına, istismara, heteroseksizme ve erkle birlikte yaratılan tüm baskılara, dayatmalara karşı ses çıkaracak.

İstanbul’da Cumartesi günü (25 Kasım) gerçekleştirilecek yürüyüşün toplanma yeri Mecidiyeköy olacak. Yürüyüş 16.00’da Mecidiyeköy meydanında gerçekleştirilecek.

İstanbul

İstanbul’da kadınlar ve LGBTİ+’lar 25 Kasım’da patriyarkaya, erkek şiddetine, aile dayatmasına, istismara, heteroseksizme ve erkle birlikte yaratılan tüm baskılara, dayatmalara karşı 16.00’da Mecidiyeköy’den ses çıkaracak.

Kadınlar Birlikte Güçlü grubu tarafından yapılan çağrıda şu ifadelere yer verildi:

“Hangi aile kutsal!?

Çocuk bakımı, yaşlı bakımı, temizlik, herkesin hayatını düşünmek derken emeğimizin görünmezleştiği ve karşılıksız sömürüldüğü aile mi

Aile içinde emeğimiz gasp ediliyor!

Hangi aile kutsal!?

Bize çocukluğumuzdan itibaren nasıl davranmamız gerektiğini söyleyen, dayatan; arzularımızı, isteklerimizi, varoluşumuzu yok sayan aile mi?

Aile dışında hayat var!

Hangi aile kutsal?

Kadınları öldüren, şiddet uygulayan erkeklerin reis olduğu aileler mi?

Ailenin içinde kadın cinayetlerinin failleri var.

Hangi aile kutsal!?

6 yaşından itibaren bir çocuğu istismar eden, istismarı gizleyen, “dinimiz” diyerek savunan aile mi?

Aile içinde çocuk istismarı var!

Sömürünün, istismarın, şiddetin olduğu hiçbir aile kutsal; bu yeniden tanımlamalar da kadınların, çocukların, Lgbti+ların iyiliği için değil.

Kadınların şiddete maruz kaldığı, emeğinin sömürüldüğü, öldürüldüğü heteroseksist aile dayatmasına karşı 25 Kasım’da Mecidiyeköy’deyiz!”

Ayrıca İstanbul’da 26 Kasım’da da Kadın Meclisleri tarafından 14.00’da Kadıköy’deki Süreyya Operası önünde bir buluşma gerçekleştirilecek.

Kadıköy İskele Meydanı’nda 15.00’da basın açıklaması gerçekleştirilecek:

“Laikliğe, Medeni Kanun’a, anayasal işleyişe, 6284’e yapılan saldırılara karşı 12 Kasım’da Kartal’da Laiklik ve Özgürlük için Kadın Yürüyüşü’nü coşkuyla gerçekleştirdik. Yüzlerce kadınla birlikte laiklik ve özgürlük bayrağını dalgalandırdık. Kartal’dan aldığımız coşkuyla şimdi Türkiye’nin birçok ilinde 25 Kasım’a yürüyoruz. Her yıl olduğu gibi Türkiye’nin dört bir yanında meydanlarda olacağız.

Şüpheli kadın ölümlerinin arttığı, kadınların yüksekten düşerek öldüğü bugünlerde “İntihar Denileni Şüpheli Bırakmayacağız” diyoruz. Her ay tuttuğumuz verilerde görüyoruz ki şüpheli kadın ölümü verileri kadın cinayeti sayısına yaklaşıyor. Toplum yıllar süren mücadelemiz sonucu kadın cinayetlerine nasıl tepki veriyorsa şüpheli kadın ölümlerine de artık aynı tepkiyi veriyor.

25 Kasım 1960’ta öldürülen Mirabal Kardeşler’in ardından süren mücadeleyi devam ettiriyoruz. Kadına yönelik şiddeti, kadın cinayetlerini, şüpheli kadın ölümlerini yeryüzünden silene kadar durmayacağız. Tüm kadınları beraber yürümeye çağırıyoruz.”

Ankara

Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi de 24 Kasım Cuma günü 11.00’da Ankara Adliyesi 4 Nolu Ek Hizmet Binası/ Söğütözü – Aile Mahkemeleri önünde buluşma çağrısı yaptı:

Ankara Kadın Platformu ise 25 Kasım Cumartesi günü saat 16.00’da bir araya gelerek savaşa, krize, yoksulluğa ve erkek-devlet şiddetine karşı Kolej Meydanı’nda tek yürek olacak. 

Çanakkale 

Çanakkale’de ise eylem çağrısı şu sözlerle yapıldı: 

“Şiddetin büyüdüğü, ekmeğin küçüldüğü bu düzene artık yeter!”

25 Kasım’da yürüyüş 13.00’da Golf Çay Bahçesi yanında gerçekleştirilecek. 

“Şiddete, gericiliğe, savaşa, yoksulluğa karşı, haklarımıza, yaşamlarımıza, geleceğimize sahip çıkmak için şiddetin büyüdüğü, ekmeğin küçüldüğü karanlığa inat eşit, özgür, savaşsız, laik bir yaşamı kuracağız! Birlikte kazanacağız, kadınlar kazanacak.” 

Mersin

Kadınlar ve LGBTİ+’lar Mersin’de 25 Kasım için çağrı yaptıkları, 20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü’nde Mersin Emniyeti’nin saldırısına uğradı.

Mersin’de kadınlar 25 Kasım’da 18.30’da Kushimota’da bir araya gelecek. Kadın+’lar “Erkek şiddetine, savaşa, yoksulluğa karşı Kasım’da da isyanımızla sokaktayız” dedi.

Ayrıca Mersin, Tarsus’ta, 25 Kasım Cumartesi günü 15.00’da Yarenlik Alanı Halk Eğitim Merkezi önünde bir araya gelinecek.

Aydın

Aydın’da ise 25 Kasım’da saat 17.00’da Kuşadası, Bülent Ecevit Parkı’nda bir araya gelinecek. Yürüyüş için şu çağrıda bulunuldu:

“Mücadelemiz, dayanışmamız sürüyor. Yan yana gelmek, kalabalığımızdan güç bulmak için bu sene de meydanlardayız.”

İzmir

İzmir’de kadınlar ve LGBTİ+’lar Narlıdere’den, Buca’dan, Konak’tan, Bornova’dan, Karşıyaka’da, Çiğli’den, Menemen’den, Aliağa’dan bir araya gelecek. Buluşma 25 Kasım’da saat 17.00’da Alsancak İzban önünde gerçekleştirilecek.

“Yoksulluğa, savaşa, kurumsallaşmış şiddete karşı öfkemizi örgütlüyor ve isyanımızla 25 Kasım’a gidiyoruz.”

Hatay

Hatay’da ise 25 Kasım’da saat 14.00’da Harbiye yolu üzerinde, Ziraat Bankası önünde bir araya gelinecek. Hatay Kadınlar Birlikte Güçlü grubu buluşmaya şu ifadelerle çağrıda bulundu:

“Şiddetinizle barışmayacağız, yeni bir yaşamı biz kadınlar kuracağız!”

Eskişehir

25 Kasım’da Eskişehir’de buluşma noktası Espark Bağlar Kapısı. Burada saat 15.00’da bir araya gelecek kadın+lar “Savaşa, şiddete ve yoksulluğa karşı mücadelemiz var’ demek için alanlarda olacağız” diyerek çağrıda bulundu. 

Denizli

Denizli’de gerçekleştirilecek eylem, 25 Kasım Cumartesi günü 17.45’te Candoğan Parkı’nda başlayacak. 18.00’da Çınar Meydanı’nda yürüyüş gerçekleştirilerek basın açıklaması yapılacak. 

Adana 

Adana’da ise 24 Kasım’da Atatürk Parkı’nda bir araya gelinecek. Saat 17.30’da kadınlar ve LGBTİ+’lar “Katledilen kadınları aklınıza mıhlama gibi kazıyacağız” diyerek kadın mücadelesine meydanlarda sahip çıkacak. 

Bursa

Bursa’da “Kadınlar eşit,özgür bir ülkede barış içinde yaşamak istiyor. Kadın kadının yurdudur, birbirimize sarılıp kız kardeşlik bağını güçlendiriyoruz. 25 Kasım kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele gününde savaşa, şiddete, yoksulluğa karşı sokaktayız!” çağrısı yapılan buluşma, Fomara Meydanı’nda 17.00’da gerçekleştirilecek. 

Muğla

Muğla’daki kadın+ eylemi ise 13.00’da başlayacak. 12.30’da Demokrasi Evi’nde buluşacak kadın+lar eylemin ardından 13.30’da Cumhuriyet Meydanı’nda Kadın, Yaşam, Özgürlük Ağacı Buluşması gerçekleştirecek. 

Mardin

Mardin’deki buluşma ise Cumhuriyet Meydanı’nda 14.00’da gerçekleştirilecek:

“İntihar denileni,  şüpheli bırakmayacağız. Kadın cinayetlerini durduracağız.”

Gaziantep

Gaziantep’deki buluşma da 25 Kasım’da Yeşilsu Meydanı’nda 17.30’da gerçekleştirilecek.

Konya

Konya’da 25 Kasım’da isyanın gerçekleştirilecek nokta Zafer Kırmızı Çarşı karşısı olacak. Gedavet’te de basın açıklaması gerçekleştirilecek. 

İzmir

İzmir’de kadınlar ve LGBTİ+’lar Alsancak’ta 17.00’da Eski Leman Kültü önünde bir araya gelecek:

“Savaşa, işgale, erkek-devlet şiddetine, yoksulluğa, sömürüye, homofobiye ve gericiliğe karşı kadınlar her yerde mücadelede! İşyerlerinden, mahallelere, okullardan meydanlara 25 Kasım’da Alsancak’a…”

Antalya

Antalya’da ise kadın+lar 25 Kasım’da saat 14.00’da Aydın Kanza Parkı’nda bir araya gelecek. 

