Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü, bu yıla ilişkin bilançosunda, dünyada 533 gazetecinin kamuoyunu bilgilendirme çabası içerisindeyken tutuklandığını, 57’sinin de öldürüldüğünü bildirdi.
Tutuklama ve cinayetlerdeki rekor artışa işaret eden RSF, 65 medya temsilcisinin rehin, 49’unun da kayıp durumda olduğunu açıkladı.
Merkezi Paris’te bulunan RSF kuruluşu, gazetecilik haklarında 2022 yılında ciddi gerileme yaşandığını bildirdiği basın açıklamasında, 1 Aralık itibarıylae 533 tutuklu gazetecinin tespit edildiğini, bunun bir önceki yıla oranla yüzde 13,4’lük bir rekor artışa işaret ettiğini duyurdu.
110 tutuklu gazeteciyle Çin listede başı çekerken Çin’i 62 gazeteciyle Myanmar, 47 gazeteciyle İran, 39 gazeteciyle Vietnam, 31 gazeteciyle Belarus izledi. Dünya çapında tutuklu gazetecilerin yüzde 54’ü bu beş ülkede hapiste bulunuyor.
‘Diktatörlükler hapishanelerine gazeteci doldurmada hızlandırılmış bir süreç işletiyor’
Raporda, dünyadaki toplam tutuklu gazetecilerden sadece yüzde 36,4’ünün hüküm giydiğine, kalan yüzde 63,6’sının yargılanmadığı tespitine de yer verildi.
RSF Genel Sekreteri Christophe Deloire, 2022 Bilançosu’na ilişkin yaptığı açıklamada, “Diktatörlükler ve otoriter yönetimler, hapishanelerine gazeteci doldurmada hızlandırılmış bir süreç işletiyorlar. Gazeteci tutuklamadaki bu yeni rekor artış, bu vicdansız güçlere direnilmesine ve haber özgürlüğü, bağımsızlığı ve çoğulculuğu hedeflerini savunan herkesle aktif dayanışma içinde bulunulmasına olan yakıcı ihtiyacı teyit ediyor” dedi.
Açıklamada, sayısı 78 olarak tespit edilen tutuklu kadın gazetecilerle ilgili de, “RSF, 2021’e göre yüzde 30 artış yaşanan kadın gazeteci tutukluluğunda hiçbir zaman bu kadar yüksek bir rakama ulaşmamıştı” denildi.
Beş yıl önce, tutuklamalarda kadın haberci oranı yüzde 7 iken 2022 yılında bu oran yüzde 15’i aştı.
Raporda görevi başında ölen ve hedef alınarak öldürülen gazetecilere de yer verildi. Bu yıl öldürülen toplam 57 gazeteciden 11’i Meksika’da, 6’sı Haiti’de, 3’ü de Brezilya’da can verdi. 24 Şubat’ta başlayan Ukrayna’daki savaşı haberleştirirken sekiz gazeteci altı aylık bir dönemde öldürüldü.
Raporda Çin, dünyanın en büyük hapishanesi olarak nitelendirilirken önceki yıllarda “gazeteci hapishanesi” diye anılan Türkiye’ye kısa bir yer ayrıldı.
Raporun Türkiye bölümünde Haziran ayından bu yana üç kadın gazeteci ve bir kadın medya çalışanının tutuklu bulunduğu bildirildi.
Tutuklu gazetecilerden Jin News Yazı İşleri Sorumlusu Safiye Alağaş‘ın 2019 yılında tutuklanıp hakkında “terör örgütü propagandası” suçundan dava açıldığı, ancak ardından tahliye edildiğine dikkat çekilerek Haziran 2022’deki tutuklamaların Kürt medyasına yönelik yeni bir baskı dalgasına işaret ettiği kaydedildi.
ADANA-Ceyhan Nehri‘nin Yüreğir ilçesine bağlı Esenler Mahallesi‘nden geçtiği bölümde, binlerce balık ölü olarak kıyıya vurdu. Arı ölümleri de görüldü. Nehrin karardığı ve bu karanlığın kenarındaki taşlara bile yansıdığı sosyal medyada gündem oldu. Ancak Ceyhan Nehri’nde balıklar ilk defa kıyıya vurmuyor. 11 yıl önce dahi benzer görüntüler kaydedilmiş, nehirden numuneler alınmış ve tertemiz çıkmıştı.
Adana’da nedense geçmiş balıklar için sürekli tekerrür ediyor ama söylenegeldiği üzere bu onların hafızalarının kısa süreli olmasıyla ilgili değil. Burada Bakanlıkların numuneleri de tekerrür ediyor. Tipik bir kirletici olarak nehrin yakınlarında bir Organize Sanayi Bölgesi (OSB) de göze çarpıyor: Adana Hacı Sabancı OSB.
Adana OSB temiz çıkan numunelerin ardından hukuki olarak da sorgulanan incelemenin Adana Cumhuriyet Başsavcılığına yapılan başvurusunda da ortaya çıkıyor. 9 Aralık’ta Adana Barosu, Adana Tabip Odası, üç ayrı çevre derneği adına beş avukatın savcılığa başvuru yaptığı sırada OSB’nin avukatı da savcılıkta beliriyor. O gün Savcılığa giden ve incelemenin şüpheli ve yeterli açıklamadan yoksun olduğunu belirten avukatlardan biri de Sevda Sevilmiş.
Sevilmiş, konuya gayet ılımlı bakan ve çevre duyarlılığına sahip olan savcının başvuruya bakışının OSB’nin avukatıyla görüşmesinin akabinde değiştiğini söylüyor.
Kararmış bu nehirde kıyıya vuran sadece balıklar değil; hukukun taraflardan sıyrılamayışı, Bakanlıkça yapılan incelemelerin belirsizliği ve ekokırım da aynı şekilde kurumuş otların arasında balıklar gibi öylece duruyor.
Peki numuneler neden yetersiz?
İl Tarım ve Orman Müdürlüğü ile İl Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Müdürlüğünce, balık ölümleri nehirden ve balıklardan numuneler alınarak incelendi. İnceleme sonucunda ulaşılan sonuç:
“Laboratuvarlardan gelen sonuçlarda da herhangi bir kimyasal bulguya rastlanılmamış ve balık ölümleri de tamamen durmuştur. Ayrıca Çevre Şehircilik müdürlüğü ekiplerince alınan numune sonuçlarında da herhangi bir kimyasal çıkmamıştır.”
Normalde böyle ‘olumlu’ sonuçlar insanları sevindirir. Fakat bu balıklar nasıl öldü? Sonuçlar bunun yanıtına ışık tutmuyor. İncelemelerde aydınlatılmayan ‘Bu nehirde ne oldu da balıklar öldü?’ sorusunu 11 yıl önce temiz çıkan numunelerin peşine düşen bir isme sorduk.
‘Nehre karışan su da çok garip, kirli görünümlü bir su’
Doğu Akdeniz Çevre Platformu sözcüsü Dr. Sadun Bölükbaşı, son haftalarda Aslantaş Barajı‘nda su tutulduğunu, buna bağlı olarak nehrin debisinin düştüğünü, ayrıca ölümlerin öncesinde fabrika yangını çıktığını ve son olarak da Adana OSB’nin açık su arıtma tesisinden ‘arıtılmış su’ların nehre karıştığını söylüyor. Bölükbaşı OSB’den nehre karışan suya ilişkin ise şunları aktarıyor:
“OSB’nin o bölgesindeki açık su arıtma tesisinden su sözde arıtılan, nehre karışan su da çok garip, kirli görünümlü bir su. Bunların hepsi bir araya gelince balık ölümleri yaşandı diye düşünüyorum.”
Numunelerdeki belirsizlik sonrası ipuçlarının peşinde…
Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Su Ürünleri Temel Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sedat Gündoğdu’ya da balık ölümlerinin nelerden kaynaklanabileceğini soruyoruz. İhtimaller yoğun olarak kimyasalları işaret ediyor:
“Balık ölümleri genel olarak oksijen seviyesindeki azalma, su kaynağına karışan toksik kimyasallar ve balıkların solungaçlarını bloke edebilen kimyasallardan kaynaklanabilmektedir. Bunların hepsi farklı semptomlara neden olmaktadır.”
OSB’nin kırmızı çizgisi: Çevre
Balık ölümlerinin sosyal medyada duyulmasının ardından Adana Hacı Sabancı OSB (AOSB) yönetimi tarafından kamuoyuna “çevre” vurgusuyla bir açıklama yapıldı ve o açıklamada şunlara yer verildi:
“Katılımcılarımıza sürdürülebilir tüm üretim imkânlarını sunarken kırmızı çizgimiz çevrenin korunmasıdır. Bu kapsamda, çeşitli projeler hayata geçirmekte, yeşil alanlar ağaçlandırılmakta, her yıl tüm tesislerimizden periyodik aralıklarla atıksu numuneleri alınarak, kirlilik oranlarını kayıt altında tutup, bir önceki yıla oranla azalan sanayi kuruluşlarımızı ödüllendirilmektedir.
Doğa ve çevreye saygı misyonuyla hizmet veren AOSB’mizin, söz konusu kirlilikte en ufak bir ilgisi bulunmamaktadır. Rutin tahlillerimiz düzenli olarak yapılmakta ve raporlanmaktadır.”
