Ana Sayfa Blog Sayfa 390

2023 petrol ve gaz endüstrisi incelemeleri: Petrolde zirve talep ufukta

Geçtiğimiz iki ayda Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) ve Enerji Ekonomisi ve Mali Analiz Enstitüsü (IEEFA) tarafından yapılan incelemeler, ulaşım yakıtlarına olan talebin 2028’den önce zirve yapmasıyla zirve talebin “ufukta göründüğünü” söylüyor. Petrokimyasallar ve hava taşımacılığı ise Çin ve gelişmekte olan dünyanın öncülüğünde petrol talebindeki büyümeyi yönlendirecek.

Çalışmalar, orta vadede Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) dışında petrol arzının en hızlı ABD, Guyana ve Brezilya‘da artacağını; OPEC içinde ise Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Irak‘ın başı çekeceğini gösteriyor.

Rusya’nın tetiklediği küresel gaz krizinin, gaz talebine yönelik orta ve uzun vadeli büyüme beklentilerini derinden zedelediğine dikkati çeken IEA, 2020-2024 yılları arasındaki dönem için küresel gaz talebi büyümesine yönelik görünümünü yüzde 40 oranında düşürdü. Bu aşağı yönlü revizyonun yarısından fazlasını tek başına Avrupa oluşturuyor.

Enerji analistleri, petrol ve gaz endüstrisinin hâlâ büyük ölçüde üretimin artırılmasına yatırım yaptığına, temiz enerjiye ve karbon yakalama ve depolama (CCS) gibi “çözümlere” yapılan yatırımın, sektör genelindeki sermaye harcamalarının nispeten küçük bir parçası olmaya devam ettiğine dikkati çekiyor.

Ayrıca petrol devlerinin temettüler ve geri alımlar yoluyla hissedarlarına büyük miktarlarda sermaye geri ödemeye devam ettiği, hatta bazılarının bu yıl bunu yapmak için nakit rezervlerini kullandığı belirtiliyor.

Ham petrol ve ürün stokları keskin bir şekilde azaldı

IEA’nın Petrol Piyasası Raporu Ağustos 2023 raporunda şu noktalar öne çıkıyor:

  • Dünya petrol talebi haziran ayında 103 mb/gün ile rekor kırdı ve Ağustos ayında güçlü yaz hava seyahatleri, enerji üretiminde artan petrol kullanımı ve Çin petrokimya faaliyetlerindeki artışla yeni bir zirve görebilir.

  • Küresel petrol talebinin 2023 yılında 2,2 mb/d artarak 102,2 mb/d’ye ulaşması ve büyümenin yüzde 70’inden fazlasını Çin’in oluşturması bekleniyor.

  • Yeni hammaddelere geçiş, kesintiler ve yüksek sıcaklıklar birçok işletmeciyi düşük kapasitede çalışmaya zorladığından, rafineriler talep artışına ayak uydurmakta zorlanıyor.

  • Suudi Arabistan’ın üretimindeki keskin düşüşün etkisiyle küresel petrol arzı temmuz ayında düştü.

  • 2024 yılında OPEC+ dışındaki ülkelerin 1,3 milyon varil/gün artışla dünya arz büyümesine hakim olması beklenirken OPEC+ sadece 160 milyon varil/gün ekleyebilecek.

  • Rusya‘nın petrol ihracatı temmuz ayında yaklaşık 7,3 mb/d seviyesinde sabit kalırken, Çin ve Hindistan’a sevkiyatlar bunun yüzde 80’ini oluşturdu.

  • Ham petrol ve ürün stokları keskin bir şekilde azaldı: Temmuz ayında, gözlemlenen petrol stokları art arda üçüncü ay azaldı ve OECD sanayi stokları beş yıllık ortalamanın 100 mb’den fazla altında kaldı.

Asya Pasifik 2024 sonuna dek artan gaz talebinin yüzde 80’ini oluşturacak

IEA’nın temmuz ayında yayımlanan Küresel Gaz Güvenliği İncelemesi 2023 de şu noktalara dikkati çekiyor:

  • Küresel sıvılaştırılmış gaz (LNG) piyasasının artan esnekliği ve likiditesi, 2022’deki gaz arzı krizine karşı önemli bir yanıt olarak ortaya çıktı.

  • Avrupalı alıcılar, Rusya’nın Ukrayna‘yı işgalinden bu yana LNG kontrat faaliyetlerini artırmış olsalar da, 2022’nin başından bu yana kontrata bağlanan toplam LNG hacminin yalnızca yüzde 20’sini oluşturuyorlar – Çin’in payı ise yüzde 25’i aştı.

  • 2023’ün başından bu yana doğal gaz piyasaları, zamanında atılan politika adımları, etkin piyasa güçleri ve 2022/23 kış sezonundaki elverişli hava koşulları nedeniyle kademeli olarak yeniden dengelenmeye doğru ilerledi.

  • 2023’in ilk yarısında talepteki azalma fiyatların düşmesine yol açtı: OECD Avrupa’da gaz talebi tahmini olarak yüzde 10 veya 30 milyar metreküpün üzerinde düşüş gösterdi; Çin büyümeye geri dönerken, bu kazanımlar Japonya ve Kore‘deki talep düşüşleriyle neredeyse tamamen dengelendi.

  • Küresel gaz talebinin 2023 yılında genel olarak yatay seyretmesi ve 2024 yılında yüzde 2’lik bir büyümeye dönmesi beklenirken, Asya Pasifik bölgesinin 2024 yılı sonuna kadar artan gaz talebinin yaklaşık yüzde 80’ini oluşturması bekleniyor.

  • Asya ve Avrupa pazarlarındaki yüksek gaz stok seviyeleri, Kuzey Yarımküre‘de 2023/24 kış sezonu öncesinde ihtiyatlı bir iyimserlik sağlıyor.

  • Soğuk bir kış ve 1 Ekim’den itibaren Rusya’nın Avrupa Birliği‘ne (AB) boru gazı sevkiyatını tamamen durdurması, piyasadaki gerilimi yeniden tırmandırabilir ve fiyatları artırabilir.

  • Avrupa Birliği’nin gaz talebinde LNG’nin payı 2010’larda ortalama yüzde 12 iken 2022’de yüzde 35’e yaklaştı – bu oran Rusya’nın Ukrayna işgali öncesindeki boru hatlarından sağlanan gaz oranına yakın gidiyor.

  • Rusya’nın tetiklediği küresel gaz krizi, gaz talebine yönelik orta ve uzun vadeli büyüme beklentilerini derinden zedeledi.

  • 2020-2024 yılları arasındaki dönem için küresel gaz talebi artışı yüzde 40 oranında azaltıldı; Avrupa tek başına bu aşağı yönlü revizyonun yarısından fazlasını oluşturuyor.

Petrol üreticileri kapasite artırma planlarını sürdürüyor

IEA’nın haziranda yayımlanan Petrol 2023 raporu ise şu bulgulara yer veriyor:

  • Küresel petrol piyasaları, COVID-19 salgını ve ardından Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle alt üst olduğu çalkantılı üç yılın ardından yavaş yavaş “normale” dönüyor.

  • 2023’te üretime yönelik yatırımlarının 2015’ten bu yana en yüksek seviyelerine ulaşması bekleniyor.

  • IEA projeksiyonları, büyük petrol üreticilerinin talep artışı yavaşlasa bile kapasite artırma planlarını sürdürdüklerini varsayıyor.

