Doğa Mücadelesiİklim KriziManşet

Greta Thunberg: Bir uçuruma yaklaşıyoruz, artık bizi bir santim bile itmelerine izin vermeyelim

0

Greta Thunberg‘in İklim Kitabı’nda (The Climate Book) geçen ve The Guardian tarafından paylaşılan bu yazı, Yeşil Gazete tarafından (derlenerek) çevrilmiştir.

**

Hükümetler iklim krizini durdurmak için ellerinden geleni yaptıklarını söyleyebilirler. Kanmayın. Ancak o zaman işleri tersine çevirmek için hala zamanımız olabilir.

Belki de sorun olan isimdir: İklim değişikliği. Kulağa o kadar da kötü gelmiyor. “Değişim” kelimesi, huzursuz dünyamızda oldukça hoş bir şekilde yankılanıyor. Ne kadar şanslı olursak olalım, her zaman çekici bir gelişim olasılığına yer vardır.

Sonra bir de “iklim” kısmı var. Yine, kulağa o kadar kötü gelmiyor. Küresel kuzeyin yüksek emisyonlu birçok ülkesinde yaşıyorsanız, “değişen iklim” fikri, korkutucu ve tehlikeli olmanın tam tersi olarak yorumlanabilir: Değişen bir dünya. Isınan bir gezegen. Bunda hoşa gitmeyecek ne var?

Belki de kısmen bu yüzden pek çok insan iklim değişikliğini yavaş, doğrusal ve hatta oldukça zararsız bir süreç olarak görüyor. Ancak iklim sadece değişmiyor. İstikrarsızlaşıyor. Parçalanıyor.

Dünyadaki yaşamı sürdüren sistemlerin hayati bir parçası olan hassas dengeli doğal kalıplar ve döngüler bozuluyor; ve sonuçları felaket olabilir.Çünkü negatif devrilme noktaları var, geri dönüşü olmayan noktalar. Ve bu noktaları tam olarak ne zaman geçebileceğimizi bilmiyoruz.

Bildiğimiz, gerçekten büyük olanların bile artık çok yakında oldukları. Dönüşüm, genellikle yavaş başlar, ancak daha sonra hızlanır.

İklimin ‘devrilme noktaları’: Son araştırmalara göre kritik eşiklere ne kadar yakınız?

Fotoğraf: Cristina Mittermeier

Alman oşinograf ve klimatolog Stefan Rahmstorf şöyle yazıyor:

“Dünyada deniz seviyelerini 65 metre – yaklaşık 20 katlı bir binanın yüksekliği – yükseltmeye yetecek kadar buzumuz var ve son buzul çağının sonunda 5 derecelik bir ısınma sonrası deniz seviyeleri 120 metre yükseldi.”

Birlikte ele alındığında, bu rakamlar bize uğraştığımız güçler hakkında bir bakış açısı sunuyor. Deniz seviyesinin yükselmesi kısa bir süre sonra “santimetre meselesi” olarak kalmayacak.

Grönland buz tabakası eriyor, tıpkı Batı Antarktika’daki “kıyamet günü buzulları” gibi. Son raporlar, bu iki olay için devrilme noktalarının çoktan aşıldığını, diğerleri ise çok yaın olduğunu söylüyor. Bu, erime sürecinin artık durdurulamayacağı veya o noktaya bu kadar yakın olacak kadar çok ısınmaya neden olmuş olabileceğimiz anlamına geliyor.

Her iki durumda da, süreci durdurmak için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız çünkü bu görünmez çizgi bir kez aşıldığında geri dönüş olmayabilir. Onu yavaşlatabiliriz, ancak kartopu harekete geçtiğinde, büyümeye devam edecek.

Ormanlara dair öngörü: Kuzey Kutup Dairesi’nin ‘yeşermesi’ ne anlama geliyor?

“Bu, yeni normal” cümlesi , günlük hava durumunda meydana gelen hızlı orman yangınları, kasırgalar, sıcak dalgaları, sel, fırtına, kuraklık vb gibi değişiklikler  tartışılırken sıklıkla duyduğumuz bir ifade. Oysa bu hava olaylarının sadece sıklığı artmıyor, ayruca giderek daha aşırı hale geliyorlar.

Hava durumu steroid almış gibi ve doğal afetler giderek daha az ‘doğal’ .Ancak bu, “yeni normal” değil.

Şu anda gördüğümüz şey, insan kaynaklı sera gazı emisyonlarının neden olduğu değişen iklim değişikliğinin yalnızca başlangıcı.

Sıcaklık ‘mevsim normallerinde’: Peki ya normal, normal değilse?

Şu ana kadar Dünya’nın doğal sistemleri, meydana gelen dramatik dönüşümleri yumuşatan bir amortisör görevi görüyordu. Ancak bizim için hayati önem taşıyan gezegensel dayanıklılık, sonsuza kadar sürmeyecek. Ve kanıtlar, daha dramatik bir değişimin yaşanacağı yeni bir döneme girdiğimizi giderek daha açık bir şekilde gösteriyor.

