Ana Sayfa Blog Sayfa 788

Patates krizi: Avrupa’da aşırı sıcaklar ve kuraklık, mahsulleri küçülttü

İster taze, kızartma veya paketli halde pek çok evin temel gıdalarından olan patates Avrupa‘nın bu yıl yaşadığı rekor sıcaklıklardan ve 500 yılın en kötü kuraklığından etkilenen yaz mahsulleri arasında yer alıyor.

Son yılların en küçük patateslerinin hasat edilmesi ile tüketicilerin artan enflasyonla karşı karşıya olduğu Avrupa’da patates kızartması gibi popüler gıdaların fiyatının artması bekleniyor.

Dünya Patates Piyasaları analistlerine göre, Avrupa Birliği‘nin patates üretiminin büyük kısmını karşılayan kuzeybatı kuşağı, yani Almanya, Fransa, Hollanda ve Belçika‘da bu yaz yaşanan kurak koşullar, AB patates üretimini üretimini  2018 kuraklığında görülen rekor düşük düzeyin de altına düşürebilir.

Avrupalı ​​üreticiler, Eylül ayındaki ana hasat öncesinde mahsullere dar tahminlerin hala belirsiz olduğunu, beklenen yağmurların ve son zamanlardaki serin havanın geç de olsa rahatlama sağlayabileceğini belirtirken, bazı çiftliklerde umut azalıyor.

Reuters’a konuşan Almanya’nın batısındaki Juelich’te çiftçi Erich Gussen, kuraklık nedeniyle mahsulün yarısını kaybedebileceğini ve yağacak herhangi bir yağmur için artık çok geç olduğunu söylüyor.

Almanya Tarım Bakanlığı 26 Ağustos’ta yayımladığı mahsul raporunda patatese ilişkin hasat tahmini vermese de beklentilerin “büyük ölçüde kötüleştiğini” söyledi. AB’nin mahsul izleme hizmeti de bu hafta aylık patates verimi tahminini yüzde 2,5 oranında düşürdü.

Fotoğraf: Reuters / Thierry Roge

Fransız üretici grubu UNPT‘nin en son saha araştırmalarına göre, verim20 yıllık ortalamanın en az yüzde 20 altında gerçekleşebilir. Sulama, kuraklığın donanımlı çiftlikler üzerindeki etkisini azaltsa da bitkiler, birbirini izleyen yüksek sıcak dönemlerinde soldu.

Paris’in kuzeyindeki bir yetiştirici ve UNPT’nin başı olan Geoffroy d’Evry, “Su stresiyle başa çıkabildik ancak ısı stresiyle ilgili yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Daha önce sıcak dönemler geçirdik, ancak sıcaklığın ulaştığı  zirve ve bunun süresi açısından bunu hiç görmemiştik” diyor.

Yüksek sıcaklıklar, yumruların şekli ve rengini değiştirdiği için hem verim hem de kalite için bir risk olarak görülüyor. Bu durum özellikle yaptıkları sözleşmelerde ‘patates kızartmasının ne kadar uzun olması gerektiği’ gibi kriterleri şart koşan işletmelerde sıkıntı yaratacak.

McDonald’s gibi uluslararası gıda firmaları  artan emtia maliyetlerine tepki olarak bu yıl fiyatları yükseltti ve bu yaz İngiltere’de patates kızartması fiyatlarını artırdı.

Belçika sanayi grubu Belgapom‘un CEO’su Christophe Vermeulen, ülkenin mahsulünün yüzde 30’a kadar düşebileceğini tahmin ederek, “Endüstri için de, tüketici için dedaha pahalıya mal olacak, ancak en büyük maliyeti çiftçiler çekecek” diyor.

 

Akkuyu’da neler oluyor?

Bir süredir Akkuyu Nükleer Santrali inşaatında ilginç gelişmeler yaşanıyor. Kamuoyunun dikkatinin son aylarda sökülmek üzere ülkemize getirilmeye çalışılan Sao Paulo uçak gemisinin üzerinde olduğu için Akkuyu’daki bu gelişmeler kamuoyunda geniş olarak yer alamadı ve gereği kadar tartışılamadı.

Akkuyu Nükleer Santrali inşaatında son birkaç ay içinde yaşanan gelişmeleri hatırlayalım. Akkuyu Nükleer Santralini yapan Rus şirketi Rosatom’un ülkemizdeki uzantısı Akkuyu NGS A.Ş., inşaatlar için ana yüklenici olan IC İçtaş ile arasındaki inşaat işleri sözleşmesini 26 Temmuz’da feshetti. Bu fesih işleminden sonra yaşananlar ve karşılıklı açıklamalar ise pastanın ne kadar büyük ve pasta paylaşım kavgasının ne kadar şiddetli olduğunu kamuoyunun önüne seriyor.

IC İçtaş bu süreçte sözleşmenin Akkuyu NGS A.Ş. tarafından feshinin ‘hukuksuz’ olduğunu iddia ediyor. Buna dayanak olarak da projedeki karışık ortaklık ilişkilerini gösteriyor.

Fesih ihtarnamesindeki tehlikeli uyarılar

Sözleşmeyi fesheden Akkuyu NGS A.Ş.’nin karşı iddiaları ise çok ciddiydi. Rosatom’un Türkiye uzantısı şirket, fesih ihtarnamesinde IC İçtaş sorumluluğunda yapılan inşaat işlerinin kalitesizliğini, bir nükleer santral inşaatının gerektirdiği güvenlik standartlarına uygun olmadığını gerekçe gösteriyordu. Fesih ihtarnamesi adeta malumun açık itirafı gibiydi. Akkuyu NGS A.Ş. ve dolayısıyla Rus şirketi Rosatom santral inşaatında aslında temelden yetersiz olan güvenlik normlarının dahi yerine getirilemediğini bu fesih ihtarnamesi ile itiraf ediyordu.

