Ana Sayfa Blog Sayfa 399

Kaş Marina’ya AVM ve otel yapımına yönelik imar planı değişikliği belediye meclisinde reddedildi

Antalya‘nın Kaş ilçesinde bulunan ve 2008 yılından beri işletilen Kaş Yat Limanı‘nın (Kaş Marina) genişletilmesine yönelik imar planı değişikliği, Antalya Büyükşehir Belediyesi Meclisi tarafından reddedildi.

Marinaya otel, ticari işletmeler, spa merkezi ve yeni yüzer iskeleler yapmak amacıyla şirketin talep ettiği imar değişikliği planı, daha önce dört kez reddedildi.

Kapsamında otel, SPA merkezi ve ticari alanları bulunan, 487 yat bağlama kapasiteli, içerisinde butik otel ile ticari alanların bulunduğu ve Makyol-Setur ortaklığı olan Makmarin A.Ş. firması işletilen yat limanına ait karasal alanın yüzde beşi olan inşaat izni oranının yüzde sekize çıkarılmasına yönelik imar planı değişikliği yaklaşık üç ay önce Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) oylarıyla ilçe meclisinden ve imar komisyonundan geçerek oy çokluğuyla onaylandı.

Bunun ardından limana “otel, ticari alanlar, spa ilavesi” ve ilave iki yüzer iskele yapılmasını hedefleyen imar planı değişikliği, Antalya Büyükşehir Belediye Meclisi’nin gündemine geldi. Meclis ise değişikliği geri çevirdi.

‣ Kaş Marina’ya AVM ve otel eklemek için imar planı değişikliği bir kez daha Meclis gündeminde

İmar planı değişikliği neleri içeriyor?

İmar planı değişikliğiyle,

  • Yüzde 5 olan inşaat izni oranının yüzde 8’e çıkarılması,
  • 4,5m. olan kat yüksekliğinin 6,5m’ye çıkarılması,
  • Karasal alanların hesaplanmasında, 2,198.42 m² olan mendirek alanının da hesaba katılması,
  • Halen 3,472 m2 olan kapalı alanının 5,049 m2’ye çıkarılması (1577 m2 ilave inşaat),
  • 487 tekne bağlama kapasitesine ilaveten denize iki adet 122 tekne kapasiteli yeni yüzer iskele yapma izni ve
  • Daha evvelki plan ile mevcut durum arasındaki uyumsuzlukların giderilmesi

talep ediliyordu.

‣ Kitlesel turizm ve rant hırsı, cennet Akdeniz köylerini nasıl yutuyor: KAŞ

Kaşlılar neden hayır diyordu? 

Kaş Çevre Derneği, denizi kirletecek, sit alanını tehdit edecek, trafik ve otopark sorununu artıracak, Kaş’ın kendine özgü; doğa ile bütünleşik yerel/butik turizm ve alışveriş geleneğini bozacak, Kaş’ın esnafını ekonominin dışına itme tehlikesi taşıyan, kamu yararı bulunmayan otel/AVM projesinin geri çekilmesini talep etmişti.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nı ve Antalya Büyükşehir Belediye Meclisi’ni plan değişikliğini iptal etmeye çağıran Kaşlılar, Change.org üzerinden bir de imza kampanyası başlatmıştı.

Dernek, firmanın sunduğu projeye göre bu plan değişikliği ile Marina’nın doğu tarafındaki yat bakım çekek alanının denize sıfır bandına yeni ticari amaçlı binalar (dükkânlar) yapılacağını, batı tarafındaki otel binaları yükseltilerek oda kapasitesi artırılacağını ve denize iki yüzer iskele daha konulacağını, bunun da aşağıdaki sorunlara yol açacağını söylüyordu:

1.ÇEVRE KİRLİLİĞİ SORUNU

2014 yılında BAKA-Kalkınma Bakanlığı-Kaş Turizm ve Tanıtma Derneği için hazırlanan “KAŞ DENİZ VE KIYI ALANLARINI KORUMA, GELİŞTİRME VE YÖNETİM PROJESİ” başlıklı raporda aşağıdaki saptamalara yer veriliyor:

  • Kaş Marina bölgede mevcut kirletici kaynaklar arasında sayılarak, Marina’nın etkisi sebebiyle Bucak körfezinin riskli bölge olduğu tespiti yapılmıştır.
  • Bucak körfezinde koliform kirliliği gözlenmiştir. Bu durum suda dışkı kaynaklı zararlı patojenlerin de var olabileceğini göstermektedir. Escherichia coli ölçümleri, Ocak-Şubat aylarında Bucak körfezinde dışkı kaynaklı kirliliğin bulunduğuna işaret etmektedir.
  • Tehlikeli bir bakteri türü olan Pseudomonas aeruginosa, en fazla Marina girişindeki K8 noktası ile Liman önündeki K3 noktasında ölçülmüştür.
  • Bucak körfezinde, diğer ölçüm noktalarından daha yüksek nitrat konsantrasyon değerleri gözlemlenmiştir. En yüksek değerler, Bucak Körfezi Marina sularında kasım ayında ölçülmüştür. Bu durum Bucak körfezinin açık deniz etkisine nispeten kapalı olması sebebiyle oraya çıkmaktadır.

Yatların mutfak ve lavabo suları (gri su) doğrudan denize aktığına işaret eden Dernek,  özellikle Covid salgını döneminde ve sonrasında yat bağlama yoğunluğu ve yatlarda sürekli veya uzun süreli yaşayan insan sayısı arttığına vurgu yapıyor: “Bu durum deniz kirliliğini de beraberinde getirmektedir. Teklif edilen imar değişikliği kapsamında, bağlama kapasitesindeki %25 oranındaki artışın (122 tekne) Bucak Denizi’ndeki kirliliğini artıracağı şüphesizdir.”

2.KAŞ MARİNA İNŞAAT YOĞUNLUĞU ARTIŞI/YAT ÇEKEK YERİNİN DARALTILMASI

 Denizin tam kıyısına yapılacak 6,5m. yüksekliğindeki yapılar, giriş bölgesindeki 6m. yüksekliğindeki duvarlar,

  • Kıyının ve genel olarak Kaş’ın siluetini bozacaktır.
  • Deniz ile halk arasına bir duvar örülmüş olacak, kıyı halktan görsel ve kullanım anlamında koparılmış olacaktır.
  • Yapılacak restoran ve kafeler sebebiyle insanlara kıyıda yürümek için alan bırakılmadığından dükkânların önüne denizin üstüne asma iskele şeklinde yürüyüş yolu yapılacaktır.
  • Bu yapı artışı Marina’nın genel görünümünde ve kullanımında bir sıkışıklık/darlık yaratacaktır.
  • Yat çekek yeri daraltılacaktır. Halihazırda çekek yerinde sıkışıklık yaşanmakta iken, plan teklifindeki 122 yat kapasiteli 2 yüzer iskele ilavesiyle oluşacak yoğunluk, çekek yerinin kullanım sorununu iyice artıracaktır.
  • Böylesi bir yapılaşma yoğunluğuyla Kaş Marina’nın asli görevi olan yatlara hizmet vermekten ziyade, kentin kalbinde bir nevi AVM & Otel mekanına dönüştürülmesi planlanmaktadır. Bu durum Kaş’ı diğer turizm beldelerinden ayıran butik, yerelle ve doğayla bütünleşen turizm özelliğine, anlayışına ve geleneğine uygun değildir.
3.TRAFİK-OTOPARK SORUNU

Kaş’ın en büyük sorunlarından biri gitgide yoğunlaşan araç trafiği ve park sorunudur. Marina otoparkları şu anda bile yetmemektedir. İki katı yatak kapasitesi arttırılan ve kafe, restoran alanları eklenen planda otopark planlaması yapılmadığı görülmektedir.

Proje ile plandaki tabiriyle “Kaş merkez dışında ikinci bir cazibe merkezi” yaratılmak istenmektedir. Bunun getireceği araç yoğunluğu ve park sorununa çözüm düşünülmemiştir. Marina’nın planla AVM’leştirilmesi Kaş’ın mevcut trafik ve otopark sorununu daha da içinden çıkılmaz bir hale dönüşecektir.

4.SİT ALANI SORUNU

Planlama alanının bitişiğinde 1’inci Derece Arkeolojik Sit Alanı bulunuyor.  Bu alanların imar planlarına konu edilmesi ve/veya herhangi bir inşaat faaliyeti yapılması kanunen mümkün değildir. Ancak firmanın sunumunda, SİT alanının yaya giriş alanı olarak kullanılmak istendiği görülmektedir.

Kamu yararı yok

Kaşlılar tüm bu nedenlerle marinanın genişletilmesine yönelik imar planı değişikliğine karşı çıktıklarını kaydetti.

Projenin tamamen otel-AVM yapımı için bir rant projesi olduğuna dikkat çeken çevre aktivistleri, Kaş’ın siluetini ; kıyıdan deniz manzarasını, denizden kıyı manzarasını bozacak, halkın deniz ile bağlantısını iyice koparacak, deniz kirliliğini artıracak ve arkeolojik sit alanına zarar verecek girişimle ilgili Antalya Büyükşehir Belediye Meclisi’ni planı reddetmeye, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığını ise bu iptal etmeye davet etti; mücadelelerini sürdüreceklerini bildirdi.

Erdoğan iklim sözlerinden çark etti: Türkiye’nin kömür gerçekleri

AKP‘li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dünkü kabine toplantısının ardından Muğla‘ya bağlı İkizköy‘deki Akbelen Ormanı‘nda kömür madeni için yapılan kıyıma ve  şirketin devletin jandarma ve polislerince korunmasına ilişkin ilk kez konuştu.

Elektrik üretimi için kömür üretimi artışı gerektiğini öne süren Erdoğan, “Almanya ve Fransa başta olmak üzere hiçbir yerde elektrik üretimi için kömür üretimi artışı sorun teşkil etmezken ülkemizde yürütülen kampanyaları ağaç sevgisi ve çevre hassasiyetiyle izah edemeyeceğimiz bir gerçektir” dedi.

Ancak gerçekler öyle değil.

‣Türkiye 2023’ün ilk yarısında Avrupa’nın en büyük kömür kirliliği kaynağı oldu 

Verilerle kömür üretimindeki gerçek

Türkiye, Haziran 2023’te Almanya ve Polonya‘yı geride bırakarak Avrupa‘nın en büyük kömür yakıtlı elektrik üreticisi oldu.

Türkiye, yılın ilk altı ayında yol açtığı emisyonlarla, Avrupa‘daki en büyük kömür kirliliği kaynağı konumuna geldi ve yakında bölgedeki endüstriyel emisyonların ana merkezi olan Doğu Avrupa‘yı da gölgede bırakabilecek durumda.

