Manşetİklim Krizi

Bruno Latour ile söyleşi: Ekoloji yeni sınıf mücadelesidir

0

Le Monde’dan Nicholas Truong‘un Bruno Latour‘la yaptığı söyleşiyi Yeşil Gazete için Ece Baykal Fide çevirdi. 

*

Küresel ısınma karşısındaki siyasal acizliğe çare bulmak ve sıklıkla ahlakçılıkla bıkkınlık arasında bocalayan/ gidip gelen bir ekolojiyi yeniden harekete geçirmek amacıyla filozof ve sosyolog Bruno Latour, “toplumsal çatışma” kavramını yeniden ele alıyor.

Bilim ve teknik antropoloğu, sosyolog Bruno Latour, medialab’a ve Sciences Po’nun (Paris Siyasal Bilimler Enstitüsü) Siyasal Sanatlar Okulu’na bağlı emeritus profesör. Aynı zamanda, dünyada en çok okunan, dinlenilen ve yazıları çevrilen Fransız filozoflarından biri. Özellikle “Gaia ile Yüzleşmek” (Facing Gaia-Face à Gaia) kitabında geliştirdiği “Yeni iklim rejimi” düşüncesi, yeni kuşak entelektüelleri, sanatçıları ve ekolojik yıkıma çare bulmak konusunda dertli aktivistleri etkiliyor.

Danimarkalı sosyolog Nikolaj Schultz ile birlikte 6 Ocak’ta La Découverte yayınevinden “Yeni Ekolojik Sınıf Üstüne Bildiri” adlı kitaplarını yayınlayacaklar. Kitabın prömiyerinden (ilk baskısından) önce Le Monde gazetesi için bugün cereyan etmekte olan jeo-toplumsal güçlerin ve çatışmaların nedenlerini ele alıyor ve bir “yeni ekolojik sınıfın” fikir mücadelesini nasıl kazanabileceğini açıklıyor.

Nicholas Truong: Bilim insanlarının küresel ısınma raporları git gide daha kaygı verici ve çağımız artık biyosferin yıkımına yakından tanıklık ediyor. Yine de kusursuzca belgelenen bu felaket ile başa çıkma için anlamlı hiçbir karar alınmıyor. Bu hareketsizlik muamması nasıl açıklanabilir? Ve size göre neden bir “topyekûn savaş hali” gerekiyor?

Bruno Latour: Bu arada herkesin bu sorunlar hakkında gözü açık. Kime karşı mücadele verileceğinin bilinmediği bir gerçek. “Savaş” kelimesinin tehlikeli bir kelime olduğunu kabul ediyorum, ama “savaş hali”nden bahsetmemin nedeni bu sahte barış halinden çıkmak. Sanki karbonsuz bir topluma hiçbir çatışma hattı çizmeden/belirlemeden “geçiş” yapılabilirmiş gibi… Fakat sorun şüphesiz, tarafların ve mücadele cephelerinin tanımlanmasının kolay olmaması.

Covid-19 aşısı üstüne yapılan kavgalara bakın -ki sonuçta, yaşam tarzlarında azıcık bir değişiklik yaratmak için sürdürülmesi gereken kavgalarla kıyasladığınızda bu kavgalar, basit bir vakadır. Paris’te bistrocuların ve sigara tiryakilerinin isyanı ile karşılaşmadan kafelerin açık havayı ısıtmasını bile önleyemiyoruz.

Bugün ortaya çıkan yeni sınıfsal çatışmalar nelerdir? Ve hangi yönleriyle jeo-sosyaller?

“Jeo-sosyal”, bütün klasik sınıf karşıtlıkları tanımlarına, yurda hayatın ve hatta hayatta kalmanın maddi koşullarına kök salma olgusunu eklemek gerekeceğini söylemek için orada. Yurt [1]kelimesine dikkat, onu bir yer olarak değil, var olmanızı sağlayacak her şeyin bir listesi olarak düşünüyorum. Coğrafi değil, ama isterseniz etiyolojik diyelim. Bu, sınıf analizini yeniden maddileştirmek yani eşitsizliklerin kapsamını derinleştirmek zorunda bırakmanın bir biçimi. Bu benim Sarı Yelekliler’den aldığım ders: Otomobil; döner kavşaklar, benzin, hareketlilik, yerleşme çatışmalar meydana getirir ve “maddi eşitsizlikler” diye adlandırdıklarımızın kapsamını genişletmek zorunda bırakır.