Kimyasal ihtimali güçleniyor
Nehrin kokusu da aynı şekilde rengi gibi dikkat çekiyor. Doç. Dr. Sedat Gündoğdu, kokuya da işaret ederek nehre kimyasalların karışmış olma olasılığını güçlendirir nitelikte bilgiler veriyor:
“Ceyhan Nehri‘ndeki durumdan anladığımız kadarıyla birkaç farklı noktadan nehre karışan ve bölge halkının da koku ve renk gibi özellikleden hareketle yaptığı tarif ve bölgede ölen balıkların gösterdiği semptomlar kimyasal bir kirliliğin neden olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum nehir suyu seviyesinin azalmasıyla da birleşince daha da şiddetli bir ekokırım yaşanmış gibi görünüyor.”
Nehrin hafifliği karşısında OSB’nin ağırlığı
Türkiye’nin kalkınmasının sacayaklarından biri olarak gösterilen OSB’lerde kimyasalların imalat sürecinde yoğun olarak kullanılması söz konusu. Yalnızca Adana’da değil, bugüne kadar ülkenin birçok yerinde açılan OSB’lerin aksine toprağı için savaşan, kalkınma için toprağı işaret eden köylüler var. Ancak OSB’ler genelde bu taleplerin karşısında güçlü ve nihayetinde Bakanlık için ağır basıyor.
Adana OSB’den gelen arıtıldığı söylenen suyun çok uzun zamandır nehre karıştığını aktaran Dr. Bölükbaşı, “Ama bu belli dönemlerdeki balık ölümleri muhtemelen ekstra test edemediğimiz bazı kirleticiler bırakıyor. Bu kaçak yolla oluyor diye düşünüyorum. Ama nehirdeki kirlilik özellikle OSB’deki atık sorunu çok uzun zamandır var. Km’lerce uzunluktaki nehir debi normal olduğunda da iki renk akıyor. Görüntüsüyle, kokusuyla çok korkunç… Yıllardır bunu dile getiriyoruz, şikayet ediyoruz” diyor.
Bu görüntüler bugünden. Ceyhan Nehri'ne dökülen Adana H. Sabancı Organize Sanayi Bölgesi atık suyu. Ilgili bölgede boya, tarım zehiri, plastik, kimya, tekstil ve daha bir sürü endüstri var. Bu su tarımsal sulama da kullanılıyor. Bölgede balık ölümleri de var. Çok kötü. pic.twitter.com/ATaKFn5F4C
Gelen yanıt: Atıksuyun renkli olması, kirli olacağı anlamına gelmez
“4.02.2011 tarihinde yapılan denetimde, arıtma tesisinin çalışır konumda olduğu, tesis çevresinde hafif bir kokunun olduğu, drenaj hattının Ceyhan Nehri’ne kadar uzatılması konusunda DSİ ile ilgili görüşmelerin devam ettiğinin beyan edildiği, çamur ünitesi için iki adet dekantör alımı ihalesinin yapıldığı ve haziran ayı içerisinde montajının yapılacağı tespit edilerek deşarj noktasından atıksu numunesi alınmış olup analiz sonuçları Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğine uygun çıkmıştır. Ayrıca atıksuyun renkli olması, kirli olacağı anlamına gelmemektedir.”
Bu sözler 11 yıl önce yaşanan balık ölümleri sonrası yapılan incelemelerin sonucuna ait. 11 yıl önce bu yanıtı alan Bölükbaşı, şikayetlerine gelen yanıtın trajikomik olduğunu aktarıyor:
“Bizce o su temiz değil. Neyi ölçtüler de bize bu yazıyı veriyorlar. Defaatle benzer sonuçlar söylemişler. ‘Biz yaptık temiz çıkıyor’ söylemi yeterli değil. Sonuçta sorun devam ediyor. Biz bağımsız kurumlarca mahkeme kanalıyla ağır metal kimyasal analizi de dahil, toksik materyallerin de tahlili yapılacak şekilde bir su tahlili yapılması gerektiğini düşünüyoruz. ‘Şunlara baktık bu çıktı’ diye bir cevap gelmiyor ki. ‘Baktık, temiz’ diyor.”
Fotoğraf: Eren Bozkurt – Anadolu Ajansı
‘Karşımızdaki OSB, maddi ve manevi açıdan çok güçlüler’
Atık suyun aktığı dereye benzer alandaki tüm bitkilerin kuruduğunu belirten Bölükbaşı, mahkemeye başvurarak bilirkişi incelemesi talep edeceklerini söyleyerek “Hemen bilirkişi istedin diye iyi bilirkişi gelmiyor” diyor ve ekliyor:
“Kim yapar, kim sonuçları düzgün analiz eder onu çağıralım diyoruz. Yani şu anda karşımızdaki koskoca organize sanayi bölgesi, maddi ve manevi her açıdan çok güçlüler.”
Tam da bu noktada Avukat Sevda Sevilmiş’in anlattıkları bir yurttaşa göre OSB’nin sahip olduğu gücü özetler nitelikte. Sevilmiş, 9 Aralık’ta Savcı ile yaptıkları görüşmede beklenilenin aksine ılımlı bir tavır gözlemlediklerini ancak OSB’nin avukatıyla görüşmesinin akabinde savcının söylemlerinde değişiklik olduğunu aktardı.
Savcıyla yaptıkları görüşmede olayın halk sağlığını tehdit eden boyutlarına işaret ettiklerini, Savcının da kendilerine inceleme hususlarında beklentilerini sorduğunu aktaran Sevilmiş, bu görüşmeden 15 dakika sonrasında kendisinin hukuken yapabileceği bir şeyin olmadığını aktardığını ifade ediyor:
“Hiçbir bilimsel bilgisi olmayan bir insanın bile gözle görebileceği bir kirliliğin başka bir yerden kaynaklanması mümkün değil. Bu kadar insanların aklını kimliğini hiçe sayıp kandırmaya çalışmaları, halkı yanıltmaları ve bunu arkalarına gerçekten yerel yönetimleri kamu yönetimleri ve idareyi alarak yapma gücü bulmaları gerçekten incitici bir şey. Ve asla eşit bireyler olmadığımızı, hukukun da taraflı olduğunu ayan beyan yüzümüze çarpan bir gerçeklik.”
Fotoğraf: Eren Bozkurt – Anadolu Ajansı
‘Başında ‘Cumhuriyet’ kelimesi olan savcılık, ilgilenmedi’
“Kişisel olarak da hukuka nasıl müdahale edildiğini bizzat küçük bir olayla dahi olsa görmüş olduk” diyen Sevilmiş, bizzat şahit olduğu hukukun taraflılığına şu sözlerle işaret ediyor:
“Savcılığın Bakanlığın bütçesinden yapması gereken kamu adına; ‘halk sağlığı’, bölge canlıları, felaketlerin boyutunun artabileceğine dair bir sürü done olduğunu söylememize rağmen hani başında ‘Cumhuriyet’ kelimesi olan savcılık makamının çok da ilgilenmediğini daha sonra görmüş olduk. Kendi bütçelerinden bunu yapabilecekken yapmıyor olmaları büyük bir eşitsizlik çünkü gerçekten toplum yararına olmayan birçok soruşturma için kaynak ayırabiliyorken böyle bir soruşturma için kaynak ayırmayı geçtik ‘herhangi bir adım bile atmayacağız’ demeleri zaten hukuki güvenilirliği bile sarsıyor.”
Fotoğraf: Eren Bozkurt – Anadolu Ajansı
Adalet çıkmazı
Adana’daki örnekte de olduğu gibi kamu idarelerince yapılan incelemelerin sonuçlarına dair şüphe duyulması durumunda bilirkişi talepleri genel olarak kirlilikten muzdarip olan ve buna karşı bir duruş segileyen STK’lar, meslek odaları, barolar ve vatandaşlar tarafından yapılıyor. Söz konusu bilirkişi talepleri için istenen ücretlere ilişkin Sevda Sevilmiş şunları söylüyor:
“Bizim değişik iş yoluyla sulh hukukta tespit yaptırmamız da mümkünatı çok olmayan bir husus. Çünkü bireysel olarak özel laboratuvarda da olsa üniversitenin laboratuvarında da olsa maliyetleri 20-30 bin TL’yi bulan miktarda incelemeler.”
Peki ya adalete erişim? Sevilmiş, özel hukuk boyutunda insanlara ‘Siz mücadelenizi yürütün’ dendiğini ancak bunun sonucunda harç, bilirkişi ücretleri, keşif ücretleri gibi yüksek ücretli kalemlerin çıktığını belirtiyor ve ekliyor:
“Kamu hukuku aracılığıyla yürütebildiğimiz herhangi bir şey yok. İdari mahkemede açılan davalardaki keşif ücretleri de keza yine yüksek bedelli oluyor. Derneklerin adli yardım talepleri maalesef genelde kabul edilmiyor.”
Cengiz Holding’in Kazdağları‘nda açmak istediği Halilağa Bakır Madeni Projesi için verilen “ÇED Olumlu” kararı’na karşı, 87 davacının açtığı dava sonuçlandı. ÇED olumlu kararı iptal edildi. Mahkeme daha önce de iki kez “yürütmeyi durdurma” kararı vermişti.
Çanakkale 1. İdari Mahkemesi, ÇED olumlu raporunun; arkeoloji, biyoloji bilimleri; çevre, harita, jeoloji, hidrojeoloji, maden, meteoroloji, orman ziraat mühendislikleri; şehir ve bölge planlama açılarından incelenmesi sonucunda; “… davacılar Ali Rıza Aydın ve Çetin Yalçın‘ın işlemden doğrudan etkilenmedikleri gerekçesiyle dava dilekçesinin iptaline; davacılar İnsan Hakları Derneği, Türk Tabipler Birliği Çanakkale Tabip Odası Başkanlığı, Ulvi Kaan Meriç, Süleyman Eryılmaz ve Mevlüt Yılmaz‘ın başvurusunun ehliyet yönünden reddine, diğer davacılar yönünden ise dava konusu işlemin iptaline….” karar verdi.