Petrol talebi üzerine:

  • IEA, petrokimyasal hammadde ve hava taşımacılığındaki artışların etkisiyle küresel petrol talebinin 2028 yılında 2022 seviyelerine kıyasla 5,9 milyon varil/gün artışla 105,7 milyon varil/gün seviyesine ulaşacağını tahmin ediyor.

  • Daha düşük emisyonlu kaynaklara yönelme, enerji verimliliği ve elektrikli araç (EV) satışlarındaki hızlı artış nedeniyle benzin için 2023’ten sonra ve genel olarak ulaşım yakıtları için 2026’dan sonra büyüme tersine dönecek.

  • Çin’deki talep artışı 2024’ten itibaren belirgin bir şekilde yavaşlıyor ve küresel petrol talebi artışı 2023’te 2,4 mb/d iken 2028’de sadece 400 kb/d’ye geriliyor.

  • Petrokimya sektörü, sıvılaştırılmış petrol gazı (LPG), etan ve naftanın 2022-2028 yılları arasındaki artışın yüzde 50’sinden fazlasını oluşturmasıyla, küresel petrol talebindeki büyümenin temel itici gücü olmaya devam edecek.

  • Havacılık sektörü, sınırların yeniden açılmasının ardından havayolu seyahatlerinin normale dönmesiyle birlikte güçlü bir şekilde büyüyecek.

Petrol arzı üzerine:

  • OPEC+ ittifakı dışındaki petrol üreticisi ülkeler, ABD, Brezilya ve Guyana’nın başını çektiği 5,1 mb/d arz artışı ile orta vadeli kapasite artırım planlarında başı çekiyor.

  • Suudi Arabistan, BAE ve Irak OPEC+ bünyesinde kapasite geliştirme çalışmalarına öncülük ediyor.

  • Hem ham petrol hem de petrol ürünleri için hakim eğilim, Amerika ve Orta Doğu’dan Asya’ya arzın artması yönünde seyrediyor.

Şirketlerin azalan kârları petrol ve gaz iş modelindeki kusurları ortaya koyuyor

IEEFA’nın bu ay yayımladığı analiz ise, şunları kaydediyor:

  • Petrol ve gaz devlerinin gelişmek için yüksek fiyatlara ihtiyacı var.

    • 2022’nin ikinci çeyreğiyle karşılaştırıldığında, petrol fiyatı üçte bir oranında düştü ve süper büyük şirketlerin serbest nakit akışları (faaliyetlerinden elde ettikleri nakit eksi sermaye harcamaları) yüzde 56 oranında azaldı.

    • Sektörün petrol, gaz, rafine ürünler ve petrokimyasallardan elde ettiği gelirlerin, artan işçilik ve malzeme maliyetlerini karşılayacak ve yeni petrol ve gaz rezervlerini topraktan çıkarmanın giderek artan zorluğunu telafi edecek kadar hızlı büyümesi gerekiyor.

  • Petrol endüstrisi eski açık harcama yöntemlerine geri döndü

    • ExxonMobil, Chevron ve Total temettüleri ve hisse geri alımlarını sürdürebilmek için nakit rezervlerine başvurmak zorunda kaldı.

    • IEEFA hesaplamalarına göre, 2005’ten 2020’ye kadar süper büyükler yatırımcılara serbest nakit akışından elde ettiklerinden yaklaşık 325 milyar dolar daha fazla ödeme yaptı.

    • İleriye dönük olarak, küresel petrol devleri temettü akışını sürdürmek için bir süre daha nakit rezervlerinden faydalanabilirler. Daha fazla borç alabilir ya da varlıklarını satabilirler.

    • Savaş çıkmasını ummak ya da fiyatları manipüle etmek için küresel bir petrol karteline bel bağlamak, sürdürülebilir, düşük riskli bir iş modelinin tam tersidir.

Petrol devlerinin 2023 yılı ilk yarı kârları ve sermaye harcamaları. Chevron ve ExxonMobil’in temiz yatırım harcamaları yüzde 0’dır çünkü iki şirket de aksini belirlemek için yeterli veri açıklamıyor.

Akbelen’den BM’ye çağrı: Limak iş birliğini sonlandır

İkizköy Çevre Komitesi, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’na (UNDP) bir mektup yazarak Limak Holding ile yürüttüğü sosyal sorumluluk çalışmalarını sonlandırmasını talep etti.

Limak Holding’in Akbelen’de sebep olduğu hak ihlallerinin Birleşmiş Milletler’in (BM) ilkeleri ile bağdaşmadığını ortaya koyan İkizköy Çevre Komitesi, kuruluştan Akbelen’de yaşananları durdurmak için etki gücünü kullanmasını ve kendi şeffaflık taahhüdüne istinaden kamuoyunu bilgilendirmesini de talep etti.

‣Akbelen neden madene terk edilmemeli?
Akbelen’de ağaç kesen şirket yerine yurttaşı ablukaya alan jandarma hakkında başvuru
Yeniköy ve Kemerköy Termik Santralleri’nin durdurulması için Bakanlığa başvuru yapıldı
6 Ağustos 2023’te Akbelen nöbet alanındaki büyük buluşmadan bir kare – Fotoğraf: Cansu Acar

2014 yılından beri Muğla’nın Milas ilçesinde bulunan Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerine kömür sağlamak için bölgede madencilik faaliyeti yürüten Limak IC-İçtaş ortak iştirakı YK Enerji, 24 Temmuz 2023’te Milas’a bağlı İkizköy’deki Akbelen Ormanı’nın kömür madeni açılmak için kesilmesine sebep oldu. Yöre halkı ormanı korumak için iki yıldır nöbet tutuyor, imza kampanyası düzenliyor ve mücadelesini sürdürüyordu.

Limak Holding’in Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ile yürüttüğü kız çocuklarına yönelik kurumsal sosyal sorumluluk projesini gündeme getiren İkizköy Çevre Komitesi, Birleşmiş Milletler’e yazdığı mektupta Limak’ın sebep olduğu hak ihlallerini sıraladı ve bu şartlar altında iş birliğinin devam etmemesi gerektiğine dikkat çekti.

Akbelen’deki direnişçilere bir de trafik cezasıyla gözdağı
Akbelen’deki ağaçları kesen şirket patronları ve vali hakkında şikayet
Akbelen’dekilere tuvalet ablukası, destekçilere soruşturma
6 Ağustos 2023’te Akbelen için yapılan insan zincirinden bir kare – Fotoğraf: Cansu Acar

Mektupta Limak Holding’in hem BM Küresel İlkeleri’ni hem de BM İş Dünyası ve İnsan Hakları Rehber İlkeleri’ni gözetmediği öne sürüldü. Komite yazdığı mektupta, UNDP’nin özel sektör iş birliklerinde insan hakları ve çevresel ihlalleri “dışlayıcı kriterler” olarak tanımladığını, üstelik madencilik sektörünü de riskli sektörler arasında kabul ettiğini hatırlattı.

Madde madde hak ihlalleri

Bu işbirliğinin Limak’a haksız itibar sağlanmasına ve sicilinin temizlemesine (social washing) yol açtığının altını çizen İkizköy Çevre Komitesi, UNDP’nin bu aklamaya ortak olmaması çağrısında bulundu.

