Maltepe Açık Cezaevi’nde tutuklu bulunan gazeteci Barış Pehlivan‘ın denetimli serbestliğin önü açık olmasına rağmen tutukluluğu devam ediyor. Pehlivan adına, İnfaz Hakimliği kararına yapılan itiraz da bir kez daha reddedildi.
Pehlivan’ın avukat Hüseyin Ersöz, ret kararını sosyal medya hesabından paylaştı:
Hukuken bir engel yok
“Gazeteci Barış Pehlivan adına İnfaz Hakimliği Kararına yaptığımız itiraz Silivri Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedildi.
Temmuz ayında yürürlüğe giren “yeni infaz düzenlemesi” ile hakkında Denetimli Serbestlik Kararı verilmesinin önünde hukuken bir engel olmamasına karşın, Gazeteci Barış Pehlivan, Maltepe Açık Cezaevi’nde tutulmaya devam ediliyor.
Bu Karara karşı da Kanun Yararına Bozma ve AYM Bireysel Başvuru süreçlerini başlatacağız ancak Denetimli Serbestlik Kararının Kaldırılmasına gerekçe gösterilen davanın kasım ayındaki duruşmasında, beraat kararı çıkmaz ise Barış Pehlivan 2024 yılı Mart ayına kadar cezaevinde kalmaya devam edecek.”
Gazeteci Barış Pehlivan (@barispehlivan) adına İnfaz Hakimliği Kararına yaptığımız itiraz Silivri Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedildi.
Temmuz ayında yürürlüğe giren “yeni infaz düzenlemesi” ile hakkında Denetimli Serbestlik Kararı verilmesinin önünde hukuken bir engel… pic.twitter.com/8YD8piTtCj
“Bir arada film izlemek mümkün” mottosuyla yola çıkan ve bu yıl 11’inci kez düzenlenen Engelsiz Filmler Festivali başladı.
Sinemaya eşit koşullarda erişim sağlamak amacıyla 20-26 Ekim tarihlerinde Ankara’da başlayan festival, 4-5 Kasım tarihlerinde ise Eskişehir‘de devam edecek.
Festivalin, “Kısa Film Yarışması” kapsamındaki 14 film, eff2023.muvi.com adresi üzerinden 20-26 Ekim tarihleri arasında tüm Türkiye’de çevrimiçi olarak izlenebilecek.
Paribu Cineverse ANKAmall gösterimleri için biletlere biletinial.com üzerinden 35 TL’ye ulaşılabilirken, Goethe-Institut Ankara ve Eskişehir Cinema Pink Kanatlı AVM’deki tüm gösterim ve etkinlikler ücretsiz yapılacak.
Ken Loach’tan üç film
Bu yıl İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabulünün 75’inci yılına özel olarak, programına “İnsanlık Onuru” film seçkisini ve “Herkes İçin İnsan Hakları” forumunu da ekleyen festival yönetimi, kendilerine has üslupları ile iz bırakmış sinemacılara yer verdiği yeni bölümü “Parmak İzi” ile Ken Loach’un farklı dönemlerinden üç filmini beyaz perdeye taşıyacak.
42 filmin yer aldığı festival programında İnsanlık Onuru’nun yanı sıra Ulusal Uzun Film Yarışması, Kısa Film Yarışması, Parmak İzi, Kaleydoskop, Çocuklar İçin, Otizm Dostu Gösterim ve Cumhuriyete Doğru bölümleri yer alıyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılına ithaf edilen festivalin “Cumhuriyete Doğru” bölümünde, EYE Filmmuseum koleksiyonundan arşiv niteliğindeki dokuz filmden oluşan 42 dakikalık özel seçki, sesli anlatımla izleyiciyle buluşacak.
Ulusal Uzun Film Yarışması’nda yer alan filmlerden biri de Berna Gençalp’in 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Belgesel Film” ödülüne layık görülen, ressam Mihri’nin boşluklarla ve rivayetlerle dolu hikâyesini anlattığı “Kim Mihri”.
Gösterimlerin ardından, film ekipleriyle yapılan söyleşilerde, forumlarda ve atölyelerde işaret dili tercümesi yapılacak. “Çocuklar İçin” bölümü dışındaki tüm gösterimler ve etkinlikler İngilizce olarak da takip edilebilecek.
Ayçiçeği üretiminde Türkiye‘nin öne çıkan merkezlerinden Trakya‘da etkili olan kuraklık nedeniyle geniş çaplı bir verim kaybı yaşandı. Bu yıl Edirne‘de 1 milyon 210 bin, Tekirdağ‘da 1 milyon 600 bin, Kırklareli‘nde ise 1 milyon 100 bin dekarlık alanda ayçiçeği ekimi yapıldı, bölgede hasat tamamlandı. Trakya çiftçisi bu yıl verim ve kalite açısından son dönemlerin en düşük üretim sezonlarından birini yaşadı.
AA’nın haberine göre; bölgede kışın başlayan, yaz aylarında da süren kuraklık ve aşırı sıcaklar verimi olumsuz etkiledi. Verim kaybı bölgesel olarak değişmekle birlikte yüzde 25 ila yüzde 75 arasında farklılık gösterdi. Bazı tarlalarda bitkinin gelişememesinden dolayı hasat dahi yapılamadı.
Edirne Ziraat Odası Başkanı Hüseyin Arabacı, ayçiçeği üreticisinin bu yıl kötü bir sezon geçirdiğini söyledi. Hava şartlarının üretimi etkilediğini anlatan Arabacı, erken ekim yapılan yerlerde verimin maliyeti kurtardığını ancak geç ekim yapılan arazilerde düşük kaldığını ifade etti. Arabacı, sözlerine şöyle devam etti:
“Genel yıllar ortalamasına baktığımızda Edirne’de dönüm başına ortalama 200 kilogram verim alıyorduk. Güzel yağış alınan yıllarda bu oran daha da yukarıya çıkabiliyor. Bu yıl ortalama 150 kilogramda kaldı, yüzde 25’lik düşüş var. Bazı yerlerde verim çok düşük kaldı. Fiyatların çok iyi olmadığı yıllarda verimin de düşük olması üreticiyi zora sokuyor. Sürdürülebilirliği zorlaştırıyor.”
Fotoğraf: DHA
Ayçiçeğinde verim ve kalite kaybı yaşandı
Kırklareli Ziraat Odası Başkanı Ekrem Şaylan da ayçiçeğinde bu yıl sıkıntılı bir sezon geçirdiklerini belirtti. Yaz boyunca kuraklık ve aşırı sıcağın etkili olduğunu anımsatan Şaylan, buna bağlı olarak ayçiçeğinde çok fazla verim ve kalite kaybı yaşandığını vurguladı.
