Ana Sayfa Blog Sayfa 854

Hindistan’da tek kullanımlık plastikler yasaklandı

Hindistan,  kirlilikle mücadele etmek için pipetlerden sigara paketlerine kadar çeşitli ürünlerde tek kullanımlık plastiklere Cuma günü yasak getirdi.

Plastik atıklar, dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi olan Hindistan’da önemli bir kirlilik kaynağı. Ülkede yılda yaklaşık 14 milyon ton plastik kullanılıyor. Hızlı ekonomik büyüme detek kullanımlık plastik ürünlere ve plastik ambalajlı mallara olan talebi artırdı.

Bu konuda daha önce bir regülasyona sahip olmayan Hindistan’ın bu tüketimin sonucunda kasabaları, sokakları, kanalizasyonları, nehirleri ve okyanusları kullanılmış plastik çöpleriyle doldu.

‣ Şişelenmiş suyun neden son kullanma tarihi var?,
‣ ‘Kirlilik, doğurganlığı azaltıyor, penisleri küçültüyor’
‣ Bireylere düşen sorumlulukla sorunlar çözülebilir mi?

Hindistan Başbakanı Narendra Modi‘nin duyurduğu yasak kapsamına diğer ürünlerin yanı sıra pipet, çatal bıçak takımı, kulak çubukları, ambalaj filmleri, balonlar için plastik çubuklar, şekerleme ve dondurma ve sigara paketlerini de içeriyor.

Tüketiciler düşünülerek şimdilik plastik poşetler yasaktan muaf tutuldu, ancak üreticilerden yeniden kullanımı teşvik etmek için kalınlığı artırmaları istendi. Hükümet ayrıca tek kullanımlık plastik ürünlerin yasadışı kullanımını, satışını ve dağıtımını kontrol etmek için kontrol odaları kurmaya karar verdi.

‣ Bilim insanlarından uyarı: Plastik kirliliğinin sonlandırılması için, üretiminin sınırlandırılması şart
‣ Karadeniz sahilinde 300 metrede 89 kilo çöp: Yüzde 90’ı plastik
‣ Adana’daki çöp aldatmacası bitmiyor: Ne temizlendi ne de temizleme yetiyor

Yiyecek, içecek ve tüketim malları sektörlerindeki şirketlerin ‘kesintileri önlemek için kısıtlamayı erteleme’ talepleri ise reddedildi.

CNN’İn haberine göre PepsiCo, Coca-Cola gibi büyük şirketler ve Hindistan menşeili Parle Agro, Dabur ve Amul, pipetlerin yasaktan muaf tutulması için lobi faaliyeti yürüttü.

Plastik üreticileri de kısıtlamaya hazırlanmaları için kendilerine yeterli zaman verilmediğini söyleyerek yasaktan şikayet ediyor.

‣ Kaliforniya’da iddialı yasa: 2032’ye kadar tek kullanımlık plastikte yüzde 25 düşüş
‣ ABD’de geçen yıl plastik atıkların sadece yüzde 5’i geri dönüştürülebildi

1902 kuruluş tarihli Yeni Moda Eczanesi müze olacak

İstanbul Kadıköy Moda‘da 1902 kuruluş tarihiyle İstanbul’un en eski eczanelerinden biri olan ve geçtiğimiz hafta sahibi vefat eden Yeni Moda Eczanesi, müzeye çevrilecek.

Eczacılar Odası eski başkanlarından 70 yıllık eczacı Melih Ziya Sezer, geçtiğimiz hafta hayatını kaybetmişti.

Eczane, Sezer’in babasının 1936’da devralmasından bu yana aynı aile tarafından işletiliyordu.

Kendi gibi eczacı olan oğlu Marmara Üniversitesi Eczacılık Teknolojisi Bölümü, Farmasötik Biyoteknoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Demir Sezer, eczanenin müze olacağını açıkladı.

Hayatının 70 yılını eczacılığa adayan Melih Ziya Sezer’in vefatından sonra eczanenin kepengine ‘Güle güle Melih Abi’ yazılı not bırakılmıştı.

Sezer’in eczanesine komşu olan mobilyacı Selahattin Yılmaz, 57 yıllık dostunu şöyle anlattı:

“Birbirimize bir ‘of’ bile demedik. Melih Bey’e sadece bir eczacı gözüyle bakamazsınız, gerçek bir bilim adamıydı. Yapmış olduğu ilaçlar yüzde 100 isabetliydi. Bence de burası müze olmalı, böyle bir eserin ortadan kalkması intihar olur. Üretim çok önemli, 90 yaşındaki bir kişi laboratuvarda akşama kadar üretim yapıyordu.

Eczacılık sanattır

Melih Ziya Sezer, geçen yıl DHA‘ya verdiği röportajda “90 yaşındayım ve çalışabildiğim kadar çalışmak isterim. Ben öldükten sonra bu dükkânı müzeye mi verirler, yoksa satarlar mı? Orasına ailem karar verir” demişti.

Sezer, mesleğinden de şöyle bahsetmişti:

“Eskiden çoğu ilaç eczanelerde yapılırdı. 1950’den sonra işin içine fabrikasyon ilaçlar girdi. Eskiden eczanelerde öksürük şurupları, kuvvet şurupları, merhemler olurdu. O zamanlar hekimler de bizlere formüller yazardı. Ancak şimdi formül yazan doktorlar az. Çünkü doktorlar da fabrikasyonlaştı. Şu an hâlâ müşteriler az da olsa bize reçete getiriyor, biz de getirdikleri reçeteyi yapabildiğimiz kadar yapıyoruz.”

Ancak eczacılık ticaret değil, bir sanattır. Sanattan da bir şeyler üretildiğiniz zaman zevk alınır.