Mektupta yer alan bilgilere göre, Limak Holding Akbelen’deki kömür faaliyeti sebebiyle bugüne kadar şu hak ihlalleri yaşandı:

  • Yerinden etmelere ve yoksullaştırmaya [Sürekli genişleyen ve yenileri açılan linyit maden ocakları için Milas ve Yatağan’da bugüne kadar toplam 7 bin 800 futbol sahası büyüklüğünde (5 bin hektar) alan yok edilirken bu süreçte 10 köy ise yerinden edilmiştir],
  • Halkın madene karşı duruşunun yok sayılmasına (Akbelen nöbeti 2021 yılından bu yana aralıksız devam etti. Ağustos 2023’de ormanın büyük bölümü kömür madeni için yok edildi. 150 binden fazla kişi Akbelen Ormanı’nın kesilmemesi için açılan imza kampanyasına katılırken, muhalefet partileri tatilde olan meclisi Akbelen ormanı için acil toplantıya çağırdı),
  • Geçim kaynaklarının kaybına (Santraller ve madenlerden çıkan kül, tozlar ve içerdikleri ağır metaller ve arsenik gibi tehlikeli maddeler Türkiye’de arıcılığın en yoğun olduğu Milas’ta arıların zehirlenmesine, üretilen balda yüksek seviyede ağır metale rastlanmasına neden olmaktadır. Bu kül ve tozlarla kaplanan zeytin ağaçları ise kurumakta ve verimini kaybetmektedir),
  • Kadın, çocuk ve yaşlıların daha zorlu hayat şartlarına maruz kalmasına (Tarım arazilerinin ellerinden alınması ile kadınlar erkeklere daha bağımlı hâle gelmektedir. Yerinden edilmeler sonucunda kent merkezlerine gitmek zorunda kalan kadın, çocuk ve yaşlılar kentteki evlerde erkeğe muhtaç yaşamaya mahkum bırakılmaktadır),
  • ÇED sürecinin ihlaline (Santrallar ve madenler ÇED yönetmeliğinin onlara tanıdığı istisnalar nedeniyle güncel kapasite artışları ve proje değişikliklerine rağmen hiçbir şekilde ÇED’e tabi tutulmamıştır. Yani termik santral ve madenin doğaya ve yöreye etkileri incelenememiştir),
  • Uluslararası sözleşmelerin ihlali ve doğanın yaşam hakkının elinden alınmasına (BERN Biyoçeşitlilik Sözleşmesi’ne taraf olan Türkiye, Akbelen Ormanı’nda bulunan 10 farklı endemik türü ve yaşam ortamını korumakla yükümlüdür. Maden ocaklarının ortadan kaldırdığı toplam alanın 5 bin hektar olduğu tahmin edilmektedir),
  • Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının ve sağlıklı suya erişim hakkının ihlaline [İşletme baca filtresi yatırımlarını beş üniteden sadece ikisinde tamamlamıştır. Üç ünite çevre yatırımlarını tamamlamadan çalışmaya, zehir saçmaya devam etmektedir. Ayrıca santrallerin ve maden işletmesinin suları zehirlediği yapılan incelemelerle ortaya konmuştur: İkizköy kömür ocağının havzasında kalan Değirmen Deresi’nin III. Sınıf (kirlenmiş su) kalitesinde olduğu, derede nikel, kobalt ve manganez gibi ağır metallerin havza doğal arka plan-DAP değerlerinin 19, 8 ve 9 kat üzerinde olduğu tespit edilmiştir],
  • Ve hukuksal süreçlerin ihlaline (90’lı yıllarda yöre halkı tarafından Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerinin kapatılması talepli dava Türkiye İdare Mahkemelerinde görülmüş ve santrallerin kapatılmasına karar verilmiştir. Kapatma kararı Danıştayca onanmış ve kesinleşmiştir. Buna rağmen Bakanlar Kurulu karar alarak mahkeme kararını uygulamamıştır. Uygulama AİHM’ye taşınmıştır. AİHM 2005 yılında Türkiye’nin yargı kararına uymayarak termik santrallerin çalışmasına izin vermesini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı bulmuştur. AİHM kararına rağmen her iki santral de on yıllardır çalışmaya devam etmektedir) neden olmaktadır.
Akbelen keyfi uygulamalar, ekokırım ve işkenceyle abluka altında: Sizi çağırıyor
İkizdere’den İkizköy’e destek: Dünyanın bütün ağaçları birbirine bağlı, acıları ortak
Jandarma ablukası yetmedi: Akbelen’de suç mahalli tel örgülerle korunacak
Fotoğraf: Cansu Acar

Mektupta taleplerini sıralayan İkizköy Çevre Komitesi, öncelikle UNDP’nin Limak üzerindeki etki gücünü kullanmasını ve işbirliğini derhal sonlandırmasını talep etti. Ek olarak, bu işbirliğine başlamadan önce yürüttüğü insan hakları ve çevre durum değerlendirmesini kamuoyuna açıklamasını ve değerlendirmeyi tekrarlamasını, sonuçlar hakkında da BM Türkiye Mukim Koordinatörü ve İnsani Yardım Koordinatörü ile kamuoyunu bilgilendirmesini istedi.

Hindistan’da aşırı yağışlar ve toprak kaymaları en az 72 kişinin ölümüne neden oldu

Hindistan’ın dağlık Himachal Pradesh eyaletinde devam eden şiddetli yağışların sebep olduğu ani seller ve toprak kaymaları nedeniyle en az 72 kişi hayatını kaybetti.

Kurtarma ekipleri, hafta sonunda meydana gelen yağmurların ardından çamur ve enkaz altında sıkışan insanları kurtarmak için zorlu hava koşullarıyla mücadele etti. Hint Hava Departmanı, eyalette yüksek alarm durumu ilan etti ve yetkililer, “sağanak yağışların önümüzdeki birkaç gün boyunca devam edeceğini” belirtti.

Associated Press‘in aktardığına göre, eyaletin acil durum merkezinde görevli Vikram Singh, dün (17 Ağustos) yaptığı açıklamada, can kayıplarının önceki beş günde meydana geldiğini ve kurtarma çalışmalarının devam ettiğini açıkladı.

Fotoğraf: Natural Disaster Response Force

‘Zararın onarılması bir yıl sürebilir’

Eyaletin başkenti Shimla‘da, yolların kapalı olması nedeniyle okullar kapatıldı. Hint Hava Kuvvetleri ve afet müdahale ekiplerinin, alçak rakımlı ve savunmasız bölgelerden insanları tahliye etmeye yardımcı olduğu kaydedildi. Eyalet Başkanı Sukhvinder Singh Sukhu, “2 binden fazla kişinin helikopterler ve tekneler kullanılarak kurtarıldığını ve şu anda yardım kamplarında güvende olduklarını” ifade etti.

Sukhu, Hindistan Haber Ajansı’na verdiği demeçte, bu muson yağmurlarının yol açtığı zararın onarılmasının bir yıl sürebileceğini ve tahmini kaybın yaklaşık 100 milyar rupi (1.2 milyar dolar) olduğunu söyledi.

Fotoğraf: Hint Hava Kuvvetleri

Plansız yapılaşma felakete sebep oldu

Bilim insanları, heyelanların ve sel felaketlerinin haziran-eylül muson mevsimi boyunca Hindistan’ın Himalaya bölgesinde sıkça görüldüğünü fakat küresel ısınmanın artmasıyla birlikte bu tür olayların daha sık meydana geldiğini belirtiyor. Ancak yerel uzmanlar, mevcut felaketin muhtemelen bölgedeki plansız yapılaşmaya bağlı olduğunu vurguluyor.

Himalaya bölgesinin yerlisi ve Meteorolog Anand Sharma, tablonun oluşmasında en büyük payın kötü planlama ve yönetim olduğunu söylüyor. “Yıkılan tüm binalar son zamanlarda inşa edilen binalardır, 100 yıl önce inşa edilen binalar neredeyse hiç hasar görmemiştir” diyen Sharma’ya göre bir diğer husus ise bölgedeki turistik aktivitelerin plansız büyümesi.