Yeni ‘ekolojik maddecilik’

Sizce Marxist “sınıf mücadelesi” kavramını yeniden kullanmak neden zor? Ve, eğer yazdığınız gibi bu yeni çatışma da eskisi gibi maddeci (materyalist) bir yaklaşıma dayanıyorken, neden “sınıflandırma mücadelesi” kavramını kullanmak gerekiyor? Ve yeni ekolojik maddecilik nedir?

Biz diyoruz ki üretim sorunu bundan böyle bir başka sorunun içine gömülmüş halde: Bu gezegenin yaşanabilirlik koşulları sorununa…İklim bu yeni konu örneklerinden sadece biridir. Gerçekten bunun ‘ekolojik maddecilik’ olduğu söylenebilir. O halde ekoloji yeni sınıf mücadelesidir.”

Nicholaj Schultz ile birlikte, birçok görüşün ardından ileri sürdüğümüz şu ki eski Marxist geleneklerde, üretici güçlerin iktisadi olarak kalkınması hakkında liberal geleneklerle temel bir uzlaşma vardı. Daha sonra üretici güçler kalkınmanın meyvelerinin adil ya da adil olmayan dağılımı sorununun çözülmesine imkanlı hale getirecekti. Bu tarihsel uzlaşma çöktü, çünkü üretim sistemi kendi öz kalkınma koşullarını yıkıyor. Diyalektiğin büründüğü birçok biçimden biri bu! İleriye bıraktığı komünizm olmalıydı ama kelimenin tam anlamıyla yaşanmaz bir dünya bıraktı. Birçok kişi bu teşhis hakkında hemfikir. Peki sonra, sorun bundan ne sonuç çıkardığımızı bilmek mi?

Biz diyoruz ki üretim sorunu bundan böyle bir başka sorunun içine gömülmüş halde: Bu gezegenin yaşanabilirlik koşulları sorununa. Bu yeni ufuk, değer ölçeğini farklı bir şekilde bölüştürmeyi gerektiriyor. Bu tarihsel maddeciliğin güçlendirilmiş, geliştirilmiş halidir ama sosyal bilimlerin yanı sıra Dünya sistemi bilimlerinin bize öğrettiklerini hesaba katmayı gerektirir. İklim bu yeni konu örneklerinden sadece biridir. Gerçekten bunun “ekolojik maddecilik” olduğu söylenebilir. O halde ekoloji yeni sınıf mücadelesidir.

Neden bir “yeni ekolojik sınıf” tanımı yapmak bu kadar önemli? Ve bu ekolojik sınıfa 19. ve 20’nci yüzyıllarda liberallerin ve sosyalistlerin oluşturduğuna benzer bir kültürle desteklenen bir gurur kazandırmak?

“Gurur”, evet tuhaf geliyor kulağa. Burjuvazinin yükselişinden bahsederken kullandığı bu kavramı sosyolog Norbert Elias’tan (1897-1990) aldım. Bu demek oluyor ki ekoloji “ekonomik” ve “toplumsal” olduğu söylenen sorunların- diğer konuların ötesinde bir konu değil. Ama tıpkı kendi zamanlarında burjuvazinin ya da işçi sınıfının yaptığı gibi tüm tarihi etkisi altına almak ve insan topluluğunun tamamını kucaklamak istiyor. Liberaller ve ardından sosyalistler özel bir özne adına konuşmuyorlardı, başka bir kültürün, bir toplumun yükselişi için bütün uygarlık adına konuşuyorlardı.

