Ana Sayfa Blog Sayfa 787

Bilim insanlarından meslektaşlarına iklim için sivil itaatsizlik çağrısı

Nature Climate Change dergisinde beş iklim bilimci ve bir siyaset bilimcinin yayımladığı makale, konunun uzmanı bilim insanlarının yaptığı şiddet içermeyen doğrudan eylemlerin etkili olduğunu savunuyor.

İklim bilimciler Stuart Capstick, Aaron Thierry, Emily Cox, Steve Westlake ve Julia K. Steinberger ve Bristol Üniversitesi‘nde sivil itaatsizlik ve toplumsal hareketler üzerine çalışan siyaset bilimci Oscar Berglund makalede, “Bilim insanlarının sivil itaatsizliği, iklim krizini çevreleyen sayısız karmaşıklığı ve kafa karışıklığını ortadan kaldırma potansiyeline sahip” diye yazıyor.

Makalede şu ifadeler yer alıyor:

“Yaşanabilir ve sürdürülebilir bir geleceği güvence altına almak için zaman kısa; yine de hükümetlerden, endüstriden ve sivil toplumdan gelen hareketsizlik, bunun ima ettiği tüm kademeli ve feci sonuçlarla birlikte 3,2 derecelik bir küresel ısınma yoluna girdik. Bu bağlamda bilim insanlarının sivil itaatsizliği ne zaman meşru hale gelir?

Bilimsel topluluk, Dünya’nın yöneldiği korkunç yörüngenin farkında. İklim değişikliği üzerinde çalışanların çoğu, bunun sonucunda kaygı, keder veya başka türden sıkıntılar yaşıyor. Giderek daha keskinleşen uyarılar ve iklim etkilerinin artan hızı, küresel emisyonlardaki kalıcı büyümenin aksine hala olduğu yerde duruyor.”

Bazı bilim insanları, kanıtlar ve verilen tepki eksikliği arasındaki uyumsuzluğun, bilim ve toplum arasında bozulan bir sözleşme olduğu sonucuna varıyor.

The Guardian‘dan Damien Gayle‘ın aktardığına göre, son aylarda bilim insanları, iklim krizine dikkat çekmek için doğrudan eylemlerde yer almaya giderek daha istekli olduklarını gösterdiler.

Bir “bilim insanları isyanı” (Scientist Rebellion ve Scientist Extinction Rebellio gibi gruplar) Nisan ayında 25 ülkede 1000’den fazla bilim insanını harekete geçirdi.

Birleşik Krallık‘ta bir grup bilim insanı, İş, Enerji ve Sanayi Stratejisi Departmanı binasının camına bilimsel makaleleri ni ve ellerini yapıştırdı ve bu eylemleri nedeniyletutuklandı. 

Araştırmanın yazarlarından Berglund şöyle diyor:

“Makalede söylediğimiz şey, başımızın ne kadar belada olduğunu herkesten daha iyi bilen düzgün insanların şiddet içermeyen doğrudan sivil itaatsizlik eylemlerine katılmasının, bu tür şeylere dahil olmasının aslında bunun bir kriz olduğu mesajına ağırlık katabileceğidir.”

Enerjide dışa bağımlıyız: Peki ama ne kadar, neden ve çözümü ne?

Dosya Haber: Müjgan HALİS

*

Enerji demek evlerimizde yaktığımız elektrik, duş yaparken kullandığımız su, ısınırken kullandığımız doğal gaz, yemek yaparken kullandığımız yakıt, bindiğimiz otobüsteki mazot, artık binemediğimiz takside LPG, manavdan aldığımız patates-soğanın fiyatına eklenen nakliye gideri, fırından aldığımız ekmeği daha pahalı almamızı sağlayan su, elektrik, mazot demek… Yani neredeyse doğarken, yaşamımızı sürdürürken, beslenirken, temizlenirken, seyahat ederken, işe gidip gelirken, hatta evlerimizde otururken bile enerjiye muhtacız.

Türkiye’nin yıllık toplam ithalatının yaklaşık dörtte birini enerji ithalatı oluşturuyor. Bu dörtte birlik ithalat oranı ise, enerji ihtiyacının dörtte üçüne karşılık geliyor. Petrol ve doğal gaz rezervlerinin yetersiz oluşu, yenilenebilir-alternatif kaynaklardan faydalanma yoluna gidilmemesi ve enerji verimliliği çalışmalarının etkin yürütülmemesi ise birincil enerji arzında dışa bağımlılığı kaçınılmaz kılıyor.

Peki ülke olarak olarak enerji ihtiyacımızı nasıl karşılıyoruz? Bu sorunun yanıtı için “dışarıya” bakmak gerekiyor, çünkü Türkiye doğal gazda yüzde 98, petrolde yüzde 92, kömürde ise yüzde 50, yani toplamda yüzde 72 oranında dışa bağımlı bir ülke.

Önce doğal gaza bakalım.

Doğal gaz: En büyük bağımlılık Rusya’ya

2021 yılında Türkiye 58.703,93 milyon Sm3 doğal gaz ithal etti. Geçtiğimiz yılın verileriyle doğal gaz ithalatı 2020 yılına kıyasla yüzde 21,98 oranında arttı.

2021 yılında, ithalat yüzde 44,87’lik payla en fazla Rusya’dan yapılıyor.

Boru hatları ile gaz ithal edilen İran’ın payı 9,43 milyar m3 ile %16,07 olurken, Azerbaycan’ın payı ise Nisan 2021 döneminde süresi biten 6,6 milyar m3/yıl kontrat nedeniyle 8,82 milyar m3 ile %15,03 oranına geriledi. Azerbaycan’dan ithal edilen doğal gaz miktarı, bu nedenle bir önceki seneye göre 2,73 milyar m3 azaldı.

BP’nin “Dünya Enerjisinin İstatistiksel İncelenmesi Raporu”na göre Türkiye’nin ortalama yıllık tüketiminin yüzde 26’sına karşılık gelen 15,9 milyar m3 miktarlı uzun dönemli doğal gaz kontratlarının geçen yıl içerisinde sona ermeye başlaması, ülkenin doğal gaz arz tercihlerini yeniden belirlemesi gerekliliğini ortaya çıkardı. Yıllık doğal gaz talebi 60 milyar m3 seviyesine ulaşan Türkiye; Almanya ve İtalya ile birlikte Avrupa’nın en büyük pazarlarından biri olmaya devam etti.

Türkiye’nin doğal gaz üretiminin 2011 – 2021 döneminde ulaştığı 476,82 milyon m3 ortalama miktar, talebin yüzde 99’undan fazlasının ithalat yoluyla karşılanmasına neden oldu.

2021 yılında yurt içi doğal gaz üretiminin toplam doğal gaz arzına oranı, geçen yıla göre azalarak yüzde 0,7 seviyesinde gerçekleşti. 2008 yılında 1 milyar m3’e kadar çıkan doğal gaz üretimi, 2020 yılında yıllık toplam 441 milyon m3 iken, 2021 yılında toplam 415 milyon m3 olarak ölçüldü.

Doğal gaz tüketimi ise 2021 yılında toplam 59,6 milyar m3 olurken, doğal gaz ithalatı ise yaklaşık 59,2 milyar m3 seviyesine çıktı ve böylece Türkiye’nin doğal gaz arzında ithalata bağımlılığı geçen yıla göre artarak yüzde 99,3 oldu.

Elektrik: Fosil yakıtla üretim oranı yüzde 64 

Enerji kaynakları açısından yoksul ülkeler arasında olan Türkiye; elektrik enerjisi üretimi amacıyla kullanılan yakıtın yüzde 85’ini ithal ediyor.

Ana elektrik enerjisi üretim kaynakları; doğal gaz, su gücü (hidroelektrik), kömür, rüzgâr, güneş, bioyakıt, fuel oil ve jeotermal. Elektrik enerjisi üretilen kaynaklar arasında doğal gaz, petrol (fuel oil) ve (ithal) kömür ise ithal edilen enerji kaynakları olarak ön sırada yer alıyor.

Türkiye’nin brüt elektrik üretimi 2021 yılında bir önceki yıla göre yüzde 8 oranında arttı. Elektrik İletim Anonim Şirketi- TEİAŞ’ın verilerine göre geçen yıl üretilen 331 milyar kilovatsaati bulan elektriğin yüzde 32,71’lik kısmı doğal gaz çevrim santrallerinden, yüzde 31,43’ü ise kömürlü termik santrallerden sağlandı. Böylece elektrik üretiminde fosil yakıtla (petrol, kömür ve doğal gaz) çalışan santrallerin payı yüzde 64’ün üzerine çıktı. 2020 yılında bu oran yüzde 58’di.

Yine 2021’de kömüre dayanıklı elektrik üretimde ise ithal kömürle çalışan santrallerin payı düşerken, yerli linyit kömürüyle çalışan santrallerdeki üretim artış gösterdi. Buna rağmen kömürlü termik santrallerin elektrik üretimindeki payı 3 puan gerileyerek yüzde 31,4’e düştü.

Elektrik üretiminde güneş, rüzgar ve jeotermal enerji kaynaklı üretim ise bir yıl öncesine göre yaklaşık 10 milyar kilovatsaat artarak toplam üretimde yüzde 16,6’lık paya ulaştı.

Hidroelektrik dahil yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretimindeki payı ise 2020’deki yüzde 40 seviyesinden yüzde 33’e geriledi.

Türkiye elektrik enerjisi tüketimi 2021 yılında bir önceki yıla göre yüzde  8,3 artarak 329,6 milyar kilovatsaat, elektrik üretimi ise bir önceki yıla göre yüzde 8,1 oranında artarak 331,5 milyar kilovatsaat olarak gerçekleşti.