Geçen yıl kurak alanlarda 220 kilogram verim, 45 ila 47 yağ oranında ayçiçeği hasadı gerçekleştiğini hatırlatan Şaylan, “Bu yıl en iyi olan yerlerde 70-80 kilogram ortalama verim aldık. Yağ oranı da 40’ın üzerine pek çıkmadı. Yalnızca sulanabilir alanlarda yağ oranı yüksek oldu, kurak yerlerde maalesef 37’lere kadar düştü” dedi.
‘Verim kaybı yüzde 60’a vardı’
Şaylan, ayçiçeği üreticisinin bu yıl büyük sıkıntı yaşadığına dikkati çekerek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Geçen seneye göre yüzde 60’a varan verim kaybımız oldu. Maliyetlerin de artmasıyla üretici gerçekten zor durumda. Ekim ayındayız ve hala yağmur yağmadı. Hem kuraklıktan hem de sıcaktan dolayı sıkıntılı ve zor bir sene bizi bekliyor. Trakya’da ektiğimiz ana ürünlerin başında ayçiçeği, buğday ve sulanabilir alanlarda da mısır geliyor. Yaşadığımız sıkıntılara rağmen önümüzdeki yıl ayçiçeğini yine ekeceğiz. Ekmek zorundayız. Hem bizim ihtiyacımız var hem de ayçiçeği yağı açığımız var. Bunu karşılamak için de Trakya çiftçisi ayçiçeği ekimine devam eder. Türkiye’nin ayçiçeği ihtiyacının yüzde 40’ını karşılıyoruz.”
‘Kuraklık en çok ayçiçeğini etkiledi’
Tekirdağ Ziraat Odası Başkanı İmdat Saygı ise kuraklığın ekili alanlarda en çok ayçiçeğini etkilediğine işaret etti. Hasat edilemeyip ürünün tarlada bırakıldığı yerlerin kuraklığın boyutunu gösterdiğinin altını çizen Saygı, şunları kaydetti:
“Tekirdağ’da son 30-40 yılda böyle kuraklık görmedik. Kışın karın az yağması, yağışların da az düşmesi üreticileri olumsuz etkiledi. Ayçiçeğinde geçen yıl dekar başına 250 kilogram biçim yapılan tarlalardan bu yıl 30 ila 100 kilogram verim elde edildi. Kuraklıktan aşırı etkilenen yerlerde hasat olmadı. Kuraklık bu sene verimi de yağ oranını da etkiledi. İnşallah gelecek yıl yağışların güzel olmasını ümit ediyoruz. Beklenen yağışlar olursa çiftçiler bu yılki mağduriyetini, elde edeceği verimle telafi edebilir.”
Gazeteciler Haluk Kalafat ile Elif Akgülbianet’te 2015, 2018 ve 2019’da yayımlanan altı haberden dolayı “Türk milletini alenen aşağılama (TCK 301/1)” suçlamasıyla hakim karşısına çıktı. Savcı mütaalasında Kalafat ve Akgül’ün TCK 301’den cezalandırılmalarını istedi. Mahkeme İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılarak bianet’in internet haber sitesi vasfı taşıyıp taşımadığının araştırılmasına karar verdi.
bianet’ten Hikmet Adal’ın aktardığına göre; Çağlayan’daki İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen duruşmada Akgül ve Kalafat’ı avukatları Veysel Ok ve Doğuşcan Aydın Aygün savundu. Ayrıca duruşmayı Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu izledi.
Veysel Ok ifade aşamasına geçmeden önce “Dosyayı incelediğimizde, dosyayı görmeksizin düşme kararı vermeniz gerektiğini fark etik” itirazında bulundu. Soruşturmanın 2019’da CİMER’e yapılan şikayetle başladığını söyleyen Ok, “Adalet Bakanlığından soruşturma izni 2021’de istenmiş. İddianame 9 Aralık 2021’de hazırlanmış. Tensip zaptı ise Aralık 2022’de düzenlenmiş. İnternet haber siteleri Ekim 2022’de Basın Kanunu’na tabi tutuldu. Bu nedenle soruşturmada zaman aşımı gerçekleşti. Davada müvekkillerin savunması alınmadan haklarında derhal düşme kararı verilmesini talep ediyoruz” dedi.
Duruşma savcısı Mehmet Ateş, zaman aşımı süresinin internet haber siteleri için Ekim 2022’den itibaren uygulanacağını belirterek talebin reddini istedi. Hakim Ali Çalı, Akgül ve Kalafat’a bianet’in resmi bir haber kuruluşu olup olmadığını, savcılığa mevkute beyannamesi verip vermediğini sordu. Gazeteciler artık bianet’te çalışmadıklarını belirtip, konu hakkında bilgilerinin olmadığını söyledi. Bunun üzerine Hakim Çalı talebi reddederek, iddianameye karşı savunmaları almaya başladı. İlk olarak Elif Akgül söz aldı. Akgül duruşmanın başlama saatini eleştirerek ifadesine başladı.
“Hem ilk celse hem de bu celse duruşmaların yoğunluğu nedeniyle gecikti. Dosya yükünüzü anlıyorum ama bu benim adil yargılanma hakkımı engelliyor. İlk geldiğimde rahatsızdım. 3 saattir bekliyorum. İlk geldiğim durumdan daha kötü sağlığım” dedi.
Mahkeme hakimi ise buna karşılık “İlk ben isterim. 1000 dosyayla ancak böyle oluyor” dedi. Akgül ardından şöyle konuştu:
“12 yıldır gazetecilik yapıyorum. Bunun 10 yılı basın ve ifade özgürlüğü davalarını takip ederek geçti. Yargılandığım bu dosyaya benzer çok dava takip ettim. Şimdi de ben yargılanıyorum. Soruşturma aşamasında ifademi alan savcı ‘senin bu dosyada ne işin var’ dedi. Sadece İngilizce bir kitabın Türkçe olarak tanıtımını yaptım. Dava açıldığında iddianameyi okudum ama ‘iddianameyi anladın mı’ diye sorarsınız hiçbir şey anlamadım. Çünkü suçlamaya ilişkin bir gerekçe yok. İddianame savcısı haberimden parçalar koyarak bunların suç olduğunu iddia etmiş. Hakaret olarak hangi cümlemin, yüklemin, edatın suç olduğuna ilişkin bir anlatıma yer vermemiş. Belirtme zahmetine girmemiş. Bunun iki nedeni var. İddianameyi yazan savcı ya ‘hakaret’ sözcüğünün anlamını bilmiyor ya da kötü niyetli. Anayasa Mahkemesi’nin cumhuriyet savcılarının gazetecilerin yazmış olduğu metinleri yorumlayarak suç isnat edemeyeceği yönünde kararları var. Herhangi bir kuruma, devlete, millete hakaret etmedim. Yaptığım gazeteciliktir. Gazetecilik de suç değildir.”
