Ana Sayfa Blog Sayfa 739

Yaşanabilir Şehirler Sempozyumu: Bir varoluş tehlikesiyle karşı karşıyayız

WRI Türkiye bu yıl 10’uncu kez Yaşanabilir Şehirler Sempozyumu’nu düzenledi. Yaşanabilir Şehirlerin Yolu Yeşilden Geçiyor’: Yeşil Ekonomi, Yeşil Finansman, Yeşil Yatırım başlığı altında gerçekleştirilen sempozyumda, yeşil ekonomi, yeşil finansman ve yatırım kaynakları konuşuldu, örnek projeler tartışıldı.

WRI Türkiye Sürdürülebilir Şehirler’in Danimarka İstanbul Başkonsolosluğu, Hollanda İstanbul Başkonsolosluğu, Kadıköy Belediyesi ve Marmara Belediyeler Birliği ortaklığında düzenlenen sempozyuma İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Kadıköy Belediye Başkanı Av. Şerdil Dara Odabaşı, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, Danimarka İstanbul Başkonsolosu Thierry Hoppe, Hollanda İstanbul Başkonsolusu Arjen Uijterlinde ve İsveç Başkonsolosluğu Muavin Konsolos & İsveç Türkiye İşbirliği Daire Başkanı Björn Jönsson katıldı.

İmamoğlu: Tüm İstanbullularla birlikte iklim kriziyle mücadele edeceğiz

Açılışta konuşan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu, iklim değişikliğinin dünya için en büyük tehdit ve iklim kriziyle mücadelenin de bütün dünyanın ortak meselesi olduğunu söyledi.

“Dünyanın önceliği iklim değişikliği ile mücadele olması gerekirken yaratılan sorunlar, başta yakın coğrafyamızdaki savaş ve içinde olduğumuz tüm dünyayı da etkileyen göç sorunu, önemli meselelerin başında geliyor” diyen İmamoğlu tüm buların ortak akıl ve düşünceyle hareket edilmesi gereken alanlar olduğunu ifade etti.

“İklim değişikliği zaman geçtikçe azalan değil, artan bir risk ve etkisini çok güçlü hissediyoruz” şeklinde konuşan Ekrem İmamoğlu, harekete geçmek için gelecek zamanı tarif eden değil, bugün eylem halinde olan, bu konuları konuşan ülkeler, şehirler olmak durumunda olduklarını ifade ederek “Fazla zamanımız yok” dedi.

Hızlı bir şekilde önlem almaları gerektiğini dile getiren İmamoğlu, şunları kaydetti:

“En önemli görev şehirlere düşüyor. İstanbul 2050 Vizyon Stratejisi’ni oluşturduk. Yol haritasını paydaşlarımızla birlikte çizdik. Dünya ekseninde başvurduğumuz kaynaklar, kurumlar, kuruluşlar ve belediyeler var. Geniş katılımla oluşturduğumuz İstanbul İklim Değişikliği Eylem Planı çerçevesinde, kentsel yayılmayı durdurmayı ve mevcut yapılı çevrenin ise depreme dayanıklı, enerji verimliliği yüksek, yatayda ve dikeyde yeşille bütünleşmiş bir şekilde gelişimini destekleyen bir şehir olabilmeyi hedefliyoruz.”

İstanbul’un ‘100 İklim Nötr ve Akıllı Şehir Misyon’ çağrısına kabul edilen 100 öncü şehirden biri olduğunu belirten İmamoğlu, anlaşmaya imza atmış tek şehirin de İstanbul olduğunu ifade ederek şunları söyledi:

“Küresel iklim değişikliği ile mücadelede dünya kentleriyle birlikte hareket ederek kentimizi daha yaşanabilir bir geleceğe hazırlıyoruz. Bu entegre çalışma düzeni içinde tüm kentlerin deneyimlerinden faydalanmaya, kendi deneyimlerimizi de tüm dünya ile paylaşmaya hazırız. İklim krizine karşı tüm İstanbullularla birlikte mücadele edeceğiz.”

Odabaşı: Bir varoluş tehlikesiyle karşı karşıyayız

Kadıköy Belediye Başkanı Av. Odabaşı ise “Gerek küresel gerekse yerel ölçekte ciddi krizlerden geçiyoruz” diyerek gezegenin geleceği hakkında büyüyen haklı endişelere dikkat çekti:

“İklim krizi, enerji krizi, gıda krizi, derinleşen yoksulluk, plansız şehirleşme gibi her biri diğerini tetikleyen ve derinleşen bir kriz sarmalının içindeyiz. Bir varoluş tehlikesiyle karşı karşıyayız ve artık harekete geçmeliyiz, ‘artık krize kriz gibi davranmalıyız’. Bu anlamda STK’lar, yerel yönetimler, iş dünyası ve bireyler olarak yapmamız gereken birçok şey var. Dünyada bu konular tartışılıyor ve biz Kadıköy Belediyesi olarak yakından takip ediyoruz. Bunlardan çıkan iki sonuç var: İlki hemen harekete geçmemiz gerekiyor. İkincisi ise başta iklim krizi olmak üzere gıda krizi, salgınlar, derinleşen yoksulluk ve afetler ve benzeri konulara bütüncül bir yaklaşımla bakmamız gerekiyor.”

‘İklime cimri davranma dönemi bitti’

Bu konularda finansmanın önemli bir madde olduğuna dikkat çeken Odabaşı, “Bugün finansmanı vermekte zorlanan yöneticilerin yarın finansman verecekleri bir gezegende yaşayamayacaklarını bilmeleri gerekiyor. Artık çevreye, iklime cimri davranma dönemi bitti. Onun için finansman sağlayacak kuruluşlara çağrımdır, bürokrasiyi azaltarak yerel yönetimleri desteklesinler” dedi.

Etkinliğin açılış konuşmalarını WRI Türkiye Direktörü Dr. Güneş Cansız ve WRI Ross Center for Sustainable Cities Vekil Global Direktörü Rogier van den Berg yaptı.

‘Şehirlere odaklanmadan iklim krizini çözemeyiz’

WRI Ross Center for Sustainable Cities Vekil Global Direktörü Berg şunları söyledi:

“Paris Anlaşması’nda öngörülen iklim kriziyle mücadele ve uyum hedeflerini gerçekleştirmede, şehirlere önemli görev düşüyor. Şehirlere odaklanmadan iklim krizini çözemeyiz. Şehirler, Dünya’nın karasal yüzeyinin yalnızca yüzde ikisini kaplasalar da kentsel alanlar, küresel enerji tüketiminin yaklaşık yüzde 70’inden ve emisyonların yüzde 75’inden sorumlu. Kritik bir dönüm noktasındayız, fakat aynı zamanda bu, dönüşmek için de bir fırsat. Şehirler inovasyonlara imza atma, refahı ve yaşam kalitesini artırma, daha az kaynak tüketimi ve emisyonla yani daha küçük bir karbon ayak iziyle, daha fazla insan barındırma gücüne sahip. Bunun yolu ise yeşil ekonomi ve yeşil yatırımdan geçiyor.”

İklim krizinin beşiği: Şehirler

WRI Türkiye Direktörü Dr. Cansız ise yeşil ekonominin ekolojik problemleri ve çevresel riskleri önemli oranda azaltırken, aynı anda insan refahını ve sosyal eşitliği artırdığını söyledi.