TEİAŞ’ın verilerine göre, Türkiye’de 2020’de 306,1 milyar kilovatsaat elektrik tüketilirken, 2021 yılında yaklaşık 329,6 milyar kilovatsaat elektrik tüketilmiş. Tüketim bir önceki yıla göre yüzde 7,68 artmış. Türkiye’nin 2021 yılındaki elektrik üretimi ise 331,5 milyar kilovatsaat.

Petrol: İthalata bağımlılık yüzde 92,8

TPAO verilerinde, 2020 yılında Türkiye’de toplam birincil enerji arzı içerisinde petrolün yüzde 28,7 ile birinci sırada yer alırken, onu yüzde 27,7’lik oran ile kömür ve yüzde 27 ile doğal gazın takip ettiği görülüyor.

2009-2019 yılları arasında Türkiye’nin birincil enerji arzı 2008 ve 2013 yılları dışında sürekli yükselirken, petrol ve doğal gazın birincil enerji arzı içindeki payı yüzde 60’lar civarında seyrediyordu. 2020 yılında ise petrol ve doğal gazın birincil enerji arzındaki payı yüzde 55,7 olarak kaydedildi.

Birincil enerji talebinin yerli üretim ile karşılanma oranı, 2020 yılında yüzde 29,9 olarak gerçekleşti. Diğer bir ifadeyle, Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığı bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 1 artarak yüzde 70,1 seviyesine ulaştı.

2021 yılında, günlük ortalama 69 bin v/g ham petrol üretimi yapılırken; 631 bin v/g ham petrol ithalatı, 260 bin v/g ise işlenmiş ürün ithalatı gerçekleştirildi. 2020 yılında, yurt içi ham petrol üretiminin, toplam petrol arzına oranı yüzde 7,3; 2021’de ise yüzde 7,2 olarak kayda geçti.

Yani 2021 yılında ülkemizin petrolde ithalata bağımlılığı yüzde 92,8’yi buldu.

2021 yılında Türkiye’nin ithal ettiği petrolün yaklaşık yüzde 42,3’ü Irak’tan, yüzde 17,3’ü Rusya’dan, yüzde 14,4’ü Kazakistan’dan geldi.

İlk üç sırada yer alan ülkeler 2020 yılı ile aynı olurken, bir önceki yıla kıyasla Irak ve Kazakistan’ın ithalattaki payı arttı, Rusya’nın payı ise azaldı. Bu üç ülkeyi Libya (yüzde 6,2), Norveç (yüzde 5,5), Suudi Arabistan (yüzde 5,3), Nijerya (yüzde 3,5), Türkmenistan (yüzde 2,1) ve Azerbaycan (yüzde 1,6) takip etti.

Kömür: Taş kömürün de yüzde 96’sı ithal 

1980’lerin ortasına kadar birincil enerji ihtiyacını petrol, kömür ve hidrolik kaynaklardan karşılayan Türkiye’de 1980’li yılların ikinci yarısında doğal gaz birincil enerji kaynakları arasına eklendi. AKP’li yılların ortalamasına bakıldığında birincil enerji arzının yaklaşık yüzde 33’ünün petrolden, yüzde 27’sinin kömürden,  yüzde 27’sinin doğal gazdan,  yüzde 10’unun hidrolik kaynaklardan,  yüzde 3’ünün ise yenilenebilir ve diğer kaynaklardan elde edildiği söylenebilir.

Elektrik üretiminde ise 2000’den başlayarak devamında en yoğun kullanılan kaynak doğal gaz oldu. 2016 yılında kömür kullanımı az bir farkla doğal gazı geçti, 2018’den itibaren ise elektrik üretiminde kömür en yoğun kullanılan kaynak haline geldi.

1980’li yıllardan önce son derece düşük miktarlarda başlayan kömür ithalatı, 1990’lı yıllarda 10 milyon tonun ve 2000’li yıllarda ise 15 milyon tonun üzerine çıktı. 2017 yılı ithalatı 39,08 milyon ton, 2018 yılı kömür ithalatı 39,14 milyon ton, 2019 yılı ithalatı 38,79 milyon ton. 2020 yılı ithalatı ise 39,38 milyon ton oldu.

Son yıllarda kömür ithalatındaki artışın en önemli nedeni, elektrik üretimi amaçlı kullanılacak buhar kömürlerine olan talepteki ciddi artış oldu. Söz konusu eğilim dikkate alındığında, ithalatın önümüzdeki yıllarda da artarak süreceği ve kömür ithalat faturasının doğal gaz faturasına yakın düzeylerde seyredeceği kolayca anlaşılabilir.

TÜİK verilerine göre ülkemizde 2020 yılında tüketilen kömürün 1,08 milyon tonu yerli taş kömürü, 38,72 milyon tonu ithal kömür, 63.29 milyon tonu linyit ve asfaltit ve 4.,42 milyon tonu taş kömürü koku olmak üzere toplamda 107,51 milyon tona ulaştı Böylece bir önceki yıla göre 2020 yılında ithal ve yerli taş kömürü tüketimi yüzde 4,4 arttı ve linyit-asfaltit tüketimi ise yüzde 22,2 azaldı.

2020 yılında Türkiye’de taş kömürü tüketiminde en büyük payın sahibi yüzde 50’lik oranla termik santraller oldu. Geriye kalan tüketim ise yüzde 15,6 oranında kok fabrikaları ve yüzde 34,4 oranında diğer sanayi olarak gerçekleşti. Taş kömürü tüketiminde elektrik santrallerinin payı giderek arttığı ise dikkat çeken bir veri: 10 yıl önce yüzde 20 düzeyinde olan söz konusu pay 2020 yılı itibariyle yüzde 50 düzeyine ulaşmış durumda.

Öte yandan Maden Mühendisleri Odası’nın (MMO) geçtiğimiz temmuz ayında kamuoyuyla paylaştığı verilere göre; 2022 yılının ilk beş ayında enerji üretiminde birincil kaynaklarda ithal kömür, taş kömürü ile birlikte ilk sırada yer aldı. 2021 yılında yüzde 16,56 oranla üçüncü sırada bulunan ithal kömür, Türkiye Elektrik İletim A.Ş.’nin verilerinde de 2022 yılı Mayıs ayı sonu itibari ile taş kömürü ile birlikte yüzde 17,26 oranına ulaşarak ilk sıraya yerleşti.

MMO; Türkiye Taşkömürü Kurumu tarafından işletilmesi gereken Zonguldak havzasında ve Türkiye Kömür İşletmeleri ile Elektrik Üretim Anonim Şirketi tarafından işletilen ruhsatlarda kamu işletmeciliğinin terk edildiğine dikkat çekerek; kamu yararının hiçbir şekilde gözetilmediği yüksek rezervli birçok sahanın, ruhsat devri ve rödövans sözleşmeleriyle özel sektöre devredildiğini, ancak bu sahaların faaliyete bile geçirilmediğini duyurdu.

MMO bu yüzden  TEİAŞ’ın açıkladığı %17,26 ( 23.106 GWh) oranının büyük kısmının ithal kömür olduğunun anlaşıldığını belirterek, her geçen gün daha da stratejik bir konuma gelen enerji arz güvenliği sorununun çözümünü çaresiz olarak ithal kömürde aranmaya çalışıldığını ve ülkenin kıt kaynaklarının ziyan edildiğini vurguladı.

MMO’nun da altını çizdiği Türkiye Kömür İşletmeleri’nin 2020 verilerine göre halihazırda tüketilen taş kömürünün yüzde 96’sı ithal ediliyor. Son yıllardaki artışın en önemli sebebi elektrik üretiminde ısıl değeri yüksek ithal kömüre olan talepteki artış.

Türkiye’nin kömür ithalatında en büyük paylar Kolombiya ve Rusya’ya ait. 2019’da ithalatın yüzde 39,2’si Kolombiya’dan, yüzde 36’sı Rusya’dan yapıldı. Kömür ithalatı 2019 yılında yaklaşık 4 milyar ABD dolarına mal oldu.

Nükleeer: Akkuyu’da bütün ipler Rusya’nın elinde

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın 2019 verilerine göre dünya çapında 443 nükleer reaktör halen faaliyette, 52 nükleer reaktörün inşaatı ise sürüyor.

2018 yılı itibari ile ABD’de 98, Fransa’da 58, Çin’de 46, Japonya’da 39, Güney Kore’de 24, Hindistan’da 22, Kanada’da 19, İngiltere’de 15 ve Ukrayna’da 15 nükleer reaktör faaliyetlerine devam ediyor.

Bütün dünyada nükleer güç santrallerinde üretilen elektrik ise, dünya elektrik arzının yüzde 10’una denk düşüyor. Ülkeler bazında Fransa elektrik ihtiyacının yüzde 72’sini, Ukrayna yüzde 53’ünü, İsveç yüzde 40’ını, Belçika yüzde 39’unu, Güney Kore yüzde 24’ünü ve ABD yüzde 9’unu nükleer enerjiden karşılıyor.

Avrupa Birliği de elektrik tüketiminin ortalama olarak yüzde 28’ini nükleer enerjiden sağlıyor.

Ülkemizde halihazırda inşaatı süren Akkuyu Nükleer Santrali ile ilgili anlaşma 2010 yılında Türkiye ile Rusya arasında imzalandı. Anlaşma; Mersin’de VVER-1200 reaktörlü dört güç ünitesine sahip toplam 4800 MW kurulu güç kapasiteli Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin inşası ve işletilmesine ilişkin işbirliğini içeriyor. Dünyanın nükleer pazarının önde gelen firmalardan olan ve bir devlet kuruluşu olan Rosatom’un Akkuyu projesindeki payı, yüzde 99,2 ve projenin toplam maliyeti 20 milyar dolar olarak duyuruldu. Anlaşmaya göre şirket, güç santralinin tasarımı, yapımı, bakımı, işletmeye alımı ve işletmeden çıkarılması gibi tüm yükümlülüklerde tek karar sahibi.