Ayrıca yılın ilk yarısında Almanya’nın ardından Avrupa’nın en büyük ikinci kömür üreticisi olarak ilk kez Polonya’dan daha fazla kömür enerjisi üretti.

Birleşik Krallık merkezli enerji düşünce kuruluşu Ember‘den alınan verilere göre, Türkiye’nin yılın ilk yarısındaki kömür üretimi, en az 2018’den bu yana yılın ilk altı ayındaki en yüksek toplama ulaştı. Bu durum, yıllarda Almanya, Polonya ve Avrupa’nın çeşitli yerlerinde görülen kömür yakıtlı enerji üretimindeki istikrarlı düşüşlerle çelişiyor.

‣ Rapor: Avrupa’nın kömür kullanımı düşüyor

Türkiye’nin kurulu kömür kapasitesi 2018’den bu yana yüzde 9’dan fazla arttı. Öte yandan aynı dönemde Almanya’da yüzde 15, İtalya‘da yüzde 20, Romanya‘da yüzde 44 ve Çekya‘da yüzde 14’ten fazla düşüş görüldü. Avrupa’nın kömüre en bağımlı ekonomisi olan Polonya bile 2018’den bu yana ılımlı bir net kapasite düşüşü gördü.

‣ Ember: Türkiye’nin elektrik üretimi için kömür ithalatı 2022’de iki katına ulaştı

Avrupa’da kömürü bırakmayan dört ülkeden biri Türkiye

Öte yandan Avrupa’da 23 ülke kömürden elektrik üretimini sonlandırma kararı almıştı. Bu ülkelerin 10’u şimdiden kömürle vedalaştı. Aralarında Türkiye’nin de olduğu dört Avrupa ülkesi ise kömürden elektrik üretimini ne zaman sonlandıracağı konusunda henüz bir tarih belirlemedi.

Bazı ülkeler ise önümüzdeki 18 yıl içinde santralları kapatacağını açıkladı. Avrupa’da kömürlü termik santralları ne zaman kapatacağına dair resmi bir tarih belirlemeyen sadece dört ülke var; Bosna Hersek, Polonya, Sırbistan ve Türkiye.

Elektrik üretiminde kömür kullanımı diğer elektrik üretimi yöntemlerine kıyasla çok daha fazla sera gazı salımına neden olduğu için bilim insanları, iklim krizinden çıkış sürecinde öncelikle kömür santrallarının kapatılması gerektiğini vurguluyor.

Akbelen direnişçilerine yüklendi: Marjinaller

Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklamalarının devamında ise şu ifadeleri kullandı:

“Kendilerine destek vermeye giden muhalefet temsilcilerine bile en ağır hakaretleri etmekten çekinmeyen eylemci profili, amacın üzüm yemek değil, bağcı dövmek olduğunu ortaya koymaktadır.

Kömür çıkartılacak alanda kesilecek ağaçların kat be kat fazlası üzeri kapatılan sahalara ve diğer alanlara dikilerek, ülkemizin orman varlığı artışına katkı sağlandığı ilgili kurumlar tarafından defalarca açıklanmıştır. Son 21 yılda Türkiye toplamda 6 milyar 572 milyon fidanı toprakla buluşturarak bu alanda kırılması zor bir rekora imza atmıştır. 2023 sonu için hedefimiz 30 milyon fidan daha dikerek bu rakamı 7 milyara yükseltmektir. Tek gayesi ülkenin ve milletin kalkınmasına, büyümesine, gelişmesine takoz koymak olanların tüm bu hakikatlerle ilgilenmediğini çok iyi biliyoruz. Biz çevreci görünümlü marjinallere aldırmıyor, sadece işimize bakıyoruz.

Ülkemizin kalkınma kervanını yürütmeye odaklanırken maşaları ve sahiplerini ise kendi kinleriyle baş başa bırakıyoruz. Buradan ana muhalefet partisinin başına sesleniyorum, Muğla Belediyesi onların yönetiminde. Acaba bugüne kadar ne kadar zeytin ağacı, zeytin fidanı veya bunun dışında kızıl ağaç diktiniz? Ne kadar ağaç diktiniz? Çıkın bir de bunların rakamını açıklayın. Bir tane ağaç diktik diyemezler. Ama biz Ak Parti iktidarı olarak geldiğimizden bu yana milyonlar değil, milyarları aşan ağaç dikimleri yaptık. Zeytin ağaçlarını, fidanlarını diktik. Yurtiçindeki mankurtlar ve yurtdışındaki azılı düşmanlarımız tarafından ülkemiz aleyhinde yürütülen yalan ve iftira kampanyalarını gerisindeki sinsi strateji her gün biraz daha çöküyor. Buna rağmen aynı karanlık stratejinin tezahürü taktiklerin bitip tükenmeyeceği anlaşılıyor. Muhalefet görünümlü operasyon aygıtlarının sosyal medyada kendilerini rahat hissettikleri kimi kamusal alanlarda sergiledikleri provakatif söz ve davranışların çoğu bu gayeye maturdur. Özellikle buradan bir kez daha sesleniyorum; başaramadınız, başaramayacaksınız. Geçici veya dönemsel sıkıntıların yol açtığı parçalı bulutlu havalara güvenerek fitne yelkenlerini şişirmek isteyenler her zaman olduğu gibi yine hüsrana uğrayacaklardır.”

Rehabilite mümkün mü?

Muğla Valiliği, 30 Temmuz’da YK Enerji’nin ağaç kesiminin durdurulduğunu ve kesilen ağaçlar için rehabilitasyon çalışmaları yapılacağı belirtilmişti. Açıklamanın ardından İkizköylülerin avukatı İsmail Hakkı Atal, Muğla Valiliğinin Akbelen’deki ağaç kesimi ve rehabilitasyona ilişkin yaptığı açıklama nedeniyle Valilik hakkında dezenformasyon yasası kapsamında soruşturma açılması için şikayette bulunmuştu.

Atal şunları aktarmıştı:

“[…] maden çıkartıldıktan sonra şirketin burayı rehabilite etmesi bilimsel olarak mümkün değildir. Şimdiye kadar da 20 bine yakın dönüm alanı Mars yüzeyi gibi toprağını sıyırmış, ölü bir bölge haline getirmişler, herhangi bir şekilde rehabilite edememişlerdir. Fidan diktik diye gösterdikleri yerler de şirketin kendi diktikleri yerler değil, bir buçuk ya da iki buçuk dönümlük bir yere ağaç dikmişlerdir. O da şirketin diktiği yer değil, özelleştirmeden önce Türkiye Kömür İşletmeleri’nin uhdesinde çalıştırılırken, devletteyken, kamudayken yapılan ağaçlandırma çalışmasıdır. Bunun dışında şirket hiçbir yerde rehabilite ve ağaç dikim çalışması yapmamıştır. Bilimsel olarak da bu işin yapılabilmesi mümkün değildir.”

YK Enerji ise konuya ilişkin yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullanmıştı:

“Şirketimiz ile Orman Genel Müdürlüğü arasında 2020 yılında imzalanan ‘Ağaçlandırma İşbirliği Protokolü‘ kapsamında ülke genelinde 3 Milyon fidan dikimi gerçekleştirildi. Söz konusu miktar 2000 futbol sahası büyüklüğünde alana denk gelmektedir ve hedefimiz ise bu sayıyı 2025 yılı sonuna kadar 5 Milyona çıkarmaktır.

Yukarıdaki bilgilere ek olarak; şirketimiz ruhsat sahasındaki kapatılan ocaklara 1992 yılından beri belirli bir planlama dahilinde ağaç dikimi yapılıyor. 1992’den günümüze kadar maden sahalarında 415 binin üzerinde akasya, zeytin, kızılçam, fıstık çamı, mavi selvi, sakız ağacı ve incir ağacı dikimi yapılmıştır.

• Sahamıza diktiğimiz 22.100 adet zeytin ağacından topladığımız zeytinlerden zeytinyağı elde ederek bölge ekonomisine katkı sağlamaya devam ediyoruz.

• Şirketimiz ile Orman Genel Müdürlüğü arasında imzalanan ağaçlandırma protokolü dışında sahamızda ağaçlandırma çalışmaları da devam etmektedir.”

YK Enerji ve Erdoğan’dan daha önce de yıllık yaklaşık 1 milyar dolarlık bir doğal gaz ithalatını engelleyerek cari açığın kapatılmasına katkı sağladığı iddiası ortaya atılmıştı.

Akbelen’de direniş yedinci gününde: Para puldur, ağaç candır! 

Öte yandan uzmanlar bu cari açığın yenilenebilir enerji santrallerinin kapasitesinin geliştirilmesiyle de giderilebileceğini söylüyor.

Aynı zamanda sağlık tehdidi

Avrupa Sağlık ve Çevre Birliği‘nin (HEAL) Ocak 2022’de yayınladığı rapora göre, Muğla’da bulunan üç termik santralin yarattığı hava kirliliğinin sağlık maliyetinin, tüm Türkiye’deki termik santrallerin sağlık maliyetinin neredeyse üçte birine denk geldiğini gösteriyor.

Çalışmaya göre Yeniköy Termik Santrali’nin devrede olduğu 1986-2020 arasında devlete yüklediği sağlık harcaması maliyeti 508 milyar 500 milyon lirayı bulurken, 1993 yılında çalışmaya başlayan Kemerköy Termik Santrali’nin maliyeti 2020 sonuna dek 260 milyar 400 milyon TL olarak hesaplandı.

Yeniköy Termik Santrali’nin işletildiği 35 yılda yıllık ortalama sağlık maliyeti 14 milyar 528 milyon TL iken Kemerköy Termik Santrali’nin 9 milyar 300 milyon TL oldu. Buna göre iki termik santralin toplam yıllık ortalama sağlık maliyeti 23 milyar 828 milyon TL’yi buluyor.

Ağaç dikerek orman olur mu?

Öte yandan uzmanlar ve bilim insanları, kesilen ormanın yerine fidan dikilse bile bunun o alanı orman haline getirmek anlamına gelmeyeceğini, bunun için çok uzun yıllar gerektiğini söylüyor.

İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Orman Fakültesi, Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Doğanay Tolunay bu durumu şöyle açıklamıştı:

Orman ekosistemi ağaçların hâkim olduğu, ağaçların yanında diğer bitki türlerinin ve hayvanların yaşadığı kendine özgü iklimi, toprağı topoğrafyası olan ve ekosistem hizmetleri üreten bir yerdir. Ekosistem, aslında ekolojik bir sistemdir. Sistem birçok öğenin bir araya gelerek oluşturduğu bir bütündür ve öğeler birbirleri ile sürekli etkileşim halindedir. Öğelerin birbiriyle uyumlu çalışması ve etkileşimler sonucunda bütün(sistem) parçaların toplamından daha büyük olmaktadır.