Ardından söz alan avukatı Doğuşcan Aydın Aygün, internet sitelerini resmi statüye kovuşturan yeni yasayı hatırlatarak Veysel Ok’la aynı talepte bulundu.
Ayrıca AİHM’nin Erbakan-Türkiye kararını hatırlatarak “Soruşturma ve iddianame arasında geçen dört yıldan fazla süre dahi alındığında ifade özgürlüğünü kısıtlayan ve AİHS’yi ihlal eden bir durumla karşı karşıyayız” diye konuştu. Kovuşturmanın düşmesine karar verilmesini istedi.
Aygün’ün beyanından sonra Haluk Kalafat söz aldı. “İddianameyi okuduğumda Elif gibi ben de suçlamanın ne olduğunu anlamadım” dedi.
‘Yaptığım bir haberciliktir, gazeteciliktir’
2015’te bir kitap hakkında yaptığı söyleşinin suçlama konusu yapıldığını söyleyen Kalafat, “O kitap bugün de satışı olan, yasaklı olmayan bir kitap. İddianamede suç olarak ifade edilen alıntılar içinde hakarete neden olacak bir sözcük bulamadım. İddianamede zaten hangi sözlerin suç olduğu belirtilmiyor. Yaptığım bir haberciliktir, gazeteciliktir. Basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilir. Beraatımı istiyorum” diye konuştu.
Kalafat’tan sonra tekrar söz alan Veysel Ok, mevkute beyannamesi verilmesinin ayrı bir usul olduğunu, bianet’in internet gazetesi sayılmasının mevkute beyannamesine bağlı olmadığını söyledi. Ancak yine de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bu konunun sorulması için dilekçe yazılması talebinde bulundu. Ayrıca “Hiçbir gazeteci, yurttaş devletle aynı görüşü savunmak zorunda değil. AİHM ve AYM kararları dururken iddianame hazırlanmasının gazeteciliği yargılama ve mahkum etme amacı dışında bir amaç taşımadığını düşünüyoruz” dedi.
Bunun üzerine Savcı Ateş tevsi tahkikatı taleplerinin olmadığını belirterek, esas hakkındaki mütalaanın hazır olduğunu söyledi. Ateş mütaalasında Kalafat ve Akgül’ün TCK 301’den cezalandırılmalarını istedi.
Akgül ve Kalafat bunun üzerine mütalaaya karşı savunma yapmak için süre talebinde bulundu. Mahkeme de talepler doğrultusunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılarak bianet’in mevkute beyannamesi verip vermediğinin sorulmasına ve internet haber sitesi vasfı taşıyıp taşımadığının araştırılmasına karar verdi. Davada bir sonraki duruşma 20 Şubat 2024’te görülecek.
Dünya liderleri ve ekoloji savunucuları, iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilik kaybı gibi acil sorunları ele almak amacıyla sürdürülebilir kalkınma için küresel mücadelede önemli bir yere sahip Birleşmiş Milletler (BM) Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (CBD) 15’inci Taraflar Konferansı (COP15) için Kenya’nın başkenti Nairobi‘de bir araya geldi. COP15 Biyoçeşitlilik Konferansında, daha sürdürülebilir ve afet direngen bir geleceğe yönelik yeni bir yol haritası çizilmesi için uluslararası düzeyde ortak bir irade oluşturulmasını hedefleniyor.
Nairobi kenti, çevre sorunlarının arttığı bir dönemde Bilimsel, Teknik ve Teknolojik Danışma Yardımcı Organı‘nın (SBSTTA25) da 25’inci toplantısına ev sahipliği yapıyor. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (CBD) çatısı altında düzenlenen toplantılar, dünyanın dört bir yanından bilim insanlarını, politika yapıcıları ve uzmanları bir araya getiriyor.
CBD’ye bilimsel ve teknik rehberlik sağlamaya odaklanan SBSTTA25, biyolojik çeşitliliğin korunmasına yönelik yenilikçi yaklaşımların müzakere edilmesi için kritik bir forum işlevi görüyor. Delegeler bir araya gelirken, dikkatler yaklaşan COP15 kararlarını ve Kunming-Montreal Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi‘nin formülasyonunu etkileyecek ve gezegen ölçeğinde dönüştürücü eylem için zemin hazırlayacak tartışmaları ilerletmeye odaklanıyor.
SBSTTA25’in sonuçlarının, küresel biyoçeşitlilik stratejilerinin yörüngesini şekillendireceği düşünülüyor ve Dünya’nın zengin yaşam dokusunu korumak ve sürdürülebilir bir şekilde yönetmek için devam eden küresel çabalarda önemli bir anı işaret ediyor.
COP15’in ana hedeflerini arasında 2030 yılına dek biyolojik çeşitliliğin korunması, habitat kaybının engellenmesi ve tahribata uğrayan ekosistemlerin restore edilmesi için ülkelerin iddialı hedefler belirleyerek bu hedeflerin hayata geçirilmesine yönelik planların oluşturulması yer alıyor.
Yaklaşık 200 ülkeden delegelerin katıldığı konferans, ulusların siyasi ve ekonomik sınırları geride bırakarak iklim değişikliği ile biyolojik çeşitlilik kaybının birbirini besleyen zorluklarıyla küresel mücadele için önemli bir fırsat olma özelliği taşıyor.
Birleşmiş Milletler Afet Risk Azaltma Ofisi’nin (UNDRR) davetlisi olarak konferansa katılan ve burada UNDRR’nin paydaş mekanizması üyesi olan Hukuk, Doğa ve Toplum Vakfını temsil eden Av. Özlem Altıparmak, bu yılki Bilimsel, Teknik ve Teknolojik Danışma Yardımcı Organı’nın (SBSTTA25) gündemini ve müzakerelerin odak noktalarını Yeşil Gazete’ye değerlendirdi.
Altıparmak, Nairobi’den yaptığı açıklamada şunları kaydetti:
“Burada beş gündür BM Biyoçeşitlilik Sözleşmesinin teknik bilimsel danışma kurulu işlevini gören organının toplantıları vardı. Bu danışma organı aslında bir sonraki taraf devletler kuruluna yani COP16’ya çeşitli tavsiye görüşlerde bulunmak üzere kararlar aldı.
