Ana Sayfa Blog Sayfa 488

[Seçim Günlüğü] İmamoğlu’na saldırıyla ilgili gözaltına alınan dokuz kişi daha serbest bırakıldı

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Erzurum’daki konuşması sırasında çıkan olaylara ilişkin gözaltına alınıp adliyeye sevk edilen dokuz şüpheliden biri savcılık sonrası, sekizi ise adli kontrol şartıyla olmak üzere serbest bırakıldı.

Daha önce gözaltına alınan 15 kişi de serbest kalmıştı.

İmamoğlu’nun 7 Mayıs akşamı Erzurum Kent Meydanı’nda yaptığı konuşması sırasında kalabalık bir grup tarafından taşlı saldırı yapılmış; çıkan olaylarda İmamoğlu’nun içinde bulunduğu otobüsün camları kırılmış, 17 kişi de atılan taş ve pet şişelerin isabet etmesi sonucu yaralanmıştı.

İmamoğlu’nun Erzurum mitingine taşlı sopalı saldırı

Bir gün sonra İl Emniyet Müdürlüğü ekipleri, kamera kayıtlarını inceleyip 16 kişiyi tespit etti. Şüphelilerden 15’i gözaltına alındı. Emniyetteki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edilen şüphelilerden biri savcılık ifadesinin ardından, diğerleri ise çıkarıldıkları mahkemece adli kontrolle serbest bırakıldı.

Erzurum’daki taşlı saldırıyla ilgili gözaltına alınan 15 kişi serbest bırakıldı

Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı koordinesinde, İl Emniyet Müdürlüğü ekiplerince yürütülen çalışmalar kapsamında kamera kayıtları sonrası olayla ilgili dokuz şüpheli daha tespit edildi. Dün dokuz şüpheli yakalanarak gözaltına alındı. Adliyeye çıkarılan dokuz şüpheliden biri savcılık sonrası, sekizi ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

Olaya karıştığı tespit edilen bir kişinin yakalanması için de çalışmalar sürüyor

İklim krizi: Ani kuraklıklar küresel ölçekte hız kazanıyor

Britanya’daki Southampton Üniversitesi ve Çin’deki Nanjing Bilgi Bilimi ve Teknolojisi Üniversitesi‘nden araştırmacılar, iklim değişikliği etkisiyle yavaş kuraklık süreçlerinden ani kuraklıklara doğru bir geçiş yaşandığını ortaya koydu. Bu durum sıcak hava dalgaları ve orman yangınlarının için uygun koşullar oluşturuyor.

Science Dergisi’nde yayımlanan ve “İklim değişikliği sebebi ile ani kuraklıklara küresel geçiş” başlıklı araştırmada, mevsimsel kuraklıklar, toprak nemindeki azalmanın başlangıç hızına göre, ani kuraklıklar ve yavaş kuraklıklar olarak ayrıldı ve kuraklıkların son 64 yıldaki yerel gelişme mevsimleri boyunca küresel dağılımları incelendi.

Sonrasında ise ani kuraklıkların sayısının toplam mevsimsel kuraklığa oranındaki küresel eğilim ile mevsimsel kuraklıkların başlangıç hızındaki küresel eğiliminin insan kaynaklı iklim değişikliği ile olan ilişkisine bakıldı.

Fotoğraf: Michele Novaga/ AA

Ayrıca elde edilen eğilimlerin, Birleşmiş Milletler (BM) bünyesindeki Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (IPCC) iklim değişikliğine uyum için aşırı hava olayları ve felaketlere karşı risklerinin yönetilmesi üzerine yayınladığı SREX raporunda işaret edilen bölgelere göre nasıl değiştiği üzerine çalışıldı.

‘Nemli bölgelerde’ daha çok görülüyor

Ani kuraklıkların, mevsimsel kuraklık olaylarına ve mevsimsel kuraklık başlangıç hızına oranlandığı çalışmada, bu tür kuraklıkların nemli bölgelerde daha çok görüldüğü ortaya çıktı. Ayrıca ani kuraklıkların genel olarak 30-45 gün, yavaş kuraklıkların ise 40-60 gün sürdüğü kaydedildi.

Çalışma, yüksek ani kuraklık oranlarına sahip bölgelerde, yağış kıtlığı ve topraktaki hızlı su kaybıyla bağlantılı olarak daha hızlı kuraklık başlangıçları yaşandığını gösterdi. Avrupa, Kuzey Asya, Çin’in güneyi Kuzey Amerika’nın doğusu ve kuzeybatısı gibi nemli bölgelerde ani kuraklıkların yaşanmasının daha olası olabileceği belirtildi.

Fotoğraf: Adri Salido /AA

Kuraklık başlangıç hızı artıyor 

Karasal su kaybının ısınan bir iklimde arttığı hipotezinden yola çıkan araştırmacılar, kuraklık başlangıcının küresel olarak hız kazandığını belirtti;  küresel olarak ani kuraklık oranında ve mevsimsel kuraklıkların başlangıç hızında bir artış eğilimi olduğuna işaret etti. Bu durum, mevsimsel kuraklıkların daha hızlı geliştiğini ve küresel ölçekte yavaş kuraklıklardan ani kuraklıklara bir kayış yaşandığını gösteriyor.

Küresel olarak kayda değer bir şekilde ani kuraklıklara geçişte özellikle SREX bölgelerinde yüzde 74’ün üzerinde bir oran dikkati çekerken bunların arasında en çok öne çıkan bölgeler Doğu ve Kuzey Asya, Avrupa, Sahra ve Güney Amerika’nın batı kıyıları oldu. Mevsimsel kuraklıkların başlangıç hızında ise Kuzey Asya, Avustralya, Avrupa ve Güney Amerika’nın batı kıyılarında ciddi bir artış yaşandığının altı çizildi.

Öte yandan kuraklık başlangıç hızında artış yaşarken ani kuraklık oranında düşüş yaşayan bölgelerin yavaş kuraklıklardan ani kuraklıklara geçişlerinin istikrarlı olmayabileceği aktarıldı.

Örneğin Doğu Afrika, Kuzey Doğu Brezilya ve Kuzey Amerikanın batısı ani kuraklık oranlarında tarihi bir düşüş yaşasa da hem ani kuraklık hem de yavaş kuraklıkların sıklığında bir artış yaşıyor. Bu bölgelerin, kuraklık başlangıç hızı artışında belirli bir seviyeye geldiklerinde, daha devamlı bir geçiş yakalayabilecekleri belirtildi. Öte yandan Kuzey Amerika’nın doğusu, Güney Amerika’nın güneyi ve Güneydoğu Asya gibi bölgelerde ise ani kuraklık ve yavaş kuraklık sıklığında düşüş olurken kuraklık başlangıç hızında artış yaşandığı kaydedildi.

Çalışmada Amazonlar ve Batı Afrika hariç, tüm bölgelerde ani kuraklık oranında ve mevsimsel kuraklık başlangıç hızında artış gösteren bir eğilim olduğu kaydedildi.

Fotoğraf:  Yassine Gaidi/AA

‘Emisyonlar ‘makul seviyede’ yükselse bile ani kuraklıklar artacak’

Çalışmada ayrıca 2015’ten 2100 yılına kadar karbon emisyonunun makul bir seviyede gerçekleştiği bir senaryoda dahi SREX raporunda belirtilen bölgelerin neredeyse hepsinde ani kuraklık oranlarında ve mevsimsel kuraklıkların başlangıç hızında artış gösteren bir eğilim olduğu gösterildi. Yüksek karbon emisyonunun gerçekleşeceği varsayılan senaryolarda ise bu bölgelerin çoğunda kuraklık oranlarında ve mevsimsel kuraklıkların hızında artış eğiliminin oldukça güçlü olacağı öngörüldü. Yüksek karbon emisyon senaryosunun gerçekleşmesi halinde ani kuraklıkların çok daha hızlı başlayarak büyük riskler oluşturabileceği kaydedilerek bu durumun iklim adaptasyonu konusunda zorluklara yol açacağı uyarısında bulunuldu.

Fotoğraf: Yassine Gaidi/AA

Sıcak dalgaları ve orman yangınları için uygun koşullar ortaya çıkıyor

Çalışmada kuraklık oranlarında ve mevsimsel kuraklıkların başlangıç hızındaki artış, insan kaynaklı iklim değişikliği sonucu ortaya çıkan şiddetli yağış azalmaları ve topraktaki su kaybındaki artışa bağlanıyor. Bu durumun toprağın hızlı bir şekilde kurumasına ve böylelikle sıcak dalgaları için oldukça uygun koşulların ortaya çıkmasına yol açtığı ifade ediliyor.

Ani kuraklıkların bitkilerin büyümeleri üzerinde ciddi etkileri olabileceği belirtilen araştırmada bu tarz kuraklıkların orman yangınlarına da yol açabileceği vurgulanıyor.

Ani kuraklıklara geçişin, ekosistem üzerinde geri döndürülemez olumsuz etkilere yol açabileceği riskine dikkati çeken araştırmacılar, ani kuraklıklar için erken uyarıların sağlanabilmesine, doğal ekosistemin ve insanlığın bu durumdan nasıl etkileneceğini anlamak için yeni yaklaşımların geliştirilmesine ihtiyaç duyulduğunu söylüyor.

Kullandığımız tüm şekerlerde mikroplastik çıktı

Atıkların önemli kısmını plastikler, plastiklerin büyük kısmını da tek kullanımlık malzemeler oluşturuyor. Plastik atıklar, karasal ve sucul ekosistemleri önemli ölçüde etkileyerek canlıların devamlılığını bozuyor; karasal ve denizel ortamlarda dağılmış plastik atıkların daha küçük parçacık formu olan nano ve mikroplastikler insan vücuduna beslenme yoluyla veya havadan solunum yoluyla girip çeşitli sağlık sorunlarına neden olabiliyor.