İklim değişikliği beklenenden daha erken bir kriz haline geldi. Konuştuğum araştırmacıların çoğu, bu hızlı tırmanışa tanık olduklarında şok olduklarını dile getiriyor.Ancak bilim, tahminlerde bulunma konusunda çok temkinli olduğu için, belki de bu büyük bir sürpriz olmamalı.

Öte yandan bunun bir diğer sonucu ise, son yıllarda işaretler belirginleşmeye başladığında çok az insanın gerçekten nasıl tepki vereceğini bilmesi. Ve yalnızca bundan da az insan neler olup bittiğini nasıl anlatacağını planlamıştı.

Görünen o ki insanların büyük çoğunluğu daha farklı, daha az acil bir senaryoya hazırlanıyordu. Belki ancak on yıllar sonra yaşanacak bir krize. Ve ancak, en nihayetinde, işte oradayız.

İklimsel ve ekolojik kriz uzak bir gelecekte gerçekleşmiyor: Tam burada ve şu anda oluyor.

Eğer herkes bizim İsveç’te yaşadığımız gibi yaşasaydı, dünyanın sürdürebilirliği için tek değil, 4.2 tane Dünya’nın kaynaklarına ihtiyacımız olurdu. Ve Paris Anlaşmasında belirlenen iklim hedefleri çok geçmişte kalmış bir anı, yıllar önce aşmış olacağımız bir eşik olurdu.

Ancak 3 milyar insan, bir yılda kişi başına  standart bir Amerikan buzdolabından daha az enerji kullanıyor ve buşu anda küresel eşitlikten ve iklim adaletinden ne kadar uzakta olduğumuz hakkında bir fikir veriyor.

İklim krizi “bizim” yarattığımız bir şey değil. Stockholm, Berlin, Londra, Madrid, New York, Toronto, Los Angeles, Sidney veya Auckland perspektifinde büyük ölçüde hakim olan dünya görüşü Mumbai, Ngerulmud, Manila, Nairobi, Lagos, Lima veya Santiago’da o kadar geçerli değil.

Dünyanın bu krizden en çok sorumlu olan bölgelerindeki insanlar, başka bakış açılarının var olduğunu ve onları dinlemeye başlamaları gerektiğini anlamalı.Çünkü ekolojik kriz söz konusu olduğunda -diğer pek çok konuda olduğu gibi- zengin ekonomilerde yaşayan birçok insan, hala dünyayı yönetiyormuş gibi davranıyor.

Küresel kuzey, karbon bütçemizin geri kalanını – yani küresel ısınmayı 1,5 derecenin altında tutma şansımızı yüzde 67’ye çıkarmak içintopluca salabileceğimiz maksimum CO2 miktarını– harcayarak, bugünün yanı sıra geleceği de çalıyor.

Üstelik sadece kendi çocuklarından değil, hepsinden öte, dünyanın en çok etkilenen bölgelerinde yaşayan ve çoğu, diğerleri için çok basit olan en temel modern altyapıya bile sahip olmayanlardan çalıyor. Ve yine de bu son derece ahlaksız hırsızlık, sözde gelişmiş dünyanın söyleminde bile yer bulmuyor.

Dünyayı kurtarmak gönüllülük esasına dayanıyor Buna ahlaki açıdan karşı çıkabilirsiniz, ancak şu gerçek değişmez: Herhangi birini Dünya gezegenindeki yaşam koşullarımızı korumak için gerekli adımları atmaya zorlayacak hiçbir yasa veya kısıtlama yok.

Bu durum pek çok açıdan sorunlıu. Çünkü öncelikle – her ne kadar kabul etmekten nefret etsem de – Beyoncé yanılıyor: Dünyayı kızlar yönetmiyor. Dünya, olitikacılar, şirketler ve finansal çıkarlar tarafından yönetiliyor ve bunla da çoğunlukla beyaz, ayrıcalıklı, orta yaşlı, heteroseksüel cis erkekler tarafından temsil ediliyor. Çoğunun da bu iş için hiç de uygunolmadığı ortaya çıkmış durumda.

Bu sürpriz değil, çünkü sonuçta, bir şirketin amacı dünyayı kurtarmak değil, kar etmektir. Daha doğrusu, hissedarları ve piyasa çıkarlarını mutlu etmek için mümkün olduğu kadar çok kar elde etmektir.

Bu, bizi siyasi liderlerimizle baş başa bırakıyor. İşleri iyileştirmek için harika fırsatları olsa da, ana önceliklerinden birinin dünyayı kurtarmak olmadıüğı aşikar.

Sözde liderlerimizin saçmalıklarını söyleyip durmak bana keyif vermiyor. İnsanların iyi olduğuna inanmak istiyorum. Ancak bu alaycı oyunların gerçekten sonu yok gibi görünüyor.

