Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

[Yazı Yaban] Ortaklıklara dair bir hikaye

0

Bir Kum Yöresi Almanağı’nı* sevmemin en büyük sebeplerinden biri çırçır otunun kitapta neredeyse bir sayfa yer kaplamasıydı. Bir bitki için ona yakışacak kelimeler seçer, cümleler kurarken zorlanmamın aksine Leopold çırçır otunu anlatırken hiç zorlanmamış gibi görünüyor. Belki bu, aramızdaki, bitkileri insandan uzaklaştıran yıllarla, belki uzmanlığıyla, belki de onun da bir hudayinabit olmasıyla ilgili bir dilbazlıktır.

Ama çırçır otunun Bir Kum Almanağı’ndaki yerini hak ettiğinden eminim. Çünkü onunla tanışmak için sadece bitkilerle ilgilenmek, onları sevmek yetmez. Özel bir anın, özel bir yerin içinde olmalısınızdır. En azından ben böyle düşünüyorum. Çırçır otunun bile görülebileceği kadar az çiçek açan bir bahçede örneğin. Bu bahçe aynı zamanda sürekli rahatsız edilmiyor olmalı ki çırçır otu yerleşmeye fırsat bulabilsin. O zaman her çiçeğe uzun uzun bakacaksınız demektir. Çoğu kez rüzgâra kaptırdığı kokusunu almayı öğrenecek, yine de alamadığınızda burnunuzun bir köpek burnuna dönüşmesini dileyecek kadar. Köpeğin burnunun taşıdığı potansiyele imreniyorum sadece yoksa çiçeklerle ilgilendiklerine, onların kokusunu güzel bulduklarına dair bir ipin ucu değil elimdeki. Ve her çiçek uzun uzun baktıkça devleşecek, güzelleşecek, bırakalım bir sayfayı sayfalarca yer kaplamaya başlayacaktır.

Çırçırotu’nun ‘yol arkadaşları’

Gözden kaçtığından emin Flora‘da fotoğraflarını paylaşıp sormuştum; bu kim? Oysa bir botanikçi ona Latince bir isim bile vermiş. Sonra unuttuğunu iddia ediyor Leopold. Ve belki de aynı kendinden eminlikle çırçır otunu başka soranlar da olmuştu. Üzerinde pek kimsenin durmadığı değerli ortaklıklar bunlar. Çırçır otuna yönelen merak o anda nasıl bir coğrafyanın üzerinde olduğumuza dair, tıpkı o coğrafyanın otlarının olduğu kadar insanlarının da ortaklıklarına dair bir hikâye anlatabilir. Gerçi çırçır otu ayrım yapmadan Türkiye‘nin her yerine yerleşmiş. Zaten ortaklıklarımız da yaşadığımız yerlerle, tohumlarımızın nereye düşüp yeşerdiğiyle, nasıl büyüyebildiğimizle ilgili değil mi?

Soğuk akşamları ve çoğu kez toprağı ıslatarak yağan bahar yağmurlarını titreyerek karşılar çırçır otu. Titremiyorsa da soğuğa kafa tutma şeklinin insanda uyandırdığı his bu. Elbette hissin oluşmasında çoğu kez yağmur bulutları arkasında kalan kısa mart güneşine sığınmasının, onu gözden kaybeder kaybetmez çiçeklerini sımsıkı yummasının da payı var. Bu titrek tablonun çiçek diline tercümesiyse çiçeklerin hâlâ büyüyor oluşu. Enerjisini boşa harcamak istemiyor.

Erkenci çırçır otunun toprağın yüzünde belirmesiyle kim olduklarını merak edebileceğimiz bir dolu çiçeğin açma vakti de gelmiş demektir. Tam da bu yüzden Leopold’un dediği gibi çırçır otu umutla yakından ilgilidir. Bilimsel tür adı olan “verna” bahar anlamına gelir. Draba ise “buruk” demektir ve bitkinin tadına işaret ediyor olabilir. Artık geçersiz olan cins adı “Erophila” da “baharı seven” anlamına geliyordu. Bu kadar erken açması kendine yeter bir hale büründürmüş onu. Tozlaşmak için böcekleri dahi beklemiyor. Bu sayede kendi kendine tozlaşmanın mutasyona ve yerel meşcerelerin oluşmasına olan etkisini belirlemek üzere yapılan ilk gözlemlerin kahramanı olabilmiş.