Oysa “ekoloji” hala “yeşil şeylerle” ilişkilendiriliyor. Schultz ile birlikte ekolojistleri alçakgönüllü olmamaya itecek bir dürtü arıyoruz. Ne olursa olsun, yönetici sınıflar üretimden yaşanabilirliğe geçmeyi beceremediler. Dolayısıyla bayrağı onlardan devralmak gerek, ama aynı düzeyde hırsla. Evet bu harekete geçirici bir kurgu, şüphesiz, o noktadan uzaktayız! Fakat siyasette gurur önemlidir.

Bütün 20’inci yüzyıl boyunca ama özellikle 1980’lerden itibaren kömürün, petrolün ve gazın ekonominin tanımlanmasındaki önemini ölçmemiş olmak, pekâlâ ihanet ya da isterseniz firar olarak adlandırılabilir. Diğer sınıfların ihanete uğramış olduklarını hissetmeleri şaşırtıcı değil.”

Yeni ekolojik sınıfın içinde olduğu tarihin gittiği yön neresi?

İlgi çekici olan, bütün gezegeni küresel modernliğe götüreceği varsayılan meşhur “tarihin yönü” bir açıdan tek yönlü, öte yandan ulaşacağı hedefle ilgili olarak şaşırtıcı şekilde belirsiz. Modernleşmenin ülkesi ne? Nerede? Orada hava kaç derece? Ne yeniyor, neyle geçiniliyor? Ekolojik sınıf bu garip projeyi takip etmiyor. Çünkü ilk olarak, tarihin tek bir yönü olmadığı için “iyi yaşama” olasılıklarının çeşitliliği yeniden keşfediliyor. İkinci olarak, tarih artık somut olarak “ülkeyi” tanımlama kapasitesine sahip: Sözlük anlamıyla yurt, gezegen, sınırları içinde kolektif olarak yaşamayı başarmamız gerekecek, jeokimyacı dostlarımızla “kritik bölge” olarak adlandırdığımız şey. Bu müthiş bir şok, tamam, ama artık belirsiz şekilde ütopik bir dünya tasarlamıyoruz.

Sonsuz kalkınma vaadi çöktü

Size göre Fransa’da Başkan Emanuel Macron’un temsil ettiği liberal elitler neden sadece başarısızlığa uğramakla kalmadılar, aynı zamanda “ihanet ettiler”?

Modernleşmiş dünya ütopyasının sonuçlarına tekrar dönecek kapasitede olmamalarıyla aynı sebepten. Hala eski usul modernleşen bir gezegen fikrine inanıyorlar. Bir tür ilerleme tanrısı duasına dönüşen “İyileşme” dönemini bekliyorlar.

Bütün 20’inci yüzyıl boyunca ama özellikle 1980’lerden itibaren kömürün, petrolün ve gazın ekonominin tanımlanmasındaki önemini ölçmemiş olmak, pekâlâ ihanet ya da isterseniz firar olarak adlandırılabilir. Diğer sınıfların ihanete uğramış olduklarını hissetmeleri şaşırtıcı değil. Hiç kimse onlara açıkça, “Biliyorsunuz öncesinde olduğu gibi modernleşmeyeceğiz” demedi. Oysa onlara sonsuz kalkınma vaat edilmişti. Onların sabretmesinin sebebi buydu.

Buna rağmen, küçülmekten değil, refahtan yanasınız. Sizce fark nedir?

 Bu, doğru bir düşüncenin kelimelerin seçimindeki özensizlikten -ve onlara bağlı duygulardan- dolayı geçersiz kılınmasının tipik bir örneğidir. Ama “büyümek” muhteşem bir kelimedir, meydana gelen her şeyin tabiridir, hatta hayatın gittiği yöndür! Hiçbir şey beni hayat kalitesinde rastgele bir ilerlemenin olduğu bir “küçülme” ile ilişkilendiremez. Bu terimi kullanan bütün o harika insanların ne demek istediğini anlıyorum, ama “refahı” hedeflemenin daha tercih edilir olduğuna inanıyorum. Nitekim gelişmek, yıkıcı üretim takıntısının insanların çoğunluğu için imkansız kıldığı bir şey.