Kazdağlarında Cengiz'in maden için yutacağı köyde oturan Gülferit abla ne dediyse oldu! Halilağa Bakır Madeni projesi, mahkemenin iki yürütme durdurma kararı üstüne, çed iptal davasının da kazanılmasıyla durduruldu! Kazdağlarından #DefolCengiz demiştik, demekten vazgeçmeyeceğiz! pic.twitter.com/Fpq3rRdo0K
Cengiz Holding, daha önce yaptığı açıklamada, söz konusu projeyi 2019 yılında Kanadalı Liberty Gold’dan 55 milyon dolara devraldığını, projenin işletme ruhsat alanının yaklaşık 5 bin 166 hektar yani 51 bin 660 dönüm olduğu belirtmişti.
Proje süresinin 15 yıl olduğu ve “patlatmalı açık ocak” seklinde işletilmesinin planlandığı alanda, proje süresince 90 milyon ton cevher ve 105 milyon ton pasa üretilecek; yani 15 yıl boyunca dinamitle patlatma yapılacak ve civar köyler, tarım alanları ve ormanlar toza bulanacaktı. Projeden Hacıbekirler, Muratlar, Halilağa, Yanıklar, Osmaniye, Yaylacık ve civardaki diğer köyler de etkilenecekti.
‘Köylerin suyunu kurutacak’
Projenin gerçekleşmesi durumunda bölgedeki köylerin suyunun kuruyacak ve henüz başlangıç aşamasında ÇED alanı içinde kalan 540 hektar (5 bin 400 dönüm) orman ve 43 hektar (430 dönüm) tarım alanını da yok olacaktı. Çevre aktivistleri tüm tarım alanları ve su kaynaklarını siyanür, sülfürik asit, arsenik ve diğer kimyasallar ve ağır metallerle kirleteceği için projeye karşı çıkıyordu.
Proje için köylülerin tarlalarının “kamulaştırma tehdidi ile tebligat gönderilerek” ellerinden alınmaya çalışıldığı da duyurulmuştu.
Projenin ÇED raporunda alanında beşi endemik 269 bitki türü, 42 memeli hayvan türünün yaşadığına yer verilmişti.
TEMA Vakfı’nın Nisan 2020’de yayınladığı ‘Kazdağları ve Yöresi’nde Madencilik’ başlıklı raporuna göre Biga Yarımadası’nın yüzde 79’u metalik madencilik için ruhsatlandırıldı.
Zeytinliklerde madenciliğe yol veren “Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” 14 Aralık Çarşamba günü TBMM Sanayi Ticaret Enerji Tabii Kaynaklar Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’nda görüşülecek.
10 Aralık’ta 33 milletvekilinin imzasıyla TBMM Başkanlığına sunulan Torba Kanun teklifi, madencilik faaliyetlerinin, zeytinlik alanlarda yapılmasının önünü açacak nitelikte. 13 maddelik kanun teklifinin ilk maddesinde yer alan ifadelere göre zeytinlik alanlarda yürütülmesi planlanan madencilik faaliyetlerine “kayıp yaşanmadan, dengeli bir biçimde sürdürülmesi doğrultusunda” açıklaması getiriliyor.
İkizköylüler, “zeytinime dokunma” demek için, Çarşamba günü saat 10:00’da TBMM’de Meclis Çankaya kapısı önünde olacak. Tüm hak savunucularını, sivil toplum kuruluşlarını, ilgili sendikaları, milletvekilleri ve siyasileri; zeytin ağacının sesi olmaya, en büyük kamu yararı olan zeytinlere sahip çıkmaya, korumaya ve dayanışmaya çağıran Karadam ve Karacahisar Mahalleleri Doğayı ve Doğal Hayatı Koruma Güzelleştirme ve Dayanışma Derneği (KARDOK ) üyeleri, Türkiye Barolar Birliği ve baro başkanlarını da Meclis’te görmek istediklerini belirtti:
“Bu zeytin imha yasası tasarısı Türkiye halkının yaşam hakkını yok etmeye yönelik bir girişimdir. Avukatlık Kanununun 76. ve 110. maddeleri gereğince Barolar ve Barolar Birliğinin görevi ” Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak, bu kavramlara işlerlik kazandırmak,” tır. Halkın yaşam hakkını , varoluşunu yok etmeye yönelik, zeytin imha yasa tasarısına karşı Avukatlık Kanununun 76 ve 110. Maddeleri gereğince Baroların ve Barolar Birliğinin 14.Aralık Çarşamba günü saat 10.00’da TBMM Çankaya kapısı önünde halkın yanında yer almasını talep ediyoruz.”
Yönetmeliğin yürütmesi ‘kamu yararına aykırı’ diye durdurulmuştu
Daha önce de 1 Mart 2022’de madencilik faaliyetlerinin zeytinlik sahalarında yapılmasına yönelik Yönetmelik Resmi Gazete’de yayımlanmış ve bu yönetmeliğe karşı onlarca dava açılmıştı. Yönetmeliğin yürütmesi durdurulmuştu.
Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun ise söz konusu yönetmeliğin geçirilmesine engel. Yürütmesinin durdurulmasının sebebi de kanuna ve kamu yararına aykırı oluşuydu.
Şimdi verilen Kanun Teklifi’nde ise amaçlanan yeni ekonomik ve sosyal gelişmelerle birlikte ülkenin artan elektrik ihtiyacının öncelikle yerli kaynaklardan karşılanması.
İzmir’in Urla İlçesi Zeytineli Koyu’nda, Hazine’den alınıp Ensar Vakfı’na 49 yıllığına tahsis edilen araziye ilişkin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yaptığı plan değişikliklerinin yürütmesi durduruldu.
TMMOB Mimarlar Odası İzmir Şubesi ve TMMOB Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi, vakfa 49 yıllığına tahsis edilen 3’üncü derece doğal SİT alanındaki tesislerin ‘eğitim merkezi ve öğrenci yurduna’ çevrilmesini yargıya taşımıştı.
İzmir 5’inci İdare Mahkemesi, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın Hazine’den alınıp vakfa verilen Zeytineli’ndeki 236 ada 1 No’lu parselle ilgili plan değişikliklerinin yürütmesini durdurdu. Mahkeme, plan değişikliğinin ‘telafisi güç zararlar doğurabileceğine’ işaret etti.
TMMOB’un iki odasından yapılan açıklamada, karar şöyle duyuruldu:
“Dava konusu işlemde esas olarak kamuya ait mülkün Ensar Vakfına devir/tahsis işleminin gerçekleştirilmesinin kamu yararına aykırı olduğu, mülkiyetin tahsis edilmesine ilişkin sürenin bitmesine rağmen planların onanmasının mevzuata aykırı olduğu, koruma planlarının ilgili mevzuata uygun hazırlanmadığı gerekçeleriyle dava açılmıştır.
Dava sonucunda hazırlanan bilirkişi raporu ve alınan mahkeme kararında;
Dava konusu parselin de içerisinde yer aldığı alanın, bölgenin Nitelikli Doğal Koruma Alanı sınırları içerisinde kalan coğrafi vadi bütünlüğü ve kuzey yönündeki Zeytineli Köyü yerleşimi ile ilişkili bir alt bölge özelliği sergilediği,
Hazırlanan koruma amaçlı planların planlama alanı sınırlarının belirli coğrafi eşiklere oturtulmadan sadece belirli bir parsel baz alınarak yapıldığı,
Yapılan planlama etaplamasının içinde bulunduğu yerleşme ile ilişki kurularak yapılması gerekirken bunlara uyulmadan ve dava konusu koruma amaçlı plan sınırlarının koruma altına alınan coğrafi/fiziksel ve ekolojik alt bölge bütünlüğü dikkate alınmaksızın belirlendiği,
Yapılan müdahalenin parçacıl olduğu ve bütüncül olmadığı gerekçeleriyle dava konusu 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planının ve 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı’nın belirtilen açılardan şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına, ilgili mevzuata ve kamu yararına uygun olmadığı gerekçeleri tespit edilmiştir.
Söz konusu gerekçeler dikkate alınarak dava konusu işlemin İzmir 5. İdare Mahkemesinin 2022/535 Esas, 31.10.2021 tarihli kararı ile söz konusu işlemin uygulanması halinde telafisi güç zararlar doğabileceğinden, 2577 Sayılı Kanunun 27. maddesi uyarınca yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir.
Meslek odaları olarak kamuya ait mülklerin tarikat ve cemaatlere devir/tahsis edilmemesi, yapılan tahsislerin ivedilikle iptal edilmesi gerektiğini kamuoyuna saygıyla duyuruyoruz.”
İsmailağa Cemaati‘ne bağlı Hiranur Vakfı kurucusunun altı yaşındaki kızını imam nikahıyla “evlendirmesi” ve çocuğun yıllarca cinsel istismara uğramasına ilişkin yıllar sonra açılan davada sanıkların tutuklanması istendi.
Açılan davanın ilk duruşması için verilen 22 Mayıs 2023 tarihi de kamuoyunda tepkilerin artması üzerine öne çekildi. Yeni duruşma tarihi 30 Ocak 2023.
