Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Ekonomi nasıl düze çıkacak?

0

[email protected]

Türkiye ekonomisinde sorunlar neredeyse her alana yayılıp o kadar ciddi boyutlara ulaştı ki, çözüm de artık basit bir reçete olmaktan çıktı. Sadece basit olmaktan çıkmadı, son derece kapsamlı, karmaşık ve uzun zaman alacak bir yapıya evrildi. Türk ekonomisinde göstergeler bozulmayı sürdürürken elbette dünya ekonomisi yerinde saymıyor, teknoloji durmuyor, diğer ülkelerin elleri de armut toplamıyor. Üstüne üstlük salgının olumsuz etkileri hala sürüyor ve yanı başımızda etkileri bizi de sarsan bir savaş var!

2001 krizinde çekilen sıkıntılar ve sonrasında yapılan bütün ekonomik reformlar neredeyse boşa gitmiş durumda. Elde edilen kazanımların tamamı kaybedildiği gibi, ekonomi (ve siyaset) başta olmak üzere birçok alanda 1990’ların çalkantılı yıllarına geri dönmüş durumdayız. 2000’lerin başındaki bu reform süreci Türkiye’nin kanayan yaralarının durdurulmasını sağlayıp, kalkınma ve gelişmesi için yeni bir platform sunma anlamında ciddi bir fırsattı. Ama biz yaraları sardıktan sonra kalkınmayı, teknolojiyi ve üretimi unutup, dünyadaki likidite bolluğundan da yararlanarak sadece ev, yol ve AVM inşaatına odaklandık. Büyüdük ama sağlıksız bir şekilde, adeta obez bir çocuk olarak büyüdük! Şimdi bu obez gencin ciddi sağlık sorunlarıyla uğraşmak durumundayız!

Yaşanan sorunlara karşın yapılan açıklama ve ısrarla uygulanan politikalara bakıldığında iktidar değişikliği olmadan ekonomide herhangi anlamlı bir değişimin olmayacağı, kötüye gidişin durmayacağı artık net bir şekilde ortada. O halde, ancak yeni bir yönetimin ekonomide “tamirat” sürecini başlatabileceğini söyleyebiliriz. Nitekim muhalefet partileri bu konuda çeşitli öneri ve reçeteleri açıklamaya başladılar. Pekiyi bu düze çıkma nereden başlayacak, nasıl ilerleyecek ve nereye kadar gidebilecek? Burada partilerin iktisadi reçetelerini tartışmayı veya eleştirmeyi amaçlamıyorum. Sadece ve sadece var olan iktisadi sorunlar, akıl, bilim, tecrübe ve sağduyu ışığında atılması muhtemel adımları tartışmak istiyorum.

İlk aşamada yangının söndürülmesi gerekiyor

Ekonomideki yangının adı, herkesin malumu olduğu üzere, enflasyon! Enflasyon canavarı özellikle Eylül 2021’den beri hızla büyüyüp azmanlaşarak ekonomideki tüm sorunların önüne geçti. Yeni ekonomi yönetimi öncelikle enflasyonla mücadeleye odaklanmak durumunda. Elbette bunun için ilk aşamada izlenecek şeffaf ve inandırıcı politikalarla enflasyon beklentilerini düşürüp, uygulanan faiz politikasını da buna uygun hale getirmek gerekiyor. Bu adım, aynı zamanda TL’sına tekrar itibar kazandıran ve dövize yönelimi azaltacak bir hamle olacak. Ama iş burada bitmiyor elbette. Eşanlı olarak atılması gereken birçok adım var.

Enflasyonla mücadelenin diğer önemli bacağı maliye politikasından, yani kamu harcamalarından geçiyor. Bu harcamaların nerelere yapıldığı, nelerin öncelik kazandığı, hangi kesimlere kaynak aktarıldığı gibi detaylar son derece önemli. Şu anki faiz politikası ve döviz kurlarındaki artışı frenlemek için atılan KKM gibi palyatif adımlar Türkiye’de gelir dağılımını çok daha bozan bir noktaya gelmiş durumda. Fakirden ve ücretlilerden bir avuç zengin azınlığa ve bankalara/şirketlere kaynak aktaran bu politikaların da bir an önce sonlandırılması gerekiyor. İzlenen vergi ve teşvik politikaları da bu açıdan önem kazanıyor. Diğer yandan belli kamu yatırımları için belli inşaat firmalarına yapılan çok ciddi ödemeler var. Bütün bu alanlardaki harcamaların ve tercihlerin gözden geçirilerek, toplumun önceliklerine, gelir dağılımında adaletin sağlanmasına ve üretimin teşvik edilmesine odaklı bir harcama ve teşvik politikası belirlenmesi önem kazanıyor.