Diğer yandan yeşil finans alanındaki çalışmaların da yatırımcılara sosyo-ekonomik büyümeyi olumlu etkileyebilecek, yatırımlarını geliştirebilecek ve yeni iş fırsatları yakalayabilecekleri olanaklar sunduğuna dikkat çeken Cansız şunları aktardı:

“Sanayiden ulaşıma, nüfus yoğunluğundan yapılaşmaya pek çok nedenden ötürü ‘iklim krizinin beşiği’ sayılan şehirler, iklim kriziyle mücadelede kilit öneme sahip. Aynı zamanda iklim krizinin etkilerinin de en fazla hissedildiği yerler olan şehirlerde krize adaptasyon ve tehditlere karşı alınacak önlemler, ivedilikle çözülmesi gereken meseleler. Sürdürülebilir, dirençli şehirler yaratmak, iklim krizine set çekebilmek demek. Sürdürülebilir ve dirençli şehirler ise daha yeşil ve daha yaşanabilir şehirler demek.”

Hollanda İstanbul Başkonsolosu Uijterlinde de ise 2016’da, Amsterdam dahil, Hollanda’daki dokuz belediyenin, Green Deal: Circular City/Yeşil Sözleşme: Döngüsel Şehir belgesini imzalayarak, 2050’ye kadar tümüyle döngüsel hale gelmeyi taahhüt ettiklerini hatırlatark şunları kaydetti:

“Döngüsel bir şehre dönüşmek ise karmaşık bir süreç. Yerel yönetimler, yerel şirketler, yerel kuruluşlar, yerel teknolojiler ve yerel kaynakların iş birliği gerekli. Amsterdam, döngüsel hale gelmek isteyen Türkiye’deki şehirler için ilham ve örnek teşkil edebilir.”

Şehirlerde yaşayanların temel hizmetlere ulaşması için yedi öneri

Sempozyumda WRI Ross Center for Sustainable Cities Bilgi ve İş Birliği Direktörü Dr. Robin King de Daha Eşit Bir Şehre Doğru raporunu sundu. Afrika, Latin Amerika ve gelişmekte olan Asya ülkelerini kapsayan Küresel Güney’deki büyüyen şehirlerde kentsel hizmetlere ve fırsatlara adil erişimin nasıl olabileceğini ortaya koyan rapor, altı yıl süren bir projenin ardından hazırlandı.

Şehirlerde yaşayan her üç kişiden biri temel günlük hizmetlere erişemiyor

2050’ye kadar dünya nüfusunun üçte ikisinin şehirlerde yaşayacağına dikkat çeken King, günümüzde şehirlerde yaşayan her üç kişiden birinin yani 1,2 milyardan fazla kişinin, su, elektrik, konut, işe ve okula ulaşım gibi temel günlük hizmetlere güvenli veya uygun fiyatlı erişemediğini belirtti.

Kapsayıcı ekonomik büyümeyi teşvik etmek için önce fiziksel kentsel altyapı ve hizmetlerin tüm şehir sakinleri için erişilebilir hale getirilmesinin şart olduğunun vurgulandığı raporda, yedi başlık altında toplanan şu çözüm önerileri geliştirildi:

  • Altyapı Tasarımı ve Sunumu: Savunmasız gruplar önceliklendirilmeli.
  • Hizmet Sağlama Modelleri: Alternatif servis sağlayıcılarla ortaklığa gidilmeli.
  • Veri Toplama Uygulamaları: Kamu katılımı yoluyla yerel veriler iyileştirilmeli.
  • Kayıt Dışı Kentsel İstihdam: Kayıt dışı çalışanlar tespit edilip desteklenmeli.
  • Finansman ve Destekler: Yatırımlar artırılmalı ve yenilikçi fonlar hedeflenmeli.
  • Kentsel Arazi Yönetimi: Şeffaf arazi piyasası ve entegre alan planlaması teşvik edilmeli.
  • Yönetişim ve Kurumlar: Kamu, özel sektör ve STK’lardan oluşan koalisyonlar kurularak ortak bir vizyon etrafında politik etki yaratılmalı.

Yeşil ekonomi

Sempozyumun ilk oturumu Nordic Talks etkinliği oldu. Danimarka ve İsveç Başkonsoloslarının açılışı yaptığı ‘Yaşanabilir Şehirler için Yeşil Ekonomi Dönüşümü’ oturumunda her iki ülkenin yeşil ekonomi çözümleri ve bu alandaki iş birliği fırsatları ele alındı.

WRI Türkiye Sürdürülebilir Şehirler Yönetim Kurulu Başkanı & SOCAR Türkiye Dijital Transformasyon Başkanı Hakan Irgıt’ın moderatörlüğünü yaptığı oturumda Türkiye’de belediyelere yeşil finansman sağlayan kurum temsilcileriyle şehirlerin dönüşümünde yeşil finansmanın önemi ve yeşil finansman kaynakları konuşuldu.

Moderasyonunu Hollanda İstanbul Başkonsolosu Uijterlinde’nin yaptığı Döngüsel Şehirler oturumunda döngüsel şehir kavramı ve örnekleri tartışıldı.

Sempozyumun son oturumu olan Sıfır Karbon Binalar Ulusal ve Yerel Eylem Planı’nda ise teknik destek veren kurumu WRI Türkiye, ulusal uygulayıcısı Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, yerel uygulayıcısı ise Gaziantep ve Konya Büyükşehir Belediyeleri olan Sıfır Karbon Binalar Projesi; yeşil finansmanla fonlanan proje örneği olarak proje taraflarınca masaya yatırıldı.

İran: Protestolarda 185 kişi öldü, TV’de Hamaney yerine ‘kadın, yaşam, özgürlük’ sloganları atıldı

İran İnsan Hakları Örgütü (IHRNGO) ülkede Mahsa Amini’nin başörtüsünü uygun takmadığı gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybetmesi sonrası başlayan protestolarda ölenlerin sayısının arttığını duyurdu. İnsan Hakları Örgütü tarafından en son yapılan 8 Ekim’deki açıklamaya göre ülkede en az 19’u çocuk en az 185 kişi protestolar sırasında öldürüldü.

İran’da 17 Eylül’de Amini’nin cenaze töreniyle birlikte başlayan protestolar ülkedeki baskıcı İslam rejimine karşı son yıllarda yapılan en büyük baş kaldırı haline geldi. 

‣ Mahsa Amini’nin arkasından bir ülke sokakta
‣ Taksim’de Mahsa Amini protestosuna polis engeli: Fotoğrafları toplandı, kadınlar gözaltına alındı
İran’da korku duvarı aşıldı: Kadınlar pes etmiyor
Kaynak: Hawar News Agency

Protestocular ülkedeki kadın ve LGBTİ+ kıyımı örneklerini işaret ederek dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in devrilmesini istiyor. 

İran hükümeti ise protestoları bir halkın başkaldırısı olarak değil, ABD’de de dahil olmak üzere İran’a düşman olan dış mihraklar tarafından düzenlenen bir komplo olarak değerlendiriyor. 

Öte yandan hükümet en az 20 kolluk kuvvetinin öldüğü protestolar için silahlı muhalifleri de şiddet kullanmakla suçluyor. 

İnsan Hakları Örgütleri İran’ın çeşitli şehirlerinde güvenlik güçlerinin göz yaşartıcı gaz ve gerçek mühimmat kullanmasına rağmen lise ve üniversite öğrencilerin protestolara katılım sağladığını söyledi. 

Ancak İran hükümeti protestocuları durdurmak için gerçek mermi kullanıldığını yalanladı. 

