Ana Sayfa Blog Sayfa 230

Heybeliada’daki körler kimdir?

Sevdanın çam ormanlarının gölgesine sığındığı,
Karabaş çiçeklerinin yeşil atlas örtüsünü süslediği,
Delikanlıların nazlı kızları düşlediği
Bu Ada’yı kim bilmez,

Marmara Denizi’nde, uyuyan melek misali bir çocuk gibi uzanır.
Yatağı mis kokulu çiçekler, cibinliği ise,  gökyüzüdür.
Tanrının özenerek yarattığı bu adada
Dünyaya ikinci defa geldim.

Onun adı efsuncu bir kadın gibi insanı büyüleyen Halki’dir.
Yanından geçip de ona gelmeyen kördür!

İlia Tantalidis’in bu şiirindeki gibi soralım! Kimdir bu körler?

Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla 1924’te Heybeliada’da kurulan Türkiye’nin ilk pandemi hastanesi Heybeliada Sanatoryumu, 2005’te Sağlık Bakanlığı tarafından kapatılmıştı. Çok özel bir mikro klimaya sahip bu biricik ekosistem, dünyanın en güzel koylarından biri olan Çam Limanı da dahil olmak üzere diğer parselle birlikte ‘İslami Eğitim Merkezi’ oluşturulması amacıyla Eylül 2020’de Diyanet İşleri Başkanlığı’na tahsis edilmişti.

İstanbul Tabip Odası (İTO), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, İstanbul Barosu ve Türk Toraks Derneği kararın “Kamu yararına ve hukuka aykırı olduğu” gerekçesiyle iptal edilmesine dair dava açtı ve kazandı.

Ama Diyanet’in ada sevdası sona ermedi.

Fotoğraf: Derya Tolgay.

Geçenlerde, Çam Limanı’nda, deniz kıyısındaki küçük bir işletmeye, İstanbul Valiliği’nin emri ile Adalar  Kaymakamlığı’ndan bir tebligat yollandı ve plajın  İstanbul Müftülüğü‘ne tashih edildiği belirtilerek, küçük yapının boşaltılması istendi. Bu küçük işletme, yer için 11 senedir ecrimisil ödüyor. Ancak esas önemli olan, tebligatı şans eseri görmemiş olsak konudan haberimiz olmayacak olması.  Şeffaflığın tamamen yok olduğu, kararların halktan saklanarak, gizli kapaklı alındığı bir dönemde, bu haber vesilesiyle bir kez daha yerel savunuculuğun önemini bir kez daha vurgulamak isterim.

Burada dikkat etmemiz gereken bir diğer husus da, “temyiz yolu kapalı” olarak kesinleşse de davanın “usül’le ilgili bir takım eksikliklerden dolayı kazanılmış olması. “Usulüne göre” yeniden bir dava dosyasının hazırlanıp mahkemeye başvurulmasına hiç şaşırmayacağımız gibi, 224 dönümlük arazisi ile sanatoryumun ve hemen yanındaki başka bir parselin de dahil olduğu Çam Limanı’nın Diyanete devri için yeniden düğmeye basıldığından endişe ediyoruz.

Fotoğraf: Derya Tolgay.

Türkiye’nin kaydedilmiş en önemli mikro klima alanı

Oysa, Türkiye’nin ölçümleri ile belgelenmiş, en önemli mikro klima alanı Çam Limanı ve Heybeliada Sanatoryumu, neredeyse her aileden birilerine şifa olan ekosistemiyle hiç kimsenin özel alanı olamaz, olmamalı. Bu nefes koridoru tüm İstanbulluların ciğerleri, aynı zamanda toplumun hafızası olarak kurulduğu şekliyle değerlendirilmeli.

“Heybeliada Sanatoryumu Kuruluş ve Gelişimi 1924-1955” kitabında, Adaların en yumuşak havalı yeri olan Çam Limanı’nda güzel yetişmiş mandalina ve İstanbul piyasasına mal veren çiçek bahçelerinden bahsedilir. Bir de memleketin dört bucağından gelip iyileşen hastaların hikayelerinden…

Fotoğraf: Derya Tolgay.

Ölçümlere göre dünyanın önemli sanatoryumlarından birine ev sahipliği yapan Davos’un yıllık güneş miktarı 1789,9 saat ve bundan bir güne isabet eden ortalama günlük güneş miktarı 4,9 saat olduğu halde,  Çam Limanı’nda bir yıllık güneş 2023 saat, ortalama günlük güneş miktarı 5,5 saattir. Buna güneşin denizden aksetmek suretiyle gelen şualarının ultraviyole zenginliği de ilave edilirse, günde vasati güneşin 6,5 saate kadar çıktığı yıllardan bahsedilir. Günün yüzde 75’inin güneşli olduğu günler Davos’ta 143 gün olduğu halde Çam Limanı’nda 157’dir.  Bunun 189 güne kadar çıktığı seneler de kaydedilmiştir.

Yine kitaptan edindiğimiz bilgilere göre, Heybeliada Sanatoryumu deniz sahilinde bulunmakla beraber dağ iklimi karakteri gösterir. Umumiyetle deniz kenarlarında rutubetin derecesi yüksek olduğundan iyonizasyon zayıf olur. Halbuki  Heybeliada Sanatoryumu’nda iyonizasyon yüksektir ve bu yüzden Ankara’nın iyonizasyonuna benzer.  Heybeliada’nın bu durumu iklimler içinde bir istisna teşkil eder. [3]

Reçineli çam ormanları, deniz kıyısı ve düşük nem oranı ile ada mikroklimasının insan sağlığına faydaları da şöyle sıralanmıştır:

🌱 Reçineli çam ormanları bol miktarda oksijen üretir, temiz hava sağlar. Diğer tarafta deniz kıyısında olması sebebiyle  taze havası da benzer şekilde temizleyici etkiye sahiptir. Temiz hava, solunum sistemimiz, sağlıklı bir beden ve ruh sağlığımız için  vazgeçilmezdir.  Doğada vakit geçirmek, bağışıklık sistemini güçlendirir ve genel sağlığı olumlu yönde etkiler. Bu da ruh sağlığını dolaylı yoldan destekler.
🌱 Özellikle reçineli çam ormanları ve deniz kıyıları, stresi azaltıcı etkilere sahiptir. Stres azaltıcı  yoğun negatif iyon yüklüdür. Böyle bir ortamda zaman geçirdiğinizde zihni sakinleştirir ve ruh haliniz iyileşir.
🌱 Üzerine bir de düşük nem oranı etkilerini göz önünde bulundurursak, bir çok sağlık probleminin yanı sıra özellikle astım gibi solunum problemleri olan kişiler için düşük nemin bulunduğu bölgelerde yaşamak faydalıdır.
🌱 Tüm bunların yanı sıra, deniz kıyısı ve reçineli çam ormanlarının estetik ve ruhsal açıdan da pozitif etkileri vardır. Dünyaya sanatın gözün ile bakmamız için zemin hazırlar. Bu nedenle tarihte ve günümüzde de sanatçılar Adalar’ı mesken tutmuştur, Adalar’da eserler vermiştir.
🌱 Ormanlarla denizlerin birleştiği bu doğal alanlar, tüm duyularımızı harekete geçirir, algımızı genişletir. Denizin dalgalarının sesi ve ormanın yeşillikleri, bizleri rahatlatır, zihinsel dinginlik sağlar, iç huzurumuzu bulmaya, düşüncelerimizi toplamamıza yardımcı olur.
🌱 Doğanın içinde spor yapabilmemiz için eşsiz olanaklar sunar; yürüyüş, koşu, bisiklet, yüzme gibi fiziksel aktiviteler için uygun ortamlardır.  Haliyle düzenli egzersiz, ruh sağlığımızı olumlu yönde etkiler. Doğal güzelliklerle çevrili olmak, insanlarda mutluluk hissi yaratır.