Rusya’nın enerji ihtiyacının yüzde 19’unu karşılayan Rusya’nın en büyük elektrik üreticisi Rosatom; yurt dışında nükleer güç santrali inşaatında da dünyada ilk sırada yer alıyor. Ermenistan, Bangladeş, Beyaz Rusya, Macaristan, Mısır, Hindistan, İran, Çin, Nijerya, Türkiye, Özbekistan ve Finlandiya gibi 36 farklı güç ünitesine sahip projelerde imzası olan Rosatom’un Akkuyu projesi ise, Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığını değil, sadece doğal gaza bağımlılığını azaltan bir proje olarak göze çarpıyor.

Nükleer enerjiyi alternatif bir enerji kaynağı olarak değerlendiren Türkiye, her ne kadar Akkuyu’yu enerjide dışa bağımlılığı azaltan bir proje olarak sunsa da;  Türkiye ile Rusya arasında imzalanan anlaşma protokolünde “Proje Şirketi, üretilecek elektrik dâhil olmak üzere, NGS’nin sahibidir” (Resmi Gazete, 2010) ifadesinin yer alması, Rusya’nın Türkiye topraklarında ürettiği elektriği istediği kurum veya ülkeye satma konusunda karar alıcı tek merci olduğunu ortaya koyuyor. Bu şartlarda Türkiye’nin Rusya’ya olan enerji bağımlılığının devam edeceği rahatlıkla söylenebilir.

Öte yandan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz yıl AKP grubunda yaptığı konuşmada Akkuyu Nükleer Santrali’nin yılın her günü, günün 24 saati çalışarak 4 bin 800 megavatlık kurulu gücüyle Türkiye’nin elektrik ihtiyacının yüzde 10’unu karşılayacağını söylemişti.

Yenilenebilir enerjiden ne kadar faydalanıyoruz? 

Doğal kaynaklardan elde edilen enerji türlerine verilen genel isim olan “yenilenebilir enerji”, tüm dünyada olduğu gibi  Türkiye’de de yavaş da olsa yükselen bir ivmeye sahip. EPDK’nın yayınladığı Elektrik Piyasası 2021 Yılı Piyasa Gelişim Raporu’na göre; yenilenebilir enerji kaynaklarının 2020 yılı sonu itibarıyla toplam kurulu güç içerisindeki payı yüzde 48 oranlarında seyrederken 2021 yılında yüzde 50,02’ye yükseldi.

Lisanslı elektrik üretiminde ise yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam payı 2020 yılında yüzde 40,3 olarak kaydedildi. 2021 yılına gelindiğinde ise bu oran yüzde 33,31’e geriledi.

TEİAŞ, Türkiye’nin 2021 yılı Ağustos ayı itibarıyla üretilen elektriğin 1 bin 441 MW’ını hidroelektrik, 10 bin 14 MW’ını rüzgâr enerjisi, 7 bin 435 MW’ını güneş enerjisi ve 1650 MW’ını jeotermal enerji santrallerinin ürettiğini açıkladı. Biyokütle (atık ısı dâhil) santrallerinin kapasitesi ise 2021 Ağustos sonu itibarıyla 1813 MW oldu.

Böylece, elektrik kurulu gücünün yüzde 32’sini hidroelektrik, yüzde 10,2’sini rüzgâr enerjisi, yüzde 7,5’ini güneş enerjisi, yüzde 1,7’sini jeotermal ve yüzde 1,8’ini biyokütle santralleri oluşturdu.

2021 Ocak-Ağustos döneminde 1182 MW rüzgâr, 768 MW güneş enerjisi, 457 MW hidroelektrik, 328 MW biyokütle (atık ısı dâhil) ve 37 MW jeotermal olmak üzere toplam kurulu güç 2020 yılı sonuna göre 2 bin 602 MW arttı.

Rüzgâr enerjisinde potansiyelin büyük kısmı Ege ve Marmara bölgelerinde yer alırken, bu alanda kurulu gücün 1715 MW’ını İzmir, 1296 MW’ını Balıkesir, yaklaşık 899 MW2ını Çanakkale, 699 MW’ını Manisa ve 477 MW’ını İstanbul oluşturdu.

Hidroelektrikte 3 bin 128 MW’la en yüksek kapasiteye sahip Urfa’yı 2 bin 445 MW’la Elazığ, 2 bin 251 MW’la Diyarbakır, 1906 MW’la Adana ve 1815 MW’la Artvin takip etti.

Güneş enerjisinin başkenti Konya 964 MW kapasiteyle başı çekerken, bu ili 393 MW’la Ankara, 379 MW’la Urfa, 339 MW’la Kayseri ve 298 MW’la İzmir izledi.

Ege Bölgesi’nde yoğunlaşan jeotermal enerjide en yüksek kurulu güç 848 MW’la Aydın’da inşa edildi. Aydın’ı 379 MW’la Manisa, 378 MW’la Denizli, 30 MW’la Çanakkale, 12 MW’la İzmir ve 3 MW’la Afyonkarahisar takip etti.

Biyokütle kapasitesinde ise 207 MW’la İstanbul, 123 MW’la Ankara ve 84 MW’la İzmir ilk üç şehir olarak öne çıktı.

Neden bağımlıyız, ne yapmalı?

Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Projesi sorumlusu Onur Akgül, Türkiye’nin ciddi bir enerjide dışa bağımlılık sorunu olduğuna dikkat çekiyor:  “EPİAŞ verilerine göre, 2021’de toplam elektriğin yüzde 34’ü, temininde tamamen dışa bağımlı olduğumuz fosil gazdan, yüzde 17’si ise ithal kömürden üretildi. Yani, elektrik üretiminde yarı yarıya dışa bağımlıyız. Elektrik ithalatı ise, 2020’ye kıyasla yüzde 68,6 arttı.”

Covid-19 pandemisi ve Rusya – Ukrayna savaşı gibi gelişmelerden ötürü ithal kömür ve fosil gazın maliyetlerinin fırladığını hatırlatan Akgül, “Tüm bu tablo bize hava kirliliği, ortalama sıcaklık artışı iklim krizinin etkilerinde ve krizdeki payımızda artış ve yoksullaşma olarak geri dönüyor” diyor.

Akgül, pandemi, savaş ve başka bir ülkenin ekonomik tercihleri gibi enerji maliyetini yükselten küresel faktörlerin her zaman var olacağının unutulmaması gerektiğini; ancak iklim krizine karşı ilk önlemin fosil yakıtlardan çıkarak yüzde 100 yenilenebilir kaynaklara geçiş olduğunu vurguluyor:

“Türkiye, elektrikte dışa bağımlılık sorununu, hem düşük maliyetli, hem de düşük karbon emisyonlu üretimle aşabilir. Bunun yolu, 2030’da kömürden çıkış politikasından ve enerji üretiminde yenilenebilir kaynakların payının artırılmasından geçiyor.”

Tek çözüm yenilenebilir enerji

Solar3GW Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Bahadır Turhan’ın enerjide dışa bağımlılığımız nedenleri konusundaki görüşleri ise şöyle:

“Aslında bu 2001 krizi sonrası ekonomimizde nispeten hızlı büyümenin, dolayısıyla da enerji  talebimizin, enerji arzı tarafından yakalanamamasından kaynaklanıyor. Bir ekonomi büyürken ihtiyaç duyacağı enerji de son derece hassas planlanmalı ve planlara istikrarla uyulmalı. Bizi dışa bağımlılıktan kurtaracak yenilenebilir enerji santrallerinin planlanması, izinlerinin alınması ve nihayetinde  inşaatının yapılarak devreye alınması, ülkemizde, özellikle bürokratik süreçlerin uzunluğu nedeniyle 4 ila 6 yıl arasında sürüyor.”

Turhan’ın verdiği bilgilere göre, 2001 sonrası 4 ila 6 yılda büyüme rakamları ile elektrik talebimiz neredeyse yüzde 80 artmış durumda. Enerji bürokrasisi de o yıllardaki ani talebi, çok daha hızlı kurulabilen doğalgazlı termik santraller ile karşılayınca doğalgazımız olmadığından dışa bağımlılık arttı:

“Bir yandan yenilenebilir enerji santralleri projelendirildi, YEKDEM mekanizması geliştirildi ve  yenilenebilir enerji özellikle 2008-2017 arası dönemde hızla devreye girdi. Dışa bağımlılık hızla azalacakken, bu sefer YEKDEM ekonomiye yük oluyor algısı ile yenilenebilir enerji projelerine el freni çekilirken, yerli kömürlü termik santrallere yüzünü çevirdi ülkemiz. Oysa bugün YEKDEM ile santrallere ortalama 8 dolar cent/kWh para ödeniyorken, serbest piyasa elektrik fiyatlarımız 19 cent/kWh.”

Geçen yıl Paris İklim Anlaşması’nın imzalanmasıyla, Türkiye bir kez daha 180 derecelik bir dönüş yaptı ve yüzünü yeniden yenilebilir enerjiye çevirdi. Ancak arada çok değerli yıllar geçti. Turhan da dışa bağımlılığın istikrarlı politikalar ile hızla yenilenebilir enerji santrallerinin devreye alınmamasından kaynaklandığını söylüyor.

Geçen yıl Paris İklim Anlaşması’nı sonunda onaylamamızla bu sefer bu politikadan da 180 derece dönüldü ve yeniden yenilenebilire yüzümüzü çevirdik tamamen. Ama tabi arada çok değerli yıllar geçti. Özetle dışa bağımlılığımız istikrarlı politikalar ile hızla yenilenebilir enerji santrallerini devreye almamamızdan kaynaklanıyor.

