Ana Sayfa Blog Sayfa 299

İzlanda volkanik patlamaya hazırlanırken yüzlerce depremle sarsılmaya devam ediyor

İzlanda‘nın güneybatısında ve başkent Reykjavik yakınlarında bulunan Sundhnúkur ile Grindavík arasındaki sismik aktivite devam ediyor.

İzlanda Meteoroloji Ofisi dün (13 Kasım) gece yarısı ile öğle saatleri arasında, yaklaşık 900 deprem meydana geldiğini kaydetti. Son günlerde yarımadanın altında denize doğru uzanan bir magma tüneli oluştu. 

Reykjanes yarımadasında, ekim ayının sonundan bu yana binlerce deprem meydana geldiği bildiriliyor. Fagradalsfjall yanardağının birkaç gün içinde patlama olasılığının yüksek olduğuna dair uyarılar yineleniyor.

Zıt yönlerde hareket eden Avrasya ve Kuzey Amerika tektonik plakaları arasında yer alan İzlanda, sismik ve volkanik faaliyetler açısından küresel bir sıcak nokta konumunda.

Sismik aktivitenin boyutu ve yoğunluğu azalıyor olsa da, meteoroloji ofisi volkanik tehlike değerlendirmesinin değişmediğini ve ülkenin olağanüstü hal durumunda olduğunu söyledi.

Bir balıkçı kasabası olan Grindavík sakinlerinin ihtiyaç ve eşyalarını toplamak üzere kısa süreliğine evlerine dönmelerine izin verilmesiyle birkaç kilometre uzunluğunda büyük kuyruklar oluştu.

Yaklaşık 4 bin kişinin yaşadığı kasabanın şimdiden büyük zarar gördüğü ve yollarda büyük çatlaklar oluştuğu belirtildi.

Fotoğraf: Brynjar Gunnarsson / AP
‣ Binlerce deprem ve volkanik patlama riski: İzlanda’da olağanüstü hal ilan edildi

Ülkenin başbakanı, halka güven vermeye çalıştı

The Guardian’ın aktardığına göre, Başbakan Katrín Jakobsdóttir, 10 Kasım’da parlamentoda yaptığı bir konuşmada kasabanın tahliyesinin “kasaba sakinlerinin güvenliği düşünülerek” yapıldığını söyledi ancak evlerini terk etmek zorunda kalanlara duyduğu sempatiyi de paylaştı:

Hepimizin tahmin edebileceği gibi, insanlardan kısa bir süre içinde evlerini terk etmelerini istemek çok büyük bir karar. Bu belirsizliğin onlar için ne kadar ağır olduğunu hepimiz hissediyoruz. Bina sakinlerinin binadaki en gerekli eşyaları alabilmeleri için bir alan yaratılmaya çalışılıyor, ancak her zaman öncelik insanların güvenliği olacak.”

Bir meteoroloji ofisi sözcüsü, tüm izleme sistemlerinin özellikle Grindavík yakınlarında ani bir değişim belirtisi olup olmadığını tespit etmek üzere gerçek zamanlı olarak yakından izlendiğini söyledi.

Sözcü, dün yaptığı açıklamada “İzlanda Meteoroloji Ofisindeki doğal tehlikeleri izleme ekibi azami gözetim altında çalışırken, sivil koruma ve acil durum yönetimi departmanı bugün, 13 Kasım’da Grindavík’e kısa süreli, geçici erişimi koordine ediyor” ifadelerini kullandı.

2021’den bu yana Reykjanes yarımadasında Mart 2021, Ağustos 2022 ve Temmuz 2023’te, hepsi de altyapıdan veya nüfusun yoğun olduğu bölgelerden uzakta olmak üzere üç patlama meydana geldi.

Eyjafjallajökull volkanı, 2010 yılındaki son patlamasında Avrupa semalarını kapatmış ve 100 bin uçuşun iptal edilmesine yol açarak 10 milyon yolcunun mahsur kalmasına neden olmuştu.

2021’deki patlamadan önce ise yarımadada sekiz yüzyıldır patlama olmamıştı.

‣ İzlanda’da başkent yakınındaki Litli Hrutur yanardağı lav püskürtmeye başladı
Gezegen ısındıkça volkanik patlamalarda artışa hazır olun!

Mahkeme Dikmece’de bakanlık ve TOKİ’nin itirazını reddetti: Yürütmenin durdurulmasına devam…

Hatay’ın Antakya ilçesinde bulunan Toplu Konut İdaresi (TOKİ) tarafından konut yapımı için tarım arazileri ve zeytinliklerinin kamulaştırılmasına karşı mücadele eden Dikmece halkı, yine kazandı.