Kazdağları’nda plastikler doğaya terk edilmesin diye çalışmalar başladı

Yurttaşlık Derneği, Daha Çok Sorumluluk Daha Az Plastik Projesi ile Kazdağları ve Edremit Körfezi havzasında tarımsal üretim alanlarında plastik kirliliğinin azaltılması için katılımcılık esaslı bir atık yönetim modelinin hayata geçirilmesi için çalışmalara başladığını duyurdu.

‘Daha Çok Sorumluluk Daha Az Plastik Projesi’, Kazdağları ve Edremit Körfezi bölgesinde tarımsal üretimde kullanılan tehlikeli kimyasalların ve diğer plastik ambalajlarının sosyo-ekolojik olarak güvenli, sürdürülebilir ve ekonomik açıdan uygulanabilir bir şekilde toplanması ve bertaraf edilmesi için katılımcı, havza ölçeğinde bir atık yönetimi modelinin geliştirilmesini amaçlıyor.

‣ Plastik atıkların yol açtığı ilk hastalık tanımlandı
Mersin’de ithal plastik atık tesisi zehir yayıyor
‣ Rapor: Küresel anlaşma ile plastik kirliliği yüzde 80 oranında azaltılabilir 

plastik,pestisit,çalışma,yurttaşlık derneği, Kazdağları,

Her yıl binlerce ton boş pestisit ambalajı doğaya terk ediliyor

Ülkede her yıl tarımsal üretimde kullanılan binlerce ton boş pestisit ambalajı, mevzuat yetersizliği, mali ve idari kısıtlar, bilgisizlik ve birincil sorumluluğun çiftçilerin sırtına yüklenmesi gibi nedenlerle su ve tarla kenarlarına; doğaya terk ediliyor. Çevreye bırakılan pestisit ambalajları hem plastik hem de kimyasal atık olarak toprak ve su kirliliğine yol açıyor. Bu da halk sağlığı ve gıda güvenliği açısından büyük bir risk oluşturuyor.

Pestisit ambalajları tehlikeli madde sınıfında yer alıyor. Pestisit kullanımına ve pestisit ambalajlarının bertarafına ilişkin sorunun boyutu; pestisit kullanım miktarı, kullanan kişi sayısı ve çiftçi kaydı bilgisi, kullanım alanı ölçüsü, çıkan ambalaj miktarı/sayısı gibi verilerin şeffaf ve erişilebilir olmaması nedeniyle de tam olarak ölçülemiyor.

Yerel, ulusal ve uluslararası ölçekte gıda güvenliği ve çevre sağlığı sorunu yaratan pestisitlerin kullanımının azaltılması kadar pestisit atıklarının toplanması ve bertarafı da kritik önem taşıyor.

Pestisit kabusu: Yılda 385 milyon kişi zehirleniyor, her yıl 11 bin kişi hayatını kaybediyor
Türkiye pestisit kalıntısında AB’de ilk sırada
Pestisitlerde alarm: Tarımda yasaklı maddelerin kullanımı devam ediyor

plastik,pestisit,çalışma,yurttaşlık derneği

Projeye ilişkin ortaya koyulan açıklamada da “Doğrudan geri dönüşümde kullanılamayan bu atıkların yeraltı ve yerüstü su kaynaklarına, hava ve toprağa ve tüm canlı yaşamına verdiği zararın azaltılması ve yeniden ekonomiye kazandırılması, başta kamu kurumları olmak üzere bütün pestisit üretici ve dağıtıcıları ile kullanıcıların yükümlülüğündedir” deniyor. Türkiye’deki duruma ise şöyle değiniliyor:

“Kimi ülkelerde değişik model ve yöntemlerle geri kazanılmaya çalışılan tarımsal alandaki plastik kirliliğinin önlenmesi için maalesef ülkemizde yerleşik ve yaygın bir atık yönetim modeli bulunmuyor. Az sayıdaki il ve ilçede birkaç kamu kurumunun ve yerel yönetimlerin hayata geçirdiği ve pestisit üreticileri ile dağıtıcılarının doğrudan sorumluluk almadığı pilot uygulamalar ise ne yazık ki etkili bir sonuç yaratıyor.”

ÇİSİP’ten çağrı: Ulusal pestisit eylem planı hazırlanmalı
Kendini öldüren sistem: Avrupa’daki meyvelerde pestisit kalıntıları dokuz yılda yüzde 53 arttı
Yasaklanan beş pestisitin kullanım süresi ikinci kez uzatıldı: Stoklar tükeninceye kadar zehir mi yiyeceğiz?

plastik,pestisit,çalışma,yurttaşlık derneği, Kazdağları,

Ortak sorumluluk, ortak proje

‘Daha Çok Sorumluluk Daha Az Plastik’ çalışmasının, tarımsal üretimde kullanılan pestisit ambalajı ve sair plastik kirliliğinin azaltılması için sürdürülebilir bir atık yönetim modelinin ancak ortak sorumlulukla gerçekleşebileceği fikrinden hareketle tasarlandığı belirtiliyor.

Hazırlık çalışmaları yaklaşık üç yıl önce başlayan projenin, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Küresel Çevre Fonu Küçük Destek Programı (UNDP-GEF/SGP) tarafından desteklenen son etabı Eylül 2022’de başlatıldı.

Nihai hedef olarak pestisit kullanımının azaltılmasını ve sıfırlanmasını gözeten bu çalışma, Kazdağları ve Edremit Körfezi havzasındaki yerel ve merkezi kamu idarelerini, çiftçi ve üretici örgütlerini ve sivil organizasyonları bir araya getirerek ‘Genişletilmiş Üretici Sorumluluğu’ ilkesi kapsamında harekete geçirmeyi amaçlıyor.

plastik,pestisit,çalışma,yurttaşlık derneği, Kazdağları,

Proje faaliyetlerine Eylül 2022’den bu yana küçük ve büyük ölçekli tarım üreticileri, köylüler, tüketiciler, meslek birlikleri, ticaret odaları, pestisit ve tarımsal plastik dağıtıcıları, belediye başkanları, bölgedeki yerel yönetimlerin uzmanları ve yöneticileri, merkezi kamu idaresinin taşra teşkilatları, yerel halk, akademisyenler ve araştırmacılar ile sivil toplum örgütlerinin katıldığı bildiriliyor.

Projenin beş yerel ortağı arasında S. S. Çanakkale Troida Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi (TROİDA), Çanakkale Yerel Kalkınma Derneği (ÇAYEKA), Gülpınar Sürdürülebilir Yaşam Derneği (GSYD), S.S. Çanakkale Üretim ve Pazarlama Kooperatifi (ÇAKOOP) ve Balıkesir Gömeç Belediyesi bulunuyor.

Rapor: Bertarafta sistemli bir yaklaşım yok

Proje kapsamında Ekim 2023’te yayınlanan “Kazdağları ve Edremit Körfezi’nde Pestisit Ambalajı ve Plastik Atık Yönetiminde Genişletilmiş Üretici Sorumluluğu” başlıklı saha araştırması raporuna göre, yörede meyve ve sebze üretiminde zirai mücadelede pestisit kullanımı hayli yaygın.

Saha çalışması kapsamında Çanakkale ve Edremit Körfezi’nde beş farklı ilçede 600’e yakın çiftçi ve 12 zirai ilaç bayisi ile yapılan görüşmeler, pestisit kaplarının doğaya ve halk sağlığına yönelik etkilerini gözler önüne serdi.

plastik,pestisit,çalışma,yurttaşlık derneği

Ancak rapora göre; üreticiler arasında bu ürünlerin doğru kullanımı, zirai mücadele açısından etkileri, doğaya ve halk sağlığına zararları ve atıkların bertarafı / geri kazanımı konusunda sistemli bir yaklaşımın olduğunu söylemek zor.

Buna göre; çiftçiler, zehirli atık sınıfındaki boş pestisit ambalajlarını çoğunlukla gelişigüzel uyguladıkları yöntemlerle bertaraf ediyor. Bu yöntemler arasında toprağa gömme, yakma, araziye veya en yakın sulama kanalına atma, evsel atıklarla birlikte çöpe atma ve eğer varsa kamu idaresi tarafından köylere konulan konteynerlere atma bulunuyor.

[2022’nin ardından] İnsan organlarında plastik, çöplerin deniz aşırı yolculuğu, sanayi kirliliği ve daha fazlası
‣ 40 örgütten dayanışma: Plastik atık ticareti konusunda araştırma yapan gazeteciler saldırı altında
Adana’da ithal atıkları araştıran iki gazeteci firmalar tarafından darp edildi 

Hedef: Ekolojik açıdan güvenli, etkili, katılımcı ve sürdürülebilir bir yönetim modeli

11-12 Nisan 2023 günlerinde Çanakkale’de, meseleye ilişkin bütün tarafların işbirliğini ve sorumluluk alanını geliştirmeye yönelik bir ağ oluşturmak için Paydaşlarla Arama ve Ağ Oluşturma Toplantısı da yapıldı. Toplantıya havzadaki yerel ve merkezi kamu idaresi yetkilileri, (Zirai İlaç Üreticileri Derneği / ZİMİD gibi) pestisit üretici ve bayi temsilcileri, ziraat odaları, Güney Marmara Kalkınma Ajansı temsilcileri, zirai üretici birlik ve kooperatifleri, üniversite bileşenleri ve havzadaki yerel sivil toplum kurumları ve girişimleri katıldı.

plastik,pestisit,çalışma,yurttaşlık derneği, Kazdağları,

2023 yaz ayları boyunca çeşitli köy ve yöre festivallerinde üreticilerle buluşmalar gerçekleştirildi. Çanakkale Bayramiç, Balıkesir Gömeç, Ayvacık, Gülpınar köyünde yapılan bu buluşmalarda aynı zamanda konuya ilişkin bilgi ve farkındalığı artırmak üzere fotoğraf sergileri ve çocuk atölyeleri düzenlendi, bilgilendirici föyler dağıtıldı.

Çalışma ile tarımsal üretimde kullanılan pestisit ambalajı ve sair plastik kirliliği meselesinin insan sağlığı ve ekolojik açıdan güvenli, etkili, katılımcı ve sürdürülebilir bir yönetim modeliyle çözülmesine yönelik bir diyalog süreci için elverişli bir zemin oluşturmak amaçlanıyor.