Geçen ay, rekor düzeydeki muson yağmurları, kuzey Hindistan’ın bazı bölgelerinde, Himachal Pradesh dahil, iki hafta içinde 100’den fazla kişinin ölümüne neden oldu.

‣ Hindistan’da sel ve heyelandan en az 40 kişi hayatını kaybetti
Fotoğraf: Pradeep Kumar / AP

Ani seller ile iklim değişikliği arasında ne tür bir bağlantı var?

Son yıllarda artan ani seller ve taşkınlar, iklim değişikliği ile yakından ilişkilendiriliyor. Bilim insanları, küresel ısınmanın etkisiyle sıcaklıkların yükseldiğini ve bu nedenle deniz sularının daha fazla buharlaştığını, buzulların daha hızlı eridiğini ifade ediyor. Böylelikle atmosferde daha fazla su buharının tutulduğunu ve bu durumun yoğun yağışlara ve ani sellerin artmasına neden olduğu belirtiliyor.

Bilim insanlarına göre, ani sellerle mücadelede sadece olayın sonuçlarına değil aynı zamanda iklim değişikliğinin altında yatan nedenlere de odaklanmak gerekiyor. Sürdürülebilir çevre politikaları ve sera gazı emisyonlarının azaltılması gibi adımlar, gelecekteki ani sellerin sıklığını ve etkisini azaltmada önemli rol oynayabilir.

İklim krizi sel riskini nasıl artırıyor?

İnsan Hakları Derneği’nden Dikmece Raporu: Deprem konutları tarım arazileri dışına yapılmalı

Hatay‘ın Antakya ilçesine bağlı olan Dikmece Mahallesi’nde zeytinlik alana yapılması planlanan TOKİ konutlarına karşı Dikmece halkının direnişi 20 gündür sürüyor.

İnsan Hakları Derneği (İHD) Hatay Şubesi, Dikmece’de yaşananlara hazırladığı raporda, depremzedeler için yapılması planlanan TOKİ konutlarının tarım arazileri, zeytinlik ve mera alanlarının dışında yapılması gerektiği vurgusunu yaptı.

Mezopotamya Ajansı‘nın aktardığına göre, insan hakları savunucularının katılımıyla Köprübaşı‘nda yapılan basın açıklamada Dikmece Raporu kamuoyuyla paylaşıldı.

Dikmece sakinleri ile yapılan görüşmeler ile mahallede yapılan tespit ile gözlemlerin yer aldığı raporu okuyan İHD Hatay Şubesi Eşbaşkanı Mürsel Tonguç Salmanoğlu, Dikmece’de yaşananlara dair Hatay Valiliği‘nde randevu talep edilmiş ancak valiliğin kendilerini Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğüne yönlendirdiğine işaret etti.

‘Geçim kaynaklarımız elimizden alınıyor’

Dikmece sakinleri ile birebir ve toplu görüşmelerde köy sakinlerinin tamamına yakınının tarım ve hayvancılık faaliyetleri ile geçimlerini sağladıklarını, başka bir geçim kaynaklarının olmadığının belirten Salmanoğlu, sakinlerin “acele kamulaştırma” kararı ile depremzedeler için yapılması planlanan TOKİ konutlarına karşı olmadıklarını fakat TOKİ konutlarının geçim kaynakları olan birinci sınıf tarım arazilerine, mera alanlarına ve asırlık zeytin ağaçlarının olduğu alanlara tekabül ettiğini, hatta bir kısım köy halkının konutlarının yıkılmasına neden olduğuna değindi.

Salmanoğlu konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Bu yüzden de mağduriyetlerinin çok büyük olduğunu, ellerinde geçimlerini sağladıkları tarım arazilerinin alınması sonucu işsiz kalacaklarını, çiftçilik dışında başka bir mesleklerinin olmadığını, yüzyıllardır hem atalarından kalan hem de alınteri ile satın alıp çocuklarımız gibi baktık dedikleri topraklarını terk etmek istemediklerini, yüzlerce yıldır tüm toplumlar gibi yaşadıkları topraklarda dinleri, dilleri, inançları ve yaşam tarzları ile oluşturdukları kültürlerinden topraklarının alınması ile koparılmış olacaklarını, bu yüzdende alınan bu kararın kamu yararını gözetmediğini, aksine kamunun zararına olduğunu çünkü topraklarının, doğanın, geçim kaynaklarının, kültürlerinin yok edileceğini, kendi ülkelerinde mülteci konumuna düşeceklerini, bunların dışında acele kamulaştırılan arazileri ile ilgili hiçbir şekilde devlet yetkileri tarafından bilgilendirilmedikleri , e-devlet üzerinden tapu kayıtlarının düşürülmüş olduğunu dile getirmişlerdir.”

Açıklamada konuşan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları da, Dikmece direnişini sahiplenmeye çağırdı.

Dikmece’de deprem konutlarının inşa edileceği alanlar, zeytinlikleri ve köylülerin tarım arazilerini kapsıyor.

‘Hak ihlallerinin yaşanmaması için ivedilikle gerekli önlemler alınmalı’

Salmanoğlu tespit ve önerilerini ise şu şekilde sıraladı:

  • Yüzlerce yıldır tüm toplumlar gibi yaşadıkları  topraklarda dinleri, dilleri, inançları ve yaşam tarzları ile oluşturdukları kültürlerinden topraklarının alınması ile koparılmış olacakları, kendi ülkelerinde mülteci konumuna düşecekleri, düşüncesi ve kaygısının Dikmece sakinlerine sirayet ettiği yaptığımız görüşmelerde gözlemlenmiştir.
  • 30 Temmuz 2023 tarihinde Dikmece köyündeki tarım arazilerine ve zeytinliklere iş makinaları ile girilmesine engel olmaya çalıştıkları için polis ve jandarmanın halka orantısız güç kullandığı; gerek medyaya düşen videolarda,  gerekse olaya şahitlik etmiş ve gözaltına alınmış kişiler ile yaptığımız görüşmelerde tespit edilmiştir. Buradan ilgili kurumları gerekli soruşturmayı açmaya ve hak ihlallerinin yaşanmaması için ivedilikle gerekli önlemleri almaya çağırıyoruz.
  • Acele kamulaştırma kararı ile depremzedeler için yapılması planlanan TOKİ konutlarının yapılacağı yerlerden bir olan Dikmece mahallesinde halk  Avrupa standartlarına uygun katilim ilkesi ile tüm sürece dahil edilmeli ve alınan kararlar, halk ikna olmadığı sürece uygulanmamalıdır.
  • Depremzedeler için yapılması düşünülen TOKİ konutları Dikmece mahallesinde yer alan halkın geçimini sağladığı birinci sınıf tarım arazileri, zeytinlik alanları ve mera alanları dışında yapılmalıdır.
  • Depremzedeler için yapılması düşünülen TOKİ konutları Dikmece mahallesinde ormanlık vasfını yitirmiş B2 orman arazileri ile hazineye ait arazilerde yapılmalı yada uzmanlar tarafından belirlenen ekolojik dengeye zarar vermeyecek alanlara kaydırılmalıdır.
‣ Hatay’da inşaat için tarım arazileri kamulaştırılan Dikmece halkı nöbete başladı
‣ Dikmece’de de jandarma copu: Zeytinlerini ve tarım arazilerini savunan köylüler gözaltına alındı
‣ Kamulaştırılan Dikmece’nin köylüleri bahur ve rihenlerle yürüdü: Gitmedik, buradayız
‣ ‘İmara uygun değil’ denilen Dikmece’ye nasıl TOKİ yapılır?
‣ Dikmece’de direniş 17’inci gününde: Ma rıhna nıhna hon!
‣ Zeytinlikleri imara açılan Dikmeceliler Meclis’te
‣ Hatay’da kamulaştırma kararı verilen köyde üç günde ikinci yangın: Tesadüf mü?