Dikmece köyü sakinlerinin TOKİ’ye açtığı davada Hatay 3’üncü İdare Mahkemesi, TOKİ konutlarının yapımı için yürütmeyi durdurma kararı vermiş, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı karara itiraz etmişti. Mahkeme itirazı reddetti ve yürütmeyi durdurma kararının devamına hükmetti.

Dikmece direnişçilerinden Hasan Özgül kararla ilgili olarak şunları söyledi:

“Cumhurbaşkanlığı ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yürütmeyi durdurma kararımıza itiraz ettiler yıldırım hızıyla. Mahkeme Cumhurbaşkanlığının ve Bakanlığın itirazlarını reddetti. Bu çok önemli bir karar. Ayrıyeten Mahkeme, Bakanlığa birtakım sorular sordu; dedi ki ‘sen orada ilgili kanun maddesinin gerekliliklerini yerine getirdin mi, zemin etüdlerini yaptın mı, yasada belirtilen, geçici konutların kalacağı yerle, fay hattı arasındaki mesafeyi ölçtürdün mü, oranın yerleşim yerlerine mesafesi nedir, ona baktın mı vb. Bütün bunları yaptıysan bana cevap ver’. Biz biliyoruz ki bunların büyük bir kısmı yok. Yani aslında bizim en başından beri söylediğimiz şeyleri mahkeme söylüyor. Ve TOKİ’ye diyor ki bunlar uygunsa bana ispatla. Savunma Toki’de bakanlık savunma yapacak. Bu gelişmeler çok önemli gelişmeler.”

Mahkeme kararında ise şu ifadelere yer verildi:

“1- Dava konusu alan kalıcı iskan alanı olarak belirlenirken 7452 sayılı Kanun ile kanunlaşan 126 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2. maddesinde aranan “fay hattı mesafesi, zeminin elverişliliği ve yerleşim yerine yakınlığı” kriterlerine ilişkin çalışma yapılıp yapılmadığı sorularak, bu hususlara ilişkin bilgi ve belgelerin gönderilmesinin istenilmesine,

2- Dava konusu alana ilişkin, 7452 sayılı Kanun ile kanunlaşan 126 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2. maddesinin 4. fıkrasında yer verilen jeolojik etüt raporu ve zemin etüt raporunun bir örneğinin Mahkememize gönderilmesinin istenilmesine,

Dava konusu işlemin uygulanması halinde telafisi güç zarar doğurabilecek nitelikte bulunması nedeniyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu‘nun 27. maddesi uyarınca ara kararı cevabı alınıncaya ve yeni bir karar verilinceye kadar dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulmasına, 2577 sayılı Kanun’un 20. maddesi uyarınca ara kararı gereğinin yerine getirilmesi için bu kararın tebliğinden itibaren davalı idareye üç (3) gün süre verilmesine, 10/11/2023 gününde oy birliğiyle karar verildi.”

Dikmece neden direniyor?

Dikmece Köyü üç bölgeden oluşuyor. Yukarı Dikmece, Çiftlik mahallesiKuyucak mahallesi.

Yukarı Dikmece zeytin ağaçlarının olduğu mahalle, Kuyucak mahallesi Antakya-İskenderun yoluna yakın. Bu mahalle depremde yüzde 80 yıkıldı. Kamulaştırılan alan içinde bu mahalle de yer alıyor.

300-400 yıllık zeytinliklerin bulunduğu Yukarı Dikmece’de oldukça geniş bir alanı kapsıyor. Toplam 7500 dönüm zeytinliğin yer aldığı Dikmece’de Derince denilen özel bir cins zeytin yetişiyor. Hem yağı hem zeytini çok kıymetli olan bu zeytin türü de istimlakla beraber yok olacak. Dikmeceliler hem toprağına, hem zeytinliklerine hem de yaşam alanlarına sahip çıkmak için direniyor.

Köylüler ayrıca Dikmece’ye yıllardan beri “imara elverişli olmadığı” gerekçesiyle imar izni verilmediğini, imar izni verilmeyen bir bölgede toplu konut yapılacağına dikkat çekiyor. Bölgede imar izni verilmediği için barınma için konut yapamamasından kaynaklı olarak insanların zamanında buradan göç ettiği vurgulanıyor.

İstimlak edilen Gülderen ve Dikmece köylerin Alevi köyleri olması ancak bir Sünni köyü olan Oğlakören’de ise tapulu arazilere dokunulmaması köylülerin aklına demografik değişimi getirdiği belirtiliyor.

‣ Kamulaştırılan Dikmece’nin köylüleri bahur ve rihenlerle yürüdü: Gitmedik, buradayız
‣ ‘İmara uygun değil’ denilen Dikmece’ye nasıl TOKİ yapılır?

Ne olmuştu?

6 Şubat depremlerinin hemen ardından, uzmanların tüm uyarılarına rağmen hızlıca başlatılan deprem konutu inşaatları kapsamında çok sayıda arazi için Cumhurbaşkanlığı tarafından “acele kamulaştırma” kararı verilmişti.

