Paris Antlaşması ve karbon bütçesi

Bolivya’nın eski iklim müzakerecisi Pablo Solon, geçen Nisan ayında Tunus’taki Dünya Sosyal Forumu’nda yaptığı konuşmada, uluslararası iklim politikalarının en önemli sorununun fosil yakıtların görmezden gelinmesi olduğunu, bunun da yıllar içinde müzakerelerin bilinçli bir şekilde emisyon kavramıyla sınırlı tutulması yoluyla yapıldığını söylemişti. Bu ilk bakışta anlaşılması zor bir görüş. Sonuçta emisyonların nedeni fosil yakıtlar. Arada ne fark olabilir?

Aradaki fark, emisyon azaltımı talebiyle fosil yakıtların yer altında bırakılması talebi arasındaki farktaymış gibi  görünüyor. Aynı oturumda konuşan eski Friends of the Earth direktörü Nnimmo Bassey fosil yakıtların yer altında bırakılmasının iklim değişikliğiyle mücadelenin “tek” yolu olduğunu bir kez daha vurguluyordu. Solon’un fosil yakıtların müzakerelerde bilinçli bir şekilde anılmadığı, metinlere girmesi için yapılan her önerinin fosil yakıt üreticisi veya fosil yakıt şirketleriyle bağlantılı ülkelerin temsilcileri tarafından engellendiği iddiası (ki bu içeriden bir gözlemdir) önemliydi. Paris Antlaşması’na baktığınızda da fosil yakıt, kömür, petrol, hatta karbon[1] sözcüklerini göremiyoruz.  Bu nedenle yıllardır verdiğimiz mücadeleyi, COP 21’de çıkan sonucu ve yeni Paris Antlaşması’nı analiz etmek için bu durumun ne anlama geldiğini düşünmek faydalı olabilir.

55 Gigaton mu, 40 Gigaton mu?

Bilindiği gibi Paris Antlaşması, Kyoto Protokolü ve temel aldıkları İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, iklim değişikliğiyle mücadele yolu olarak sera gazı emisyonlarının sınırlanması esasına dayalı. Paris Antlaşması Kyoto Protokolü’nden farklı olarak küresel ısınmayı 2 derecede (hatta 1,5 derecede) durdurma hedefini koyuyor ve emisyon sınırlamasının dayandığı bilimsel temel olarak da IPCC’nin karbon bütçesi hesabını gösteriyor. Paris kararının ülkelerin yapmayı taahhüt ettikleri emisyon azaltım beyanlarıyla (INDC) ilgili 17. paragrafında, (UNFCCC’nin INDC sentez raporundaki hesaba gönderme yapılarak) mevcut taahhütlerle 2030’da küresel emisyonların 55 gigatona’a çıkacağı, oysa 2 derece hedefine ulaşmak için bu düzeyin 40 gigaton’a düşmesi gerektiği söyleniyor. Bu madde Paris Antlaşması’nın eki olarak kabul edilebilecek INDC’lerin ne kadar yetersiz olduğunun karar metnine de girmiş olması açısından önemli. Hatta karar, IPCC’ye de bir görev veriyor ve 1,5 dereceyi mümkün kılacak emisyon patikasını (yani daha kısıtlı karbon bütçesinin ne olduğunu) 2018’de yapılmasını karara bağladığı gözden geçirme toplantısına kadar hesaplamasını istiyor.

Paris Antlaşması böylece 195 ülkenin küresel ısınmayı hangi noktada durdurmayı hedeflediğini (2 derecenin bayağı altında, hatta mümkünde 1,5 derecede) ve referans verdiği IPCC hesapları ve UNFCCC’nin INDC Sentez Raporu yoluyla da küresel olarak bundan sonra salınabilecek maksimum sera gazı (1800 gigaton) ve karbondioksit (1000 gigaton) miktarlarını da bildirmiş oluyor. Dolayısıyla Antlaşma bize imzacı ülkelerin ısınmayı 2 derecede sınırlama hedefini tutturmak için kolektif bir çabayla bundan böyle (daha doğrusu IPCC hesabının aldığı son tarih nedeniyle 2011’den sonra) toplam 1000 gigatondan fazla karbon dioksit salmama kararını vermiş olduklarını, hatta 1,5 derece hedefi için daha fazla çaba göstereceklerine göre bu düzeyin de çok altında kalmaya kararlı olduklarını söylüyor.