Ekosistemlerin bütünlüğü, ekolojik süreçlerin sağlıklı olarak devamı için önemlidir. Ortasından bir yol geçen ya da taş ocağı açılan orman ekosisteminde ise ekolojik süreçler sağlıklı olarak gerçekleşmez. Cep telefonunuzun ekranının kırıldığını düşünün. Bazı uygulamalar çalışmayacaktır

Özetle bir orman ES’inin en önemli öğesi ağaçlardır. Ama ağaçlar sistemdeki tek öğe değildir. Yüzlerce,binlerce canlı cansız öğe bir araya gelerek sistemin çalışmasını sağlamaktadır. Bir yere ağaç diktiğinizde diğer ekosistem öğeleri alanda oluşana kadar orası orman olmayacaktır

Peki kesilen ormanın yerine 5 katı fidan dikilmesi ile orman ekosistemi oluşturulabilir mi? Ya da şöyle sorayım; telefonunuzu bana verirseniz yerine 5 sim kart vereceğim dediğimde kabul eder misiniz?”

Akbelen neden direniyor?

İkizköy’deki Akbelen Ormanı Limak ve IC İçtaş iştiraki YK Enerji‘nin termik santraline linyit arzı yaratmak için yok ediliyor. Termik santralde yakıt olarak kullanılacak kömür için zaten sekiz köy yok edilmişti. Işıkdere onlardan biriydi ve artık yerinde taş, iş makinaları, toz ve dumandan başka hiçbir şey bulunmuyor.

Işıkdere

Söz konusu tehdit için sıradaki köy ise İkizköy. Direnişçiler Akbelen Ormanı’nı korumak için nöbet alanında varlığını sürdürüyor. Alanda tozlar havada uçuşuyor ve birçok direnişçi son günlerde öksürmeye başladı. Birçoğu da genzinin dolu olduğunu ifade etti. Ormanda 24 Temmuz’dan itibaren yüzlerce ağaç kesildi. Kesilen ağaçlar kamyonlarla taşındı. Muğla Valiliğinin açıklamasıyla artık ağaç kesilmeyeceği bildirildi ancak tomrukları alırken işçilerin minik ağaçları da kestiği görüldü.

Aşırı sıcaklarla boğuşan Portekiz’de orman yangınları sürüyor: Binlerce kişi tahliye edildi

Avrupa bu yazki üçüncü sıcak dalgasına hazırlanırken, Portekiz‘de sıcaklıkların 45 derecenin üzerine çıkmasıyla ülkenin birçok yerinde orman yangınları ile mücadele ediliyor.

Bu hafta İber yarımadasının büyük bölümünde 40 dereceyi  aşan sıcaklıkların etkili olması bekleniyor. Portekiz’de dün Santarém kentinde kaydedilen 46,4°C sıcaklık ise şu ana kadar bölgede kaydedilen yılın en yüksek sıcaklığı oldu.

Portekiz’deki itfaiyeciler, yükselen sıcaklıkların ortasında binlerce hektarı saran orman yangınlarını kontrol altına almak için mücadele ediyor.

‣ Portekiz’deki orman yangınları AİHM gündeminde: Bu bir insan hakları sorunu

Binlerce kişi tahliye edildi

Dün gece boyunca Odemira kasabası yakınlarındaki bir yangına yaklaşık 800 personel müdahale etti ve bin 400’den fazla kişi tahliye edildi.

Yangınlarla müdahale eden en az dokuz itfaiyeci yaralandı.

Bununla birlikte, Odemira yakınlarındaki yangın cumartesi günü başladı ve şiddetli rüzgarlarla Portekiz’in merkezi turizm bölgesi olan Algarve‘nin tepelik iç kesimlerine doğru güneye sürüklendi.

Yangın şu ana kadar yaklaşık 6 bin 700 hektarlık bir alanı tahrip etti; toplam 19 köy, dört turistik konaklama tesisi ve bir kamp alanı tahliye edildi.

‣ Portekiz’de orman yangını: 62 ölü

Kasabanın belediye başkanı Helder Guerreiro durumun “Zor ve karmaşık” olduğunu söyledi.

Ülkenin merkezinde, diğer önemli yangınlar Lizbon ve Porto arasındaki A1‘in bazı kısımları da dahil olmak üzere otoyolun çeşitli bölümlerinin kapatılmasına neden oldu.

İki bölgedeki yangın söndürme çalışmalarını desteklemek üzere 16 su bombardıman uçağı görevlendirildi. Yetkililer, Portekiz’de 120’den fazla belediyeyi azami yangın riski altında ilan etti.

‣ Orman yangınlarıyla mücadele eden Portekiz afet durumu ilan etti

Üçüncü sıcak dalgası

Diğer taraftan, bu haftaki sıcak dalgası, bu yaz İber yarımadasını vuran üçüncü sıcak dalgası olacak.

İspanya Devlet Meteoroloji Ajansı‘ndan Ruben del Campo Reuters‘e yaptığı açıklamada, bu sıcak dalgasının Kuzey Afrika‘dan gelen büyük bir sıcak ve kuru hava kütlesinden kaynaklandığını ve temmuz ayında yaşanan iki sıcak dalgasından “genellikle daha yoğun, daha yaygın ve biraz daha uzun süreli” olacağını söyledi.

İspanya‘da güneybatı sahil kentleri Cadiz ve Huelva yakınlarında ve kuzey Katalonya bölgesinde çıkan yangınlar hafta sonu toplam bin hektardan fazla alanı kül etti.

‣ İklim krizi: İspanya’da mega-yangınlar erken başladı: Sekiz köy ve kasaba boşaldı

İklim krizi ile orman yangınları arasında nasıl bir ilişki var?

Kömür, petrol ve gaz başta olmak üzere fosil yakıtların kullanımı gibi insan faaliyetlerinden kaynaklanan iklim krizi, toprağın nemini kaybetmesi ve artan sıcaklıklar nedeniyle orman altı örtülerinin tutuşmasını kolaylaştırıcı etkide bulunarak orman yangınlarının daha sık görülmesine yol açıyor.

Bunun yanı sıra sıcak ve kuru havalar yangınların yayılımını kolaylaştırırken söndürme çalışmalarını daha zor kılıyor.

Orman yangınları giderek artacak: Dumanı ciddi sağlık riskleri taşıyor

24 sendikalı gazeteciyi işten çıkaran Sputnik Türkiye önünde eylem

Rusya Devlet Radyosu Sputnik‘in Türkiye şubesi, İstanbul ve Ankara bürolarında grev kararının asılmasının ardından ‘küçülme’ gerekçesiyle 24 gazeteciyi işten çıkardı.

İşten çıkarılan gazeteciler, örgütlendikleri Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) yöneticileri, HDP, Türk-İş, EHP, TÖP, Sol Parti ve TKP’den temsilcilerle birlikte, radyonun Süzer Plaza‘da bulunan ofisi önünde toplanarak kararı protesto etti.

Burada konuşan Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Gökhan Durmuş, şunları söyledi:

”Grev ilanını 24 Temmuz’da astığımız İstanbul bürosunun önünde Sputnik işverenine, ‘Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını çiğnemeyin ve çalışanların sendika hakkına saygı gösterin’ demiştik. Bu çağrımıza rağmen aradan geçen on dört günde Sputnik işvereni yasaları çiğnemeye devam etti. Sendikal örgütlenmeyi dağıtmak ve toplu iş sözleşmesini imzalamamak için her türlü yolu denedi. Ankara bürosu işveren temsilcisi, Sendika olarak astığımız grev ilanını indirdi. Hem Ankara hem de İstanbul bürolarında üyelerimize istifa baskıları yapıldı.”

‘İkna odaları kuruldu, grev kararı söküldü’

”Üyelerimiz istifa etsin diye yöneticiler tarafından ikna odaları kuruldu” diyen Durmuş, şöyle devam etti:

”Söktükleri grev kararımızı, resmî kurumlara yaptıkları başvurular reddedilince yeniden asmak zorunda kalan işveren, bu kez de sözde ‘ekonomik’ nedenle 24 üyemizin işine son verdi. Üyelerimizin, evlerine götürdükleri ekmeği biraz daha büyütmek dışında bir dert ya da istekleri yok. Bu gördüğünüz plazada yüzbinlerce liralık aylık ofis kirası ödeyen Sputnik patronunun ise söz konusu gazetecilerin ücreti olunca aklına hemen ekonomik zorluklar geldi. Hiç kimse bize masal anlatmasın! Sputnik işvereni, 24 üyemizi ekonomik nedenle değil sendikal nedenle işten atmıştır. Sputnik Türkiye İstanbul ve Ankara ofislerinin temsilcileri, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 51, 52 ve 53. Maddelerinin yanı sıra Türk Ceza Kanunu’nun 118. maddesini de çiğnemiştir.”

17 Ağustos’ta grev: Sakın rahat uyumayın

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan ve cumhuriyet savcılarına çağrı yapan TGS Başkanı Durmuş, 17 Ağustos’ta grev pankartını asmak için geleceklerini kaydetti:

”Yasaların, Anayasanın çiğnenmesine izin vermeyin. Sputnik Türkiye ofisi Ankara ve İstanbul temsilcileri, kanunları çiğneme cesaretini nereden buluyor? Sputnik Türkiye temsilci ve yöneticilerine sesleniyoruz: Sakın rahat uyumayın. Bu mücadele daha bitmedi, aksine yeni başlıyor. Sendika üyelerini işten atarak sorunları çözdüklerini sanan sizlere sesleniyoruz; 17 Ağustos’ta buraya grev pankartını asmaya geliyoruz. Yasadışı şekilde işine son verdiğiniz üyelerimizi işe geri alana, toplu iş sözleşmesini imzalayana kadar bu mücadele devam edecek. Bu ülkede kanunlar var. Bu ülkede çalışanların yasal hak ve güvenceleri var. Sizler de sendikamızın üyelerine hak ettikleri ücreti ve saygıyı verene kadar bu mücadele devam edecek. Bir kez daha sesleniyoruz: Biz kazanacağız, emek kazanacak, alın teri kazanacak. Hiçbir kurum, şirket ya da kişi bu ülkedeki kanunlardan daha güçlü değildir. Bir sendikanın grev ilanı astığı ve 17 Ağustos’ta grev uygulamasına başlayacağını duyurduğu bir süreçte 24 üyesinin işten atılması, bu ülkenin kanunlarıyla açık açık dalga geçmektir. Bu hadsizliğe karşı, Türkiye’de kanunların olduğunu görmek istiyoruz.”