Aydın’da 8,500 yıllık tarihe sahip Latmos’a yapılması istenen iki madene karşı dava açıldı

Aydın‘ın Söke ilçesi yakınlarındaki Latmos (Beşparmak) Dağı’nda işletilen madenlere karşı iki dava açıldı.

Dağ, dünyanın nadir jeolojik oluşumlarından sayılan gnays kayaları, bu kayalardaki mağaralarda ve kaya diplerinde bulunan 8 bin 500 yıllık kaya resimlerine ev sahipliği yapıyor.

Evrensel‘den Özer Akdemir‘in aktardığına göre, Latmos Dağı aynı zamanda fıstık çamları, zeytinleri ve meyveciliği ile bin yıllardır yörede yaşayanlar için bir yaşam kaynağı. Neolitik Dönem’den günümüze kadar insan yerleşimlerine ait birçok arkeolojik eserin bulunduğu yörenin, jeolojik yapısı, tarımsal önemi ve su varlıkları nedeniyle milli park ve jeopark ilan edilmesi için yıllardır uğraş veriliyor.

‣ 8,500 yıllık hava ve yağmur tanrısının evine maden ocağı: Aydın Latmos’ta ÇED süreci başlatıldı

Arkeolojik Sit Alanı, ÇED raporunda ‘unutuldu’

İlk dava Çavdar Köyü eski muhtarı İhsan Garagöz tarafından açıldı. Söke’ye bağlı Yeşilköy ve Çavdar mahalleleri yakınında işletilen feldspatkuvars madeninin kapasite artışı için verilen “ÇED olumlu” kararına karşı Aydın İdare Mahkemesinde açılan davada maden alanının çevre planında “orman alanı”, “mera alanı”, “tarım arazisi ve sulama alanı” vasıflı olduğu belirtiliyor.

Dava dilekçesinde ÇED raporunda belirtilmese de yörede Çavdar Çatıdındere 1’inci Derece Arkeolojik Sit Alanı ve etkileşim bölgesinin de bulunduğunun altı çiziliyor. Yörenin bu özellikleri nedeniyle madencilik yapılmasına uygun olmadığının belirtildiği dava dilekçesinde, madenin ruhsat alanının 32 bin hektar olduğu ifade edildi.

Dilekçede, maden için ÇED kararı alınan ve çalışılan alanlara ilave olarak üç poligon şeklinde toplam 179 bin 872 hektarlık alan feldspat, kuvars ve kuvarsit üretim alanı olarak belirlendiğine dikkat çekiliyor.

ÇED onayı iptal edilmişti

Dilekçede ayrıca maden için “ÇED olumlu” kararının Aydın 2’nci İdare Mahkemesi tarafından iptal edildiğinin alt çizildi.

İptal gerekçelerini gözden geçiren Kale Madencilik’in 2009/7 Genelgesi’ne dayanarak yeni ÇED süreci başlattığı ve son “ÇED olumlu” kararının bu süreçle birlikte verildiği dile getirildi.

Projenin ömrü 213 yıl olacak

Projenin ömrü ÇED raporundaki hesaba göre 213 yıl olacağına dikkat çekilerek, davanın açılması gerekçeleri şu şekilde aktarıldı:

“Çavdar da yakınlarındaki Yeşilköy de adeta cennetten bir köşeydi. Geçmişte tabiatla iç içe huzurlu ve mesut bir hayatı vardı. Tarla, bağ bahçe işleri, zeytin-meyve ağaçları, fıstık çamları, arıcılık vb. yapıp kimseye muhtaç olmadan hayatını sürdürmekteydi. Ama ne yazık ki son yıllarda etrafındaki madencilik faaliyetleri nedeniyle huzuru kaçmıştır. Söz konusu madencilik faaliyetini açık ocak ve patlatma usulüyle eskiden beri Yeşilköy Mahallesi’nde ve diğer poligonlarda yürütmekte olan Kale Maden A.Ş.; alan ve üretim kapasitesinde artış planlayarak Çavdar ve Yeşilköy mahallelerinin ekosistemini, doğal hayatını, besin ve geçim kaynaklarını, eski haline dönemeyecek şekilde olumsuz etkileyecektir.”

İkinci davada ÇED gerekli değildir kararının iptali istendi

Yine aynı bölgede Kormad Madencilik şirketi tarafından işletilmek istenen ve “ÇED gerekli değildir” kararı verilen projeye de dava açıldı.

Çavdar köylülerinden İhsan Garagöz ve Hüseyin Bilir adına açılan davada gerçekleştirilmek istenen kuvars ocağı alan ve kapasite artış projesinin bölge sakinlerinin sağlığına, tek geçim kaynakları olan fıstık çamlarına, hayvanlarına, bağ bahçe ve zeytinliklerine, ekip biçtikleri tarım alanlarına büyük zara vereceği dile getirildi.

Dava dilekçesinde tamamı orman, fıstık çamı, zeytinlikten oluşan alandaki maden projesinin hukuksuz olduğu ileri sürülerek “ÇED gerekli değildir” kararının iptali istendi.

‘Proje Anayasa’ya ve Çevre Kanunu’na aykırı’

Dava dilekçesinde, yörede gerçekleştirilmek istenen feldspat, kuvars, kuvarsit ocakları alan ve kapasite artış projesinin bölge sakinlerinin, halkın sağlığını, tek geçim kaynakları olan fıstık çamlarını, hayvanlarını, bağ bahçe ve zeytinliklerini, ekip biçtikleri tarım alanlarını önemsemediği ifade edildi.

Dilekçede; “Tamamı orman, fıstık çamı, zeytinlikten oluşan yaşam alanları vahşi madenciliğe kurban edilmektedir. Kale Maden A.Ş.’nin projesi bölge için yanlış, zararlı ve hukuksuz bir projedir. Bu nedenle; Anayasa’nın 17. maddesindeki ‘Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir’ ilkesi ve ‘Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir’ şeklindeki hem devlete hem vatandaşa ödev yükleyen 56’ncı maddesi, ‘Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür’ şeklindeki 44’üncü ve 45’inci maddelerine aykırı olduğu ileri sürüldü.

Dilekçede, maden projesinin Çevre Kanunu’na da aykırı olduğu belirtilerek “ÇED olumlu” kararının iptal edilmesi istendi.

Kanarya Adaları’ndan Tenerife’de orman yangını: 3 bin kişi tahliye edildi

İspanya‘ya bağlı Kanarya Adaları‘ndan Tenerife‘de 15 Ağustos akşamı başlayan orman yangınını söndürme çalışmaları sürüyor.

Yetkililer, dün de (17 Ağustos) çok güçlü bir yangına karşı mücadele ettiklerini belirtti. Binlerce kişi yangının etkili olduğu alandan tahliye edilirken, yangın bölgesindeki ada sakinlerine dumanın yol açtığı hava kirliliği nedeniyle evlerinden çıkmama çağrısı yapıldı.

Polisin verdiği bilgilere göre, perşembe akşamına kadar yangında en az 3 bin 200 hektarlık alan kül oldu.

Yangın söndürme çalışmalarına 400 itfaiye görevlisinin yanı sıra İspanya’nın arama-kurtarma ekibi Askeri Acil Durum Birimi‘nden (UME) askerlerin, 17 yangın söndürme uçağı ile helikopterin katıldığı bilgisi verildi.