Bu gelişmelerden sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi, Akkuyu NGS A.Ş., Rusya Federasyonu sermayeli yeni üst taşeron firması TSM ile, sözleşmesi fesih edilen  IC İçtaş’ın alt taşeronu firmalarıyla sözleşme yeniledi ve  inşaatı aynı hızla sürdürmeye devam etti. Şu ana kadar ise ülkemizin inşaatla ilgili  yetkili makamları, şirketin bu çok ciddi yaşamsal sonuçları olabilecek fesih nedeni olarak ortaya koyduğu iddialarına karşı suskun… Üstelik Akkuyu NGS A.Ş.’nin IC İÇTAŞ ile sözleşmeyi feshetme gerekçelerinin yazılı olduğu ve 60 sayfalık olduğu iddia edilen ayrıntılı dökümü de kamuoyu ile paylaşılmadı. Ülkemizin yetkili makamlarının bu listede yazanların ne kadarından haberleri olduğu bilinmiyor. Fesih ihtarnamesi kamuoyundan saklanıyor, adeta kamuoyunun bunları öğrenmesinden çekiniliyor. Akkuyu Nükleer Santrali inşaatında kamuoyuna yansıyan son gelişme ise geçtiğimiz hafta içinde ücretlerinin artırılmasını isteyen 400 işçinin işten çıkarılma haberleri oldu.

Akkuyu iddia edildiği gibi ne yerli ne de milli

Son gelişmelerden sonra Akkuyu NGS tamamen Rus şirketinin kontrolüne geçti. Projede ülkemiz yöneticilerinin reklam kampanyalarıyla vurguladıkları ‘yerli ve milli’ sermaye yok, artık Akkuyu Nükleer Santrali ‘yerli ve milli’ proje değil… Türkiye, bu gelişmelerden sonra topraklarında tüm risklerini üstlendiği bir yabancı ülke nükleer santralini barındıran bir ülke durumuna düştü. Başta kaza riski, radyoaktif atıkların yönetimi gibi riskler Türkiye’nin olurken, Rus şirket elektrik pazarlayarak elde ettiği maddi kazancı ülkesine transfer edecek; çöpsüz üzüm misali…

Ülkemizin doğası, çevresi ve insanları için artık iç ve dış kaynaklardan gelen nükleer tehdit günden güne büyüyor.  Kuzeyimizde süren Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle bölgedeki dört nükleer santral çatışmaların içinde kaldı. Her an Çernobil nükleer felaketinden daha büyük bir felaket ile karşılaşabiliriz. Bundan etkilenen ilk ülke olabiliriz. Bu tehdidin her dakika daha da ciddileştiğini bizzat çatışan taraflar ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) uzmanları söylüyor. Diğer taraftan Akkuyu NGS A.Ş. ve dolayısıyla Rus şirketi Rosatom, Mersin Akkuyu ’da inşaatını sürdürdüğü nükleer santralde aslında daha proje aşamasından yetersiz olan güvenlik normlarını dahi yerine getirmediğini itiraf ediyor.

Gerek Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle bu bölgede yaşananlar; gerekse inşaattaki son gelişmeler bugüne kadar ülkemizde nükleer santral kurulmasına karşı çıkan meslek odaları, akademisyenler ve çevre örgütlerinin ne kadar haklı olduğunu bir kez daha ispatlıyor. Daha da geç olmadan Akkuyu Nükleer Santrali inşaatı durdurulmalı ve bizzat yapan şirket tarafından güvenilir olmadığı yapılan şirketler arası fesih işlemleri sırasında ortaya çıkan bugüne kadar yapılmış tüm yapılar sökülmelidir…

Diğer taraftan Brezilya Yüksek Mahkemesi’nin kararına, Basel Konvansiyonu, Barselona Sözleşmesi ve İzmir Protokolü gibi uluslararası sözleşmelere rağmen ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının tehlikeli madde envanterini yeniletme kararına karşın Sao Paulo uçak gemisinin İzmir’e doğru yasa dışı yolculuğu sürüyor.

Türkiye para hırsı uğruna çevre ve insan sağlığının tehlikeye atıldığı ülkelerin başında gelmeye devam ediyor. Ülkemizin doğası, insanını bu ekokırımdan korumak için şimdi her zamankinden daha çok mücadele etme zamanı…

Gülşen ‘ev hapsi tedbiriyle’ tahliye edildi

İstanbul, Ataşehir’de 30 Nisan’daki konserinde imam hatiplilere hakaret ettiği gerekçesiyle iktidar mensupları, iktidar medyası ve Diyanet İşleri Başkanı’nın hedefi olan ve sosyal medyada linç edilen şarkıcı Gülşen hakkında jet hızıyla çıkarılan tutuklama kararı sonrası, sanatçı bugün adli kontrol şartıyla tahliye edildi.

Çok sayıda siyasetçi, sanatçı ve hukukçu, tutuklamanın usulsüz olduğunu belirtmiş, Gülşen’in yanında olduklarını kaydetmişti.

Halkı kin ve düşmanlığa alanen tahrik etme gerekçesiyle İstanbul 2. Sulh Ceza Hakimliği tarafından 25 Ağustos’ta tutuklanan Gülşen’in avukatı Emek Emre’nin 26 Ağustos’ta yaptığı itiraz sonrası sanatçı bugün ev hapsiyle tahliye edildi.

Mahkeme ‘şüphelinin kaçma ve delilleri karartma şüphesinin bulunmayışı’ ve ‘bakmakla mükellef olduğu yaşı küçük çocuğunun bulunması’ gibi gerekçelerden dolayı sanatçının tahliyesine karar verdi. 

Ne olmuştu?