Sosyal medya yapılan paylaşımlarda eylemcilerin toplu grev çağrısı yapmasının ardından alışveriş dükkanlarının kapatıldığı belirtildi. 

Öte yandan İran’da yapılan paylaşımlara hükümet tarafından getirilen kısıtlamalar nedeniyle erişmek mümkün değil. 

10 Ekim Dünya Ölüm Cezası İle Mücadele Günü

IHRNGO tarafından İran’daki idam cezalarına ilişkin son veriler de paylaşıldı. Bugün yapılan açıklamada geçen yılın aynı dönemine göre idam sayılarında yüzde 89’luk bir artış olduğu belirtildi. 

Ülkede 2022’nin ilk on ayında ikisi çocuk, 12’si kadın olmak üzere en az 428 kişi idam edildi.

İran devlet televizyonunda Hamaney’in konuşması sırasında siber saldırı

Protesto yalnızca sokaklarda sürmüyor, aynı zamanda eylemciler teknolojiyi de protesto için kullanıyorlar. İran devlet televizyonuna siber saldırı düzenlenerek devlet televizyonunda Hamaney’in konuşması kesildi ve yerine Mahsa Amini ve protestolarda öldürülen kadınların görüntüleri yayınlandı.

Yayında “Bize katılın ve ayağa kalkın” denildi ve dünya çapında haykırılan “kadın, yaşam, özgürlük” sloganları duyuldu. Saldırıyı Adalet-i Ali hacker grubu üstlendi.

Ülkede protestolar durgun geçen birkaç günün ardından yeniden canlandı. Birçok muhafazakar kesimin yaşadığı bölgelerde de geniş çaplı gösteriler yapıldı.

Protestolara liselilerin de katılmasıyla güç kazanan protestolardan “Bu protesto değil, devrim” sesleri yükseliyor.

Nika’nın ölümü

Nika Shakarami

Protestolarda rejimin güvenlik güçlerinin 16 yaşındaki Nika Shakarami adlı genci öldürdüğü iddiaları da İran’daki protestoları hareketlendirdi.

Hükümet tarafından Shakarami’nin 27 Eylül’de intihar ettiği iddia edilmişti. Ancak Shakarami’nin annesi kızının kolluk kuvvetler tarafından dövülerek öldürüldüğünü söyledi.

Nika Shakarami’nin annesi Nesrin Shakarami, kızının ölümünün yetkililerce kendisine 10 gün sonra bildirildiğini, kızının cesedinin kendilerinden habersiz morgdan çıkarıldığını ve bir köyde gömüldüğünü duyurdu.

Ölüm kayıtlarına göre Nika da Amini gibi başına ağır darbeler aldı. Anne Shakarami, hükümet yetkilileri tarafından ifadelerinin değiştirilmesi için tehdit edildiğini de belirtmişti.

Sarina’nın ölümü

IHRNGO ayrıca 7 Ekim 2022’de 16 yaşındaki Sarina Esmailzadeh’in 22 Eylül’de protestolarda güvenlik güçlerinden çok sayıda cop darbesi alması sonucu öldürüldüğünü doğruladı.

Sarina Esmailzadeh

Yetkililer, sözde aile üyeleri tarafından ölüm nedenini intihar olarak açıklayan itirafları yayınlamıştı.

İran İnsan Hakları örgütü Sarina’nın devlet tarafından öldürüldüğünü doğruladı ve güvenlik kurumlarının ailesini sahte intihar anlatısını tekrarlamaya zorlamak için yaptığı baskıyı şiddetle kınadı.

‘Yargılanana kadar serbest bırakılmayacaklar’

Öte yandan protestolarda gözaltına alınan kişilerin bundan sonra yargılanana kadar serbest bırakılmayacağı belirtildi.

İran’daki yarı resmi haber ajansı Tasnim’in bildirdiğine göre; İçişleri Bakanı’nın Güvenlik ve Emniyetten Sorumlu Yardımcısı Mecit Mirahmedi, gözaltına alınanların bundan böyle yargılanana kadar hiçbir şekilde serbest bırakılmayacağını ifade etti.

Açıklamaya göre sert ve caydırıcı olacak yargılama süreci hızlı işletilecek.

Ne olmuştu?

Ahlak polisinin gözaltına aldığı 22 yaşındaki Mahsa Amini, iki gün sonra, 16 Eylül’de hayatını kaybetti.

Amini başörtüsü kuralına uymaması, saçının görünmesi nedeniyle gözaltına alınmıştı. Genç kadının ölmesiyle ülke çapında kadınlar eylemler başlattı.

Mahsa Amini’nin ölümü bir toplumu ayağa kaldırdı ve uluslararası kamuoyunda yankı buldu.

Amini için ülkede günlerdir protestolar gerçekleştirilirken birçok ülkede de vatandaşlar sokağa çıkarak kadın mücadelesine destek vererek baskı İslam rejimine tepki gösterdi.

Fotoğraf: Orhan Qereman / Reuters

Başörtüleri yakıldı, kadınlar sokaklarda toplumsal cinsiyet eşitliği için yürüdü. Kadın hakları savunucuları ve öğrenciler protesto çağrılarında bulundu.

“Diktatöre ölüm”… Bu slogan İran sokaklarında haykırıldı. Amini’nin Sakkız’da gerçekleşen cenazesinde de aynı sloganlar atılmıştı.

Venezuela’da bir aylık yağış sekiz saatte düştü: En az 25 can kaybı, onlarca kayıp

Venezuela‘da aşırı yağış sebebiyle küçük nehirlerin taşmasının ardından en az 25 kişi hayatını kaybetti. En az 52 kişi ise halen bulunamadı.

Bir aylık yağmurun sadece sekiz saat içinde düştüğünü ve burada yaşayan topluluğun içme suyu sistemine güç sağlamak için kullanılan pompaların sel sularıyla  taşındığını anlatan Rodriguez, önceliğin kasaba genelinde hala çamur ve kayalar altında mahsur kalan insanları bulmak olduğunu belirtti.

Başkan yardımcısı Tejerias’ta sular altında kalan bir sokakta yaptığı açıklamada “Kız ve oğlan çocuklarını kaybettik. Kasabada olanlar bir trajedidir” dedi.

Devlet Başkanı Nicolas Maduro da Twitter hesabından bölgeyi afet bölgesi ilan ettiğini ve üç günlük yas ilan ettiğini açıkladı.

Reuters‘e konuşan tanıklara göre yaklaşık 73.000 nüfuslu bir kasaba olan Tejerias’ın sokakları çamur, kayalar ve birbirine dolanmış ağaç dallarıyla dolu ve yıkılmış evlerle kaplı. 43 yaşındaki taksi şoförü Armando Escalona, ​​sel suları onları gafil avladığında ailesiyle birlikte bir kilise ayininde bulunduğunu anlattı. Bir cisim başına çarpıp bilincini kaybedene kadar ailesine kısa bir süre sarıldığını hatırladığını belirten taksi şoförü, uyandığında ailesini bulamamış: ​​”Eşimi ve 5 yaşındaki oğlumu kaybettim. Konuşamıyorum bile. Kilisedeydi ve her şey çok hızlı oldu.”

58 yaşındaki bir satıcı olan Gustavo Arevalo ise suların akşam üzeri hızla yükselmeye başladığını ve kasabanın telefon anteninin düştüğünü söyledi. “Baraj suyu serbest bırakılmış gibi” diyen Arevelo, sel suları çekildikten sonra, insanlara yardım etmeye çalıştı.