Fotoğraf: Reuters
‣ İklim krizi: İspanya’da mega-yangınlar erken başladı: Sekiz köy ve kasaba boşaldı
‣ İklim Masası: Mega yangınlar biyoçeşitliliği tehdit ediyor, koruma şart

’40 yılın en ağır yangını’

Deutsche Welle‘nin aktardığına göre Kanarya Adaları Özerk Yönetimi Başkanı Fernando Clavijo, “son 40 yılın en ağır yangını” ile karşı karşıya olduklarını söyledi.

Polis yetkilisi Luis Sanros da yerel medya organlarına açıklamasında, “olağan dışı şekilde hareket eden şiddetli bir yangınla” mücadele ettiklerini belirtti. Yetkililer aşırı sıcakların ve hava koşullarının yangın söndürme çalışmalarını zorlaştırdığına dikkat çekti.

Salı akşamı adanın kuzeydoğu kesiminde başlayan yangın nedeniyle 10 köy boşaltılırken adanın bu bölgesine giden yollar da kapatıldı. Tahliye edilen 3 bin dolayında kişi ise geçici barınma merkezlerine yerleştirilirdi.

Ayrıca İspanya’nın en büyük dağı ve turistlerin de uğrak noktası olan Teide Yanardağı‘na girişler de durduruldu.

İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, ada sakinleri ile dayanışma içinde olduklarını belirterek, “Özellikle tahliye edilenlerin yanındayız” dedi. Sanchez, yangın söndürme çalışmalarına katılan görevlilere de teşekkür etti.

Fotoğraf: Reuters
‣ Orman yangınları giderek artacak: Dumanı ciddi sağlık riskleri taşıyor
‣ 10 soruda orman yangınları

İklim değişikliği orman yangını riskini artırıyor

Kanarya Adaları’nda son dönemde etkili olan aşırı sıcaklar kuraklığa yol açmış ve orman yangınları riskini artırmıştı.

Temmuz ayında komşu ada La Palma‘da da büyük orman yangınları meydana gelmişti. Yangında birkaç saat içinde 4 bin 500 hektarlık alan yanarken, 2 bin 500 kişi de evlerinden taliye edilmişti.

İklim değişikliği, havadaki nem oranını düşüren, kuraklık nedeniyle toprağın nemini kaybetmesine neden olan, yoğun sıcaklıklar nedeniyle orman altı örtülerinin veya ağaçların daha kolay tutuşmasını sağlayan etkilerde bulunarak hem orman yangınlarının başlamasını kolaylaştırıcı, hem de kontrol altına alınmasını ve söndürülmesini zorlaştırıcı etkilerde bulunuyor.

Uzmanlar, iklim krizinin orman yangınlarının meydana gelme riskini en az yüzde 30 artırdığına dikkati çekiyor.

‣ ‘İklim değişikliği, orman yangını riskini en az yüzde 30 artıyor’
İklim değişikliği orman yangınlarını da körüklüyor

Erzincan İliç’te zehir saçan altın şirketinin kapasite artırımına ÇED gerekli değil’ kararı

Erzincan‘ın İliç ilçesinde Kanadalı Anagold Madencilik tarafından 2008’den beri işletilen Çöpler Kompleks Madeni, Fırat Nehri‘ne onlarca kilogram siyanür karışmasına neden olan kazanın üzerinden bir yıl geçtikten sonra ‘Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) gerekli değildir‘ kararı ile kapasite artırımı onayı aldı.

Şirket, yıllar içerisinde aldıkları kapasite artışlarıyla birlikte sahasını genişletti. Başta Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) tarafından açılan davalara karşın proje iptal edilmedi.

Yıllarca işletilmeye devam edilen maden sahasında geçen sene 21 Haziran’da meydana gelen kazada, içerisinde siyanür de bulunan karışımı taşıyan boruda saat 02.45’de hasar oluştu. Ancak hasar 05.00 sularında tespit edildi. Hasarın devam ettiği 2 saat 15 dakikalık süre sonucunda Fırat Nehri’ne 20 metreküp siyanürlü karışım aktı.

Fırat Nehri’ne 80 kg siyanür karıştı

Olayın ardından şirket yapılan tespitlerle karışımın içerisindeki siyanürün 8 kilogram olduğunu açıkladı. Ancak açılan davalar ve yapılan keşifler sonucunda nehire 80 kilogram siyanür karıştığı ortaya çıktı.

‣ Anagold Madencilik, Erzincan İliç’teki siyanür sızıntısını doğruladı

Cumhuriyet‘in aktardığına göre, olayın ardından Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı da devreye girdi. Bakanlık şirkete 16 milyon 441 bin TL para cezası kesti.

‣ Bakanlık İliç’te Mart’ta yaptığı denetime işaret edip ‘siyanür yok’ dedi
‣ Erzincan halkının siyanür soluduğu İliç’te bilirkişi keşfi

Ayrıca “Tesiste ilave çevresel iyileştirme çalışmaları tamamlanıncaya kadar faaliyetin durdurulması” kararı verildi.

‣ Erzincan İliç’te siyanür sızıntısı olan madenin faaliyetleri durduruldu

Kapasite artışına ‘ÇED gerekli değildir’ kararı

Söz konusu maden olayın üzerinden üç ay geçmesinin ardından yeniden faaliyete geçti.

‣ İliç’te siyanür sızıntısına neden olan Anagold Madencilik yeniden faaliyette

Yapılan itirazlara ve davalara karşın şirket kapasite artışı için 15 Haziran’da başvuru yaptı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın sisteminde yer alan bilgiye göre ise Anagold Madencilik’in projesine Erzincan Valiliği tarafından 16 Ağustos’ta ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Gerekli Değildir’ kararı verildi.

Bu onayla birlikte şirket bölgede bulunan 1,746 hektarlık maden sahasına 5,83 hektarlık bir bölüm daha ekleyecek.

Maden aktif fay hattı üzerinde

Söz konusu maden aynı zamanda İliç’teki aktif bir fay hattı üzerinde bulunuyor. Uzmanların uyarılarına göre, en son 1766’da deprem olan bölgede yeni bir deprem için endişe duyuluyor.

Siyanürün de içerisinde bulunduğu 66 milyon tonluk kimyasal havuzun deprem sırasında hasar alması durumunda kimyasalların Fırat Nehri’ne karışması bekleniyor.

‣ İliç’teki siyanür sızıntısı Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde: Ekokırım ve insanlık suçu işlendi

Siyanür nedir?

Siyanür insan vücuduna girdikten sonra saniyeler içerisinde belirti gösterir ve dakikalar içerisinde de ölüme neden olur.

En hafif düzeydeki siyanür zehirlenmesinde baş dönmesi, bulantı ve kusma gibi yan etkiler meydana gelir.

Akbelen’de ağaç kesen şirket yerine yurttaşı ablukaya alan jandarma hakkında başvuru

Limak, IC-İçtaş ortaklığındaki YK Enerji‘nin termik santraline linyit arzı oluşturmak için ağaçları bir bir kesilen Akbelen Ormanı‘ndan jandarmanın çekilmesi ve Anayasaya aykırı emirlerin yerine getirilmemesi adına emir verilmesi için jandarma Jandarma Genel Komutanlığına başvuruda bulunuldu.

Karadam ve Karacahisar Mahalleleri Doğayı Doğal Hayatı Koruma Güzelleştirme ve Dayanışma Derneği adına Av. İsmail Hakkı Atal’ın yaptığı başvuruda Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu hatırlatıldı.