Bunun en önemlisini geçtiğimiz sene kabul edilen Kunming-Montreal [Küresel Biyoçeşitlilik] Çerçevesi oluşturuyordu. Bu sözleşmenin özelliği Biyoçeşitlilik Sözleşmesinin aslında bir adım daha önüne giden bir çerçeve belirlemesi ve biyoçeşitlilik kaybının önüne geçmek üzere biyoçeşitliliğin insan haklarıyla, iklim değişikliğiyle, afet riski azaltmayla kesişen yönlerine vurgu yapan, toplumsal cinsiyet bağını güçlendiren, haklar bağını güçlendiren, insan hakları temelli bir yaklaşımı benimseyen bir çerçeve olması.
Bu çerçeve kabul edildi. Çeşitli hedefleri var ama tabii bu hedefleri izlemek için göstergeler neler olacak? Örneğin siz ne kadar alanı restore edeceksiniz ya da nasıl türleri koruyacaksınız? Buna dair birtakım göstergeler, sayılar ya da bunları ölçmek üzere araçlar belirleniyordu. En büyük tartışmayı bunun aldığını söyleyebilirim.
Ben Birleşmiş Milletler Afet Risk Azaltma Ofisi’nin davetlisi olarak geldim ve burada Birleşmiş Milletler Afet Azaltma Ofisi paydaş mekanizması üyesi olan Hukuk, Doğa ve Toplum Vakfını temsil ettim.
Bizim için önemli olan kısmı biyoçeşitliliğin afet riskleriyle olan bağlantısıydı. Örneğin bizim ilgilendiğimiz Marmara Gölü gibi bir sulak alan kuruduğunda aslında afetlere ne kadar da açık hale geldiğimizin anlaşılması, doğa temelli çözümlerin benimsenmesi, ekosistem tabanlı yaklaşımların kabul edilmesi üzerinden biz bu gündemi takip ettik.
Bir yan etkinliğe de katıldım. Özellikle de bu COP16’dan önce yeni kabul edilen Kunming-Montreal Sözleşmesi uyarınca taraf devletlerin sundukları biyoçeşitlilik planlarını, ulusal planlarını, strateji ve eylem planlarını yeniden revize etmeleri gerekiyor. Çünkü yeni bir sözleşme ve çerçeve belirlendi, bunu uyarlamaları gerekiyor. Örneğin Türkiye‘nin ulusal biyoçeşitlilik eylem planı stratejisi 2018 tarihli ve 2028’e kadar kapsayacak şekilde yapılmış. Ama Türkiye dahil diğer ülkeler bu planlarını revize edecekler.
Benim katıldığım oturumlarda ve konuşmacı olduğum oturumlarda bunların ulusal planlara nasıl dahil edilebileceği konuşuldu. Hangi göstergelerle, zorluklar nelerdir, fırsatlar nelerdir diye.
Türkiye’den de Tarım ve Orman Bakanlığı çatısı altında üç kişilik bir delegasyon burada temsil etti devleti. Biz gözlemci statüsündeydik. Devletlerin oy hakları var ama gözlemcilerin yok. Yani alınan kararların en büyük özelliğini biyoçeşitliliğin artık iklim değişikliğiyle birlikte ve afetlerle birlikte aslında çok daha kapsayıcı bir şemsiye haline geldiğini söyleyebilirim.
Türkiye’de biyoçeşitlilik sanki kuşları sevmek, flamingoları sevmek ve korumak gibi algılanıyor ama aslında biyoçeşitlilik dediğimiz, yani doğayla birlikte var olma dediğimiz şey, türleri koruma dediğimiz şey aslında tam da insanı kapsayan bir şey ve biyoçeşitlilik kaybı da insan haklarını yani bizlerin haklarını aslında oldukça etkileyen, eşitsizlikleri derinleştiren, eğer afet riskleri azaltılamıyorsa bunları derinleştiren ve ayrımcılığı, yoksulluğu, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini arttıran bir işlev görüyor.
Bazı konularda uzlaşmaya varıldı. Örneğin az önce bahsettiğim doğa temelli çözümlerin dahil edilmesi, ekosistem temelli yaklaşımın kabul edilmesi ya da iklim değişikliğiyle bağlantılı daha önceki kararlara atıf yapılarak kabul edilmesi gibi. Bu kararlar bağlayıcı değil. Bu kararlar bir danışma organı kararları gibi COP’a sunulacak ve COP’ta tekrar oylanacak.
Aslında bu Kunming-Montreal Sözleşmesinin Türkiye’de çok fazla bilinmiyor olması büyük bir sorun. Yani hem bu çerçevenin bilinirliğini arttırmak hem de daha iyi afet riski azaltma çerçevesinin bilinirliğini artırmak ve biyoçeşitliliği her konuda yani tarım, su, kuraklık vs. gibi bütün konularda ekosistemin korunması, insan haklarının korunması bağlamında önemli bir kapsayıcı şemsiye olarak bence çalışmaya başlamak gerekiyor.”
İsrail ile Filistinli militan grup Hamas arasındaki savaş 13’üncü gününde devam ediyor. 7 Ekim’den bu yana yaşanan çatışmalarda binlerce sivil hayatını kaybederken yaklaşık bir milyon insanın yerinden edildiği tahmin ediliyor. Ölenlerin büyük bir kısmını çocuklar oluşturuyor.
Filistin Sağlık Bakanlığı, 7 Ekim’den bu yana İsrail hava saldırılarında 3 bin 785 Filistinlinin hayatını kaybettiğini bildiriyor. Bakanlık sözcüsü Eşref el-Kidra düzenlediği basın toplantısında hayatını kaybedenlerin bin 524’ünün çocuk, bininin de kadın olduğunu belirtti.
Bir sağlık personeli ise dün (18 Ekim) akşamdan bu yana Gazze Şeridi‘nde 121 kişinin öldüğünü, 540 kişinin de yaralandığını söyledi. Gazze’de yaralı sayısının 12 bin 600 civarında olduğu tahmin ediliyor.
İsrail’de hayatını kaybedenlerin sayısının bin 403’e yükseldiği ve en az 3 bin 800 kişinin yaralandığı belirtiliyor.
Ayrıca işgal altındaki Batı Şeria’da en az 69 kişinin öldüğü ve bin 300 kişinin yaralandığı ifade ediliyor.