İstanbul Anadolu Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede istismarla suçlanan, çocuğun “evlendirildiği” Kadir İstekli hakkında 30 yıldan az olmamak, baba, tarikat lideri Yusuf Ziya Gümüşel ile anne Fatıma Gümüşel hakkında 18 yıldan az olmamak üzere hapis cezaları istenmiş; H.K.G.’nin evlendirildiği İstekli için ayrıca “cinsel saldırı” suçundan ceza talep edilmişti. H.K.G.’nin avukatı, şu anda tutuksuz olarak yargılanan üç sanık için tutuklama talep etti. Avukat, ayrıca dosyaya da gizlilik kararı verilmesini istedi.
İlk duruşma 30 Ocak 2023 tarihinde görülecek. Mahkeme önce 22 Mayıs’a tarih vermiş, ancak hem tutuklama olmaması hem de ilk duruşmanın altı ay sonraya verilmesi, kamuoyu büyük tepkiye neden olmuştu.
Doktora da soruşturma
Cinsel istismar iddialarında, doktorun kemik yaşıyla ilgili düzenlediği raporun sorulması üzerine Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, bu konuyla ilgili soruşturma açtıklarını söyledi.
Öte yandan İYİ Parti de davaya müdahillik talebinde bulundu. İYİ Parti Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Prof. Dr. Bahadır Erdem, “Bugün davanın görüldüğü Anadolu Adliyesi, 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne İYİ Parti olarak müdahillik için başvurumuzu teslim etmiş bulunmaktayız” dedi.
Konya Büyükşehir Belediyesi‘ne ait Hayvan Rehabilitasyon Merkezi‘nde yaşayan bir köpeği, elindeki kürekle döverek, işkenceyle öldüren sağlık teknisyeni Murat Bacak ile hayvanı sürükleyerek götüren Sefa Çakmak hakkında, ‘Bir ev hayvanı veya evcil hayvanı kasten öldürme’ suçundan 6’şar yıla kadar hapis cezası istendi. İddianamede, ölen köpek için `Can dostumuz´ vurusu yapıldı.
Belediyeye ait barınakta, sürüklenerek götürülen ve kürekle dövülerek öldürülen köpeğe ait görüntüler, 24 Kasım’da sosyal medyada paylaşılmış ve büyük infiale neden olmuştu. Konya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında Murat Bacak ve Sefa Çakmak, ‘Bir ev hayvanı veya evcil hayvanı kasten öldürme’ suçundan tutuklandı.
Şüpheliler hakkında savcılık tarafından hazırlanan iddianame tamamlandı. 14’üncü Asliye Ceza Mahkemesi‘ne sunulan iddianamede, olayın nasıl yaşandığı anlatıldı:
“Hayvan barınağında gerçekleştiği tespit edilen olaya ilişkin 11 saniyelik görüntüde işçi olarak çalışan şüpheli Murat Bacak’ın, elinde bulanan kürekle üç defa sert şekilde köpeğe vurduğu, yine aynı yerde çalışan diğer şüpheli Sefa Çakmak’ın, köpeği yakalama aparatıyla tuttuğu ve hayvanın kaçmasına engel olduğu, Murat Bacak’ın köpeğe üç defa kürekle vurduktan sonra, köpeğin hareketsiz şekilde yere yığıldığı, şüpheli Sefa Çakmak’ın hareketsiz kalan köpeği sürükleyerek kenara doğru çektiği görüntülerde köpek tarafından yapılan bir saldırı olmadığı tespit edilmiştir.”
İddianamede ifadesi yer alan sanık Murat Bacak ise kendisine saldırdığı için köpeğe kürekle vurduğunu, Sefa Çakmak’ın yakalama aparatıyla yakaladığını, ancak köpeğin yaşadığını öne sürmüştü.
Sefa Çakmak’ın savunmasında ise Murat Bacak’ın, köpeğin saldırması üzerine kürekle köpeğe vurduğunu, kendisinin de aparatla köpeği yakaladığını, aşısını yaptıklarını ve köpeğin yaşadığını söyledi.
İddianamede ‘can dostumuz’ vurgusu
İşkenceyle öldürülen köpek için ‘can dostumuz’ vurgusu yapılan iddianamede şunlar denildi:
“Meram İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğü suç duyurusu, bilgi sahipleri ve tanıkların beyanı kolluk tutanakları, bilirkişi raporu, ölüm kayıt listesi tutanakları incelenip değerlendirildiğinde; barınakta 300’e kadar can dostumuz köpeklerin olay günü parazit aşıları yapılmak üzere kafes dışına çıkarıldığı, aşılamalar yapılırken, bu sırada küpe numarası tespit edilemeyen can dostumuz köpeği şüpheli Sefa Çakmak’ın aparat vasıtasıyla boynundan yakaladığı, diğer şüpheli Murat Bacak’ın da elinde bulunan kürekle defalarca vurmak suretiyle can dostumuz köpeğe işkence edip acımasız ve zalimce muamelede bulunarak ağır yaraladıkları, bilirkişi raporu ve Konya Büyükşehir Belediyesi Sahipsiz Hayvan Bakımevi ve Rehabilitasyon Merkezi veterinerlerince düzenlenen tutanağa göre zalimce işkenceye maruz bırakılan can dostumuz köpeğin olay tarihinden 1 gün sonra öldüğü tespit edilen Y1765 kulak küpeli olduğu belirlenmiştir.”
Cezalar yarı oranında artırıldı
Her iki şüpheli hakkında, ‘Bir ev hayvanına veya evcil hayvanı kasten öldürme’ suçundan altışar aydan dörder yıla kadar hapis cezası istendi. Bu cezanın Hayvan Hakları Kanunu‘nun “Suçların veteriner hekim, veteriner sağlık teknisyeni, hayvan koruma gönüllüsü, hayvan koruma derneği üyeleri, hayvan koruma vakfı üyeleri veya hayvanlara bakmak yahut onları korumakla görevlendirilen kişiler tarafından işlenmesi durumunda verilecek ceza yarı oranında artırılır” maddesi gereğince yarı oranında artırılarak altışar yıla çıkartılması talep edildi.
Enerji ve İklim İstihbarat Birimi (ECIU) tarafından hazırlanan yeni bir analiz, çatı üstü güneş panellerinin altı yılda kendini amorti ettiğini ve üretilen elektriğin ücretsiz olduğu 19 yıllık bir kullanım ömrü bıraktığını ortaya koyuyor.
Analize göre, tüm dünya daha yüksek ve değişken enerji fiyatlarından etkilenirken, güneş enerjisinin, özellikle de çatı tipi güneş enerjisinin, daha hızlı inşa edilmesi ve kullanılması, genel enerji talebini azaltan ev yalıtımının yanı sıra gaza olan talebi azaltmak için en hızlı çözümlerden birini sunuyor.
Rapor, Almanya ve Birleşik Krallık örnek alınarak Avrupa‘daki enerji fiyat şoku ve düşük karbonlu geçiş üzerine bir analiz sunuyor.
Rapora göre, güneş enerjisi santrallerinin maliyeti MWh (megawatt saat) başına sadece 1237 TL’ye (£54)e ulaşırken, mevcut krizden önce öngörüldüğü gibi 2025 yılında gaz santralleri için MWh başına yaklaşık 1950 TL’lik (£85) bir fiyat ortaya çıkıyor. Krizden bu yana, emtia ticareti yapanlar, ‘gün öncesi’ fiyatlarla gaz maliyetini 4500 TL (200 £)/MWh’in üzerine çıkardı.
ECIU’nun yaptırdığı analize göre, güneş enerjisi çiftliklerinin batarya depolama ile birleştiğinde sadece dört yıl içinde 1500 TL (66 £)/MWh’e mal olacağını ortaya koydu. Bu bataryalar, bir güneş enerjisi çiftliğinin hava karardıktan sonra bile elektrik sağlayabilmesini mümkün kılacak.
Rapor ayrıca, ev tipi bir batarya ile birleştirilmiş çatı üstü güneş panellerinin maliyetlerinin düşeceğini ve ilk yatırımın geri ödemesinin dokuz yıldan yedi yıla ineceğini ortaya koyuyor. Bu bataryalar faturaları azaltıyor ve bazı elektrikli arabalarda olduğu gibi elektrik kesintileri sırasında bile hanelere elektrik sağlıyor.
‘Rusya işgalinden önce bile güneş gazdan ucuzdu’
ECIU Uluslararası Analisti Gareth Redmond-King, analizin verileriyle ilgili şunları söyledi: “İngiltere’deki güneş enerjisi hikayesi, net sıfır geçişinin arkasındaki küresel ivmenin çok daha büyük bir hikayesinin bir parçasıdır. Putin‘in Ukrayna‘ya karşı başlattığı savaş, Avrupa’nın Rus gazından kurtulma çabalarını hızlandırdı ve bu yaz bazı ülkelerde rekor düzeyde güneş enerjisi üretimine yol açtı. Ve dünyanın en büyük iki ekonomisi daha ucuz, daha temiz yenilenebilir enerjiler için büyük harcamalar yapıyor. Piyasalar bu patlamayı yönlendiriyor ve tüketiciler büyük kazananlar olabilir”
Rapor, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden önce bile güneş enerjisi ve bataryanın yaklaşık 1880 TL (82 £)/MWh ile gaz fiyatlarından daha ucuz olduğunu ve maliyetlerin önümüzdeki yıllarda keskin bir düşüşle 2026’da güneş enerjisi ve depolama için 1500 TL (66 £)/MWh’in altına düşeceğini ortaya koyuyor.
Analize göre, Birleşik Krallık’ta şebeke ölçeğinde güneş enerjisinin, beraberinde batarya depolaması olsun ya da olmasın, gazdan çok daha ucuza mal oluyor. Daha önce, gaz enerjisi ‘sevk edilebilir’ olduğu için tercih ediliyordu – güç talebi arttığında devreye girebiliyordu – ancak şimdi piller güneş enerjisinin geceleri ‘sevk edilmesini’ sağlıyor.