Arama ve kurtarma yetkililerine göre, taşan nehirlerden biri olan El Pato, birkaç evi, dükkanı ve bir mezbahayı silip götürdü.

Rodriguez, sağanak yağışın Pazar sabahı diğer üç merkezi eyalette de toprak kaymalarına neden olduğunu, ancak herhangi bir can kaybı olmadığını söyledi.

Son ölümler, La Nina hava olayının neden olduğu şiddetli yağışlar nedeniyle son haftalarda ülkede hayatın kaybedenlerin toplamının en az 40’a ulaşmasına neden oldu.

Üçlü La Nina

Yeşil Gazete yazarı, Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Levent Kurnaz, bu yılki La Nina hava olayıyla ilgili şunları yazmıştı:

“Bu yıl Pasifik sularının normalden serine dönmesiyle Haziran 2020’de başlayan La Nina, Ocak 2021’de tepeye ulaştı ve hızla azalmaya başladı. Azalıp normal duruma geçmesi beklenirken Eylül 2021’de tekrar şiddetli bir La Nina’ya döndü. Bu sene temmuz ayında zayıflayıp normal duruma geçmesi beklenirken tekrar şiddetlenmeye başladı.  Şu anda da süren La Nina’nın üçüncü dönemine giriyoruz. Bu nedenle de dünyanın doğu ve güney bölgeleri aşırı yağışlarla boğuşurken, batıda büyük kuraklıklar yaşanıyor.”

Greta Thunberg: Bir uçuruma yaklaşıyoruz, artık bizi bir santim bile itmelerine izin vermeyelim

Greta Thunberg‘in İklim Kitabı’nda (The Climate Book) geçen ve The Guardian tarafından paylaşılan bu yazı, Yeşil Gazete tarafından (derlenerek) çevrilmiştir.

**

Hükümetler iklim krizini durdurmak için ellerinden geleni yaptıklarını söyleyebilirler. Kanmayın. Ancak o zaman işleri tersine çevirmek için hala zamanımız olabilir.

Belki de sorun olan isimdir: İklim değişikliği. Kulağa o kadar da kötü gelmiyor. “Değişim” kelimesi, huzursuz dünyamızda oldukça hoş bir şekilde yankılanıyor. Ne kadar şanslı olursak olalım, her zaman çekici bir gelişim olasılığına yer vardır.

Sonra bir de “iklim” kısmı var. Yine, kulağa o kadar kötü gelmiyor. Küresel kuzeyin yüksek emisyonlu birçok ülkesinde yaşıyorsanız, “değişen iklim” fikri, korkutucu ve tehlikeli olmanın tam tersi olarak yorumlanabilir: Değişen bir dünya. Isınan bir gezegen. Bunda hoşa gitmeyecek ne var?

Belki de kısmen bu yüzden pek çok insan iklim değişikliğini yavaş, doğrusal ve hatta oldukça zararsız bir süreç olarak görüyor. Ancak iklim sadece değişmiyor. İstikrarsızlaşıyor. Parçalanıyor.

Dünyadaki yaşamı sürdüren sistemlerin hayati bir parçası olan hassas dengeli doğal kalıplar ve döngüler bozuluyor; ve sonuçları felaket olabilir.Çünkü negatif devrilme noktaları var, geri dönüşü olmayan noktalar. Ve bu noktaları tam olarak ne zaman geçebileceğimizi bilmiyoruz.

Bildiğimiz, gerçekten büyük olanların bile artık çok yakında oldukları. Dönüşüm, genellikle yavaş başlar, ancak daha sonra hızlanır.

İklimin ‘devrilme noktaları’: Son araştırmalara göre kritik eşiklere ne kadar yakınız?
Fotoğraf: Cristina Mittermeier

Alman oşinograf ve klimatolog Stefan Rahmstorf şöyle yazıyor:

“Dünyada deniz seviyelerini 65 metre – yaklaşık 20 katlı bir binanın yüksekliği – yükseltmeye yetecek kadar buzumuz var ve son buzul çağının sonunda 5 derecelik bir ısınma sonrası deniz seviyeleri 120 metre yükseldi.”

Birlikte ele alındığında, bu rakamlar bize uğraştığımız güçler hakkında bir bakış açısı sunuyor. Deniz seviyesinin yükselmesi kısa bir süre sonra “santimetre meselesi” olarak kalmayacak.

Grönland buz tabakası eriyor, tıpkı Batı Antarktika’daki “kıyamet günü buzulları” gibi. Son raporlar, bu iki olay için devrilme noktalarının çoktan aşıldığını, diğerleri ise çok yaın olduğunu söylüyor. Bu, erime sürecinin artık durdurulamayacağı veya o noktaya bu kadar yakın olacak kadar çok ısınmaya neden olmuş olabileceğimiz anlamına geliyor.

Her iki durumda da, süreci durdurmak için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız çünkü bu görünmez çizgi bir kez aşıldığında geri dönüş olmayabilir. Onu yavaşlatabiliriz, ancak kartopu harekete geçtiğinde, büyümeye devam edecek.

Ormanlara dair öngörü: Kuzey Kutup Dairesi’nin ‘yeşermesi’ ne anlama geliyor?

“Bu, yeni normal” cümlesi , günlük hava durumunda meydana gelen hızlı orman yangınları, kasırgalar, sıcak dalgaları, sel, fırtına, kuraklık vb gibi değişiklikler  tartışılırken sıklıkla duyduğumuz bir ifade. Oysa bu hava olaylarının sadece sıklığı artmıyor, ayruca giderek daha aşırı hale geliyorlar.

Hava durumu steroid almış gibi ve doğal afetler giderek daha az ‘doğal’ .Ancak bu, “yeni normal” değil.

Şu anda gördüğümüz şey, insan kaynaklı sera gazı emisyonlarının neden olduğu değişen iklim değişikliğinin yalnızca başlangıcı.

Sıcaklık ‘mevsim normallerinde’: Peki ya normal, normal değilse?

Şu ana kadar Dünya’nın doğal sistemleri, meydana gelen dramatik dönüşümleri yumuşatan bir amortisör görevi görüyordu. Ancak bizim için hayati önem taşıyan gezegensel dayanıklılık, sonsuza kadar sürmeyecek. Ve kanıtlar, daha dramatik bir değişimin yaşanacağı yeni bir döneme girdiğimizi giderek daha açık bir şekilde gösteriyor.

İklim değişikliği beklenenden daha erken bir kriz haline geldi. Konuştuğum araştırmacıların çoğu, bu hızlı tırmanışa tanık olduklarında şok olduklarını dile getiriyor.Ancak bilim, tahminlerde bulunma konusunda çok temkinli olduğu için, belki de bu büyük bir sürpriz olmamalı.

Öte yandan bunun bir diğer sonucu ise, son yıllarda işaretler belirginleşmeye başladığında çok az insanın gerçekten nasıl tepki vereceğini bilmesi. Ve yalnızca bundan da az insan neler olup bittiğini nasıl anlatacağını planlamıştı.

Görünen o ki insanların büyük çoğunluğu daha farklı, daha az acil bir senaryoya hazırlanıyordu. Belki ancak on yıllar sonra yaşanacak bir krize. Ve ancak, en nihayetinde, işte oradayız.

İklimsel ve ekolojik kriz uzak bir gelecekte gerçekleşmiyor: Tam burada ve şu anda oluyor.