Aylardır konserlerinde giydiği kıyafetler ve LGBTİ+ haklarını savunması sebebiyle hedef gösterilen şarkıcı Gülşen‘e Nisan’da düzenlenen konserinde sahnede söylediği sözler nedeniyle jet hızıyla soruşturma açılmış ve ardından sanatçı tutuklanmıştı.

Gülşen’in avukatı Emek Emre, karara itiraz edeceklerini açıklamış, “İtiraz süreci ile ilgili çalışmalarımız devam ediyor. Şu an müvekkilimin hassasiyeti mevcut. Birinci vazifemiz hukuki destek sağlama suretiyle onu özgürlüğüne kavuşturmak” demişti.

Ayrıca birçok sanatçı da Gülşen’in serbest bırakılması yönünde açıklamalarda ve paylaşımlarda bulunmuştu.

Tozkoparan’da bu sabah yıkıma başlandı

İstanbul’da AKP’li Güngören Belediyesi, halkın tüm mücadelesine ve itirazına rağmen Tozkoparan’da ‘rantsal dönüşüm’ ısrarını sürdürüyor.

BirGün’den İsmail Arı‘nın aktardığına göre; çevik kuvvet ekipleri TOMA‘lar ve iş makineleriyle bu sabah Tozkoparan’a geldi. Bazı boş evlerin yıkımına başlandı.

‣Tozkoparan’daki kentsel dönüşüm için yürütmeyi durdurma kararı verildi
‣Tozkoparanlılar Ankara’da: Evleri yıkılanların mağduriyeti nasıl karşılanacak?
‣Tozkoparanlılar mahallelerini terk etmiyor: İnsansız dönüşüm olmaz

Sokakların giriş-çıkışlara kapatıldığı mahallede, bin 500 civarında polis olduğu ve her sokakta 4-5 polis otobüsü bulunduğu aktarılıyor. Gazetecilerin mahalleye girişi ise engelleniyor.

Mahallelinin avukatı Onur Cingil de sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla, mahalleye alınmadığını bildirdi:

Yıkım sürerken, mahalleliyle birlikte bir açıklama yapan Avukat Cingil, “Herkes birlikteliğini koruyacak ve bunun sonunda halk kazanacak. Başka bir çaresi yok. Kibir kulelerinden inecekler” dedi.

Sorumluluların hukuk önünde gerekli cezayı alacaklarını kaydeden Cingil, şöyle devam etti:

“Bizim mücadelemiz meşrudur. Belediye başkanı buraya gelemiyorsa, buradaki insanlara hakkını veremiyorsa, burada büyük bir hak yeme durumu vardır. Bu da en kötü şekilde cezalandırılacaktır. Hem hukuk önünde hem insanların vicdanı önünde.”

‘Tüm gece nöbet tuttum; elektriği, suyu kesecekler diye’

CHP’li Gürsel Tekin‘in açıklama yaptığı sırada ağlayarak yanına gelen bir mahaleli ise şunları söyledi:

“Yıllarca çalışıp ev almanın anlamı yokmuş, çünkü devlet çöküyor. Şimdiye kadar onlara oy verdim ama çok pişmanım. Tüm gece nöbet tuttum evimizin elektriğini suyunu kesecekler diye.”

Neler yaşandı?

Mahalledeki 900 konut depreme dayanıklı olmadıkları iddia edilerek yıkılmak istenmiş, mahalle sakinleri ise binalarının sağlam olduğunu iddia ederek bu karara karşı çıkmıştı.

Her ne kadar bu karar mahkemeye taşınmış olsa da Güngören Belediyesi polis ekipleriyle birlikte mahallelinin su, elektrik ve doğal gaz altyapısını kesmeye başlamıştı. İtiraz eden halk ise biber gazı ile polis mücadelesi ile karşılaşmıştı.

Mahalle sakinleri son olarak bekleyen davanın sonuçlanması için Ankara’ya gitmiş ve Danıştay önünde eylem gerçekleştirmişti.

Danıştay tarafından verilen yürütmeyi durdurma kararıyla birlikte binaların sağlamlık durumuna ilişkin bir rapor alınana kadar bölgede herhangi bir yıkım gerçekleştirilemeyeceği belirtilmişti.

 

‘Kırmızı Liste’deki yaban hayvanları TPAO’nun ‘ölüm tuzağı’nda can veriyor

Video- Haber: Metin YOKSU

*

DİKKAT! VİDEODA RAHATSIZ EDİCİ GÖRÜNTÜLER YER ALMAKTADIR.

Batman‘ın Raman Dağı eteklerinde yer alan dere yatağındaki petrol atığı koruma altında olan ve nesli tükenme riski altındaki çizgili sırtlan, oklu kirpi ve birçok hayvanın ölümüne neden oluyor.

Batman kent merkezine yaklaşık 20 kilometre uzaklıkta yer alan Raman Dağı‘nda Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı‘nın(TPAO) özel güvenlik bölgesi sınırları içinde bulunan 111 nolu petrol kuyusunun bıraktığı atık bölgesinde, nesli tükenme tehdidi altındaki pek çok yaban hayvanları can çekişerek hayatlarını kaybediyor.

Petrol atıkları kuyunun alt kısmında yer alan dere yatağına bırakılıyor.

Balçık haline gelen atıkların içinde geçen hafta sonu bir çizgili sırtlan can çekişirken bulundu. Hayvanı, sabahın erken saatlerinde sürüsünü otlamak için çıktığı arazide bulan köylü kendi imkanlarıyla kurtarmaya çalışsa da başaramadı.

Haber verilen Batman Belediyesi veteriner ve itfaiye ekipleri de çizgili sırtlanı canlı olarak balçıktan çıkaramadı.

Bölge halkı, atıkların etrafında önlem alınmadığını ve çok sayıda yaban hayvanının aynı yerde hayatını kaybettiğini anlatıyor.