TÜBİTAK‘ın projesi kapsamında toz şeker, pudra şekeri ve küp şekerdeki mikroplastik varlığını araştıran Sakarya Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Meral Yurtsever, Türkiye’de bir ilk olarak nitelendirdiği çalışması kapsamında 13 farklı markaya ait toz şeker,üç markaya ait küp şeker ve üç markaya ait pudra şekeri incelediğini söyledi.

AA’ya konuşan Yurtsever, mikroplastikleri incelerken Nil Red boyama tekniği kullandığını, bu teknikle parçacıkları boyayarak plastik olan parçacıkların belirgin şekilde ışıldama yaparak görünmesini sağladığını kaydetti. Araştırmasında beş milimetreyle bir mikrometre arasındaki plastik parçacıklarını incelediğini aktaran Yurtsever, sonuçlar hakkında şu bilgileri paylaştı:

“İncelediğimiz tüm şekerlerin 100 gramında ortalama 20 bin civarı mikroplastik tespit ettik. Toz şekerler ve pudra şekerleri plastik ambalajlarda satılıyor ama küp şekerler karton kutularda satılıyor. Buna rağmen küp şekerlerdeki mikroplastik varlığı hiç de diğerlerinden aşağı kalır gibi değildi. Bir küp şekerde yaklaşık 550 adet mikroplastik tespit ettik.”

Kirlenmiş toprakta yetişen bitkilerden geliyor

Yurtsever, incelediği şekerlerdeki mikroplastik kaynaklarını dört grupla sınırlandırdığı, tespit ettiği mikroplastiklerin; kirlenmiş toprakta yetişen bitkiden yani pancardan, ambalajdan, üretim süreçlerinden ve havadan kaynaklı olabileceğini ifade etti:

“Şeker ambalajlarından kaynaklı mikroplastik kirliliği olabilir ama üretim süreçlerinin de oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Üretim aşamasında bir plastik karışımı olabilir, proseslerden, kesmeden ya da diğer ekipmanlarla yapılan işlemlerden mikroplastik karışmış olabilir. Bunların dışında ülkemizdeki şekerler, şeker pancarından üretiliyor ve şeker pancarı depo köklü bitkiler grubunda. Depo köklü bitkilerin topraktaki sadece mikroplastiği değil, diğer toksik olabilecek maddeleri de bünyesine alabildiğini biliyoruz. Hatta toprakta arsenik varsa bu maddenin, mikroplastikleri, bitkinin köküne daha kolay ulaştırabildiğini tespit eden çalışmalar var.”

‘Farklı renklerde mikroplastik parçacıklarına rastladık’

Doç. Yurtsever, ambalaj kaynaklı mikroplastik tespitleri hakkında da şunları söyledi:  “İncelediğimiz şekerlerde, şekerin konulduğu poşetler beyaz ya da şeffaftı. Bu poşetlerden geçse geçse beyaz ya da şeffaf mikro plastikler geçebilirdi ama o şekerlerin içerisinde mavi, siyah, kırmızı, pembe, sarı, yeşil, akla gelebilecek neredeyse her renkte plastik parçacıklar, lifler de vardı. Poşetten geçecek olsaydı film ya da parçacık formunda daha fazla rastlamamız gerekirdi ama direkt tekstil liflerine işaret eden farklı renklerde mikroplastik parçacıklarına da rastladık.”

Özellikle tek kullanımlık plastik ve plastik katkılı ürünler, gizli mikroplastik kaynakları. Karton sanılan ancak plastik katkı içeren bir bardakta içilen şekerli poşet çay ile milyonları bulan sayıda mikroplastik ve nanoplastik yutulabilir.

Her bir karton bardaktan en az 25 bin mikroplastiğin suya geçebileceğini belirten Yurtsever,  “Bu bahsettiğim mikron altı boyutta yani nano mertebede milyonlarca plastik parçacığının o suya geçtiğini gösteren bir çalışma. Şekeri de incelediğimizde tek bir küp şekerin işte ortalama 2,7 gram olduğunu düşününce bir küp şeker yaklaşık 550 adet mikroplastik içeriyor. Yani bir karton bardakta poşet çayı ve şeker atarak içtiğimizde nano ve mikroplastik kirliliği milyonları bulabilir” diye konuştu.

‘Hayatımızdan plastikleri çıkarma zamanı geldi’

Plastik üretimin 1950’lerde yılda 2 milyon tonken, 2020 yılında 200 kat artarak 400 milyon tona yükseldi.

Doç. Yurtsever, plastiğin gıdalarda bulunmasının, toprağa, havaya, suya dağılmış olması ve bunun birikerek, artarak devam etmesi gelecek için büyük tehlike olduğuna dikkat çekti; “Hayatımızdan şekeri çıkaramayız ama plastikleri çıkarmanın zamanı geldi diye düşünüyorum” dedi.

Plastiklerin hem insan hem de hayvan sağlığı üzerine etkilerinin çalışmalarla kanıtlanmaya başladığını vurgulayan Meral Yurtsever, “Obeziteyle ilişkisini bildiren çalışmalar var. Mesela su kuşları plastikleri yuttuğunda bu, fibrozise yani plastikoz diye isimlendirilen bir hastalığa sebep oluyor. Çevremize baktığımızda tüm canlılarda ciddi bir problem yaşanabildiğini görüyoruz” ifadelerini kullandı.

Yurtsever, plastik üretimi ve tüketimini sonlandırabilmek için doğada çözünebilen alternatif ürünlerin ekonomik fiyatlarla tüketiciye sunulması gerektiğini dile getirdi

LGBTİ+ dernekleri: Seçim kampanyalarına hakim nefret dili son derece tehlikeli

14 Mayıs’ta yapılacak olan Cumhurbaşkanı ve 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimi yaklaşırken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve diğer Cumhur İttifakı siyasetçileri seçim kampanyasında sıkça LGBTİ+ karşıtı politikalar ortaya koyuyor.

Millet İttifakı‘nın ortak mutabakat metninde ise LGBTİ+ haklarını kapsayan bir vaat olmadığı gibi, parti liderlerinin LGBTİ+’lar hakkında beyanlarında bir görüş birliği de bulunmuyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, özellikle nisan ayından itibaren Millet İttifakı’nın LGBTİ+ savunucusu olduğuna dair çok sayıda açıklamada bulundu. Erdoğan çoğu konuşmasında Millet İttifakı’nı “LGBT’ci olduklarını kabul etmeye” çağırdı.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da 16 Nisan’da, “Biz gideceğiz de kim gelecek? Bu LGBT’ciler gelecek. Aynı cinslerin evlenmesini isteyenler gelecek” dedi.

‣ İnsan Hakları İzleme Örgütü Türkiye Raporu: Hükümet seçim öncesi baskıyı artırdı

Millet İttifakı’nın LGBTİ+ haklarına ilişkin tutumu ise, liderlerin geçmişte bireysel olarak yaptığı bazı açıklamaların ötesine geçmemişti.

Son olarak Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Mansur Yavaş, Mersin mitinginde Süleyman Soylu’ya cevaben, “Sürekli fantezilerini anlatıyor” dedi ve LGBTİ+ derneklere izin verdiklerini aktardı:

“Ben bunların LGBT karnesini açıyorum. Türkiye’de 2002’den sonra bir sürü LGBTİ+ derneği kurulmuş. 14 tane kurulmuş. Bunlardan yedisi Süleyman Soylu döneminde. LGBT oteli açılmış. En göze çarpan da şu… Müslüman Eşcinseller Derneği‘ne de izin vermişler.”

Yavaş ayrıca Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım ve Kerimcan Durmaz’la ilgili iddialarla ilgili olarak, “Görüyorsunuz; Okşan’lar, Kerimcan’lar yüzüyor. Bir de bize ahlâk dersi veriyorlar” dedi.

BBC Türkçe‘nin aktardığına göre, LGBTİ+ dernekleri seçim kampanyasına hakim olan bu dilin son derece tehlikeli olduğunu söylüyor.

Fotoğraf: Serra Akcan / csgorselarsiv.org
‣ TRT’de LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemli seçim propagandası

‘LGBTİ+’lar eşit yurttaşlardır’

Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği’nden Zarife Akbulut, LGBTİ+’lara karşı yürütülen kin ve nefret siyasetinin iktidarın bir propaganda aracına dönüştüğünü söylüyor.

LGBTİ+’ların toplumsal kutuplaşmanın bir aracı olarak kullanıldığını düşünen Akbulut, iktidarın kendi kitlesini kemikleştirmek için bu dili kullandığını belirtiyor.

Buna karşın muhalefet partilerinin de bu “nefret diline” karşı politika üretemediğini ve oy kaybı çekincesiyle hareket ettiklerini değerlendiriyor:

“Biz hem hakları olan politik özneleriz hem de bu partilerin seçmeniyiz, eşit yurttaşlarız. Buna dair politika üretilmesini bekliyoruz. Hiç değilse bir açıklama bekliyoruz.”

Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Alevilik ve Kürt meselesi gibi tartışmalı konularda yaptığı açıklamaları hatırlatan Akbulut, “İktidarın bizi sıkıştırdığı alanda kalmak zorunda değiliz” diyor.

Fotoğraf: Fulya Oral / csgorselarsiv.org
‣ Cinsel yönelimin bilirkişisi olarak konuşan ürologdan, vekillerin homofobi yarışına…

‘Biz kime güveneceğiz?’

Ankara Gökkuşağı Aileleri Derneği’nden Nedime Erdoğan, LGBTİ+’lara yöneltilen ayrıştırıcı dilin siyasetin temel politikası haline geldiğini söylerken, toplumsal nefretin kışkırtıldığını düşünüyor.