ECIU Arazi Kullanımı Analisti Matt Williams, hükümetin büyük ölçekli güneş enerjisi tarlalarına yönelik kısıtlamaları geri çektiğine dikkat çekti: “Bu tüketiciler ve şebeke için iyi bir haber, çünkü hem faturaları düşürmeye hem de enerji sistemimizi daha esnek hale getirmeye yardımcı olacaklar. Güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynakları, hem artan enerji maliyetleri hem de yüksek gübre fiyatları nedeniyle zor durumda olan çiftçilere de yardımcı olabilir, çünkü çiftlik içi yenilenebilir enerji kaynakları faturaları düşürme konusunda büyük bir potansiyele sahip.“
Avrupa’da da artı
Güneş enerjisi kullanımı Avrupa’da da artış gösterdi ve 2022 yazında güneş enerjisi AB’nin enerjisinin %12’sini üreterek (2021 yazında %9’du) 18 AB üye ülkesinde rekor kırdı ve Hollanda‘nın enerjisinin neredeyse dörtte birini ve Almanya‘nın enerjisinin neredeyse beşte birini üretti. Güneş elektrik üretimi için 29 milyar Avroluk gazın yerini aldı.
AB, yenilenebilir enerji hedefini arttırma, temiz teknolojilerin kullanımını kolaylaştırma ve REPowerEU planının gerektirdiği gibi 2030 yenilenebilir enerji hedefini daha önce AB Yeşil Mutabakatı’nda kararlaştırılan %40’tan %45’e çıkarma sürecinde. Ember analistleri bunu yapmanın AB’nin gaz ithalatını yarı yarıya azaltacağını ve 2025 ile 2030 yılları arasında toplam 200 milyar Avroluk gaz maliyetini önleyeceğini hesapladı.
*
Güneş Enerjisi Akını: Enerji fiyat şoku ve düşük karbonlu geçiş başlıklı rapora buradan ulaşabilirsiniz.
Bloomberg bu on yıl içinde yeni güneş enerjisi üretimine ilişkin küresel tahminlerini %39 oranında artırırken, Uluslararası Enerji Ajansı da dünya genelinde güneş enerjisi kapasitesinin 2026 yılında doğalgazı, 2027 yılında ise kömürü geride bırakarak en büyük tek elektrik üretim kaynağı haline geleceğini tahmin ediyor.
Almanya Başbakanı Olaf Scholz, küresel ısınma ve iklim değişikliyle mücadele için “İklim Kulübü”nün hayata geçirildiğini söyledi.
Almanya’nın dönem başkanlığını yaptığı G7 ülkelerinin liderleriyle çevrim içi yaptığı toplantının ardından başkent Berlin‘de basın toplantısı düzenleyen Şansölye, “İklim kulübü ve endüstrilerimizin iklim nötrlüğüne sosyal olarak adil geçişi ile küresel iklim hedeflerine ulaşılmasına önemli bir katkı yapıyoruz” dedi.
Alman hükümetine göre iklim kulübü, küresel ısınmayı 1,5 santigrat derece ((2,7 Fahrenheit) ile sınırlamayı amaçlayan Paris Anlaşması’nın hızlı ve iddialı bir şekilde uygulanmasını desteklemeyi amaçlıyor. Pazartesi, anlaşmanın kabulünün yedinci yıldönümüydü.
Scholz, kulübün daha temiz enerji biçimlerine endüstriyel geçişi hızlandırmak ve emisyon azaltma önlemlerini daha da geliştirmek için çalışacağını; bu yıl Almanya’nın dönem başkanlığında G7 ülkelerinin altı kez liderler düzeyinde toplantı yapmasının, bu ülkelerin ne kadar yakın koordinasyon içinde olduğunu gösterdiğini söyledi.
Scholz, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı savaş ve bu savaşın sonuçlarıyla meşgul olunmasına rağmen iklim değişikliği gibi diğer küresel konuları da gözden kaçırmadıklarını ifade ederek, Almanya’da haziranda yapılan G7 liderler zirvesinde “İklim Kulübü”nün kurulmasının kabul edildiğini hatırlattı. Söz konusu dönemden bu yana “İklim Kulübü” üzerinde çalışmalar yapıldığını dile getiren Scholz, “Bugün de tüzüğü kabul ederek İklim Kulübü’nün hayata geçirildiğini söyleyebilirim” dedi.
Scholz, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ile Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) “İklim Kulübü” için bir sekretarya oluşturmaya karar vermelerinden memnuniyet duyduğunu belirtti.
Mısır’ın Şarm el Şeyh kentinde düzenlenen COP27 İklim Konferansı’nda birçok ülkenin “İklim Kulübü”ne ilgi duyduklarını gördüğünü anlatan Scholz, 2023’un sonunda Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) düzenlenecek bir sonraki İklim Konferansı’nda başka önemli ülkelerin de kulübe katılacağını umduğunu kaydetti.
Pazartesi günü yayınlanan yeni rakamlar, Almanya’nın kendisinin bu yıl yenilenebilir enerji üretimini artırmakta yavaş kaldığını gösteriyor. Ülke, 2022’de güneş enerjisi kapasitesini %10 artırırken, karada ve denizde kurduğu ek rüzgar enerjisi kapasitesinin miktarı sadece %3 civarında kaldı.
Hükümet, açık deniz rüzgar enerjisi kapasitesini 2030 yılına kadar yaklaşık 8 gigawatt’tan 20 gigawatt’a çıkarmayı hedefliyor, ancak bu yıl yalnızca 0,2 gigawatt yeni kapasite eklendi.
İklim Kulübü nedir?
Olaf Scholz’un 2021’de maliye bakanı iken bir hedef olarak ortaya koyduğu İklim Kulübü’nün hedefi; “yüksek miktarda emisyona sahip; özellikle de Çin ve ABD ile önemli AB ticaret ortakları olmak üzere CO2 emisyonları için fiyat belirleyen ve büyük bir sanayi sektörüne sahip ülkeler.
Haziran ayında, Elmau‘da yapılan G7 Zirvesi’nde liderler bu kulübün kurulması, sürecin yürütülmesi için bakanlar atanması ve uluslararası kuruluşların desteğinin aranması konusunda anlaşmıştı.
İklim Kulübü üç strateji üzerine inşa edildi:
Birincisi, üyelerin en iyi uygulamaları paylaştığı ve açık karbon fiyatlandırması gibi yollarla “azaltma” politikalarının ekonomik etkilerine ilişkin ortak bir anlayışa doğru çalıştığı, katılımcı ekonomilerin emisyon yoğunluklarını azaltmaya yönelik iddialı “azaltım” politikaları.
İkincisi; endüstriyel karbondan arındırma gündemi, hidrojen eylem paktı aracılığıyla ve genellikle çevreyi kirleten fosil rakipleriyle fiyat konusunda rekabet etmek için mücadele eden yeşil endüstriyel ürünler için pazarları genişleterek, endüstrinin ortak dönüşümü.
Üçüncü olarak ise Güney Afrika veya Hindistan gibi ülkeler için hazırlanmış planlar olan “Adil Enerji Geçiş Ortaklıkları”nı (JETP’ler) vurgulayan bildiri ile ortaklıklar ve işbirliği. Ülkeler, bu JETP’ler aracılığıyla iklim hedeflerine bağlı olarak mali destek ve teknoloji transferleri alacak.
İklim Kulübü, endüstrinin karbondan arındırılmasını girişimin merkezine koyuyor.
Ormana buldozer girer mi? Damperli kamyon, kepçeli kazıyıcı? Türkiye’de girer. Hele de TOKİ millet bahçesi yapacaksa izansızca girer.
Tüm çevre aktivistlerinin, mahallelinin itirazlarına, inatla dur demesine, yargı süreçlerine rağmen, nasıl mı oluyor bu iş? Aydos’un dostlarının sesine kulak verelim.
Polis çağırma tehditlerine, “burayı çekemezsiniz” diyenlere inat kayıt altına alabildiğimiz yıkım görüntülerine eşlik eden bu sesler, katledilen Aydos’un anlatmak isteyip de anlatamadıklarını haykırmak için ormanın dili, çığlığı, imdat çağrısı olanların sesi.
Adres konusunda size epey yardımcı olacak çevrimiçi haritadan kuş bakışı İstanbul Anadolu yakası görüntülerine baktığınızda – bu link üzerinden ulaşabilirsiniz- dört bir yanından yoğun yapılaşma ile sıkıştırılmış, adeta hapsedilmiş bir yeşil adacık olarak gördüğünüz yer: Aydos Ormanı.
Ancak bu orman göz göre göre elden gidiyor. Haftanın herhangi bir gününü ayırabilirseniz, o günün herhangi bir saati Aydos‘un Sancaktepe tarafını ziyaret ederseniz, ormana 20 yıldan fazladır komşuluk eden EnverÖzbeler’in deyimiyle “cayır cayır” inşaat çalışmalarını da, “non-stop” çalışan iş makinelerini de kendi gözlerinizle göreceksiniz.
Bundan yaklaşık yarım asır önce dikilen çamlarla ağaçlandırılan, şehir tarafından yutula yutula giderek küçülen Aydos, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Cihan Erdönmez’e göre “insan eliyle oluşturulmuş ve İstanbul’a armağan edilmiş” çok değerli bir hazine. Peki bu hazineye ne yapıyorlar? Millet bahçesi.