Enerjide dışa bağımlılığı yenmenin tek yolu ise daha fazla yenilenebilir enerji santrali kurmak. Solar3GW Yönetim Kurulu Başkanı, burada baş aktörün de güneş santralleri olacağını söylüyor:

“Gerek ilk yatırım maliyetlerindeki düşüş, gerek yeşil enerji yatırımlarına uluslararası finansman bulmanın son derece kolay olması, gerek ölçeklenebilir yapısı ile çatınızda 10 kW’lık sistemi de arazide 10 MW’lık sistemi de aynı kolaylıkla kurabilmeniz, gerekse işletmedeki kolaylıkları ile güneş, artık hiçbir fiyat ve alım garantisine ihtiyaç duymayan bir kaynak. Hızlı bir şekilde GES’leri elektrik üretim karmamıza da katabilmek için Solar3GW olarak önerdiğimiz iş modellerini mevzuatımıza sokmalıyız.”

Yusuf Bahadır Turhan’ın pratik önerisi de şöyle: “İhalesiz teşviksiz lisanslı model dediğimiz ve aslında ülkemizde zamanında doğalgazlı termik santrallerin kurulmasında uygulanan modelin GES’lere de tanınması önemli bir adım olabilir. Bu yoldaki ilk adım, temmuz başında meclisten çıkan ve belirli bir oranda batarya depolama kurmayı taahhüt edeceklere, GES kurarken yarışma zorunluluğunun kaldırılması ile atıldı. Bunun ikincil mevzuatını bekliyoruz.

Bununla birlikte, büyük bir tüketicinin elektriğini yenilenebilirden karşılamasının önünü açan YETA yani yenilenebilir enerji tedarik anlaşmaları modeli de yurtdışında green PPA ismiyle yürürlükte olan ve bizim de hızla mevzuatımıza almamız gereken bir model. Öztüketim tarafında mevzuatımız fena gitmiyor ama buradaki iyileştirmeler arttırılabilir. Tüm bunlarla birlikte, başka hiçbir teşvike ihtiyaç duymaksızın her yıl EN AZ 3 GW güneş gücünü devreye alabiliriz. Solar3GW olarak, bu yolla 10 yıl içerisinde elektrik üretimi için ithal ettiğimiz doğalgazı sıfırlayabileceğimizi hesaplıyoruz. İkinci 10 yılda da yine elektrik için ithal edilen kömür sıfırlanarak, enerjide dışa bağımlılığımız büyük oranda azaltılabilir. Daha erken olsun diyorsak daha da fazla GES kurabiliriz.

‘Bugünden yarına çözülmez’

Türkiye’nin fosil yakıt egemen bir ülke olduğuna vurgu yapan TMMOB Makina Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu Başkanı Oğuz Türkyılmaz, bunun da büyük bölümünün ithal ediliyor olmasının bağımlılığı arttığına dikkat çekiyor:

“Birincil enerji arzında bu oran yüzde 84. Petrolün yüzde 93’ünü ithal ediyoruz. Ve bu ithal ettiğimiz petrolün üçte ikisi karayollarında kullanılıyor. Yani trafikteki 26 milyon araç, bu ithal edilen petrolün üçte ikisini tüketiyor. Geri kalan yüzde 1 ise diğer alanlarda kullanılıyor. Doğal gazın yüzde 99.5’ini ithal ediyoruz. Türkiye’de yerli üretimin miktarı 350-400 milyon metreküp, geçen yılki tüketimimiz 60 milyar metreküp. Doğal gazı da ağırlıklı olarak Rusya, Azerbaycan’dan alıyoruz, sıvılaştırılmış doğal gazı ise başka ülkelerden. Kömür tüketiminin yüzde 60’ı da ithalattan karşılanıyor. Rusya, Kolombiya ve Avustralya kömür aldığımız ülkeler. Hal böyle iken bu yılın ilk beş ayında 40 milyar dolar, altı ayın sonunda 48 milyar dolar enerji ithal etmişiz. Yıl sonu için beklenen rakam 100 milyar dolar. Önceki yıllarda 2020’de pandeminin etkisiyle bu rakam 28,4 milyar dolar, geçen yıl ise 50,4 milyar dolardı.”

Enerji fiyatlarının yükselmesinin rakamın iki katına çıkmasında rolü olsa da AKP iktidarının yaptığı sözleşme hatalarının es geçilmemesi gerektiğini söyleyen Türkyılmaz,  “Örneğin Azerbaycan’dan alınan doğal gaz, İtalya piyasasına endekslenmiş. Bunun yurttaşa yansıması ise fahiş doğal gaz ve elektrik faturaları oluyor, bir insan hakkı olan ulaşım hakkını bile insanlar artık kullanamıyor” diyor. 

Çözüm için ise “akşamdan sabaha çözülmez” diyor Oğuz Türkyılmaz: “Rusya’dan petrol, gaz, kömür aldığımız yetmezmiş gibi, nükleer enerji de Rusların kontrolünde. Şu anda Türkiye’nin enerji arzındaki Rusya payı üçte birin üstünde. Kulağımıza gelen dedikodular, Sinop‘un da Rusya’ya verileceği yönünde.

19 milyon evde doğal gaz kullanılıyor, her hanede dört kişi olsa bu 76 milyon kişi demek. Yapılabilecek ilk şey petrol tüketimini azaltmak olmalı. Toplu taşımayı, raylı sistemleri, deniz yollarını güçlendirmek gerekiyor. Hem yük hem de yolcu taşımacılığında demiryolları ve deniz yollarını kullanmak gerekiyor. Her ile havaalanı şart değil ama her ile demiryolu şart. Kısaca ülkeyi tekrar demir ağlarla örmek gerekiyor.

Ayrıca yenilenebilir enerjiye hızla yönelmemizin zamanı geldi. Türkiye güneş enerjisi potansiyelinin yüzde 3.5’unu, rüzgar enerji potansiyelinin yüzde 4’ünü kullanıyor, deniz üstü rüzgar enerjisi potansiyeline dair ise hiçbir şey yapılmamış, ne bir plan, ne bir kurgu var. Bu konuda insanı hayretlere düşürecek şekilde algı sıfır. Halbuki Türkiye’nin deniz üstü rüzgar enerjisi potansiyeli 400 milyar kilovat saatin üstünde.”

Özyılmaz’a göre işin diğer tarafı da tasarruf. Bunun devletten başlaması gerektiğini belirterek şunları söylüyor:

“Binlerce araç, yüzlerce koruma ile gezmeyeceksin, onlarca uçakla dolaşmayacaksın. Kamu binalarını gece aydınlatmaktan vazgeçeceksin. Adliyede gece duruşma mı var, niye aydınlatılıyor? Camiler yatsıdan sonra niye aydınlatılıyor? AVM’ler niye aydınlatılıyor?

Son olarak yeni bina inşa ederken güneş unutulmamalı. Hanelerin üstüne, sınai tesislerinin üstüne güneş panelleri koymak mimarinin bir zorunluluğu olmalı.”

Avrupa ne yapıyor, RePowerEU’da hedefler neler?

Türkiye’nin gerek doğal gaz, gerekse de diğer kaynaklar açısından yüzde 100’e yakın oranlarda dışa bağımlılığı bizzat devlet kurumları tarafından kabul edilirken; Ukrayna savaşı sonrası Avrupa Komisyonu, Avrupa Birliği’nin Rusya’dan fosil yakıt ithalatını azaltmak için planladığı “RePowerEU” paketini geçtiğimiz günlerde açıkladı. Komisyon, Avrupa Yeşil Mutabakatı mevzuatının “Fit for 55” (%55 emisyon azaltımı politikasına uygunluk) paketi kapsamında yenilenebilir enerji için 2030 ana hedefini yüzde 40’tan yüzde 45’e çıkarmayı önerdi.

Gaz ve petrol talebini yüzde 5 oranında azaltabilecek kısa vadeli davranış değişikliklerini de içeren ve üye devletlerde gerek hanelerde gerekse de endüstride özel iletişim kampanyalarıyla tasarruf teşvik etme tavsiyesinde bulunan Avrupa Komisyonu; ayrıca enerji tasarruflu ısıtma sistemleri, bina yalıtımı, cihazlar ve ürünlerde KDV oranlarının düşürülmesi gibi mali önlemleri de tavsiye olarak sundu.

Avrupa Komisyonu’nun enerjide kendine yetme odaklı hedefleri ise şunlar:

  • 2025 yılına dek güneş panelleriyle güneş enerjisi kapasitesini ikiye katlamak ve 2030 yılına dek 600 GW güneş enerjisine ulaşmak için “AB Güneş Stratejisi”nin oluşturulması.
  • Yeni kamu, ticari binalarıyla, hanelere güneş panelleri kurulmasını sağlamak için aşamalı olarak yasal zorunluluğu olan ‘solar çatı’ girişiminin hayata geçirilmesi.
  • Isı pompalarının kullanım oranının iki katına çıkarılması ve jeotermal ve güneş enerjisinin modernize edilmiş bölgesel ve ortak ısıtma sistemlerine entegre edilmesi.
  • Karbondan arındırılması zor endüstrilerde ve ulaşım sektörlerinde doğal gaz, kömür ve petrolün yerini almak üzere 2030 yılına dek 10 milyon ton yerli yenilenebilir hidrojen üretimi ve 10 milyon ton hidrojen ithalatı hedefinin belirlenmesi.

Kuraklıkla boğuşan ülkelerde bulut tohumlama çalışmaları sürüyor

Dünyanın en sıcak ve en kurak bölgelerinden birinde yer alan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), bulut tohumlama ile yılda ortalama 100 milimetreden  daha az olan yağışlarını artırmaya çalışıyor.

İklim değişikliğinin etkileri, artan nüfus, turizm ve çeşitlenen ekonomisi,  su kullanımı pahalı deniz suyu arıtım tesislerine dayanan BAE’de su talebini artırdı.

BAE Ulusal Meteoroloji Merkezi‘nde yağmur iyileştirme operasyonları başkanı Abullah al-Hammadi, “Bulut tohumlama, yağış oranlarını yılda yaklaşık yüzde 10 ila yüzde 30 oranında artırıyor. Hesaplarımıza göre, bulut tohumlama işlemleri, deniz suyunu tuzdan arındırma işleminden çok daha düşük maliyetli” dedi.