Ekoloji can sıkıyor ya da vaaz veriyor. Ahlakçılıkla yıkanmış. Yeterince heyecanlandırmıyor. Harekete geçirmiyor. Bunun için ona ‘cezalandırıcı’ deniyor. Fakat bu kaçınılmaz değil.”

Yeni ekolojik sınıf kültürel mücadeleyi nasıl kazanabilir?

Tam da kelimelerin seçimlerine dikkat ederek! Bakın liberaller özgür ve kişisel karını maksimize eden hesaplı birey fikrini icat ederek ne kadar kurnaz davrandılar. Bu heyecanlandırıcı değil mi? Ya da neo-faşistler nasıl sınırlardan dışladıklarıyla bir millet tanımladıklarını iddia ediyorlar? Bunlar güçlü enerjiler çekiyor. Ekoloji can sıkıyor ya da vaaz veriyor. Ahlakçılıkla yıkanmış. Yeterince heyecanlandırmıyor. Harekete geçirmiyor. Bunun için ona “cezalandırıcı” deniyor. Fakat bu kaçınılmaz değil. Duygulara çalışmak gerek. Bu büyük bir emek, ama liberallerin ve sosyalistlerin kendi çağlarında yapmayı başardıkları bir şey.

Yeşiller’in neden her şehirde ‘parti okulu’ yok?

Bildiriniz “ekolojik partilerin üyelerine” ve “onların mevcut ve gelecek seçmenlerine” hitap ediyor. Partiler artık kendi üyelerini, sempatizanlarını ve militanlarını yetiştirmiyor mu?

Bu bildiriyi yazma isteği, küçük Troçkist partilerde bile olan ‘parti okuluna’ Yeşiller’in her şehirde sahip olmadığını fark ettiğimde belirdi. Eğer bildiride gözden geçirdiğimiz tartışılacak konuların listesini yaparsanız kendi kendinize militanları ve parti kadrolarını nasıl eğitildiğini sorabilirsiniz. İdeolojik mücadele bu tür çabalar olmadan nasıl kazanılabilir?

Bu ekolojik durum okullarda, araştırma kurumlarında ve üniversitelerde de incelenip, şekillendirilmeli değil mi? Çünkü, örneğin bir ‘Yüksek Ekoloji Çalışmaları Okulu’ hala yok…

Bunun iyi bir fikir olduğundan emin değilim. Mevcut araştırma sistemi bu sorunlar için son derece yetersiz. Temel bir araştırma gerekli, ama dönüşümden en fazla etkilenenlerin yönlerini bulmalarına ve harekete geçecek gücü kazanmalarına izin verecek bir araştırma. Bu bambaşka bir örgütlenme ve özellikle işleri değerlendirmede bambaşka bir biçim gerektiriyor.

Fransa’da başarılı genç araştırmacılar çoğalıyor ama kadro bulamadan. Doğa bilimleri, sanat, hukuk, ve beşeri bilimlerin işbirliğini gerektiren bu sorunları ele almak için üniversiteyi başka türlü örgütlemek gerekiyor. Bu kolay değil ama ilerlemek istiyorsak gerekli.

Size göre, politik ekoloji neden panik ahlakçılık ve sıkıntı arasında gidip geliyor? Ekolojistler kültür ve sanat alanından büyük oranda uzak oldukları için mi?

Bununla ilişkili olduğunu düşünüyorum gerçekten. Bazı istisnalar haricinde ekolojik sanat ahlakçılıkla iyi duyguların bir karışımı. Üstelik tam da doğa bilimlerinin kitlelerin üzerine yağdırdığı ürkütücü bulguların tehditleri arasında ekolojistlerin bu kadar sıkıştıkları bir anda… Bu şartlarda, bu ürkütücü haberleri sindirme becerisine sahip değiliz. Başta sorduğunuz soruya dönersek, bana göre kültür sanat alanına ilgisizliğin sebebi bu.

Bir gün 20’nci yüzyılı terk etmeyi düşünmek gerekecek. Eğer sosyoloji değişmiyorsa bu benim suçum değil. Daraltılmış bir ‘toplumsal’ tanımı yapmak, ekolojinin ‘dışsal’ olarak değerlendirilmesine yol açıyor.”