Fotoğraf: Cansu Acar

Muğla eski valisi Orhan Tavlı‘nın Anayasa‘nın 169. maddesini ihlal eden Anayasal suç niteliğindeki kanunsuz emriyle Akbelen Ormanı’ndaki ağaç kesiminin gerçekleşmesi için kolluk görevini jandarmanın yapmasından dolayı, söz konusu emirlere uyulmaması için talepler Jandarma Genel Komutanlığı’na iletildi.

Muğla’daki vali ve kaymakamların kanunsuz emirlerine riayet edilmemesi için Muğla İl Jandarma Komutanlığına emir verilmesi ve jandarmanın Akbelen Ormanı’ndan geri çekilmesi için Jandarma Genel Komutanlığına başvuruda bulunuldu.

Emrin verilmemesi ve nihayetinde jandarmanın ormandan çekilmemesi durumunda ise “Anayasanın 137. maddesi ve Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununun 3, 7 ve 9. maddelerine aykırı davranmak” suçlarından dolayı Jandarma Genel Komutanlığının da sorumluluğunun doğacağı bildirildi.

Fotoğraflar: Cansu Acar/ Yeşil Gazete

Dün (16 Ağustos) gönderilen talep ve idari başvuru yazısında 24 Temmuz 2023 günü Akbelen ormanında başlayan kesim nedeniyle şirket yetkilileri ve ilgili idari kurumlarındaki yöneticiler hakkında da şikayette bulunuldu.

Orman Genel Müdürü Bekir Karacabey , YK Enerji’nin ortağı şirketlerin sahipleri olan Nihat Özdemir (LİMAK holding sahibi), İbrahim Çeçen ( ICTAŞ holding sahibi), Muğla eski valisi Orhan Tavlı, Yeniköy Kemerköy A.Ş. CEO’su Serhat Dinç hakkında “Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak” ve “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya teşebbüs” gerekçeleriyle Milas Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusu gerçekleştirildi.

Akbelen – Fotoğraf: Cansu Acar

İkizköylülerin gönüllü avukatı İsmail Hakkı Atal tarafından yapılan şikayette şirket sahiplerinin Türkiye’ye her yıl 44 milyar TL sağlık maliyeti olan LİMAK -ICTAŞ termik santralini işletebilmek için Muğla, Milas, Akbelen Ormanı’nı Anayasal suç işleyerek kesip böylece yıllık turizm geliri 135 milyar TL olan Bodrum’un suyunu da kesmeye çalıştığı vurgulandı. Ayrıca Atal, dilekçeyi verdiklerini belirterek şu kanun maddelerini hatırlattı:

Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu 3. maddesine göre ‘Kanun ve nizamlar ile bunlara dayalı olarak verilen emir ve kararların öngörmediği hiçbir görev jandarmadan istenemez.’

Anayasanın 137. maddesine göre ise ‘Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Ancak, üstü emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir; bu halde, emri yerine getiren sorumlu olmaz. Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz.’

Görüleceği üzere Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu 3. Maddesiyle ‘kanunlara dayalı olarak verilen emir ve kararların öngörmediği görevlerin yerine getirilmesi’ yasaklanmış, Anayasa’nın 137. maddesiyle konusu suç teşkil eden emirlerin yerine getirilmesi de yasaklanmıştır.”

Akbelen’deki ağaçları kesen şirket patronları ve vali hakkında şikayet

Marmara Depremi’nin 24’üncü yıldönümü: Ne acılar dindi ne ders çıkarıldı

17 Ağustos 1999 tarihinde Kocaeli/Gölcük merkez üssünde yaşanan 7.4 büyüklüğündeki depremin 24’üncü yıldönümünde onca yılın geçmesine rağmen alınmayan dersler yine gündemdeydi. 6 Şubat Maraş depremlerinde Türkiye’nin 11 ilinde yaşanan yıkım zaten deprem için herhangi bir hazırlığın olmadığını göstermişti. Sivil toplum örgütleri, meslek odaları gibi kuruluşlar tarafından yine depreme karşı alınmayan tedbirlere dikkat çeken açıklamalar yapıldı. 17 Ağustos’tan 6 Şubat Maraş depremlerine değin hükümet tarafından alınmayan önlemler ve bundan sonra, böylesine büyük bir acı yaşanmaması için, alınması gereken tedbirler dile getirildi. Depremzedeler ise yitirdiklerini andı.

Marmara Depremi sonrasında çekilmiş bir kare. – Kaynak: AA

Acı tablonun nedeni bilime ve mühendisliğe kulaklarını tıkayan anlayış

İnşaat Mühendisleri Odası’nca yapılan açıklamada Marmara ve Kahramanmaraş depremlerinden sonra toplum hafızasının yetersizliğinden iktidarın zihniyet problemine kadar birçok konuya dikkat çekildi.

Afete hazırlanma ve kaçak yapılaşmaya karşı alınması gereken önlemlere dikkat çekilen bildiride, depremin sonucunda ortaya çıkan acı tablonun bir anlayış problemi olduğu ifade edildi:

“Ortaya çıkan can ve mal kayıplarının nedeni olarak depremlerin büyüklüklerine vurgu yapılması, şimdiye kadar çoktan alınması gereken önlemleri almayan, bilime ve mühendisliğe kulaklarını tıkayan anlayışın sığındığı bahaneden öte bir anlam ifade etmemektedir.”

Marmara Depremi sonrasında çekilmiş bir kare. – Kaynak: AA

Naci Görür’den uyarı: İstanbul depreme hazırlandı mı..? Hayır

Öte yandan İstanbul için oldukça ciddi deprem beklentileri bulunuyor. Büyük İstanbul depremi beklentisi birçok insanı şimdiden İstanbul’dan göç etmek zorunda bırakırken, kimilerini de başka bölgelerde ev arayışına çıkmaya zorluyor.

DHA‘da yer alan habere göre ise 17 Ağustos depreminin ardından yapılan araştırmaya dikkat çeken ve zamanın daraldığını hatırlatan Prof. Dr. Naci Görür, minimum 7 üzerinde bir depremin olacağını ve afet yönetiminin İstanbul’daki ekip ile mümkün olamayacağını söylüyor.

Marmara Depremi sonrasında çekilmiş bir kare. – Kaynak: AA

Görür, acilen depreme karşı hazırlıklı olunması konusunda uyarılarda bulunuyor.

Prof. Dr. Naci Görür, ABD’li jeofizikçi Tom Parsons’un 2004 yılında, depremin zamanlaması ile ilgili yaptığı çalışmayı hatırlatarak, “1999 depremlerinde ben, Marmara Denizi’nde bütün araştırmaları yapan ekibin Türk tarafının başkanı olarak görev yaptım. Orada denizde bütün araştırmaları biz yaptık. Bu araştırmalar da böyle devlet desteğiyle olmadı. Biz bilim dünyasının desteğiyle Avrupa Birliği fonlarıyla bu projeleri yaptık.”

“Teknik üniversitede bir avuç insan olarak bunu yaptık” diyen Görür, “Dolayısıyla 99 depremlerinden sonra işte alarmı verdik. Marmara’ya gelebilecek tehlikeyi anlattık, nasıl olacağını nelerin beklenebileceği, yazıldı, çizildi, konuşuldu. Alarm da verdik, yerel yönetimleri, halkı, merkez yönetimini de uyardık. Ama bu yapılanlar ne kadar, yeterli mi? İstanbul depreme hazırlandı mı dersen, hayır” ifadelerini kullanıyor.