Fotoğraflar: Derya Tolgay.

Çam Limanı tarihine baktığımızda ise, İstanbul Rumlarının Baklahorani adı verdikleri karnavalın en önemli mekanlarından biridir: Bu karnavalın eğlenceleri çok ünlüydü. 1922’den önce Maltepe’den Kartal’dan Pendik’ten Çınarcık’tan Katırlı’dan büyük kayıklar ve mavnalarla gelen Rumlar Halki Karnavalı’na renk katardı.  Mevsim kış olmasına rağmen Çam Limanı’ndaki  meyhane ve balıkçı lokantalarına kalabalıktan girilmezdi. Hava yağışlı değilse getirilen yapma çiçekler ve renkli boncuklarla süslü 20’den fazla laterna etrafa neşeli melodiler saçmaya başlardı. [2]

1773 yıllarından itibaren 1 Mayıs kutlamaları da Adalar’ın çiçekleri ile kutlanır, çocuklar karabaşlarla, papatyalar arasında neşeyle koşar oynardı.

Tüm bu kutlamalar, eğlenceler artık yok, söz konusu alanlar halka açık değil. [3]  Heybeliada’daki Osmanlı modernleşmesinin ve Cumhuriyetin ilk yıllarında inşa edilmiş tüm anıt yapılar da kapatılmış durumda:

  • 1842 yılında açılan Heybeliada Ruhban Okulu kapalı
  • 1852 yılında kurulan Heybeliada Bahriye Mektebi kapalı
  • 1883 yılında açılan ilk ticaret okulu; Elen Ticaret Mektebi kapalı
  • 1924 yılında ilk pandemi hastanesi olarak açılan Heybeliada Sanatoryumu kapalı.
Fotoğraf: Derya Tolgay.

Heybeliada’ya iktisadi ve ekonomik olarak baktığımızda tamamen çökertildi ve damarları kesildi. Üstelik Adalar imar planları ile birlikte yeniden bir inşa süreci başlıyor. Yine muğlak ve şeffaflıktan uzak… Bütün bunlar da ,”Ada kültürüne” aykırı bir ‘muhafazakarlaşma’ düğmesine basılmış gibi yürütülüyor.

Ve unutmayalım Çam Limanı bölgesi son altı yılda tam üç kez yandı. Birinde sabotajcı yakalandı.

Tüm bu hazine değerindeki bölge Hazine’ye, yani halka ait. Dolayısıyla  tüm ada sahillerinin  kamusal bir alan olarak, denetlenerek kullanılması; güle oynaya, güzelim koylarda yüzmeye, eğlenmeye, birlikte şarkılar söyleyip sohbetler etmeye ihtiyacımız olduğu gibi hakkımız. 3261 sayılı Kıyı Kanunu’na aykırı olarak yüksek duvarlar, çitler ve jiletli teller ile orman ve sahillerin çevrilecek özel şahıslara kiralanmasına, vakıflara, cemaatlere devredilmesine itirazımız var.  Tıpkı, tiyatro, konser, söyleşi, toplantı yapacağımız bir mekana ihtiyacımız olduğu gibi.

Unutmayalım; Adalar hepimizindir!

*

[1] Dr. Tevfik Gökçe, Heybeliada Sanatoryumu Kuruluş ve Gelişimi,
[2] Orhan Türker, Halki’den Heybeli’ye
[3]Akillas Millas, Heybeliada

Tepkiler ses getirdi: Azerbaycan’dan COP29 komitesine ‘kadın’ güncellemesi

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, ülkenin Aralık 2024’te organize edeceği COP29 Küresel İklim Zirvesi için, daha önce tamamı erkeklerden oluşan organizasyon komitesine 12 kadın ekledi.

The Guardian’ın aktardığına göre, 28 erkekten oluşan organizasyon komitesine eklenen 12 kadın arasında Ekoloji ve Tabii Kaynaklar Bakan Yardımcısı Umayra Taghiyeva, İnsan Hakları Temsilcisi Sabina Aliyeva ile Aile, Kadın ve Çocuk Sorunları Devlet Komitesi Başkanı Bahar Muradova bulunuyor.

Azerbaycan COP29 komitesinin tamamı erkek

Komitenin tamamının erkeklerden oluştuğu öğrenildikten sonra, aktivist She Changes Climate platformu durumu gericilik olarak nitelendirmişti. 2015’te tarihi Paris Anlaşması sırasında BM’nin iklim şefi olan Christiana Figueres, tamamen erkeklerden oluşan panel için “şok edici ve kabul edilemez” yorumunu yapmıştı.

She Changes Climate’ın kurucu ortağı Elise Buckle, “Bu pozitif bir ilerleme ama hala 50:50 cinsiyet dengesinden uzaktayız. Hızlı bir çözüm getirilmiş olsa da, yeterli değil” dedi.

Azerbaycan COP29 komitesinin neredeyse tüm üyeleri hükümet bakanları veya yetkililerinden oluşuyor, aralarında devlet güvenlik servisinin başı da yer alıyor. Azerbaycan’ın devlet gaz dağıtım ağı başkanı da komitede görevlendirildi.

COP29’un ev sahibi Azerbaycan, gaz ihracatını iki katına çıkarmayı hedefliyor
[COP28] Sonuç metni onaylandı: Alkışlar ve eleştiri yağmuru altında fosil yakıtlar ilk kez metinde

COP29 komitesi

COP29 komitesinde ‘petrol’ izleri

COP29 başkan adayı ise iklim eylemini ilerletmek için ülkeleri bir araya getirmekten sorumlu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Mukhtar Babayev olacak. Babayev, daha önce 26 yıl boyunca Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Petrol Şirketi (SOCAR) için çalışmıştı. Guardian’ın yakın zamanda ortaya çıkardığına göre, Azerbaycan aynı zamanda önümüzdeki on yıl içinde fosil yakıt üretimini üçte bir oranında artırmayı planlıyor.