Eğer herkes bizim İsveç’te yaşadığımız gibi yaşasaydı, dünyanın sürdürebilirliği için tek değil, 4.2 tane Dünya’nın kaynaklarına ihtiyacımız olurdu. Ve Paris Anlaşmasında belirlenen iklim hedefleri çok geçmişte kalmış bir anı, yıllar önce aşmış olacağımız bir eşik olurdu.

Ancak 3 milyar insan, bir yılda kişi başına  standart bir Amerikan buzdolabından daha az enerji kullanıyor ve buşu anda küresel eşitlikten ve iklim adaletinden ne kadar uzakta olduğumuz hakkında bir fikir veriyor.

İklim krizi “bizim” yarattığımız bir şey değil. Stockholm, Berlin, Londra, Madrid, New York, Toronto, Los Angeles, Sidney veya Auckland perspektifinde büyük ölçüde hakim olan dünya görüşü Mumbai, Ngerulmud, Manila, Nairobi, Lagos, Lima veya Santiago’da o kadar geçerli değil.

Dünyanın bu krizden en çok sorumlu olan bölgelerindeki insanlar, başka bakış açılarının var olduğunu ve onları dinlemeye başlamaları gerektiğini anlamalı.Çünkü ekolojik kriz söz konusu olduğunda -diğer pek çok konuda olduğu gibi- zengin ekonomilerde yaşayan birçok insan, hala dünyayı yönetiyormuş gibi davranıyor.

Küresel kuzey, karbon bütçemizin geri kalanını – yani küresel ısınmayı 1,5 derecenin altında tutma şansımızı yüzde 67’ye çıkarmak içintopluca salabileceğimiz maksimum CO2 miktarını– harcayarak, bugünün yanı sıra geleceği de çalıyor.

Üstelik sadece kendi çocuklarından değil, hepsinden öte, dünyanın en çok etkilenen bölgelerinde yaşayan ve çoğu, diğerleri için çok basit olan en temel modern altyapıya bile sahip olmayanlardan çalıyor. Ve yine de bu son derece ahlaksız hırsızlık, sözde gelişmiş dünyanın söyleminde bile yer bulmuyor.

Dünyayı kurtarmak gönüllülük esasına dayanıyor Buna ahlaki açıdan karşı çıkabilirsiniz, ancak şu gerçek değişmez: Herhangi birini Dünya gezegenindeki yaşam koşullarımızı korumak için gerekli adımları atmaya zorlayacak hiçbir yasa veya kısıtlama yok.

Bu durum pek çok açıdan sorunlıu. Çünkü öncelikle – her ne kadar kabul etmekten nefret etsem de – Beyoncé yanılıyor: Dünyayı kızlar yönetmiyor. Dünya, olitikacılar, şirketler ve finansal çıkarlar tarafından yönetiliyor ve bunla da çoğunlukla beyaz, ayrıcalıklı, orta yaşlı, heteroseksüel cis erkekler tarafından temsil ediliyor. Çoğunun da bu iş için hiç de uygunolmadığı ortaya çıkmış durumda.

Bu sürpriz değil, çünkü sonuçta, bir şirketin amacı dünyayı kurtarmak değil, kar etmektir. Daha doğrusu, hissedarları ve piyasa çıkarlarını mutlu etmek için mümkün olduğu kadar çok kar elde etmektir.

Bu, bizi siyasi liderlerimizle baş başa bırakıyor. İşleri iyileştirmek için harika fırsatları olsa da, ana önceliklerinden birinin dünyayı kurtarmak olmadıüğı aşikar.

Sözde liderlerimizin saçmalıklarını söyleyip durmak bana keyif vermiyor. İnsanların iyi olduğuna inanmak istiyorum. Ancak bu alaycı oyunların gerçekten sonu yok gibi görünüyor.

Bir politikacı olarak hedefiniz gerçekten iklim krizi üzerinde harekete geçmekse, o zaman kesinlikle ilk adımınız, soruna tam bir genel bakış elde etmek için gerçek emisyonlarımız için doğru rakamları toplamak ve oradan gerçek çözümlere bakmaya başlamak değil midir? Bu aynı zamanda size gerekli olan değişiklikler, bunların ölçeği ve ne kadar hızlı bir şekilde uygulanmaları gerektiği hakkında size kabaca bir fikir verecektir.

Ancak bu, herhangi bir dünya lideri tarafından yapılmadı, hatta önerilmedi bile. Dolayısıyla politikacılarımız iklim krizini çözmemiz gerektiğini söylediğinde, onlara hangi iklim krizinden bahsettiklerini sormalıyız. Tüm emisyonlarımızı içeren kriz mi yoksa sadece bir kısmını içeren kriz mi?

Politikacılar daha ileri gidip iklim hareketini ‘sorunlarımıza çözüm üretmemekle’ suçladıklarında, onlara hangi sorunlardan bahsettiklerini sormalıyız. Tüm emisyonlarımızın neden olduğu sorun mu yoksa sadece dış kaynak kullanmayı başaramadıkları veya istatistiklerde gizleyemedikleri sorun mu? Çünkü bunlar tamamen farklı konular.

Politikacılarımızın harekete geçmek için başka birini beklemesine gerek yok. Konferanslara, anlaşmalara, uluslararası anlaşmalara veya dış baskıya da ihtiyaçları yok. Hemen başlayabilirler. Toplumlarımızı kökten değiştirmemiz gerektiği konusunda konuşmak ve net bir mesaj göndermek için sonsuz fırsatlara, uzun süredir sahipler. Yine de, çok az istisna dışında çoğu aktif olarak bunu yapmamayı seçiyor. Bu ahlaki bir karardır ve gelecekte sadece onlar pahalıya mal olmayacak,aynı zamanda tüm gezegeni riske atacak.

Şu anda, yüzyılın sonuna kadar 3,2 derece daha sıcak bir dünyaya sahip olma yolunda ilerliyoruz. Üstelik bu bile, ülkeler, sahip oldukları tüm politikaları, -genellikle kusurlu ve eksik bildirilen rakamlara dayanan- politikaları yerine getirirse mümkün. Ancak çoğu durumda bunu bile yapmaya yakın değiller.

BM genel sekreteri António Guterres’in 2021 sonbaharındaki sözleriyle, “görünen o ki iklim eylem hedeflerimize ulaşmamıza ışık yılı uzaktayız”. Ayrıca buna, tüm bu bağlayıcı olmayan taahhütler ve vaatleri yerine getirme konusunda önceki başarısızlık sicilimizi de ekleyelim.

Tüm iklim eylem planlarımızı gerçekleştirsek bile, yine de başımız belada . 2050’ye kadar net sıfır, çok az, çok geç. Kaderimizi gelişmemiş teknolojilerin ellerine bırakmak için kaybedecek çok şeyimiz var.

Gerçek sıfıra ihtiyacımız var. Ve dürüstlüğe. En azından, liderlerimizin tüm gerçek emisyonlarımızı hedeflerimize, istatistiklerimize ve politikalarımıza dahil etmeye başlamasına ihtiyacımız var. Bunu yapmadan belirsiz, gelecekteki hedeflerden bahsetmek, dikkat dağıtıcı bir zaman kaybından başka bir şey değildir.