[İklim Masası] Sel felaketleri, en çok kadın ve çocukları etkiliyor

İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası‘yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Dr. Özlem Arslan‘ınkaleme aldığı iklim değişikliğiyle birlikte artan sellere ve bu felaketlerden en çok etkilenen kadın ve çocuklar gibi kırılgan gruplara dair verilerle aktardığı makalesini yayımlıyoruz. 

*

Dünyanın her yerinde kırılganlaştırılmış grupların, iklim temelli afetlerden daha fazla etkilendiğini biliyoruz. Bu durum, 19 Kasım’da Türkiye’nin birçok ilinde etkili olan fırtına ve kuvvetli yağışların sebep olduğu ölümlerde de gözlendi: Hayatını kaybeden dokuz kişiden dördü, bir ve dokuz yaşları arasındaki üç çocuk ve babaanneleriydi. Diyarbakır’da ise sel sularına kapılan, zihinsel engeli de olan bir vatandaş, yaşamını yitirdi.

Afetlerin kadınları daha çok etkilediğine dair haberler zaman zaman basında yer alsa da, konuyu Türkiye özelinde kapsamlı olarak ele alan çalışmalar oldukça sınırlı. Yine de dünyanın farklı ülkelerinde yapılan araştırmalar, Türkiye için yol gösterici nitelikte.

İklim değişikliği nedeniyle sel felaketleri artışta

İklim temelli aşırı hava olayları ile bağlantılı olarak ortaya çıkan afetler arasında, küresel olarak en yaygın olanı seller. İklim değişikliğiyle birlikte yağışların yoğunlaşması ve deniz seviyelerinin yükselmesi, sel riskini de günden güne artırıyor. Seller, 1998-2017 yılları arasında kaydedilen iklim felaketlerinin yüzde 43’ünü oluşturuyor. Aynı süre zarfında, sellerin iki milyardan fazla insanı etkilediği biliniyor. Dünya genelinde her yıl milyonlarca insan sel nedeniyle evlerinden olurken, sel olaylarının neden olduğu yıllık varlık kayıpları yüz milyarlarca doları buluyor.

Türkiye’de görülen iklim temelli hava olaylarına örnek olarak kuraklık, sıcak dalgaları, orman yangınları, seller ve fırtınalar verilebilir. Küresel duruma benzer olarak Türkiye’de de seller – depremlerin ardından – yaşanan en yıkıcı afetler arasında. Üstelik iklim değişikliğiyle beraber yağışlardaki düzensizliğin artması, sel olaylarının da giderek artacağına işaret ediyor. Bugüne kadar oluşan zararı görmek, geleceğe dair bir fikir verebilir: Uluslararası afet veri tabanı EM-DAT’ın verilerine göre, 1948’den 2020’ye sellerin Türkiye’ye maliyeti 2,5 milyar dolara yaklaştı; ayrıca 1,401 kişi, seller nedeniyle yaşamını kaybetti.

Kontrolsüz kentleşme ve arazi kullanımında denetimsizlik, Türkiye kentlerini seller karşısında kırılgan kılan önemli nedenler arasında. Bina yüksekliklerinin ve yoğunluğunun plansız artışı, yeşil alanların betonlaşması, nehir kenarlarında kontrolsüz yapılaşma ve nehir kanallarının plansızca daraltılması plansız kentleşme pratiklerine örnek olarak gösterilebilir.

Yaşamını kaybeden kadınlar, erkeklerden 14 kat fazla

Tüm bu etkilerinin yanı sıra iklim temelli afetler, toplumdaki mevcut eşitsizlik biçimlerini şiddetlendiriyor ve kırılgan grupların daha da kırılganlaşmasına neden oluyor. Örneğin toplumsal cinsiyet kaynaklı hiyerarşiler, bilgiye, karar alma mekanizmalara, kaynaklara ve eğitime erişim gibi konularda eşitsizlikler yaratırken, felaketler de bu eşitsizliklerin şiddetlenmesine neden oluyor.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’na göre doğal afetlerde kadınların ve çocukların hayatını kaybetme ihtimali, erkeklerden tam 14 kat daha fazla. Buna ek olarak, örneğin 2004 yılında Hint Okyanusunda yaşanan tsunami sonucu Endonezya ve Sri Lanka’da yaşamını yitiren kadın sayısı, erkeklerin dört katıydı. Bunun nedenlerini inceleyen araştırmalar, durumun, toplumlardaki cinsiyet eşitsizliği ile doğrudan ilişkili olduğunu ortaya koyuyor.

Kadınların ve kız çocuklarının bilgiye, teknolojiye, finansal kaynaklara erişimini kısıtlayan, ekonomik gelirlerini kontrol etmelerini engelleyen toplumsal yapılar, onları iklim temelli afetler karşısında da daha kırılgan kılıyor. Örneğin, Oxfam’in 2005 yılında yayınlanan bir bilgi notu, Sri Lanka’da erkeklerin kadınlara göre tsunamiden daha kolay kurtulduklarını çünkü cinsiyet rolleri nedeniyle yüzme ve tırmanma becerilerinin daha çok geliştiğini ileri sürüyor.

Kadınlar ekonomik faaliyetlerden kopuyor

Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin verdiği bilgiye göre Türkiye’de 2,5 milyon kadın çiftçinin yüzde 78’i ücretsiz aile işçisi olarak, yüzde 90’ı ise kayıt dışı olarak çalışıyor. Tarım sektöründe, kadınların toprak sahibi olmaması ve çoğunlukla kayıt dışı veya ücretsiz çalışmaları, felaketler sonrasında tazminat alamamalarına neden oluyor. Bu nedenle kadınların felaketlerin ardından toparlanıp yeniden hayat kurmaları da erkeklere kıyasla çok daha zor oluyor.

Kadınların eve kapanması, ekonomik kaynaklara erişimlerini engelleyen önemli bir faktör. Hatta birçok kadının banka hesabının dahi bulunmadığı biliniyor. Sel sonrası kamusal alan kaybı ise afetten etkilenen kadınların yaşamlarını yeniden kurmalarını daha da zorlaştırıyor.

2021 yılında Kastamonu Bozkurt’ta yaşanan sel felaketinin ardından Özge Doruk’un Yeşil Düşünce Derneği için yazdığı Bozkurt: İklim Adalet Üzerine adlı saha çalışması da bu tespiti doğrular nitelikte. Doruk, Bozkurt’ta yaşanan sel felaketinin çay bahçelerini, kafeleri ve ürün standlarını içeren ana meydanı ortadan kaldırmasının, kadınların bölgedeki sosyalleşme ve ticaret yapma imkanlarını neredeyse yok ettiğine dikkat çekiyor. Ana meydandaki standlarda el emeklerini sergileyen ve satan kadınların birçoğunun ticari faaliyeti bıraktıklarını aktarıyor.

Kadınlar afet sonrasında da tehdit altında

Kadınların karşı karşıya oldukları zorluklar bunlarla da bitmiyor. Yapılan çalışmalar, kadına yönelik şiddetin de afet sonrasında arttığını ortaya koyuyor. 2011’de Vanuatu’nun Tafea kentinde meydana gelen iki kasırganın ardından şehirde rapor edilen aile içi şiddet vakalarında yüzde 300 oranında artış gözlendi. Buna karşın birçok kadının, cinsel şiddet tehdidi nedeniyle barınaklara gitmekten çekindiği de rapor ediliyor. 2010’da Pakistan’da gerçekleşen selden sonra ise kadınların su, yakacak odun, erzak bulmaya ya da gece tuvalete giderken saldırıya uğradıkları tespit edildi.

Benzer güvenlik sorunları, bu yıl yaşanan Kahramanmaraş merkezli depremler sonrasında Türkiye’de de görüldü. Mor Çatı’nın bölgede yaptığı araştırmada, kadınların şiddete uğradıklarında başvuracakları kurumların binalarının deprem nedeniyle yerinin değiştiği ve kadınların bu binaların yeni yerlerinden haberdar olmadığı tespit edildi. Alandaki görevlilerin ise kadına yönelik şiddet ile ilgili prosedürlerden haberdar olmadıkları, bunun da vakaların takibini zorlaştırdığı belirtiliyor.

Kamu kurumlarının bu sınırlarına rağmen, kadına yönelik şiddet konusunda deneyimli sivil toplum örgütlerinin bölgedeki çalışmalarının engellenmeye çalışılması da kadınları şiddete karşı savunmasız bırakıyor. Türk Tabipleri Birliği raporuna göre, deprem sürecinde Hatay Sosyal Hizmetler Müdürlüğüne yapılan başvurular iki bini buldu.

Hamile ve emziren kadınlar özellikle etkileniyor

Yakın zamanda karşı karşıya kaldığımız bu örnekler dolayısıyla da, afetlerin anne ve çocuk sağlığına dair ilave riskler barındırdığını biliyoruz. Barınakların hijyenik olmaması ve temiz suya erişimle ilgili sıkıntılar, hem kendilerinin hem de aile fertlerinin bakımını üstlenen kadınlar için yeni sorunlar doğuruyor. Bunun yanı sıra, afet durumlarında gıda güvenliğinde yaşanan sıkıntılar, özel beslenme ihtiyacı bulunan hamile ve emziren kadınları özellikle etkiliyor.

Bu durumun etkileri, erkeklerin gıdaya erişimlerinin öncelendiği bazı kültürlerde daha da keskin hissediliyor. 2010 yılında Pakistan’da yaşanan sel felaketi sonrası 180 binden fazla hamile ve emziren kadın, uygun tıbbi bakım, test olanakları ve gerekli beslenme imkanı bulunmadığı için zorluklar yaşadı, birçok kadın hayatını kaybetti veya ciddi hamilelik komplikasyonlarıyla karşı karşıya kaldı.