2023’te Birleşik Arap Emirlikleri‘nde düzenlenen COP28‘in başkanı Sultan Al Jaber de aynı zamanda Birleşik Arap Emirlikleri’nin devlet petrol şirketi ADNOC‘un genel müdürüydü ve bu durum çıkar çatışması suçlamalarına yol açmıştı.

Hrant Dink, vurulduğu yerde anıldı: ‘Faşizme inat, kardeşimsin!’

Agos gazetesinin kurucusu ve Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, katledilişinin 17’nci yılında, vurulduğu yerde anıldı. İstanbul, Şişli’deki Sebat Apartmanı‘nda bulunan eski Agos bürosu önünde yapılan anmaya yoğun katılım gerçekleşti. 

Agos’un haberine göre bu yılki anma konuşmasını Hrant Dink’in arkadaşlarından Yazar ve Gazeteci Oya Baydar yaptı. Anmada ayrıca Gezi davası tutuklularından, Hrant’ın Arkadaşları İnisiyatifi üyesi Çiğdem Mater‘in cezaevinden gönderdiği mesaj da okundu.

Oya Baydar, konuşmasında Rakel Dink’in “bir bebekten bir katil yaratan karanlık” sözünü hatırlatarak, “Bu karanlık, Türkiye’nin vicdanını katletti. Evet, Hrant bu ülkenin dertlerinin, acılarının hem taşıyıcısı hem de ezilen insanlarının, acılı halklarının  dermanı ve vicdanıydı” dedi.

Hrant Dink
Rakel Dink ve Oya Baydar. Fotoğraf: Agos

Baydar, sözlerini “17 yıl önce bugün, bu saatlerde seni ülkenden, ailenden, dostlarından, toprağından, bizlerden ayırdılar Ahparig! Sana, “Bu topraklarda gözünüz var” diye saldıranlara verdiğin cevabı hatırlıyorum: ‘Bizim bu topraklarda gözümüz var, çünkü köklerimiz  burada. Ama merak etmeyin, bu toprakları alıp gitmek için değil bu toprakların dibine girmek için,’ demiştin. Sen, bu toprakların en has, en değerli, yüz akı evlatlarından biri, şimdi köklerinin derinlerinde olduğu bu topraklarda yatıyorsun” diyerek sürdürdü ve şunları dile getirdi:

“Ülkenin bütün insanları, bütün halkları: Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Yahudi, Laz, Çerkes, Arap, Ezidî, Süryani; hepimizin kökleri toprağımızın derinliklerinde birbirine karışıyor, birbiriyle sarmaşıyor. İşte bu yüzden, ırkçılara, faşistlere, bizleri ayırıp birbirimize düşman etmeye çalışanlara inat, her yıl burada buluşuyoruz. Her yıl ‘Faşizme inat, kardeşimsin Hrant!’ diye haykırıyoruz. Hepimiz Ermeni oluyoruz.  Hafızayı diri tutmak, unutmamak, unutturmamak için. Ama asıl, bu topraklar üzerinde eşit ve özgür insanlar olarak beraber yaşama arzunu senin vasiyetin kabul ettiğimiz için.”

Oya Baydar konuşmasını, “Selam seninle aynı değerleri paylaşanlara, selam bu değerleri cesaretle, gerekirse canları pahasına savunmaya ant içenlere. Selam bu değerleri savundukları için zindanlarda, sürgünlerde bedel ödeyenlere. Adlarını tek tek sayabilmem mümkün değil; Selahattin Demirtaş‘ın, Osman Kavala‘nın, Gültan Kışanak‘ın simgeleşmiş şahıslarında, onların tümünü de senin adına selamlıyorum” diyerek tamamladı.

Hrant Dink
Fotoğraf: İlker Eray / DepoPhotos
Hrant Dink’in katili Ogün Samast tahliye edildi: Katil ‘iyi halli’ bulunmuş
Ogün Samast adını değiştirmek için başvuru yaptı

‘Hrant Dink cinayetinin arkasındaki karanlığı aramaktan vazgeçmiyoruz!’

Gezi davası tutuklularından, Hrant’ın Arkadaşları İnisiyatifi üyesi Çiğdem Mater’in Bakırköy Cezaevi‘nden gönderdiği mesaj ise Cumartesi Anneleri/İnsanları‘ndan Besna Tosun tarafından okundu.

Mater’in mesajında, “Ne Hrant Dink cinayetinin arkasındaki karanlığı aramaktan vazgeçeceğiz ne de adalet talebimizden. 19 Ocak 2007’de Sebat Apartmanı’nın önünde işlenen cinayet, o ‘ana’ ait değildir, biliyoruz. Ardında 100 yılın, önünde 17 yılın hukuksuzluğunu taşır. İçeride de, dışarıda da katilleri, ‘öldür’ diyenleri biliyoruz, tanıyoruz. Yeni değiller, ne yazık ki eskimiyorlar da… Ne güzel ki, bizler de azalmıyoruz!” ifadeleri yer aldı.

Anmaya geniş bir kalabalığın yanısıra DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Ünal Çeviköz, TİP Milletvekili Ahmet Şık ile çok sayıda sivil toplum kuruluşu temsilcisi ve siyasetçiler katıldı.

Tahliye edilen Hrant Dink’in katili için hazırlanan yeni iddianamenin zaman aşımı dolmuş!

 

Toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı hareketler için örgütlerden güç birliği

Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPoD) ev sahipliğinde ve Havle Kadın Derneği ile Pozitif Dayanışma, Demokrasi, Barış ve Alternatif Politikalar Derneği partnerliğinde “Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Anlatıları Bozmak için Yeni İttifaklar Arayışı” başlıklı projenin ilk raporu yayınlandı.

13 Ocak’ta Taksim Tünel’de yapılan lansman etkinliği ile duyurulan raporda Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı hareketlerin etkisini ve bu hareketlere karşı oluşturulan yeni ittifaklar konu alındı.

Lansman etkinliğine feminist ve LGBTİ+ örgüt ve dernekleri, çeşitli sivil toplum kuruluşları, üniversitelerin kadın araştırmaları merkezleri, insan hakları savunucuları, akademisyenler katıldı. Açılış konuşmasını yapan SPoD Genel Koordinatörü Oğulcan Yediveren, “Son yıllarda bizim hikayemizi istedikleri gibi baştan yazma gücüne sahip bir grubun saldırılarıyla karşı karşıyayız. Bu proje bizim için ‘Bu hikayenin baş kahramanı biziz ve kendi hikayelerimizin kontrolünü elimize alıyoruz!’ demenin bir yoluydu” dedi.