‘Göl gibi olmuştu’

Hayvanlarını otlatmaya çıkardığı sırada çizgili sırtlanı fark eden köylülerden Burhan Dağ, keçileri ve köpeklerinin de petrol çukuruna düştüğünü ve güçlükle kurtarabildiklerini söylüyor:

“Çukurun içinde sırtlanı görünce kurtarmaya çalıştık, ama başaramadık. Video çekip Batman Belediyesi’ne haber verdik. İtfaiye geldi. Gidip hayvanı kurtarmaya çalıştılar ama maalesef canlı çıkaramadılar. Sırtlanın düştüğü yer göl gibi olmuştu.”

Ölüm çukuru

İhbar üzerine bölgeye gelen itfaiye ekipleri, her yanı petrol balçığına bulaşan sırtlana müdahale etmekte güçlük çektiğini belirtti. Hayvana kalp masajı da yapan ekipler buna rağmen kurtaramadıkları için üzgün olduğunu söyledi. Batman Doğa Koruma ve Milli Parklar Müdürlüğü ekipleri ise çizgili sırtlanı incelemek üzere laboratuvara götürdü.

Doğa Koruma çalışanları, koruma altında bulunan çizgili sırtlanın yanı sıra aynı yerde yaban güvercinleri, kaplumbağa ve yine kırmızı listede bulunan oklu kirpiyi de tespit ettiklerini söylüyor.

Kuyu civarında herhangi bir önlem, çit, engelleme bulunmuyor. TPAO da uzun yıllardır petrol atığını doğaya, hayvanlara ve insanlara olabilecek etkisine rağmen atığını aynı bölgeye bırakıyor.

Telefon ile ulaşmaya çalıştığımız TPAO yetkilileri ile konuya ilişkin açıklama yapamayacaklarını, ancak yaşanan olaydan üzüntü duyduklarını ve önlemlerini artıracaklarını söyledi.

 

Pakistan sel felaketini ‘iklim felaketi’ ilan etti: Ölü sayısı bini aştı

Pakistan Ulusal Afet Yönetimi, muson mevsiminin bu yıl normalden daha erken (Haziran ortasında) başlamasından bu yana ‘canavar muson’ olarak adlandırılan aşırı yağışlardan ölenlerin sayısının 1.061 kişiye ulaştığını açıkladı. 

Son bilgilere göre son 24 saatte 119 kişi hayatıı kaybetti.

Pakistan İklim Bakanı Sherry Rehman, ülkenin ölümcül muson mevsimini “ciddi bir iklim felaketi” ve “kapımızın önündeki iklim distopisi” olarak nitelendirdi.

Fotoğraf: Zahid Hussain / AP

Eşi görülmemiş muson mevsimi ülkenin dört vilayetini de etkiledi. Yaklaşık 300 bin ev yıkıldı, çok sayıda yol kullanılmaz hale geldi ve milyonlarca insanı etkileyen elektrik kesintileri yaşandı. Ani sel, yolları, köprüleri, insanları, hayvanları ve ekinleri silip süpürdü.

Swat Nehri‘nin taşmasıyla bir gecede meydana gelen sel, kuzeybatı Hayber Pakhtunkhwa eyaletini etkiledi. Özellikle Çarsadda‘dan yaklaşık 180 bin kişi ve Nowshehra ilçe köylerinden 150 bin kişi tahliye edilerek hükümet binalarında kurulan yardım kamplarına gönderildi. Eyalet hükümeti sözcüsü Kamran Bangash, birçoğunun yol kenarlarına sığındığını söyledi.

Ülkenin güneydoğusundaki Sindh eyaletinde de binlerce kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı.

Fotoğraf: Mohammad Sajjad / AP

İklim Bakanı Sherry Rehman, Twitter’da yayınlanan bir videoda Pakistan’ın “on yılın en zorlarından biri olan ciddi bir iklim felaketi” yaşadığını söyledi.

Rehman, BBC’ye verdiği demeçte de “Seller sona erdikten sonra iklim şoklarına uyum sağlamayı planlamamız gerekiyor” dedi ve ülkesi için yardım çağrısında bulundu.

Başbakan Shahbaz Sharif de sel hasarıyla mücadelede uluslararası yardım istedi.

AP’nin aktardığına göre hafta sonu yabancı diplomatlar ve uluslararası yardım kuruluşlarının temsilcileriyle bir araya gelerek zararlar hakkında bilgi veren Sharif, ölenler arasında 300 çocuğun olduğunu söyledi.

Yetkililer, ABD, Birleşik Krallık, BAE ve diğerlerinin destekte bulunduğunu ancak daha fazla yardım fonu gerektiğini söylüyor.

Fotoğraf: Mohammad Sajjad / AP

Zaporijya nükleer santralinde sızıntı tehlikesi

Ukrayna devlet enerji operatörü Energoatom, Rus birliklerinin işgali altında olan Avrupa‘nın en büyük nükleer tesisi Zaporijya‘da radyoaktif sızıntı riski olduğunu söyledi.

Energoatom Cumartesi günü yaptığı açıklamada, Rus kuvvetlerinin önceki gün güney Ukrayna’daki tesisi “tekrar tekrar bombaladığını” söylerken, Rusya Savunma Bakanlığı Ukrayna kuvvetlerini tesise saldırı başlatmakla suçladı.

Yerel yetkililer Pazar günü yaptığı açıklamada, Rus topçularının Zaporijya nükleer santralinden nehrin karşı yakasındaki Ukrayna kasabalarına ateş açtığını ve santralin çevresine bomba yağdırıldığına dair raporların radyasyon felaketi korkularını körüklediğini söyledi.

Yetkililer, radyasyon sızıntısı ihtimaline karşı tesisin yakınında yaşayan sakinlere Cuma günü iyot tabletleri dağıtmaya başladı.