‘Ormandan bahçe olmaz, bahçe olursa orman olmaz’
Aydos konusunda çokça yazıp çizmiş Erdönmez’e soruyoruz, bunun akla izana sığan bir yanı var mı? “Yok,” diyor, “Ormandan bahçe olmaz, bahçe olursa orman olmaz.”
Ormanda neden millet bahçesi olmaz, buna karşı çıkanlar niçin karşı çıkıyor, bahçe inşası adı altında ormana neler yapılıyor, hepsi ve daha fazlasını Aydos Ormanı’nın yok edilmesine karşı mücadele veren doğa savunucuları, yıllardır orman ile içli dışlı yaşayan Aydos’a komşu mahalle sakinleri ve ormanın korunması için verilen hukuki mücadeleye öncülük edenler Yeşil Gazete‘ye anlattı.
Bu tanıklıkların görsel belleğini oluşturmak için ormanda yıllara yayılan özelleştirme, tahrip, talan ve yıkımların sonuçlarını ve şu an devam eden millet bahçesi inşa çalışmalarını da yerinde görüntüledik.
Kiralık orman: Belediye’den TOKİ’ye, TOKİ’den özel şirketlere
Kartal, Sancaktepe, Sultanbeyli ve Pendik belediyeleri olmak üzere dört ayrı belediyeye bağlı bu doğal zenginliğin başına gelen en kötü şeyin ilki belediyelerin yerel yönetim anlayışlarıysa, ikincisi de ilgili bakanlıklarının belediyeler ortaklığı ile önce TOKİ’ye, sonra TOKİ üzerinden bir takım özel inşaat şirketlerine ihale yoluyla kamusal birtakım alanları altın tepside sunmaları denebilir.
Aydos’ta millet bahçesi adı altında yapılanlar yıllara yayılan ekolojik yıkımın en güncel, canlı örneği.
İlk durak: Sancaktepe Belediyesi
Bu hikayede ilk durak; AKP’li Sancaktepe Belediyesi.
2021 yılı faaliyet raporunda belediyenin “hudutları dahilinde bulunan 105,61 hektar alanın Aydos Millet Bahçesi kapsamında değerlendirilmek üzere taraflarına 20 yıl süre ile kiralandığı” açıklanıyor.
1 hektar 10 bin metrekare, yani 1.4 futbol sahası ediyor. Yani, Aydos Ormanı’nın içinde 105 futbol sahasından bile daha büyük bir alanı Sancaktepe Belediyesi kiralamış. Peki kimden kiralamış? Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı, özel bütçeli ve tüzelkişiliğe sahip bir “kamu kurumu” olan Orman Genel Müdürlüğü’nden (OGM).
İkinci durak: TOKİ
İkinci durak, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, nam-ı diğer TOKİ. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlı TOKİ’nin resmi sitesindeki Aydos millet bahçesi ihalesi 21 Eylül 2021’de açılıyor. Yani belediye alanı kiralar kiralamaz TOKİ’ye havale etmiş, TOKİ de jet hızıyla ihaleyi açmış.
TOKİ’nin bu linkte açılan projeler sayfasında şehir bölümünden İstanbul’u seçerseniz açılan tabloda “İstanbul İli, Sancaktepe İlçesi, Samandıra Bölgesi Aydos Ormanı Millet Bahçesi ve Millet Bahçesine Ait Sosyal Donatılar İnşaatları İle Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi“nin “Lef Yapı İnşaat Telekomünikasyon Ve Ticaret Anonim Şirketi,Abdulnasır Matpan İş Ortaklığı”nda inşaat aşamasında sürdürüldüğünü görüyoruz. Tabloya göre inşaatın henüz yüzde 14’ü bitirilmiş.
Devletin koruması gereken ormanı devletten korumak
Ormana komşu Uğur Mumcu Mahallesi’nde 1993’ten beri ikamet eden Enver Özbeler, ormanın sadece bir yılda değil, son 30 yılda yaşadığı tahribatın bir tanığı. 63 yaşındaki Özbeler, yıllar önce çıkan bir yangın sonrası Aydos’ta başlatılan ağaç dikme seferberliğine katılmış, kendi diktiği ağaçların büyüdüğüne şahitlik etmiş bir Aydos dostu, kısaca bir “Aydost”… (Aydos Orman Savunması’na destek veren, ormanın yaşatılması mücadelesinde omuz omuza yürüyen gönüllüler arasında oluşmuş bir hitap şekli “Aydost”.)
Aydos Ormanı’nın batı ve kuzey kesiminin son 11-12 seneden beri özel bir şirket tarafından işletildiğini söyleyen Enver Özbeler, “Adım adım ormanda tahribat başladı, altı kapılı bir güzergahta kapıların ve ormanın kenarında kır kahveleri yaptılar, düğün salonları, oyun parkları yaptılar. Göletin kenarını bile doldurarak daha da küçülttüler. Orman adım adım tahrip oldu” diyor.
Kapı girişlerinde kafamızı kaldırıp baktığımızda bu özel işletmenin adını hemen görüyoruz: Köymenler. Vizyonubir işletmecilik, ormanın içerisinde işlettikleri alanda yok yok…
Enver Özbeler
Ormanda insani aktivite büyük bir hızla devam ediyor: Ağaçların arasında mangal yapanlar, gölde pedal çevirenler, ormanın pek çoğu köşesinde şişeler, naylon torbalar, her türlü atığı görmek mümkün. Bunlar yetmezmiş gibi şimdi bir de millet bahçesi yapılmasının “uykularını kaçırdığını” anlatan Özbeler, “Dere yataklarını hep doldurdular. Fundalıklar, çalılıklar katlediliyor. Bazı alanlarda büyük çam ağaçları da kesildi, hep bunlara tanığız. Biz ormanın park haline getirilmesini, böyle bir mantığı kabul etmiyoruz. Aydos Ormanı’nın devlet koruması gerekiyor, fakat biz devletten korumaya çalışıyoruz. Rant amaçlı tahrip ediyorlar, buraya geliyoruz durdurmaya çalışıyoruz polis çağırıyorlar” diye konuşuyor
Millet bahçesi yangına davetiye
Niye, neden, niçin ormanda bahçe olmazmış diyenler için, cevap bilimde, bilimsel olarak bu işin neden olmayacağını açıklayan Cihan Erdönmez’de:
“Buraya çakacağımız her çivi büyük bir ihanet, doğaya, ormana ve gelecek nesillere. Millet bahçesi yeşil alan sistemi içerisinde ne dünya literatüründe ne Türkiye literatüründe yeri karşılığı olmayan bir uygulama. İşin içine milli, millet lafını katarak oluşturulmaya çalışılan bir algı yönetimi aracı.”
Cihan Erdönmez
Kentsel yeşil alan sistemleri içinde çok önemli bir yeri olan bir uygulama olsaydı bile, ormanda böyle bir tesis olmayacağının altını ısrarla çiziyor Cihan Erdönmez:
“Çünkü orman bir ekosistemdir, bir yaşam birliğidir. Çalı ve otsu bitkiler, hayvanlar, mantarlar, toprak, su, hava gibi pek çok biyotik ve abiyotik faktörün bir araya gelerek oluşturduğu bir yaşam formudur. İstanbul gibi beton yığınına dönmüş bir coğrafyadaki küçücük parçalara bunu yapmaya kalkarsanız bu orman gelecekte yok olacak demektir.”
Milet bahçesi projesi ile birkaç sene önce Aydos Ormanı’nda yangın çıkan alanın komşu olduğuna dikkat çeken Erdönmez, bir çam ormanı olan Aydos’ta çıkmış yangınlara dair pek çok kaydın olduğunu hatırlatıyor ve soruyor:
“Bütün bunlar varken millet bahçesi adı altında ormana bu kadar insan sokmak ne demek, biliyor musunuz?” Yanıtı da ekliyor: “Yangına davetiye çıkarmak demek. Yarın öbür gün o millet bahçesindeki herhangi bir faaliyet gerekçesiyle bir yangın çıktığında kimse bu vebalin altından kalkamaz. Biz de bunları yazıyoruz, kaydını tutuyoruz, hesabını sormak üzere.”
‘İnsaf, bu kadar şeyi ormana nasıl sığdıracaksınız?’
Türkiye Ormancılar Derneği Marmara Şube Başkanı Sezai Kaya da, “Millet bahçesi kavramı Cumhurbaşkanlığının bir kararnamesiyle ortaya çıktı. Millet Bahçesi kararnamesi rehberine baktığımızda kente yeşil alan kazandırma, kent halkının rekreatif ihtiyaçlarına yanıt verebilme gibi halkın ihtiyaçlarına dönük alanlar olarak açıklanıyor. İstanbul’da millet bahçesi adı altında birçok yer yapılmaya çalışılıyor,” diyor ve soruyor:
“Ama neden ormanlara dönük bir yönelim oldu?”
Sezai Kaya
Sancaktepe Belediyesi’ne “mesire yeri” olarak kiralanan 105 futbol sahasına denk gelen alanın statüsü “millet bahçesi” olarak değiştirildiğine dikkat çeken Kaya, “Orman Kanunu’nda ve ilgili yönetmeliklerde artık mesire yeri diye geçmiyor . Onu konaklamalı ve konaklamasız orman parkları diye bütünleştirdiler. Millet bahçesi, böyle bir kategoriye de girmiyor üstelik” diye ekliyor.
