DünyaEditörün SeçtikleriEkolojiİklim KriziManşetVideo

COP15 Nairobi’de başladı: Biyoçeşitlilik kaybı eşitsizlikleri ve afet risklerini derinleştiriyor

0

Dünya liderleri ve ekoloji savunucuları, iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilik kaybı gibi acil sorunları ele almak amacıyla sürdürülebilir kalkınma için küresel mücadelede önemli bir yere sahip Birleşmiş Milletler (BM) Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (CBD) 15’inci Taraflar Konferansı (COP15) için Kenya’nın başkenti Nairobi‘de bir araya geldi. COP15 Biyoçeşitlilik Konferansında, daha sürdürülebilir ve afet direngen bir geleceğe yönelik yeni bir yol haritası çizilmesi için uluslararası düzeyde ortak bir irade oluşturulmasını hedefleniyor.

Nairobi kenti, çevre sorunlarının arttığı bir dönemde Bilimsel, Teknik ve Teknolojik Danışma Yardımcı Organı‘nın (SBSTTA25) da 25’inci toplantısına ev sahipliği yapıyor. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (CBD) çatısı altında düzenlenen toplantılar, dünyanın dört bir yanından bilim insanlarını, politika yapıcıları ve uzmanları bir araya getiriyor.

CBD’ye bilimsel ve teknik rehberlik sağlamaya odaklanan SBSTTA25, biyolojik çeşitliliğin korunmasına yönelik yenilikçi yaklaşımların müzakere edilmesi için kritik bir forum işlevi görüyor. Delegeler bir araya gelirken, dikkatler yaklaşan COP15 kararlarını ve Kunming-Montreal Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi‘nin formülasyonunu etkileyecek ve gezegen ölçeğinde dönüştürücü eylem için zemin hazırlayacak tartışmaları ilerletmeye odaklanıyor.

SBSTTA25’in sonuçlarının, küresel biyoçeşitlilik stratejilerinin yörüngesini şekillendireceği düşünülüyor ve Dünya’nın zengin yaşam dokusunu korumak ve sürdürülebilir bir şekilde yönetmek için devam eden küresel çabalarda önemli bir anı işaret ediyor.

COP15’in ana hedeflerini arasında 2030 yılına dek biyolojik çeşitliliğin korunması, habitat kaybının engellenmesi ve tahribata uğrayan ekosistemlerin restore edilmesi için ülkelerin iddialı hedefler belirleyerek bu hedeflerin hayata geçirilmesine yönelik planların oluşturulması yer alıyor.

Yaklaşık 200 ülkeden delegelerin katıldığı konferans, ulusların siyasi ve ekonomik sınırları geride bırakarak iklim değişikliği ile biyolojik çeşitlilik kaybının birbirini besleyen zorluklarıyla küresel mücadele için önemli bir fırsat olma özelliği taşıyor.

Birleşmiş Milletler Afet Risk Azaltma Ofisi’nin (UNDRR) davetlisi olarak konferansa katılan ve burada UNDRR’nin paydaş mekanizması üyesi olan Hukuk, Doğa ve Toplum Vakfını temsil eden Av. Özlem Altıparmak, bu yılki Bilimsel, Teknik ve Teknolojik Danışma Yardımcı Organı’nın (SBSTTA25) gündemini ve müzakerelerin odak noktalarını Yeşil Gazete’ye değerlendirdi.

Altıparmak, Nairobi’den yaptığı açıklamada şunları kaydetti:

“Burada beş gündür BM Biyoçeşitlilik Sözleşmesinin teknik bilimsel danışma kurulu işlevini gören organının toplantıları vardı. Bu danışma organı aslında bir sonraki taraf devletler kuruluna yani COP16’ya çeşitli tavsiye görüşlerde bulunmak üzere kararlar aldı.

Bunun en önemlisini geçtiğimiz sene kabul edilen Kunming-Montreal [Küresel Biyoçeşitlilik] Çerçevesi oluşturuyordu. Bu sözleşmenin özelliği Biyoçeşitlilik Sözleşmesinin aslında bir adım daha önüne giden bir çerçeve belirlemesi ve biyoçeşitlilik kaybının önüne geçmek üzere biyoçeşitliliğin insan haklarıyla, iklim değişikliğiyle, afet riski azaltmayla kesişen yönlerine vurgu yapan, toplumsal cinsiyet bağını güçlendiren, haklar bağını güçlendiren, insan hakları temelli bir yaklaşımı benimseyen bir çerçeve olması.