26 Ağustos Cuma, santral yakınındaki vatandaşlara iyodin içeren tabletler dağıtılıyor. Fotoğraf: AP

Energoatom Telegram’da, “Periyodik bombardıman sonucunda istasyonun altyapısı zarar gördü, hidrojen sızıntısı ve radyoaktif maddelerin sıçraması riskleri var ve yangın tehlikesi yüksek” açıklamasını yaptı.

Ayrıca tesisin “radyasyon ve yangın güvenliği standartlarını ihlal etme riskiyle çalıştığı” belirtildi.

Rusya Savunma Bakanlığı ise Cumartesi günü yaptığı açıklamada, Ukrayna kuvvetlerinin son 24 saat içinde nükleer tesisin zeminini bombaladığını söyledi.

Bakanlık, kullanılmış nükleer yakıt için kuru depolama tesisinin yakınında 10 merminin ve taze nükleer yakıt deposunun bulunduğu bir binanın yakınında da üç merminin daha patladığını öne sürdü.

Açıklamada santraldeki radyasyon durumunun normal kaldığı belirtilse de henüz bu raporlama doğrulanamadı.

Ukrayna, Rusya’nın tesisi orada silah depolayarak ve çevresinden saldırılar düzenleyerek bir kalkan olarak kullandığını iddia ediyor.

Zaporijya’nın reaktörleri, uzmanların bir topçu mermisine dayanabileceğini söylediği kalın, betonarme muhafaza kubbeleriyle korunuyor. Ancak endişelerin çoğu, soğutma sistemine gelebilecek olası bir hasar veya kullanılmış yakıt çubuklarının tutulduğu soğutma havuzlarına yapılacak bir saldırının radyoaktif malzemeyi dağıtma riski üzerinde yoğunlaşıyor.

Dnipropetrovsk Valisi Valentyn Reznichenko, Zaporijya’nın ve Dinyeper Nehri’nin karşısındaki kasaba Nikopol’de, devam eden Rus bombardımanlarıyla 10 ev, bir okul ve bir sağlık kuruluşunun zarar gördüğünü açıkladı.

Nikopol kasabası. Fotoğraf: AP

Atom Enerjisi Ajansı santrale gitmeye hazırlanıyor

Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) tesisi denetlemek ve güvenliğini sağlamak için bir ekip göndermeye çalışıyor. Yetkililer, gezi için hazırlıkların sürdüğünü, ancak ne zaman gerçekleşebileceği belirsizliğini koruduğunu söyledi.

IAEA Başkanı Rafael Mariano Grossi Twitter üzerinden yaptığı açıklamada, IAEA müfettişlerinden oluşan bir ekibin Zaporijya nükleer santraline doğru yola çıktığını ve “bu hafta içinde” orada olacaklarını söyledi.

Avrupa’nın en büyük nükleer santrali olan Zaporijya, Rusya tarafındanMart ayında işgal edilmiş;  Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) Başkanı Rafael Grossi, santraldeki durumla ilgili yeterli bilgiye sahip olmadıklarını açıklayarak ‘durumun kontrolden çıktığını ve nükleer güvenliğin her ilkesinin ihlal edildiğini’ söylemiş ve denetlenmesi için çağrıda bulunmuştu.

Tesis geçen ay birkaç gün içinde iki kez vurulmuş, Ukrayna ve Rusya, her iki saldırıdan da birbirini suçlamıştı.

AB, Japonya, Türkiye ve ABD‘nin aralarında bulunduğu 42 ülke, Rusya’yı  Zaporijya Nükleer Santrali’nden çekilmeye çağırdığı ortak bildiride, Rus ordusunun santralde bulunmasının “hiç kuşkusuz nükleer kaza riskini artırdığını” söylemişti.

Marmaris’te ‘Yettin gari Sinpaş’ buluşması: Milli Park girişine polis barikatı

MUĞLA – Marmaris Kızılbük‘te mahkemenin kararına rağmen devam eden Sinpaş GYO inşaatının önünde nöbete başlayan ve bir haftada iki kez gözaltına alınan Marmaris Kent Konseyi üyelerinin çağrısıyla yaşam savunucuları, dün Marmaris Atatürk Meydanı‘nda buluştu.

Projeye verilen ‘ÇED Gerekli Değil’ kararının iptali ve inşaatın mühürlenmesine rağmen faaliyetini sürdüren şirkete karşı protestoya Muğla Çevre Platformu (MUÇEP), Deştin Çevre Platformu; Gökova, Datça, Menteşe, Bodrum, Köyceğiz meclisleri ve Akbelen Ormanı için mücadelesini sürdüren İkizköylülerin yanı sıra Türkiye İşçi Partisi (TİP), Yeşil Sol Parti, TKP, Sol Parti, HDP, Memleket Partisi gibi siyasi partiler de il ve ilçe örgütleriyle destek verdi.

Basın açıklamasını Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi adına okuyan Marmaris Kent Konseyi başkanı Ufuk Beytekin, bir yıldan fazla zamandır Sinpaş’a karşı verdikleri çevre mücadelesini hatırlatarak “Sinpaş, Aşıklar Tepesi‘nden kendi parseline kadar olan Milli Park alanını hem işgal ediyor hem de talan etmeye devam ediyor” dedi:

“İşin tehlikeli ve tuhaf olanı ise, Anayasamızın 23 maddesi kapsamında Marmarislinin seyahat özgürlüğünü engelleyen ve TCK’nın 262.maddesi kapsamında kendini polis, orman görevlisi, jandarma gibi kamu görevlisi yerine koyma suçu işleyen işgalci Sinpaş’ın yerine biz davacıların ve çevrecilerin “Güvenlik tehlikesi oluşturuyorsunuz” denerek Milli Park alanına sokulmamasıdır.”

Soruyoruz, dünyanın neresinde kanunlar uygulansın diyenler gözaltına alınıp, güvenlik tehlikesi sayılıyor?