İktidarın 20 yıllık dönemi boyunca bu amacı güttüğünü söyleyen Erdoğan, muhalefet partilerinin de kendilerini LGBTİ+ karşıtı konumlamasının “çok yaralayıcı” olduğunu ifade ediyor.

Erdoğan, muhalefet partileri doğrudan LGBTİ+ karşıtı bir dil ya da politikada üretmese de Cumhur İttifakı’nın çıkışlarına karşı “kaçamak davrandıklarını” belirtiyor:

Muhalefet evet belki olumsuz bir nefret söylemi üretmiyor ama dürüstçe ve sahiplenerek LGBTİ+’ların var olduğunu söylemiyorlar. Bazen de onların söylemini yeniden üretiyorlar. O zaman LGBTİ+’lar gerçekten kime güvenecek? Biz aileler kime güveneceğiz? Hangi gruba güveneceğiz? Gerçekten içeriden düşünen, bizi sahiplenen, ne olduğunu anlamaya çalışarak kendini değiştirmeye çalışan siyasi partiler yok.

LGBTİ+ çocuklarının güvenliği ve geleceğinden korktuklarını söyleyen Erdoğan, tüm bunların LGBTİ+’ları eşit yurttaş olarak görememenin bir sonucu olduğunu düşünüyor.

Fotoğraf: Meltem Ulusoy / csgorselarsiv.org
‣ Diyarbakır Newrozu’nda homofobik saldırı: LGBTİ+’lar Newroz tertip komitesini göreve çağırıyor

Geçmişten bugüne kısıtlamalar

Hak savunucuları, özellikle 2015 yılından itibaren hükümetin çok açık bir biçimde LGBTİ+’lara karşı nefret politikası yürütmeye başladığını belirtiyor.

Akbulut, “Hem kriminalize etmeye çalıştı hem de etkinliklerini yasakladı, yürüyüşlerde gözaltına alarak hem yürüyüş gösteri hakkının hem de örgütlenme hakkının önüne geçmeye çalıştı” diyor.

Onur Yürüyüşleri ilk olarak 2015 yılında İstanbul‘da yasaklandı ve sonra bütün illerde her yıl benzer kararlar alındı. 2017-2019 arasında Ankara’da LGBTİ+’ların film gösterimi vb. dahil olmak üzere bütün etkinlikleri yasaklandı. 2022 yılında çeşitli ketlerdeki Onur Yürüyüşlerinde toplamda 500’e yakın kişi gözaltına alındı.

Güzel de siyasilerin LGBTİ+ karşıtı söylemlerinin seçim sürecinden öncesine dayandığını söylüyor:

“Boğaziçi protestolarında Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü’nün kapatılması sürecinde LGBTİ+ varoluşların kriminalize edildiğini ve öğrenci topluluklarının, sivil toplum örgütlerinin sanki bir suç örgütüymüş gibi yansıtıldığı günler hafızalarımızda yer etti. Diyanet İşleri Başkanı’nın Cuma Hutbesinde LGBTİ+ varoluşlar pandeminin sebebi olarak gösterildi. Ardından ‘lezbiyen, mezbiyen’, ‘LGBT yok böyle bir şey’ gibi iktidar bloğunun sözlerine şahit olduk. Sağ popülist söylemlerin artış yaşadığı zamanlar olarak kayda geçti bunlar.”

Akabinde geçen yıl 15 farklı şehirde LGBTİ+ karşıtı mitingler düzenlendi.

Fotoğraf: meltem ulusoy / csgorselarsiv.org
‣ LGBTİ+’lara karşı nefret bu kez de Konya’da yürütüldü

‘Ailenin ne demek olduğunu topluma gösteriyoruz’

Siyasette LGBTİ+ karşıtı söylemlerin başını “aile bütünlüğü” temalı argümanlar çekiyor. LGBTİ+’ların toplumdaki geleneksel aile yapısına karşı bir tehdit olduğu ediliyor.

Ankara Gökkuşağı Aileleri Derneği’nden Nedime Erdoğan ise LGBTİ+’lara haklarını teslim etmenin aileye zarar vermek değil, bilakis aile olmanın bir gereği olduğunu savunuyor:

LGBTİ+’lar başta kendi ailelerine karşı olmak üzere var oluş mücadelelerini her alanda sürdürüyorlar ve biz ebeveynler de onlara destek oluyoruz. Bir ebeveyn olarak da ailelerin çocuklar üzerinde yarattığı yaraları da görmezden gelemem. LGBTİ+’lar aileyi yok ediyor diyorlar. Biz aksine çocuklarımızın yanında durarak, ailenin ne demek olduğunu hem çocuklarımıza hem topluma gösteriyoruz, ailelerimizi koruyoruz.

Fotoğraf: Serra Akcan / csgorselarsiv.org
‣ Esmeray Özadikti: Bir ceylan gibi o çakalların gözünün içine bakarak hesap soracağım

‘Kim daha LGBTİ+?’ siyaseti

Kaos GL’den Defne Güzel’e göre de seçim süreciyle beraber LGBTİ+’lara dönük nefret söylemleri bir seçim propagandası haline geldi.

LGBTİ+’lar için son derece güçsüzleştirici bir üslup kullanıldığını söyleyen Güzel, siyasi partilerin LGBTİ+ karşıtı söylemlerle oy devşirme yarışına girdiğini değerlendiriyor.

“Kim daha LGBTİ+?” siyasetinin ise LGBTİ+’ların maruz bırakıldıkları hak ihlallerini görünmez kıldığını düşünüyor:

Yeniden Refah Partisi, LGBTİ+ derneklerini kapatacağını seçim vaadi olarak duyurdu. LGBTİ+ hakları bakımından olumlu adımlar atan, yaşam tarzına devletin karışamayacağı yönünde beyanlar veren Millet İttifakı bileşenleri bu sözlerini bir kenara bırakıp adeta Cumhur İttifakı ile ‘Kim daha LGBTİ+?’ yarışına girdi. İYİ Parti seçim bildirgesinde ayrımcılıkla mücadele vaadi veriyor. Yeşil Sol ve TİP de öyle. Meselenin bu kısmına odaklanmak ve LGBTİ+’ları ihlaller karşısında güçlendirmek muhalefetin yapabileceği en önemli adımlardan biri.

‣ ‘Aile’ öne sürülerek yaygınlaştırılan LGBTİ+ nefreti bu kez Urfa’da yürüdü

[COP28’e doğru] Ülkeler fosilden çıkış ve karbon yakalama konusunda iki cepheye ayrıldı

Kasım ayında yapılacak olan BM Taraflar Konferansı (COP28) öncesinde gündem belirleme çalışmaları için bir araya gelen hükümetler, fosil yakıtların aşamalı olarak kaldırılması ve enerji geçişinde karbon yakalamanın rolü konusunda iki cepheye ayrılmış durumda.

Climate Home‘un aktardığına göre, yaklaşık 40 ülkenin bakanı, bu yılki iklim zirvesi öncesinde müzakereleri başlatmak üzere Berlin‘de bir araya geldi.

Konferansa en sahipliği yapan Birleşik Arap Emirlikleri’nden (BAE) COP28 başkanı Sultan Al Jaber “fosil yakıt emisyonlarının” aşamalı olarak kaldırılmasını destekleyerek tartışmaların gidişatını belirledi. Al Jaber’in ifadeleri, fosil yakıtların kullanımına yer bırakmak olarak yorumlandı.

Fosil yakıtlar yerine “emisyonların” aşamalı olarak azaltımı ifadesi, karbon yakalama ve depolama (CCS) teknolojisi ile emisyonlar atmosferden çıkarıldığı sürece, fosil yakıtların sürekli kullanımına açık kapı bırakılması anlamına geliyor.

COP28 Başkanı Sultan Al Jaber. Fotoğraf: AFP
‣ COP28’e doğru: Kayıp ve zarar fonu için Geçiş Komitesi ilk kez bir araya geldi
‣ BAE’deki zirvede fosil yakıt endüstrisinden yetkililer de çalışacak

İklim hedeflerine en büyük direniş petrol üreticilerinden

Resmi kayıtlara göre, sonraki görüşmeler sırasında birkaç ülke “önemli bir emisyon kaynağı olarak fosil yakıtların kademeli olarak ortadan kaldırılması” gereğinin altını çizdi. Öneriyi yapan ülkelerin isimleri resmi belgelerde yer almazken, diğer kaynaklar bunların arasında Avrupa Birliği, Şili, Kolombiya ve küçük ada ülkelerinin yer aldığını söylüyor.

Kayıtlarda, söz konusu ülkelerin “fosil yakıtların şu anda en uygun fiyatlı enerji türü olduğunu” öne süren diğer hükümetlerin muhalefetiyle karşılaştığına yer veriliyor.

Görüşmelerde, fosil yakıtlardan kesin olarak aşamalı çıkış önerisine karşı en büyük direniş Suudi Arabistan’ın başı çektiği petrol üreticisi ülkelerden geldi.

Kaynaklar, ABD‘nin de daha ılımlı bir pozisyon alarak, fosil yakıtlardan çıkış taahhüdünü desteklemediğini, Al Jaber’in fosil yakıtlardan ziyade “fosil yakıt emisyonlarına” odaklanma önerisini vurguladığını aktardı.

Bu görüşteki hükümetler, özellikle de yenilenebilir enerji kurulumunun “yüksek bir ön maliyete” yol açacağı gelişmekte olan ülkeler için emisyonlara odaklanma önerisinin geçerli olduğunu savundu.