Aynı röportajda eczanenin ilk olarak Faik İskender Bey tarafından Eczane-i Saadet ismiyle Kızıltoprak‘ta kurulduğunu, 1928’de Moda’ya taşındığını ve 1936 yılında babası tarafından satın alındığını anlatan Sezer, aile mesleğini ve eczanenin hikayesini de şu sözlerle aktarmıştı:

“Babam Halil Nejat Sezer, 1925 İstanbul Üniversitesi mezunu. İlk eczanesini memleketi Urfa’nın Birecik kazasında Yeni Eczane adında açtı, 1935 yılında ise Konya Karaman’a ‘Yeni Eczane’ adıyla nakletti.

1937’de Moda’daki eczaneyi devralınca isimleri birleştirdi ve Yeni Moda Eczanesi ismi kuruldu. Babam 44 yaşında vefat etti. 1950 yılında bu yana eczaneyi ben idare etmeye başladım. Bu eczane 1937 yılından beri bizim aile tarafından işletiliyor.”

Cengiz Holding’e Halilağa’da geçit verilmedi: Hiçbir maden projesi Kaz Dağları’ndan daha değerli değil

Çanakkale’nin Çan ilçesine bağlı Halilağa Köyü’nde Cengiz Holding tarafından açılması istenen “Halilağa Bakır Ocağı Kapasite Artışı, Cevher Zenginleştirme Tesisi ve Atık Depolama Tesisi Projesi” için verilen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) ‘Olumlu Kararı’nın yürütmesi durduruldu. 

ÇED kararına karşı TEMA Vakfı ve Çan Çevre Derneği’nin açtığı davada durdurma kararı verilirken çevreciler, kesin kararın da iptal olmasını istediklerini dile getirdi. 

Cengiz Holding Kazdağları’nda ÇED’e aykırı sondaj faaliyetlerine başladı

TEMA Vakfı tarafından karara ilişkin yapılan açıklamada “Kaz Dağları’nın ormanları, Kara Menderes’in suları, Bayramiç’in elması, şeftalisi, yaşamını orada sürdüren boz ayılar, karacalar, onlarca kuş türü, maden projelerine karşı zaman kazandı” denildi ve şunlar eklendi:

“Hiçbir maden projesi Kaz Dağları Yöresi’nden daha değerli değildir ve Kaz Dağları’nda yaşamın devamlılığı için daha fazlasına ihtiyaç var. TEMA Vakfı olarak tüm karar vericileri, zengin biyolojik çeşitliliği, ormanları, tarımı ve kültür alanları ile ülkemizin kadim coğrafyalarından birisi olan Kaz Dağları Yöresi’ne sahip çıkmaya çağırıyor, bölgenin kanunlarla madencilik faaliyetlerinden korunmasını talep ediyoruz.”

‘Cengiz Holding’e geçit vermedik’

Çan Çevre Derneği’nden Ümran Aydın ise kararla ilgili olarak şu değerlendirmelerde bulundu:

“Suyumuzu ve Kocabaş çayını son damlasına kadar alacak olan Halilağa Madenine karşı ilk eylemimiz iki yıl önce imiş. Emeğin karşılıksız kalmadığına inanın.. Cengiz Holding’e geçit vermedik. Halilağa Bakır Madeni ÇED Olumlu kararına karşı TEMA ve Çan Çevre Derneği’nin açtığı davada itiraz yolu kapalı olarak yürütmeyi durdurma kararı verildi. Kesin kararın da ‘iptal’ olacağına inanıyoruz.”

Yürütmenin durdurulması kararının ardından sosyal medya hesabı üzerinden bir açıklama yapan Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Derneği Yönetim Kurulu’nca “Aynı kararın aralarında derneğimizin de olduğu 6 STK ve 81 vatandaş tarafından açılan davada da verilmesini bekliyoruz. Çok mutluyuz” denildi ve şunlar eklendi:

“Kazdağları’nın kurdu, kuşu, sincabı, ormanları, dereleri, köylüleri kurtulacak! Hepimiz kurtulacağız!”

Ne olmuştu?

Cengiz Holding, 21 Şubat’ta Halilağa Bakır Ocağı Kapasite Artışı, Cevher Zenginleştirme Tesisi ve Atık Depolama Tesisi Projesi için ÇED raporuna rağmen aykırı bir şekilde sondaj faaliyetleri gerçekleştirmişti.

Alınan bilirkişi raporu, çevre örgütlerinin lehine çıkmıştı. Yöre halkı da proje için üç ayrı su kaynağı öngörülmesi sonrası projeye yoğun bir tepki göstermişti. Ayrıca ÇED’de sondaja da izin verilmemişti. Çan Çevre Derneği’nden Ümran Aydın Şubat’ta “Bir bölgenin suyunu komple kesmek çok büyük bir haksızlık ve asla kabul edilemeyecek bir durum” diyerek projenin bölgedeki su kaynaklarına ve vatandaşa maliyetinin boyutuna dikkat çekmişti. 

Haziran ayı enflasyonu açıklandı: TÜİK’e göre yıllık yüzde 78, ENAG’a göre ise yüzde 175

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), haziran ayı enflasyon rakamlarını açıkladı. Tüketici fiyat endeksi (TÜFE) yıllık bazda yüzde 78,62, aylık yüzde 4,95 arttı. Altı aylık enflasyon, yani bir önceki yılın Aralık ayına göre artış ise yüzde 42,35 olarak açıklandı.

Enflasyon Araştırma Grubu’na (ENAG) göre ise haziran ayında yıllık enflasyon yüzde 175,55; aylık 8,31 oldu. 

TÜİK’E göre yurt içi üretici fiyat endeksi (Yİ-ÜFE) ise yıllık yüzde 138,31, aylık yüzde 6,77 arttı.

Geçtiğimiz hafta asgari ücrete yüksek enflasyon nedeniyle ara zam yapılmış, yüzde 30 artışla 5 bin 500 lira olarak güncellenmişti.

TÜİK’in bugün açıkladığı yıllık enflasyon değişimini gösteren tablo şöyle:

Öte yandan aynı saatlerde Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) üyeleri, Ankara‘da TÜİK binası önünde toplanarak basın açıklaması yaptı.