Turizm diye görmezden geliniyor

İnşaat bölgesinde su ve elektrik altyapısı olmadığına dikkat çekilen açıklamada; “Yarımadada Taşlıca’dan Hisarönü’ ne kadar kanalizasyon altyapısı yokken, 10-15 bin hemşerimize bu imkânı sağlayamazken, Marmaris’in topladığı vergileri bir GYO’ nun projesi için mi harcayacağız?” denildi.

“Bu kentte her şey ‘turizm’ diye görmezlikten geliniyor. Bütün hukuksuz ve kanunsuz işleri nasıl görmezden geleceğiz? Milli Parkımızın halkın girişine kapatılmasını nasıl sineye çekeceğiz? Hepimizin ortak değeri olan ormanın, denizin, kıyıların yok edilmesine ve halkın kullanımına kapatılmasına turizm diye ses çıkartmayacak mıyız?”

Burası Marmaris’in sarı öküzü.

Burayı durduramazsak pusuda bekleyen birsürü inşaat, iskele, maden ve benzeri ruhsatlar bir anda kentimizin tamamını ele geçirecektir. Halkımızı hem milli parklarına hem çevreye hem de hukuka sahip çıkmaya davet ediyoruz.

Belediye neden yanlışta ısrar ediyor?

Şirketin yanı sıra Marmaris Belediyesi’nin de hukuksuz adımlarına dikkat çeken Beytekin şunları kaydetti:

“Mücadelemizin bir yönü Sinpaş ise bir yönü de belediyedir. Artık belediyeye düşen görev ruhsatları iptal etmek ve inşaatı yasal prosedürüne uygun halde mühürlemek.

 

Peki, Marmaris Belediyesi yetkilileri ne yaptı? Ruhsatları hâlâ iptal etmedikleri gibi mahkemenin iptal kararının sonucunu boşa çıkartacak şekilde Danıştay hükümlerine aykırı olarak 16 ruhsat verdiği yeri usulüne aykırı biçimde tek mühür ile mühürledi. Neden belediye hâlâ yanlışta ısrar ediyor?”

Burası çevre duyarlılığının bir anıtına dönüşsün

Beytekin sözlerine şöyle devam etti:

“Topluma öğretilmiş bir çaresizlik var ya bu ülkede: “Koca şirkete kafa mı tutulur, onların arkası sağlamdır, mahkeme açsanız ne olacak ki, onlar bir şekilde halledip kazanır, kazandınız da ne olacak sanki onlar Danıştay’da iptal ettirir ya da ÇED’ e girer ve geçerler, ruhsatlar iptal olsa ne olacak ki, bu kadar yapılmış ne yani yıkılacak mı? Neresi yıkıldı ki…”

Bu ülkede hep yapanın yanına kar kaldığı için, demokrasinin sadece seçmek olduğu belletildiği için bu teslimiyet yaşanıyor. Ama biz teslim olmuyoruz, itiraz ediyoruz ve talep ediyoruz.

Davaları kazandığımız zaman burası kamulaştırılıp yıkılarak halkına sırtını dönüp onu yok sayan seçilmiş ve atanmışlara, toplumsal çıkar yerine kişisel çıkarını gözetenlere, çevreyi sadece para olarak görüp talan etmeye çalışanlara ve onların destekçilerine çevre duyarlılığının bir ispatı ve sembolü olacak şekilde bir doğa anıtına ve halkın kullanımına uygun bir parka çevrilsin.”

Milli Park girişine polis barikatı: Bizi değil sermayeyi koruyorsunuz

Basın açıklamasının ardından Sinpaş’ın işgal ettiği Marmaris Milli Parkı’nın girişine giden aktivistler, karşısında çevik kuvvet ekiplerinin barikatını buldu.

Girişi kapatılan alanın halka ait olduğunu belirten aktivistlere polis, ‘işçilerin aktivistlere saldıracağı yönünde duyumlar‘ geldiğini ve kendilerinin can güvenliğinin korunması için bu önlemleri aldıklarını söyledi.

Ufuk Beytekin ise, daha önce de bunun söylendiğini ancak işçilerin ‘biz kimseye saldırmayız’ dediğini belirtti ve içerde 300 işçinin bulunmasının inşaatın hukuksuzca devam ettirildiğine dair bir itiraf olduğunu söyledi.

Polis barikatına barikatla karşılık vererek alanda kalmaya devam eden aktivistler bir süre daha direnişe devam etti. Bazı vatandaşlar, barikat önünde dans ederek protesto yaptı.

Israrlı protestonun ardından polis barikatı kaldırıldı ve gönüllüler Milli Park’a girdi.

Nöbette bir mevzi daha kazanıldı

İki haftadır inşaat alanında nöbet tutan ve altı günde iki kez gözaltına alınan Marmaris Kent Konseyi üyeleri, nöbet alanını ilerleterek kendilerine Milli Park içinde çadır kurdu.

Aktivistler daha daha önce de girişteki kapının kaldırılmasıyla birkaç metre ilerleyerek ‘mevzi kazanmıştı’.

Konsey üyesi Halime Şaman, “Alanı kazandık. Nöbet başladı. bir adım daha attık Milli Park kapısının içindeyiz” açıklamasını yaptı. Nöbeti buradan sürdürecek olan aktivistler kaçak inşaata giren çıkan kamyonları engellemek

Çevre savunucuları, 9 Ağustos’ta mahkeme kararının ardından devam eden inşaatın yolunda protesto yaptıkları için ‘yol olmayan bir yerde ulaşımı engellemek’ suçlamasıyla gözaltına alınmıştı.

Bundan altı gün sonra inşaat çalışmalarının hukuksuzca devam ettiği görüntüleri paylaşan üyeler, gece saatlerinde ikinci kez gözaltına alınarak geceyi karakolda geçirmek zorunda kalmıştı.