Aynı ülkede geçtiğimiz yıl meydana gelen sellerde ise sekiz milyon kişi yerinden oldu ve 600 binin üzerinde kişi kamplarda barınmaya başladı. Bu sellerden etkilenen kadınların 650 bininin hamile olduğu, bazılarının enkazlarda, herhangi bir tıbbi yardım almaksızın doğum yapmak zorunda kaldığı biliniyor.

Korunma yöntemlerine erişilememesi, bu dönemde istenmeyen hamileliklerin artmasına neden oluyor. Bunun yanı sıra, özellikle seller gibi su taşkınlarının olduğu fakat bu suların hijyenik olmadığı durumlarda kolera, sıtma, solunum yolu ve cilt enfeksiyonları gibi hastalıkların ortaya çıktığı belirtiliyor.

Kız çocuklarının eğitimi kesintiye uğrayabiliyor

İklim felaketleri sonrasında kız çocuklarının eğitimi de erkek çocuklarına kıyasla daha uzun süre kesintiye uğrayabiliyor. Eğitim tesislerinin yıkılması, ulaşım altyapısının zarar görmesi, ailelerin afetten kaynaklanan mali yükleri ve okullarda rehabilite edilmiş su, hijyen ve sağlık hizmetlerinin bulunmaması gibi faktörler, çocukları eşit şekilde etkilemiyor. Örneğin, sel gibi felaketler sonrasında artabilen ücretsiz bakım sorumlulukları da daha büyük oranda kız çocuklarına yükleniyor. Bu durum da eğitimlerini kesintiye uğratabiliyor. Bunun yanı sıra erkek çocuklar çalışmak zorunda bırakılırken kız çocukları da erken evlendirmelere maruz bırakılabiliyor.

Hane içi sorumluluğun neredeyse tamamı kadınlarda

Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) 2022 verilerine göre, erkeklerin yüzde 62,8’i istihdamdayken bu oran kadınlarda yüzde 28’e düşüyor. Oysa kadınların yüzde 87’si 25 yaşın üzerinde ve en az bir eğitim düzeyini tamamlamış durumda; yüzde 21’i ise yükseköğretim mezunu.

Veri analizinde TÜİK, kadınların eğitim düzeyi arttıkça, istihdamdaki oranlarının da yükseldiğine işaret ediyor. Örneğin yükseköğretim mezunu kadınların yaklaşık yüzde 68’i çalışıyor. Türkiye’de hane içi sorumluluk dağılımına baktığımızda ise yemek yapma, çamaşır yıkama, ev temizliği, çocuk bakımı gibi işlerin ağırlıklı olarak (yüzde 80 ile 95 aralığında) kadınlar tarafından yapıldığı görülüyor.

Bu rakamlar, Türkiye’de kadınların çoğunun temel afet bilgilendirmesi ve afet yönetiminde söz sahibi olabilecek eğitim düzeyinde olduğunu gösteriyor. Bunun yanı sıra, hane içindeki adaletsiz iş bölümü nedeniyle, afetlere hane içinde yakalanması en muhtemel olan ve afet sonrası bakım hizmetini de ağırlıklı olarak yüklenecek olanlar, kadınlar.

Fotoğraf: DHA

Afet yönetiminde kadın bakış açısı şart

Koç Üniversitesinde yapılan ve afet mevzuatı kapsamında 17 metni inceleyen bir çalışma, bu metinlerin 15’inin “toplumsal cinsiyet açısından kör,” olduğuna işaret ediyor. Çalışmaya göre, Türkiye Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planında (2012-2023) kadınlar riskli birey grupları içinde sayılıyor ve onların ayrıca dikkate alınacağı çalışmaların gerekliliği vurgulanıyor. Ancak belge, kadınların ve onlarla aynı kategoride yer alan yaşlıların, engellilerin ve çocukların karar alma mekanizmalarına katılımları için güçlendirilmesi yerine onların kırılganlıklarına odaklanıyor.

Yaşadığımız birçok afet, kadınların afet yönetimindeki yokluğunun, hem afet öncesi doğru önlemlerin alınmasına hem de afet sonrası yeterli hazırlıkların yapılmasına önemli bir engel olduğunu gösteriyor. Kahramanmaraş depreminden sonra da gördüğümüz gibi kadınlar, hijyenik ürünlere erişim, temiz ve güvenli tuvalet ve barınak bulma, temiz suya erişim ile ilgili birçok sorun yaşadılar. 2011 Van depremi sonrası yapılan tespitler de gösteriyor ki geçici barınma alanlarındaki tıp personelinin ağırlıklı erkek olması, kadınların sağlık sorunlarını ifade etmekten çekinmelerine ve sağlık sorunlarının ciddileşmesine neden oluyor.

Bu sorunu çözmenin yolu, kadınların karar alma süreçlerine dahil edilmesinden ve iklim kaynaklı afetlere karşı dirençlilik, bilgi ve becerilerinin artırılmasından geçiyor. Daha iyi bir afet yönetimi için, kadınların bakış açılarının ve deneyimlerinin afet yönetimine mutlaka dahil edilmesi gerekiyor. Toplumsal cinsiyet perspektifinin afet iletişiminden eğitimine ve yönetimine kadar tüm farklı aşamalara eklenmesi şart.

Dr. Özlem Aslan hakkında

Dr. Özlem Aslan, Kadir Has Üniversitesi Çekirdek Programı’nda misafir akademisyen olarak görev yapmaktadır ve doktorasını Haziran 2019’da Toronto Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden almıştır. Aslan, aynı zamanda üniversitenin Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları programından da derece almıştır.

Çalışmaları, feminist coğrafya, sosyal hareketler, eleştirel kalkınma çalışmaları, çevre çalışmaları ve eleştirel mekân teorisi kesişiminde şekillenmektedir. Doktora çalışmasında HES karşıtı hareketlere yer temelli mücadeleler olarak bakmış, bu mücadelelerin yerleşik kalkınma söylem ve pratiklerine yer temelli bir değerler ve etik sistemi üzerinden getirdiği eleştiriyi kuramsallaştırmıştır.

Çalışmaları History of Present, Feminist Studies ve Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar gibi dergilerde yayımlanan Aslan, Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar dergisinin kurucu editörleri arasındadır.

Joan W. Scott’un tarih üzerine feminist tartışmalarını derleyen ve Türkçeleştiren “Feminist Tarihin Peşinde” kitabının çevirmenleri ve editörleri arasındadır. İstanbul Politikalar Merkezi kapsamında Raoul Walllenberg Enstitüsü’nün desteği ile iklim temelli doğal afetler ve hak temelli yaklaşımları inceleyen, “Dirençli Toplumlardan Sorumlu İdarelere: İklim Temelli Aşırı Hava Olaylarına Hak Temelli Bir Yaklaşım” raporunun yazarıdır. Kristen Biehl ile yazdığı “Göç ve Çevre Çalışmalarında Toplumsal Cinsiyet Nerede? Türkiye’de Sivil Toplumdan Örnekler” isimli rapor ise 2021’de yayımlanmıştır.

Uzmanlık Alanları: Feminist Coğrafya; Sosyal Hareketler; Eleştirel Kalkınma Çalışmaları; Çevre Çalışmaları; Eleştirel Mekân Teorisi  

Altyapısı yetersiz Batman sele teslim: Dört kişi hayatını kaybetti

Haber: Metin YOKSU

*

BATMAN – Dün (19 Kasım) gece etkili olan sağanak yağış sonrası Batman‘ın dört bir yanı sele teslim oldu. Özellikle kentin Seyitler, Petrolkent, Güney Kent, Cudi, Gap mahalleleri başta olmak üzere birçok mahallesi sular altında kaldı. Kentin en yoksul bölgeleri olarak kabul edilen Karşıyaka ve içinden İluh deresinin geçtiği mahallelerde yaşayan yurttaşlar gece boyunca uyumadı.

Batman Valiliği‘nin açıklamalarına göre sağanak yağış sonrası en az 300 ihbar alındı. Gece boyunca özellikle giriş katlardaki evleri su bastı. Kentin en işlek caddelerinden en kenar semtlerine kadar iş yerleri, evler ve ahırlar su altında kaldı.

Fotoğraf: Metin Yoksu

En büyük yıkım, Seyitler mahallesinde İluh deresiyle birleşen dere yatağında meydana geldi. Kentteki en yoksul yerlerden biri olan bu bölgede yıllardır derme çatma gecekondularda yaşayan ailelerin evlerinin tamamını sel suları bastı.

İnsan boyunu aşan sular, 54 yaşındaki Lalihan Güner, bir yaşındaki Asenat Güner, beş yaşındaki İsrafil Güner ile 9 yaşındaki Birgül Güner‘in hayatına mal oldu. Sel suları çocukları gece uykusunda yakaladı. Görgü tanıklarının anlatımlarına göre; herkesin can havli ile kendini kurtarmaya çalışıyordu, bu sırada sel suları çocukları alıp götürdü.

Fotoğraf: Metin Yoksu

Şehir sular altında kalırken…

Onlarca aile, evsiz kalırken kent sakinlerinin hafızasında hala 17 yıl önce yaşanan sel felaketi  var. Yurttaşlar altyapının iyileştirilmesi gerektiğini dile getiriyor.

İşte Batman sokaklarında düşen sağanak yağmurun ardından yaşananlar:

batman
Fotoğraf: Metin Yoksu

Yalınayak eşyalarını kurtarmaya çalıştı

Sel felaketinin ardından sokağa çıkmak neredeyse imkansızdı. Çoğu mahallede insanların evlerini su basarken sokaklarda şiddetli sel suları akıyordu. Bazı mahallelerde ikinci katlarda mahsur kalan aileler komşuların ve/veya ekiplerin yardımıyla, kepçelerle evlerini terk etmek zorunda kaldı.

Günün ilk ışıkları ile birlikte yağmur şiddetini azaltınca bilanço ortaya çıkmaya başladı. Seyitler mahallesinde AFAD, Jandarma Arama Kurtarma ve Belediye ekipleri yaşamlarını yitirenleri arıyordu. Diğer yandan da evleri su altında kalan aileler evlerinden aldıkları ekmekleri, eşyaları buldukları araçlara yükleyerek akrabalarının yanına gitmeye çalışıyordu. Elindeki ekmeği bırakmayan bir kadın objektiflere bu şekilde yansıdı.