‘Saygıdeğer olmayan otlara saygı kazandırma’ işi!

Fark ettim ki bahçede yetişen otlara, yetişmeyen otlardan daha az dikkatle bakmışım. Onları cepte görmüşüm zahir. Oysa toprağın yüzü ne çok değişti. Düşünsenize pıtpıt otu yerini hindibaya bıraktı. Eğer iki otu da tanıyorsanız düşünebileceğiniz bir şey söylemiş oldum. Umarım tanıyorsunuzdur. Neyse ki pıtpıt otunun tohumunu aldım. Neredeyse kalbimde taşıyacağım, almam mı?

Hindiba.

Pıtpıt otu.

Çırçır otu ise erken baharla birlikte çiçek açmayı öğrendiği için hâlâ burada. Karışanı, görüşeni neredeyse yok diyecektim ki şeytan küpesi geldi aklıma. O da çırçır otunun hemen arkasından açan erkencilerden. Az sonra bahçeyi kaplayacak olan şifanın, pisi pisi otunun yanında kendilerine yer olmadığını nasıl da biliyorlar. Çünkü gün görmüş geçirmiş bir kalender çırçır otu. Dünya üzerinde geçirdiği bin yıllarını benzersiz özellikler kazanmaya vakfetmiş.

Draba cinsinde dünya çapında doğallaşmış tek tür olması, karmaşık bir evrimsel geçmişe sahip olduğunun kanıtı olarak görülüyor. Hem Leopold’un hem de benim bahçemde belirivermesi gibi. “Çekirdek draba” adı verilen çok eskiden yaşamış drabalarla ilgili bir tür olduğu düşünülüyor. Değişken kromozom sayısına sahip olmasının nedenlerinden birinin de- öyle ki kromozom sayısı bireyler ve çırçır otu toplulukları arasında bile değişebiliyor.- 40 bin yıl önce yaşanan keskin iklim değişikliği olayları olduğu varsayılıyor. Miras aldıklarını, gördüklerini anlatmaya kalksa ömrümüz onu dinlemekle geçerdi.

Zamanla Leopold’un “botanik kitaplarında ona iki ya da üç satır ayrılır fakat hiçbir zaman tam sayfa bir bir çizim ya da resmine rastlanmaz” dediği çırçır otu hakkında bir sürü bilgi birikmiş. Acaba Leopold’un da bunda bir parmağı var mı? Bir botanikçi, çevre bilimci olsaydım veya fitocoğrafyayla ilgilenseydim kitaptaki bu bir sayfa beni çırçır otuna doğru bükerdi. Ne de olsa saygıdeğer olmayan otlara saygı kazandırma işindeyim.

Bitkiler hakkında üretilen bilgi artıyor olmasına rağmen aynı hızda bir özen ve ilgi artışı olmuyor. Bilgiler, tohumların gen bankalarında korunması gibi istifleniyor. Çekmecelerde zulananacaksa bilgi üretmenin de taşımanın da hiçbir anlamı yok. Bu halleriyle en iyi ihtimalle bir hayata dönüş operasyonunun malzemesi olabilirler. Oysa hayat avuçlarımızın arasından akıyor.

Çok sıkışık nizam çıktıkları için birini yaprağı, boyu tüyüyle görebilmek için söktüm. Mart başı olsa gerek. Hava derimi kurutup kertenkele derisine benzetmiş; pul pul. Kertenkelenin ne kadar uzağına düşmüş olabiliriz ki?

(*) Aldo Leopold,Bir Kum Yöresi Almanağı ve Oradan Buradan Eskizler”, İş Bankası Kültür Yayınları, 2018

Kaynaklar

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.