Öte yandan Uluslararası Enerji Ajansı, dünya ülkelerinin önemli bir çoğunluğunda elektrik üretimi için en ucuz seçeneklerin kamu hizmeti ölçeğinde güneş ve kara rüzgarı olduğunu vurguluyor.

fosil

‣ BAE’den iklim konferansı öncesi uyarı: Protesto etmeyin, şirketleri eleştirmeyin

Fosilden çıkış savaşı

Birçok ulustan oluşan geniş bir koalisyon, COP28’de “fosil yakıtların aşamalı olarak kaldırılmasına” yönelik bir anlaşmaya gidilmesi için baskı oluşturuyor. Bu görüşteki ülkeler, geçen yıl Mısır‘da yapılan iklim zirvesinin tekrarlanmasından kaçınmaya çalışıyor.

Görüşmede 80’i aşkın ülkeden oluşan bir ittifak, bu taahhüdün nihai ortak deklarasyona dahil edilmesini istedi. Ancak Suudi Arabistan, İran ve Rusya gibi fosil yakıtı üreticisi devletler önergeye karşı çıktı.

Suudi Arabistan’ın baş müzakerecisi Albara Tawfiq, genel kurul toplantısında BM iklim sözleşmesinin “emisyonların kaynağına değil, emisyonlara odaklanması gerektiğini” kaydetti.

Tartışmaların nihai metine yansımaması için anlaşmaların tüm ülkeler tarafından imzalanması gerekiyor.

fosil

‣ Sivil toplum’dan BM’ye mektup: COP28’i fosil yakıt şirketi CEO’su yönetemez

Al Jaber’in gündemi: Fosil yakıt yatırımlarını artırmak

Görüşmeler süresince BAE’nin COP28 başkanı, Petersberg İklim Diyalogları platformunu kasım sonunda yapılacak zirvenin gündemini belirlemek üzere kullandı.

Kapanışta yapılan basın toplantısında Sultan Al Jaber, fosil yakıtların “öngörülebilir gelecekte küresel enerji gereksinimlerinin karşılanmasına yardımcı olmada” bir rolü olduğu görüşünü dile getirdi.

Al Jaber’in ifadeleri, bazı gözlemcilerin BAE’nin devlete ait fosil yakıt devi Adnoc şirketinin başındaki Al Jaber’in COP28 başkanlığı görevine atanmasına dair endişelerini artırdı. Adnoc, önümüzdeki beş yıl boyunca petrol ve gaz kapasitesine yapılan yatırımlarını artırmayı planlıyor.

fosil
COP28 Başkanı Sultan Al Jaber. Fotoğraf: AFP
‣ COP28’in başkanı petrol şirketi CEO’su Al Jaber oldu: Ya kenara çekilsin ya istifa etsin!

CCS çıkmazı

Berlin’deki tartışmalarda karbon emisyonlarını azaltmada “teknik çözümlerin” rolüne de yer verildi. Başkanın görüşme özetinde, “Bazı temsilciler, mevcut fosil yakıt tesisleri için daha geniş çaplı karbon yönetimi teknolojilerinin uygulanmasını destekleme ihtiyacını dile getirdi” ifadeleri yer aldı.

Ancak diğer hükümetlerin “maliyet, belirsiz zaman çizelgeleri, geçişin ertelenmesi potansiyeli ve çevresel etkilere ilişkin endişeler nedeniyle” dikkatli olunması çağrısında bulunduğu kaydedildi.

Geçen hafta Avrupalı bir yetkili Climate Home‘a yaptığı bir açıklamada, “CCS lehine en güçlü seslerin şu anda fosil ihraç eden ülkelerden çıktığını” söyledi.

Karbondan arındırılması zor olan bazı sektörlerde CCS’nin kilit rol oynayacağını belirten yetkili, “Ama bu şimdilik pahalı bir seçenek, lüks bir teknoloji” dedi ve yenilenebilir enerji ile enerji verimliliğinin “en uygun fiyatlı ve halihazırda mevcut emisyon azaltım teknolojileri” olduğunu ekledi.

fosil
Fotoğraf: AP
‣ Araştırma: Isınmayı 2°C ile sınırlandırmak MENA’daki ısıya bağlı ölümleri yüzde 80 önleyebilir

CCS: Oyalama mı, sorunun anahtarı mı?

Hâlâ oldukça pahalı bir teknoloji olan CCS, büyük ölçekte kanıtlanmamış durumda.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (IPCC) bilim insanlarına göre, CCUS ile bir ton karbondioksitin yakalanması 50 ila 200 ABD dolarına (975 ila 3900 TL) mal oluyor. Fosil yakıtların yerine yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş ise genellikle tasarruf sağlıyor.

Pek çok iklim savunucusu bu teknolojileri, fosil yakıt şirketlerine iklime daha fazla zarar verecek kömür, petrol ve gaz çıkarmaya devam etme ruhsatı sağlayan bir “oyalama” olarak görüyor.

Ancak IEA’nın başkanı Fatih Birol, CCS teknolojilerinin “temiz enerjiye geçişimizin güvenli ve sürdürülebilir olmasını sağlamak için kritik” olduğunu belirtiyor.

[Seçim Günlüğü] Yurt dışından seçime rekor katılım

14 Mayıs’ta gerçekleştirilecek Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento Seçimleri’nde, yurt dışı kütüğüne kayıtlı seçmenler, 27 Nisan’dan bu yana oylarını kullandı. 73 ülkedeki 151 temsilcilikte ve 16 merkezde oy kullanıldı. Şu ana kadar kullanılan toplam oy sayısı 1 milyon 817 bin 10 oldu.

9 Mayıs saat 23.00 itibarıyla dış temsilciliklerde kullanılan oy sayısı 1 milyon 691 bin 531’i bulurken gümrük kapılarında ise 125 bin 479 oy kullanıldı.

Toplam kullanılan oy sayısı, yurt dışında bulunan tüm seçmen sayısının (3 milyon 416 bin 150) yüzde 53,18’ine tekabül ediyor.

Yurt dışı sandıklarında 2023 seçimlerinde görev almak üzere yaklaşık 4 bin 500 kamu personeline ihtiyaç duyuldu. 302 Dışişleri Bakanlığı personeli de Sandık Saklama ve Ulaştırma Komisyonlarında görev aldı.

Oy pusulalarının dış temsilciliklere gönderilmesi ve kullanılan oyların Türkiye’ye getirilmesi için 286 kişi diplomatik kurye olarak görev aldı.

‘Rekor katılım sayısına ulaştık’

Dışişleri Bakan Yardımcısı Yasin Ekrem Serim, sosyal medya hesabından “Teşekkürler…” mesajını paylaşarak Türkiye’nin dış temsilciliklerinde açılan sandıklarda oy verme işleminin tamamlandığını duyurdu.

Serim, “Geçmiş seçimlere göre yurt dışında rekor bir katılım sayısına ulaştık. Demokrasi şöleni havasında cereyan eden oy verme işlemine aktif katılımınız ve en temel demokratik hakkınızı sandığa yansıttığınız için şükranlarımızı sunuyoruz” dedi.

Yasin Ekrem Serim, oy verme işlemlerinin 14 Mayıs saat 17.00’a kadar devam edeceğini bildirdi.

‣[Seçim Günlüğü] YSK’dan kritik karar: Yurt dışı sandık kurullarında HDP yerine MHP olacak 
‣[Seçim Günlüğü] Beş günde 697 bin 577 seçmen oy kullandı 

2015’te seçime katılma oranı yüzde 32,5 idi

2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri:

  • Seçime katılım oranı: yüzde 18,94
  • Temsilcilik sayısı: 55 ülkede 105 temsilcilik
  • Sandık sayısı: 1186

7 Haziran 2015 25. dönem TBMM üyelikleri seçimleri şöyle sonuçlanmıştı:

  • Yurt Dışı Seçmen Kütüğü’ne kayıtlı seçmen sayısı: 2 milyon 863 bin 920
  • Oy kullanan seçmen sayısı: 918 bin 302
  • Sandık sayısı: 3 bin 664 
  • Boş/geçersiz oy sayısı: 13 bin 344
  • Seçime katılma oranı: yüzde 32,53 

24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimleri şöyle sonuçlanmıştı:

  • Kütüğe kayıtlı seçmen sayısı: 3 milyon 32 bin 206
  • Oy kullanan seçmen sayısı: 1 milyon 499 bin 392
  • Sandık sayısı: 7 bin 524
  • Boş/geçersiz oy sayısı: 20 bin 3
  • Seçime katılma oranı: yüzde 50.1 

24 Haziran 2018 27. Dönem TBMM üyelikleri seçimindeyse sonuç şöyleydi:

  • Oy kullanan seçmen sayısı: 1 milyon 502 bin 140
  • Boş/geçersiz oy sayısı: 19 bin 426
  • Seçime katılma oranı: yüzde 50,2 

2023 seçimleri

  • Yurt Dışı Seçmen Kütüğü’ne kayıtlı seçmen sayısı: 3 milyon 416 bin 150
  • Temsilcilik: 73 ülkede 151 temsilcilik
  • Sandık sayısı: 5 bin 114 

Depremden üç ay sonra: Bir çadırda beş kadın, dokuz bebek köpek yardım bekliyor

Haber: Jiyan ERKILIÇ

*

Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depremlerinin üzerinden 92 gün geçti. Depremzedeler hala çadırlarda zorlu yaşam koşullarıyla mücadele ediyor.

Depremin en çok etkilediği kentlerin başında gelen Adıyaman’da yaşayan depremzede Ebru Dural, hasta annesi, kardeşleri, çocukları ve yavru köpekleriyle çadırda yaşıyor.