Bütçe şimdiden açık veriyor

Karbon bütçesiyle ve mevcut azaltım taahhütleriyle bu bütçenin ne kadarının ne zamana kadar kullanılacağıyla ilgili yapılmış yetkin çalışmalar var. Bunlardan resmi kabul görenler UNFCCC’nin INDC Sentez Raporu ve BM Çevre Programı’nın 2015 Emisyon Açığı Raporu. Ayrıca Global Carbon Project’in, Tyndall Center’dan Kevin Anderson ve arkadaşlarının ve başkalarının da yayımladıkları çalışmalar var. Bütün hesaplar aşağı yukarı aynı yere çıkıyor, tonları farklı olsa da. Farklı kaynaklarından derleyerek bir özet yapmak gerekirse, Kyoto Protokolü çerçevesindeki mevcut azaltım taahhütleri ve 2025-2030’a kadar geçerli olan INDC’lerle 2 derecenin değil, ortalamada 2,7 derecenin, üst ve alt sınırlarına bakıldığında 2,2-3,4 derecenin garantileneceğini görüyoruz. Mevcut INDC’lerle küresel sera gazı emisyonları 1990’a göre %45, 2010’a göre ise %17 artarak 2010’da 52 Gt’dan, 2030’da 57 Gt’a çıkıyor. (Karar metninde nedense 2 Gt tenzilat yapılmış). Yani Antlaşma’da azaltılacağına karar verilen emisyonlar, 2030’a kadar eskisinden daha az bir hızla da olsa artmaya devam ediyor.

butce

Kevin Anderson’un hesabı UNFCCC’nin sentez raporunda göz ardı edilen bir şeyi daha ortaya koyuyor. Bu da kalan emisyon bütçesinin aslında 1000 Gt’un çok altında olduğu. Hesap basit. Halen yılda yaklaşık 37 Gt CO2 salınıyor. 2011-2014 arasında 140 Gt salındığı için bütçe şimdiden 860 Gt’a inmiş durumda. Yüzyıl sonuna kadar iyimser tahminle bütçenin ormansızlaşmadan 60 Gt ve çimento sanayinden kaynaklanan enerji dışı emisyonlardan da 150 Gt’luk kısmın harcanacağı tahmin ediliyor ve geriye enerji kaynaklı emisyonlar için 650 Gt kalıyor. Paris Antlaşması’nın yürürlüğe gireceği 2020’ye kadar mevcut taahhütlerle 180 Gt daha salınacak. Bu da 2020 sonrası için enerji kaynaklı emisyonlara ayrılan bütçeyi 470 Gt’a indiriyor. Yani Paris Antlaşması’nı değerlendirmek için IPCC’nin 1000 Gt’unu sabit bir bütçe olarak almak yanıltıcı. Aslında elimizde bu bütçenin yarıdan azı var. Mevcut INDC’lerle gidersek küresel emisyonlar düşmediğine göre de 2020-2030 arasında bir 370 Gt daha harcanması işten bile değil. Yani mevcut INDC’lerin zamanı dolduğunda 2 dereceyi %66 olasılıkla tuturmak için elimizde sadece 200 Gt CO2’lik bir bütçe kalacak. Eğer emisyonları 2050’de sıfırlayacaksak (ki öyle yansıtılsa da gerçekte Antlaşmada böyle bir hüküm yok) 2030-2050 arasında enerji kaynaklı olarak yılda ortalama 10 Gt’dan fazla emisyon yapmamamız lazım. Bu birdenbire nasıl olacak, belli değil.