Kılıçdaroğlu’ndan Akbelen’e destek: Bir avuç kişiye çalışıyorlar, asıl marjinal onlar

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, jandarma ve polis korumasında kıyıma uğratılan Akbelen Ormanı‘nı korumak için sert müdahalelere rağmen günlerdir eylem yapan vatandaşlara ‘marjinal grup’ diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Bir avuç kişiye çalışıyorlar, asıl marjinal olan onlar” dedi. 

Grup toplantısında Akbelenli direnişçileri ağırlayan Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları şöyle:

‘Akbelen, sadece Akbelen değil’

“Nejla Hanım (İkizköy Çevre Komitesi Başkanı)  dedi ki, arıcılık yapıyorduk. Ormanın olmadığı yerde arı balı nereden toplayacak? Size gıda veren hayvanlar nerede beslenecek. Sizler kendi doğanıza, toprağınıza sahip çıkıyorsunuz. Eğer toprak elinizden alınıyorsa bilin ki vatan elinizden alınıyordur.

Hep seçimi beklediler. Seçimden sonra gereğini yapalım dediler. Seçimi hile ile aldılar. Şimdi o devasa araçlarla o ağaçların nasıl yıkıldığını gördük.

Ormana baktığınızda ayrı bir hayat görürsünüz, içinizde bir şeylerin kıpır kıpır olduğunu görürsünüz.

Orman ağaç değildir aslında. Ormanın ayrı bir hayatı vardır. Ağaç olsaydı tek başına hadi kes diyelim. Ormanın içinde ayrı bir hayat var. Siz orayı katlettiğinizde aslında hayatı tümüyle yok ediyorsunuz. Türkiye olarak Paris İklim Anlaşmasını da imzalamışsınız. Söz vermişsiniz. Parlamentodan geçmiş. Ama buna rağmen ‘ben yoluma devam ediyorum’ diyorlar. Beşli Çeteler Saray’dan güç alarak, askeri de polisi de size karşı kullanıyorlar. Bakın Akbelen sadece bir Akbelen değil aslında. Akbelen aslında aynı zamanda bir Türkiye’dir. O güzel doğanın yüzde 75-80’i maden arama ruhsatı olarak verilmiş. Ben boşuna mı Beşli Çeteler diyordum?

Ormanların yanında duranı marjinal ilan ediyorsunuz. İnsanda biraz, erdem, ahlak olur.

Kömür bacalarından çıkan dumanı koklamak mı daha güzel, yoksa ormanın güzel havasını teneffüs etmek mi daha güzel. Siz eğer kömür bacasından tüten dumanı solumak istiyorsanız, sizin bu ülkede yaşama hakkınız yok. Eğer bir ülkede siyasal iktidar kendisini beşli çeteye teslim etmişse, marjinalleşmiş demektir.

2013’te Hacettepe Üniversitesi’ne Akbelen için bir rapor hazırlatıyorlar. Raporda diyor ki, sakın yapmayın, Bodrum susuz kalır. Bunlar raporu da dinlemiyorlar. Gözlerini dolar bürümüş. Bu kadar kendi coğrafyasına ihanet eden bir ülke hiç görmedim. ”

‘Vicdanlı’ iktidar vekillerine çağrı: Köylüleri dinleyin, Genel Kurul’a gelin

Bugün CHP’nin çağrısıyla, Akbelen gündemli olağanüstü toplanacak Genel Kurul için AKP’nin, MHP’nin YRP’nin “vicdanlı vekillerine” de çağrı yapan CHP lideri şöyle devam etti:

“Siz de gidin görün. Köylüleri ben dinledim siz de dinleyin.

Ama şöyle yapacaklar, Genel Kurul’a gelmeyecekler. Bu koridorda kapının önünde bekleyecekler. Çoğunluk sağlanırsa, ‘hayır’ demek için koşa koşa gelecekler. Hayır derseniz, iki elim yakanızda olur. Bu sıradan bir olay değil. Bu bir toprak meselesi, vatan meselesi, su meselesi, hava meselesi.

Birazdan arkadaşlarımız gidecek, sizin için mücadele edecek, mücadele etmeye de devam edecek. Asla unutmayın, siz asla yalnız değilsiniz. Saray’ın dışında 85 milyon vatandaşımızın yüreği sizinle atıyor.”

Zeytinlikleri imara açılan Dikmeceliler Meclis’te

Hatay‘ın Antakya ilçesine bağlı olan Dikmece Köyü’nde tarım arazileri ve zeytinlikleri deprem konutları yapmak üzere acele kamulaştırılan halk,  başlattıkları direniş ve nöbetin onuncu gününde, seslerini duyurabilmek için bugün Ankara‘da buluştu. 

TMMOB Makina Mühendisleri Odası Eğitim ve Kültür Merkezi’nin önünde Akbelen Ormanları için yapılan eyleme katılan Dikmeceliler, daha sonra Meclis’e giderek temaslarda bulundu.

Akbelen direnişçileri defalarca durdurulmasının ardından Meclis’e ulaştı: İnsanlık suçu

Dayanışma çağrısı

Grup adına konuşan Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) Hatay İl Sözcüsü Hasan Özgün, kamulaştırmaların deprem konutu inşası gerekçesiyle yapılmasına rağmen, bir kilometre mesafede hazine arazilerinin olduğunu belirtti:

“Üstelik zemini kaya, sapasağlam. Hazine arazilerinde yapmak yerine gözlerini zeytinliklerimize, köylerimize dikmişler.  Akbelen’deki kardeşlerimiz, sizin yaşadıklarınızı biz de yaşıyoruz. Bizim de karşımıza TOMA’yla, askerle, gazla, copla çıktılar. Ama hiçbirisi hayatımızdan, toprağımızdan, doğamızdan, zeytinlerimizden daha kıymetli değil. Biz sonuna kadar direneceğiz.”

Kamuoyuna da çağrıda bulunan Özgün, “Deprem olduğunda sizin dayanışmanızla ayakta durduk. Sizin gönderdiğiniz suyla susuzluğumuzu giderdik. Sizin gönderdiğiniz battaniyelere sarıldık. Şimdi zeytinliklerimiz için, toprağımız için, doğamız için dayanışmanıza ihtiyacımız var. Dayanışarak, birleşerek, mücadele ederek havamızı, suyumuzu, toprağımızı, ormanımızı, zeytinliklerimizi mutlaka koruyacağız” diye konuştu.

Hatay’da inşaat için tarım arazileri kamulaştırılan Dikmece halkı nöbete başladı
Dikmece’de de jandarma copu: Zeytinlerini ve tarım arazilerini savunan köylüler gözaltına alındı
Kamulaştırılan Dikmece’nin köylüleri bahur ve rihenlerle yürüdü: Gitmedik, buradayız

‘Bir köyün yüzde 80’inin kamulaştırılması zulümdür’

Eylemin ardından Meclis’e geçen Dikmeceliler, Yeşil Sol Parti ve CHP‘nin grup toplantılarına katıldı, her iki partinin heyetleriyle toplantılar yaptı.

Yeşil Sol Parti’yle yapılan toplantıda konuşan Dikmeceli Ali Esmer, devletin toplu konut yapmasına karşı olmadıklarını söyledi; “Ancak binlerce dönüm hazine arazileri mevcut, önce buraları değerlendirsinler. Bir köyün yüzde 80’inin kamulaştırılması bir zulümdür”dedi.

Cafer Tümer adlı vatandaş ise Dikmece’de sadece “Birinci Etap” inşaatı kapsamında acele kamulaştırılan arazilerin yüzde 95’inde asırlık zeytinlikler olduğunu anlattı.

‘Zeytinlikleri koruma yasası çiğneniyor’

Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, toplantıdan önce partisinin  grup toplantısında yaptığı konuşmada, Dikmece’deki duruma ilişkin şunları söyledi:

“Dikmece’de Zeytinlikleri Koruma Yasası çiğneniyor. Deprem konutları gerekçe gösterilerek adrese teslim bir kanun çıkarıldı. Tabii ki deprem konutları bir an önce yapılmalı ve ücretsiz bir şekilde depremzedelere verilmelidir. Ancak bu yapılırken halk ile iletişim kurulmak zorundadır. Çünkü yandaş şirketlere zeytinliklerin peşkeş çekildiği bir durumla karşı karşıyayız. Halkın geçim kaynağı olan zeytinliklerin kesilmesine izin vermedik, vermeyeceğiz, vermemeliyiz.”

2023 kayıtlardaki en sıcak yıl olma yolunda ilerliyor

Hızla güçlenen El Niño hava durumu ve benzeri görülmemiş yaz sıcaklıkları nedeniyle, 2023’ün kayıtlara geçen en sıcak yıl olacağı tahmin ediliyor.

İklim bilimci Zeke Hausfather‘a göre, Avrupa Komisyonu‘na bağlı Copernicus İklim Değişikliği Servisi‘nden alınan sıcaklık verileriyle yapılan hesaplamalara göre 2023’ün kayıtlardaki en sıcak yıl olma ihtimali yüzde 85.

Diğerlerinin yanı sıra Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (NOAA) ve Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nden (NASA) alınan diğer sıcaklık verileriyle yapılan analizler de, 2023’ün kaydedilen en sıcak yıl olma ihtimalinin yüzde 50’nin üzerinde olduğunu gösterdi. 

Haziran ayının sonunda, iklim araştırmaları yapan ve kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Berkeley Earth, 2023’ün bir rekor kırma olasılığını yüzde 81 olarak tahmin etti.

Yılın başında 2023’ün en sıcak beşinci yıl olacağını düşünen Hausfather, “Bu noktada, 2023’ün kaydedilen en sıcak yıl olacağının neredeyse kesin olduğu tahminini rahatlıkla söyleyebileceğimizi düşünüyorum” dedi: “Değişen şey, son iki ayın inanılmaz derecede sıcak geçmesi ve geçmişte gördüklerimize kıyasla çok büyük farklarla rekorlar kırması.”

‣ El Niño etkisi önümüzdeki aylarda daha da güçlenecek

Rekorlarla geçen iki ay

Copernicus İklim Değişikliği Servisi, bugün (8 Ağustos) Temmuz 2023’ün kayıtlardaki tüm aylar arasında kaydedilen en sıcak ay olduğunu bildirdi.

Geçen ayın, sanayi öncesi sıcaklık ortalamalarından yaklaşık 1,5°C daha sıcak olduğu tahmin ediliyordu ve önceki Temmuz 2019 rekorunu 0,33°C farkla ile alt üst etti.

Copernicus İklim Değişikliği Servisi, NASA ve NOAA verileri, aynı zamanda haziran ayının da kaydedilen en sıcak haziran olduğunu ortaya koydu.