Dural, “Depremin en ağır etkilerini taşıyan kentlerden biriyiz. Depremin ilk günlerinden bu yana çadırda yaşıyoruz. Burada ihtiyaçlarımızı karşılayamıyoruz. Çocuklarımız ve annesiz kalan yavru köpeklerimiz için konteyner ya da ev istiyoruz” diye konuştu.

köpek
Fotoğraf: Jiyan Erkılıç

Depremin ilk dakikalarında yıkılan evlerinin enkazından sağ kurtulan Dural ailesi üç aydır çadırda yaşıyor. Zorlu hava koşulları karşısında zorluk çeken Dural ailesi de hala konteyner sırasını bekleyenlerden. Depremin ardından günlerce arabada yaşayan aile, yakıtlarının tükenmesinin ardından soğuk havada donmaktan ellerine geçen çadıra yerleşerek kurtulduklarını aktarıyor.

köpek
Fotoğraf: Jiyan Erkılıç
‣ Hatay’da bir aile, 100’e yakın depremzede hayvanla çadırını paylaşıyor

‘Annesi zehirlenen yavru köpeklerimiz ölmesin’

Ebru Dural yaşadıkları çadırda günlük ihtiyaçlarını karşılayamadıklarını vurgulayarak “Çadırda kalp hastası annem, kardeşim, kızım ve teyzemin kızı ile birlikte kalıyoruz. Ayrıca iki tane evcil hayvanımızdan biri geçen hafta doğum yaptı” diye konuştu.

köpek
Fotoğraf: Jiyan Erkılıç

Ancak köpeklerinin doğumdan birkaç gün sonra zehirlenerek öldüğünü aktaran Dural, “Şu an onun yedi yavrusu ve diğer evcil köpeğimiz de bizimle birlikte bir çadırda yaşıyor. Belki sütü gelir de yavrular ölmez diye diğer köpeğimize emzirtmeye çalışıyoruz” dedi.

köpek
Fotoğraf: Jiyan Erkılıç

Yavru köpeklerin ölmemeleri için zorlu koşullarda ailece ellerinden geleni yaptılarını aktaran Ebru Dural, yetkililere ve duyarlı vatandaşlara yardım çağrısı yaptı:

“Bu yavruların mama ihtiyacını karşılayamıyoruz. Annesi zehirlenen yavru köpeklerimiz ölmesin lütfen. Bu konuda yetkililerden destek bekliyoruz. Havaların ısınmasıyla zehirli hayvanlar, sinekler çadırlarımıza gelmeye başladı. Aldığımız gıda maddeleri bir günde, bazen birkaç saatte bozuluyor. Hem kendi ihtiyaçlarımızı hem de bu yavruların ihtiyaçlarını karşılayamıyoruz.”

köpek
Fotoğraf: Jiyan Erkılıç

‘Acilen bir konteynere ihtiyacımız var’

Haftalardır valiliğe yaptıkları konteyner başvurusundan henüz bir dönüş alamadıklarını dile getiren Dural, yetkililere ve hayırseverlere seslenerek “Deprem sonrası evden sadece üzerimizdeki kıyafetlerle ancak canımızı kurtardık. Şu anda başta bir ev ortamı olmak üzere, olmazsa da şimdilik konteyner ve diğer yaşam malzemelerine ihtiyacımız var” dedi.

köpek
Fotoğraf: Jiyan Erkılıç

Ebru Dural, şunları aktardı:

Şu anda annem hasta ve benim de küçük bebeğim var; maalesef çalışamayacak durumdayım. Valiliğe birkaç kez konteyner başvurusunda bulunduk, sıradasınız denildi ama henüz bir dönüş yapılmadı. Üç ayı çadırda geride bıraktık. Çocuklarımız ve yavru köpeklerimiz için acilen bir konteynere ihtiyacımız var. Umarım bir an önce biz de daha hijyenik ve güvenli bir alana yerleşebiliriz.

köpek
Fotoğraf: Jiyan Erkılıç

12 yıl önce depremle sarsılan Van’da son durum: Hepsi yalan, anne kurban

Video haber: Şenol BALI

*

Van‘da 23 Ekim 2011’de 604 kişinin ölümü, binlerce binanın ağır hasar görmesiyle sonuçlanan 7,2 büyüklüğündeki depremin izleri, aradan geçen yıllara rağmen silinmiş değil. Bölge 2012’den bu yana prefabrik evlerde yaşamaya çalışan vatandaşlar bulunuyor. O vatandaşlardan biri olan ve  çocukları bu prefabriklerde büyüyen Ayşe Polat ve 66 yaşındaki Sevim Yıldırım çaresizliklerini, İnşaat Mühendisleri Odası‘ndan Mihail Atik hasar tespit çalışmalarının usulüne uygun olmadığını ve Van Hızır Esnaf Sanatkârlar Kredi ve Kefalet Kooperatifi Başkanı Faruk Alpaslan deprem barınma alanlarının daha çok yapılması gerektiğini Yeşil Gazete‘ye anlattı:

Afet bölgesi ilan edilmeyen Van’ın Erciş ilçesi depremin ardından büyük bir yıkım yaşadı ve önemli bir göç vermeye başladı. Depremden sonraki birkaç yılda ekonomisi yerle bir olan Van‘ın aynı zamanda kayba uğrayan nüfusu, son yıllarda çevre kentler ve kırsal kesimlerden aldığı göçle yeniden artmaya başladı. Bu göçler, kentte trafik ve insan yoğunluğuyla beraber bir sıkışmaya da sebep olmuş durumda. Plansız göçlerin neden olduğu yığılmanın getirdiği yapılaşma ise kentte; düzensiz, plansız, denetimsiz ve merkezde yoğunlaşan çarpık bir kentleşmeye sebep oldu.

Depremin üzerinden geçen süreçte Erciş ile Edremit, Kalecik, Kevenli, Bostaniçi ve Toprakkale‘de 15 binden fazla konut yapıldı. Yine ilk yıllarda 139 iş merkezi, 17 okul, 33 cami, 9 alışveriş merkezi ve üç bin 194 ahır yapıldığı açıklanmıştı. 70 ila 80 metrekare arasında yapılan konutlar depremzedelere 65 bin TL ila 80 bin TL arasında bir fiyatla mal edildi. Bu konutlara yerleşen depremzedeler, 2017’den sonra ödeme yapmaya başladı. Ancak aylık taksitleri ödeyemeyen birçok depremzedenin resmi olarak devrini yapamadığı konutları fiili olarak satmak zorunda kaldığı da zaman zaman kamuoyuna yansıdı.

Van kent merkezi – 30 bini aşkın hasarlı yapının tespit edildiği kentte yıkım işlemi, Maraş depreminden sonra daha görünür olmaya başladı.

Depremin ardından yapılan hasar tespit çalışmalarıyla beraber Van merkez ve Erciş ilçesinde 31 bin 870 konut, 8 bin 849 iş yeri ile 9 bin 602 ahırın ağır hasar gördüğü tespit edildi. Kentteki 18 bin 181 konut da orta hasarlı olarak belirlenmişti. Kentteki hasarlı yapıların veya metruk binaların yıkım işlemi 6 Şubat’ta yaşanan ve 11 ili etkileyen depremlerin ardından yoğunlaşmaya başladı. Şu sıralar kentin birçok noktasındaki eski yapıların yıkım çalışmaları sürüyor.

‘Hasar tespit çalışmalarında öğretmenler ve imamlar yer aldı’

İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Van Şube Başkanı Mihail Atik, depremden sonra yapılan hasar tespit çalışmalarının usulüne uygun yapılmadığını söylüyor.

Atik’e göre tespit çalışmalarının bir kısmı öğretmen, imam gibi konu hakkında eğitimi olmayan meslek örgütlerinin katılımı ile yapılmış. Atik, “Depremin ardından tespit edilen 12 bin hasarlı yapı vardı. Bunlar ağır ve orta hasarlı yapılardı. İkisini aynı kategoride değerlendirmek lazım. Orta hasarlı yapılara bir yıl içinde müdahale etmediğinde ağır hasar halini alıyor çünkü. Bu yapıların ivedi bir şekilde yıkılması veya dönüştürülmesi lazımdı. Bu adımdan sonra gerekli jeolojik çalışmalardan sonra yeni bir yapılaşmaya gidilebilirdi. Ama maalesef tespit edilen yapıların büyük bir bölümü yıkılmadığı gibi ciddi bir etüt çalışması da yapılmadı” diyor.

Depremin üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen kentteki eski binaların yıkımı son dönemlerde hız kazandı.

Yeni fay hattının geçtiği yerlerde yapılaşma…

Atik, 2011’de yaşanan depremin kentteki bir başka fay hattını tetiklediğini ve her geçen gün stres toplayan bu hattın kent merkezinden geçtiğini söylüyor.

Mihail Atik, daha kötü bir senaryodan söz ederek depremden sonraki yapılaşmanın bu fay hattı üzerinde veya yakınında gerçekleştiğini dile getiriyor:

“Eğer zemin etüt çalışması yapılmış olsaydı, 2011 yılında yaşanan depremin tetiklediği fay hattının üzerinde veya yakınlarında imar çalışması yapılmazdı. Ya bu fay hattından bihaberdirler ya da göz ardı ediyorlar. Bu durum, olası bir deprem için ölüme davetiye çıkarmaktır. Konutlar yapılıyor şu an. Fay hattının geçtiği veya stres biriktirdiği yerde imar yapmak büyük tehdit. Tren yolunu takip eden ve Asya ile Arap levhası arasında sıkışan bir fay hattı bu. Bu bir gün deprem üretecektir. 2011 yılındaki depremin şiddetinden daha fazla bir şiddetle deprem olabilir. Bir önceki fay hattı kent merkezinden uzaktı diye fazla yıkım olmadı ama merkeze çok yakın bir yerde. Burada bir deprem olsa mevcut yapı stoğunun yarısından fazlasını yıkacak.”

2011 depreminin tetiklediği Van kent merkezinden geçen fay hattı.

Metruk yapı çok, kaçak yapılar fazla: Göz yumuluyor

Peki depremden sonra, kentteki hasarlı veya eski binalar hakkında ne gibi çalışmalar yapıldı?