Ona göre son 20 yıldır özellikle doğaya, ormanlara bir savaş açılmış gibi:
“Alabildiğine madenlere, turizm, ulaşım, altyapıya ilişkin tahsiste, yangınlarda anormal bir yükseliş var. Buraları korunması gereken alanlar olarak değil, talan edilecek, oraya buraya tahsis edilecek alanlar gibi görüyorlar. Çünkü ellerinde kamu alanı da kalmadı. Millet bahçesi de böyle bir zihniyetin uzantısı gibi, bu sefer ormanlara millet bahçesi yapmaya çalışıyorlar. Aydos, İstanbul’da yangınların en çok çıktığı yer. Denetimsiz ve insanın çok olduğu bir alan. Her tarafı şehir, arada kalmış. Bu doğal yapıyı korumak yerine millet bahçesi adı altında ha bire tırtıklıyorsunuz.”
Millet bahçesi neler içeriyor?
“Listeyi okusam insaf, bu kadar şeyi ormana nasıl sığdıracaksınız dersiniz,” diyen Kaya’nın gösterdiği; millet bahçesi rehberinde yer alan listenin sadece bir kısmı:
“Meydanlar, idari birimler, açık hava sergi alanları, tematik bahçeler, çocuk oyun alanları, namazgah alanları, gösteri etkinlik alanları, açık veya kapalı otoparklar, mescit, idari ve teknik yapılar, tuvaletler, yeme içme yerleri, büfeler, çay bahçesi, cami, millet kıraathanesi…”
Yani adı millet bahçesi, ama kendisi bir bahçeden çok daha fazlası; inşaat bir kez başladı mı, burada sayılan tüm yapıların dikilmesine de kapı aralanmış oluyor.
Bunun bir yasal zemini olmadığını belirten Kaya, Aydos Ormanı’nda millet bahçesi yapılmasına karşı iki ayrı dava açıldığını, sonuncusunun İstanbul 9. İdare Mahkemesi’ne Türkiye Ormancılar Derneği adına Haziran 2022’de yapılan “yürütmeyi durdurma” başvurusu olduğunu anlatıyor:
“Haziran’da açtığımız dava delil toplama aşamasında sürüncemede gidiyor. Kurumlar arası yazışmalar yapılırken orman geriye döndürülemeyecek şekilde yapılaşmaya açıldı. En son ekim ayında mahkemeye OGM yazı yazmış. Başka bir avukat yine Aydos’taki arkadaşlarımızla başka bir hukuki girişim başlattı. Bu dava da sonuçlanmadı. Türkiye’de idari davalarda da adil bir işleyiş yok. Bu yüzden hukuki girişimlerin yanında mücadele azmini diri tutmak önemli. Validebağ Korusu’nda 20 yıldan fazladır sürdürülen mücadele azmi iyi bir örnek. Aydos’ta mücadele eden dostlarımıza da desteğin artması lazım, ki Aydos Validebağ’a göre çok daha geniş bir alanda, o nedenle daha zorlu ve daha çok çaba gerekiyor.”
‘Orman canlılığını yitirmeye başladı’
Millet bahçesi projesinin içeriğini araştırmak için defalarca belediye başkanlığına ve OGM’nin bölge müdürlüğüne gittiklerini anlatan Aydos Orman Savunması’nın kurucu gönüllülerinden Gönül Gümüşoğlu Özer ise pek çok kez bireysel suç duyuralarında bulunduklarını söylüyor: “OGM diyor ki biz burayı 3d mesire alanı olarak kiraladık, fakat TOKİ ilgili firmalara millet bahçesi olarak ihale ediyor. Mesire alanı olsa birkaç tahta masayla belki süreç bitebilirdi. Ama millet bahçesi olunca projenin kapsamı çok geniş, ormana her girdiğimizde yeni bir yıkım, yeni bir inşa ile karşılaşıyoruz.”
Gönül Gümüşoğlu Özer
Süreç izinde açık bir bilgilendirme yapılmadığını hatta Sancaktepe Belediyesi’nin insanlardan bilgi gizlemeye çalıştığını kaydeden Gümüşoğlu Özer, “Ne zaman ormana girsek burası inşaat alanı girmeyin dediklerinde yüreğim cız ediyor. İnşaat alanı diye bizi ormana almamaları, rantı açıklayan en acı şey. Bir sürü ağacı kıskaç altına aldılar macera parkı diye, ertesi gün bakıyoruz çitler örmüşler. Her gün yeni bir sürpriz, burada tam olarak neler inşa edileceğine dair halen tam bir bilgilendirme yapılmadı. Süreç kesinlikle şeffaf yürütülmüyor” diye konuşuyor.
Emekli bankacı olan ve son beş yıldır Aydos’a komşuluk eden Gümüşoğlu Özer, ormanı savunanların temel talebini kısaca özetliyor:
“Millet bahçesi adı altında ormana yapılan tüm yapılara tamamen karşıyız. Projenin yapımına ilişkin bütün çalışmaların bir an önce durdurulmasını istiyoruz.”
Açtıkları yürütmeyi durdurma davası hala devam ediyor olmasına rağmen hız kesmeden süren inşaat çalışmalarının ormanda geri döndürülemez hasarlar yarattığını belirterek ormana dair kişisel bir gözlemini paylaşıyor:
“Orman altı ay içerisinde canlılığını yitirmeye başladı. Sonbahar havası gibi, çamların hiçbir zaman yeşilini kaybetmediği bir ormandı, şu an her mevsim sonbahar havası gibi. Orman adeta üzgün.”
Gönül Gümüşoğlu Özer, ormanı savunmaya önce bireysel olarak başladığını, ama zamanla diğer çevre dostlarıyla birlikte orman savunmasını kolektif bir çabaya dönüştürdüklerini belirterek, tüm çevre aktivistlerini Aydos’u savunmaya davet ediyor:
“Bu orman hepimizin nefesi, çoluğumuzun çocuğumuzun yaşam alanı. O nedenle mücadele vermek gerekiyordu. Bireysel başladım ama çok güzel insanlar mücadelenin etkin hale gelmesini sağladık. Kurduğumuz Twitter, Facebook ve Instagram sayfası ile ciddi bir kamuoyu yarattık. Ormanın her köşesini, son ağaç kalana kadar savunmaya devam edeceğiz.”
Ağaç mezarlığı
Aydos gezilerimizin birinde bize eşlik eden, aynı zamanda Kuzey Ormanları Savunması’nda yer alan bir Aydost olan Ahmet Taha Türk, bir taştan diğerine adeta uçarak giderken karış karış gördüğü her bitkiyi, her kuş türünü açıklıyor:
“Bu bir küçük gri balıkçıl!” diye heyecanla bağırıyor Aydos gölünün kenarında kuşları izlerken, “Bu ormanda ilk kez gördük, burada yaşayan kuş türlerine yeni bir tür daha eklendi!”
Ormandaki en ufak bir kuş, kedi, yaprak kıpırtısına duyarlılıkla yaklaşan Türk, ormandaki insani aktiviteye de bir o kadar soğuk bakıyor.
“Son 40 yılda çok çekti Aydos bizden, insanlıktan, İstanbullular’dan” diyen genç aktivistin verdiği bilgilere göre 40 yılda neredeyse yüzde 40 oranında küçülen Aydos Ormanı’nın giderek daralması yıllara yayılan insan eylemlerinin bir sonucu. Özellikle Pendik tarafında sürekli çıkan yangınlarla ormanın peyderpey küçüldüğünü aktaran Ahmet Taha Türk, bu yangın yerlerinde şimdi lüks villaların yükseldiğini hatırlatıyor:
“Burası bir ağaç mezarlığına dönüşmüş durumda. 40 yıllık süreç içerisinde Sultanbeyli-Pendik etrafında sürekli yangınlar çıkarıldı ve bu orman sıkıştırıldı. Eskiden biraz daha utana çekine bu yapılaşmalar yapılırken bugün ‘biz buraya otopark yapıyoruz’ diyerek direkt kepçeler giriyor. Adliyeye gidiyoruz, sonuç alamıyoruz. Bu kepçeler ormana girmeden bu projenin iptal edilmesi gerekirdi, ama bu olmadı.”
Bir kuş cenneti olan Aydos gölü de ölüyor
1980’lerde Devlet Su İşleri’nin (DSİ) oluşturduğu yapay bir göl olan Aydos Gölü’nün Aydos habitatının çok önemli bir parçası olduğunu söyleyen 22 yaşındaki çevre aktivisti, “Bir kısmı konakçı, bir kısmı kalıcı olan 108 kuş türü burada barınıyor. Bu açıdan tam bir kuş cenneti Aydos Ormanı. Tüm Türkiye’de görülen kuş türünün yüzde 25’i Aydos’ta görüntülenmiş durumda,” bilgisini veriyor:
“Buradaki millet bahçesi ve mesire alanlarının çok yoğun bir ses ve ışık kirliliği kaynağı. Bunlar kesinlikle burada yaşayan canlıların yaşam alanlarını daraltan, onları buradan göçmeye iten zararlı unsurlar. Millet bahçesinin uzantısı olarak göl kıyısına yapılacak yürüyüş platformları ve göl üzerine inşası planlanan platformlar da kuş türlerine çok zarar verecek yapılar. Bu projenin buradaki kuş zenginliği gözetilerek yapılmadığını görüyoruz. Bu proje hem orman bütünlüğüne hem ormanda yaşayan canlılara zarar verecek. Millet bahçesi ile burada yaşayan canlıların hayatlarına kast ediliyor.”