Marmara Depremi sonrasında çekilmiş bir kare. – Kaynak: AA

Prof. Dr. Naci Görür, depremin ardından İstanbul’a dışarıdan destek gelmesi gerektiğini ifade ederek, “Olası bir depremde İstanbul kendi kendine yetemez çünkü hastanelerin ne kadar çalışacağı, itfaiyenin ne kadar çalışacağı meçhul. Bir de bu gecekondu mantığıyla gelişmiş, plansız bir kent. Dolayısıyla yani depremde olabilecek yıkım nedeniyle burada ulaşım da olmayabilir veya çok sıkıntılı olabilir. İstanbul’da büyük bir kaos söz konusu olabilir. İnsanların belli bir kısmı göçük altında kalabilir. Onlara ulaşılamayabilir, cankurtaranlar çalışamayabilir” şeklinde konuştu.

Marmara Depremi sonrasında çekilmiş bir kare. – Kaynak: AA

Gölcük, Yalova ve İstanbul’da yitirilenler anıldı

17 Ağustos depreminin merkez üssü Gölcük’ün Kavaklı Sahili’nde yer alan Deprem Anıtı’nın önünde anma gerçekleştirildi. Depremin yaşandığı saat olan 3:02’de saygı duruşunda bulunuldu ve depremde hayatını kaybedenler anıldı.

Yalova’da depremde yaşamını yitiren insanların isimlerinin yazıldığı mermer anıtların önüne çiçekler bırakıldı ve anma etkinliğine gelen vatandaşlar deprem günü çekilen fotoğrafların bulunduğu sergiyi ziyaret etti.

Marmara Depremi sonrasında çekilmiş bir kare. – Kaynak: AA

 ‘Güvensiz yapılarda ölmeyi değil güvenli yapılarda yaşamayı istiyoruz’

Avcılar‘da da hayatını kaybedenler anıldı. Avcılar Kent Konseyi, 17 Ağustos Marmara Depremi’nde hayatını kaybeden 247 kişiyi, ilçenin Marmara Caddesi’nde yer alan Deprem Anıtı önünde andı. Saat 3:02’de halkın ve siyasi parti temsilcilerinin katılımıyla gerçekleşen törende saygı duruşu yapıldı ve ardından mumlar ve meşaleler yakıldı.  Vatandaşlar ellerinde “Güvensiz yapılarda ölmeyi değil güvenli yapılarda yaşamayı istiyoruz” yazılı pankartla yürüdü.

Marmara Depremi sonrasında çekilmiş bir kare. – Kaynak: AA

 

17 Ağustos’u hatırlamak

17 Ağustos 1999 saat 03:02’de, merkez üssü Kocaeli ilinin Gölcük ilçesi olmak üzere 7.4 büyüklüğünde bir deprem gerçekleşti. 45 saniye süren sarsıntının ardından resmi olmayan rakamlara göre 50 bin insan hayatını kaybetti, 100 bin insan ise yaralandı.

İç Anadolu’dan Ege Bölgesi’ne kadar hissedilen depremde Türkiye’nin en önde gelen sanayi ve üretim kapasitesine sahip şehirleri büyük hasar aldı. Çöken 133 bin 683 bina ile yaklaşık 600 bin kişi evsiz kaldı.

Toplumda “Rahşan Affı” olarak bilinen Şartlı Salıverme Yasası’yla birlikte depremde sorumlu tutulan müteahhitlere karşı açılan 2100 davanın 1800’ü kapandı. Geri kalan 300 davanın ise 110’u hakkında ceza kararı çıktı.

Marmara Depremi sonrasında çekilmiş bir kare. – Kaynak: AA

‘Sesimi duyan var mı?’

17 Ağustos Marmara Depremi’nden sonra gerçekleştirilen arama-kurtarma operasyonlarında personel ya da gönüllülerin “Sesimi duyan var mı?” sorusu tüm Türkiye’nin zihnine kazınmış ve depremde yaşanan acıların simgesi haline gelmişti.

Sesimi duyan var mı? Ses yok!

Marmara Depremi sonrasında çekilmiş bir kare. – Kaynak: AA

 

Bu görüntüler Türkiye’den: Doğduklarında ölüme gönderiliyorlar

Manisa’da bir yumurta üretimhanesinde çekilen görüntüler, endüstriyel hayvancılığın yarattığı vahşeti bir kez daha gözler önüne serdi.

İşletmenin civciv üretim bölümünde çekilen görüntülerde, erkek olduğu için ayrılan civcivlerin öldürülmeye götürülmek üzere üst üste yere yığıldığı ve can çekiştikleri görüldü.

Yumurtası için kafeslere hapsedilen tavuklara yaşatılan eziyetin son bulması için çalışan Kafessiz Türkiye Kampanyası’na ulaştırılan görüntülerde civcivlerin bağırışları duyuluyor:

Görüntüleri çeken işçi A.Z. yaşanan vahşeti şöyle anlattı:

“Birkaç yıl önce Manisa’da yumurta fabrikasında yevmiyeci olarak çalışıyordum. Bir gün civciv üretim bölümüne gittim. Orada olanları görseniz kanınız donar. Civcivleri erkek ve dişi olarak ayırıyorlardı. Erkek civcivleri kasaya doldurup eziyorlardı. Ardından çöp torbalarına dolduruyorlardı. Daha sonra ise gübre bölümüne götürüyorlardı. Civcivler yarısı hayatını kaybetmiş yarısı sağ şekilde kepçeyle dışkıyla karıştırılıp yakılıyorlardı. Neden hayatlarına son verdiklerini sorduğumda ‘Hem fazla yem yiyorlar hem yumurtlamıyorlar’ deniliyordu.”

‘Yaklaşık 60 milyon civciv öldürülüyor’

Yumurta endüstrisi, milyarlarca erkek civcivi yumurtlayamadıkları ve et üretiminde verimli olmadıkları için yumurtadan çıkar çıkmaz diğerlerinden ayırıyor.

Kafessiz Türkiye tarafından yapılan yazılı açıklamada öldürme işleminin büyük vahşet içerdiğine vurgu yapılarak “Karbondioksit ile boğulma, boyun kırılması veya civcivlerin bir öğütücüye atılması gibi yöntemler bu uygulamaların başında geliyor” deniyor ve ekleniyor:

“Tarım ve Orman Bakanlığı‘nın verilerine göre Türkiye’de her yıl yumurtası için 70 milyon tavuk üretiliyor. Bu veriye göre yaklaşık 60 milyon erkek civciv ise öldürülüyor.”

Dünyada yasaklanıyor

Konuya ilişkin açıklama yapan Kafessiz Türkiye Kampanya Direktörü Emre Kaplan hayvanlara yaşatılan vahşete ilişkin şunları dile getiriyor:

“Birisi gözümüzün önünde bir tane civcivi poşete kapatıp boğsa kanımız donar. Yumurta endüstrisi için ise bu bir iş modeli. Endüstriyel yumurta üretiminin halkın vicdanı ve beklentileriyle taban tabana zıt olduğunun daha büyük bir göstergesi yok. Bu vahşet endüstrinin bize dayattığı bir tercih. Geçtiğimiz yıllarda Almanya, Fransa ve İtalya’da erkek civcivlerin öldürülmesini yasaklayan düzenlemeler kabul edildi. Dünyanın birçok yerinde erkek civcivlerin öldürülmesi yasaklanırken Türkiye’nin de bu konuda acil bir adım atması gerekiyor. Çiftlik Hayvanlarını Koruma Derneği ile erkek civcivlerin öldürülmemesi için Bakanlığa başvurduk. Acıyı ve sevinci hissedebilen hiçbir canlı böyle bir muameleyi hak etmiyor.”