Atik’e göre bu konuda büyük bir denetimsizlik ve göz yumma var:

“Kentteki birçok yapı metruk yapıdadır ve ömrünü tamamlamıştır. Ancak dönüşüme tabii tutulması gereken bu yapılar göz ardı ediliyor çünkü rant teşkil etmiyor kimileri için. Ya da malikleri bu şekilde değerlendirmek istemiyor. Yetkililer de buna göz yumuyor. Yasalara, mevzuatlara uygun hareket edilmiyor.”

‘İmar barışı da ayrı bir facia’

2018’de uygulanan imar barışına da değinen Atik, bu uygulamanın kentteki kaçak yapıların çoğalmasında etkili olduğunu savunuyor:

“Depremden sonra kentteki kaçak yapılara, kaçak katlara ilişkin 2018 yılında uygulanan imar barışı da ayrı bir facia. Bununla birçok programsız ve kaçak yapı aklandı. Bunların çoğu kentte büyük bir tehdit. Bu süreç 2018 yılından sonra da devam etti. Daha doğrusu bir umut yarattı çünkü önlem yok,’ yapı kaçak da olsa kullanırım nasıl olsa af gelecek’ dedi herkes. Bugüne kadar bir yapı kaçak diye mühürlendiğini duydunuz mu? Hala kent merkezinde onlarca kaçak yapı var ve içinde insanlar yaşıyor.”

Mihail Atik- TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Van Şube Başkanı

‘Yapı denetimlerin kamu eliyle yapılması lazım’

Atik, şöyle devam ediyor:

“Belediyelerde yeterli düzeyde mekanizma yok. Eskiden dosyalar odamıza gelirdi, biz incelerdik. Kayyumla beraber protokollerimiz durduruldu ve projeler bize gelmez oldu. Şu an belediyeler projeleri nasıl ruhsatlandırıyor, bilmiyoruz. Uygulama kısmında ise kontrol mekanizması olan yapı denetimlerdir bular da özel firmalardır. İki tane iş adamı veya şirket arasında bir kontrol sisteminden söz ediyoruz. Buradaki durumu denetleyecek kurum kim? Vicdanlarına kalmış artık. Kamu gücü, burada denetleyici olmalı. Her depremden sonra birkaç müteahhitti cezaevine koymak çözüm değil.”

Kentte yıkılan binaların yanı sıra çok sayıda eski yapının olduğu belirtiliyor

‘Toplanma ve barınma alanları yetersiz, kente 1980’li yıllara ait alt yapıyla su veriliyor’

Yaşanan depremden sonra kentin taşıdığı deprem riski ve alınacak tedbirler hakkında sık sık çalıştay ve seminerler yapılıyor. Son olarak geçtiğimiz yıl Prof. Dr. Naci Görür’ün katılımıyla “Van’ın Depremselliği; Deprem Odaklı Kentsel Dönüşüm” başlıklı panel düzenlendi.

Van Bölgesindeki aktif fay hatları

Atik, STK’lar olarak bu ve benzer çalışmalar yaptıklarını söylüyor ancak kamu kurumlarından ve yöneticilerinden ilgi veya destek görmediklerini dile getiriyor. Van’ın dirençli bir kent olması büyük çaba sarf ettiklerini ifade eden Atik, kentteki gerçek durumun çok daha kötü olduğunu belirtiyor.

“Bırakın dönüşüm yapmayı hala kentte toplanma ve barınma alanları yok. Depremden sonra Hatay’da su sorunu yaşandı. Burada da 80’lerden kalan alt yapıyla kente su veriliyor. Olası bir depremde su sorunu yaşanacak veya sudan dolayı ciddi zehirlenmeler olacak. Yine deprem bölgesinde sel felaketleri yaşandı, bir felaketten kaçarken başka bir felakete maruz kalmak vurdumduymazlıktır. Burada da durum bu. Kentte bulunan toplanma alanları tamamıyla böyle. Bu alanlar, ulaşılabilir, güvenilir ve belirgin değil, alt yapıları hazır değil. Yine barınma alanları yok, buralarda yapılması gereken alt yapı çalışmaları yok. Yani olası depremden sonra insanlar kendi kaderiyle baş başa kalacak.”

Atik’e göre kente toplanma ve barınma alanları güvenilir, belirgin ve hazır değil.

‘Konutlar depremzedenin sırtına külfet olarak bindirildi’

Depremden sonra kentin birkaç noktasına toplu konutlar inşa edilmiş ve depremzedelere tahsis edilmişti. Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) yaptığı bu alanlara değinen Atik , uygulamanın müteahhit yaklaşımı ile yapıldığını savunuyor. Ona göre burada kar ve rant isteği söz konusu:

“Bu işler teknik ve bilimsel mesai istiyor. Güvenlikli, ekonomik ve estetik gibi kıstaslara uyulmuyor. Bu evler inşa edilirken halkın sırtına külfet olarak bindirildi. Depremde evini, iş yerini kaybeden vatandaşa konut üreteceksin ve bunu vatandaşın sırtına bindireceksin. Sosyal devlet anlayışına uymuyor bu. Dolayısıyla birçok vatandaş yapının ödemelerini bitmeden ya satmaya çalışıyor ya da yasal olmayan yollarla birbirlerine devrediyorlar. Bakıyorsun ki; ev asıl ihtiyacı olanın elinden çıkarak başkasının elinde ticari bir yapıya dönmüş. Evinden olan kişi bu sefer ne yapıyor; kentteki metruk yapılara geçiyor. Ya da prefabrik evlere yerleşiyorlar. Çözümün denetlenmesi yok, bunun için bu kaos var.”

Depremin ardından kentteki altı ayrı bölgeye konut inşa edildi ve depremzedeler buralara yerleştirildi.

‘TMMOB depreme dönük çalışma süreçlerinin dışında tutuluyor’

Atik’e göre TMMOB, kentte depreme dönük yapılan tüm çalışma süreçlerinin dışında tutuluyor. Yaşanan kentleşmenin güvenlikli, ekonomik ve estetik olması yerine belli bir sermaye grubuna dönük dizayn edildiğini ifade eden Atik, geçtiğimiz günlerde Van Büyükşehir Belediyesi’nin satışa çıkardığı kamu arazilerini hatırlatıyor ve “Bugün belediye kamu arazisini satıyor. Neden vatandaşına konut yapmıyorsun, barınma ihtiyacı olan vatandaşa güvenlikli sürdürülebilir konutlar yap. Bu konu neden gündemde yok?” diyor.

‘Türkiye’de depreme en çok dayanıklı kente Van örnek gösteriliyor’

Van Hızır Esnaf Sanatkârlar Kredi ve Kefalet Kooperatifi Başkanı Faruk Alpaslan, kentte depremden sonra yaşanan süreçle ilgili farklı düşünüyor.

Deprem konusunda deneyimli olduklarını kaydeden Alpaslan, edindikleri tecrübeleri deprem bölgesindeki odalarla paylaştıklarını ifade ediyor:

“Van depremi olmayana kadar hiçbirimiz Karot kelimesini bilmiyorduk. Betonun C-30’dan aşağı olmaması gerektiğini, yapı denetimini kim biliyordu? 11 ilin içerisinde Van depreminden sonra yapılar yıkılmamış. Van depremi örnek oldu. Bu depremden sonra yapılar örnek gösterildi. Şunu iddia ediyoruz: Türkiye’de depreme en çok dayanıklı kent, Van. Depremden sonra bütün binaların Karot ölçüleri alındı, hasarlı binalar yıkıldı, yeni yapılacak binalar zemin etütleri yapılarak denetimler eşliğinde yapıldı. Daha önce bu mekanizma kurulmamıştı.”

Van, Afet Bölgesi ilan edilmemiş, vergi affı da çıkmamıştı

Depremden sonra Van, Afet Bölgesi ilan edilmedi. Vergi affı çıkmadı ama borçlar bir süre için ertelendi. Alpaslan, konu hakkında şunları söylüyor:

“Sadece mücbir sebeplerden dolayı ötelendi. Ama Van ayağa kalktı ve eskisinden daha büyük ve güzel oldu. Yapılacak işler daha makul ve meşru yapıldı. Deprem yaşayan şehirlere örnek gösterebilecek işler yapıldı. Esnafa büyük krediler verildi. Sadece biz 2014 yılından bu yana eski parayla 450 trilyon sıcak para dağıttık esnafın kalkınması için. Sanayi ve tekstilde de büyümeler oldu. Büyük markalar üretimlerini buraya taşımaya başladı. Sağlık ve eğitimde de böyle.”

‘Yapılar kontrollü yapılıyor ama kent daha iyi dönüştürülebilirdi’

Alpaslan’a göre Van’ın Afet Bölgesi ilan edilmesi bir takım dezavantajlar yaratacaktı:

“Vergi affı falan tamam da Afet Bölgesi ilan edilseydi bir çivi dahi çakılmazdı. Kentin ayağa kalınması için Afet Bölgesi ilan edilmesi konusunu tartıştık ve bize dezavantaj sağlayacağını söylediler. Onlara hak verdik. Van kolay ayağa kalkmışsa bunun etkisi büyük.”

Bazı eleştirilerde de bulunan Alpaslan, şunları aktarıyor:

“Eksiklikler yok muydu? Vardı. Yapılan konutlar Van’ın aile yapısına uygun yapılmadı. 87 m2’lik daireler, dar geldi insanlara ve burada kalmadılar. Yollar dönüştürülebilirdi, yapılmadı. Yapılanmalar kontrollü yapılıyor falan ama otopark yapılmadı, yollar elverişsiz. Yerel yönetimler üzerine düşeni yapmadı. Trafiğin keşmekeş haline gelmesinin sebebi de bu. Yine kent içindeki binaların altında bulunan atölye ve üretim yerleri çıkarılması lazım. Van yeni bir deprem için birçok ilden daha avantajlı. Tecrübeli çünkü. Binalar da büyük oranda sağlam. Örneğin şu sıralar kapalı bir pazar alanı yapılıyor bu, deprem döneminde barınma alanı olarak kullanılacak. Bu tarz yapıların artması lazım.”