NASA Goddard Uzay Araştırmaları Enstitüsü Direktörü Gavin Schmidt, sosyal medya platformu Twitter üzerinde yaptığı bir paylaşımda “Her durumda verinin kaynağı ve işlenmesi farklı, ancak hepsi de gerçekte yaşananların makul yansımaları olacaktır. Sıcak işte” dedi.

Sıralamalar, son iki aydır Dünya’da yaşayan hiç kimse için şaşırtıcı olmamalı. ABD’nin Phoenix kenti, art arda 31 gün boyunca 43,3°C’lik günlük rekorlara sahne oldu.

Orta Doğu‘daki ısı endeksi (hissedilen sıcaklıklar), 66,7°C ile insan vücudunun tolere edebileceği üst sınırlara yakın değerlere ulaştı.

Çin, tüm zamanların rekorunu kırarak 52,2°C’yi gördü.

Güney ABD, Kaliforniya‘dan Florida‘ya uzanan, yoğun ve uzun süreli tarihi bir sıcak dalgası yaşadı. Yüksek sıcaklıklar ayrıca Antarktika deniz buzunu tüm zamanların en düşük seviyelerine itti.

‣ El Niño geliyor: Dünyayı ve Türkiye’yi ne bekliyor?

Benzeri görülmemiş bir yıl yaşanıyor

The Washington Post‘un aktardığına göre Hausfather, yıllık sıcaklık tahminlerinin çoğunun, bu yıl şu ana kadar görülen sıcaklıkları, yılın geri kalanında etkili olacağı tahmin edilen El Niño hava durumunu ve geçen yılın sıcaklıklarını göz önünde bulundurarak 2023’ün geri kalanını tahmin edecek şekilde oluşturulduğunu açıkladı.

Yıl soğuk bir başlangıç yaptı ve modeller gelişen El Niño olayında belirsizlikler tespit etti. Yıl ilerledikçe, daha yüksek aylık sıcaklıklar ve güncellenmiş El Niño modelleri gibi daha fazla veriyle tahminler daha ayrıntılı bir hale geldi.

Bazı tahminler bu unsurları farklı şekilde değerlendiriyor ve böylece farklı tahminler ortaya çıkıyor. Ancak tümü, 2023’ün görülmemiş bir yıl olacağına dair tahminleri güçlendiriyor.

‣ Yaklaşan El Niño, küresel ekonomiyi trilyonlarca dolar zarara uğratabilir

La Niña’dan El Niño’ya geçiş, sıcaklıklarda sıçramalara neden oldu

Hausfather, gelişen El Niño modeli güçlendikçe yaz sıcaklıklarının hızla arttığını belirtti.

Atmosferi ısıtan doğu ve orta Pasifik Okyanusu‘ndaki okyanus sıcaklıklarındaki artış, atmosferi ısıtan bir El Niño modeline işaret ediyor.

Kaydedilen en sıcak yıl olan 2016 yılının başlarında da güçlü bir El Niño olayı yaşanmıştı.

Modeller, bu yılki El Niño’nun son onyıllarda görülen en güçlü olaylardan biri olmasının beklendiğini belirtse de Hausfather, bunun muhtemelen 2016’daki kadar güçlü olmayacağını söyledi.

Ancak aynı zamanda nispeten daha soğuk sıcaklıklar getirme eğiliminde olan üç yıllık La Niña koşullarından hemen sonra görülmesi nedeniyle bu yılki hava olayının sıra dışı olduğunu da ekledi. 

Hausfather, “La Niña, küresel olarak sera gazlarında yaşayacağımız ısınmayı baskılıyordu ve şimdiki durum ısınmayı artırıyor. Birinden diğerine geçiş, sıcaklıkta oldukça büyük sıçramalara yol açıyor” diye belirtti.

Fotoğraf: Matt York / AP
‣ Araştırma: Küresel ısınma La Niña ve El Niño olaylarını daha güçlü hale getirecek
‣ İklim krizi El Nino’ları, El Nino’lar iklim krizini besliyor

‘2023 sadece bir başlangıç’

Atmosfere olağanüstü miktarlarda karbondioksit ve diğer ısı tutucu gazların salınmasından kaynaklanan insan kaynaklı iklim değişikliği ise olağanüstü sıcaklıkların yaşanmasında etkili olan El Niño’dan sonraki en önemli aktör.

Isınma mevcut oranda devam ederse, ortalama yüzey sıcaklıkları 2030’ların ortalarında 1,5°C’yi aşıp bu sıcaklığın üzerinde kalabilir. Bilim insanları bu durumun bir dizi yeni iklim felaketiyle sonuçlanacağını söylüyor.

Dünya Meteoroloji Örgütü, yıllık sıcaklığın önümüzdeki dört yıl içinde en az bir yıl boyunca geçici olarak 1,5°C’nin üzerine çıkabileceğini tahmin ediyor.

Bilim insanları bu yılın kaç derece daha sıcak olacağını henüz bilemese de Hausfather “yılın geri kalanının çoğunun rekor sınırları içerisinde olmasının” beklendiğini söyledi.  Yılın geri kalanında sıcaklıklar düşse bile, rekorlar görme ihtimalimizin daha yüksek olduğunu ifade etti.

Ve bu sadece 2023. 

Hausfather’ın da aralarında bulunduğu bazı bilim insanları, 2023’ün El Niño koşullarının tam olarak etkisinin görüldüğü daha da sıcak bir yılın başlangıcı olabileceğini düşünüyor. Hausfather, şunları söyledi:

Şu anda gelişmekte olan El Niño koşullarının genel olarak bu yıldan ziyade 2024 sıcaklıklarını etkileme olasılığının daha fazla olduğundan şüphelenmek için pek çok neden var.

‣ El Niño zamanı geliyor: Benzeri görülmemiş sıcak dalgaları görülebilir
‣ Dünya Meteoroloji Örgütü: El Niño ihtimali arttıkça sıcaklık rekorları kırılacak

El Niño nedir?

Doğu ve orta Pasifik Okyanusu‘ndaki okyanus sıcaklıklarında yaklaşık her üç ila beş yılda bir görülen yükseliş, El Niño’nun açık belirtilerinden biri. Bu durum dünya genelinde birbirini tetikleyen aşırı hava koşulları yaratarak bir yıla kadar etkili olabiliyor.

Bu dönemde doğu Pasifikte uzanan güney ABD gibi bölgelerde ortalamanın üzerinde yağış ve hatta tahribat yaratan toprak kaymaları yaşanabiliyor.

Okyanusun diğer ucundaki, Endonezya ve güneydoğu Asya gibi bölgelerde ise kuraklık etkili oluyor ve bu kuraklık yıkıcı orman yangınlarını tetikleyebiliyor.

Dünyanın diğer bölgelerinde ise yıkıcı sellergıda güvensizliğine yol açabilecek mahsul kayıplarıtropikal hastalıklardaki artış ve balık popülasyonlarında düşüş gibi etkiler gözlemleniyor.

Bu olayların tamamı, hem yerel hem de küresel ekonomileri zarara uğratabiliyor.

Kentlerin dirençliliği ne anlama geliyor, tersine göç, küçülme ve ekolojik sürdürülebilirlik  nasıl mümkün?

Dosya Haber: Melisa GÖNEN

*

Tüketen yanımızla öne çıkıyor, ihtiyaçlarımızın doğanın sınırlı kaynaklarıyla kurması gereken dengeyi aşıyoruz. Kentleri, ekolojik değerlerinden soyutlaştırıp metaların dolaşıma sokulduğu mekanlar olarak görüyoruz, mekana kalıplaşmış kavramlardan bakıp çözüm arayışlarını doğru şekilde formüle edemiyor; değişen ekosistemin dilini öğrenip ona göre eğitimlerimizi yeniden belirleyemiyoruz.

Peki nasıl yapmalı?

Tersine göç eğilimi, küçülme hareketi, ekolojik sürdürülebilirlik ve dirençlilik kavramlarının mekânsal izdüşümlerini uzmanlarıyla konuştuk.

Dirençlilik, bir yanılgı mı?

Kentleri afetlere, küresel ısınmaya, krizlere karşı korumak için geliştirilen dirençlilik politikaları, dirençli olmamızı zorunlu kılan asıl sorunları görmemizin önünde bir engel olabilir. Dirençli olmak yerine, dirençli olmamızı gerektiren nedenleri tespit ederek işe başlamamız gerektiğini düşünen uzmanlar var. Dirençlilik bir yanılgı mı sorusuna yanıt arayan Berlin Teknik Üniversitesi, HABİTAT Uluslararası Kentleşme ve Tasarım Birimi’nde post-doktora araştırmaları yapan Dr. Çare Olgun Çalışkan görüşünü şöyle açıklıyor:

“Bizi risklere, afetlere daha dayanıksız hale getiren süreci/sistemi değiştirmek yerine kentlerimizi daha dirençli hale getirmeye çalışıyoruz. Bunun tartışmasını ön plana çıkarıyoruz. Halbuki, dirençlilik meselesini kökten çözecek olan şey, bizi dirençli olmaya iten sistemleri, işleri, gidişatı ve kararları, politikaları değiştirmek olmalı. Dirençlilik tartışmaları meselesinde önemli olan dirençli olmak değil, neden dirençli olmamız gerektiğini sorgulayıp tartışmaların tutarsız noktalarını görmemiz gerekiyor. Dünyanın ekolojik limitlerini gözeterek yaşamayı öğrenmeliyiz. Bunu nasıl başaracağımıza odaklandığımızda dirençlilik tartışmaları kendiliğinden devre dışı kalacaktır. Dirençliliği de içine alan daha kapsayıcı bir şemsiye bakış akışına ve daha büyük kitlelerin harekete geçmesine gereksinim duyan bir dönüşüme ihtiyacımız var.”

‘Doğaya meydan okuyan değil, denge gözeten özneler olmalıyız’

Kentlerdeki dirençlilik meselesine eleştirel bakmayı öneren Çalışkan, “Yaşadığımız gezegende doğaya meydan okuyan özneler değil doğayla birlikte yaşamayı öğrenerek denge gözetmesi gereken varlıklar olmalıyız” diyor:

“Bu bakış açısını yaşadığımız mekanlarda, kurduğumuz çevrelerde, doğayla kurduğumuz ilişkilerde, tüketim alışkanlıklarımızda ve sosyal faaliyetlerimizde kır-kent ayrımı yapmaksızın gözetmeliyiz. Bu dengeyi ne kadar çok gözetirsek/talep edersek o kadar az riskle karşı karşıya geliriz.”

Sıcak dalgaları ve aşırı hava olayları neden artıyor?