“TÜİK enflasyonu düşük açıklayarak işçinin, memurun, emeklinin
ekmeğiyle oynuyor. Onun için buradayız!” diyen sendika adına basın açıklamasını DİSK başkanı Arzu Çerkezoğlu okudu:

“Halkın hissettiği enflasyon başka, işçinin enflasyonu başka, emeklinin
enflasyonu başka. TÜİK’in enflasyonu ise çok çok başka! Türkiye işçi sınıfı adına, emekçiler adına, emekliler adına buradan bir kez daha uyarıyor, bir kez daha söylüyoruz! TÜİK gerçekleri açıkla, ekmeğimizle oynama!”

“TÜİK, elini cebimizden çek” sloganı atan işçiler, kuruma şöyle seslendi:

“Gelin bu hatalı yoldan, yanlış yoldan dönün. İktidarların maşası olmayın, halkın, kamunun kurumu olun. TÜİK ülkemizin büyük birikime sahip bir kurumudur. Yüzyıllık geçmişi ve birikimi olan bu kurumu ayaklar altına almayın. Bu kurumu daha da şaibeli hale getirmeyin.

Bilimsel davranın, şeffaf davranın, açık davranın. Halkın yoksullaşmasına alet olmayın. Madde fiyat listesi dahil nereden ne fiyat derlediğinizi açıklayın.
Emekli için, dar gelirli için, işçi için ayrı enflasyon hesaplayın. Hesaplama sürecine sendikaları, meslek örgütlerini, bilimsel kurumları katın. Bunlar mümkün. Yeterli bilimsel dürüstlükle, kamucu bir yaklaşımla bunlar mümkün.”

‣ Ekonomi nasıl düze çıkacak?

Ulaşım, gıda, konut, lokanta…

TÜİK’e göre bir önceki yılın aynı ayına göre artışın yüksek olduğu ana gruplar ise sırasıyla, yüzde 123 ile ulaştırma, yüzde 93 ile gıda ve alkolsüz içecekler, %81 ile ev eşyası oldu.

Aylık bazda en büyük ykseliş yaşayan gruplar ise yüzde 10,59 ile ulaştırma, yüzde 8,34 ile konut, yüzde 5,42 ile lokanta ve oteller oldu.

ENAG verilerine göre konuttaki aylık yükseliş yüzde 16,51 oldu.

 

Eskişehir’de Onur Yürüyüşü: LGBTİ+’lar yürüdü, polis saldırdı!

Eskişehir Onur Yürüyüşü için dün Espark Bağlar Kapısı’nda bir araya gelenlere sivil polisler saldırdı.

Onur yürüyüşüne katılanlar nefrete ve ayrımcılığa karşı sloganlarla yürüyüşe başladığı sırada civardaki kafelerde oturan sivil polisler yürüyüşçülere saldırdı. 

https://twitter.com/kadinsavunmasi/status/1543618426668728320?s=21&t=1CufPuDR3vgWaQwGXhF4vQ

Gözaltına alınanlardan biri çocuk

Kaos GL’nin aktardığına göre; polis tarafından herhangi bir “Dağılın” anonsu yapılmadığı belirtilirken; 10 LGBTİ+ aktivistinin şiddet uygulanarak gözaltına alındığı bildirildi. Gözaltına alınanlar arasında bir de çocuk bulunuyor.

Gözaltına alınanlar sağlık kontrollerinin ardından Eskişehir Emniyet Müdürlüğü‘ne götürüldü ve emniyetteki ifadelerinin ardından serbest bırakıldı.

LGBTİ+ karşıtı bir çete, Onur Yürüyüşü için alanda bulunan avukatlara saldırdı. Polisin önünde gerçekleştiği belirtilen olaya dair polisin yanıtının ise “Görmedim” olduğu aktarıldı. 

Onur Yürüyüşü’nde yüzlerce LGBTİ+’ya hak ihlali 

‘Ahmet Yıldız, Buse Şeker ve Hande Kader için hesap sormaya devam edeceğiz’

Fotoğraf: Kadın Savunması

Eskişehir’deki engellemelere rağmen LGBTİ+’ların polis şiddetine tepki göstererek okuduğu basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı:

“Daha Mayıs ayında Eskişehir’de yakılmamız İçin katliam çağrısı yapan broşürlerin akıbetini sorgulamayan devlet, bugün Eskişehir’deki Onur Haftası etkinliklerimizi yasaklayarak bizleri sindirebileceğini sanıyor. İstanbul’da ve İzmir’de yüzlerce gözaltına,  ölüm tehdidine rağmen; bizler yüzbinler olup sokaklarda varoluşumuzu kriminalleştirmeye çalışan çete devletinin önünde dimdik direndik. Direnmeye devam ediyoruz! Krizin derinleşen faturasını artık LGBTİ+’lar, kadınlar ve mülteciler ödemeyecek. İşte bu yüzden bu yıl Eskişehir’de ‘Dönme’ diyoruz. Çünkü ne olursa olsun haklarımızdan ve canımızdan vazgeçmeye niyetimiz yok.

Dilek İnce’nin, Hande Kaderi’n, Eylül Cansın’ın, Didem Akay’ın, Buse Şeker’in, Ahmet Yıldız’ın ve adını sayamadığımız birçok arkadaşımızın hesabını soruyor, sormaya devam ediyoruz. Onlardan aldığımız isyanın gücüyle bugün buradayız!”

Lubunyalar onurla rak rak rak yürüdü: 373 kişi gözaltına alındı

Valilik yasakladı

Eskişehir Valiliği LGBTİ dernekleri, benzeri oluşumlar ve gruplar ile bu grupların yapmış olduğu bu tür eylemleri desteklemek veya protesto etmek amacıyla kamuya açık alanlarda yapılması düşünülen her türlü etkinliği 23 Haziran – 7 Temmuz’da 15 gün süreyle yasaklamıştı. Yasağın duyurusunda şu ifadelere yer verilmişti:

“Tüm bunlar göz önüne alındığında; yapılmak istenen etkinliklerin her türlü provokasyona ve eyleme açık olduğu, toplumda farklı görüşteki grupların bir araya gelerek çıkarılması muhtemel olaylar ile kamu huzuru ve genel asayişin bozulabileceği, özellikle açık yer toplantılarına katılacaklar da dahil olmak üzere halkın huzur ve güvenliğinin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin, genel sağlığın ve genel ahlakın, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasının zaafiyete uğrayabileceği değerlendirilmektedir.