Sinpaş ve Kızılbük GYO şirketlerinin çevre savunucusu Halime Şaman‘a ‘haksız rekabet’ gerekçesiyle açtığı 300 bin liralık tazminat davası ise hala sürüyor.

Havrita: Sokakta yaşayan hayvanlara nefreti kimler, neden organize ediyor?

Sokakta yaşayan köpeklerin hayatına kast eden nefret propagandası, hem hayvanların hem de insanların fişlendiği Havrita isimli uygulama ile yeniden alevlendirildi. Uygulamada hedef gösterilen hayvanların bir kısmı zehirlenerek öldürüldü, onlara bakım veren gönüllüler ev adreslerine kadar fişlendi.

Kamuoyundan büyük tepki toplayan uygulamaya ilk erişim engeli KVKK kapsamında verildi, ardından Antalya Barosu‘nun yaptığı başvuru ile ‘nefret suçu’ ve tehdit oluşturabileceği için geçici olarak kapatıldı.

Ancak bir süredir hem sokakta yaşayan köpekleri hem de onlara bakım veren gönüllüleri hedef alan sosyal medya hesapları ve oluşumların faaliyetleri hız kesmeden sürüyor. Yerel hayvan koruma görevlisi Güliz Gündüz ile, Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın Aralık 2021’de belediyelere hukuksuzca ‘köpeklerin toplatılması’ talimatını vermesinden Havrita’ya kadar yaşadığımız süreci ve bu nefret suçlarına ortak olan aktörleri canlı yayında konuştuk.

Başıboş Köpek Sorunu Platformu, Güvenli Sokaklar Derneği gibi oluşumların hikayesini anlatan Gündüz, bu platformlardaki sözcülerin hayvanlara ve onları korumaya çalışanlara uygulanan şiddete çeşitli şekillerde alkış tuttuğunu hatırlattı:

“Sokakları çocuklar, insanlar için ‘güvenli’ hale getirmeye çalışıyorlarmış. Köpek beslediği için bir kadını döven işletme sahibine ‘ellerinize sağlık’ diye yorumlar attınız. Bu konu yüzünden İzmir‘de üç kişilik bir aile katledildi. Siz mi insan düşünüyorsunuz?”

Gündüz’ün bu nefret söylemlerinin nasıl hem insanların hem de hayvanların ölümüne sebep olduğunu açıkladığı yayında, toplumda yaratılmaya çalışılan ‘hayvanseverler ve hayvan düşmanları’ ikiliğine ve konunun makul bir tartışma zemininden çıkarılarak kaosa evrildiğine de dikkat çekildi.

Köylerden, mahallelerden başlanarak ülke genelinde kısırlaştırma seferberliğine ve üretimin durdurulmasına vurgu yapan Gündüz, “Sokak hayvanlarıyla övünen ‘hayvansever Türkiye’ bu kutuplaşmanın ardından eskiye dönebilir mi?” sorusuna şu  cevabı verdi:

“Sanmayalım ki bu insanlar çoğunlukta. O kadar çok medya gücü ve fake hesapları var ki güçlü görünüyorlar. Bunların hepsi maddi imkanlarla yapılan şeyler. Bu kesilince, medya gücü gidince, nefret suçları cezasız kalmadıkça, belediyeler de ceza kapsamına alınınca ortalık sütliman olacak.”

[Yazı Yaban] Yoksulun çöpü

Cahillerin yani – çoğu kez ve belki de hep – yoksulların sağa sola attıkları bebek bezleri, plastik şişeler, torbalar, türlü çeşit cerahat olmasa, her birimiz henüz atanmış “Dünyayı Kurtarma Bakanları” olarak çöplerimizi özenle ayrıştırıp tek kullanımlık ambalajları hayatımızdan çıkararak çöp sorununu hallettiğimizi düşünebilirdik. Bazı bilim insanları ve kimi entelektüeller bizi sorunun devam ettiğine inandırmaya çalışacak, muhtemelen pek başarılı olamayacaktı.

O pet şişe bir kızılçamın dibinde olmasaydı, nerede olacaktı? Bir süredir İngiltere, Kanada, Almanya gibi ülkelerin Adana’da uçuşan çöpleri aşırı nemden şikayet ediyor.

Çöplerini ormana, denize, yola atanlara teşekkür borçluyuz belki de. Böylece giderek bedenimizdeki ve çevremizdeki artan oranda çöpü görmezden gelemiyoruz. Örneğin Pasifik Okyanusu’nda Türkiye’nin üç katından büyük plastik çöp adaları yüzüyor. Veya “İstanbul’da geri kazanılamayan günlük 17 bin ton evsel atık” gömülüyor. Özel olarak tanıklık etmediğimiz sürece göremeyeceğimiz bir manzaranın gözümüzün önünde sergilenmesi bir lütuf olamaz mı?

Soylu bir çaba

Ancak zenginler olağanüstü bir kayıtsızlıkla dünyayı çöpe boğmaya devam ederken yoksulların sağa sola attığı çöpler dert ediliyor. Bir havuza, lüks bir villaya veya arabaya, çok pahalı bir çantaya, her uçuşta 0.24 metrik ton karbondioksit üreten özel bir jete, tek kullanımlık plastikler üreten bir fabrikaya sahip olmanın suç sayılması gerektiğini fark etmeyenlerin, hatta bunlara sahip olmayı hayal edebilenlerin ahlakı belirliyor neyin dert edileceğini. Önemli olan tek şey çöplerini ayrıştırabilmek.  Bundan sonra ne olduğu değil. Oysa örneğin bugüne kadar üretilen plastiklerin %91’i geri dönüştürülmedi (1950 ila 2015 yılları arasında üretilen 8,3 milyar ton plastikten).