Akrabalarını kaybeden İsmail Güner‘in de sel ile birlikte tüm eşyaları su altında kaldı. Ayakkabısı dahi olmayan İsmail Güner çıplak ayakla çamur altında kalmış eşyalarını çıkarmaya çalıştı. Burada yaşayan tüm akrabalarının evsiz kaldığını dile getiren İsmail, diğer yandan da ölen çocuklara ve yengesine üzülüyordu.

Olayın sıcaklığı ile ne yapacaklarını bilmediklerini ifade eden İsmail, nereye gideceklerini de bilmediklerini dile getirdi.

‘Neden kimse yardıma gelmedi?’

‘Cana geleceğine mala gelsin’ diyerek ailelerine bir şey olmadığına sevinenler de var ama geceyi dahi nerede geçireceklerini bilmeden yaşadıklarını ifade eden Şengül Güner, dere boyunca sıralanan evleri sayarak gece boyunca sekiz evin tamamen sular altında kaldığını ve evlerin çoğunun yıkıldığını dile getirdi.

Dere yatağı boyunca sıralanan evlerin kimisinden eser dahi kalmazken kimilerinin yalnıza duvarlarının ayakta kaldığını söyleyen Güner, “Ölenlere mi yanalım, kalanlara mı üzülelim bilmiyorum. Şimdi gidecek yerimiz de yok. Çocuklarımız aç, evlerde neyimiz var neyimiz yok hepsini kaybettik” dedi.

Vahide Güner ise yaşadıklarını ve tepkisini şöyle dile getirdi: “Uykuda sele yakalandık. Akrabalarımız öldü. Şuradaki evde sadece yerdeki fayanslar kaldı. Çocuklarımız çıplak ayakla kaldı. Akrabalarımız imdadımıza yetişti. Bir akrabamızı gece elektrik çarptı. Gece saat 00.00 gibi telefon açarak polisi, AFAD’ı aradık. Onlardan sadece ‘ilk başta kurtarabiliyorsanız kendinizi kurtarın’ yanıtını aldık. Neden kimse bize yardıma gece gelmedi.”

’17 yıl önce de dere yatağıydı, selden etkilenmemişti’

Güner ailesinin komşularından Şakir Çiftçi‘nin tanıklıkları da şöyle: “Gece sel olur olmaz 84 yaşındaki annemi sırtıma alıp taşıyarak buradan uzaklaştırdım. Korkunç bir su vardı. Evlerimiz, hepsi su altında kaldı. Annemin kileri tamamen su altında kaldı. 17 yıl önce burası dere yatağıydı. 17 yıl önceki sel felaketinde burasına bir şey olmamıştı. Fakat geçtimiz yıllarda dere yatağı ıslah edilerek kanal sistemi oluşturuldu ve bugün durum ortada. Eğer derenin üzeri kapatılmasaydı belki de bunlar yaşanmayacaktı. Yukarıda yaklaşık 500 metre yukarıdaki evlerde yaşayan çocuklar buraya kadar sürüklendi. Bir çocuğun cansız bedenini kendi ellerim ile çıkararak ekiplere bilgi verdim.”

Bir yandan da alanda inceleme yapılırken Güner ailesinin çocuklarından birisi yarı çıplak ve elinde kürekle oyun oynuyor. Arka tarafta dere yatağındaysa ekipler ölen çocukların cansız bedenini arıyor.

Su altında kalan evlerden birinin duvarında yazan “Bu hayatta yaşamak boşuna, bedenim çürüdü Batman sokaklarında” yazısı geriye kalan anılardan biri olarak objektifimize yansıyor.

Batman

Altyapı yetersiz

Alanda dolaşırken incelemelerde bulunan Batman Barosu Başkanı Erkan Şenses ile karşılaşıyoruz.

Daha iki gün kentte bir panel yaparak iklim krizinin etkilerini, aşırı doğa olaylarını akademisyenler eşliğinde konuştuklarını hatırlatan Şenses, “Belki zamanı değil ama dere ve çay kenarlarının imara açılmasının önlenmesi gerekiyor. Burada da yaptığımız incelemelerde dere yatağında evler görüyoruz. Savcılığın etkili bir soruşturma yaparak sorumlular hakkında adil bir yargılama ile sonuçlanması gerekiyor. Biz de konunun takipçisi olacağız. Batman’da 17 yıl önce bir sel felaketi meydana gelmişti. Batmanlıların halen bu hafızasında bulunuyor. Bir yandan büyükşehir olacağı söyleniyor kentin ama gördüklerimiz yaşadıklarımız alt yapının yetersiz olduğunu bize gösteriyor” diyor.

Rebecca Solnit: Milyarderler Dünya için zararlı, gezegenin başı dertte

Yazan: Rebecca Solnit / The Guardian

Çeviren: Yeşil Gazete

*

Konu iklim krizi olduğunda, er ya da geç birileri sorunun dünyanın nüfusu olduğunu söylüyor ve Dünya‘da yaşayan insan sayısı hakkında söyleniyor. Ancak sorun tek başına nüfus değil, zira Bangladeş‘teki bir çiftçi ya da Brezilya‘daki bir sokak satıcısı, Kaliforniya‘daki risk sermayedarı ya da Rusya ve Orta Doğu‘daki petrol oligarkları kadar etkili değil. İnsanlığın en zengin yüzde 1’lik kesimi, en yoksul yüzde 66’lık kesimden daha fazla karbon emisyonundan sorumlu. Zenginler Dünya için zararlı ve ne kadar zenginlerse olumsuz etkileri de o kadar büyük oluyor (fosil yakıtları ve diğer iklim yıkım biçimlerini finanse eden bankalara ve hisse senetlerine yatırılan paranın etkisi de buna dahil).

Diğer bir deyişle, hepimiz aynı büyüklükte değiliz. Milyarderler, servetlerinin şok edici ölçeği göz önüne alınmadan anlaşılması zor bir şekilde siyasetimiz ve çevremiz üzerinde büyük bir etkiye sahip. Hem iklim emisyonları hem de siyaset ve kamusal yaşam üzerindeki manipülasyonlarıyla yarattıkları bu etki, insanlığın geri kalanına hiç benzemedikleri anlamına geliyor. Bunlar dev yaratıklar ve bu devasa güçlerini çoğunlukla çirkin şekillerde kullanıyorlar – hem tükettikleri miktarlarla, hem de dünyanın iklime verdiği tepki üzerindeki etkileriyle.

Şöyle söyleyeyim: Haftada 10,000 dolar kazansaydınız -ki bu çoğu insanın standartlarına göre prenslere layık bir miktar- bir milyar dolardan fazla kazanmak için İsa‘nın doğum yılından bu haftaya kadar her hafta çalışmanız gerekirdi. Forbes‘a göre Elon Musk‘ın net serveti kadar -şu anda 180 milyar dolar- kazanmak için bir milyon yılın üçte birinden fazla süre boyunca, yani Homo sapiens‘in Afrika‘da ilk ortaya çıkışından bu yana, her hafta çalışmanız gerekirdi.

Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse: Geçen yıl bir gün San Francisco‘nun batı kıyısında Pasifik Okyanusuna bakarak yürürken balinaların su püskürttüğünü gördüm ve sonra eve geldiğimde penceremde vızıldayan bir arıyı kurtardım. Bu iki vahşi yaratığın son derece farklı ölçekleri beni etkiledi ve bir hesap yaptım: Bir bal arısı yaklaşık 0,11 gram ağırlığında ve 4 bin arı yaklaşık yarım kilogram; bir gri balina 27 ton ila 40 ton, yani daha düşük ağırlıkta bile yaklaşık çeyrek milyar arı kadar. Oxfam‘a göre, 81 milyarder tüm insanlığın en yoksul yarısından daha fazla servete sahip, bu da parasal olarak 81 kişinin 4 milyar insandan daha büyük olduğu anlamına geliyor. Yani zenginlik ve etki söz konusu olduğunda milyarderler balinalar, yoksul insanlar ise arılar gibi. Tabi balinaların arılar için bir tehdit olmadığını saymazsak.

Fakat milyarderler geri kalanımız için bir tehdit: Salt siyasi büyüklükleri kamusal yaşantımızı çarpıtıyor. Orantısız bir şekilde yaşlı, beyaz ve erkek olan bu milyarderler, seçilmemiş güçler olarak işlev görüyor; bir tür serbest küresel aristokrasi olarak geri kalanımıza hükmetmeye çalışıyor. 

Bazı eleştirmenler, pek çok modern milyarderi ortaya çıkaran dev teknoloji şirketlerinin kapitalizmden çok feodalizme benzeyen şekillerde işlediğini savunuyor ve şüphesi pek çok milyarder, kendilerini bu kadar zengin yapan ve pek çok kişiyi de bu kadar fakirleştiren ekonomik eşitsizliği korumak için kampanya yürütürken dünyanın efendileri gibi hareket ediyor. Güçlerini keyfi, pervasız ve çoğu zaman çevreyi tahrip edici şekillerde kullanıyorlar.

Felakete uğrayan milyonlarca insan ve dünyanın her yanından gazeteciler ve bilim insanları için çok önemli bir haber kaynağı olan Twitter‘ı Musk’ın nasıl satın aldığına ve bunu iklim inkarı ve dezenformasyon gibi antisemitizm ve filtrelenmemiş yalanlar için bir cennet olan X‘e nasıl dönüştürdüğüne bakın, ya da uydu ağı ve diğer varlıklarıyla nasıl büyük bir siyasi güce sahip olduğuna… New Yorker‘ın da belirttiği gibi: “Bir sivilin uluslar arasındaki bir savaşın bu kadar ayrıntılı bir şekilde hakemi haline gelmesinin ya da ABD‘nin enerji ve ulaşımın geleceğinden uzayın keşfine kadar çeşitli alanlarda Musk’a bu derece bağımlı olmasının çok az örneği var.”