Kurumların saygınlığı

Bunlarla eşanlı olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi sonrasında içi boşaltılmış, saygınlığı ortadan kaldırılmış ve iktisadi oyuncular nezdinde hiçbir kredibilitesi kalmamış kurumların yetkin kadrolarla beslenerek eşgüdüm içerisinde politikalar belirleyen ve uygulayan saygın ve etkin kurumlara dönüşmesi gerekiyor. Kısaca, bu kurumlara kaybolmuş olan itibarlarının ve işlevlerinin tekrar kazandırılması şart. Bu kurumların başında, enflasyonla mücadelede en önemli kurum olan Merkez Bankası var. Ama iş orada bitmiyor. İstatistikleri açıklayan TÜİK, başta bankalar olmak üzere mali sistem üzerinde önemli etkisi olan BDDK, iktisadi politikaları belirleyen ve vergi gelirlerini toplayan Hazine ve Maliye Bakanlığı, tarım politikalarını yönlendiren Tarım ve Orman Bakanlığı vb. gibi birçok kurumda yaşanan erozyonun durdurulması ve bu kurumlara kredibilite kazandıracak adımların atılması gerekiyor. Kurumsal yapıdaki bozulmanın durdurulması, aynı zamanda ekonominin sadece bir kişi tarafından değil, ilgili kurumların eşgüdümlü çabalarıyla birlikte kolektif olarak yönetilmesi anlamına da gelecek.

Yurt dışı finansman imkanlarının yaratılması

Şu anda ekonomideki önemli darboğazlarından bir diğeri döviz rezervlerinin eksiye düşmüş olması. Ülkenin ithal etmek zorunda olduğu enerji ve sanayi üretimi için ara girdi hayati öneme sahip kalemler. Bu nedenle, bazı “dost” ülkelerle yapılan swap anlaşmaları yoluyla günü kurtarma operasyonları yerine sağlam ve uzun vadeli döviz kaynakları yaratılması gerekiyor.

Bu amaçla, ekonominin yönetimindeki teknik kurumlar işlerini uyum ve eşgüdüm içerisinde yapıp iç ve dış kamuoyuna geleceğe ilişkin doğru ve güvenilir mesajlar verirken siyasetin bu görüntüyü bozacak şeyleri söylememesi ve adımlar atmaması gerekiyor. Buna sadece ekonomiyle ilgili olanlar değil, dış politika ve iç politikaya ilişkin atılacak adımlar da dahil. İlk aşamada başkanlık sistemiyle devam edilmek durumunda kalınacağından Cumhurbaşkanının kim olduğu ve ne yaptığı önem kazanacak. Ancak yukarıda saydığım adımlar eşanlı olarak atılabildiği takdirde yabancı yatırımcılara (hem doğrudan yatırım yapacak firmalara hem de portföy yatırımı yapacak kurumsal yatırımcılara) olumlu mesaj vermek mümkün olacak. Bu da yurt dışı finansman imkanlarının tekrar açılmasına bir ölçüde imkan verecek. Fakat, bu noktada içinde bulunduğumuz küresel konjonktürün de göz ardı edilmemesi gerek. Başta ABD ve AB olmak üzere dünyada faizlerin yükselmeye başladığı bir dönemde artık sonsuz küresel likidite yok. Yurt dışı kaynak bulunduğunda da maliyeti daha yüksek olacak.

Üretim, büyüme ve işsizlikle mücadele

Yukarıda saydığım adımlar ilk aşamada yangının söndürülmesi ve kredibilitenin sağlanması açısından olmazsa olmaz sayılabilecek adımlar. Bu adımlar son derece başarılı ve eşgüdümlü bir şekilde atılsa bile Türkiye’de izlenen politikalara ve kurumlara büyük bir güvensizlik söz konusu olduğundan özellikle yabancı yatırımcılara yeniden güven aşılamak hiç kolay olmayacak. Ama yine de bu adımlar nispeten kolay olanlar. Disiplinli ve eşgüdüm içerisinde hareket edildiğinde bir yıl gibi bir sürede hissedilir sonuçlar doğurmaya başlayacaktır. Asıl zorlu olanlar bundan sonraki aşamada atılacak olan uzun vadeli yapısal adımlar olacak.