Uluslararası yardım kuruluşu Oxfam tarafından 2022’de yayımlanan bir raporda, 163 milyon kişi daha yoksulluk sınırının altına itilirken dünyanın en zengin 10 kişisi her gün bir milyon dolar harcasa dahi servetlerinin 414 yılda biteceği belirtiliyor. Raporda bu zenginlerden bir defalığına %99 vergi alınması önerilmiş. Kar amacı gütmeyen ABD‘li medya organı ProPublica, 2021’de, basına sızdırılan vergi beyannamelerindeki verileri kullanarak bu zenginlerin ya çok az ya da hiç vergi ödemediği göstermişti. Vergiden kaçabilmenin yasalarca teminat altına alınan yollara başvuruyorlar; bankalardan kredi almak gibi. Kredi borç sayıldığı için vergilendirilmiyor. Örneğin Oracle CEO’su Larry Ellison’un 10 milyar dolarlık kredi limitine sahip olduğu belirtiliyor.

Haliyle sıradan bir vergi mükellefi her zaman zenginlerden çok daha fazla vergi ödüyor. İstanbul’da yaşarken çalıştığım işyerinde ödemek zorunda bırakıldığım -çünkü maaştan kesiliyor- 1 yıllık verginin, limited şirket sahibi olan bir arkadaşımın ödediği 1 yıllık vergiden daha yüksek olduğunu hesaplamıştık.

Yoksullardan, dahil edilmedikleri, gerek yaptıkları kötü seçimlerden, gerek cahilliklerinden, gerekse başarısızlıklarından (!) aday bile olamadıkları bir hayatın ahlakına tabi olmaları bekleniyor. Bu beklentinin karşılanması halinde bile elimize geçecek olan tek şey herkesin aynı ahlak çerçevesi içinde yaşayabilme ihtimali olacaktır. O vakit çöp ithal etmez, mesela Bangladeş’e ihraç edebilirdik.

Bir yoksulun sergileyebileceği bu “soylu” çabayı takdir etmeliyiz oysa. Layık olunmaya çalışılmamış bütün güzel manzaraları; unutulduğu için kendi yolunda akabilen bir dereyi, piknik alanı olarak tahsis edilmiş bir ormanı, halka açık, otopark ve şezlong parası vermeden denize girilebilecek nadir sahillerden birini kirletmekteki hünerleri şairane değil mi? Hasır altına süpürülen onca şey yanında bu göze sokuş bir hediye gibi görünüyor. Üretim tanrısı gökdeleninde  bütün haşmetiyle kükrerken, insana; tarımın başlamasından 10 binyıl sonra, topraksız veya sentetik gıdalara doğru yol alırken bile “ne ekersek onu biçeceğimizi” hatırlama şansı veriyor.

Öte yandan asıl geri dönüşümcü onlar. Evlerini, kıyafetlerini, yemeklerini, harçlıklarını çöplerden çıkarıyor, çöpleri topluyor, istifliyor, ayrıştırıyorlar. Sadece çöplüklerden de değil yollardan, ormanlardan değerli çöpleri toplayarak da; cam şişesi, metal kutu vb. Zenginlerin artık kullanılmayan eşyalarını cömertçe kabul ediyorlar. Yoksulun da zenginin de çöpünü yoksul temizliyor; kükreyen tanrının ambalajlı buyruklarını çitileyip asıyor, kullanıyorlar, kimi ufalanıp mikro-plastiklere dönüşene kadar.

Çöpten hayat

Yaşamını çer çöple kurmak zorunda olanlar için çöp, sadece çöp değildir.  Bir fazlalık, çirkinlik, pislik göstergesi olarak görülmez. Hayatları çöpleştirilmiştir bir kere ve öldüklerinde oraya buraya atılabilirler. Tıpkı çöp gibi. Eğer yaşamaktan vazgeçebilselerdi önce kendilerini ayrıştırmaları gerekirdi. Buzdan Kılıçlar’da Latife Tekin çöpten kotarılmış eşyalarla kurulan hayatlar için ne diyordu; “Leri şarupdiende tisika cemi deriz bizler eşyalarımıza. Yani yoksullar ülkesinin sınırlarını gösteren harita. Karnımızı doyurmak için çırpındığımız her ânı eşyalarımızda dondurup saklamamız boşuna değildir. Soluk alıp verdiğimizi, geçmişte de var olduğumuzu kendimize kanıtlama ihtiyacı içindeyiz. Bedenlerimizi ve ruhlarımızı dünyanızın saldırılarından korumak için kurduğumuz şaşırtıcı, mucizevi savunma sistemimizin kıymetli bir parçasıdır dekorlarımız.”

2022 Dünya Eşitsizlik Raporu’na göre Türkiye’de nüfusun en yoksul %50’si, 3,1 tonun hemen altında karbon salımı yaparken, en zengin %10’luk kesim yedi kat daha fazla salım yapıyor. Dünyanın en zengin %10’u ise, tüm CO2 salımlarının yarısından fazlasından sorumlu. Yoksulluğa bağlı nedenlerle günde 21 bin kişi hayatını kaybederken, yani zenginler insan yerken… Büyük ihtimalle hizmetçilerine sofradan arta kalan çöplerin ayrıştırılması gerektiğini öğretmişlerdir.

1993’te alev topu haline gelen binlerce ton çöp Ümraniye’deki gecekondu dekorlarının üzerine yağdığında 11 gecekondu ortadan kaybolmuş, ölen 39 kişiden 12’sinin cesedi ise bulunamamıştı. Haberlerden hayatlarımızın bir değeri olmadığını öğreniyorduk. İstanbul‘un Anadolu Yakası‘ndan toplanan çöplerin depolandığı arazi patlamadan sonra temizlenip üzerine bir futbol sahası, çöpün yağdığı yerde ise ölüler için biri artık yıkılmış olan iki anıt yapılarak ayrıştırıldı.