Toplumsal cinsiyet eşitliği
Oğulcan Yediveren, raporun tanıtım etkinliğinde konuşuyor. Fotoğraf: SPoD.org.tr

Rapor, Türkiye’nin 2023 seçimleri öncesi ve sonrasında yaşanan siyasi atmosferin toplumsal cinsiyet eşitliği ve LGBTİ+ haklarına yönelik baskıları artırdığını ve bu baskılara karşı stratejiler geliştirilmesi gerektiğini vurguluyor. Ayrıca, toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin anlatısal gücü ve bu gücün insan hayatına nasıl şiddet olarak yansıdığına dikkat çekiyor. Kapsamlı çalışmada, Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinin mevcut durumu ve geleceğe yönelik stratejiler ele alınıyor.

‘Birçok alana yön veren bir ideoloji’

Projenin koordinatörü Berfin Atlı, toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin Türkiye’deki tezahürlerine değindi ve “Bu sene de aileyi ortadan kaldırmakla, biyolojik farkları silmekle, kültürel soykırımla, demografiyi değiştirmekle, çocukları cinselleştirmekle, bilimsel olmamakla ve daha fazlasıyla suçlandık. Seçimlerde ve hatta insanlığı eşitlediği varsayılan doğal afetlerde gözden çıkarıldık. Kıyamet senaryolarının bekçisi, başa gelen bütün felaketlerin sebebi olduk” ifadelerini kullandı.

Toplumsal cinsiyet eşitliği

Lansman etkinliğinde konuşan Havle Kadın Derneği’nden Edibe Üner, “Anti-gender olarak yaklaştığımız anlatıların aslında yalnızca toplumsal cinsiyet eşitliği veya LGBTİ+ hakları alanında değil, birçok farklı alandaki politikalara ve söylemlere yön veren daha büyük bir ideolojinin yalnızca bir kolu olduğunu, dolayısıyla bu projede yer almanın hem anti-gender hareketlerin nasıl çalıştığını anlamaya hem de bu hareketlerin parçası olarak incelenen din, toplumsal cinsiyet ve cinsellik ekseninde üretilen asılsız söylemlerin nasıl tespit edilebileceğini kavramaya yardımcı olduğunu vurguladı” dedi.

Berfin Atlı, raporun içeriğini “Bu rapor bütün bunlarla ilgili. Bu oyunların kimlerin hayatına şiddet olarak döndüğü hakkında. Bu suçlamalarla kendisini yapılandıran ve küresel olarak anti-gender olarak isimlendirilen hareketleri ve aktörleri odağına alıyor. Bu bloğun ne tür hikayeler, söylemler, anlatılar ördüğünü ve bunlardan nasıl etkilendiğimizi anlamayı deniyor. Aynı zamanda bu hareketlerin bizleri nasıl yaratıcılaştırdığı, gelişmek zorunda bıraktığı ve ne tür manevralar, taklalar attırdığı hakkında” diyerek açıkladı.

Guterres: Toplumsal cinsiyet eşitliğine 300 yıl uzağız
STGM: Medyada en çok LGBTİ+ dernekleri hedef gösteriliyor
Türkiye’de kamu hastanelerinde LGBTİ+’lara ayrımcılık yaygınlaşıyor

Rapor, Türkiye’deki toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı hareketler ve bu hareketlere yönelik mücadelenin çeşitli boyutlarını ele alıyor. Bu çerçevede, anlatısal şiddet, toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik saldırılar, ve bu saldırılara karşı geliştirilen stratejiler üzerinde duruluyor.

Rapor ayrıca, toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin etkilerini ve bu hareketlerle mücadelede kullanılan yöntemleri inceliyor. İttifak oluşturma çabaları, toplumsal cinsiyet karşıtı bloğun anlatılarının analizi ve bu anlatılara karşı geliştirilebilecek stratejiler raporda önemli bir yer tutuyor.

Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

İklim krizi: Sivrisinekler kış uykusunu ‘es geçti’

Sivrisinekler, iklim değişikliğine bağlı olarak normalin üzerinde seyreden kış sıcaklıkları nedeniyle kış uykusuna geçemiyor. Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Fen Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Çetin, özellikle sıtma taşıyan Anopheles ve Culex cinsi bazı sivrisinek türlerinin kış uykusuna yatamadığını, erişkin halde saldırmaya, kan emmeye devam ettiğini söyledi. DHA’nın haberine göre Prof. Dr. Çetin, “Yerel yönetimlerin seçim sonrası nisan ayı itibarıyla yoğun ilaçlama yapması gerekir. Aksi halde yaz ayları sivrisinek nedeniyle sıkıntılı geçecektir” dedi.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre Türkiye‘de Eylül 2023  ortalama sıcaklığı 22,4 derece ile 1991-2020 normallerinin 1,5 derece, Ekim  ortalama sıcaklığı 17,1 derece ile normallerin 1,5 derece üzerinde ölçüldü. Kasım ayı ortalama sıcaklığı ise 12,5 derece ile normallerinin 3,2 derece, Aralık ayı ortalama sıcaklığı da 8,3 derece ile normallerinin 3,5 derece üzerinde gerçekleşti. Uzmanların belirttiğine göre son yıllarda kış aylarındaki sıcaklık değişimi, sivrisinek sorununun yıl boyunca sürmesine yol açtı.

Dünya Sivrisinek Programı (WMP) Etki Değerlendirme Direktörü Dr. Katie Anders, “Artan küresel sıcaklıklar, sivrisineklerin yaşam alanlarının genişlemesine neden oluyor. Bu, daha fazla topluluğu riske atıyor ve sivrisinek kaynaklı hastalıklara zaten yatkın olan yerlerde, hastalık bulaşmasına uygun olan ayların sayısını her yıl artırıyor” dedi. 

WMP’nin verilerine göre dünyada üç binden fazla sivrisinek türü bulunmasına rağmen, deng humması, chikungunya, Zika ve sarı humma gibi ciddi hastalıkların çoğu yalnızca Aedes aegypti ve Asya kaplan sivrisineği olarak bilinen Aedes albopictus tarafından bulaştırılıyor. Dünyada en hızlı yayılan sivrisinek kaynaklı virüs olan deng humması, her yıl 390 milyondan fazla insanı enfekte ediyor ve dünya nüfusunun yarısından fazlasının risk altında olduğu belirtiliyor.

‘Sivrisinekler yılda 25 nesil vermeye başladı’

Prof. Dr. Hüseyin Çetin, meteorolojik verilere göre son yıllarda özellikle kış aylarındaki sıcaklık artışının, sinek popülasyonunun çoğalmasına neden olduğunu dile getirdi. Türkiye’de yaygın görünen Culex sinek türünün 1980’lerde yılda 22 nesil verirken, son yıllarda 24-25 nesil vermeye başladığının altını çizen Prof. Dr. Çetin, “Nesil sayısının artması popülasyonun artmasına, hastalık riskinin çoğalmasına sebep oluyor” dedi.