Gece saatlerinde Gazze Şeridi’nde bombardıman yoğunlaştı
Gece yarısından sonra İsrail, Gazze Şeridi’nin farklı bölgelerine yönelik bombardımanını yoğunlaştırdı; en çok hedef alınan bölge olan Refah’ta yaklaşık 30 Filistinli öldü.
Bombardıman nedeniyle binaları terk eden halk, kentteki çeşitli yerleşimlere sığındı. Birleşmiş Milletler okulları tamamen dolarak kapasitelerinin üzerinde insan ağırladı. Üniversite ve düğün salonları da tam kapasite dolu olmasına rağmen halen birçok insan barınabilecekleri yer arayışına devam ediyor.
BM, Gazze’de yaklaşık bir milyon kişinin evlerini terk etmek zorunda kaldığını ve bu rakamın kuşatma altındaki bölge nüfusunun neredeyse yarısına tekabül ettiğini bildirdi.
BM’nin son insani yardım güncellemesine göre bu sayıya, BM’nin Filistinli mültecilere yardım kuruluşu UNRWA tarafından Gazze’nin orta ve güney kesimlerinde işletilen okullara sığınan yaklaşık 352 bin kişi de dâhil.
UNWRA, okullardaki koşulların “giderek daha vahim hale geldiğini” ifade etti. BM, Gazze’nin merkezinde bulunan ve yaklaşık 4 bin ülke içinde yerinden edilmiş kişinin sığındığı El Maghazi mülteci kampında bu okullardan birinin 16 Ekim öğleden sonra İsrail hava saldırısı sırasında vurulduğunu ve en az altı kişinin öldüğünü söyledi.
Han Yunus’ta hâlihazırda beş hastane hizmet veremediği bildirilirken gerekli şekilde çalıştırılamadığı veya doğru şekilde işlemediği için tüm sağlık tesislerinin “mezarlığa dönüşmekte olduğundan” söz ediliyor.
Halen çalışmakta olan El Amal Hastanesinde ise gerekli malzemeler tükeniyor. Bir jeneratörü çalışır durumda tutan yakıtın tükenmemesi için jeneratör bir saat açık bir saat kapalı olacak şekilde kritik bir acil durum programı uygulanıyor.
Gazze’deki hastanelerde tıbbi malzemeler tükenirken, cerrah Ghassan Abu Sitta, enfeksiyonu önlemek amacıyla bakteriyel yaraları tedavi etmek üzere “köşedeki bakkaldan aldığı sirkeyi” kullanmaya başvurduğunu söylüyor. Abu Sitta, sosyal medya platformu X üzerinde yaptığı paylaşımda “İş bu noktaya kadar geldi” dedi.
Vinegar from the corner shop to treat pseuodomonas bacterial wound infections. Its come to that. pic.twitter.com/mEE4haHMyj
BM’nin sağlık hakkı özel raportörü Tlaleng Mofokeng, “Enklavdaki sağlık sektörü kırılma noktasında” dedi. Mofokeng, “Gazze’nin tıbbi altyapısı onarılamaz bir şekilde zarar gördü ve sağlık hizmeti sağlayıcıları, tıbbi malzemelere sınırlı erişim ve zamanında ve kaliteli sağlık hizmeti sunmalarına izin vermeyen koşullarla korkunç bir durumda çalışıyor” diye konuştu.
İsrail işgal altındaki Batı Şeria’da 80 Filistinliyi tutukladı
İsrail ordusu işgal altındaki Batı Şeria’da 80 kişiyi tutukladığını ve 63 kişiyi Hamas üyesi olmakla suçladığını açıkladı.
Ramallah yakınlarındaki Kfar Qibya‘da gözaltına alınan bir kişinin evinin yıkıldığını belirten İsrail Savunma Kuvvetleri, Nur Shams mülteci kampından “çok sayıda aranan kişinin” gözaltına alındığını söyledi.
İşgal altındaki Batı Şeria’nın kuzeyindeki Tulkarem kentinde bulunan kamp, İsrail baskınlarının sık sık hedefi oluyor.
İsrail’in 9 Ekim’den itibaren Gazze’ye su, gıda, ilaç tedarikini ve elektriği keserek bölgeyi “tam kuşatma” altına almasından bu yana 2,3 milyon kişinin yaşadığı Gazze Şeridindeki insanların karşı karşıya olduğu en büyük sorunlardan biri de temiz suya erişim.
Pek çok kişi temiz suya erişim sağlayamadığı için ulaşabildikleri kirli suları içmek zorunda kaldıklarını belirtiyor. Binlerce insan, kentin çeşitli yerlerine açılan kuyulardan çıkarılan tuzlu sularla hayatta kalmaya çalışıyor.
BM Gazze halkının temiz ve güvenli su sıkıntısı çektiği konusunda uyarıda bulunarak durumun bir “ölüm kalım meselesi” olduğunu hatırlattı.
’Her 15 dakikada bir Filistinli çocuk öldürülüyor’
Defence for Children International‘a göre, İsrail güçleri 7 Ekim’de Gazze Şeridi’ne askeri saldırı başlattığından bu yana yaklaşık her 15 dakikada bir Filistinli çocuğu öldürdü.
Filistinli bir sivil toplum kuruluşuna göre İsrail’in Gazze üzerindeki bombardımanı sonucu her 15 dakikada bir çocuk hayatını kaybediyor ve bu da mevcut savaşın çocuklar üzerindeki etkisini gözler önüne seriyor.
Filistin üzerindeki bombardımanın başladığı 7 Ekim’den bu yana her gün en az 100’den fazla çocuk öldürüldü.
Uluslararası Çocukları Savunma Örgütü “Gerçek zamanlı bir soykırıma tanık oluyoruz” açıklamasında bulundu.
‘Gönderilecek 20 kamyon yardım, okyanusta bir damla olacak’
ABD ile Mısır dün Gazze’ye sınırlı miktardaki insani yardımın ulaştırılması için anlaşmaya vardı. Buna göre Refah sınır kapısını açılarak yardım taşıyan 20 kamyon Gazze’ye geçiş yapacak. Geçişlerin yarın (20 Ekim) başlaması bekleniyor.
Yardım kuruluşları ise 20 kamyon yardımın yeterli olmayacağını söylüyor.
BM İnsani Yardım Direktörü Martin Griffiths, Gazze’de insani durumun hafifletilmesi için günde yaklaşık 100 kamyona ihtiyaç duyulduğunu belirtti.
Kahire‘deki Dünya Gıda Programı‘ndan Abeer Etefa, 20 kamyonun “iyi bir başlangıç” olacağını ancak “hiçbir şekilde yeterli olmayacağını” söyledi.
Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu (IFRC) da Gazze’ye 20 yardım kamyonunun ulaşmasının “yeterli olmadığını” söyledi.
Bir IFRC sözcüsü, “Her türlü şeye ihtiyacı olan 2 milyon insandan bahsediyoruz, dolayısıyla 20 kamyon okyanusta bir damla olacak. Açıkçası, ülkeye giren her türlü yardımı memnuniyetle karşılıyoruz, ancak bundan çok daha fazlasına sahip olmamız gerekecek” diye konuştu.
Sözcü, şu ana kadar yardım ulaştırıldığında hava saldırılarına ara verileceğine dair bir taahhütte bulunulmadığını da sözlerine ekledi.
BM açıklamasına göre, insani yardım taşıyan yaklaşık 100 kamyon sınırın Mısır tarafında Gazze’ye girmek için izin bekliyor.
‘Avrupalı liderler ateşkes çağrısı yapmak yerine İsrail’e desteklerini gösteriyor’
Rutgers Üniversitesi‘nde siyaset bilimi ve Orta Doğu çalışmaları profesörü olan Abdelhamid Siyam, Avrupalı liderlerin İsrail’i ateşkes çağrısı yapmak için değil, İsrail’in yanında olduklarını göstermek için ziyaret ettiğini söyledi.
Al Jazeera’ya konuşan Siyam “Avrupalı liderler bölgeye iki mesajla gidiyor. Birincisi, İsrail’in ne yaptığına bakmaksızın İsrail’e sınırsız destek vermek istiyor. İkincisi, rehineleri kurtarmaya çalışıyorlar ve belki bir insani koridor söz konusu olabilir.
Siyam, şunları söylüyor:
Böyle bir durum hiç görülmedi. İsrail uluslararası hukuku hiç dikkate almadan hareket ediyor. Herkesin gözü önünde savaş suçu işliyor ve bu liderler ateşkes çağrısı bile yapmıyor. Bu eşi benzeri görülmemiş bir durum.”
Üst düzey ABD yetkilisinden istifa: Bunun bir parçası olmayı reddediyorum
ABD Dışişleri Bakanlığı‘ndan üst düzey bir yetkili, “İsrail’e devam eden ölümcül yardımımızla ilgili anlaşmazlık” olarak tanımladığı durum üzerine bir istifa mektubu yazarak kamuoyuyla paylaştı.
Dışişleri Bakanlığı’nda Siyasi-Askeri İşler Direktörü olarak görev yapan Josh Paul, LinkedIn hesabından yayımladığı mektupta “Korkarım ki geçtiğimiz on yıllarda yaptığımız hataları tekrarlıyoruz ve ben daha uzun süre bunun bir parçası olmayı reddediyorum” dedi.
ABD için silah transferleri konusunda çalışan Paul, artık “bir tarafa daha fazla silah verilmesini desteklemek için çalışamayacağını” söyledi. Paul, “kim tarafından gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, ağır insan hakları ihlallerinin adını koyabilmek bizim sorumluluğumuzdur” diye ekledi.
ABD, İsrail’e yılda 3,8 milyar dolardan fazla askeri yardım sağlıyor.
Dünyadan 801 akademisyen Gazze’de “olası bir soykırım” konusunda uyarıda bulunan ortak bir yazılı açıklama yaparak olası bir soykırım konusunda uyardı.
Akademisyenler açıklamada “Uluslararası hukuk, çatışma ve soykırım çalışmaları akademisyenleri olarak, İsrail güçleri tarafından Gazze Şeridi’nde Filistinlilere karşı soykırım suçu işlenebileceğine yönelik uyarıda bulunmak zorunluluğundayız. Bunu bu suçun ağırlığının bilincinde olarak öyle kolayca yapmıyoruz; mevcut durum bunu talep ediyor” ifadelerini kullandı.
İmzacı akademisyenler arasında önde gelen Holokost ve soykırım çalışmaları uzmanları, uluslararası hukuk ve Uluslararası Hukuka Üçüncü Dünya Yaklaşımları (TWAIL) akademisyenleri bulunuyor.
Gıda Mühendisleri Odası,Muğla İkizköy’deki kömür maden sahasının genişletilmesi çalışmalarına karşı köylüler ve aktivistlerin başlattığı doğa nöbetindeki jandarma saldırılarına karşı suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor.
Türkiye İşçi Partisi Muğla İl Yönetimi de, Akbelen ablukası sırasında gözaltına alınanlar arasında bulunan biri parti üyesi iki kişinin gözaltı sırasında uğradığı kötü muamele ve işkence ile ilgili suç duyurusunda bulundu.
Cangı: Jandarma şirketin özel güvenliği gibi davrandı
Gıda Mühendisleri Odası İzmir Şubesi, Akbelen Ormanı’nda süren adalet nöbetinde yaşanan hak ihlallerine yönelik Mimarlar Odası binasında basın toplantısı düzenledi. Toplantıya TMMOB’a bağlı oda temsilcilerinin yanı sıra, avukatlar ve siyasi parti temsilcileri de katıldı.
Toplantıda konuşan Akbelen davası avukatlarından Arif Ali Cangı, Akbelen’de insanların yaşam alanlarını korumak istediklerini belirterek “Jandarma ise kolluk kuvveti olarak değil şirketin özel güvenliği olarak davrandı. Bir ülkede hukuk güvenliği yoksa, siyasi iktidarlar kamu yararını düşünmüyorsa bu tür olayların yaşanması normaldir” dedi.
Gıda Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı Uğur Toprak da, 29 Temmuz’da Akbelen’de yaşanan saldırıları anımsatarak, suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladı. Her şartta bilimden, doğadan, insandan yana tavır almaya devam edeceklerini söyleyen Toprak, “Bu suç duyurusu sadece benim için değil, benimle birlikte ülkenin dört bir yanında talan edilen çevre için direnen tüm yurttaşlar için. Onların beton ve rant hırslarına karşı direnmeye devam edeceğiz” diye konuştu.
Gıda Mühendisleri Odası avukatı Aytekin Aktaş ise yapılan saldırılardan Milas ilçe, il jandarma komutanlığı ve valiliğe kadar herkesin sorumlu olduğunu aktardı. Aktaş, bundan kaynaklı “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi İşkence Yasağı, Hak arama hürriyeti, TCK 94-95 İşkence suçu, TCK 279/2 Kamu Görevlisinin Suçu Bildirmemesi, TCK/ 257/1 Görevi Kötüye Kullanma Suçu ve TCK 265/1 Kamu Görevlisine Karşı Görevi Yaptırmamak İçin Direnme” suçlarından sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını ifade etti.