‘Bizi krizlere açık hale getiren hakim ekonomi-politik gidişat değişmeli’

Dünyanın bugüne kadar hiç karşılaşmadığımız risklere açık olduğunu söyleyen Çalışkan, bu risklerden birinin de Birleşmiş Milletler tarafından geleceğin yeni pandemisi olarak gösterilen kuraklık olduğunu söylüyor ve ekliyor:

“Hiç aklımıza gelmeyecek yeni ekolojik krizlere açığız. Son yıllarda küresel ölçekte yaşadığımız olayları hatırlayınca, bizi krizlere açık hale getiren yaşam tarzını ve hakim ekonomi-politik gidişatı değiştirmediğimiz sürece kentleri, yapılaşmış çevreyi dirençli hale getirme amacını anlamsız ve zeminini çürük olarak nitelendiriyorum.”

Dünyanın yüzde 85’i küresel iklim değişikliğine bağlı sorunlardan etkileniyor. Dolayısıyla krizlerden kaçışımız yok.

Çalışkan, böylesi bir kriz ortamında dirençli olmaya çalışmanın baştan sorunlu bir yaklaşım olduğu görüşünde: “Dirençli olmayı gerektiren o kadar çok risk ve kriz faktörü var ki, birine karşı dirençli olurken belki de bir başkasına karşı kırılgan hale gelebiliyoruz. Bu da meseleye daha bütüncül yaklaşmamız gerektiğini gösteriyor.”

Ekolojik sürdürülebilirlik çözüm arayışı için nasıl bir güzergah?

Dirençlilik ve kırılgan kentler tartışmasına Çare Olgun Çalışkan’ın çözümü ekolojik sürdürülebilirlik kavramı: “İçi boşaltılmış bir kavram haline gelen sürdürülebilirlik kavramını yan yana kullanmayı tercih ettiğim tek kavram ekoloji. Bizim için temel motivasyon, amaç ve güzergahın ekolojik sürdürülebilirlik olduğu kanaatindeyim. Böylesi bir çözüm arayışı kendi içinde dirençliliği de sağlayacaktır. Bu nedene daha kalıcı çözümlerle yol almalı, bu anlamda politika üretmeliyiz.”

Kavramın dirençlilik ve kırılganlık ekseninde tartışılan çözüm arayışı içine nasıl yerleştirilebileceği ise bir başka sorun alanı: “Ekolojik sürdürülebilirlik, yaşadığımız mekanların, doğayla kurduğumuz ilişkilerin hepsinin daha dengeli ve ekolojik sınırlılığı gözeterek devam etmesi gerekliliğidir. Bu da her şeyden önce dünyamıza, gündelik yaşamımıza yön veren hakim ekonomik-politik gidişatın değişmesi gereğine işaret ediyor. Bu nedenle ekolojik sürdürülebilirlik, çatı kavram olarak değerlendirilebilir.”

Antroposen çağı ne zaman başladı?

Krizler çağı,  antroposen (insanegemen) tartışmalarında da çokça vurgulanıyor. Bundan çıkmanın yolu ve ekolojik sürdürübilirliğin gerekliliğine ilişkin Çalışkan,  “1950’lerden sonra dünya hızlı bir büyüme-kalkınma ivmelenmesi yaşadı. Bu süreç, tüketici toplumunu yaygınlaştırdı ve tektipleştiren, çeşitlilikleri azaltan modeller oluştu. Tüketen yanımız o kadar vurgulandı ki biz artık dünyaya hükmeden özneler haline geldik ve jeolojik çağların son evresinin adı değiştirilmek istendi. Haliyle bu gidişat hem sosyal hem ekolojik açıdan sürdürülebilir değil. Pandemi deneyimini de önümüzde koyduğumuzda, dirençli olmayı da içerecek şekilde kriz ortamından çıkmanın yolunu ekolojik sürdürülebilirlikte bulabileceğimizi düşünüyorum” diyor.

Kentleri nasıl bilirdik?

Ekolojik krize zemin hazırlayan nedenlerin en önemlilerinden biri de şüphesiz doğanın sınırlılığını gözetmeyen kentleşme biçimlerimiz, her açıdan yoğunlaşan kent yaşamı, tüketim toplumu halini alan kentliler ve onların sürekli artan ihtiyaçları.

“Kentleri ekonominin büyüme kaynakları ve alternatifi olmayan yaşam odakları olarak değil doğayla ve kırsal yaşamla bağları olan sosyal yaşam mekanları olarak görmemiz gerektiğine” işaret eden Çalışkan büyümeye dayalı ekonominin, kentleri krizlere açık hale getirdiğine dikkat çekiyor: “Neoliberalleşme dönemiyle birlikte kalkınmacı, büyümeci politikalar, 2000’li yıllarda ivme kazanan dijitalleşme mekânsal bağlılıkların giderek kırıldığı düzeyleri ortaya çıkardı. Kentleşme ve kent odaklı büyüyen ekonomiler krizlere açık hale geldi. Ancak kent odaklı büyüme ekonomilerinden uzaklaşmamız gerekiyor. Her kenti, kendi içlerinde kırsal yaşamı, tarımsal üretimi, ekolojik değerleri, yenilenebilir enerji imkanları, ekosistemi, doğal varlıkları, biyolojik çeşitlilikleri gibi sahip oldukları bütün varlıklarıyla dikkate alarak olabildiğince kendine yeten bir sisteme dönüştürmemiz lazım.”

Sorunlara çözüm arayışının çok farklı yönleri olduğunu söyleyen Çalışkan’a göre, sadece yerel ölçeğe odaklanmak çözüm değil.

“Özellikle 2000’li yıllardaki hızlı kentleşme ve ekonomik büyüme, inşaat sektörüne dayalı rant üreten, değişim değerinden nemalanan ekonomik büyüme politikasının (bugünlerdeyse kamu kaynaklarının elden çıkarıldığı, sürekli artan vergiler ve fiyat artışlarıyla farklı bir politik-ekonomik kriz ortamından söz edilebilir) değiştirilmesi gerektiğini söylememiz gerekiyor. Çünkü hakim ekonomik politikalar değişmeden yerel ölçekte yürütülen çalışmalarla sistemin gidişatını değiştirmek mümkün görünmüyor.”

Tersine göç, kır-kent dikotomisini aşabilir mi?

Bugün kenti algısal olarak, kırla bağlarını kopararak düşündüğümüzü ifade eden Çare Olgun Çalışkan, Türkiye’de kır kent ikiliği meselesinin aşılmaya, dönüşmeye başladığını söylüyor. Buna göre, hem kente hem de kıra yeniden bakıp yorumlamamız gerekiyor. Çünkü artık geçmişin aksine kent itiyor kır çekiyor dediğimiz zamanlardayız. Tersine göç kavramı da adını alışılagelmiş göç pratiklerinin tersyüz olmasından alıyor.

Bu kavramı anlayabilmek ise kent-kır dikotomisini yeniden tartışmaktan geçiyor. Tersine göç hareketi, kentin itici yanlarını geride bırakmak isteyenlerin bir istenci olarak kendini gösteriyor.

Şehir Plancısı, akademisyen Prof. Dr.  Murat Güvenç tersine göç hareketinin sanılanın aksine son yıllarda ortaya çıkmadığını, uzun soluklu bir süreç olduğunu söylüyor:

“19.Yüzyılda göç teorisi üzerine çalışan Ravenstein’ın ünlü göç yasalarından biri de,  her göçün orta veya uzun vadede varış noktasından geriye doğru bir göç akımı yaratacağıdır. Yani göç hareketleri, çıkılan yerlere geri dönüşle sonuçlanan ters bir akım yaratma eğilimi gösteriyor.”

‘Kırsal yaşam, mekânsal bağımlılığın kırıldığı alanlara dönüştü’

Çalışkan da kentlerin -özellikle hızla nüfusu artan metropollerin- artık kayırılan değil uzak durulan, kaçınılan bir özne haline geldiği kanısında:

“Sadece kentte değil kırda da bir dönüşüm var. Kırsal yaşam artık eskisi gibi kapalı, kendi içinde geleneksel normlara göre şekillenen bir yaşam olmaktan çıktı. Kırsal yaşam, kentin sunduğu internet/teknoloji temelli imkanları kullanarak mekânsal bağımlılığın kırıldığı alanlara dönüştü. Pandemi bu eğilimin gerçekleşmesinin mümkün olduğunu gösterdi.”

Kent ve kalkınma yaklaşımları birbirini destekler nitelikte gelişirken kırın arka plana itildi. Pandemide önemi daha da hissedilen taze gıda, tarıma bakış açısında bir kırılma da yarattı. Çalışkan’a göre, “Tarım ve kır ötekileştirildi. Tarım yıllarca geri kalmış bir ekonomik sektör ve geleneksel olarak yorumlandı. Halbuki gıdaya dayalı faaliyetler önemini giderek arttırıyor. Bir zamanlar ihmal edilen şeyler bugünün aranan değerlerine dönüştü.”

Yitirilen değerlerin peşine düşenler veya kentlerde aradığını bulamayanlar, tersine göç için harekete geçti. Çalışkan, “Bir yandan kırda tarımsal faaliyetlerini zorlukla sürdüren ve daha iyi imkanlar olabildiğinde kente göç eğiliminde olan eski köylüler/çiftçiler olsa da diğer yandan sayıları her geçen yıl daha da artan ve ekolojik duyarlılıklarla tarımsal üretime dayalı yeni ekonomik hareket alanı yaratan ve kıra göç eden yeni köylülerin, Türkiye’de kır-kent algılarının değişimini anlamak için önemli ipuçları verdiği”ni söyleyerek, tersine göç hareketiyle ilişkili olan dinamikleri yorumlamanın önemine değiniyor.

İstanbul gibi büyük kentlerde tersine göç hareketinin ivme kazandığını söyleyen Çalışkan’a göre, pandemi yitirilen değerlerin turnusolü olarak değerlendirilebilir.

Ya bu değerlerin arandığı yeni rotalar hangileri?

“Bütün artılarına rağmen katlanılamaz bir şehir haline gelen metropolden kaçış ve varış rotalarının birçoğu Ege ve Akdeniz gibi kıyı şeridi olan yerlere ya da kırsal ata topraklarına ulaşıyor.”

İstanbul’dan ayrılma talebiyle hareket eden nüfusa başka şehirlerin altyapısının hazırlıksız yakalandığını/yakalanacağını aktaran Çare Olgun Çalışkan, “Bugün İstanbul ihtiyaç duyduğu gıdayı sağlamak için başta Marmara bölgesine ve Akdeniz’deki tarım sahalarına bağımlı. Dolayısıyla kendine yetemeyen ve sorunlarını dışa vuran İstanbul’un tersine göç eğilimi, başka şehirlerde başka sorunların ortaya çıkmasına zemin hazırlayabilir” diyor.