Türkiye’de yaklaşık 60 sivrisinek türü bulunduğunu anlatan Prof. Dr. Çetin, “Culex ve Anopheles cinsi sıtmayı taşıyan sivrisinek türleri, kış uykusunu erişkin halde bina içlerinde, ahırlarda, foseptik çukurları gibi noktalarda saklanarak geçiriyordu. Mevsim sıcaklıkları özellikle Akdeniz ve Ege kıyılarında normalin üzerinde olduğu için, birçok tür kış uykusuna yatmadı. Şu anda bu türler erişkin halde saldırmaya ve kan emmeye devam ediyor. Belediyeler ile yaptığımız görüşmelerde kış aylarında sivrisinek şikayetlerinde artış görüldüğü anlaşılıyor” diye konuştu. 

İklim krizi: Sıcaklıkların artışı sivrisineklerin popülasyonlarını artırıyor
Sağlık uzmanlarından uyarı: İklim krizi yeni hastalıklara kapı açacak, var olanları kötüleştirecek

‘Yerel yönetimlerin yoğun ilaçlama yapması gerekiyor’

Prof. Dr. Çetin, sıcaklık artışının, sinek gelişim sürelerini kısalttığını, hızlı üremelerine neden olduğunu ve popülasyonlarını artırdığını söyledi.

Yerel yönetimlerin seçim sonrası nisan ayı itibarıyla yoğun ilaçlama uygulaması yapması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Çetin, “Aksi halde yaz ayları sivrisinek nedeniyle sıkıntılı geçecektir. Mevsim değişkenliği, yağış düzensizliğini ortaya çıkardı. Normal ilaçlama yapılsa da yağışların düzensizliği nedeniyle biriken bina çevresindeki kanallar, küçük havuzlar, kullanılmayan otomobil lastikleri gibi bölgelerde su birikmeleri arttı. Havaların sıcak seyretmesi nedeniyle bu alanlar sineklerin gizlenme yeri olmaya başladı. Bu alanlar kontrol edilmezse büyük problemle karşı karşıya kalacağız. İklim değişikliği etkileriyle yaşıyoruz” dedi.

Sivrisinekler
Fotoğraf: DepoPhotos

Son yıllarda, dünyada yapılan çalışmalarda da özellikle kış dönemlerinde sıtmayı taşıyan sivrisineklerin uyur hale geçmediğinden saldırmaya ve kan emmeye devam ettiği için hastalık bulaştırdığı bulguların varlığından bahseden Prof. Dr. Çetin, “Normal koşullarda sivrisineklerin kış uykusunda olması gerektiği dönemlerde sıtma gibi sivrisinek kaynaklı sarı humma, zika gibi hastalıkların görülmemesi gerekiyor” dedi. 

Türkiye’nin ekolojik ve iklimsel olarak birçok sivrisinek türüne uygun bir habitat olduğunu belirten Çetin, kış aylarında da sivrisineklerle mücadelenin devam etmesi gerektiğini vurguladı ve “İlaçlama yapılan noktalar ani yağışlarla yıkanıp gittiğinde ilacın etkisi kalmayabiliyor. Bu nedenle düzenli kontrole devam edilmesi lazım. Sarı humma, zika gibi hastalıkları taşıyan Asya kaplan türü sivrisinek türünün Türkiye’de yayılış göstermesi gelecek yıllarda bu tür sineğin taşıdığı hastalıklarla karşılaşma olasılığımızı artırıyor” dedi.

‘Tüm su birikintilerine dikkat edilmeli’

Sivrisineklere karşı uyarıda bulunan Prof. Dr. Çetin, “Vatandaşlarımıza önemli rol düşüyor. Bu sivrisinek, foseptik çukuru, rögar gibi sadece kirli, kötü ortamlarda yaşamıyor. Konutların içerisinde, etrafında küçük su birikintileri, kovalarda biriken suda geliştiği için vatandaşlarımızı uyarmalıyız. Konutların etrafında su birikmemesi gerekiyor. Balkon yıkamak için kovada biriken suyun içerisinde sivrisinek gelişebilir. Vatandaşlarımız bu bilince sahip olmalı. Bu hususlar dikkate alınmazsa gelecek bahar ve yaz aylarında ciddi sivrisinek riskiyle karşı karşıya kalabiliriz” dedi.

Sivrisinekler
Eylül 2023’te Hindistandaki Kongre Partisi üyesi bir grup, Kalküta kentinde artan Dang virüsü vakalarına karşı hükümetin yeterli önlemleri almamakla suçladıkları hükümeti protesto etti. Beraberlerinde getirdikleri çadır cibinliklerin içine giren protestocular, virüsü taşıyan sivrisineklerle etkin mücadele istediler. Eyalet genelinde virüs nedeniyle karşılaşılan vaka sayısı 25 bini geçmiş durumda. Fotoğraf: Saikat Paul / Depo Photos

Dünyada sekiz milyar insan risk altında

Londra Hijyen ve Tropikal Tıp Okulu (LSHTM) tarafından yapılan bir araştırmaya göre, 2080’e kadar sekiz milyardan fazla insanın sıtma ve deng humması riski altında olabileceği tahmin ediliyor. Araştırma, küresel sıcaklık artışlarının, sıtma için yıllık bulaşma mevsimlerini bir aydan fazla ve deng humması için dört ay uzatabileceğini buldu. Bu tahminler, aynı dönemde yaklaşık 4,5 milyar nüfus artışı ve 2100 yılına kadar 3,7 santigrat derece sıcaklık artışı üzerine yapılan tahminlere dayanıyor.

Araştırmacılar ayrıca iklim değişikliğinin sivrisineklerin hastalık taşıma kapasitesini nasıl etkilediğine de baktı. The Lancet‘te yayınlanan bir makalede, sıcaklık ve yağışın etkisini insan nüfus yoğunluğu verileriyle birleştirerek, üreme sayısını (R0; bir enfeksiyondan beklenen ikincil enfeksiyon sayısını) tahmin etti. Bulgular, 1950-54’ten bu yana izlenen tüm arboviral (böcekler tarafından bulaşan bir virüs grubu tarafından ortaya çıkan enfeksiyona bağlı) hastalıklar için R0’nun arttığını gösteriyor. Aedes aegypti cinsi sivrisinekler tarafından bulaşan enfeksiyonların sayısı yüzde 13 daha yüksek, Aedes albopictus tarafından yayılanlar ise yüzde 7 daha yüksek.

Gazeteci Furkan Karabay’a hapis cezası

Kamuya açık bir dava tutanağına dayanarak yaptığı haberi sonrası “hakaret” ve “iftira” suçlamalarıyla tutuklanan Gazeteci Furkan Karabay’a 1 yıl 15 gün hapis cezası verildi.

Karabay hakkında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın avukatları Ahmet Özel ve Mustafa Doğan İnal’ın şikâyetleri üzerine açılan davanın üçüncü duruşması dün (18 Ocak 2024) İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi‘nde görüldü.