“Kritik Bölge” ve “Sen ve ben aynı gezegende yaşamıyoruz” adlı sergileri yeryüzünün kozmolojisindeki değişimi ve yaşanabilirlik koşullarını tanıtmak için tasarlamadınız mı?

“Kozmoloji değişimi” kavramı mevcut dönüşümün boyutunu kavramamızı sağladığını söyleyebiliriz. Kozmolojiyi antropologların kullandığı anlamda kullanıyorum. Bu bir dünya görüşünün ötesinde bir şey. Maddi varlıkların, insanların, hayvanların, tanrıların şu ya da bu şekilde belli tanımlarının olduğu bir dünyadaydık. Ve hayvanlara, insanlara, nesnelere ve tanrılara başka hareket etme güçlerinin sunulduğu başka bir dünyaya geçiyoruz. Bu hayret verici bir şey. Biraz panikletiyor. Ama yavaş yavaş tutulacak yol bulunuyor. Ayağa kalkılıyor.

Yine, bu harekete geçirici bir kurgu. Böyle bir hikâye anlatımının avantajı onu kelimenin tam anlamıyla sahneye koyabilecek olmamız. Ve bu sergilerde sahiden de tiyatro oyunlarıyla, performanslarla, tüm ormanı ateşe vererek uyguladığım bir şey. Bu eğer insanlar yönlerini şaşırmışsa, onlara zayıf noktalarını göstermeye yarıyor. Örneğin Tayvan’da Martin Guinard ile birlikte “Siz ve ben aynı gezegende yaşamıyoruz” demek pek tabii ki bu dünyanın çatışmalarını, metafizik çatışmaları senaryolaştırmaya yarıyor.

Toplumsal adaletsizliklere nasıl yer veriyorsunuz?

Nasıl mı yer veriyorum? Dalga mı geçiyorsunuz? Toplumsal olduğu söylenen tüm adaletsizlikler jeososyal adaletsizler. Hepsi aynı nesneye odaklanıyor ama yeniden maddileşmiş: Habitat, besin, eğitim, hareketlilik, iş, aile ilişkileri, cinsiyet farklılıkları (division).

Ekolojistleri, onlara “toplumsal sorunlara bakışınız ne?” gibi sorularla yargılamamaktan vazgeçmezler. Peki “toplumsal” bir sorunu kim tanımlar? Feministlerden önce “toplumsal” cinsiyet sorununu kapsamıyordu. Sömürgecilik karşıtı toplumsal hareketlerden (Decolonial) önce “toplumsal” ne ırk ne de sömürgeciliğin etkisini kapsıyordu.

“Toplumsal” adaletsizliğin tanımı değişmeye hiç ara vermediği halde, bu “ay sonu dünyanın sonu”[2] mantrasını tekrarlamaktan vazgeçmediler. Evet pek tabii dünya ay sonlarına eklemleniyor. Tıpkı cinsiyetin, ırkın toplumsal ayrışmalara eklemlendiği gibi. Bir gün 20’nci yüzyılı terk etmeyi düşünmek gerekecek. Eğer sosyoloji değişmiyorsa bu benim suçum değil. Daraltılmış bir “toplumsal” tanımı yapmak, ekolojinin “dışsal” olarak değerlendirilmesine yol açıyor.

Fakat ekoloji genellikle proleterlerden çok bohem burjuvaların meşgalesi. Halk sınıflarının ekolojik sınıfa katılması için ne yapmak gerekiyor?

Bu bohem burjuva-proleter karşıtlığı, ekolojistlerin sözde hegemonyasına karşı işçi sınıfının savunuculuğu bayrağını açan sağ polika için avantaj sağlıyor. Bu küçük hilenin arkasındaki gerçek şu ki, sınıf çıkarları hala üretim geleneğinin eski izlerine göre şekillendiriliyor. Öte yandan, eski sınıf mücadelesini yenilerine karşı çevirerek kullanmak çok kolay. Bilinir ki, hiçbir şey sınıf çıkarlarının tanımından daha hızlı değişmez.