Ancak yangın söndürüldükten sonra Türkiye’de üretime, AR-GE’ye, teknolojiye ve ihracata odaklanacak sanayi ve kalkınma hamlelerinin gelmesi söz konusu olabilecek. Bunlar için çok uzun soluklu ve stratejik adımların atılması gerekiyor. Sonuçların alınması ise onlarca yılı bulabilecek. Bu yolda kararlı bir şekilde ilerlenebildiği takdirde bu son derece hayati alanlarda da olumlu sonuçlara ulaşabiliriz. Böylece, tekrar sanayi üretimine odaklanmış, teknoloji geliştirmenin ve kullanmanın teşvik edildiği ve teknolojiye dayalı katma değeri yüksek üretimin arttığı bir sanayileşme ve büyüme aşamasına geçebiliriz. Üretim ve tedarik zincirlerinin yeniden şekillendiği Covid-19 sonrası dönemde Türkiye’nin bu alandaki şansı çok daha yüksek. Bunlar yapılabildiği takdirde yeni ve kalıcı iş sahaları açıp, işsizliği azaltmaya başlayabilir, sadece ekonomik bir kayıp olmakla kalmayıp aynı zamanda sosyal bir yaraya da dönüşen nitelikli eleman göçünü de tersine çevirebiliriz.

Çevre, sürdürülebilirlik, hukukun üstünlüğü ve yapısal reformlar

Çevre, sürdürülebilirlik ve hukukun üstünlüğü bu iktidarın zerre kadar önem vermediği alanlar oldu. Kalıcı ve adil bir kalkınma ve büyüme için sürdürülebilirliğin hakim anlayış olarak belirlenmesi son derece önemli ve gerekli. Öte yandan, özellikle uzun vadeli ve üretime yönelik yatırımların yapılmasını sağlamak ve bu alanlara yabancı yatırım çekebilmek için hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi mutlak bir ön koşul. (Hukuk elbette sadece ekonomi için değil, toplumun her kesimi için ve her alanda elzem olan bir konu. Ama burada ekonomiyle ilgili yanını vurguluyorum).

Yukarıda kısaca değindiğim, üretim, rekabet yeteneğinin artması ve yüksek teknoloji gibi konulara geldiğimizde ise “yapısal reformlar” çok önemli bir gereksinim olarak önümüze çıkıyor. Yatırım çekmek açısından, rekabetçi bir şekilde üretim yapacak yeni tesislerin kurulabilmesi için, teknoloji ağırlıklı ve katma değeri yüksek üretim yapılabilmesi için örneğin eğitim çok önemli bir alan olarak gündeme geliyor. Son yıllarda hakim olan nitelikten çok niceliğe ağırlık veren bir eğitim anlayışı yerine, kaliteyi temel alan bir eğitim anlayışının kabul görmesi şart. Enerji alanında dışarıdan ithal ettiğimiz fosil yakıtlar yerine kendi üreteceğimiz yenilenebilir kaynaklara yönelmemiz de yapısal reformlar gerektiriyor. Tarımda kendi üretimi gittikçe azalan ve birçok hayati gıda maddesini ithal eden bir ülke konumuna geldik. Gıda krizinin dünya gündeminde çok önemli bir yer tutmaya başladığı bir dönemde tarımsal üretimin artırılması ve istikrara kavuşturulması için atılması gereken yapısal adımlar var.

Bu liste uzayıp gidiyor. Yapısal reformların hepsi birbirini etkileyen ve vazgeçilmez olma özelliği taşıyan alanlar. Birindeki eksiklik, diğerlerini bir şekilde bozuyor veya etkisini azaltıyor. Arkamızda kaybettiğimiz koskoca bir 20 yıl var. Üstelik bu kayıp, teknolojik alanda dünyanın en hızlı ilerlediği döneme denk düştü. Dolayısıyla, bu kaybı telafi etmek bakımından yapılması gereken çok şey var ve zaman az. Kolları sıvamamız şart!

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.