Bu nedenle, kamu esenliğinin ve genel asayişin devamının sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın, genel ahlakın ve vatandaşlarımızın can ve mal güvenliklerinin korunması amacıyla…”

Yarından itibaren İstanbul’da ormanlara giriş yasak: Korular, tabiat parkları ise serbest

İstanbul Valiliği, orman yangını önlemi olarak 5-31 Temmuz’da ormanlık alanlara girişlerin yasaklandığını duyurdu.

Yapılan açıklamada yasağın, hava sıcaklığındaki artış, ormanlık alanlarda yoğunlaşan insan ve araç hareketliliği ile kasten ya da kusurlu davranışlar neticesinde orman yangınları meydana gelebileceği değerlendirilerek alındığı belirtildi.

Piknik ve mesire alanları, tabiat parkları, korular, parklar ve ekoturizm alanları ise yasaktan muaf tutuldu.

Valilğin açıkladığı serbest bölgeler listesindeki alanlarda ateş yakmadan piknik yapmak, spor, yürüyüş vb. faaliyetlerde bulunmak serbest olacak.

‣ Yangın sezonuna ne kadar hazırız?

‣ Orman değiliz, artık lunaparkız

Açıklamada şu maddeler de yer aldı:

  • Orman Yasasının 31 ve 32. maddesi kapsamında olan köyler/mahalleler başta olmak üzere; orman içi, orman bitişiği ve ormanla ilişiği olmayan köyler/mahallelerde anız, bağ-­bahçe, zeytinlik ve tarla temizliği gibi nedenlerle ağaç, dal ve her türlü bitki örtüsünün yakılması yasaktır.
  • Orman alanı civarındaki tesisler ile sanayi kuruluşları, orman alanlarını etkileyebilecek her türlü faaliyet nedeniyle oluşabilecek yangın riskine karşı, önleyici bütün tedbirleri eksiksiz alacaklardır.
  • Enerji nakil hatlarının yapımı ve bakımı ile ilgili kuruluşlar (BEDAŞ, AYEDAŞ ve TEİAŞ) enerji hatlarının özellikle ormanlık alanlardan geçen bölmelerinde gerekli bakımları gerçekleştirecek, yangın riskine karşı her türlü tedbiri alarak, gerektiğinde enerji kesintisi uygulayacaklardır.
  • Tüm belediyelerimiz, orman içi, orman kenarı ve bitişiğinde bulunan çöp toplama alanları çevresinde koruma bandı oluşturacak ve yangın riskine karşı gerekli iş makinelerini (Dozer, Loder, Kepçe) hazır bulunduracaklardır.
  •  İlçe Kaymakamlıklarımız ve Orman Bölge Müdürlüğü koordinasyonunda genel kolluk ve orman kolluğundan oluşturulan denetim ekipleri etkin bir şekilde gözetim ve denetim yapacaklardır.
  • Gerekli hallerde ilçe kaymakamlarımızın emriyle tüm kamu ve özel sektör imkanları kullanılarak yangına karşı etkili müdahale edilmesi sağlanacaktır.

Bostanlı sahili deniz maruluna büründü: Kirlilik önlenmediği sürece daha çok görürüz

İzmir Karşıyaka Bostanlı sahilinde deniz, halk arasında ‘deniz marulu‘ olarak bilinen ulva lactuca adlı yeşil yosunlarla kaplandı.

Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Yaşar, bu durumun son  kronikleştiğini belirterek nedeninin denizin çok kirli olması olduğunu belirtti:

“Körfez çok kirli. Gerçekten artık kapasitesinin çok üzerine çıkmış durumda. Temiz körfezde bu olmaz. Avrupa‘nın en iyi arıtma sistemlerine sahibiz ama denizimiz hala kirli. Bu kirlilik önlenmediği sürece bu tür durumları çok çok yaşarız.”

Deniz marullarının kuraklığa bağlı olarak da ortaya çıktığını ifade eden Yaşar, arıtma tesislerinin yetersiz kaldığına dikkat çekti: “Çiğli‘de çok iyi arıtma tesislerimiz var. Ama artık belediye bazı konularda yeterli özeni göstermiyor.”

Daha önce de defalarca Karşıyaka kıyılarında rastlanan yosunlar, İnciraltı‘nı da bürümüştü.

Sürpriz değil: Son 80 yılın en büyük kuraklığı

Bu durumun genelde nisan sonu mayıs başı ile ekim sonu kasım başında görüldüğünü aktaran Prof. Dr. Yaşar, Temmuz ayında görülmesinin şaşırtıcı olduğunu söyledi.

Bu görüntü sürpriz değil. Bu yıl son 80 yılın en kurak yılını yaşıyoruz. Ege‘de mart ayında yüzde 35, nisanda yüzde 60, mayısta ise yüzde 53 eksik yağmur yağdı. Denizde zaten taze su girişi yok. Evsel ve fabrika atıklarının yani arıtılmayan suların artmasıyla bu marullar ortaya çıkıyor. Zaten bu yıl sürekli olarak denizde renk değişimi vardı. Deniz biraz mavileşiyor biraz pembeleşiyordu.

Yaşar, yosunların nedenini, tarla benzetmesiyle şöyle anlattı:

Bir tarlaya fazla gübre atarsanız o tarladaki tüm ürünü yakarsınız. Bizim körfezimiz Akdeniz‘in en zengin körfezlerinden biridir.

Hem evsel atık hem de fabrikalardan arıtılmadan akan suyun birleşmesiyle deniz marulu ortaya çıkıyor.

Denizde besin çok fazla olunca, marul gibi bu bitkiler hızlı büyüyor. Denizde sanki bu bitkiler için Halil İbrahim sofrası kurulmuş gibi. Bu besin bitmediği sürece bu bitkiler bitmez.