İncelediğimiz bütün örneklerde Nikolaj Schultz ve ben ittifakların ne hızla tersine döndüğünü görmekten etkileniyoruz. Her iki tarafın da bağlılıklarını, yaşam alanlarını kesin bir şekilde tanımladıkları koşullarda şehirli bir ekolojist avcı komşusunu bir müttefik olarak görüyor. Vejetaryenleri düşman olarak gören bir hayvan yetiştirici hızlıca ortak düşmanlar buluyor. Kurnaz bir mühendis şehrindeki bir adil geçiş projesiyle rahata eriyor vs.

Öte yandan, “halk sınıflarını” tanımlamak meşhur bohem burjuvaları tanımlamak kadar zor. Fazlasıyla farkındayım ki eksik olan, ittifakları yeniden şekillendirmek için çıkarların karşılaşması. Fakat bunun için aktörlere kendi ülkelerini tanımlayacakları aygıtlar icat etmek gerekiyor. Tamam bu büyük bir iş ama hızlı ilerliyor ve bu basite indirgenemez.  Her halükârda, halk sınıflarını kavuşturan ekolojidir. Sonuçta esas olan ne tür bir Yeryüzü üzerinde nasıl bir halk olmak istediğimizi bilmektir. İşte sorunu ele almamız gereken düzey budur. Unutmayalım ki korkunç “ekoloji” kelimesinin varlığının sebebi “yerküreci” kelimesidir.

Elektrikli araba-lityum pil çelişkisi

O halde yerkürecinin durumu nedir? Ve yerküreci bir siyaset nedir?

Bana öyle geliyor ki bütün klasik siyaset sorularının yeniden ele alınmasıdır. Fakat beklenti ufku tamamen farklıdır çünkü birincil olan yaşanabilirliğin muhafazasıdır, üretim ikincildir. Öte yandan ilişkilerin ekonomik olarak tanımlanmasının üstündeki örtü kalkıyor ve -fiyat üzerinden değil- değerler üzerinden tercihler ön plana çıkıyor. Ve özellikle dış siyaset, çıkarlar artık ulus-devletlerin çıkarlarıyla örtüşmediği için çok farklı.

Ekonomistlerin dediği gibi “dış kaynak kullanımı”, “iç kaynak kullanımı” meselesi haline geldi. Örneğin Paris’teki elektrikli arabanız ile Şili’de çıkartılan lityum çatışma halinde. Uluslararası, evrensel gibi bütün kavramlar yeniden tanımlanıyor. Üstelik çatışma konularına göre ölçekler farklılaşıyor. İklim, lityum ya da yeşil gelgitler aynı kurumlara ihtiyaç duymuyor. Bütün siyaset yeniden açılıyor, kilit nokta bu. Dünyanın sıcaklığını belli bir sınırda tutmaya çalışan kurumsal icatların boyutuna bakın.  Bu olağanüstü.

Nasıl bir Yerkürede nasıl bir halk? Neden ‘sol’ hatta ‘çifte sol’? Çünkü esas düşman hep aynı: İnsanlar ve diğer varlıklar arasındaki ilişkilerin ‘ekonomikleştirilmesi’ karşısında toplumların evrensel direnişi. Burada kusursuz bir devamlılık söz konusu.”

Gezegende yaşanabilirlik sorunları üzere “liberallerle” ya da “gericilerle” yeni ittifaklar kurulsa bile, size göre neden yeni ekolojik sınıf ister istemez soldan hatta “çifte soldan” olacaktır?  Örneğin, kirletilen bir nehir kendisine beslenmek ve su içmek için ihtiyaç duyan yoksul aileler tarafından olduğu kadar sadece mirasını koruma kaygısındaki şato sahibi tarafından da savunulabilir. Bir bölgenin savunulması için yürütülen mücadele Savunma Alanı[3] eylemcilerinin söylediği gibi “doğanın kendini savunması” adına da yürütülebilir ya da Pétain[4] ve Zemmour[5] yanlılarının iddia ettiği gibi “yalan söylemeyen toprak” adına da yürütülebilir…