TİP’den de suç duyurusu
TİP Muğla İl Yönetimi de 29 Temmuz’da dayanışma için gittikleri Akbelen’de parti üyeleri ve aktivistlere karşı jandarmanın kötü muamelesini yargıya taşıdı.
Bugün Muğla Adliyesi önünde, Avukat Alev Öztürk‘ün yaptığı açıklamada şunlar denildi:
“Bugün burada bulunma amacımız 29 Temmuz Cumartesi günü dayanışma için gittiği Akbelen’de partili iki üyemizin, anayasal bir hak olan protesto etme haklarına engel olmaya çalışan kolluk kuvvetlerinin kalkanlı, joplu, biber gazlı orantısız şiddetine, işkencesine maruz kalmış olması nedeniyle kötü muamelede sorumluluğu bulunan yetkililer ve bu hukuksuzluğa göz yumanlar hakkında bulunduğumuz suç duyurusunu sizler aracılığıyla kamuoyuyla paylaşmaktır.
Yaptığımız bu suç duyurusu elbette sadece partili üyelerimiz için yapılmış değildir, bizler bu suç duyurusunu ülkede her gün artan baskı, şiddet ve hukuksuz uygulamalara maruz kalan, ancak her türlü baskı ve hukuk dışı uygulamalara karşı ülkenin dört bir yanında rant uğruna talan edilen, sermaye güçlerine peşkeş çekilen ormanlar, denizler ve bilumum doğa katliamı için var gücüyle mücadele eden tüm yurttaşlar adınadır. ”
Açıklamada Akbelen’deki mücadelenin sadece birkaç ağacı korumak için değil tüm yurttaşların hakkı olan sağlıklı yaşam hakkını güvence altına almak ve mücadelesini yürütmek için verilen bir mücadele” olduğuna dikkat çekildi:
“Ormanların yok edilmesi, doğal yaşamın yok edilmesi, çevredeki tarımsal faaliyetlerin sona erdirilmesi demektir. Bu anlamda Akbelen direnişi bir yaşam direnişidir. Tüm canlıların yaşam hakkı savunmak da yurttaş olarak her birimizin hakkıdır. Bu nedenle yaşam haklarımızı savunma hakkımızı kullanırken karşılaştığımız her türlü engelleme, kötü muamele, baskı, orantısız güç kullanma ve işkence bir hak ihlalidir. Bu hak ihlaline karşı anayasal hakkımız olan yasalar ile güvence altına alınmış olan en temel insan hakkı olan seyahat etme ve ifade özgürlüğü hakları elinden alınan partili yoldaşlarımız başta olmak üzere sadece Akbelen’de değil ülkenin her köşesinde devam eden bu hukuksuzluklara karşı mücadele etmeye ve haklarımızı savunmaya kararlı bir şekilde devam edeceğimizi tüm kamuoyu ile paylaşırız.”
Ne olmuştu?
740 dönümlük Akbelen Ormanı, Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerini işleten Limak Holding ve İÇTAŞ ortaklığındaki YK Enerji tarafından kesilmek istenmiş; 2021 yılında başlayan süreçle birlikte, İkizköylüler, ağaçlar kesilmesin diye ormanda kendilerine ait alanda nöbete başlamış ve YK Enerji hakkında yasal yollara başvurmuştu.
İkizköylüler ile çevre aktiviteleri, dört yıldır Akbelen’i korumak için mücadele ediyor. Ancak tüm tepkilere ve eylemlere rağmen 24 Temmuz’dan itibaren ormanda kesim, jandarma ekipleri ile TOMA’lar eşliğinde yapılmıştı.
Buna karşı çıkmak isteyen çevreciler ve bölge sakinleri, defalarca gözaltına alınmıştı. Ağaç kesimin önünü, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 28 Kasım 2020’de verdiği izin açmıştı.
Ormanın 740 dönümlük kısmını açık maden ocağına dahil eden iznin gerekçesi ise Yeniköy Kemerköy Termik Santrali’ne yakıt kaynağı sağlamak olarak gösterilmişti.
Ağaç kesimi, ülke çapında tepkilere neden olmuştu. TBMM Genel Kurulu‘nda muhalefetin bölgedeki ağaç kesiminin durdurulması için verdiği genel görüşme önergesi de AKP ve MHP milletvekillerinin oyları ile reddedilmişti.
Akbelen’de mücadelenin sürdürüldüğü konteyner ve çadırlar ise 12 Eylül’de yetkili kurumlarca kaldırılmıştı.
Türkiye Ormancılar Derneği (TOD) olarak Cumhuriyetin 100. Yılı nedeniyle ilgili kurum, kuruluş, kişiler ve medyanın katılacağı, “Yangından Beteri de Var: Ormanların Ormancılık Dışı Kullanımlara Tahsisi” adlı panel düzenleyecek. Panel sonrasında da Türkiye’nin farklı yörelerinden gelen dernek ve platform temsilcileriyle bir forum yapılacak.
Panel ve forum, 24 Ekim 2023 Salı günü, saat 12.30-18:00’de, Sarıyer Belediyesi Yaşar Kemal Kültür Merkezi,Maslak-Sarıyer-İstanbul’da gerçekleştirilecek.
811 hektar orman alanı, ormancılık dışı faaliyetlere tahsis edildi
Panelin düzenleyicilerinden TOD Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Erdoğan Atmış, şunları söyledi:
“Ülkemiz genelinde enerji, madencilik, turizm vb. 80’i aşan farklı neden için 2022 yılına kadar 811 bin hektar orman alanı ormancılık dışı amaçlar için “kamu yararı” adı altında özel şirket ve kişilere tahsis edilmiştir. Üstelik bu alanlar, tamamen betonlaştırıldığı için veya kullanıcıları tarafından yasal yükümlülükleri (rehabilitasyon, restorasyon) yerine getirilmediği için bir daha orman ekosistemine dönüşemeyecek hale gelmiştir. Oysa bu alanlar kâğıt üzerinde hala orman istatistiklerine dahil edilerek orman alanlarımız artıyormuş gibi gösterilmektedir. Bu nedenle ülkemizdeki ormansızlaşmanın en ciddi nedenlerinden biri olan bu uygulamalar kamuoyunun yeterince dikkatini çekememektedir.”