Bu çerçeve kabul edildi. Çeşitli hedefleri var ama tabii bu hedefleri izlemek için göstergeler neler olacak? Örneğin siz ne kadar alanı restore edeceksiniz ya da nasıl türleri koruyacaksınız? Buna dair birtakım göstergeler, sayılar ya da bunları ölçmek üzere araçlar belirleniyordu. En büyük tartışmayı bunun aldığını söyleyebilirim.

Ben Birleşmiş Milletler Afet Risk Azaltma Ofisi’nin davetlisi olarak geldim ve burada Birleşmiş Milletler Afet Azaltma Ofisi paydaş mekanizması üyesi olan Hukuk, Doğa ve Toplum Vakfını temsil ettim.

Bizim için önemli olan kısmı biyoçeşitliliğin afet riskleriyle olan bağlantısıydı. Örneğin bizim ilgilendiğimiz Marmara Gölü gibi bir sulak alan kuruduğunda aslında afetlere ne kadar da açık hale geldiğimizin anlaşılması, doğa temelli çözümlerin benimsenmesi, ekosistem tabanlı yaklaşımların kabul edilmesi üzerinden biz bu gündemi takip ettik.

Bir yan etkinliğe de katıldım. Özellikle de bu COP16’dan önce yeni kabul edilen Kunming-Montreal Sözleşmesi uyarınca taraf devletlerin sundukları biyoçeşitlilik planlarını, ulusal planlarını, strateji ve eylem planlarını yeniden revize etmeleri gerekiyor. Çünkü yeni bir sözleşme ve çerçeve belirlendi, bunu uyarlamaları gerekiyor. Örneğin Türkiye‘nin ulusal biyoçeşitlilik eylem planı stratejisi 2018 tarihli ve 2028’e kadar kapsayacak şekilde yapılmış. Ama Türkiye dahil diğer ülkeler bu planlarını revize edecekler.

Benim katıldığım oturumlarda ve konuşmacı olduğum oturumlarda bunların ulusal planlara nasıl dahil edilebileceği konuşuldu. Hangi göstergelerle, zorluklar nelerdir, fırsatlar nelerdir diye.

Türkiye’den de Tarım ve Orman Bakanlığı çatısı altında üç kişilik bir delegasyon burada temsil etti devleti. Biz gözlemci statüsündeydik. Devletlerin oy hakları var ama gözlemcilerin yok. Yani alınan kararların en büyük özelliğini biyoçeşitliliğin artık iklim değişikliğiyle birlikte ve afetlerle birlikte aslında çok daha kapsayıcı bir şemsiye haline geldiğini söyleyebilirim.

Türkiye’de biyoçeşitlilik sanki kuşları sevmek, flamingoları sevmek ve korumak gibi algılanıyor ama aslında biyoçeşitlilik dediğimiz, yani doğayla birlikte var olma dediğimiz şey, türleri koruma dediğimiz şey aslında tam da insanı kapsayan bir şey ve biyoçeşitlilik kaybı da insan haklarını yani bizlerin haklarını aslında oldukça etkileyen, eşitsizlikleri derinleştiren, eğer afet riskleri azaltılamıyorsa bunları derinleştiren ve ayrımcılığı, yoksulluğu, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini arttıran bir işlev görüyor.

Bazı konularda uzlaşmaya varıldı. Örneğin az önce bahsettiğim doğa temelli çözümlerin dahil edilmesi, ekosistem temelli yaklaşımın kabul edilmesi ya da iklim değişikliğiyle bağlantılı daha önceki kararlara atıf yapılarak kabul edilmesi gibi. Bu kararlar bağlayıcı değil. Bu kararlar bir danışma organı kararları gibi COP’a sunulacak ve COP’ta tekrar oylanacak.

Aslında bu Kunming-Montreal Sözleşmesinin Türkiye’de çok fazla bilinmiyor olması büyük bir sorun. Yani hem bu çerçevenin bilinirliğini arttırmak hem de daha iyi afet riski azaltma çerçevesinin bilinirliğini artırmak ve biyoçeşitliliği her konuda yani tarım, su, kuraklık vs. gibi bütün konularda ekosistemin korunması, insan haklarının korunması bağlamında önemli bir kapsayıcı şemsiye olarak bence çalışmaya başlamak gerekiyor.”

More in Dünya

You may also like

Comments

Comments are closed.