Suudi Arabistan ve İran da dahil olmak üzere bölgedeki diğer ülkeler, tarihi kuraklıklarla karşı karşıya kaldıkları için benzer planlar açıkladı.

ABD’nin geliştirdiği dünyada şu an Çin’in ve orta daoğuda BAE’nin başını çektiği bu tip yapay yağmur teknolojileri pek çok yönüyle de tartışmalı.

Bulut Tohumlama nedir?

Bulut tohumlama, çok basit şekliyle, bulutta daha büyük su damlacıkları oluşturmak ve bulutu doygunluğa ulaştırarak yağış düşmesini sağlamak için buluta kimyasal enjekte edilmesidir.

Yapay tohumlamada gümüş iyodür, amonyum nitrat, kadmiyum iyodür, diğer higroskopik materyaller çekirdek vazifesi görmek üzere yerden veya havadan yağmur bulutuna püskürtülür ve bu maddeler yoğuşma çekirdeği olarak hizmet görür. Ancak bu işlem, yalnızca belli yükteki yağmur bulutlarına yapıldığında başarılı olabilir.

Aynı şekilde bu maddelerin, bulutun içindeki en uygun yere, zamanında ve doğru miktarda ulaştırılması işlemin en zor kısmıdır.

Uçakla yapılan tohumlamada, kanatlara takılı brülörlerin saldığı gümüş iyodür dumanı yardımıyla tohumlama yapılır. Tohumlama maddesini bulutun tipi, sıcaklığı, düşey akımlar gibi ölçütlere bağlı olarak uçaklar tarafından tepesinden içine, içine girerek ya da tabanından yukarı akımlar ile verilmesi gerekir, bu da hava trafiğinin yoğun olduğu bazı durumlarda mümkün olmayabilir ve pilot becerisi gerektirir.

Yerden bulut tohumlama işlemi havan topları, roketler ile tanklarda bulunan gümüş iyodürün, yer jeneratör yardımıyla buluta püskürtülmesi ile yapılır. İşlemde hedef bölgenin belirlenerek dikey hareketlerden kaçınmak zorluk yaratır. Bu nedenle en pahalı fakat en isabetli olan tohumlama yöntemi roketlerdir.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü‘ne gör, yağış artırma çalışmalarının ekonomik, sosyal ve çevresel etkilerinin değerlendirilmesi, ekonomik fayda / zarar analizlerinin tarım, hidroelektrik enerji üretimi gibi farklı sektörler için ortaya konması ve yerelden küresele karşılaşılabilecek hukuki sorunlara karşı da düzenlemelerin yapılması gerekli.

Öte yandan tohumlamada kullanılan gümüş iyodür gibi kimyasal maddelerin etki analizleri yapılmalı. Bazı çalışmalar, suda çözünmeyen gümüş iyodürün toprakta ve nehir yataklarında biriktiği gözlemlendi.

Birleşik Arap Emirlikleri’nde yapılan bulut ekimine dair konuşan İngiltere’deki Highlands and Islands Üniversitesi’nde meteorolog  Edward Graham, “Karbon ayak izi açısından, bulut tohumlamada kullanılan uçakların gezegendeki milyarlarca araba ve her gün uluslararası hava yolculuğu yapan devasa uçaklarla karşılaştırıldığında, okyanusta sadece bir damla”  olduğunu söyledi.

Reuters’a konuşan pilotlardan biri Ahmed al-Jaberi ise pilotlar için işin zorluğuna dikkat çekti:

“Bulut tohumlama, pilotlar için en zor ikinci seviye olarak kabul ediliyor. Buluta nasıl girip çıkmamız gerektiğini bulmaya çalışırız ve fırtına veya doludan kaçınmaya çalışırız.”

Çin de bu hafta,  devam eden kuraklıkla mücadele etmek için ülkenin güneybatısındaki Sichuan Eyaleti ve Chongqing Belediyesi‘nde bulut tohumlama

Çarşamba günü Chongqing’de, 20 dakika süreli 10 milimetre yağış için gerekli parçacıkları içeren altı çubuk fırlatıldı. China Media Group’a (CMG) göre, Perşembe gününden başlayarak, Sichuan’da Pazartesi gününe kadar sürecek operasyonlarda sonunda 6 bin kilometrekarelik bir alanı kapsayacak olan tohumlama çalışmaları için iki büyük insansız hava aracı konuşlandırıldı.

Greta Thunberg’in ‘Evimiz Yanıyor’ konuşması tuvale aktarıldı

Sanatçı, sinestezi, yani duyuları harmanlayan nörolojik bir duruma dayandırdığı ve adını “Future Generations” koyduğu eserini gelecek ay, ünlü müzayede salonu Sotheby’s‘de kamuoyuyla paylaşacak.

Hayranları arasında Paul McCartney ve Anne Hathaway’in de bulunduğu Coultier, müziği tuvale dökerek bir kariyer oluşturdu. Daha önce de Mendelssohn‘un Keman Konçertosu‘nu Cadogan Hall‘da Londra Oda Orkestrası‘nın eşliğine canlı olarak resmetmiş ve sanatçı Freddie Mercury de bu eseri tasvir etmişti. 

“Dünyanın liderlerinin  iklim acil durumuyla ilgili muazzam şüphesi cehaleti karşısında genç bir insan olarak boşluğa çığlık atıyormuşsunuz gibi geliyor” diye konuşan Jack Coulter, çalışmasıyla ilgili  “20’li yaşlarımdayım ve geleceğim için çok korkuyorum; Gelecek nesillerin korkularını hayal bile edemiyorum. Daha fazlasını yapabileceğimi düşünerek geriye bakmak istemiyorum” ifadelerini kullandı. 

200 bin sterline satılması bekleniyor, gelir Greta Thunberg Vakfı’na

Thunberg ile resim hakkında irtibat kurmaya başladığında “bıkkınlık duyduğunu” ifade eden Coulter, eserinde sözlerinin yanı sıra, Thunberg’in benzer bir makalesini bir ortam düzenlemesine yerleştirdi; bunun için de İngiliz Bad Guy müzik grubunun 1975’te yaptığı müziği konuşmaya uyarladı: “Ek müzik unsuru, resmin son görseli için önemli bir unsurdu. Aynı anda ilham verici, umutlu, yıkıcı, melankolik ve iddialıydı.”

7-13 Eylül’de Sotheby’s Contemporary Curated müzayedesinin bir parçası olarak eserin 20.000 sterline ulaşması beklenen geliri, Greta Thunberg Vakfı‘na verilecek. Eser aynı zamanda Sotheby’nin New Bond Caddesi’ndeki galerilerinde de sergilenecek.

Coulter şunları söyledi:  “Greta, neslimizin sesidir. O da bağımsız bir aktivist, ben de bağımsız bir sanatçıyım. Çalışma, çok organik ve doğru bir süreçti. Şu anda insanlığın karşılaştığı en önemli sorunla karşı karşıyayız; derinlere kök salmış bir korku duygusu var. Eylemlerimiz bir fark yaratmıyor ya da yardımcı olmuyormuş gibi geliyor. Ancak bu hiç de doğru değil. Birlikte davranırsak, küçük şeyler büyük şeylere dönüşebilir. Müzayede dünyasında bu tablo yardım etmek için bir şans.”

Daha önce de David Hockney, Vincent van Gogh ve Joan Mitchell gibi isimlerin hepsi sinestezi ile ilişkilendirilmiş ve duyusal deneyimleri sezgisel  eserlere dönüştürülmüştü. 

CHP, Sedat Peker’in iddialarına yönelik suç duyurusunda bulundu

Organize suç örgütü lideri Sedat Peker‘in iktidardaki vekiller ve yetkililerle ilgili dün gündeme getirdiği yolsuzluk iddialarına ilişkin CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek ve beraberindeki vekiller, Ankara Adliyesi‘nde suç duyurusunda bulundu. Suç duyursunda tüm vekillerin imzası yer aldı.

Peker, Cumhurbaşkanı Danışmanı Serkan Taranoğlu, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) eski başkanı Ali Fuat Tașkesenlioğlu, AKP Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) üyesi Salih Orakcı’nın rüşvet aldığını ileri sürmüştü.

Yayımlanan mesajlarda adı geçen Marka Yatırım Holding şirketinin patronu Mine Tozlu Sineren, televizyonda açıklama yaparak iddiaları doğrulamıştı.

https://twitter.com/delicavus_ntn/status/1563793029315665921?s=20&t=-3cEo8TY3Z4Vqf1cweEEmg

Peker ayrıca, Borsa Gündem gazetesini ve Hürriyet ekonomi yazarı Burak Taşçı’nın konuya ilişkin manipülatif haber yaptığı iddiasını ortaya atmış, Taşçı’nın tüm yazıları Hürriyet internet sitesinden kaldırılmıştı.

İddialara yönelik hiçbir soruşturma başlatılmamasına karşı sosyal medyada  tepkiler gelmişti.

CHP’li Erkek, Adliye önünde yaptığı basın açıklamasında “Yargının durumu içler acısıdır. Savcılar harekete geçemediği için buradayız” dedi ve şunları söyledi:

“Milyonlarca insan, nüfusumuzun yarısından fazlası derin bir yoksullukla karşı karşıya. Yolsuzluğun olduğu yerde yoksullukla mücadele edemezsiniz. 2002’de tek başına iktidar olduklarında ‘3Y ile mücadele edeceğiz’ diyenler; ‘Yolsuzluk, yoksullukla ve yasaklarla mücadele edeceğiz’ diyenler, yeni Y’ler eklediler bu 3Y’ye: Yozlaşma, yalan, yüzsüzlük. Çürüme o kadar büyüdü ki, yozlaşma o kadar büyüdü ki gerçek bir beka sorunu haline geldi. Onun için cesaretle artık topyekûn herkesin; sivil toplumu, basını, siyasetçisi, yargısı, emniyetiyle bu yolsuzluk ve rüşvet çarkının üzerine gitmek zorundayız.”