Yüzme amacıyla beton dökmek biyolojik katliamdır

Prof. Dr. Yaşar, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin körfezde yüzme hedefiyle ilgili faaliyetlerini şöyle değerlendirdi:

“Eğer bilime inanır ve bilimin dediklerini uygularsanız körfezde yüzülür hatta birkaç yıl içerisinde Göztepe ve İnciraltı sahilleri arasında yüzülür ama bilimin dışına çıkmamak lazım. Örneğin derelerin altı betonlanıyor, bu bir katliamdır. Bu yapıldığı sürece körfezde yüzemezsiniz.”

Derelerin altını betonlamaktan övünçle bahsediyorlar. Bu biyolojik bir katliamdır. Bir canlı katliamıdır. Denizdeki canlıları öldürüyorsunuz.

Belediyeye fabrikaların arıtma tesislerini sübvanse etme ve kendi tesislerini de çok iyi çalıştırma çağrısı yapan Yaşar, “Derelere kireç atıyorsunuz. Neden? Temiz su girişini sağlarsanız başka bir şey yapmaya gerek yok. Bilimin dediğini yapmıyorsanız; siz bu körfezde değil 3 yıl, 33 yıl geçse yüzemezsiniz. Denize kirli su verirseniz deniz bunu kaldıramaz ve bu görüntülerle karşılaşırız” dedi.

Ordu’daki deniz dolgusu projesine mahkemeden ret

Ordu 1. İdare Mahkemesi, Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin Melet Irmağı ile Turnasuyu Irmağı arasındaki kıyı düzenleme, bisiklet yolu ve deniz dolgusu projesine onay vermedi. Projeye verilen ÇED iptal edilerek dava Ordu Çevre Derneği’nin lehine sonuçlandı. 

Ordu Büyükşehir Belediyesi, Ordu’nun büyükşehir olduğu günden bu yana “deniz dolgusu ve kıyı düzenlemesi” adı altında kıyıları bozduğu yönünde açıklama yapan Ordu Çevre Derneği ( ORÇEV) Yönetim Kurulu, “OBB, Ünye’den Gülyalı’ya kadar tüm kıyıları doldurarak halkın kıyılardan yararlanmasını engellemek istiyor. Biz de halk olarak Ordu’ya ihanet eden, zarar verenlere karşı hukuksal mücadelemizi veriyoruz” denildi.

ORÇEV, bisiklet yolu projesi için deniz dolgusu yapılmasına karşı bir kez daha dava açtı

‣ORÇEV: Ordu Büyükşehir Belediyesi mahkeme kararına uymuyor 

ORÇEV’in bu zamana kadar kıyı düzenleme ve deniz dolgusu adıyla yapılan projelere açtığı davaların tümü derneğin lehine sonuçlandığının aktarıldığı açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

“Ordu Büyükşehir Belediyesi mahkeme kararlarına uymayıp suç işlemeye devam ediyor. Rıhtım ve Melet Irmağı arasında parça parça ve bütüncül projeleri oldu, davaları kazandık. Melet Irmağı doğu yakasına balıkçı barınağı yapmaya başladı, dava açtık kazandık. Ancak mahkeme kararına uymayarak barınağı hemen hemen bitirdiler.”

Melet Irmağı ile Turnasuyu Irmağı arasında ÇED iptali

ORÇEV Yönetim Kurulu açıklamasında yeni davanın da kazanıldığı şu ifadelerle duyuruldu:

“Son olarak Melet Irmağı ile Turnasuyu Irmağı arasında kıyı düzenleme, bisiklet yolu ve deniz dolgusu adıyla bir proje hazırlanmıştı. İtirazımızı yaptık. Dava açtık. Bilirkişi heyeti hazırladığı raporla haklılığımızı ortaya koydu. Ordu 1. İdare Mahkemesi‘nde yapılan duruşma sonrası mahkemenin verdiği karar da bilirkişi heyetinin raporu doğrultusunda iddialarımızı kabul ederek lehimize karar verdi. Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) iptal edildi. Böylece kıyı düzenleme ve deniz dolgusu adıyla yapılan projelerin tümünün ekolojik dengeyi ve kuralları gözetmeden yapıldığı ortaya çıkmış oldu. Ayrıca aynı özellikte olan Fatsa’daki kıyı düzenleme ve deniz dolgusu projesi de Ordu Büyükşehir Belediyesi aleyhine sonuçlandı.”

ORÇEV: Ordu Büyükşehir Belediyesi yanıltıcı bilgi veriyor

Orman değiliz, artık lunaparkız- 2

Orman yangınları nedeniyle geçen hafta yayımlamam gereken dizinin ikinci yazısına bir haftalık ara vermiştim. Şimdi kaldığımız yerden devam edebiliriz.

Bir önceki hafta, milli park ve tabiat parkı gibi korunan alan olarak tanımlanmasına karşın koruma yerine kullanmanın öne çıktığı alanların sayı ve alan büyüklüğü olarak arttığını, buna karşılık muhafaza ormanı, tabiatı koruma alanı ve yaban hayatı geliştirme sahası gibi gerçekten korumanın ağır bastığı alanların ise alan büyüklüğü olarak azaldığını belirterek yazıyı tamamlamıştım. Söylediğimi resmi rakamlarla desteklemek için Türkiye Ormancılar Derneğinin 5 Haziran 2022 tarihinde yayımladığı Türkiye Ormancılığı 2022: Türkiye’de Ormansızlaşma ve Orman Bozulması’ adlı raporda değerli dostum ve meslektaşım Erdoğan Atmış’la birlikte yazdığımız ‘Korunan Alanlar ve Rekreasyonel Kullanımlar’ başlıklı bölümden aldığım tabloyu aşağıya koyuyorum.