104 milyar dolarlık varlığıyla dünyanın en zengin altıncı kişisi olan Bill Gates‘in iklim politikasını etkilemeye nasıl karar verdiğine bakın. Gates’in büyüklüğünü ilk kez on yıllar önce Washington Gölü kıyısındaki evini inşa ederken düşündüğümü hatırlıyorum: Bir insan ne kadar yiyip sıçıyor olabilir ki altı mutfaklı ve 24 banyolu bir evde otursun? Business Insider‘da yayımlanan bir makaleye göre, gerçek anlamda çok fazla yiyor ve salıyor; özel jetlere bayılıyor ve malikanenin önündeki Pasifik’e bakan plaj, Karayipler‘den mavnalarla taşınan kumla dolduruluyor. (Diğer kaynaklar kumun Hawaii‘den taşındığını söylüyor.)

Gates dünyanın en büyük özel vakfını yönetiyor ve özellikle Afrika’daki sağlık ve yaşam üzerindeki etkisi eleştiriliyor. Şimdi de iklim politikası üzerinde büyük bir etki yaratmaya çalışıyor. Teknoloji milyarderlerinin ayırt edici özelliklerinden biri, etkilemek istedikleri her alanda kendi yetkinliklerine duydukları sınırsız güvendir. Para konuşur – daha ziyade bağırır.

Gates “enerji mucizelerine” ve “temiz enerji atılımına” ihtiyacımız olduğu konusunda ısrarcıydı ve 2016’da şöyle dedi: “Eğer dünya ucuz ve temiz bir enerji kaynağı bulabilirse, iklim değişikliğini durdurmaktan daha fazlasını yapacaktır.” Bunları söylerken, elimizdeki giderek ucuz hale gelen güneş ve rüzgar enerjisini ve çok daha nitelikli uzmanların temiz enerjiye geçiş için ortaya koydukları yol haritalarını görmezden geldi. Live Science sitesi bu açıklamayı “Bill Gates İklim Değişikliği Konusunda 14 Yıldır Bilinen Formülü ‘Keşfetti’” şeklinde yorumladı.

İklim bilimci Michael Mann, Gates’in korkunç fikirleri arasında “görece etkisiz ancak yanına yaklaşılmayacak ölçüde pahalı bir öneri olan ‘doğrudan hava yakalama‘ (karbon kirliliğini atmosferden geri emme), ve bence çok daha tehlikeli olan ‘güneş radyasyonu yönetimi‘ – Dünya’yı yeniden soğutmaya yardımcı olabilecek yansıtıcı bir örtü oluşturmak için stratosfere büyük miktarlarda sülfür dioksit enjekte etmeyi içeren planlar için daha şık bir ifade” olduğunu yazıyor. Gates, sıradan bir vatandaşla aynı etkiye sahip biri olsaydı, iklim konusunda yanılıyor olmasının bir önemi olmazdı; sorun aşırı güçlü olması.

Dünyadaki 2 bin 700 civarındaki dolar milyarderlerinin dörtte biri ABD’de ve bunlardan yalnızca ikisi -çeşitli iklim gruplarına yüklü miktarda bağışta bulunan ve kendi siyasi eylem komitesine sahip olan Tom Steyer ile Beyond Coal [Kömürün Ötesinde] kampanyasına önemli ölçüde katkıda bulunan Michael Bloomberg– esasında olumlu bir etkide bulundu. Ancak aşırı zenginlik başlı başına demokrasi için kötüdür: Bazı insanlar oy pusulasında kimin ve neyin yer alacağı ve nasıl konuşulacağı üzerinde bu kadar çok etkiye sahip olduğunda bir kişinin bir oy hakkı olduğu sistem tehlikeye girer (ve birçok Amerikalı milyarder, ABD’nin birçok yerinde oy kullanma haklarının yanı sıra iklim eylemini de baltalayan adayları, partileri ve kampanyaları destekledi).

Milyarder olunca, kendinizi insanlığın geri kalanından izole etme eğilimi gösterirsiniz ve çoğu zaman kendi yarattığınız bir yankı odasında yaşarsınız; bu da muhtemelen sıradan insanların yaşantısına katılmanızı imkansız kılar. Milyarderlerin çoğu çıkarcıdır; kendilerini geri kalanımızdan çok daha zengin kılan eşitsizlik ve sömürüyü korurlar. Birçok ülkede yapılan anketler, halkın çoğunun iklim eylemi ve bunun için finansman görmek istediğini gösteriyor; bunun önündeki engel ise kamuoyundan ziyade fosil yakıt şirketleri ve elitler tarafından kontrol edilen çıkar grupları. ABD’deki pek çok iklim ve çevre örgütünün demokrasiyi ve oy hakkını çalışmalarının bir parçası haline getirmesi işte bu yüzdendir.

Sabotajcılar arasındaki birkaç iyi milyarder, türün varlığını haklı çıkarmaz. Bu yüzden Kim Stanley Robinson‘un iklim kurgusu romanıGelecek Bakanlığı”nda milyarderler iklime tehdit olarak görülerek ortadan kaldırılıyor, boyun eğerlerse servetleri 50 milyon dolara indiriliyor. Robinson şöyle yazıyor: 

Dünya’nın mevcut kaynakları 8 milyar insan arasında eşit olarak paylaştırılırsa, herkesin iyi olacağını gösteren bilimsel olarak desteklenen kanıtlar vardı. Herkesin hayatını sürdürmeye yetecek kaynakları olacaktı ve bilimsel kanıtlar, hayatını sürdürmeye yetecek kaynakları olan ve orada kalacaklarından emin olan (çok önemli bir nokta) insanların zengin insanlardan daha sağlıklı ve mutlu olduğunu çok güçlü bir şekilde destekliyordu.” 

Gelişen bir gezegende insanlar, insan ölçeğinde olmalı. Ancak süper zenginler tamamen başka bir ölçekte: Devler hem doğayı hem de onu koruma çabalarımızı ayaklar altına alıyor.

Makalenin İngilizce orijinali

‣ Milyonerler 2050’ye kadar dünyanın karbon bütçesinin üçte ikisini tüketecek
‣ Milyarderler, ortalama bir insandan bir milyon kat daha fazla sera gazından sorumlu
Rapor: Yüzde 1’lik zengin kesim, yüzde 66’lık en yoksul kesimden daha çok yok ediyor

Onarıcı tarım

Onarıcı tarım, tüm ekosistemin sağlığını, yalnızca verimi artırmayla ilgilenen geleneksel tarım yöntemlerinin üstüne koyan, tarımdaki bir düşünce değişikliğidir. Temelde amaç, tarımda kullanılan kaynakları yalnızca korumak yerine, yenilemek ve eski haline getirmektir.

Bu düşünce yapısı, toprağı beslemek amacıyla çok çeşitli yöntem ve fikirleri içerir. Onarıcı tarımda örtü bitkileri, tarımsal ormancılık, toprak işlemenin en aza indirilmesi, çeşitli ürün rotasyonları ve hayvancılığın ürün sistemlerine dahil edilmesi gibi tekniklere odaklanır. Bu teknikler hep birlikte toprak sağlığının iyileştirilmesine, biyolojik çeşitliliğin artırılmasına, suyun korunmasına ve karbonun toprakta tutulmasına yardımcı olur.

Sürdürülebilir gıda üretimi için şart

Toprak sağlığının korunması onarıcı tarımın temel fikirlerinden biridir. Üretken ve sürdürülebilir tarım büyük ölçüde sağlıklı ve yaşayan bir toprağa bağlıdır. Bu strateji sağlıklı bir toprak mikrobiyomunu yani toprağın içinde yaşayan solucanlardan bakterilere kadar tüm canlıların varlığını teşvik eder. Canlı bir toprak besin döngüsünün temelini oluşturur ve toprağın organik maddesini artırır. Bunu başarabilmek için de toprak işlemeyi en aza indirmek ve yararlı toprak organizmalarına zarar veren tüm kimyasal girdilerden kaçınmak gereklidir. Ayrıca örtü bitkileri ve dönüşümlü otlatma gibi yenileyici yöntemler, atmosferik karbondioksidi toprakta depolayarak iklim değişikliğinin etkilerini hafifletmeye yardımcı olur. Toprağın dirençliliğini ve su tutma özelliğini artırarak, yalnızca sera gazı salımlarını azaltmakla kalmaz, aynı zamanda aşırı hava olaylarının toprak ve ürünler üzerindeki etkilerinin de azaltılmasına yardımcı olur.

Ülkemizde olduğu gibi binlerce yıldır tarım yapılan bölgelerde endüstriyel tarımın da iyice ağırlığını hissettirmesiyle toprak artık yorulmuştur. Modern tarım bu yorgunluğu her geçen gün artan bir kimyasal kullanımı ve toprak işleme ile gidermeye çalışmaktadır, ancak bu yöntemlerin hem maddi hem de çevresel etkileri ve zararları bulunmaktadır. Onarıcı tarımın temeli bu çevresel etkileri en aza indirirken tarımsal üretimi en azından olduğu seviyede tutmaya ve çoğu noktada da artırmaya dayanır.