Van Hızır Esnaf Sanatkarlar Kredi ve Kefalet Kooperatifi Başkanı Faruk Alpaslan

12 yıla rağmen hala prefabrik evlerde yaşayan aileler: Çaresiziz

Öte yandan hala kentte prefabrik evlerde kalan yurttaşlar var. 12 yıl önce yaşanan depremlerde yıkılan yapılarda kalan yurttaşların bir kısmı çadırlarda, bir kısmı konteynerlerde, bir kısmı ise prefabrik evlerde yaşamaya başladı.

Evlerini kaybeden yurttaşlar ya göç etti ya da depremzedeler için yapılan konutlara yerleştirildi. Ancak, merkez Tuşba ilçesine bağlı Seyrantepe mahallesinde bulunan ve geçici bir süreliğine kurulan 120 prefabrik evde hala 72 aile yaşıyor. Bu aileler arasında Suriyeli ve sonradan kente taşınanlar olsa da büyük çoğunluğu depremde evlerinden olanlardan oluşuyor.

Buradaki ailelerin çoğu dar gelirli ve günü birlik işlerde çalışarak yaşamını sürdürüyor. Zamanla nüfusları artan aileler iki bölmeli prefabrik evlerin önüne veya kenarına briketlerle ek yapılar yaparak daha yaşanılır kılmaya çalışmış. Burada kalan aileler, çaresizlik ve kimsesizlikten şikayetçi. Bunlardan biri olan beş çocuk annesi Ayşe Polat, 2011’den bu yana burada yaşadıklarını söylüyor.

‘Kim burada, bu çamurda yaşayabilir?’

Polat, “Eşim kâğıt toplayıcılığı yapıyor. Evim yıkıldı. Tapumu da aldım birçok yere gittim, kimse yardım etmedi. Tüm komşularım aynı durumda. Ellerini vicdanlarına koysun, kim burada bu çamurda yaşayabilir? Çocuklarım büyüdü, arkadaşlarını eve getirmek istiyorlar, ders çalışamıyorlar. Rutubet var. Bazen fare giriyor bazen kurbağalar. Eve misafir davet edemiyoruz. Çok dar, mutfak bile yok doğru dürüst. Hepimizin aboneliğini yapmışlar, faturaları da ödüyoruz. Elektrikli sobalarla ısınıyoruz. Yıllardır buradayız kimse halimizi sormuyor” ifadelerine yer veriyor.

Sevim Yıldırım- 2011 yılındaki depremden bu yana prefabrik evlerde yaşayan kent sakinlerinden.

Prefabrik evlerde eşi ile beraber kalan 66 yaşındaki Sevim Yıldırım ise şunları söylüyor:

“Van depremi olduğundan beri buradayız. Kaç yıl oldu deprem olalı? Biz kiradaydık. Yıkımdan dolayı buraya geldik. Valla bazen su az geliyor ama elektrik şimdilik iyi . Yalan söyleyemem, Allah bizi imansız bırakmasın, hepsi yalan anne kurban…”

 

12 yıl geçti ama Seyrantepe Mahallesi’nde bulunan prefabrik evlerde yaşayan depremzede aileler var.

Büyüknohutçu çifti mezarları başında anıldı: Bu dava bir gün çözülecek

Antalya‘da mermer ocaklarına karşı verdikleri mücadeleyle tanınan Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu çiftinin 2017’de öldürülmesinin altıncı yıl dönümünde Büyüknohutçu Dostları Grubu, bir anma töreni düzenledi.

Çiftin Andızlı Mezarlığı‘ndaki mezarları başında, kızları, yakınları, CHP Antalya Milletvekili Aydın Özer ve çok sayıda seveninin katılımıyla yapılan anma töreninde çiftin mezarlarına çiçek bırakıldı ve verdikleri çevre mücadelesi nedeniyle saygı duruşu gerçekleştirildi.

Büyüknohutçu Dostları Grubu adına konuşan Erol Malçok, Kızılcık Yaylası‘nda “kanserli hücre gibi her yere yayılan” taş ve mermer ocaklarına karşı mücadele verip, bölge insanında ekolojik bir uyanış sağlamaya çalışan Büyüknohutçu çiftinin, 9 Mayıs 2017’de katledildiklerini hatırlatarak “Şurası bizce çok açıktır ki Büyüknohutçu davasının üstü örtülmek istenmektedir. En baştan beri adeta ‘gizli bir el’ delilleri karartmaya çalışmıştır” dedi.

‣ Büyüknohutçu çifti ölümlerinin beşinci yılında anılıyor: Azmettiriciyi yargıla!

‘Deliller yeterince toplanmadı’

Cinayetin ardından şüpheli olarak tutuklanan Ali Yamuç‘un Büyüknohutçu çiftini para için öldürdüğünü söylediğini hatırlatan Malçok, ardından eşi Fatma Yamuç‘un üzerinde, bir mermer şirketi sahibine verilmek üzere yazılan, ’10 gün içerisinde param gelmezse görüşürüz. İpleriniz cebimizde haberiniz olsun’ ifadeleri bulunan bir mektup ele geçirildiğini kaydetti.

Bu mektuba ve cinayet delillerini saklamasına dayanarak Fatma Yamuç’un da cinayete iştirakten tutuklandığını belirten Malçok, “Ancak tüm bu süreçler, derinleştirme ve etkili bir soruşturmadan yoksun işletildi. Deliller yeterince toplanmadı ve telefon kayıtlarına bakma ihtiyacı bile duyulmadı” dedi.

‣ Dört yıldır gerçekleşmeyen adalet

Sanık hakkında yeni bilgiler

Erol Malçok, “Sonradan Ali Yamuç’un teyzesinden öğrendiğimiz çok önemli bir bilgiyi de paylaşmak istiyoruz” diyerek şunları söyledi:

“Jandarma Ali Yamuç’u olay yerine götürüp, ‘Cinayeti nasıl gerçekleştirdiğini anlat’ dediğinde Yamuç, ‘Tam hatırlamıyorum, tel örgüden atlayıp içeri girdim ve sonrasında ateş ettim’ diyor. Oysa biz teyzesinden öğreniyoruz ki, Ali Yamuç’un bacağında protez varmış. Yani öyle bir yükseklikten atlaması mümkün değil. Yükseklik konusunda bacağına dikkat etmesi gerektiğine dair doktor raporu var. Jandarma soruşturmayı derinleştirip, ayrıntılı sorular sormuş olsa, bacağında protez olduğunun dava dosyasına girmesi kaçınılmaz hale gelecekti.”

‣ Büyüknohutçu çifti ölümünün üçüncü yıl dönümünde anıldı
Ali Yamuç

‘Ali Yamuç’un ölümü oldukça şüpheliydi’

Malçok, ilerleyen dönemde Ali Yamuç’un can güvenliği gerekçesiyle Elmalı Cezaevi’nden, Alanya L Tipi Cezaevi’ne sevkedildiğini ve 20 Eylül 2017’de ise cezaevinde ölü bulunduğunu aktardı. Alanya Savcılığı’nın hazırladığı rapora göre, Ali Yamuç’un kaldığı koğuşun banyosunun penceresine eşofman lastiğiyle kendini astığı belirtildiği ölüme ilişkin “Oldukça şüpheli olan bu ölüm, intihar olarak kayıtlara geçti ve dosya kapatıldı” ifadelerini kullandı.

Ali Yamuç öldüğü için hakkındaki dava düşerken, 17 Kasım 2017’den itibaren Fatma Yamuç cinayete yardım etme içerikli iddianameyle yargılanmaya başladı. Erol Malçok, Fatma Yamuç’un yargılandığı Elmalı Ağır Ceza Mahkemesi’nde cinayete yardım etmek suçundan beraat ettiğini kaydederek “Mahkeme, dosyanın durumuna göre, olası azmettiriciler hakkında ve Fatma Yamuç da delilleri kararttığı için suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi. Fatma Yamuç’un delilleri karatmakla ilgili dosyasının mahkeme süreci ise devam ediyor” diye ekledi.

‣ Finike’de sedir ormanlarını korumak isterken öldürülen Büyüknohutçu çifti anılıyor

‘Boşuna ölmediklerini her adımımızda göstereceğiz’

Büyüknohutçu Dostları Grubu adına konuşan Malçok, sözlerine şöyle devam etti:

“Bizler, Aysin ve Ali Ulvi’nin dostları olarak bu davanın peşini bırakmayacağız. Davada, en küçük bir sır perdesinin dahi ortadan kaldırılıp, gerçeklerin tüm yönleriyle açığa çıkması için elimizden ne geliyorsa yapacağız. Adalet talebimizi tüm sağır kulaklara haykıracağız. Ve bunu yaparken yalnız olmadığımızı çok iyi biliyoruz. Yüreği, en büyük erdem olan adaletten yana atan her bir insanın bu davaya sahip çıktığından ve çıkacağından eminiz. Kamuoyundan çıkan her ses, yaşam savunucusu insanın, kurdun, kuşun, böceğin, karıncanın ve ağacın canına can katacak! Ve her şeyi para olarak gören sistemin çarkları öyle kolay işlemeyecek!

Aysin ve Ali Ulvi dostlarımızı, bize mücadele azmi veren duruşlarının ışığıyla sevgi ve saygıyla anıyor, boşuna ölmediklerini attığımız her adımda göstereceğimize söz veriyoruz!”