Tablodan da görülebileceği üzere en sıkı korunan alan statüsü olan tabiatı koruma alanlarının 2000 yılından beri, muhafaza ormanları ve yaban hayatı geliştirme sahalarının ise 2010 yılından beri alan büyüklüğü olarak azalışı açık. Dikkatli okuyucular tabiatı koruma alanları, muhafaza ormanları ve yaban hayatı geliştirme sahalarının sayıları sabit kalır ya da artarken alanlarının azaldığını fark etmişlerdir. Olması gerektiği gibi güçlü bir şekilde korunan bu alanlarda kullanıma dönük bir faaliyet yapılmak istendiğinde alan daraltması yapılarak üretilen ‘şark usulü’ çözümden kaynaklanıyor bu durum. En son örneklerinden birini özetleyerek somutlaştırayım:

Statü ‘transferi’

Trakya’da, Karadeniz kıyısında birbirine komşu iki korunan alan var. Bunlardan birincisi Kırklareli Vize ilçesi sınırlarında bulunan ve yaklaşık 320 hektar büyüklüğe sahip, 1987 yılında ilan edilmiş Kasatura Körfezi Tabiatı Koruma Alanı. Burası, detayına girmeyeceğim ama özel bir ekosistem ve mutlaka korunması gerekiyor. Korunuyor da. Nasıl korunduğunu 25 Nisan 2020 tarihli ‘Korunamayan korunan alanlar-2’ başlıklı yazımda, bu köşede, bizzat yaşadığım bir olayı aktararak anlatmıştım.

Kasatura Körfezi Tabiatı Koruma Alanı

Diğer korunan alan ise Tekirdağ Saray ilçesi sınırlarında bulunan ve yaklaşık 45 hektarlık büyüklüğe sahip, 2011 yılında ilan edilmiş Çamlıkoy Tabiat Parkı. Adına bakarsanız burası da korunan alan. Bana sorarsanız lunaparkın hallicesi. Bu alanda özellikle yaz aylarında yapamayacağınız şey yok. Pek çok İstanbullu Trakya tarafına doğru gezinti yaparken mutlaka bu alanı da görmüş ve deneyimlemiştir. İki alanı birbirinden, aynı zamanda iki ilin de sınırı olan Bahçıvan Deresi ayırıyor. Her iki alanın da sorumlusu olan Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü (DKMP) Ekim 2021’de basit bir idari işlemle ve dönemin Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin oluru ile Kasatura Körfezi Tabiat Parkı sınırlarında yer alan deniz kıyısındaki yaklaşık beş hektarlık alanı “iki korunan alanının sınırlarının yer yer iç içe girdiği ve bazı sınır koordinat çakışmaları olduğu” gerekçesi ile Çamlıkoy Tabiat Parkı sınırlarına transfer ediyor. Bilmiyorum bu yazıyı okuyanların kaçta kaçı bu sözde gerekçeye inanacaktır. Bu işlem, gerçekten korunan bir ekosistemden korunması gerektiği halde korunmayan, yoğun kullanıma açılarak adeta bir lunaparka dönüştürülmüş bir başka korunan alan statüsüne alan transferinden başka bir şey değil. Muhtemeldir ki Çamlıkoy Tabiat Parkı’nın işletmecisi, tabiatı koruma alanından transfer olan bu alanla ilgili planlamaları çoktan yapmış ve geçtiğimiz bahar ve bu yaz yararlanmak üzere uygulamaya koymuştur. Gitmedim, görmedim, o nedenle muhtemeldir diyorum.

Çamlıkoy Tabiat Parkı.

Sıkı dur DKMP, Orman Genel Müdürlüğü rakibin oluyor

Her iki kurum da, yani hem DKMP hem de OGM, Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı. OGM daha çok orman işletmeciliği konusunda yetkinken DKMP ise korunan orman alanlarının yönetimi ile ilgileniyor. Hoş, en sıkı korunan alanlardan biri dediğimiz muhafaza ormanları da OGM’nin yetki ve sorumluluğunda. Halkın dinlenme ve eğlenme (rekreasyon denilebilir) ihtiyaçlarının karşılanması da ormanların önemli işlevlerinden ve ormancılık politikasının önemli amaçlarından biri. Bu ihtiyaçların karşılanması konusunda her iki kurum arasında bir görev bölümünün olması gerekir. Bu olmadığı gibi, yıllardır izlenen ekonomi için orman ilkesinin etkisi altında her iki kurum rekabet eder gibi duruyor. Milli parklarda odun üretimi yapılırken OGM sorumluluğundaki orman alanlarını rekreasyonel kullanımlara açmak için çeşit çeşit yola başvuruyor. Tabii olan halkın ormanlarına oluyor.

OGM’nin sorumluluğundaki ormanları rekreasyonel kullanımlara açmak için neler yaptığına biraz daha yakından bakalım. Öncelikle OGM’nin çok uzun yıllardan beri ‘toplumun çeşitli dinlenme, eğlenme ve spor ihtiyaçlarını karşılamak, yurdun güzelliğine katkı sağlamak ve turistik hareketlere imkân vermek amacıyla’[1] ormanlarda mesire yerleri tesis ediyor. OGM buna ek olarak 2003 yılından itibaren illerde ve büyük ilçelerde kent ormanları kurmaya başladı. 2021 yılı itibariyle kent ormanlarının sayısı 140’a yaklaştı. Kent ormanlarının da mesire yerinden sayıldığını belirteyim. Kent ormanları ile birlikte toplam mesire yeri sayısı 1.500’ün üzerinde. Mesire yerleri kendi içinde A, B, C ve D tipi diye dörde ayrılıyor. D tipi olanlar kent ormanları, A tipi olanlar ise bungalovlar ve çadırlarda konaklamanın da yapılabileceği daha yoğun kullanıma açılmış olanlar. A’dan D’ye gidildikçe yapılabilecek tesis miktarı azalıyor. İşin tuhafı, yıllar içerisinde A ve B tipi mesire yerlerinin sayısı artarken C tipi mesire yerlerinin sayısı ise azalıyor. Daha açık ifadeyle C tipi mesire yerleri A ve B tipine dönüştürülerek daha fazla tesis ve elbette daha fazla rant olanağı yaratılıyor. Yine resmi sayılarla söyleyeyim; 2010 yılında C tipi mesire yeri sayısı 1.039 iken 2020’de 867’ye düşmüş. İşe bakın ki aynı dönemde A tipi mesire yeri sayısı 106’dan 183’e, B tipi mesire yeri sayısı da 191’den 405’e çıkmış.