Faydaları saymakla bitmez

Sürdürülebilir gıda üretimine yönelik umut verici bir yol, doğal ekosistemleri taklit eden ve doğaya karşı değil doğayla birlikte çalışan onarıcı tarım tarafından sağlanmaktadır. Bu yöntemler daha sağlıklı ürünler üretmenin yanı sıra ekosistem hizmetlerini de iyileştirir, uzun vadeli tarımsal dayanıklılığı teşvik eder ve genel olarak çevre sağlığını destekler. Çevrenin ve küresel gıda sistemlerinin karşı karşıya olduğu çok sayıda acil sorun nedeniyle, insani gelişmenin bugün ulaştığı noktada onarıcı tarım göz ardı edilemeyecek seviyede önem taşımaktadır. Onarıcı tarım sürdürülebilir gıda üretiminin ötesinde çeşitli ekolojik faydalar da sunar:

  • Toprak Bozulması ve Kaybı: Yaygın toprak erozyonu ve verimliliğin azalması, geleneksel tarım uygulamalarının sonuçlarıdır. Onarıcı tarım, uzun vadeli gıda üretiminin sürdürülebilirliği için gerekli olan toprak sağlığını aktif bir şekilde yeniden tesis ederek bu kayıplara bir yanıt sağlar.
  • İklim Değişikliğinin Azaltılması: Sera gazı salımlarının önemli bir kısmı tarımsal uygulamalardan kaynaklanmaktadır. Toprağı onaran uygulamalar topraktaki karbonun tutulmasını artırıp enerji gerektiren tarımsal girdileri azaltarak iklim değişikliğinin etkilerini azaltmanın bir yolunu sağlar.
  • Biyoçeşitlilik Kaybı: Endüstriyel tarım yöntemleri, habitat tahribatına ve biyolojik çeşitlilik kaybına neden olmuştur. Onarıcı tarım, farklı bitki ve hayvan türlerinin birlikte varlığını sürdüren çeşitli ürün sistemleri kullanarak biyolojik çeşitliliği teşvik eder.
  • Su Tasarrufu: Malçlama, örtü bitkileri ve iyileştirilmiş toprak yapısı gibi yenileyici tarım teknikleri, su kıtlığının küresel bir sorun haline geldiği bir dönemde suyun korunmasına ve mahsuller için kullanılabilirliğini artırmaya yardımcı olur.
  • Aşırı İklim Koşullarına Karşı Dayanıklılık: Onarıcı tarım uygulamaları, tarım sistemlerinin iklim değişikliğinin neden olduğu sık ve şiddetli hava olaylarına karşı daha dayanıklı olmasına yardımcı olur. Sağlıklı toprakların kuraklık, sel ve diğer aşırı hava olaylarına karşı dirençliliği daha yüksektir.

Onarıcı tarım, esas olarak endüstriyel tarım uygulamalarının eksikliklerini gidererek ekolojik sağlığa, uzun vadeli sürdürülebilirliğe ve çevresel zorluklar karşısında dayanıklılığa öncelik verir. Bu, tarım ve çevrenin daha sürdürülebilir ve barışçıl bir arada yaşamasına yönelik önemli bir adımdır.

Kadim bilgileri modern teknolojiyle harmanlamanın yolu

Onarıcı tarımın bir diğer amacı, dayanıklı ve kendi kendini idame ettirebilen ekosistemleri teşvik etmek için tarım sistemlerindeki dış kimyasal girdilere olan ihtiyacı azaltmak veya mümkünse tamamen ortadan kaldırmaktır. Bunun başarılması için öncelikle toprağı tanımak ve toprağın neye ihtiyacı olduğunu bilmek çok önemlidir. Bugün toprak yapısını iyileştirmek ve bitkileri güçlendirmek için kullanılan çoğu kimyasal zaten doğada bulunur. Önemli olan kadim bilgileri modern teknoloji ile harmanlayarak toprağın ve bitkilerin neye ihtiyacı olduğunu öngörmek ve bu ihtiyaçları mümkün olduğunca sürdürülebilir biçimde sağlamaktır. Bu noktada ihtiyaçlar her zaman doğal yöntemlerle karşılanamayabilir ve bazı mikro besleyicilerin kimyasal yöntemlerle takviyesi de faydalı olabilir, ama öncelik daima doğanın bizlere sunduğu imkanlardan faydalanmaktır.

Sonuçta, ağırlıklı olarak dış kimyasal girdilere bağlı kalmak yerine, tarımsal üretkenliği desteklemek için ekosistem hizmetlerinden, biyolojik çeşitlilikten ve doğal süreçlerden yararlanmamız sürdürülebilirlik için olmazsa olmazdır. Onarıcı tarım tekniklerinin toprak sağlığını iyileştirmekte kullandığı bazı yöntemler şunlardır:

  • Mahsul Rotasyonu ve Örtü Bitkisi: Fazla gübre gerektiren bitkileri baklagilli örtü bitkileri ile dönüşümlü olarak kullanarak topraktaki nitrat ve fosfat seviyelerini doğal olarak artırabilirsiniz. Yonca veya yonca gibi baklagiller, toprağa nitrojen sabitleyen bakterilerle simbiyotik bir ilişkiye sahiptir. Azotun bu zenginleşmesi topraktaki canlılığı da doğrudan etkiler.
  • Kompostlama ve Organik Madde İlavesi: Toprağa kompost ve organik madde eklenmesiyle toprağın verimliliği giderek artırabilir. Gübre veya bitki artıkları gibi organik maddelerin bakteriler tarafından ayrıştırılması toprağa ihtiyacı olan kimyasalları sağlar ve suni gübrelere olan ihtiyaç azalır.
  • Mikrobiyal Aktivite ve Toprak Sağlığı: Verimli mikrobiyal popülasyonlar ve yüksek organik madde içeriğine sahip sağlıklı topraklar, toprağın besin döngüsünü destekler. Yararlı toprak mikropları, aşırı inorganik girdiye ihtiyaç duymadan, organik maddeyi parçalayarak ve bitkilerin kullanabileceği formlarda kimyasalları açığa çıkararak bitki beslenmesine katkıda bulunur.
  • Toprak İşlemenin Azaltılması: Azaltılmış toprak işleme gibi teknikler topraktaki mikrobiyal toplulukları ve toprak yapısını korur ve bitkilerin besine ulaşabilirliğini artırır.

Sekiz milyar insanı doyurabilir mi?

Onarıcı tarım temelde endüstriyel tarıma kıyasla tartışmasız olarak daha sürdürülebilirdir. Ancak, her zaman karşılaştığımız en önemli soru, onarıcı tarım yöntemlerinin sekiz milyar insanı beslemeyi nasıl başarabileceği üzerinedir. Burada üç ayrı noktaya dikkat çekmemiz gerekiyor. Öncelikle sürdürülebilirlik hiçbir zaman bir tek olgunun kendi başına ayakta durduğu bir yapı değildir. Sürdürülebilirlikten bahsediyorsak sistem düşüncesini de merkeze almamız gerekir. Bugün için en önemli sorunumuz gıda üretim sisteminin doğru kurgulanmamış olmasıdır. Yani, öncelikle gıdanın fazla üretildiği yer ile ihtiyacın yüksek olduğu yeri küreselleşme birbirine bağlamakta yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla amaç her toplumun kendi ihtiyacını sağlayacak kadar üretim yapabilmesidir. Bunun için de tarım arazisi vasfını yitirmiş yerleri tekrar tarıma kazandırmamız gerekiyor ki bunu endüstriyel tarım yapamaz ve yapmayı kazançlı da bulmaz.

İkinci sorunumuz, gene küreselleşme ve gıda sistemimizle ilgili olarak ortaya çıkan gıda kayıpları ve israftır. Bugün yeryüzünde üretilen gıdanın yaklaşık yarısı çöpe gitmektedir. Çöpten de kastım, bir yığın halinde çürümeye terk edilip atmosfere bolca metan gazı salınmasına neden olmasıdır. Gıdanın tamamen tüketilmesini sağlamak elbette zordur ama biz gıdanın yarısını çöpe attığımız müddetçe yakın gelecekte sekiz milyar kişiyi herhangi bir tarım yöntemi ile beslemek mümkün olmayacaktır.

Son olarak, bugün ürettiğimiz bitkisel gıdanın önemli bir kısmı hayvansal gıda üretiminde kullanılmaktadır. Bu sistem sürdürülebilir değildir. Yeryüzündeki insanların tamamı gelişmiş ülkelerdeki insanlar kadar hayvansal gıda tüketecek olsalar bu kadar insanı besleyecek gıda üretmek imkansız hale gelir.

Ancak, gıda üretimini yeryüzünün tamamına yayıp, gıda israfını azaltıp ve hayvansal gıda tüketimini de makul bir seviyeye indirdikten sonra onarıcı tarım tekniklerini kullanmak hepimiz için yeterli gıdayı üretecektir. Ama bildiğiniz gibi bunların olabilmesi için de hepimizin hem düşünce tarzımızı hem de gıda sistemimizi değiştirmemiz gerekiyor ki asıl zor olan o, yoksa onarıcı tarım gayet mantıklı ve uygulanabilir bir yöntem.

Tahliye edilen Hrant Dink’in katili için hazırlanan yeni iddianamenin zaman aşımı dolmuş!

Hrant Dink‘in tahliye edilen katili Ogün Samast ile ilgili, tahliyesinin ardından hazırlanan yeni iddianame için “çok geç” değerlendirmesi geldi.

Dink ailesinin avukatlarından Hülya Deveci, yeni iddianamenin TCK 314/2 maddesindeki suçlamayı öngördüğünü, bu maddenin olağanüstü dava zaman aşımının 22,5 yıl olduğunu hatırlattı.

Agos’un aktardığına göre Deveci, suç işlendiğinde Samast 18 yaşından küçük olduğundan bu sürenin 3/2’sinin uygulanacağını, bu durumda da 19 Ocak 2022’de zaman aşımının dolduğunu ifade etti, “Çok önceden hazırlanmalıydı” dedi.

Samast 16 yılın ardından tahliye edilmişti

Cinayetin faili Ogün Samast, cezasının 16 yıl 10 aylık bölümünü doldurmasının ardından geçtiğimiz çarşamba günü tahliye edilmişti. Tahliyenin ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan yeni bir iddianameyle Samast için “silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” suçundan 7 yıl 6 aydan 12 yıla kadar hapis cezası istendi.

Başsavcılık Samast’ın cinayet tarihinde 17 yaşında olması nedeniyle iddianameyi İstanbul 2. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesine gönderdi.