Mükemmelin, iyinin düşmanı olmasına izin vermememiz gerektiğini söylüyorlar. Ancak, “iyi”, bizi güvende tutmakta başarısız olmakla kalmayıp, aynı zamanda ihtiyaç duyulandan bu kadar uzak olduğunda, yalnızca komedi malzemesi -kapkara bir komedi- olarak tanımlanabildiğinde tam olarak ne yapalım?

Uzlaşmamız gerektiğini söylüyorlar. Sanki Paris Anlaşması zaten dünyanın en büyük uzlaşması değilmiş gibi: En çok etkilenen insanlar ve bölgeler için düşünülemez miktarlarda acıyı zaten garantilemiş olan bir uzlaşma.

“Yeter artık” diyorum. ” Geri adım atmayın” diyorum. Sözde liderlerimiz hala fizik bilimiyle ve doğa kanunlarıyla pazarlık yapabileceklerini düşünüyor. Çiçekler ve ormanlarla, doları ve kısa vadeli ekonomi dilinde konuşuyor. Vahşi hayvanları etkilemek için üç aylık gelir raporlarını gösteriyor. Aptal gibi okyanusun dalgalarına borsa analizi okuyorlar.

Bir uçuruma yaklaşıyoruz. Ve beyinleri henüz ‘yeşil yıkanmamış’ olanlarımıza, geri çekilmemeyi şiddetle tavsiye ediyorum. Bizi bir santim daha uçuruma  itmelerine izin vermeyelim. Bir milimetre bile. Çizgi tam burası, tam burada, şu anda çizdiğimiz yer.

Yavaş Şehir Seferihisar’da 2. Çocuk Festivali yapıldı

İzmir‘in ‘yavaş şehir’i Seferihisar’da  çocuk festivalinin ikincisi Tepecik Mahallesi’nde yapıldı. Seferihisar Belediyesi, KEÇİ Kültür, Ekoloji, Çevre ve İletişim Derneği ve Piabebekevi‘nin işbirliğiyle gerçekleştirilen festivale yüzlerce çocuk katıldı. Gün boyu atölyelere katılan çocuklar etkinliklerin hemen ardından geleneksel oyunlarla eğlendi.

Çocuklara katıldıkları atölyelerde geçen yıl olduğu gibi yetişkin sanatçı ve ustalar kılavuzluk yaptı. Her yaştan çocuğun katıldığı atölyelerde çocuk hakları atölyesinden karikatüre, ahşap oyuncak yapımından hayalden resim yapımına, keçeden bileklik yapımından atık kumaşlardan oyuncak yapımına, seramikten ağaç süsleri yapımından baharatları oyunla tanımaya, doğa ve ritim atölyesinden ekoloji atölyesine, atık kağıtlardan oyuncak yapımından nefes çalışmasına pek çok yaratıcı etkinlik yapıldı. Ebeveynler de kendilerine ayrılan bölümde hem çocukları izledi hem de onların coşkusuna eşlik etti.

Festival Düzenleme Komitesi’nden Suzan Yılmaz Okar etkinlikle ilgili şunları söyledi:

“Bu yıl festivali çocukların ilgisini çekebileceğini ve eğlenebileceğini düşündüğümüz yeni etkinliklerle zenginleştirdik. Çocuklarımız, parçası oldukları tüketim zincirini bir nebze olsun kırmak için evdeki atık malzemelerden nasıl oyuncaklar yapacaklarını deneyimledi. Oyunlarla ve eğlenerek ekolojiyi, doğanın ritmini ve kokularını kavramaya adım attılar.”

Festivalde çocukları kuşatan ödev-teknoloji kıskacından bir nebze sıyrılabilmesini istediklerini kaydeden Yılmaz Okar, “Model olarak özellikle evrensel olarak kabul gören alternatif eğitim sistemlerinin metotlarından faydalanmaya çalıştık. Çocuklara kullanacakları materyalleri sunduk, onları rahatsız etmeden, incitmeden adeta bir gölge gibi kılavuzluk yaptık. Hemen her şeyi onların minik, naif ellerine bırakmaya gayret ettik. Geçen yıl olduğu gibi yine gördük ki çocuklar baskısız, rahat ortamlarda daha uyumlu, barışçıl oluyorlar ve doyasıya eğlenebiliyorlar” dedi.

Çocuk Festivali’nin gezici bir festival şeklinde sürdürülmesi ve yereldeki çocuklara da ulaştırılması planlanıyor.

Atık malzemelerden oyuncak, atölyeler..

Sürdürülebilir yaşamı desteklemek için doğaya dost malzemelerle gerçekleştirilen festivalde, çocuklar oyunlarla baharatları koklayarak birbirinden ayırt etmeyi, evdeki atık kumaşlardan ve kartonlardan oyuncak yapmayı öğrendi, ritm atölyelerine katıldı, ahşap oyuncaklar, doğaçlama seramikler yaptı, resimler çizdi.

Ukrayna’da Kiev, Lviv, batı ve güney kentlerine füze saldırıları: En az sekiz ölü, onlarca yaralı

Ukrayna‘nın farklı noktalarına sabah saatlerinde füze saldırıları gerçekleşti. Aylar sonra ilk kez füze saldırılarının hedef aldığı başkent Kiev birden fazla yerden vuruldu, batı ve güney kentlerinden de patlamalar bildirildi.

Ukrayna İçişleri Bakanlığı, “Kiev’e atılan roketlerden biri güvenlik servislerinin bulunduğu sokağa düştü. Devlet Başkanı Zelenski‘nin ofisi de bu bölge bulunuyor” dedi. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski de patlamalar sonrası yaptığı ilk açıklamada, “Bizi yeryüzünden silmeye çalışıyorlar” dedi. Ukrayna Genelkurmay Başkanı Valeriy Zalujniy ise “Rusya bu sabah 75 roket fırlattı, 41 tanesi hava savunmamız tarafından etkisiz hale getirildi” ifadelerini kullandı.

Başkentin bölgesel askeri idaresi başkanı, Kiev’e yönelik Rus hava saldırılarının sürdüğünü söyledi ve halka barınaklardan ayrılmama çağrısı yaptı. Acil durum ekipleri ise kentte sekiz kişinin öldüğünü ve 24 kişinin yaralandığını açıkladı.

Reuters‘a göre, batıda Polonya sınırındaki Lviv‘in bölgesel yönetimi de Telegram üzerinden şehrin bu sabah bombalandığını açıkladı. Ternopil, Jitomir ve Dnipro’da da patlamalar olduğu bildirildi. Kiev Belediye Başkanı Vitaliy Klitschko, şehrin merkezinde Rus saldırıları sonucunda çok sayıda patlama yaşandığını açıkladı.

Sosyal medyada paylaşılan görüntü ve videolar, Kiev’in farklı noktalarındaki binaların üzerinden dumanlar yükseldiğini gösteriyor.

Zelenski; Bizi yeryüzünden silmeye çalışıyorlar

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, konuyla ilgili Telegram’dan yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Bizi yok etmeye ve yeryüzünden silmeye çalışıyorlar. Zaporijya‘da evlerinde uyuyan insanlarımızı vuruyorlar. Dnipro ve Kiev’de işe giden insanları öldürüyorlar. Hava alarmları Ukrayna genelinde susmuyor. Füzeler vurmaya devam ediyor. Maalesef ölü ve yaralılar var. Lütfen barınaklardan ayrılmayın. Kendinize ve sevdiklerinize iyi bakın. Dayanalım ve güçlü olalım.”