Büyük şehirlerden kırsal kesimlere ve kıyı şeridindeki şehirlere yapılacak göç hareketlerinin belirli noktalara yönelmesi halinde bu noktalarda olası altyapı sorunlarının görülebileceğini söyleyen Güvenç, metropolden çıkan nüfusun farklı noktalara dağılması durumunda yaşanabilecek senaryoyu ise Çalışkan’dan farklı olarak şöyle aktarıyor:

“Tersine göç hareketi çok sayıda varış noktasına dağılacak şekilde sürdürülürse bazı noktalarda altyapı problemleri olsa da altından kalkılmayacak problemler yaşanacağını düşünmüyorum.  Kamu yöneticileri için tersine göç problemiyle uğraşmak, göç problemiyle uğraşmaktan çok daha kolay olmalı.  Çünkü kırdan kente göç sürecinde birden çok noktadan çıkan göç akımları  birkaç büyük kentte son bulur. Tersine göçte ise, birkaç büyük kentten çıkan göç hareketi çok sayıda varış noktasına dağılıyor.”

Gidenler gelenleri aştı: Net göç

Tersine göç eğiliminin başladığı ve sürdüğü görüşünü paylaşan akademisyen Murat Güvenç’e göre, İstanbul gibi deprem beklenen şehirlerde bu eğilim daha fazla:

“Tersine göç büyük bir devlet politikası üzerinden yaşanmıyor ama hane halkları bu eğilimi sergiliyor ve kendi tedbirlerini alıyorlar. Ayrıca deprem riski alışılmadık bir hareketliliği tetikledi. Emeklilerin, varlıklıların, büyük şehirlerin yaşanmaz koşullarından kaçmak isteyenlerin, büyük şehirlerden kaçma eğilimleriyle ilişkilendirilen tersine göç hareketi depremle hız kazandı. Son 4-5 senedir İstanbul aldığından daha fazla göç veren bir yer haline geldi. Yani gidenler gelenlerin sayısını aştı. Buna net göç deniyor.”

Tersine göçün devlet tarafından planlanmasının mümkün ancak süreç kolay değil. Güvenç, şunları söylüyor: :

“Türkiye’de bu konu üzerine yoğun çalışıldığı kanaatinde değilim. Tersine göç özendirilebilir. Çünkü kentlerimizdeki nüfus yoğunluğu, hem deprem hem de salgın hastalıklar açısından riskleri gündeme getiriyor. Bu risklerin azaltılabilmesi kentleri daha dirençli kılmak için, yerleşim düzenimizi ve nüfus coğrafyamızı yeniden, yeni kavramlarla anlamaya ihtiyacımız var. Kentlerimizde biz farkında olmadan çok önemli süreçler yaşanıyor. Biz eskiden, bu süreçleri izleyebilecek kaliteli veri setlerine sahiptik. Şimdiki veri setleri eskileri kadar kaliteli değil. Tersine göç sürecini anlamak için daha kaliteli, daha ayrıntılı veriye ve Türkiye’nin göç sürecini yeniden anlamlandırıp kavramsallaştırabileceği yeni araştırmalara ihtiyacı var.”

Küçülme hareketi soruyor: Büyümeye mecbur muyuz?

Kullandığımız şeylerin kullanım değerine değil, değişim sonrası yeni değerine odaklanan bir toplum haline geldiğimizi söyleyen Çare Olgun Çalışkan’a göre, ihtiyaçlarımız sürekli artırıyor ve çeşitleniyor. Küçülme hareketi ise aslında ihtiyaçlarımızın da tıpkı kaynaklarımız gibi sınırsız olmadığını söylüyor. Küçülme hareketi lineer dediğimiz kalkınmacı ve sürekli büyümeye dayalı ekonomik gidişatı eleştiren ve bunun karşısında büyümemeyi öncelikli kılan ve bu nedenle de radikal ve negatif bir kavram olarak değerlendiriliyor.

Peki küçülme; karşı karşıya olduğumuz krizlerden çıkış rotasını belirleyebilir mi?

“70’lerde ortaya çıkan küçülme hareketi,  basit bir soruyla temel tartışmasını başlatıyor: Büyümeye mecbur muyuz? Küçülme hareketinin öncüleri, ekolojik limitleri hatırlatarak, sonlu kaynakları olan bir dünyada sonsuz kaynak varmışçasına yaşayamayacağımızı vurguluyor. Zorunlu olmadıkça üretmemeyi ve tüketmemeyi bir ilke olarak benimsiyor ancak ne yazık ki bugün, tüketici bir topluma ya da bir başka isimle kullan at toplumuna dönüşmüş durumdayız.”

Küçülme: Yalnızca Yeşil Yeni Düzen değil

‘Bir yandan büyüyüp bir yandan sürdürülebilir olamayız’

Yaşamımızın döngüsü için gerekli hizmetler gezegenimizin kaynaklarıyla karşılanıyor. Oysa kaynaklar kısıtlı. Peki dünya bize daha ne kadar yetebilir?

“Biz sürekli büyüyen, tüketim ihtiyaçları sürekli artan varlıklar olarak yaşamımızı sürdürürken gezegenin sınırlarını görmezden geliyoruz. Bu başlı başına sürdürülemez bir gidişat haline geliyor. Oysa, bir yandan büyüyüp bir yandan da sürdürülebilir olamayız Dolayısıyla bu gidişat oksimoron olarak tanımlanıyor.”

Küçülme hareketinin bir denge arayışı olduğunu belirten Çare Olgun Çalışkan’ın aktardığına göre küçülme hareketi ekonomik modellerde de değişim talebinde bulunuyor ve yeni bir model öneriyor: “Küçülme hareketi Herman Daly tarafından tasarlanan bir model olarak durağan durum ekonomisini benimsiyor.  Model dört dinamik üzerinde duruyor:”

1-Ekosistem limitlerinin kendini yenileyebilme kapasitesinin üzerine çıkma

2-Atıkları azaltacak sınırlayıcı politikalar benimse

3-Yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş sürecinde dengeyi gözet (Bugünkü fosil yakıt kullanımını azaltarak yeni sistemlere geçişi planla)

4-Nüfus artış hızının önüne geçecek politikaların gereğini anlat

Küçülme çoğu zaman havada duran bir ekonomi-politik dönüşüm olarak algılansa da, son zamanlarda gerçekçi bir alternatif olma iddiası taşıyan güçlenmiş bir yaklaşım. Çalışkan’a göre “Hakim, klişe merkezi yerel yönetim politikalarının ötesinde, dikey hiyerarşileri reddeden yatay katılım mekanizmalarını öne çıkaran bir hareket” olan küçülmeyle ekolojik limitleri referans alan politikalar geliştirmek mümkün.

Küçülme hareketi  ekolojik krizlere bir çözüm olabilir mi, tartışması sürse de Çalışkan’a göre harekete geçmemiz gereken noktalar belli: “Ekonomik refahtan ziyade sosyal ve çevresel refahı ön plana çıkarmalı, şeffaf ve katılımcı politikalar geliştirmeli; dirençli olmamızı gerektiren koşulları ortadan kaldırmalıyız.”

Akbelen direnişçileri defalarca durdurulmasının ardından Meclis’e ulaştı: İnsanlık suçu

Muğla, İkizköy’de bulunan Akbelen Ormanı’ndaki ağaç kesimine direnen köylüler ve çevreciler “Akbelen” gündemiyle bugün olağanüstü toplanıyor Ankara’ya gelen Akbelen direnişçileri saat 15.00’da, TBMM Genel Kurulu’na izleyici olarak katılacak. Genel kurulu toplantısının öncesinde ise direnişçiler siyasi partilerin toplantılarına katılıyor.

İkizköylüler, Karacahisarlılar, Çamköylüler Akbelen’den Ankara’ya, Meclise doğru dün gece yola çıktı.

Kömüre karşı mücadele veren köylülerin yaşadığı Avdan’ı da ziyaret eden direnişçiler TBMM yolunda defalarca durduruldu.

‘Çevre ve insanlık suçu’

Meclis’e giden Akbelen direnişçileri ve sürdürülen mücadele için DİSK İç Anadolu Bölge Temsilciliği, KESK Ankara Şubeler Platformu, TMMOB Ankara İl Koordinasyon Kurulu, Ankara Tabip Odası, Ankara Dişhekimleri Odası tarafından da açıklamada bulunuldu. Ortak açıklamada “Bugün, Akbelen’de yaşam alanlarımıza, doğamıza, sahip çıkmak için mücadele eden İkizköylüler ile birlikteyiz. DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve TDB’nin çağırısı ile İkizköylüleri, TBMM’de gerçekleşecek Akbelen oturumu öncesinde karşılamak ve dayanışmamızı göstermek için bir aradayız” denildi ve şunlar aktarıldı:

“Akbelen’de geleceğimizi ve ormanlarımızı savunan sahip çıkan herkese selam olsun. Ülkemizde doğa ve kültür değerlerini sermaye birikim aracı olarak gören ve ranta dönüştürmeyi hedefleyen ekonomi politikaları acımasız ve kuralsız bir şekilde yürütülmekte; yaşam alanları yok edilmektedir. Kaz Dağları ve Cerattepe’de maden işletmelerinin sebep olduğu çevre katliamından, hidroelektrik santral (HES) projeleriyle kurutulan akarsulara; yapılaşmaya açılarak betonlaştırılan yaylalardan, orman alanlarında ağaç kesimlerine pek çok çevre karşıtı yatırım gündemdedir. Günlerdir Akbelen’de ağaçları kestiler, Cudi’de ise yaktılar. Tüm tepkilere rağmen yangına müdahale edilmesine engel oldular.”

Orman alanlarının yangınlar nedeniyle zaten yok olurken rant amaçlı katliamların da devam ettiğinin aktarıldığı açıklamada, “Muğla’nın Milas İlçesine bağlı İkizköy’de Akbelen ormanlarının maden sahası ilan edilerek; doğanın, ormanlık alanların ve yaban hayatının katledilmesi çevre ve insanlık suçudur” denildi.

Akbelen’de planlanan maden işletmesi ve faaliyetleri sonucunda coğrafyanın değişeceğinin, biyolojik çeşitlilik ve ormanlık alanların yok edileceğinin, su kaynaklarının tükeneceğinin ve telafisi mümkün olmayan zararlara yol açacağının belirtildiği açıklamada, şunlar aktarıldı:

“Günlerdir süren ve Akbelen`de Limak Holding ve IC Holding tarafından yapılan orman katliamı devletin kolluk güçlerinin himayesinde gerçekleştirilmiş ve bütün ağaçlar kesilmiş, bu hukuksuzluk sürerken devletin kurumları, ilgili bakanlık ve idareler bu duruma sessiz kalmış, ormanını, toprağını, yaşamını savunan ve tek bir ağacını kestirmemek için direnen halka, baskı, gözaltı ve şiddetli saldırılar yapılmıştır.”