Bu tır ormancılık amacı dışındaki tahsislerin son yıllarda hızla arttığına dikkat çeken Atmış, şu bilgileri verdi:
“2012-2022 yılları arasındaki 11 yılda toplam 63.979 adet izin verilmiş ve 406.202 hektar orman alanı fiilen orman ekosistemi özelliğini kaybetmiştir. Bu verilere göre, yılda ortalama ormancılık dışı amaçlar verilen izin sayısı 5.816 adet ve orman alanı 36.927 hektar olmaktadır. Bu yıllarda yangınlardan zarar gören orman alanlarının yıllık ortalaması 10 bin hektar civarındadır. Bu durumda yangınlarla zarar gören orman alanlarımızın yaklaşık dört katını bu tür izinlerle bir daha geri dönmeyecek şekilde kaybetmekteyiz.”
“Yangından da Beteri Var: Ormanların Ormancılık Dışı Kullanımlara Tahsisi” başlıklı panele ve Forum’un programı ve katılacak uzmanlar şöyle:
Sergi: 12:30-13:00
Açılış konuşmaları 13:00-13.30
Sezal Kaya (TOD Marmara Şubesi Başkanı)
Hüsrev Özkara (TOD Genel Başkanı)
Şükrü Genç (Sarıyer Belediye Başkanı)
Panel 13:30-15.30
Moderatör: Hüsrev Ozkara (TOD Genel Başkanı)
Prof. Dr. M. Doğan Kantarci (10 Orman Fakültesi)
Prof. Dr. Erdoğan Atmiş (Bartın Üniversitesi Orman Fakültesi)
Teoman Alptürk (TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası)
Eylem Tuncaelli (TEMA Vakfı)
Forum: 16:00-18:00)
Moderator: Prof. Dr. Doğanay Tolunay (TOD Bilim Kurulu Başkanı)
İklim Adaleti Koalisyonu,Muğla‘ya doğru çıkacakları adalet yolculuğuna destek çağrısı yaptı.
“Mahkemenin Muğla’daki termik santraller için verdiği kapatma kararının uygulanmasını” isteyen Koalisyon bileşenleri, tüm Muğla halkının desteğini beklediklerini duyurdu.
Koalisyonun açıklamasında Muğla’daki termik santrallerin neden kapatılması gerektiğine ilişkin şu bilgiler veriliyor:
Hukuk devleti ilkesi yargı kararlarının uygulanmasını gerektirir. Mahkemelerin verdiği kapatma kararı uygulanmıyor
Türkiye’nin Muğla’daki santrallerin ürettiği elektriğe ihtiyacı yok
Kamu kaynakları termik santrallere aktarılıyor
Termik santraller usulsüz çevre izinleri ile çalıştırılıyor
Termik santraller aşırı hava kirliliğine yol açıyor
Termik santraller aşırı su tüketiyor
Kömür sahaları köylerimizi yok ediyor, insanları göçe zorluyor
Kömür sahaları ormanlarımızı yok ediyor
Kömür sahaları zeytinliklerimizi, tarım alanlarımızı yok ediyor
Termik santraller Muğla’da 68.000’den fazla insanın erken ölümüne neden oldu
Change.org sitesinde de santrallerin kapatılması için bir imza kampanyası yürütülüyor. İmza vermek için tıklayın.
İklim Adaleti Koalisyonu
İklim Adaleti Koalisyonu, COP26 Koalisyonu olarak yapılan çalıştay sonucu kapitalist ekonomi-politiğin neden olduğu iklim krizine karşı iklim adaletini savunmak ve bu doğrultuda uluslararası hareketlerin bir parçası olarak mücadeleyi büyütmek, geliştirmek ve sürdürmek amacıyla 25 Aralık 2021’de yapılan toplantıdan bu yana çalışmalar yürütüyor. Koalisyonun bireysel ve kurumsal katılımlara açık 75 bileşeni bulunuyor.
Amasya‘nın Taşova ilçesinde bulunan Çambükü köyünde Organize Sanayi Bölgesi (OSB) yapımı projesine ilişkin imar planı Samsun 1’inci İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi.
Kararda, OSB’nin kurulacağı alanın tarım arazisi olduğu ve OSB’nin kurulmasının köy halkının geçim kaynaklarını olumsuz etkileyeceği belirtildi.
Temel geçim kaynakları tarım ve hayvancılık olan köy, OSB projesinin hayata geçirilmesiyle geçim kaynaklarını yitireceğinden endişeliydi. Uzun süredir mücadele verilen OSB projesinin iptal edilmesiyle köy sakinleri, tarım ve hayvancılık faaliyetlerine devam etmelerini mümkün kılan kararı memnuniyetle karşıladı. Kararı değerlendiren köy halkı, bu kararı bir zafer olarak nitelendirdi.
Kararda şu ifadeler yer aldı:
“Çevre Düzeni Planında Taşova ilçesinde OSB yer seçimi için Dörtyol Mevkii önerilmişken dava konusu plan değişikliğine esas teşkil eden yer seçimi sürecinde Çambükü Köyü Mevkii’nin seçilmiş olmasının yeterli analiz ve araştırmaya dayanmadığı, alan belirlenirken alternatif alan aranmasının usulüne uygun olarak yapılmadığı, OSB kurulmasına ilişkin Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı kararının iptaline verilmesi ile dava konusu işlemin sebep unsurunun ortadan kalktığı hususları dikkate alındığından dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”
Köy halkı OSB’ye karşı çıkıyordu
OSB projesine ilişkin karar geçen yıl verilmiş ancak tarım arazileri üzerine yapılması istendiği için halk itiraz etmişti. Köyün mezarlığının da OSB projesine tahsis edilmesi halk tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Muhtar İlyas Celep arazinin OSB’ye tahsis işlemi için gerekli evrakları imzalamayı reddetmişti.
Bunun üzerine valilik “Biz devletiz; istediğimizi alırız” açıklaması yaparak muhtarı görevden almış ve yerine kayyım atamıştı.
Hukuki süreç devam ediyor
Yargı süreci devam ederken kolluk kuvvetleri köylülerin arazisine müdahalede bulunarak ürünlerini korumak isteyen köylüleri gözaltına almıştı. Ekili ürünler dozerlerle biçilirken çoğu 20 yıllık ceviz ağacı olan 2 bin ağaç katledilmişti.
Dava kapsamında görevlendirilen bilirkişi heyeti de bölgeye OSB inşa edilmemesi gerektiğine dair görüş bildirmiş ancak mülki amirler yargı sürecini beklemediği gibi raporu da görmezden gelmişti. Bilirkişi raporunu değerlendiren Samsun Bölge İdare Mahkemesi, OSB projesine ilişkin yürütmeyi durdurma kararı vermişti.