Expression Interrupted’dan Cansu Pişkin’in aktardığına göre; P24 tarafından takip edilen duruşmada Karabay ve taraf avukatları hazır bulundu. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu da duruşmayı takip edenler arasındaydı.

BİA Medya Gözlem Raporu: 200 gazeteci yargılandı, 449 haber sansürlendi
Gazeteci Furkan Karabay serbest bırakıldı
‣ İkinci kez gözaltına alınan gazeteci Furkan Karabay tutuklandı

Savcı ‘iftira’dan beraatini, ‘hakaret’ten cezalandırılmasını istedi

Savcı, 19 Eylül 2023 tarihli duruşmada sunmuş olduğu esas hakkındaki mütalaasını tekrar ederek, Karabay’ın “iftira” suçlaması yönünden beraatını, “hakaret” suçundan ise cezalandırılmasını istedi.

Katılan Ahmet Özel’in avukatı, şikâyetlerinin devam ettiğini belirterek Karabay’ın her iki suçtan da cezalandırılmasını istedi.

Esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanda bulunan Karabay, önceki savunmalarını tekrar ederek beraatını talep etti. Karabay’ın avukatı Enes Hikmet Ermaner de esasa karşı beyanında, suçlamaya konu edilen haber başlığı ve içeriğinin mahkeme tutanaklarına dayandığını, bu sebeple görünür gerçeğe uygun olduğunu söyledi. Ermaner mütalaaya katılmadıklarını belirterek, “İftira yokken hakaret olması da söz konusu değildir. Bu nedenle müvekkilin atılı suçlardan beraatını talep ediyoruz” dedi.

“Hakaret” suçlaması yönünden Furkan Karabay’ın beraatına karar veren mahkeme, katılanlar Ahmet Özel ve Mustafa Doğan İnal’a yönelik “iftira” suçunu sabit görerek gazeteciye 1 yıl 15 gün hapis cezası verdi. Ceza ertelendi.

Furkan Karabay, Gerçek Gündem haber sitesinde 22 Haziran 2022 tarihinde yayımlanan “Yargıda ‘Antalya’ operasyonunda ‘İstanbul’ ayrıntısı: Atanan savcılar neyin göstergesi?” başlıklı haber nedeniyle yargılanıyordu.

Dr. Ümit Şahin: ‘Karbon bütçesi yedi yıl içinde tükenebilir, 1,5 derece hedefi tehlikede’

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Dr. Ümit Şahin, Paris Anlaşması‘yla 2 derecenin altında, mümkünse 1,5 derecenin çok altında bir küresel sıcaklık artışının hedeflendiğini, ancak ülkelerin karbon emisyonu konusundaki taahhütleri ve uygulamalarının bu hedeflere ulaşılmasını güçleştirdiğini ifade etti.

Kümülatif karbon emisyonu miktarının ulaştığı rakama göre sıcaklık artışının kaç dereceye çıkacağına dair hesaplama yapılabiliyor ve bu hesaplamada kullanılan toplam karbondioksit miktarına “karbon bütçesi” deniliyor.

AA’dan Gülseli Kenarlı’nın haberine göre, küresel sıcaklık artışının 2011’den bu yana Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından net bir şekilde hesaplandığını vurgulayan Şahin, her yıl yaklaşık 40 milyar ton karbondioksitin atmosfere salındığını belirtti ve “Birikimi gösteren ölçü, sanayi çağının erken dönemleri olan 1850’lerden bu yana insanlar tarafından atmosfere salınan toplam karbondioksit miktarıdır. Bu salımların sonucunda karbondioksitin atmosferde birikimi, karbon bütçesinin tükenmesine neden oluyor” dedi. 

Karbon bütçesi
Kaynak: “Türkiye’nin Küresel Karbon Bütçesindeki Payı: Öngörü Senaryoları ile Bir Değerlendirme”

Yedi yıl içinde 1,5 derece hedefi hayal olabilir

Dr. Ümit Şahin, sıcaklık artışını yüzde 50 olasılıkla 1,5 derecede sınırlamak için belirlenen toplam karbon bütçesinin 2 trilyon 865 milyar ton olduğunu ifade etti ve “Şu ana kadar atmosfere salınan karbon miktarı 2 trilyon 590 milyar tonu buldu, yani 2024’ten itibaren 1,5 derece bütçesinden sadece 275 milyar ton kalmış oluyor. Eğer emisyonlar hızlı bir şekilde düşürülmezse, karbon bütçesi yaklaşık yedi yıl içinde tükenerek 1,5 derece hedefinin tutturulma ihtimalini ortadan kaldıracak. 2 derece sıcaklık artışı için belirlenen toplam karbon bütçesi ise 3 trilyon 740 milyar ton” dedi.

Dr. Ümit Şahin: Paris Antlaşması ve karbon bütçesi
Küresel Karbon Bütçesi: Türkiye küresel karbon emisyonlarında 15’inci sırada
Küresel Karbon Bütçesi: Emisyonların azaldığına dair bir belirti yok

‘Karbon bütçesi tükenmeden 1,5 dereceye ulaşılabilir’

Şahin ayrıca, karbon bütçesinin pozitif geri besleme mekanizmalarını hesaba katmadığını, bu nedenle karbon bütçesi tükenmeden 1,5 dereceye ulaşılacağını belirtti. Metan gibi diğer ısıtıcı gazların, buzulların erimesi ve okyanusun asitlenmesi gibi faktörlerin hızlı bir ısınmaya yol açtığını vurguladı. 1 derecelik ısınmanın 2015’te geçildiğini ve sadece sekiz yıl içinde 1,5 derecenin geçilmesine az kaldığını, bu durumun küresel ısınmanın hızlanarak ilerlediğini gösterdiğini söyledi.

Paris Anlaşması altındaki ulusal katkı taahhütlerinin, dünya genelindeki sıcaklık artışını 2,7 dereceye kadar artırma riski taşıdığının altını çizen Şahin, şunları söyledi:

“Her ülkenin dediğini gerçekleştireceğinin bir garantisi yok, eğer bunu yapamazlarsa, 3 dereceyi de geçebiliriz. Ülkeler enerji dönüşümünde başarısız olursa ya da bütün buzulların tamamen erimesi gibi pozitif geri beslemeler çok hızlı ilerlerse o zaman 3 dereceyi 2050-2100 arasında görebiliriz hatta yüzyıl sonuna kadar bu ısınma 4 dereceyi bile bulabilir. Ama yakın gelecekte 1,5 dereceyi göreceğiz ve 2 dereceyi de 2040’larda göreceğimiz kesin gibi.”