Gelecek kuşaklara “mission impossible”

Bir de işin rezervler kısmına bakalım. Halen petrol, kömür, doğal gaz şirketlerinin portföylerinde bulunan kullanılabilir rezervlerdeki fosil yakıtların hepsinin yakılması halinde 4000 Gt’a yakın karbon dioksit salınacak. Bu nedenle mevcut fosil yakıt rezervlerinin (konvansiyonel olmayan kaynaklar buna dahil değil) dörtte üçünün (en muhafazakar hesabı yapan Uluslararası Enerji Ajansı’na göre bile üçte ikisinin) yer altında bırakılması gerekiyor. Mevcut 4000 Gt CO2 içerikli rezervlerin yarısından fazlası kömür.Kömürün büyük kısmı enerji üretimi, petrolün büyük kısmı ise ulaşım için kullanıldığı ve ulaşımda petrolün yerine yenilenebilir enerji koymak daha güç olduğu için, öncelikle ve çok daha büyük oranda kömürün yeraltında bırakılması gerekiyor. Bütün hesaplar, 2 derece için emisyonların 2050’lerde sıfıra indirilmesi gerektiğini ortaya koyarken, Paris Antlaşması yüzyılın ikinci yarısında karbon nötralizasyonunu hedeflemekten bahsediyor. Bu da aslında henüz uygulanabilir olmayan ve gelecekte de uygulanabilir ve ekonomik bir anlamı olacağı şüpheli karbon tutma ve depolama (CCS) teknolojilerine, hatta nasıl yapılacağı hiç belli olmayan negatif emisyonlara, yani atmosferdeki karbonu temizleyecek jeomühendislik projelerine reeferans veriyor. Yani Paris Antlaşması’nın gelecek kuşaklara olmayan teknolojileri kullanma görevi vermesi açısından absürd bir antlaşma olduğu yorumu da yapılabilir.

rezerv

Bütün bu hesaplar, karmaşık emisyon hesaplarından önce, mevcut fosil yakıt rezervlerini sınırsız bir biçimde çıkarılmasına ve yakılmasına imkan sağlayan mevut ekonomik sistemin hedef alınması gerektiğini gösteriyor. Küresel serbest ticaret antlaşmalarına, kuralsızlaştırmaya, sınırsız özelleştirmelere ve kaynakların şirketlere tahsisine, şirketleri koruyan yasalara ve düşük vergilere dayalı sistem devam ettiği sürece, fosil yakıtların yeraltında bırakılması nasıl başarılacak belli değil. Bunun için sistem içinde birkaç girişim var. Yatırımların fosil yakıt şirketlerinden çekilmesini amaçlayan ve 500 şirketin ve yatırım fonunun portföylerini karbonsuzlaştırmayı başaran divestment hareketi bunlardan biri. Bununla fosil yakıt şirketlerinin hisselerinin değer kaybetmesi ve fosil yakıt yatırımlarının ölü yatırım haline getirilmesi amaçlanıyor. Ancak değil var olanların kapatılması, yeni termik santrallara lisans, yeni petrol kuyularına, kömür madenlerine ve gaz ve petrol için yapılan fracking tesislerine ruhsat ve işletme izni verilmeye devam ettikçe bu yatırımlar nasıl olacak da ölü yatırıma dönüşecek? Paris Antlaşması’nın mevcut hükümleriyle bu kolay değil.

İklim değişikliğini gerçekten durdurmak istiyorsak, ilk yapılması gereken yeni foil yakıt yatırımlarına yönelik kapsamlı bir moratoryum olmalıydı. Bunun için de antlaşmalarda fosil yakıtların hedef alınması, kömür devrinin kapandığının ilan edilmesi, temiz kömür, CCS, jeomühendislik gibi fantezilere kapıların tamamen kapatılması gerekirdi. Anderson’un çalışmasında 470 Gt’luk CO2 bütçesiyle 2 derecenin tutturulmasının ancak 2020’den sonra emisyonların yılda %10 azalarak 2050’ye kadar sıfıra indirilmesiyle mümkün olduğu hesaplanıyor. Oysa şirketler, Paris’te hükümetlerin değil fosil yakıt demesine, dekkarbonizasyon sözcüğünü kullanmasına bile izin vermediler.