ANKA Haber Ajansı’nın aktardığına göre CHP’nin savcılığa sunduğu suç duyurusu dilekçesinde, eski Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu, AKP Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu, akademisyen Ünsal Ban, Cumhurbaşkanı Danışmanı Serkan Taranoğlu, TOBB Deniz Meclisi üyesi Salih Orakçı, Borsa Gündem gazetesi sahibi Orhan Pala, Hürriyet gazetesi yazarı Burak Taşçı, eski Budur İl Milli Eğitim Müdürü Nesrin Kakırman, iş insanı Nedim Özbek ve Peker’in iddiasında geçen “Ahmet ve Süleyman” isimli şahısların cezalandırılmaları istendi.

Peker, ‘Deli Çavuş’ isimli Twitter hesabı üzerinden yaydığı ve bazı Whatsapp konuşmalarını da eklediği paylaşımlarında, iş insanı Minze Tozlu Sirener’in şirketiyle ilgili bir sorun için SPK Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu’na  başvurmasının ardından AKP’li Zehra Taşkesenlioğlu’na yönlendirildiğini,  Taşkesenlioğlu’nun da Mine Tozlu’yu bir finansal danışmanlık şirketine yönlendirererek danışmanlık adı altında 12 milyon lira “rüşvet” istendiğini öne sürdü ve bazı belgeler paylaştı.

Tozlu’nun bu ödemeyi reddettiğini belirten Peker, daha sonra Cumhurbaşkanı Danışmanı Serkan Taranoğlu’nun da Tozlu’ya ulaşarak kendisinden ve eşinden eşinden ‘acilen’ 200 bin lira istediğini söyledi.

SPK, iddiaların ardından Halk TV’de  yayına katılarak Sedat Peker’i doğrulayan Mine Tozlu  hakkında suç duyurusunda bulunulacağını açıkladı.

Ünsal Ban bugün yurt dışına kaçarken yakalandı

Peker ayrıca iddialarında, AKP Erzurum milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu ve boşanma aşamasında olduğu eşi Ünsal Ban’a ait bir video da yayımladı. Peker’İn Ban tarafından kendisine ulaştığını söylediği görüntülerde Taşkesenlioğlu, “para için beni yakıyorsunuz” diyerek eşiyle kavga ediyor.

Taşkesenlioğlu ” Kendi mahrem evimde, başım açık şekilde Ünsal Ban tarafından gizli çekilen görüntülerim kişisel ve aile mahremiyetim hiçe sayılarak milyonlara servis edilmiştir. Son derece çirkin ve gayriahlaki şekilde yayınlanan söz konusu görüntülerle kadına karşı şiddetin en ağır şekline maruz bırakılmış bulunmaktayım” açıklamasını yaptı ancak rüşvet iddialarıyla iligli konuşmadı.

Paylaşımlarında Ünsal Ban ile görüştüğünü ve Ban’ın “öldürüleceğini düşündüğünü” söyleyen Peker, bu videoyu, “Eşi Zehra Taşkesenlioğlu’nun evde otururlarken kendisine bıçakla saldırarak kısmen yaraladığı olaydan sonraki gizlice çekmiş olduğu görüntüleri bana yolladı. Ben de bu görüntüleri sizinle paylaşacağım” diyerek paylaşmıştı.

Deniz yoluyla yurt dışına kaçmaya çalışacağı ihbarı üzerine aranmaya başlayan Ünsal Ban ise bugün Muğla Milas‘ta kendine ait olmayan bir araçta yakalandı.

TELE 1’den Enver Aysever’e konuşan Ünsal Ban, Peker’in kendisini aradığını doğrulasa da videoyu kendisinin göndermediğini söyledi.

Ban ve Taşkesenlioğlu’nun düğününe Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Binali Yıldırım gibi çok sayıda iktidar mensubu katılmıştı.

Peker’den suç duyurusunda bulunanlara ‘talimat ve teşekkür’

Peker’in iddiaları üzerine bugün Memleket Partisi, Deva Partisi, Zafer Partisi de suç duyurusunda bulundu.

Peker bu sabah yaptığı paylaşımda, adliyeye şikayet dilekçesi verecek olan avukatlara ‘ çok hediyeleri’ olacağını söyledi ve yayımladığı gizli çekimler delil sayılmazsa itiraz etmelerini istedi.

https://twitter.com/delicavus_ntn/status/1564147463191142400?s=20&t=-3cEo8TY3Z4Vqf1cweEEmg

 

Zaporijya’da denetim yapacak IAEA ekibi yola çıktı

Birleşmiş Milletler’e (BM) bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’ndan (IAEA) bir uzman ekip, Rusya‘nın işgali altındaki Zaporijya Nükleer Santrali’nde inceleme yapmak üzere Ukrayna’ya doğru yola çıktı.

Bu hafta içinde şehre varması beklenen 14 kişilik ekip, santral çevresindeki çatışmaların herhangi bir nükleer sızıntı veya tehlikeye yol açıp açmadığını inceleyecek.

BBC‘nin aktardığına göre, Rafael Grossi’nin liderliğindeki ekip, son dönemde santrali de etkileyen çatışmalarda yapının aldığı zararı inceleyecek. Rusya ve Ukrayna, santralin gördüğü zarar için karşılıklı olarak birbirini suçluyor.

Zaporijya nükleer santralinde sızıntı tehlikesi

Aylardır gerilim konusu olan ve müzakereler sonucunda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in BM’den bir ekibin inceleme yapmasını kabul ettiği santral, aylardır Rus askerlerinin kontrolünde bulunuyor, ancak santrali Ukraynalı personel çalıştırmaya devam ediyor. Ukrayna, Rusya’nın santrali bir askeri üs olarak kullandığını iddia ederken Rusya da Ukrayna’yı santrale yönelik saldırılar yapmakla suçluyor.

IAEA, bu durumun Avrupa’nın en büyük nükleer santrali olan ve Ukrayna’nın önemli bir kısmına elektrik sağlayan Zaporijya’nın güvenliğini tehdit ettiğini söylüyor.

Zelenski: Zaporijya Nükleer Santrali’nde felakete çok yaklaştık

IAEA’nın merkezi Viyana’da havalimanından 13 ekip arkadaşıyla birlikte fotoğraf paylaşan Grossi, “Ukrayna’nın ve Avrupa’nın en büyük nükleer tesisini güvenliğini koruma altına almalıyız. Bu görevin liderliğini yürütmenin gururunu yaşıyorum. Bu hafta içinde Zaporijya Nükleer Santrali’nde olacağız” açıklaması yaptı.

Ukrayna Enerji Bakanlığı ise ekibin ve santralin güvenliği için bilgi paylaşmayacağını açıkladı.

BM ve Ukrayna, santraldeki askeri personelin ve teçhizatın çekilmesi ve güvenliğin sağlanması çağrılarında bulunuyor.

Türkiye dahil 42 ülkeden Rusya’ya çağrı: Zaporijya Nükleer Santrali’nden derhal çıkın

IAEA da ekibi santraldeki fiziksel zararı tespit etmeye çalışacak ve güvenlik sistemlerinin ne durumda olduğunu kontrol edecek. Ayrıca santraldeki nükleer materyal de incelenerek Rus işgali altındaki son durumu bir kez daha kayıt altına alınacak.

Caretta caretta Tuba 17 bin 500 km. yol gitti

Muğla Dalyan‘daki Deniz Kaplumbağası Araştırma Kurtarma Rehabilitasyon Merkezi‘nin (DEKAMER) TUI Care Vakfı desteğiyle 28 Ağustos 2019’da uydu takip cihazı takarak denize bıraktığı  Tuba adlı 25-30 yaşlarındaki caretta caretta, uydu takip cihazıyla Türkiye‘den Adriyatik‘e kadar izlenen ilk deniz kaplumbağası oldu.

Göç, beslenme ve kış alanlarının belirlenmesi için takip edilen hayvanın Tuba’nın, kumsala ya da başka yönlere nasıl yöneldiği, yerin manyetik alanından, akıntının yönünden nasıl etkilendiği de izleniyor.

Takip cihazı sayesinde rotası haritadan 7 milyon 300 bin kez görüntülenen ve yolculuğunun nasıl devam edeceği merakla beklenen Tuba, 3 yılda 17 bin 500 kilometre yol kat etti.

Tuba’nın rotasını izlemek için tıklayın. 

En uzun süreyle izlenen kaplumbağa

Bu kadar uzun yola rağmen üzerine takılan takip cihazından halen veri akışı sağlanabilen Tuba, uzmanlar için beklentilerin ötesinde veri sağladı ve en uzun süreyle izlenen kaplumbağa oldu.

Dalyan İztuzu plajından kumsala bırakıldıktan sonra iki ayını Marmaris açıklarında geçiren daha sonra bir ay gibi bir sürede Yunanistan‘a ulaşan Tuba, Malta, İtalya, Bosna-Hersek, Arnavutluk, Karadağ ve Hırvatistan kıyılarına uğradı.

Şu sıralar İtalya’da

Caretta caretta Tuba, yeni verilere göre İtalya’nın güneyindeki Lecce şehri denizi açıklarında bulunuyor.

Uydu takip cihazıyla takip edilen deniz kaplumbağalarının hareketleri, DEKAMER’in internet sitesinden izlenebiliyor.

Dünyanın en büyük tuz göllerinden Urmiye ölüyor: Tek müsebbibi insan!

İran Araştırmaları Merkezi tarafından yayımlanan “İran’da Kronik Su Sorunu” adlı rapora göre, ülke dünyanın en kurak bölgelerinden birinde yer alıyor. Kurak, yarı kurak iklim koşulları görülen ve yıllık ortalama 242 milimetre yağış alan ülkenin yüzde 91’ine, Türkiye ortalamasından daha az yağış düşüyor.