Karbon bütçesi

Dr. Ümit Şahin, ülkelerin karbon emisyonları ile ilgili “Her yıl en çok emisyon yapan ülke Çin ama tarihsel emisyonlarda birinci sırada değil çünkü onlar daha geç başladı. Tarihsel emisyon sıralamasında birinci sırada ABD var. Avrupa Birliği‘nin tamamı ikinci, Çin üçüncü sırada. Rusya ve İngiltere, Japonya olarak sıra devam ediyor ve Türkiye burada 26’ıncı sırada. Çin, Türkiye, Hindistan küresel emisyonlarda en yüksek miktara henüz ulaşmadı ama AB ülkeleri ile ABD buna ulaştı ve düşüşe geçti. Dünya için küresel emisyonlar henüz pik yapmadı, geçen sene yüzde 1,1 oranında artış yaşandı” ifadelerini kullandı.

Karbon bütçesi nedir?

Karbon bütçesi, iklim biliminde kullanılan önemli bir kavram olarak, küresel ısınmayı belirli bir sıcaklık hedefiyle sınırlamak için atmosfere ne kadar karbondioksit (CO2) salınabileceğini ifade ediyor ve gezegeninin ısınmasını belirli bir derecede tutmak için ne kadar karbon emisyonuna izin verilebileceğini anlamak adına kullanılıyor. Örneğin, eğer küresel ısınmayı endüstriyel çağ öncesi seviyelere kıyasla 1,5 santigrat derece ile sınırlamak istiyorsak, buna ulaşabilmek için atmosfere salabileceğimiz maksimum CO2 miktarını ifade eden bir “karbon bütçesi” belirlenir.

Bu bütçe, bilim insanlarının karbondioksit emisyonları ve küresel sıcaklık arasındaki ilişkiyi anlamalarına yardımcı olur. İklim değişikliğini etkileyen tüm faktörler arasında, karbondioksitin atmosferdeki konsantrasyonu ve süresi en belirleyici unsurlardandır. Karbon bütçesi, ayrıca politika yapıcılar ve hükümetler için de bir rehber niteliği taşır; çünkü bu, iklim değişikliğiyle mücadelede alınacak önlemlerin aciliyetini ve gerekli olan emisyon azaltım hedeflerini belirler.

Karbon bütçesi, genellikle gigaton (milyar ton) CO2 cinsinden ifade edilir ve bu bütçe, belirli bir sıcaklık hedefine ulaşma olasılığını yüksek tutmak için sınırlandırılmıştır. Bir kez bu bütçenin aşılması, belirlenen sıcaklık hedefine ulaşma şansını önemli ölçüde azaltır. Bu nedenle, karbon bütçesinin doğru bir şekilde hesaplanması ve uygulanması, küresel ısınmayla etkili bir şekilde mücadele etmek için hayati önem taşıyor.

Rızvanoğlu, Bakan Bolat’a Türkiye’nin karbon sertifikasındaki durumunu sordu

DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Evrim Rızvanoğlu, Ticaret Bakanı Ömer Bolat’a karbon sertifikasına ilişkin sorular yöneltti. Anayasanın 98’inci ve TBMM İçtüzüğünün 96’ncı ve 99’uncu maddeleri gereğince yanıtlandırılması istenen sorular arasında şunlara yer verildi:

  1. Türkiye’de karbon sertifikasını verebilecek Avrupa Birliği‘nden akredite olan kurumun olmadığı doğru mudur? Eğer doğruysa bu durumun gerekçesi nedir?
  2. Türkiye’de sınırda karbon vergisi uygulaması için Avrupa Birliği’nden akredite kurumun oluşturulması veya mevcut kurumları bu sürece adapte etmesi için atılan adımlar nelerdir?
  3. Türkiye’nin karbon sertifikası alabilmek için Avrupa Birliği’nin akredite kurumlarına bağımlı olması halinde, bu durumun ülkemizdeki ihracatçıların üzerindeki olası etkilerinin neler olacağına ilişkin bir çalışma yapılmış mıdır?
  4. Türkiye’de karbon sertifikasını verebilecek Avrupa Birliği’nden akredite olan kurumun olmamasının ülkemizdeki firmalara ne kadarlık bir mali yük oluşturacağı hesaplanmış mıdır?
  5. Bakanlığınız sınırda karbon vergisi uygulamasına uyum sağlamak için altyapı geliştirmek, uluslararası standartları karşılamak ve yerel şirketlere destek olmak için hangi önlemleri almaktadır?

‘Sınırda karbon vergisi uygulaması Türkiye’nin ihracatı üzerinde doğrudan etkili olacak’

Rızvanoğlu, Avrupa Birliği’nin sınırda karbon vergisi uygulamasının, Türkiye’nin ihracatı üzerinde doğrudan etkili olabilecek kritik bir konu haline geldiğini belirttiği soru önergesinde şunlara yer verdi:

“Avrupa Birliği’ne ihracat yapan demir-çelik, çimento, gübre, alüminyum, elektrik ve hidrojen sektörlerindeki firmaların ürünlerini üretirken ne kadar karbon saldığını belirten sertifikayı, 1 Ekim 2023 tarihi itibariyle üç aylık periyotlar halinde resmi makamlara sunmaları gerekiyor. Avrupa Birliği tarafından, 2025 yılı sonuna kadar geçiş dönemi uygulanmakta olup, firmalar ihraç ürünlerin emisyonunu, ithalatçı firmalar aracılığıyla beyan etmek zorunda.”

Aksi takdirde; Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’nın (SKDM) tam olarak faaliyete geçirildiği 2026 yılında, firmaların gümrük vergisine eş bir karbon vergisi ile karşılaşılabileceğinin belirtildiği soru önergesinde “Ancak, Türkiye’de bu vergi uygulamasına uyum sağlamak üzere gerekli karbon sertifikalarını verebilecek Avrupa Birliği’nden akredite olan kuruluşun olmadığı kamuoyuna yansımıştır” ifadelerine yer veriliyor.

‘Şirketlerin daha fazla para ödemesine neden olacak’

Son olarak “Özellikle, Türkiye’nin ihracatının önemli bir kısmını Avrupa Birliği pazarına gerçekleştirdiği dikkate alındığında, bu durum ülkemizdeki şirketlerin rekabet edebilirliği ve ihracat potansiyeli üzerinde önemli bir baskı oluşturabilecektir” denilen soru önergesinde firmaların ihracatlarını devam ettirebilmek için bu hizmeti Avrupa Birliği’nden yabancı para birimi ile almak durumunda kalacaklarına ve bunun da şirketlerin daha fazla para ödemesine neden olacağına değinildi.

İhracatçı şirketlere sınırda karbon uygulaması başladı

İtalya’da sanat eserlerine zarar veren iklim aktivistlerine 60 bin avro ceza

İtalya Parlamentosu, ülkede art arda gerçekleşen iklim protestolarının ardından, aktivistlere kültürel mirasa zarar verdikleri gerekçesiyle daha ağır cezalar getiren bir yasayı onayladı. İklim aktivistleri yakın zamanda İtalya‘da, Roma‘daki ünlü Trevi Çeşmesi ve Floransa‘daki Palazzo Vecchio gibi önemli yapılar ile Milano‘daki La Scala Opera Binası gibi sanat eserlerini protestolarında kullanmıştı. 