Evet, tanık olduğumuz tam da bu çıkarların ve haksızlığa duyulan öfkelerin yeniden dağılımı. Verdiğiniz örnek sınırları belirli bir sınıf mücadelesinden kimin müttefik kimin hasım olduğuna dair belirsizliklerin yeniden hareketlendiği bir sınıflandırma mücadelesine geçtiğimizi çok iyi gösteriyor. Olup biten bu. Yeniden bölgeselleştirme sert ve yeni bir muhakeme yeteneği gerektiriyor. Bölge her şeyi yeniden düşünmeye zorlayan kavram: Bir bölgeye, yurda ait olmak örneğin gerici versiyonunda çok eski bir sorun ama ekolojist ve özgürleştirici versiyonunda ise çok yeni.

Nasıl bir Yerkürede nasıl bir halk? Neden “sol” hatta “çifte sol”? Çünkü esas düşman hep aynı: İnsanlar ve diğer varlıklar arasındaki ilişkilerin “ekonomikleştirilmesi” karşısında toplumların evrensel direnişi. Burada kusursuz bir devamlılık söz konusu. Sol ve sağ üretim sorunları çevresinde yapılan tanımlar. Aynı zamanda yaşanabilirlik sorunları etrafında da bir sol ve sağ var. Ama üyeleri zorunlu olarak aynı değil. Temel çıkarları da. Millete, toprağa, ölü kültlerine dönüşten bahsedenlerin ekonomide zincirinden boşanmış ultra liberaller olduklarını unutmayalım.

Ekofeminist Sandrine Rousseau Fransa Yeşilleri’nden Yannik Jadot ile birlikte.

Bazen doğa antropolojisine ya da yeni canlılar düşüncesine gerici -Aydınlanma karşıtı- olduğu ya da yeterince antikapitalist olmadığı eleştirisi yapılıyor. Bu eleştirileri anlıyor musunuz?

Evet anlıyorum. Bu insanların, mantıklı şekilde eleştirdikleri şey doğa üstüne söylenen söz yığınının politik bir dayanağının olmadığı ve bu büyük oranda doğru. Ama yanlış bir hedef. Bizi ilgilendiren iyi bir yaşamının ne olduğu sorusunu sormak. Gelip bize diğer canlılarla birbirimize bağlı olduğumuzu anlatmalarına ihtiyacımız yok, bunu çok iyi biliyoruz. Sadece modern olduklarına inananlar bunun tersine inandılar. Politik mesele, hangi canlılar bileşiminin, harfi harfine yaşanabilir, hangisinin yaşanamaz olduğunu ayırt etmekte. Bu soruları ele almak için  antikapitalist olmanın neden belirli canlıların iç içeliğinin titiz analizini yapmaktan daha yetkin olduğunu anlamıyorum.

Yeşiller’in adayları: Her isteyen Lenin olamaz

Size göre, iklim meselesine merkezi bir yer vermezsek mevcut politik pozisyonları kavramımız mümkün olmaz. Yeni iklim rejimi onları nasıl dönüştürüyor?

“Rejim” dediğim zaman, kavramın bütün anlamlarını kastediyorum: Bilimsel olduğu gibi hukuki, politik, sanatsal anlamlarını. Evet bu konuda oldukça inatçıyım. 1991’den, Berlin duvarının yıkılmasından beri yeni iklim rejiminin, yani toplumsal ve doğal sorunların yeniden dağılmasının, geriye kalan her şeyden daha önemli olduğu ve bütün bağlılık biçimlerimizi yeniden tanımladığını anlatıyorum. İşte hiçbir zaman modern olmamak böyle bir şey.

Yeşiller’in aday seçimi sırasında Sandrine Rousseau’nun adaylığıyla “ekofeminizm” kavramı görünür oldu. Bu düşünce yeni ekolojik sınıfın içine işlemeli mi?