Burdur Bucak’taki zaten ormanlık alan olan 290 dönüm üzerine ‘Millet Ormanı’ yapılacak.

Yazı uzadıkça uzuyor ama yapılanlar bitmiyor ki, ben ne yapayım? Millete hizmet etme (!) amacıyla yanıp tutuşan OGM yönetimi sürekli yeni projeler üretiyor. 2021 yılı sonlarında üretilen projenin adı Millet Ormanları. OGM bütün teşkilata bir yazı göndererek, 2022 yılında mevcut mesire yerlerinden seçilmek üzere her ilde bir Millet Ormanı tesis edilmesi talimatını verdi. Bu projenin detayları ile ilgili bilgiyi 19 Mart 2022 tarihinde yine bu köşede yazdığım yazıda vermiştim. Elbette bu proje de mesire yerlerinde yapılması olanaklı olmayan pek çok tesisin yapılmasına olanak veren bir niteliğe sahipti.

Artık orman parkları zamanı

Hızını alamayan OGM, millet ormanları ile ilgili olarak teşkilata gönderdiği yazının üzerinden altı ay geçmeden, 28 Mayıs 2022 tarih ve 31849 sayılı Resmi Gazetede yeni bir yönetmelik yayımladı. Yönetmeliğin adı Orman Parkları Yönetmeliği. İçeriğini kısa maddeler halinde özetlemeye çalışayım:

  • Bütün mesire yerleri (A, B, C tipi olanlarla kent ormanı adı taşıyan D tipi olanlar) orman parkına dönüşüyor.
  • Orman parklarında, idarenin ve ziyaretçilerin zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak olan, taban alanı 250 metrekareyi ve kat adedi bir bodrum kat ve çatı arası hariç ikiyi geçmeyecek şekilde yapı ve tesisler yapılabilecek ve bu tesisler için imar planı şartı aranmayacak.
  • Ayrıca çadır, lüks çadır ve karavan alanları yapılabilecek.
  • Orman parkları 20 yıla kadar süreyle kiraya verilebilecek.
  • Orman parklarının işletmesi ihaleyle özel şirketlere verilecek.
  • Orman parklarında herhangi bir işlev öne çıkarsa o işleve uygun adlandırma yapılabilecek.

Ben de tam bu son maddedeki adlandırmadan söz diyordum işte baştan beri; elinizi korkak alıştırmayın, çıkarın dilinizin altındaki baklayı. Halkın ormanlarını (devlet ormanları), Anayasa’nın 169’uncu maddesinde “Devlet ormanları devlet tarafından yönetilir ve işletilir” hükmü dururken hem de, ama tabiat parkı, ama milli park, ama orman parkı diyerek son derece hür olduğundan zerre kadar kuşku duymadığımız özel teşebbüsün yararlanmasına ardına kadar açacağınıza, Ormanları Lunaparklara Dönüştürme Yönetmeliği hazırlayın, tek seferde olsun bitsin. Kabul, bu şekilde millete hizmet ettiğinizi inandırabildiğiniz bir kesim var. Fakat biz yutmuyoruz, komik oluyor; aslında bayağı bayağı trajikomik oluyor.

*

[1] Bu ifade OGM tarafından 5 Mart 2013 tarih ve 28578 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Mesire Yerleri Yönetmeliğinden aynen alınmıştır.

Not: Bugün Madımak Katliamı’nın üzerinden tam 29 yıl geçmiş durumda. Ne yazık ki bu akıl almaz insanlık dramının üzerinden geçen bunca yılda ülkemizin, ileri gitmek bir yana gerilemiş olduğunu görmekten dolayı büyük üzüntü duyuyorum. Tam demokratik ve laik bir hukuk devletinden başka yaraları saracak ve toplumu ileri götürecek bir yolun, akıl ve bilim dışında bir kılavuzun olmadığının bilinciyle Madımak Katliamı’nda yaşamını yitirenleri sevgi ve saygıyla anıyorum.

 

 

[Yazı Yaban] Ortaklıklara dair bir hikaye

Bir Kum Yöresi Almanağı’nı* sevmemin en büyük sebeplerinden biri çırçır otunun kitapta neredeyse bir sayfa yer kaplamasıydı. Bir bitki için ona yakışacak kelimeler seçer, cümleler kurarken zorlanmamın aksine Leopold çırçır otunu anlatırken hiç zorlanmamış gibi görünüyor. Belki bu, aramızdaki, bitkileri insandan uzaklaştıran yıllarla, belki uzmanlığıyla, belki de onun da bir hudayinabit olmasıyla ilgili bir dilbazlıktır.

Ama çırçır otunun Bir Kum Almanağı’ndaki yerini hak ettiğinden eminim. Çünkü onunla tanışmak için sadece bitkilerle ilgilenmek, onları sevmek yetmez. Özel bir anın, özel bir yerin içinde olmalısınızdır. En azından ben böyle düşünüyorum. Çırçır otunun bile görülebileceği kadar az çiçek açan bir bahçede örneğin. Bu bahçe aynı zamanda sürekli rahatsız edilmiyor olmalı ki çırçır otu yerleşmeye fırsat bulabilsin. O zaman her çiçeğe uzun uzun bakacaksınız demektir. Çoğu kez rüzgâra kaptırdığı kokusunu almayı öğrenecek, yine de alamadığınızda burnunuzun bir köpek burnuna dönüşmesini dileyecek kadar. Köpeğin burnunun taşıdığı potansiyele imreniyorum sadece yoksa çiçeklerle ilgilendiklerine, onların kokusunu güzel bulduklarına dair bir ipin ucu değil elimdeki. Ve her çiçek uzun uzun baktıkça devleşecek, güzelleşecek, bırakalım bir sayfayı sayfalarca yer kaplamaya başlayacaktır.