Ülkenin su potansiyelinin yüzde 91’i tarım, yüzde 2’si sanayi sektöründe kullanılırken, nüfuslarının toplamı 37 milyonu bulan 11 şehirde su sıkıntısı yaşanıyor.

Özellikle son yıllarda nüfus artışı, suyun tarım ve sanayi sektörlerinde yoğun kullanımı, iklim değişikliğine bağlı olarak yağışların azalması ve buharlaşmanın artması gibi sebeplerle Urmiye başta olmak üzere Gavkhouni, Bakhtegan, Enzeli ve Hamun gibi göller yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor.

Fotoğraflar: Fatemeh Bahrami /AA.

Çevre ülkeleri de tehdit ediyor

Son tespitler, barındırdığı ekosistemle uluslararası öneme sahip olan ve “UNESCO Biyosfer Rezervleri” listesinde yer alan Urmiye Gölü’nün yüzde 95’inin kuruduğunu gösteriyor. Bu durum ise sadece Urmiye Havzası değil, çevre ülkeler için de tehlike arz ediyor. Kuruyan gölün içerdiği yüksek orandaki tuzun, hava koşullarıyla taşınması nedeniyle İran’ın yanı sıra Türkiye, Ermenistan, Azerbaycan ve Irak gibi çevre ülkelerin toprak verimliliği risk altına giriyor.

AA’ya konuşan Türkiye Su Enstitüsü Politika Geliştirme Koordinatörü Tuğba Evrim Maden, Urmiye Gölü’nün de bulunduğu İran’ın kuzeybatısında köylülerin en önemli gelir kaynağı olan tarım ve hayvancılığın, çevresel bozulma nedeniyle baskı altında olduğunu belirtti.

Urmiye Gölü’nün kuruması nedeniyle ortaya çıkan tuz birikintilerinin, toprağın ve suyun kalitesini olumsuz yönde etkilediğini vurgulayan Maden, su kalitesindeki bozulmanın kısıtlı miktardaki yer altı su kaynaklarının kullanım oranlarını artırdığını söyledi.

Havzada yer alan göl suyu ve tarıma dayalı sanayi tesislerinin büyük bir kısmının kapandığı bilgisini paylaşan Maden, gölün kıyı şeridine yakın yerel nüfus için bir başka önemli gelir kaynağının da turizm olduğuna ve bölgede turistik tesisler bulunduğuna dikkati çekti: “Özellikle gölün çamurundan elde edilen ürünler önemli bir kaynak. Gölün kuruması bu nedenle turizm sektörünü de büyük ölçüde etkiledi.”

3 milyon insan göç etti

İklim değişikliğinin göç konusunda tetikleyici bir gücü olduğunu hatırlatan Maden, şöyle konuştu:

“Çevresel bozulma; ekonomik veya siyasi istikrarsızlığın hakim olduğu bölgelerde göç konusunda katlayıcı bir kuvvet olarak karşımıza çıkabiliyor. Urmiye Gölü’nde bitki ve hayvan habitatı tehdit altındadır. Gölün kuruması, ekolojik sonuçlara ek olarak, geçimleri gölün suyuna bağlı bölge halkı için sosyo-ekonomik sonuçlar da doğuracaktır.”

Urmiye’nin kırsal ve kentsel nüfus oranları, 1986’da yüzde 51’e 49 iken, 2006’da yüzde 34’e 66, 2016’da ise yüzde 28’e 72 olarak değişti.

Maden kırsaldan kente göçün ülkenin  İran’ın tüm bölgelerinde gözlendiğini ancak yapılan çalışmaların Urmiye Havzası’nda gerçekleşen göç yoğunluğunun daha fazla olduğuna ve bu duruma göl seviyesinin düşmesinin neden olduğunu gösterdiğine dikkat çekti: ” Urmiye Gölü’nün kuruması nedeniyle binlerce hektarlık tarım arazisi zarar görmüş ve işsizliğin artması sonucu 3 milyon insan göç etmiştir.”

‘Vahşi sulama ve yağış azlığı en büyük etken’

Urmiye Gölü’nün kurumasıyla ilgili akademik çalışmaları bulunan İstanbul Teknik Üniversitesi Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü’nden doktora sonrası (Postdoc) araştırmacı Dr. Yusuf Alizade Govarchin Ghale de tarımsal gelişme ve havzadaki yağışların azalması nedeniyle, 1995’te 5 bin 982 kilometrekare olan göldeki su yüzeyinin 2006’da 4 bin 58 kilometrekareye düştüğünü söyledi.

Bu yıllar arasında gölün yüzde 32’si, 2014 yılına kadar da yüzde 90’ı kurudu.

Ghale şunları anlattı:

“Su yüzey alanı 2014’ten sonra yağışlardaki artış ve barajlardan daha fazla su bırakılmasıyla biraz arttı fakat 2020’den sonra su seviyesi tekrar düşerek göl alanının yüzde 95’i kurudu. Özellikle tarımsal sulamadaki artış göl üzerinde olumsuz etkilere neden oldu. Havzadaki sulanan tarım alanı 1975 yılından 2011’e dek 1,265 kilometrekareden 5 bin 525 kilometrekareye çıkarak 40 yılda neredeyse 5 kat artış gösterdi. Suyun azalması neticesinde tarım alanları da azalarak 2018’de yaklaşık 4 bin 850 kilometrekareye düştü.”

İklim yüzde 20, insanlar yüzde 80 sorumlu

Artan sıcaklık ve azalan yağış gibi iklim faktörleri ile nüfus artışı, kentleşme, su kaynakları yönetimi sorunları, tarım alanlarının artan kuraklığa rağmen genişletilmesi, yeraltı ve yüzeysel su kaynaklarının aşırı kullanımı ve kirlilik gibi insan faktörlerinin gölün kuruması üzerindeki etkilerini inceleyen çalışmalara değinen Ghale, “Bu çalışmaları dikkate aldığımızda iklim faktörü yani sıcaklığın artması ve yağışın azalması, gölün kurumasında sadece yüzde 20 rol oynamıştır. Gölün kurumasındaki asıl pay yüzde 80’le insan faktörüdür” ifadesini kullandı.

İran’da bulunan diğer göllerin kurumasında da tıpkı Urmiye Gölü’nde olduğu gibi hem insan hem de iklim faktörünün rol oynadığının altını çizen Ghale, “Esas mesele suyun yanlış yönetilmesi ve iklim değişikline karşı doğru tedbirlerin alınmamasıdır. Örnek olarak Urmiye Gölü Havzası’nda geçen 25 yılda kuraklığa rağmen tarım faaliyetleri büyük ölçüde geliştirilmiştir ve yer altı sularıyla beraber yüzey suları ve nehirlerin suları tarım faaliyetleri için aşırı derecede kullanılmıştır. Kuraklık, Urmiye Gölü’nün küçülmesini ve kurumasını hızlandırmıştır” dedi.

Aya dönüş: NASA’nın Artemis’i fırlatmasına saatler kaldı

Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), bugün Florida’da yeni nesil mega roketi, 32 katlı Uzay Fırlatma Sistemi (SLS) ve roketin taşıması için tasarlanan Orion kapsülünü deneme uçuşu için uzaya fırlatıyor.

Fırlatma NASA’nın Youtube sayfası üzerinden canlı olarak izlenebiliyor:

Kapsül ve roketin birleşimi SLS-Orion uzay aracının, Cape Canaveral‘da Kennedy Uzay Merkezi‘nden fırlatılması, Ay’ın etrafında 6 haftalık Artemis I test uçuşundan sonra Dünya’ya dönmesi planlanıyor.

Fırlatmada sorunlar olması durumunda NASA’nın uçuşu 2 Eylül veya 5 Eylül’e erteleyeceği belirtiliyor.

Roket gemisinde insan olmayacak ancak radyasyon seviyelerini ve astronotların yaşayacağı stresi ölçmek için sensörlerle donatılmış üç mankenden oluşan simüle edilmiş bir ekip taşıyacak.

Öte yandan SLS-Orion uzay aracının bugüne kadar NASA’ya en az 37 milyar dolara mal olduğu bildiriliyor. Artemis I’in başarılı olması durumunda 2024 gibi Artemis II’nin ve ardından Artemis III’ün yolculuğunun gerçekleştirileceği belirtiliyor.

NASA, Artemis programıyla, 1960’lar ile 1970’lerde hayata geçirdiği Apollo Projesi ile yakaladığı başarıyı bir kez daha elde etmeyi amaçlıyor.

Uçuş, astronotları taşımaya hazır olup olmadığını anlamak için dünyanın en karmaşık ve güçlü roket gemisi olduğu düşünülen SLS-Orion uzay aracını, zorluk testinden geçirmeyi hedefliyor.

SLS’nin, NASA’nın Apollo Projesi sırasında uçurduğu Satürn V roketlerinden bu yana inşa ettiği en büyük yeni dikey fırlatma sistemini temsil ettiği belirtiliyor.

SLS-Orion uzay aracının tasarımı, inşası, testleri ve zemin tesisleri dahil olmak üzere şimdiye kadar NASA’ya en az 37 milyar dolara mal olduğu ifade ediliyor.

Yunan mitolojisinde Apollo’nun ikiz kız kardeşi Artemis’den ismini alan programla NASA, en erken 2025 yılında astronotların yeniden Ay’a gönderilmesini, Mars’a insan göndermeyi amaçlayan daha iddialı uzay yolculuklarına giden yolda bir sıçrama tahtası görevi görerek uzun vadeli bir Ay kolonisi kurulmasını hedefliyor.