Reuters’in haberine göre İtalyan Meclisi’nde 138’e karşı 92 oyla kabul edilen bu yeni yasa, anıtlara zarar veren kişilere 40 bin avro (yaklaşık 1 milyon 320 bin lira) kadar ceza kesilmesini öngörüyor. Eğer zarar verilen eser kültürel miras niteliğindeyse, bu ceza 60 bin avroya kadar çıkabiliyor.

İklim aktivistlerine rekor cezalar

Halihazırda İtalya’da bu tür “vandallık” suçlarına verilen cezalar bin 500 ila 15 bin avro arasında değişiyor ve yasa gereği toplanan cezalar, Kültür Bakanlığı tarafından zarar gören eserlerin onarımı ve temizliği için kullanılıyor.

Kültür Bakanı Gennaro Sangiuliano, bu gelişmeyi “İtalyan kültürü ve özellikle sanat ile mimari mirası için güzel bir gün” olarak nitelendirdi ve “Anıtlara zarar veren kişiler, bu yapıların eski haline getirilmesi için yapılan masrafları karşılamak zorunda kalacak. Daha önceki vakalarda gördüğümüz gibi restorasyon için ciddi tutarlarda para gerekebilir ve bu masrafları artık İtalyan halkı değil, zarar veren kişiler ödeyecek” dedi. Bakan, yeni getirilen idari para cezalarının yerel yönetimler tarafından hızlı bir şekilde uygulanacağını da ekledi.

iklim aktivistleri
İngiliz çevre aktivisti grubu Just Stop Oil de, Londra’daki tarihi Wellington Arch’a (Wellington Kemeri, Anayasa Kapısı) boyalı saldırı yapmıştı. Fotoğraf: Martyn Wheatley / DepoPhotos
‣ İklim aktivistleri: COP28’de videoya kaydedildik, tehdit ve tacize uğradık
Birleşik Krallık’ta yeni ‘protesto karşıtı yasaları’ yürürlükte: İklim aktivistleri 10 dakikada tutuklandı
İklim aktivistleri Londra merkezindeki araba galerisini turuncuya boyadı

BBC‘nin haberine göre, İtalyan muhalefet partileri bu yasa tasarısına farklı tepkiler gösterdi. Azione ve Italia Viva partileri tarafsız kaldı, merkez sol Demokratik Parti ve sol kanat Yeşiller-İtalyan Solu ittifakı ise yasaya karşı çıktı. Yasaya karşı olanlar, çevre aktivistlerinin kullandığı boyaların kalıcı hasar bırakmadığını iddia ediyor. İtalyan solunun lideri Nicola Fratoianni, protestoların demokrasinin bir parçası olduğunu vurgularken, 5 Yıldız Hareketi ise getirilen para cezalarının aşırı yüksek olduğunu belirtti.

Bu yasa, Başbakan Giorgia Meloni‘nin sağcı hükümetinin hukuk ve düzen konusunda sert politikalarının bir parçası. Hükümet benzer şekilde genç suçlulara, yasadışı göçmenlere ve “rave” partilere karşı da önlemler alıyor. İklim aktivistleri ise hükümetlerden fosil yakıt kullanımını durdurmasını ve küresel ısınmayla mücadele etmesini talep ediyor. Bu gruplar, Berlin‘deki Brandenburg Kapısı gibi Avrupa‘nın dört bir yanındaki önemli yerleri ve Londra ile Viyana‘daki bazı sanat eserlerini de protesto amaçlı hedef almıştı.

IPCC’nin 60. oturumu devam ediyor

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (IPCC) 60. oturumu Türkiye‘nin ev sahipliğinde devam ediyor. Yedinci değerlendirme döngüsünün çalışmalarına başlayan delegeler, dün (18 Ocak) yoğun bir şekilde çalışmaya devam ederek büyük ölçüde yedinci değerlendirme döngüsü için Çalışma Programı‘nın planlanmasına odaklandı.

Delegeler, çalışmalarının yapısı, odaklanmak isteyebilecekleri konular ve potansiyel çıktılar için zaman çizelgeleri üzerinde oluşturulacak bir dizi seçeneğin avantaj ve dezavantajlarını değerlendirdi. Oturumun bitmesine sadece bir gün kala Panel akşam geç saatlere kadar çalıştı.

IPCC’nin 60. oturumunda dün şu konulara odaklanıldı:

  • Çalışma Grupları I, II ve III ile Envanterler Görev Gücü’nün ilerleme raporları;
  • Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi‘nden (UNFCCC) bir rapor;
  • Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Hükümetlerarası Bilim-Politika Platformu’nun (IPBES) bir raporu.
IPCC nedir
IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporu açıklandı
IPCC Sentez Raporu’nun kısa bilimsel bireşimi

Tüm dünyanın merakla beklediği IPCC raporu açıklandı
IPCC iklim değişikliği raporu Türkiye için ne söylüyor?
IPCC Raporu: Acil eylem için zaman daralıyor
IPCC’nin 60. oturumu İstanbul’da başladı

IPCC nedir?

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 1988 yılında Birleşmiş Milletler’e bağlı olarak faaliyet gösteren iki uzman kuruluş olan Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından, iklim değişikliği konusunda mevcut bilimsel, teknik ve sosyo- ekonomik bilgi ve çalışmaların değerlendirilmesi, bilimsel çıktılar ışığında iklim değişikliğiyle mücadele ve iklim değişikliğine uyum konularında karar vericilere yol göstermek amacıyla kuruldu.

IPCC, Birleşmiş Milletler ve Dünya Meteoroloji Örgütü’ne üye ülkelerden oluşan, Türkiye’nin de içinde olduğu 195 IPCC üyesi ülkeler tarafından belirlenmiş bağımsız süreçlere göre çalışmalarını sürdürüyor. IPCC ayrıca, BMİDÇS Taraflar Konferansı veya Bilimsel ve Teknolojik Danışma Yardımcı Organı tarafından yöneltilecek talepler üzerine belirli konularda özel rapor ya da teknik değerlendirmeler hazırlıyor.

Panelin metodoloji alanındaki çalışmaları, tarafların sera gazı envanterlerinin oluşturulması için rehberler hazırlanmasında önemli rol oynuyor. Raporlar müzakerelerde temel referans kaynakları olarak kullanılmakta olup, ihtiyaca göre belirli dönemlerde çalışma grupları oluşturulabiliyor.

Her beş ila yedi yılda bir, dünyanın iklim sisteminin bugün geldiği duruma ilişkin derlenen Değerlendirme Raporları basın ve karar vericilerle paylaşılıyor.

IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporu açıklandı: İklim değişikliği insani krizleri şiddetlendiriyor