Çırçırotu’nun ‘yol arkadaşları’

Gözden kaçtığından emin Flora‘da fotoğraflarını paylaşıp sormuştum; bu kim? Oysa bir botanikçi ona Latince bir isim bile vermiş. Sonra unuttuğunu iddia ediyor Leopold. Ve belki de aynı kendinden eminlikle çırçır otunu başka soranlar da olmuştu. Üzerinde pek kimsenin durmadığı değerli ortaklıklar bunlar. Çırçır otuna yönelen merak o anda nasıl bir coğrafyanın üzerinde olduğumuza dair, tıpkı o coğrafyanın otlarının olduğu kadar insanlarının da ortaklıklarına dair bir hikâye anlatabilir. Gerçi çırçır otu ayrım yapmadan Türkiye‘nin her yerine yerleşmiş. Zaten ortaklıklarımız da yaşadığımız yerlerle, tohumlarımızın nereye düşüp yeşerdiğiyle, nasıl büyüyebildiğimizle ilgili değil mi?

Soğuk akşamları ve çoğu kez toprağı ıslatarak yağan bahar yağmurlarını titreyerek karşılar çırçır otu. Titremiyorsa da soğuğa kafa tutma şeklinin insanda uyandırdığı his bu. Elbette hissin oluşmasında çoğu kez yağmur bulutları arkasında kalan kısa mart güneşine sığınmasının, onu gözden kaybeder kaybetmez çiçeklerini sımsıkı yummasının da payı var. Bu titrek tablonun çiçek diline tercümesiyse çiçeklerin hâlâ büyüyor oluşu. Enerjisini boşa harcamak istemiyor.

Erkenci çırçır otunun toprağın yüzünde belirmesiyle kim olduklarını merak edebileceğimiz bir dolu çiçeğin açma vakti de gelmiş demektir. Tam da bu yüzden Leopold’un dediği gibi çırçır otu umutla yakından ilgilidir. Bilimsel tür adı olan “verna” bahar anlamına gelir. Draba ise “buruk” demektir ve bitkinin tadına işaret ediyor olabilir. Artık geçersiz olan cins adı “Erophila” da “baharı seven” anlamına geliyordu. Bu kadar erken açması kendine yeter bir hale büründürmüş onu. Tozlaşmak için böcekleri dahi beklemiyor. Bu sayede kendi kendine tozlaşmanın mutasyona ve yerel meşcerelerin oluşmasına olan etkisini belirlemek üzere yapılan ilk gözlemlerin kahramanı olabilmiş.

‘Saygıdeğer olmayan otlara saygı kazandırma’ işi!

Fark ettim ki bahçede yetişen otlara, yetişmeyen otlardan daha az dikkatle bakmışım. Onları cepte görmüşüm zahir. Oysa toprağın yüzü ne çok değişti. Düşünsenize pıtpıt otu yerini hindibaya bıraktı. Eğer iki otu da tanıyorsanız düşünebileceğiniz bir şey söylemiş oldum. Umarım tanıyorsunuzdur. Neyse ki pıtpıt otunun tohumunu aldım. Neredeyse kalbimde taşıyacağım, almam mı?

Hindiba.
Pıtpıt otu.

Çırçır otu ise erken baharla birlikte çiçek açmayı öğrendiği için hâlâ burada. Karışanı, görüşeni neredeyse yok diyecektim ki şeytan küpesi geldi aklıma. O da çırçır otunun hemen arkasından açan erkencilerden. Az sonra bahçeyi kaplayacak olan şifanın, pisi pisi otunun yanında kendilerine yer olmadığını nasıl da biliyorlar. Çünkü gün görmüş geçirmiş bir kalender çırçır otu. Dünya üzerinde geçirdiği bin yıllarını benzersiz özellikler kazanmaya vakfetmiş.

Draba cinsinde dünya çapında doğallaşmış tek tür olması, karmaşık bir evrimsel geçmişe sahip olduğunun kanıtı olarak görülüyor. Hem Leopold’un hem de benim bahçemde belirivermesi gibi. “Çekirdek draba” adı verilen çok eskiden yaşamış drabalarla ilgili bir tür olduğu düşünülüyor. Değişken kromozom sayısına sahip olmasının nedenlerinden birinin de- öyle ki kromozom sayısı bireyler ve çırçır otu toplulukları arasında bile değişebiliyor.- 40 bin yıl önce yaşanan keskin iklim değişikliği olayları olduğu varsayılıyor. Miras aldıklarını, gördüklerini anlatmaya kalksa ömrümüz onu dinlemekle geçerdi.

Zamanla Leopold’un “botanik kitaplarında ona iki ya da üç satır ayrılır fakat hiçbir zaman tam sayfa bir bir çizim ya da resmine rastlanmaz” dediği çırçır otu hakkında bir sürü bilgi birikmiş. Acaba Leopold’un da bunda bir parmağı var mı? Bir botanikçi, çevre bilimci olsaydım veya fitocoğrafyayla ilgilenseydim kitaptaki bu bir sayfa beni çırçır otuna doğru bükerdi. Ne de olsa saygıdeğer olmayan otlara saygı kazandırma işindeyim.

Bitkiler hakkında üretilen bilgi artıyor olmasına rağmen aynı hızda bir özen ve ilgi artışı olmuyor. Bilgiler, tohumların gen bankalarında korunması gibi istifleniyor. Çekmecelerde zulananacaksa bilgi üretmenin de taşımanın da hiçbir anlamı yok. Bu halleriyle en iyi ihtimalle bir hayata dönüş operasyonunun malzemesi olabilirler. Oysa hayat avuçlarımızın arasından akıyor.

Çok sıkışık nizam çıktıkları için birini yaprağı, boyu tüyüyle görebilmek için söktüm. Mart başı olsa gerek. Hava derimi kurutup kertenkele derisine benzetmiş; pul pul. Kertenkelenin ne kadar uzağına düşmüş olabiliriz ki?

(*) Aldo Leopold,Bir Kum Yöresi Almanağı ve Oradan Buradan Eskizler”, İş Bankası Kültür Yayınları, 2018

Kaynaklar