Başkent Kiev’de bu sabah meydana gelen patlamalardan önce, güneydeki Zaporijya kentinde ve Dnipropetrovsk bölgesinde gece yeni patlamalar meydana gelmişti. Zaporijya bölge valisi Oleksandr Starukh gece çok katlı konutların yıkıldığını ve hayatını kaybedenler olduğunu duyurmuştu.  

Aylar sonra Ukrayna başkentine yapılan ilk füze saldırısı savaşın başındaki saldırılara göre çok daha merkezi noktaları hedef almış gibi görünüyor.

Kırım köprüsünün ardından

Saldırılar, Rusya’yı ilhak ettiği Kırım’a bağlayan tek köprünün geçen hafta sonu bir patlamada hasar görmesinden sadece birkaç gün sonra gerçekleşti. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, saldırıyla ilgili Ukrayna’yı suçlamış; Ukrayna istihbarat güçlerinin Rusya’nın sivil altyapısının kritik öneme sahip bir parçasını yok etmeyi amaçladığını söylemişti

Ukrayna Devlet Başkanlığı Ofisi Danışmanı Mihail Podolyak ise köprüdeki patlamanın “başlangıç” olduğunu açıklamıştı.

Picasso’nun tablosu iklim protestosuna dönüştü

İklim aktivistleri Avustralya, Melbourne‘de iklim krizine dikkat çekmek, fosil yakıtları ve ağaç kesimlerini durdurma çağrısı yapmak üzere Pablo Picasso‘nun tablosunu bir eylem aracı olarak kullandı. Küresel çevre hareketi Extinction Rebellion‘ndan (Yokoluş İsyanı) iki aktivist ellerini Picasso’nun Kore’de Katliam eserine yapıştırarak iklim için harekete geçme çağrısında bulundu. Eylemin ardından gözaltına alınan aktivistler herhangi bir ücret talep edilmeden serbest bırakıldı.

Aktivistler tablonun üzerinde koruyucu bir cam olduğunu bilincinde olunduğunu ve esere zarar vermek gibi bir niyet güdülmediğini belirtti. Eylemin ardından galeri tarafından sanat eserine herhangi bir zarar verilmediği bildirildi.

Aktivistler ülkenin en büyük galerilerinden biri olan National Gallery‘deki eylemlerinde “İklim Kaosu= Savaş ve Kıtlık” yazılı bir pankart açtı. Canlı yayından bu anları paylaşan iklim aktivistlerinin bağırdığı ve güvenlik görevlilerinin tablonun yakınında olduğu görülüyor. 

Eylemcilerden biri “kömürü durdurun, gazı durdurun, petrolü durdurun, ağaç kesimini durdurun” diye bağırıyor.

Eylemin yapılma nedeninin ise gelecek ay yapılacak eyalet seçimleri öncesinde çevresel yıkıma dikkat çekmek olduğu belirtildi.

Esere ellerini yapıştıran aktivistlerden emekli öğretmen Tony Gleeson, yaptığı açıklamada Picasso’nun çalışmasının savaşın acısını temsil ettiğini söylüyor ve ekliyor:

“Bu tür acıların nasıl artacağını ve bilim insanlarının işaret ettiği toplumsal çöküşün sonunda hepimizi nasıl bir ateş hattına sokacağını düşünmemiz gerekiyor. Şu anda bu sorunu çözmenin aciliyetine dikkat çekmek için çok aşırı bir eylem yok.”

İklim aktivisti grubu, tüm hükümetleri, şirketleri ve kurumları küresel çevre krizine karşı harekete geçmeye çağırmak için 1951 savaş karşıtı dışavurumcu tabloyu hedeflediğini söyledi.

Grup ayrıca seçimlerden önce iki haftalık “bahar isyanı” isimli bir protesto gerçekleştirileceğini bildirdi.

Yokoluş İsyanı aktivistleri dünya çapında küresel ekolojik yıkımlara sebebiyet veren kurum ve kuruluşlara yönelik dikkat çeken eylemler yapıyor.

Grup yıllardır dünya çapında ses getiren protesto biçimleriyle birçok genç sanatçı ve aktivisti topluluğuna dahil etmiş durumda:

Aşağı Saksonya’da zafer SDP ve Yeşiller’in

Almanya‘nın Aşağı Saksonya eyaletinde yapılan seçimlerde Sosyal Demokrat Parti (SPD) sandıktan birinci çıktı. Beş yıl önceki eyalet meclisi seçimlerine göre 3,5 puan düşüş kaydeden SPD oyların yüzde 33,4’ünü kazandı.

Yeşiller oylarını 5,8 puan artırdı

Geçen yıl yapılan genel seçimlerde büyük başarı gösteren ve koalisyon hükümetinde yer alan Yeşiller Partisi, Aşağı Saksonya’da da oylarını 5,8 puan artırarak oyların yüzde 14,5’ini aldı.

Aşırı sağ oyları da arttı

Federal Hükümet’teki koalisyon partilerinden Hür Demokrat Parti (FDP) ise yüzde 4,7 oy alabildi ve yüzde 5’lik seçim barajını geçemediği için eyalet parlamentosuna giremedi. Yüzde 2,7 oy alan Sol Parti, eyalet parlamentosunda temsil edilmeyen bir diğer parti oldu. Aşırı sağcı, popülist Almanya İçin Alternatif (AfD) ise bir önceki seçime göre 4,7 puanlık artış kaydetti ve oyların yüzde 10,9’unu aldı.

Reuters, SPD ve Yeşiller ile ideolojik olarak uyuşmamakla birlikte koalisyonda yer alan FDP’nin seçim sonuçlarını “darbe” olarak nitelendirdiğini ve partisinin ulusal yönetime katılmasını ‘kısmen’ eleştirdiğini yazdı.

FDP lideri ve Almanya Maliye Bakanı Christian Lindner, “Destekçilerimizin çoğu bu koalisyondan kendilerini yabancılaşmış hissediyor” dedi. Aşağı Saksonya’nın başkentindeki Hanover Üniversitesi’nden siyaset bilimci Philipp Koeker ise sonucun Başbakan Scholz’un koalisyonunu federal düzeyde istikrarsızlaştırma potansiyeline sahip olduğunu söyledi: “Şimdi FDP’nin, kendi programına uymayan herhangi bir politikayı destekleme olasılığı önemli ölçüde daha düşük olacak. Bu, koalisyon ortaklarının muhalefet partilerinden destek aramasına bile yol açabilir.”

Oy yüzdelerine göre eyalet meclisinde SPD 57, CDU 47, Yeşiller 24 ve AfD 18 sandalye kazanıyor. Aşağı Saksonya’da Eyalet Başbakanı Stephan Weil‘ın görevini sürdürmesi bekleniyor. 2017’den bu yana SPD-CDU koalisyonuyla yönetilen eyalette Başbakan Weil’ın bu kez Yeşiller ile koalisyon hükümetini kurması bekleniyor.

Eyalet hükümetleri, ulusal parlamentonun üst kanadında ulusal siyaseti etkileyebiliyor. Ayrıca yerel polis ve eğitim gibi önemli sektörler üzerinde de yargı yetkisine sahipler.

Politik ekolojinin önemli düşünürlerinden filozof Bruno Latour, 75 yaşında hayatını kaybetti

Sosyolog, antropolog ve filozof Bruno Latour, kanser sebebiyle 75 yaşında Paris’te yaşamını yitirdi.