Paris Antlaşması’nın en büyük gücü bilimsel temele dayalı karbon bütçesi anlayışını iklim rejimine yerleştirilmesi oldu. Bu nedenle asıl mücadele şimdi başlıyor. İlk hedefimiz 2018’de yapılacak genel değerlendirme amaçlı COP’a kadar bütün ülkelerin INDC’lerini güçlendirmelerini sağlamak ve bütün dünyada kömür yatırımlarını durdurmak ve yeni petrol ve gaz yataklarının açılmasına izin vermemek için hem yerellerde, hem de hükümetler ve uluslararası finans piyasaları zemininde harekete geçmek olmalı. Divestment kampanyalarıyla, kömüre verilen kredileri kestirerek, Gerze örneğinde olduğu gibi yerel iklim adaleti mücadelelerini birleştiren çabalarla kömür santrallarını durdurarak ve tabii iklim değişikliğiyle fosil yakıtlar arasındaki bağı bıkıp usanmadan göstermeye devam ederek dünya ekonomisinin karbon bağımlılığını, ya da daha doğru bir deyişle fosil yakıt (şirketlerinin) egemenliğini kırmak zorundayız. 2020 gelip Paris Antlaşması yürürlüğe girdiğinde bugün elimizde bulunan lafta iddialı, uygulamada ne yaptığı belli olmayan kürsel iklim mücadelesi zeminini işe yarar yönde dönüştürmeyi başardıysak, o zaman Paris’te yeni bir anlaşmanın kabul edilmesini başarmış olmakla gerçekten övünebiliriz. Yoksa bir 10-15 yıl daha kaybedeceğiz. Bu arada fosil yakıt şirketleri yine istedikleri gibi at oynatmaya devam edecek ve 2030 geldiğinde elimizden dövünmekten başka bir şey gelmeyecek.

[1] Karbon sözcüğü metine birkaç kez geçiyor, ama ormanlardaki karbon stoğundan, bir kez de karbon fiyatından bahsederken. Karbonsuzlaşma, düşük karbon, karbon dioksit vb. metinde yer almıyor.

Bu yazı ilk kez Eko IQ dergisinin Ocak 2016 tarihli 59. sayısında yayımlanmıştır.

Ümit Şahin
Ümit Şahinhttp://umitsahin.blogspot.com/
Yeşil Gazete’de iklim değişikliği başta olmak üzere ekoloji ve yeşil politika alanlarında yazar ve editör. Halen Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nde uzman ve iklim değişikliği çalışmaları koordinatörü olarak çalışan Ümit Şahin 1991’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni bitirdi. Halk Sağlığı doktorası yaptı, Çevre Sağlığı alanında yoğunlaştı. Çevre İçin Hekimler Derneği, Üç Ekoloji dergisi ve Yeşiller Partisi’nin kurucularındandır. Bir dönem Yeşiller Partisi Eşsözcülüğü yaptı, yeşil politika ve ekoloji üzerine seminerler düzenledi. Halen Açık Radyo’da Ömer Madra ile birlikte Açık Yeşil’i hazırlayıp sunuyor.

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Tanrı ve şiddet

İlahi şiddetin amacı hukuksal bir yaptırım ya da düzen değil, aksine kurbandır.

Açık Radyo’dan mesaj var: Buradayız, hazırız, neşemiz daim!

'Kainatın tüm seslerine açık' Açık Radyo,, sesini kesmek isteyenlerine inat cıvıl cıvıl, hareketli, ziyaretçi akınından başını kaldıramadan 30. yaş gününe ve dinleyicisiyle buluşmaya hazırlanıyor.

Kazdağları, yeniçeriler, madenler: Enter! – Gizem Kastamonulu

Cengiz Holding, hukuku da yanına alarak bakır madeni için Kazdağları'nda ağaç kıyımına başladı. Bu talanı durdurmak için Kirazlı'daki sesi yeniden yükseltmekten başka çaremiz yok.

Güzelliğe, iyiliğe açık kalmak için Açık Radyo

Kötülüğün eşiği aşıldı. Elimizdekileri kaybetmememiz ve kötülüğe karşı durabilmemiz için Açık Radyo açık kalmalı. Sesimize ve sözümüze sahip çıkmak için elimizden geleni yapmalı, dayanışmayı büyütmeliyiz.

Açık Radyo’suz olmaz!

'Hüznün fiziği'nin diyalekti açısından bakarsak en derin hüzünler en coşkulu ve en mutlu adımları getirecektir. Tabii yaşama ve mücadeleye olan inancımızı yitirmemişsek...

EN ÇOK OKUNANLAR