Samast için Yargıtay’da bekleyen bir dosya daha bulunuyor. Ogün Samast örgüt üyeliğinden hüküm giymemişti.  Dink Ailesi avukatları 2013 yılında karara bu yönden itiraz etmiş; Yargıtay da kararı bozarak “örgüt üyeliği” suçlaması getirilmesini talep etmişti. Sonrasında Yerel Mahkeme, Samast’a örgüt üyeliği cezası da verdi. Ancak bu, basit üyeliği tarif eden 220. madde  kapsamında oldu. Yargıtay da bu hükmü zaman aşımı kapsamında değerlendirdi. Böylece Samast örgüt üyeliğinden ek bir ceza almadı.

Dink ailesinin avukatları ise hükmün “Silahlı terör örgütü üyeliği” ve “Anayasa’yı zorla değiştirme” maddelerine göre yani 314. maddeye göre verilmesini talep etmişti. Eğer Samast 2020 yılı öncesinde bu maddeden kesin olarak hüküm giyseydi daha uzun süre cezaevinde kalacaktı.

 

Rapor: Yüzde 1’lik zengin kesim, yüzde 66’lık en yoksul kesimden daha çok yok ediyor

Oxfam‘ın iklim adaletsizliğini ortaya koyan raporuna göre, insanlığın en zengin yüzde 1’lik kesimi, en yoksul yüzde 66’lık kesimden daha fazla karbon emisyonundan sorumlu. Bu durum dezavantajlı topluluklar ve iklim acil durumuyla mücadeleye yönelik küresel çabalar açısından vahim sonuçlar doğuruyor.

Küresel iklim eşitsizliği üzerine bugüne kadar yapılmış en kapsamlı çalışma olarak değerlendirilen bu rapor, milyarderler, milyonerler ve yılda 140 bin ABD Dolarından (- 20 Kasım 2023 kuruyla- 4 milyon TL) fazla kazananlar da dahil 77 milyon kişiden oluşan bu elit grubun, 2019’da tüm karbondioksit (CO2) emisyonlarının yüzde 16’sından sorumlu olduğunu gösteriyor. Rapora göre bu oran, sıcaklık nedeniyle bir milyondan fazla ölüme neden olmaya eşdeğer.

Guardian‘dan Jonathan Watts‘ın aktardığına göre; Guardian, geçtiğimiz altı ay boyunca Oxfam, Stockholm Çevre Enstitüsü ve diğer uzmanlarla birlikte çalışarak The Great Carbon Divide (Büyük Karbon Uçurumu) adlı özel bir araştırma hazırladı. Rapor, karbon eşitsizliğinin nedenlerini ve sonuçlarını ve “kirletici elit” olarak adlandırılan süper zengin bireylerin orantısız etkisini araştırıyor.

Öte yandan İklim adaleti, bu ay Birleşik Arap Emirlikleri‘nde yapılacak BM Cop28 iklim zirvesinin gündeminde üst sıralarda yer alacak.

‣ Öldüren eşitsizlik: Her bir yeni milyardere karşılık bir milyon insan aşırı yoksulluğa düşüyor
Yüzde 1, iklim için üzerine düşeni ne zaman yapacak?
‣ Özel jetlerin iklime etkisi zannedilenden çok daha dramatik

Zenginlerin karbon emisyonlarından çıkan yoksullar için bir ölüm maliyeti

Oxfam raporu, en zengin yüzde 1’lik kesimin iklim yalıtımlı ve klimalı bir yaşam sürme eğiliminde olmasına karşın, -2019’da 5,9 milyar ton CO2 salımına yol açarak- büyük acılara neden olduğunu gösteriyor.

Rapor, ABD Çevre Koruma Ajansı tarafından kullanılan ve her bir milyon ton karbon için dünya çapında 226 fazla ölüm anlamına gelen “ölüm maliyeti” formülünü kullanarak, sadece yüzde 1’in emisyonlarının önümüzdeki on yıllarda 1,3 milyon insanın sıcaklığa bağlı ölümüne neden olacağını ortaya koyuyor.

Buna göre; 1990 ve 2019 yılları arasında, söz konusu zengin kesimin bulunduğu yüzde 1’in birikmiş emisyonları, AB mısırının, ABD buğdayının, Bangladeş pirincinin ve Çin soya fasulyesinin geçen yılki hasatlarını yok etmeye eşdeğer bir miktar.

Araştırmaya göre, yoksulluk içinde yaşayan insanlar, marjinalleşmiş etnik topluluklar, göçmenler ve aşırı hava koşullarına karşı savunmasız evlerde ya da dışarıda yaşayan ve çalışan kadınlar ve kız çocukları orantısız bir şekilde bu durumdan etkileniyor.

Bu grupların birikim, sigorta veya sosyal korumaya sahip olma ihtimalleri daha düşük; bu da onları sel, kuraklık, sıcak dalgaları ve orman yangınları karşısında hem ekonomik hem de fiziksel olarak daha fazla risk altında bırakıyor. Benzer şekilde Birleşmiş Milletler de gelişmekte olan ülkelerin aşırı hava koşullarına bağlı ölümlerin yüzde 91’inden sorumlu olduğunu söylüyor.

Rapor, en yoksul yüzde 99’luk kesimden bir kişinin, en zengin milyarderlerin bir yılda ürettiği kadar karbon üretmesinin yaklaşık bin 500 yıl alacağını ortaya koyuyor.

‣ IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporu açıklandı: İklim değişikliği insani krizleri şiddetlendiriyor
Güney Afrika Cumhuriyet’nde, Durban’daki kadın çiftçiler iklim değişikliğinin geçim kaynakları üzerindeki etkisini protesto ediyor. – Fotoğraf: AFP

Oxfam’ın kıdemli İklim Adaleti Politika Danışmanı Chiara Liguori, “Süper zenginler gezegeni yok etme noktasına kadar yağmalıyor ve kirletiyor ve en yüksek bedeli ödeyenler de bunu en az karşılayabilenler oluyor” diyor. Liguori iklim ve eşitsizlik ikiz krizlerinin birbirini beslediklerini belirtiyor.

Ayrıca ülkeler arasındaki zenginlik farkı bu eşitsizliği sadece kısmen açıklıyor. Rapor, kapsamlı verilerin bulunduğu en son yıl olan 2019’da yüksek gelirli ülkelerin (çoğunlukla küresel kuzeyde yer alan) küresel tüketim kaynaklı CO2 emisyonlarının yüzde 40’ından sorumlu olduğunu, düşük gelirli ülkelerin (çoğunlukla küresel güneyde yer alan) katkısının ise ihmal edilebilir düzeyde; yüzde 0,4 olduğunu gösteriyor.

Dünya nüfusunun yaklaşık altıda birine ev sahipliği yapan Afrika ise emisyonların sadece yüzde 4’ünden sorumlu.

Kirletici zengin grup: Beyaz ve erkek, ABD veya Avrupa’da

Daha az tartışılan ancak daha hızlı büyüyen bir sorun da ülkeler arasındaki eşitsizlik. Milyarderler hala ezici bir çoğunlukla beyaz, erkek ve ABD ile Avrupa‘da yaşıyor, ancak bu etkili süper zengin sınıfının üyeleri dünyanın diğer bölgelerinde de giderek daha fazla bulunabiliyor. Milyonerler ise daha da dağınık durumda.

Rapor, bunun iklim için birçok açıdan kötü bir haber olduğunu söylüyor. Süper yatlar, özel jetler ve malikanelerden uzay uçuşları ve kıyamet günü sığınaklarına kadar yüzde 0.1’in abartılı karbon ayak izi, küresel ısınmanın 1.5C’de zirve yapması için gereken üst seviyeden 77 kat daha yüksek.

Kirleten kesim giderek artan bir siyasi güce de sahip

Ayrıca birçok süper zenginin şirket hisseleri yüksek oranda kirletici. Rapora göre, bu elit kesim aynı zamanda medya kuruluşlarına ve sosyal ağlara sahip olarak, reklam ve halkla ilişkiler ajansları ve lobiciler tutarak ve genellikle en zengin yüzde 1’in üyesi olan üst düzey politikacılarla sosyal ilişkilerde bulunarak muazzam ve giderek artan bir siyasi güce sahiptir.

Örneğin ABD’de her dört kongre üyesinden birinin fosil yakıt şirketlerinde toplam değeri 33 milyon ila 93 milyon dolar arasında değişen hisse senedine sahip olduğu bildiriliyor.

Rapora göre bu durum, küresel emisyonların neden artmaya devam ettiğini ve küresel kuzeydeki hükümetlerin karbon emisyonlarını aşamalı olarak durdurma yönündeki uluslararası taahhütlerinin aksine 2020 yılında fosil yakıt endüstrisini sübvanse etmek için neden 1,8 milyon dolar sağladığını anlamaya yardımcı oluyor.

Fotoğraf: GRAEME SLOAN/SIPA USA – AP IMAGES

Oxfam, en kötü etkilenenleri desteklemek, eşitsizliği azaltmak ve yenilenebilir enerjiye geçişi finanse etmek için süper zenginlere ağır servet vergileri ve fosil yakıt şirketlerine ağır gelir vergileri uygulanması çağrısında bulunuyor. Rapor, en zengin yüzde 1’lik kesimin gelirleri üzerinden alınacak yüzde 60’lık bir verginin yılda 6,4 milyon dolara işaret ettiğini ve emisyonları 695 milyon ton azaltabileceğini, bunun da Birleşik Krallık‘ın 2019’daki ayak izinden daha fazla olduğunu söylüyor.

‣ ‘Zenginlerin aşırı kârına uygulanacak vergilerle yoksulların gıda krizi hafifletilebilir’

Oxfam International‘ın geçici İcra Direktörü Amitabh Behar “Servetin vergilendirilmemesi en zenginlerin bizden çalmasına, gezegenimizi mahvetmesine ve demokrasiyi hiçe saymasına izin veriyor” diyor ve ekliyor:

“Aşırı zenginliği vergilendirmek, hem eşitsizlik hem de iklim kriziyle mücadele etme şansımızı dönüştürür. Dinamik 21. yüzyıl yeşil hükümetlerine yatırım yapmak ve aynı zamanda demokrasilerimize yeniden enjekte etmek için trilyonlarca doların söz konusu olduğu anlamına geliyor..”