Bisiklet turizmi: Tatil gidilen yerde değil, bisiklete binilmesiyle başlar

Bisiklet turizmi, bisikletle tatile giden ya da gittiği yeri bisikletle gezenlerin oluşturup ürün ve hizmet aldığı bir turizm türüdür. Her yıl dünya çapında bisikletin yaygınlaşmasıyla birlikte bu türe olan talep artmakta, ülkelerin bisiklet turizminden geliri de aynı oranda yükselmektedir. Ormanların, sahillerin yok edilmesi pahasına inşa edilen otellere karşı bisiklet turizmi çevreyle dosttur. Bisikletle seyahat eden gezginler için farklı bisiklet rotalarının oluşturulması, rotalar üzerinde bisikletçilerin ihtiyaçlarının karşılanması için lokanta, kafe ve çeşmeler inşa edilmesi, yollara belirli aralıklarla bisiklet tamir ve bakım ekipmanlarının yerleştirilmesi ve tüm bunların bisikletçiler tarafından bilinip huzurla seyahat edilebilir olması için çevrimiçi haritalarla sunulması gereklidir. Ayrıca bisiklet turizmi belirli bir yaş grubuna değil, yeni teknolojilerin bisikletlerle kullanımıyla geniş bir yaş aralığındaki kullanıcılara hitap etmektedir. Örneğin elektrik destekli bisikletler sayesinde belli bir yaşın üzerindeki ya da sportif olarak belirli bir formun altındaki kişiler de yorulmadan ve hızla seyahat edebilmektedir.

Seyahatini bisikletle yapmak yerine gittiği yerde seyahat eden kişiler de bisiklet turizminin diğer bir kitlesini oluşturur. Bu kişiler için bisikletlerini güvenle park edebilecekleri bisiklet dostu oteller olmalı, ayrıca gidilecek otelde ya da civarında bisiklet kiralama hizmeti bulunmalıdır. Kiralanacak bisikletler de güvenle dolaşmaya uygun olarak kaliteli ve bakımlı olmalıdır. Turizm şirketleri gezi seçeneklerine mutlaka bisiklet turizmini dahil etmeli,  bisikletli turistlere doğru bir şekilde yardımcı olacak rehber bisikletçiler istihdam etmelidir.

Bisiklet turizmi, belirli bölgelere turist yığılması sonucunda bu bölgelerin ranta açılması ve bozulması yerine turizmi daha geniş alanlara yayar. Normal şartlarda turizm ekonomisinden pay alamayan uzak bir köy, kolaylıkla bisiklet turizminin bir parçası haline gelebilir. Bir köy evi kapılarını bisikletli gezginlere açabilir. Bisiklet sporcuları büyük şehir ya da kalabalık turizm merkezleri yerine köylerde kamp yapabilir, antrenmanlarını kalabalık trafikten uzakta köy yollarında gerçekleştirebilir. Burada bir örnek olarak Fethiye’nin Karaağaç köyünü verebilirim.

Bisiklet kültürü

Ünlü turizm ilçesi Fethiye, güzel koyları, antik kentleri, gece kulüpleri ile her yıl milyonlarca turistin ilgisini çekmektedir. Bu sebeple ilçe merkezi her yıl betonlaşmaya kurban edilmektedir. Karaağaç köyü ise merkezden otuz kilometre uzakta 750 metre yükseklikte serin, sessiz, keçilerin sokaklarda otladığı, nüfusun turizmden pay alamadığı bir köydür. Köye ulaşım için çok virajlı ve çeşitli derecelerde rampalı yollar geçilmesi gerekmektedir. Bazı yerlerde yollar çok temizken bazı yerlerde daha bozuktur. Ortalama bir turistin gitmek için sebep bulamayacağı doğa harikası olan bu köy, bisiklet sporcuları için güç toplayıcı-geliştirici bir kamp alanı olabilir. İstekli olan ve belirli eğitimler bakanlık tarafından kendilerine verilmiş olan köylüler sporculara konaklama, yeme-içme hizmeti verebilir, rehberlik yapabilir.

Başka bir örneği İzmir’den verebiliriz. İzmir, Türkiye’nin turizm coğrafyası olan Ege bölgesinin tam merkezinde yer alır. Eurovelo’nun bir parçası olan İzmir, bisikletli ulaşımda örnek bir şehir olmasının yanında farklı zorluktaki yollarıyla her seviyeden kullanıcı için keyifle gezilebilir bir şehirdir. Asfaltı keyifli yol bisikleti yarışları ve antrenmanları için bir seçenek oluştururken bir çok bölgesinde dağ bisikleti yolları mevcuttur. Bisikletli seyahat yapan tur bisikletçilerinin tercih edeceği çok fazla bisiklet dostu otel ile diğer yandan birçok çadır kamp alanı mevcuttur. Bisiklet kültürü ve bisikletli sayısı arttıkça bu şehir daha çok bisikletliye ev sahipliği yapacaktır. Ayrıca şehir yeni bisiklet projeleri ile hem Türkiye hem de Dünya için örnek olabilecek bir geçmişe ve yeterliliğe sahiptir. Bisikletin simge şehirlerinden İzmir’in Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer de bisikletli siyasetçilerdendir. Haftanın birkaç günü evinden belediye binasına makam aracı yerine bisikletiyle giden Soyer, özel günler ve bayramlarda da bisikletiyle boy göstererek şehirde yaşayan insanlara örnek olmaya çalışır. 

Yarışların etkisi

Bisiklet turizminin bir diğer ayağı da bisiklet spor organizasyonlarıdır. Dünyada en bilinen üç bisiklet yarış organizasyonu Fransa Bisiklet Turu, İtalya Bisiklet Turu ve İspanya Bisiklet Turu’dur. Bu organizasyonlar sadece bisiklet sporunu geliştirmekle kalmaz, özellikle televizyon yayınları sayesinde ülkelerin güzellikleri ön planda gösterilir, organizasyonun yapıldığı şehirler dünya çapında tanınır hale gelir. Bugün bir ülkeyi ya da şehri tanıtmak için mutlaka dünya çapında gelenekselleşmiş yarışlara ihtiyaç yoktur. Farklı tarzlarda yarışlar o tarza uygun bölgelerin seçilmesini beraberinde getirdiği gibi bazı bölgeler kendi coğrafik özelliklerine göre yarışları organize edebilir. Örnek olarak bir dağ ve bölgesini tanıtmak için o dağ ve civarını içine alan tematik bir yarış düzenlenebilir.

2019 yılında yer aldığım ultra mesafe yarışı Transcontinental sayesinde Bulgaristan‘ın en ücra köşesinde kalmış anıtlarını, Sırbistan’ın dağ köylerini, Hırvatistan‘ın uçsuz bucaksız mısır tarlalarını, İtalya, İsviçre ve Avusturya Alp geçitlerini, Fransa düzlüklerini bisikletimle geçmiştim. Düzenlenmesi aslında çok da zor olmayan bu yarış sayesinde yüzlerce yarışçı olarak o bölgeleri görmüş, sadece görmekle kalmayıp bizlerle beraber yarışı sosyal medya üzerinden takip eden yüz binlerce insan da bu bölgeleri görmüş, tanımıştı. Sadece Transcontinental değil, dünya çapında çeşitli mesafelerde farklı bölgeler, şehirler ve ülkeleri içine alan farklı birçok yarış organizasyonlarına her yıl yenisi eklenmekte, başta sosyal medya sayesinde ülkeler kendilerini bu yarışlarla tanıtmaktadır. Farklı bölgelere özgü yarış temaları belirlenmesi için bisikletçiler, doğa sever gönüllüler, bakanlıklar ve belediyeler birlikte çalışabilirler. Her geçen yıl bisiklet türlerinin artması bu türlere göre çeşitli organizasyonlar yapılmasını sağlayabilir. Örnek olarak, bir üniversite yerleşkesi katlanabilir bisiklet yarışına, ekolojik çeşitliliğiyle ünlü bir tepe dağ bisikleti yarışına ev sahipliği yapabilir. Hatta Sevgililer Günü’nde bile, eşlerin birlikte sürüş yapabileceği tandem bisiklet yarışı düzenlenebilir.

Bisiklet, sadece bisiklet değildir

Bisiklet turizmi, teşvik edilip doğru uygulanabilirse tersine göçün kapılarını açabilir. Köyler için bir gelir olmakla beraber çevrenin korunması adına politikalar geliştirilmesine sebep olur. Belli başlı turizm bölgelerindeki yığılmayı ve buna bağlı altyapı sorunlarını önler. Turizm gelirlerinin daha geniş kitlelerce paylaşılmasına vesile olur. 

Bisikletin sadece bisiklet olmadığını; içerisinde tarihi, bilimi, insan haklarını, tutkuları, çevreyi barındıran, insanın kendisiyle ve çevresiyle yeniden bağ kurmasını sağlayan bir araç olduğunu dolayısıyla turizm için de çokça fikri barındırdığını, daha da barındırabileceğini sadece beş yıllık bir bisikletçi olarak anlatmaya çalıştım. Son bir yılda bile bisiklete olan yaklaşımımda büyük farklar gördüğüm için kolaylıkla söyleyebilirim ki, bisiklet benim anlatabileceğimin de çok daha ötesinde bir mucizedir. Sadece kişiliğimiz, bilgimiz ve bedenimiz değil, dünyamız, ülkelerimiz ve köylerimiz de ondan çok şey kazanabilir. Çocukluğumuzda bize verilen yaz tatili hediyesi olan bisikletlerimizden başlayarak bisikleti herkes için yeniden düşünmek, yeniden düşlemek zamanıdır.

Şehirleri, ülkeleri; farklı coğrafyaları yepyeni bir bakışla görmek, yeni duygularla hissetmek için bisiklet, yeni yollar-yeni ufuklar gösterir. Birçok insan tatile arabayla gitmenin daha hızlı olduğunu söyler: Bisikletçilik sayesinde başlayan bir alışkanlık olacak, hız yerine ana odaklanmaya alıştım. Tatil, gidilen yerde değil, bisiklete ilk binildiğinde başlar.