Bilim felsefesi üzerine yaptığı etkili araştırmaları ve insanlığın iklim acil durumunu nasıl algıladığına ilişkin çalışmaları tanınan Latour, The New York Times tarafından “Fransa’nın en ünlü filozofu” olarak adlandırılmıştı.

Bruno Latour ile söyleşi: Ekoloji yeni sınıf mücadelesidir

2015 yılında yayımlanan sekiz derslik bir dizi olan eseri Face à Gaïa‘da (Gaia’yla Yüzleşmek:Yeni İklim Rejimi Üstüne Sekiz Ders) Latour, toplumun iklim krizinin aciliyetini anlama ve bu konuya verdiği tepkileri incelemiş ve doğa-kültür arasındaki ayrımın nasıl iklim inkarcılığına sebep olabileceğini irdelemişti.

Bu eserinde Latour, “19’uncu yüzyıl, sosyal sorunun çağıydı ; 21. yüzyıl ise yeni jeososyal sorunun çağıdır” diye yazmıştı.

École des Mines de Paris(Centre de Sociologie de l’Innovation), Sciences Po Paris ve London School of Economics‘te yıllarca profesör olarak ders veren ve akademik alanda önde gelen çalışmalara imza atan Latour, Harvard Üniversitesi‘nin yanı sıra, Almanya ve ABD‘de de çeşitli okullarda da konuk öğretim görevlisi olarak bulundu.

2013’te sosyal bilimlerin en önemli ödüllerinden Holberg ödülünü kazanan Bruno Latour, aktör-ağ teorisi ile 2021’de Kyoto Ödülü‘nü kazanmıştı:

Ödülün açıklamasında, “Bruno Latour, doğayı, insanları, laboratuvar ekipmanlarını ve diğer varlıkları eşit aktörler olarak ele alarak ve teknobilimi bu aktörlerin karışım ağı olarak tanımlayarak bilim görüşümüze yeni bir soluk getiren bir felsefe geliştirdi” denmişti.

Paris Centre de Sociologie de l’Innovation’daki iki profesör Michel Callon ve Bruno Latour tarafından geliştirilen bu düşünce sistemi, insan dışı varlıkların ve nesnelerin de sosyal yapının birer parçası olduğunu ortaya koyar. Temelci yaklaşımların aksine bu yaklaşım, sosyal yapıyı inşa eden varlıkların birleşimi ve iletişimi gibi ilişkiler üzerine kuruludur. Teorinin önemli kavramlarından biri eylemcidir (actant). Eylemciler, ağ içerisinde bir eylemi olan ve varlık gösterebilen öğelerdir, bunlar; hayvanlar, cansız varlıklar, teknolojiler de olabilir.

Latour, çağdaş dünyamızın kaosunu, her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğu rasyonel bir bütün oluşturduğu düşünülerek anlaşılabilir: Buna iklim değişikliği, göç dalgaları, finansal piyasaların istikrarsızlaşması dahildir.

Fransa’da çevre hareketi ve siyasetinden önemli isimler Latour’un ardından taziye mesajları paylaştı:

2022 Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yarışan Fransız Yeşilleri’nden Yannick Jadot, Latour’un ardından şöyle yazdı:

“Fransa, dünya ve ekoloji, muazzam bir entelektüeli kaybetti. Her etkileşimde, her okumada bizi daha zeki, daha canlı yapan olağanüstü bir insanlık yoldaşını kaybettik. Ailesinin yanındayım.”

Eski Ekoloji Bakanı Corinne Lepage,“Görüşlerinde katı ancak başkalarına çok açık br insandı, bunu aramızdaki bir diyalogda görebildim” dedi.

Milletvekili Sandrine Rousseau “Muazzam saygı ve teşekkürler sevgili Bruno Latour, ekolojiye çok şey kattınız” diye yazdı.

Latour, pandemi döneminde verdiği bir röportajda şu değerlendirmeleri yapmıştı:

İhtiyacımız olan, sadece üretim sistemini değiştirmek değil, aynı zamanda ondan tamamen çıkmak. Her şeyi ekonomi açısından çerçeveleme fikrinin insanlık tarihinde oldukça yeni bir şey olduğunu hatırlamalıyız. Salgın bize, ekonominin, hayatı organize etmenin; kimin önemli ve kimin önemsiz olduğuna karar vermenin, çok dar ve sınırlı bir yolu olduğunu gösterdi.

Bir şeyi değiştirme şansım olsaydı, bu, üretim sisteminden çıkmak ve bunun yerine, politik ekoloji inşa etmek olurdu.

Eylül’de yağışlar geçen yıla göre yüzde 34 azaldı: Güneydoğu’da oran yüzde 87

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Meteoroloji Genel Müdürlüğünün Eylül 2022 Alansal Yağış Değerlendirmesi verilerinden derlenen bilgilere göre, 1991-2020 dönemini kapsayan uzun yıllar eylülde yağış ortalaması metrekareye 24,9 kilogram olarak gerçekleşti.

Metrekare başına geçen yıl eylülde 29,4 kilogram olan yağış miktarı geçen ay 19,3 kilogramda kaldı.

AA’nın aktardığına göre; Türkiye genelinde Eylül 2022 yağışları, hem ortalamanın hem de geçen yılki yağışların altında gerçekleşti. Yağışlarda uzun yıllar ortalamasına göre yüzde 23, geçen yıl eylül ayına göre yüzde 34 azalış gözlendi.

2021 yılında Türkiye genelinde yağışlar son 20 yılın en düşük seviyesinde kaldı
Kuraklık: Zernek Barajı’nda su seviyesi dibi gördü
Akşehir Gölü artık bir mera: Baharda iyi su vardı, umutlanmıştık
20 yıl içinde su fakiri olabiliriz: Türkiye, su kaynaklarını nasıl sürdürülebilir şekilde kullanacak?

Bölgelere bakıldığında yağışlar Karadeniz dışındakilerde azaldı. En fazla azalma yüzde 87 ile Güneydoğu Anadolu‘da, yüzde 82 ile Ege Bölgesi‘nde kaydedildi. Ege Bölgesi geçen ay, son 18 yılın en düşük eylül yağışını aldı.

Güney ve İç Ege, Marmara’da Çanakkale ve Tekirdağ, İç Anadolu’da Ankara, Eskişehir, Çankırı çevreleri ile Batı ve Orta Akdeniz, Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu’nun güney kesimlerinde yağışlar normale göre yüzde 80’den fazla azaldı.

Türkiye’de geçen ay en fazla yağışı, Karadeniz Bölgesi aldı. Bartın, Giresun, Aksaray, Nevşehir, Kayseri, Yozgat ve Kahramanmaraş‘ta geçen ayın yağış miktarı, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 100’den fazla arttı.

Yağışlı gün sayısı eylülde 4,7 oldu

Rize 238,8 kilogram ile en yüksek, Mardin ve Şırnak 0,2 kilogram ile en düşük yağışı aldı. Normaline göre en fazla azalma ise yüzde 97 ile Muğla’da gerçekleşti.

1991-2020 yılları arası için 4,2 gün olan Türkiye geneli yağışlı gün sayısı ise eylülde ortalama 4,7 olarak gerçekleşti.

Geçen ay İstanbul’un batısı, Karadeniz Bölgesi ile Kars ve Erzurum’un kuzey kesimlerinde 10-15 gün aralığında yağış görüldü. Ege, Akdeniz, Güneydoğu Anadolu ile İç Anadolu’nun kuzey, Doğu Anadolu’nun güney kesimlerinde yağışlı gün sayısı 1 günün altına düştü.