‣ Büyüknohutçu cinayetini anlatan belgeselden ilk görüntüler yayınlandı
‣ Büyüknohutçu çifti için hatıra ormanı yapılacak

‘Bu dava çözülecek ve öncü olacak’

Öldürülen çiftin kızı Emine Büyüknohutçu, en baştan beri gizli bir elin delilleri karartmaya çalıştığını, davanın üstünün örtülmek istendiğini belirterek şunları aktardı:

“Ben bu iktidarla helalleşmeyeceğim, bu iktidarla hesaplaşacağım, bunlar yargılanacaklar. Bu dava çözülecek ve hem Türkiye‘de hem dünyada öncü olacak; bu cezasızlıklar son bulacak ve bir daha hiç kimse elini kolunu sallayarak, bu kadar fütursuzca, sırf maddi çıkarlarına ters düştüğü için herhangi birini öldüremeyecek, ne kurda ne kuşa, ne ağaca, ne insana  herhangi bir şekilde ne zarar verebilecek ne de öldürebilecek. Bu davanın çözümü bunun için çok önemli.”

‘Bu dosyada rant çıkarları vardı, rank çarkları döndü’

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Antalya milletvekili adayı Tuncay Koç da ailenin avukatı olarak anmada söz aldı. Koç, davaya katılış sürecini “Geçen altı yılda değişen hiçbir şey olmadı. Geçen yıldan bu yıla davada hiçbir ilerleme olmadı maalesef. Bu dava benim 25 yıllık meslek hayatımda duygusal olarak en çok zorlandığım davaydı. Çünkü Ali Ulvi Bey’i [Büyüknohutçu] daha önceden tanıyordum. Verdiği mücadeleyi biliyordum. Böyle olunca davaya soğuk kanlı bakabilmek mümkün değildi. O yüzden zaten ben de ilk başta davanın esas avukatı olmak istememiştim ama aileye destek olmak için bütün süreçleri takipte bulunmuştum. Ve fakat zanlı Ali Yamuç Alanya Cezaevi’ne nakledilip orada intihar ettiği söylendiğinde davaya daha çok müdahil oldum” ifadeleriyle anlattı.

Koç, Büyüknohutçu Davası’nı ABD Başkanı John F. Kennedy’nin dosyasına benzeterek şunları dile getirdi:

“İntihar ettiği gün cezaevi müdürlüğüne mektup yazmış Ali Yamuç ve ‘Aileme yakın olmak istiyorum, beni Fethiye Cezaevi’ne alın’ diye. Böyle bir insan aynı gün intihar edebilir mi? Yazdığı mektupta bir taş ocağı sahibini işaret ediyordu. İkinci sefer savcı ifadesini alırken bu ismi tekrar vermesine rağmen savcı bu ismin üzerinde durmadı ve kapattı. Dosyada çok fazla şaibe vardı, zaten bir an önce de dosyayı hızla sonuçlandırdılar. Bir Avukat olarak söylüyorum ki bu dosyada adil yargılanma hakkı yoktu, hukuk yoktu. Bir çevreci aktivist olarak söylüyorum ki bu dosyada rant çıkarları vardı, rant çarkları döndü. “

‣ Emine Büyüknohutçu: Meclis’e gidersem önceliğim taş ocaklarına bir taş atmak olur
Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu

Ne olmuştu?

Ali Ulvi ve eşi Aysin Büyüknohutçu, 9 Mayıs 2017’de Finike ilçesi Gökçeyaka Mahallesindeki dağ evlerinde uğradıkları silahlı saldırıda yaşamını yitirmişti.

Sedir ve kızılçam ağaçlarıyla kaplı ormandaki mermer ocaklarına karşı verdikleri mücadeleyle tanınan çiftin cinayet şüphelisi Ali Yamuç, olaydan bir gün sonra yakalanarak Elmalı Cezaevi’ne gönderilmişti. Bir süre sonra Alanya L Tipi Cezaevi’ne nakledilen Yamuç’un, 20 Eylül 2017’de intihar ettiği açıklanmıştı.

‣ Büyüknohutçu çifti cinayetinin katil zanlısı cezaevinde ölü bulundu

Çiftin üç kızından Emine Büyüknohutçu, olayda azmettirici olduğuna dair Finike Cumhuriyet Başsavcılığı‘na ihbarda bulunarak, soruşturmanın derinleştirilmesi talebinde bulunmuş, savcılık ise eski görüşlerini tekrarlayarak, soruşturmayı derinleştirmeyip, yeni delil toplamayarak azmettiriciler yönünden “kovuşturmaya yer olmadığına” karar vermişti.

Büyüknohutçu ailesi, savcılığın kararına Elmalı Sulh Ceza Mahkemesi’ne itirazda bulunmuştu. Mahkeme ise azmettiriciler hakkında değerlendirme yapmadan bu kararı onayarak itirazı reddetmişti. Elmalı Ağır Ceza Mahkemesi’nin daha önceki suç duyurusu kararına rağmen azmettiriciler yönünden yeni soruşturma yapmamasıyla dosya tamamen kapatılmıştı.

Bunun üzerine çiftin kızları ve avukatları, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle dosyayı Anayasa Mahkemesi‘ne taşımıştı. Davanın Anayasa Mahkemesi süreci devam ediyor.

‣ Büyüknohutçu çiftinin katledilmesi AYM’ye taşınıyor

Ordu’da belediyenin Melet Irmağı’ndaki projesine yargıdan ikinci ‘dur’ kararı

Ordu Büyükşehir Belediyesi (OBB) tarafından Melet Irmağı ağzına yapılmak istenen Melet Irmağı Balıkçı Barınağı‘na karşı açılan davanın Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreci mahkeme tarafından iptal edildi.

Ordu İdare Mahkemesi, Ordu Çevre Derneği (ORÇEV) tarafından açılan davada, barınak inşasının telafisi zor çevresel zararlar vereceği gerekçesiyle projenin ÇED sürecini iptal etti.

Mahkeme kararında, denizin, ırmağın, kıyıların olumsuz etkilenmeleri yanında, trafik sorunu, taş ocağının yerinin belli olmaması, flora ve fauna tespitlerinin yeterli olmadığı, alandaki canlıların etkilenmelerinin dikkate alınmadığı, çevrede balıkçı barınağı için gerekli incelemenin yapılmadığı, projelerin bütüncül değil parça olarak ele alındığı gerekçelerle “ÇED gerekli değildir” kararınının bozulduğu belirtildi.

ORÇEV Yönetim Kurulu, mahkeme kararına dair açıklamasında, “Ordu Büyükşehir Belediye yönetimi mahkeme kararlarına rağmen çalışmalarını sürdürerek telafisi mümkün olmayan zararlara neden oldu. Mahkeme ‘yürütmeyi durdurma’ kararı verdiği halde çalışmaya devam etti. Bu nedenle de suç duyurusunda bulunduk. Şu an mahkeme ikinci kez ÇED gerekli değildir kararını iptal etti” ifadelerini kullandı.

ordu

‣ Ordu’daki Melet Balıkçı Barınağı’na yürütmeyi durdurma kararı: Telafisi zor zararlar verebilir

‘Balıkçı barınağına değil, tahribata karşıyız’

Öte yandan inşaası neredeyse tamamlanmış durumdaki barınak dışında yapılan mendireğin de hem ırmağa hem de Cumhuriyet ve Turnasuyu Mahalleleri kıyılarının zarar görmesine neden olacağı bildirildi.

Bu zarardan OBB yönetiminin sorumlu olduğuna işaret eden ORÇEV, balıkçı barınağı yapımına değil, bunun tahribat yaratacak şekilde yapılmasına karşı çıktığını vurguladı:

“Dernek olarak balıkçı barınağına karşı olmadığımızı hep söyledik. Barınağın yeri yanlış. Balıkçıların barınağının olmaması düşünülebilir mi ki, karşı çıkalım. OBB yönetimi algı yanılgısı yaparak bizim yerine karşı çıktığımız projeyi balıkçı barınağına karşı çıkıyormuşuz gibi balıkçıları da yanıltmaya çalıştı ancak balıkçılar bizim haklı olduğumuzu anladı.”

‣ Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin Melet Irmağı’ndaki projesine durdurma kararı

İddialar bilirkişilerce doğrulandı

Mahkeme kararına değinen ORÇEV, “İddialarımız önce Bilirkişi Heyetinin hazırladığı raporda belgeleriyle ve bilimsel olarak ortaya konuldu. Ordu İdare Mahkemesi de hem bizlerin hem de Bilirkişi Heyetinin raporu doğrultusunda kararını verdi” diye belirtti.

ORÇEV, açıklamalarında şu ifadelere yer verdi:

“OBB’nin hukuksuz, bilimsel çalışmadan uzak projeleri zarar vermeye devam ediyor. Ordu Çevre Derneği olarak bu zamana kadar olduğu gibi bundan sonra da ekolojik dengeyi gözeterek çalışmalarımıza devam edeceğiz.”

‣ Ordu’da belediyenin balıkçı barınağı projesine mahkemeden iptal kararı

Ne olmuştu?

Ordu Büyükşehir Belediyesi tarafından Melet Irmağı azına yapılmak istenen balıkçı barınağı için Ordu Çevre Derneği dava açmıştı.

Ordu İdare Mahkemesi, davada ÇED iptal kararı vermiş, karar Danıştay tarafından da onaylanmıştı.

Ordu Büyükşehir Belediyesi, ÇED üzerinde bazı değişikliklere gittikten sonra yeniden “ÇED gerekli değildir” kararı alarak çalışmaya başlamıştı.

Ordu Çevre Derneği’nin açtığı ikinci davanın da sonuçlanmasıyla mahkeme ikinci kez ÇED iptal kararı verdi.