Bir politikacı olarak hedefiniz gerçekten iklim krizi üzerinde harekete geçmekse, o zaman kesinlikle ilk adımınız, soruna tam bir genel bakış elde etmek için gerçek emisyonlarımız için doğru rakamları toplamak ve oradan gerçek çözümlere bakmaya başlamak değil midir? Bu aynı zamanda size gerekli olan değişiklikler, bunların ölçeği ve ne kadar hızlı bir şekilde uygulanmaları gerektiği hakkında size kabaca bir fikir verecektir.

Ancak bu, herhangi bir dünya lideri tarafından yapılmadı, hatta önerilmedi bile. Dolayısıyla politikacılarımız iklim krizini çözmemiz gerektiğini söylediğinde, onlara hangi iklim krizinden bahsettiklerini sormalıyız. Tüm emisyonlarımızı içeren kriz mi yoksa sadece bir kısmını içeren kriz mi?

Politikacılar daha ileri gidip iklim hareketini ‘sorunlarımıza çözüm üretmemekle’ suçladıklarında, onlara hangi sorunlardan bahsettiklerini sormalıyız. Tüm emisyonlarımızın neden olduğu sorun mu yoksa sadece dış kaynak kullanmayı başaramadıkları veya istatistiklerde gizleyemedikleri sorun mu? Çünkü bunlar tamamen farklı konular.

Politikacılarımızın harekete geçmek için başka birini beklemesine gerek yok. Konferanslara, anlaşmalara, uluslararası anlaşmalara veya dış baskıya da ihtiyaçları yok. Hemen başlayabilirler. Toplumlarımızı kökten değiştirmemiz gerektiği konusunda konuşmak ve net bir mesaj göndermek için sonsuz fırsatlara, uzun süredir sahipler. Yine de, çok az istisna dışında çoğu aktif olarak bunu yapmamayı seçiyor. Bu ahlaki bir karardır ve gelecekte sadece onlar pahalıya mal olmayacak,aynı zamanda tüm gezegeni riske atacak.

Şu anda, yüzyılın sonuna kadar 3,2 derece daha sıcak bir dünyaya sahip olma yolunda ilerliyoruz. Üstelik bu bile, ülkeler, sahip oldukları tüm politikaları, -genellikle kusurlu ve eksik bildirilen rakamlara dayanan- politikaları yerine getirirse mümkün. Ancak çoğu durumda bunu bile yapmaya yakın değiller.

BM genel sekreteri António Guterres’in 2021 sonbaharındaki sözleriyle, “görünen o ki iklim eylem hedeflerimize ulaşmamıza ışık yılı uzaktayız”. Ayrıca buna, tüm bu bağlayıcı olmayan taahhütler ve vaatleri yerine getirme konusunda önceki başarısızlık sicilimizi de ekleyelim.

Tüm iklim eylem planlarımızı gerçekleştirsek bile, yine de başımız belada . 2050’ye kadar net sıfır, çok az, çok geç. Kaderimizi gelişmemiş teknolojilerin ellerine bırakmak için kaybedecek çok şeyimiz var.

Gerçek sıfıra ihtiyacımız var. Ve dürüstlüğe. En azından, liderlerimizin tüm gerçek emisyonlarımızı hedeflerimize, istatistiklerimize ve politikalarımıza dahil etmeye başlamasına ihtiyacımız var. Bunu yapmadan belirsiz, gelecekteki hedeflerden bahsetmek, dikkat dağıtıcı bir zaman kaybından başka bir şey değildir.

Mükemmelin, iyinin düşmanı olmasına izin vermememiz gerektiğini söylüyorlar. Ancak, “iyi”, bizi güvende tutmakta başarısız olmakla kalmayıp, aynı zamanda ihtiyaç duyulandan bu kadar uzak olduğunda, yalnızca komedi malzemesi -kapkara bir komedi- olarak tanımlanabildiğinde tam olarak ne yapalım?

Uzlaşmamız gerektiğini söylüyorlar. Sanki Paris Anlaşması zaten dünyanın en büyük uzlaşması değilmiş gibi: En çok etkilenen insanlar ve bölgeler için düşünülemez miktarlarda acıyı zaten garantilemiş olan bir uzlaşma.

“Yeter artık” diyorum. ” Geri adım atmayın” diyorum. Sözde liderlerimiz hala fizik bilimiyle ve doğa kanunlarıyla pazarlık yapabileceklerini düşünüyor. Çiçekler ve ormanlarla, doları ve kısa vadeli ekonomi dilinde konuşuyor. Vahşi hayvanları etkilemek için üç aylık gelir raporlarını gösteriyor. Aptal gibi okyanusun dalgalarına borsa analizi okuyorlar.

Bir uçuruma yaklaşıyoruz. Ve beyinleri henüz ‘yeşil yıkanmamış’ olanlarımıza, geri çekilmemeyi şiddetle tavsiye ediyorum. Bizi bir santim daha uçuruma  itmelerine izin vermeyelim. Bir milimetre bile. Çizgi tam burası, tam burada, şu anda çizdiğimiz yer.

You may also like

Comments

Comments are closed.