A evet, Rousseau’nun çıkışı dehşetliydi! Feministler kadınların dışlanmasıyla bütün ilişkilerin ekonomiye indirgenmesi arasındaki bağı gösterdiler. Sonuçta, evet, cinsiyet meselesinin bütün olası biçimleriyle geri dönüşü sadece ekonomikleştirmeyle belirlenen ilişkilere yönelik genel bir şüpheye işaret. Ayrıca, ünlü bir deyimi kullanarak ifade edersek “cinsiyet belası” [6]gelecek nesillerin yeniden üremesi belası” haline geldi. Aşırı sağınkine benzer bir panik de buradan kaynaklanır. Çünkü ortak sorun, kelimenin tam anlamıyla toplumların var olmaya nasıl devam edeceklerini bilmektir. Bu üretim sorunlarından yaşanabilirlik sorunlarına yönelmektir.

Yeşiller’in aday seçimi sırasında Eric Piolle’ün adaylığını desteklediniz. Yannick Jadot’nun yürüttüğü Elysée’nin (Cumhurbaşkanlığının) ele geçirilmesi stratejisi sizce yerinde mi? Ve genel olarak seçimleri nasıl görüyorsunuz?

Ben siyaset bilimi uzmanı değilim ve entelektüeller gündelik siyasetten bahsetmeye başladıklarında onlardan sakınacak ilk kişilerdenim. Seçimler partilerin geleceği için eğitim, yeni üye alımı ve kendilerini test etme açısından gerekli. Fakat sorun iktidara gelecek partilerin arkalarında önlemlerini ve programlarını destekleyecek yeterince seçmenleri olması. Ve ekolojik dönüşümle ilgili olarak hesaplar olması gerekenin çok gerisindeyken, çok fazla yanılsamamız olmaması gerektiğine inanıyorum. Arkasında kendi ekibi ve -zorunlu olarak halkın hoşlanmadığı önlemler nedeniyle- halk desteği olmadan Elysée’de olabilmek bana çok inandırıcı gelmiyor. Bunun için tabanda da çalışmak gerek, daha sonra iktidarın ele geçirilmesini destekleyecek bu güçleri oluşturmak için. Her isteyen Lenin olamaz…

“Avrupa’nın ve dünyanın üstünde bir hayalet dolaşıyor: çevrecilik!” diye yazıyorsunuz Marx’la Engels’in sözlerini değiştirerek. Bildiriniz ekolojist partilerin manifestosu mu?

Yo hiç de değil. Nikolaj Schultz ve ben tartışılacak noktaların listesini yaptık. Bu bir bildiri, kesinlikle manifesto ya da deneme değil. Hepsi üzerinde çalışılacak şeyler.

Makalenin orijinali için tıklayın

*

[1] Fransızca “territoire” kelimesi hem bölge hem de yurt anlamına geliyor. Bu metinde Latour bazen yurt bazen bölge anlamını kastederek kullanmıştır. Bu metinde bahsi geçen yurt ve bölge kelimelerinin hemen hepsi territoire sözcüğünün çevirisidir. Sadece daha önce Türkçeye “Kritik Bölge” olarak çevirilen Zone Critique kavramının çevirisidir.
[2] Sarı Yelekliler’in sloganı: “Ay sonuyla dünyanın sonu aynı mücadelenin konusu”
[3] Savunma Alanı (Zone à défendre ZAD), bir kalkınma projesini fiziksel olarak engellemeyi amaçlayan militan bir işgale atıfta bulunmak için kullanılan Fransızca bir terimdir. Aktivistler araziyi işgal ederek projenin ilerlemesini engellemeyi amaçlar. .
[4] Mareşal Philippe Pétain 2. Dünya savaşı sırasında 1940-44 yılları arasında Nazi Almanya’sının askeri yönetimiyle işbirliği halinde çalışan Vichy hükümetinin başındaydı.
[5] Fransa’da 2021 yılında yaptığı konuşmalarla 2022 başkanlık seçimlerinde radikal sağın başkan adaylarından biri oldu. Gazeteci Eric Zemmour halkı göçmenlere ve Müslümanlara karşı kullandığı nefret söylemiyle kışkırtmaktan para cezalarına çarptırıldı.
[6] Latour, Judith Butler’ın “Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi” kitabına gönderme yapıyor.

 

 

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.