“Bizler madenlerin, aç gözlü şirketlerin ormanlarımızı, tarlalarımızı, köylerimizi, insanlarımızı yuttuğu, tükettiği bir ülke istemiyoruz” denilen açıklamada son olarak şunlar dile getirildi:

“Ne yazık ki ülkemizde egemen olan madencilik anlayışı, madenin bulunduğu tüm arazinin harap edildiği, geride ise tümüyle verimsizleştirilmiş ve kirletilmiş bir toprağın bırakıldığı bir anlayışla sürdürülmektedir. Bu anlayış nedeniyle Cerrattepe’den Fatsa’ya, Kaz Dağlarından Akbelen’e kadar her yerde verimli ormanlık alanlarımız, tabiat zenginliklerimiz yok edilmektedir. Bu anlayış, sadece madenciliği değil, yaşamı da sürdürülemez hale getirmektedir. Bu madencilik anlayışı, bir üretim faaliyeti değil, bir sömürü faaliyetidir. Madenleri olduğu gibi, doğayı ve halkı da sömürmektedir.”

Öncelikli talep bakanlığın izninin iptal talebi

Meclise giden Akbelen direnişçileri tarafından tüm vekillere de 23 sayfalık Akbelen’deki tahribatı anlatan bilgilendirme metni gönderildi. Metinde şu ifadelere yer verildi:

“İkizköylülerin öncelikli ve ivedi talepleri Tarım ve Orman Bakanı tarafından YK Enerji AŞ adlı şirkete verilmiş Akbelen Ormanını maden işletmesine tahsis eden iznin iptalidir.

Akbelen Ormanı mücadelesi ülkemizde uzun zamandır süren kamu karşıtı politikalara karşı güçlü bir itirazdır. Şirketler yararına gerçekleştirilen kamulaştırmalar ile kırda yaşayan, tarımla geçimini sağlayan ve nüfusu hızla düşen köylülerimizin haklı itirazı; plansız ve ekolojik perspektiften yoksun madencilik, enerji, yapılaşma politikaları ile talan edilen doğal alanların, ormanların, zeytinliklerin çığlığı, kömürle zehirlenen, hastalanan, yakınlarını genç yaşta yitirenlerin yaşam mücadelesidir.”

Yeşil Gazete’nin ortaya çıkardığı Yatağan’daki izinsiz kömür madenciliği Meclis gündeminde

Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA Partisi) Genel Başkan Yardımcısı, Doğa Hakları ve Çevre Politikaları Başkanı, İstanbul Milletvekili Evrim Rızvanoğlu, Muğla‘nın Yatağan ilçesinde ilk Yeşil Gazete tarafından ortaya çıkarılarak fotoğraflarla belgelenen, hakkında yürütmeyi durdurma kararı verilen termik santralin faaliyetlerine devam ettiğine dikkati çekerek Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar’ın cevaplaması istemiyle soru önergesi verdi.

DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Rızvanoğlu, soru önergesinde Bakan Bayraktar’a “Şirket, yeni bir proje mi sundu? Yeni Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu alındı mı?” diye sordu.

Muğla 3’üncü İdare Mahkemesi, Yatağan Termik Enerji Üretim şirketine ait kömür sahasında tünel açılarak yer altı madenciliği yapılmasına ilişkin davada yürütmeyi durdurma kararı vermişti. Kararın gerekçesi, kapalı ocak madenciliğinin geri dönüşü olamayacak şekilde tahribat riski barındırmasıydı.

Konuyu Meclis gündemine taşıyan DEVA Partisi Doğa Hakları ve Çevre Politikaları Başkanı Evrim Rızvanoğlu, alınan mahkeme kararının göz ardı edildiğini vurguladı. Rızvanoğlu, “Şirket tarafından kanuna aykırı bir şekilde kapalı ocak madenciliği faaliyetlerine devam edildiği kamuoyuna yansımıştır” dedi.

Yatağan Kömür Madeni’nde ÇED raporuna aykırı olması ve mahkeme tarafından yürütmeyi durdurma kararı verilmesine rağmen kapalı ocak madenciliği için açılan üç tünelde madencilik çalışmaları devam ediyor. 10 Haziran 2023. Fotoğraf: Dilan Ela Pamuk / Yeşil Gazete
‣ Yatağan’da suç üstü: Şirket, maden için verilen yargı kararını görmezden geliyor

‘Kurumlar, yargı kararlarının uygulanmasını sağlamakla yükümlüdür’

Mahkemenin, tünel açılarak madencilik yapılmasının tarım arazileri ve zeytinliklerden oluşan alana zarar vereceği gerekçesiyle projeyi hukuka ve mevzuata aykırı bulduğunu hatırlatan Rızvanoğlu, şunları kaydetti:

İlgili kurumlar, yargı kararlarının uygulanmasını sağlamak ve çevre koruma ilkelerine uygunluğu denetlemekle yükümlüdür. Kanuna aykırı faaliyetlerin sürdürülmesi, hukukun zedelenmesine ve kamu güveninin sarsılmasına yol açacaktır. Bu nedenle, yetkililerin ivedilikle harekete geçmesi önemlidir.

Yatağan Kömür Madeni’nde ÇED raporuna aykırı olması ve mahkeme tarafından yürütmeyi durdurma kararı verilmesine rağmen kapalı ocak madenciliği için açılan üç tünelde madencilik çalışmaları devam ediyor. 10 Haziran 2023. Fotoğraf: Dilan Ela Pamuk / Yeşil Gazete

Rızvanoğlu, Meclis’e soru önergesi vererek Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar’a şunları sordu:

Bakanlık bir denetim yaptıysa yaptırım uyguladı mı?

1) Yatağan kömür madeni sahasında yapılan kapalı ocak madenciliği faaliyetlerini sürdürmesine, Muğla 3’üncü İdare Mahkemesi’nin 20 Nisan 2023 tarihli kararına rağmen hangi gerekçe ile izin verilmektedir? Yatağan kömür madeni sahasında devam etmekte olan kapalı ocak madenciliği faaliyetleri ile ilgili olarak, Bakanlığınız tarafından yukarıda anılan mahkeme kararını takiben herhangi bir denetim ve inceleme yapılmış mıdır? Yapılmışsa incelemeler sonucunda şirkete herhangi bir yaptırım veya cezai işlem uygulanmış mıdır? Uygulanmışsa, bu yaptırım veya cezai işlemler nelerdir?

Yatağan Kömür Madeni’nde ÇED raporuna aykırı olması ve mahkeme tarafından yürütmeyi durdurma kararı verilmesine rağmen kapalı ocak madenciliği için açılan üç tünelde madencilik çalışmaları devam ediyor. 10 Haziran 2023. Fotoğraf: Dilan Ela Pamuk / Yeşil Gazete

İhmali bulunan yetkililer hakkında soruşturma başlatıldı mı?

2) Muğla 3’üncü İdare Mahkemesi’nin kararına rağmen Yatağan kömür madeni sahasında kapalı ocak madenciliği faaliyetlerine devam edilmesiyle ilgili olarak, bu konuda kusuru veya ihmali bulunan ilgili idare yetkilileri hakkında herhangi bir inceleme veya soruşturma başlatılmış mıdır?

Santralin ne zaman kapanması öngörülüyor?

3) Yatağan Termik Enerji Üretim işletmesinin ömrü kaç yıldır? Santralin ne zaman kapanması öngörülmektedir? Kömür rezervi bittiğinde taşıma sistemiyle başka alanlarda da madencilik faaliyeti yürütülecek midir? Buna ilişkin saha çalışmaları var mıdır? Varsa bu sahalar nerelerdir?

Yatağan Kömür Madeni’nde ÇED raporuna aykırı olması ve mahkeme tarafından yürütmeyi durdurma kararı verilmesine rağmen kapalı ocak madenciliği için açılan üç tünelde madencilik çalışmaları devam ediyor. 10 Haziran 2023. Fotoğraf: Dilan Ela Pamuk / Yeşil Gazete

Bölge halkı ve tarım ekonomisine olumsuz etkiler için bir telafi düşünülüyor mu?’

4) Yapılan kapalı ocak madenciliği faaliyetlerinin ekonomik ve sosyal etkileri değerlendirilmekte midir? Söz konusu faaliyetlerin çevre ve tarım alanlarına olan etkilerini gidermek için alınacak tedbirler nelerdir? Yine söz konusu faaliyetlerin bölge halkı ve tarım ekonomisi üzerindeki olumsuz etkileriyle ilgili herhangi bir telafi mekanizması düşünülmekte midir? İşletme bugüne kadar tahrip ettiği alanlarla ilgili rehabilitasyon yükümlülüğünü yerine getirmiş midir?

Yatağan Kömür Madeni’nde ÇED raporuna aykırı olması ve mahkeme tarafından yürütmeyi durdurma kararı verilmesine rağmen kapalı ocak madenciliği için açılan üç tünelde madencilik çalışmaları devam ediyor. 10 Haziran 2023. Fotoğraf: Dilan Ela Pamuk / Yeşil Gazete

İş sağlığı ve güvenliği için hangi önlemler alındı?

5) Kapalı ocak madenciliğinin tehlikeli boyutları göz önünde bulundurulduğunda çalışanların iş sağlığı ve güvenliği için hangi önlemler alınmıştır? Yukarıda anılan mahkeme kararının uygulanmasının engellenmesi sonrası bir maden faciası ile karşı karşıya kalındığı taktirde Bakanlığınız, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı’nın sorumluluğu bağlamında olası bir müessif duruma dair ilgili bakanlıklardaki sorumlu kişiler ağır yaptırımlara maruz kalacaklarının bilincinde midir?

Yeni ÇED Raporu alındı mı?

6) Şirket, Mahkeme Kararı’nda yer alan Bilirkişi Heyeti Raporu’nda yeraltı madencilik projesine yönelik tespit edilmiş olumsuz hususları dikkate alarak Bakanlığınıza revize bir proje mi sunmuştur? Eğer böyle bir proje varsa yeni ÇED Raporu alınmış mıdır? Bakanlığınız rapora ilişkin ne tür bir görüş bildirmiştir? Bu rapor niçin kamu ile de paylaşılmamıştır?

‣ DEVA’lı Rızvanoğlu’ndan Akbelen’e Meclis’ten destek: 2.5 yıllık kömür için değer mi?