Türk, Aydos Ormanı’nda millet bahçesinin ormanda süregelen pek çok ekolojik yıkımdan sadece biri olduğuna dikkat çekiyor ve özellikle gölde yaşanan “ötrofikasyon” sorununa vurgu yapıyor:
“Biyolojik atıkların sonucu olarak yoğun şekilde göldeki oksijen seviyesi düşüyor, burada yosun patlaması yaşanıyor, buna ötrofikasyon diyoruz. Marmara Denizi’nde yaşadığımız musilaj problemi tam olarak bu gölde de var. Buna dair hiçbir önlem alınmıyor ve göl yavaş yavaş ölüyor.”
Son 20 yılda ‘rant kapısına’ dönüştü
Ormanın dönüşümüne 20 yıldan fazladır tanıklık eden iki öğretmen, Bayram Taşkıran ve Aydın Can da Aydos’ta millet bahçesinin çok öncesine başlayan tahribatın tanıkları.
Öğrencileri ile haftanın belirli günleri orman yürüyüşlerini yaptığını söyleyen Taşkıran, “Çocuklar binaların içerisinde tek tip bir yaşama mahkum edildi, küçük perakende yaşamlara sokulduk. Ben çocuklara farklı bir dünyanın olabileceğini gösterme derdindeyim. Çocuklarla çok rahatça ormanda geziyoruz, çocuklar yeri geldiğinde toprakla oynuyor, çimenlere basıyor. Bazı bilgilerin sadece dört duvar arasında öğrenilemeyeceğini düşünüyorum. Çocuk bir köknar ağacını yerine gördüğünde, bir solucanı gördüğünde korkmadan ona yaklaşabilmeli” diyerek ormanı nasıl bir okula çevirdiğini anlatıyor.
‘Önce birkaç küçük binayla başladılar’
Ormana yıllar içerisinde dikilen giriş kapılarının ormanın nasıl bir “rant kapısına” dönüştüğünü gösterdiğini vurgulayan Bayram Taşkıran, ormanlık alanın nasıl yavaş yavaş ‘tırtıklandığını’ şöyle anlatıyor:
“Önce birkaç küçük binayla başladılar. Hemen yanına düğün salonları açıldı. Ormanın yola bakan ön kısmı, Yakacık girişinden Uğur Mumcu çıkışına kadar olan alan rant için kullanıma açıldı. O süreç sonucunda ormanın pek çok yerine pıtırcık gibi yapılar dikilmeye başlandı. 20 yıl önce biz ormana yürüyüşler yapardık, sonra çay bahçeleri inşa edildi, iş ticarete döndü. Orman özelleştiği için gidemez hale geldik.”
Aydın Can ise Aydos kırımının adeta “dokunulmazlığa” sahip olduğunu belirtiyor:
“Bir seferinde iş makinelerini durdurduk, çünkü ruhsatları, izinleri hiçbir şeyleri yok ama çalışıyorlar. Polis, jandarma çağırdılar. Zabıta da geldi. Kimse bunlara karışamıyor, bunlar haldır haldır çalışıyorlar.”
Villa yaptırmak için de orman çevresinde bazı alanların “yakıldığına” dair Uğur Mumcu Mahallesi’nde pek çok söylentinin dolaştığını hatırlatan Bayram Taşkıran da “Nihayetinde ormana bu tarz bir giriş yapıldıktan sonra oraların kullanım amacı değişebilir. Buralara iki gün sonra başka insanlar da biz de buralara villa yapalım diyebilir. Sadece millet bahçesinin verdiği yıkımla kalsa ‘belli bir tertip düzen getirdik’ diye savunulabilir. Asıl önemli olan ondan sonraki süreç” diye ekliyoyr.
Niyet ‘yandaşa ihale etmek’
Aydos’a komşu Uğur Mumcu Mahallesi’nde görüşlerine başvurduğumuz dört ayrı mahalle sakini de Aydos Ormanı’nda millet bahçesine de ormanın yapılaşmaya açılmasına da karşı olduklarını belirtiyor.
15 yıldan fazladır ormana komşuluk eden 52 yaşındaki ressam Mesut Eren’e göre millet bahçesi “halkçı ve şirin” gözüken bir proje yoluyla ormanın imara açılmasının bir ayağı:
“İktidarın şirin gözükmek için, halkı düşünüyor gibi görünmesinin bir uzantısı. Arkasında TOKİ aracılığıyla kendi yandaşlarına ihale etmek gibi bir niyetleri var. Önce yerleşiyorlar, sonra yavaş yavaş oranın kiralanmasını kendi yandaşlarına yapıyorlar. Öyle bir süreç işleyecek, biz de buna karşıyız aslında. Hem Uğur Mumcu tarafında hem Sancaktepe tarafında yaşanan çelişki bu.”
Aydos Ormanı’nda yer alan Aydos Kalesi ve çevresinin birinci derece arkeolojik sit alanı olduğu halde böyle bir projeye onay verilmiş olmasının ayrı bir tartışma konusu olduğun düşünen sanatçı, “Buna karşı imzalar topladık, protesto gösterileri yaptık, biz burada yaşayan insanlar olarak çok karşıyız, bu buradaki güzelliğin tamamen yok edilmesine dönük bir proje. Burada piyasacı mantığın ağır bastığını görüyoruz. Her yere öyle girdiler, Adalar da öyle oldu, Çamlıca da öyle oldu” sözleriyle tepkisini dile getiriyor.
Ormanın hali hazırda özelleştirilip işletmeye açılan tarafında yaşananların millet bahçesi projesiyle katlanarak tekrar edeceğine dair endişelerini paylaşan Eren, ormandaki ilk özelleştirme sonrası devam eden kontrolsüz yapılaşmanın vardığı boyutları şöyle özetliyor:
“Daha önce Aydos’a giriş çıkış rahattı. Ama çay bahçeleri, oyun parkları açılmaya başlayınca burası tıka basa dolmaya başladı. Bunu fırsata çevirdiler ve alanı 49 yıllığına birilerine kiraladılar. Önce ‘mahalleli ormana rahatça girip çıkabilir’ diyorlardı, ama lütfediyorlarmış gibi yapıyorlardı. Bugüne gelindiğinde artık yayalardan bile para alınmaya başlandı. Burada alınan para sembolik bile olsa, bir kamu alanına yürüyüş amaçlı giren insanların ücretsiz girebilmesi lazım. Sahile şezlong, şemsiye atıp sahile girenlerden para alınması gibi. Artık alt kiracılar alınmaya başlandı, her sene yeni bir inşaat yapılıyor. Bunun bir denetimi olması lazım, ama böyle bir denetim yok.”
Sen hiç ateş böceği gördün mü?
“Ormanı o kadar seviyorum ki ve bundan o kadar çok bahsediyorum ki kızım bir gün bana bıraktığı bir notta, ‘anne sen ormanlar kadar güzelsin’ yazmış. Bu benim ormana karşı hissiyatımı çok iyi anlatan bir örnek diye düşünüyorum.”
Bu sözler sekiz yıl önce Ankara’dan İstanbul’a tayin olduğundan beri Aydos’la derin bir sevgi ilişkisi kuran Uzman Doktor Asuman Bozkurt’a ait.
Halk sağlığı bakımından da ormanın çok kıymetli olduğunu vurgulayan Bozkurt, “Ormana yakın olmak insan için çok önemli. Örneğin bu ormanda yürümek benim anksiyetemi alıyor. İnsanların bulunduğu yerlere yakın ağaçlık alanlar olması gerektiğini zaten biliyoruz. Bizde park bile yapılsa beton alanlar şeklinde yapılıyor, bir Central Park gibi ağaçların yoğun olduğu parklar da yok. Dolayısıyla bu orman İstanbul için büyük bir hazine” diyor.
“Aydos ormanı benim için bir mucize,” diye sonlandırıyor sözlerini Asuman hanım:
“Ormanda yürümek çok başka bir duygu, o sesler, o kokular… Bir gün yürüyüşümüz sonrası yanıp sönen ateş böceklerini gördük, akşamüzeriydi. Muhteşemdi. Başka bir gün bir kaplumbağaya rastladık. Düşünsenize İstanbul gibi bir şehirde yaşıyorsunuz, bu kadar kalabalık, her yeri bina olan bir yer, on dakika sonra böyle bir yere gidiyorsunuz, adeta bir paralel evren gibi. Altı, yedi kilometre yürüyüp sonra bir göle ulaşıyorsunuz. Bir rüya gibi… Böyle bir şeye dokunmaları bile insanı çok tedirgin ediyor. Buranın sonunun da sırf para ve rant uğruna ülkenin heba edilen diğer doğa alanları gibi olmasını istemiyorum.”
Ormanda kuş görünce heyecanlanan Ahmet, bir ağacın kurumuş gövdesini okşayan Gönül hanım, koparılıp bir kenara atılmış çalıları görünce öfkeden sesi titreyen Enver bey, 20 yıl önce Aydos nasıldı diye sorduğumuzda gözleri uzaklara dalan Bayram bey, ateş böceklerini bir mucizeye tanıklık edercesine seyre dalan Asuman hanım….
Bir ormanı sevmenin ne anlama geldiğini hatırlatan Aydostlar’dan sadece birkaçı… Gerçekler, oradalar ve her şeye rağmen mücadeleden vazgeçmiyorlar.
Bu ormanda bir kez bile onlar gibi yürümeyenler, bir kuşun uçuşuna şahitlik etmeyenler, ağaçların üzerinde yürüyen bir karıncanın nasıl yuvasına yol yaptığını izlemeyenler, çiftleşme mevsimindeki ateş böceklerinin dansını seyretmeyenler ormanı adım adım katlederken, hepsinin tek yürek olarak haykırdığı bu ses, ormanın sesi:
“Ölüyorum, beni kurtarın. Beni millet bahçesine, talana, ranta kurban etmeyin.”