Antakya merkeze 10 kilometre mesafedeki Gülderen ve Dikmece, dağlık arazi yapısı nedeniyle yapılaşma için tercih edilse de bölgede zeytinlikler başta olmak üzere tarım arazileri bulunuyor.

Gülderen’de 61 parsel 14 Nisan tarihli Cumhurbaşkanı kararı ile kamulaştırılırken, TOKİ’nin Dikmece ihalesini alan Sarıdağ İnşaat şirketi de nisan ayı sonunda bölgedeki çalışmalarına başladı. İhaleye göre, bölgede 1415 adet konut inşaatı ile altyapı ve çevre düzenlemesi yapılacaktı.

Dikmece halkı acele kamulaştırılan zeytinlik ve tarım arazilerini korumak için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve TOKİ’ye dava açmıştı. Kamulaştırmada herhangi bir kamu yararının gözetilmediğini dile getiren Dikmece halkı, usulsüz kararla birçok kanun maddesinin de ihlal edildiğine dikkat çekmişti.

Dikmece direnişçilerinden Hasan Özgül şunları kaydetmişti:

“İstimlaklar gerçekleşirse sadece Dikmece’de yüz binlerce asırlık zeytin ağaçları katledilecek. Dikmece köyü boşaltılacak. Demografik, kültürel ve tarihsel yapı bozulacak. Şirketlere rant için köylerimizin, zeytinliklerimizin, yaşam alanlarımızın peşkeş çekilmesini istemiyoruz.”

Dikmeceliler,  iş makinelerinin araziye girmeleri ihtimaline karşı 30 Temmuz’da sabah saatlerinde “Topraklarımızı terk etmeyeceğiz” diyerek  alanda nöbet başlatmıştı.

31 Temmuz’da ise iş makineleri jandarma eşliğinde arazilere girmişti. Arazilerinde nöbet tutan köylüler iş makinelerine engel olmaya çalışmış, jandarma ise iş makinelerinin çalıştığı arazilere köylülerin geçmesine izin vermemişti. Cop ve biber gazı kullanarak halkı bölgeden uzaklaştırmaya çalışan kolluk güçleri köylülere copla saldırarak arazilerini savunan yedi kişiyi gözaltına almıştı.

‣ Dikmece’de direniş 17’inci gününde: Ma rıhna nıhna hon!
‣ Zeytinlikleri imara açılan Dikmeceliler Meclis’te
‣ Hatay’da kamulaştırma kararı verilen köyde üç günde ikinci yangın: Tesadüf mü?

 

 

Nehirlerdeki ısınma ve oksijen kaybı sucul ortamlarda aşırılıklara yol açabilir

Yeni bir araştırma, ABD ve Orta Avrupa‘daki nehirlerin ısındığını ve daha hızlı oksijen kaybettiğini gösteriyor.

Bilim insanları, 796 nehirden toplanan 40 yıllık su kalitesi ve sıcaklık kayıtlarındaki boşlukları doldurmak için bir derin öğrenme modelini kullandı. Nature Climate Change‘de yayımlanan araştırmaya göre bilim insanları oksijen seviyelerinin son 40 yılda olduğundan 1,5 ila 2,5 kat daha hızlı düşeceğini tahmin ediyor.

Çalışmada yer almayan Reno Nevada Üniversitesinden sucul ekosistem ekoloğu Joanna Blaszczak, oran küçük olsa da bunun “aşırılıkların daha sık hale gelmesine” neden olabileceğini ve “bu aşırılıkların hem biyojeokimyasal hem de sucul topluluklar için birçok etkisi” olduğunu söylüyor.

Oksijensizleşme sucul yaşam için ölü bölge demek

Su kütlelerinde oksijen eksikliği veya yokluğu sera gazı emisyonlarını artırabilir, metal toksinlerini harekete geçirebilir ve oksijen soluyan su yaşamına zarar verebilir.

Hava durumu gibi, çözünmüş oksijen seviyeleri de günden güne değişiyor. Ancak daha yüksek ortalama sıcaklıkların daha sık ve aşırı sıcak günler anlamına gelmesine benzer şekilde, sürekli düşük seviyedeki oksijen de daha sık, daha yoğun düşük seviyeler anlamına geliyor. Düşük oksijen seviyesinin nefes almak için oksijene ihtiyaç duyan sucul yaşam için “ölü bölgelere” yol açabileceği düşünülüyor.

Okyanuslar oksijenini kaybediyor: Yakında daha fazla ölü bölge göreceğiz

Amerikan Jeofizik Birliği’ne bağlı EOS’nin aktardığına göre, oksijen azalması, bakterileri güçlü bir sera gazı olan nitröz oksit üreten başka bir metabolizmaya geçmeye ittiği için sera gazı emisyonlarını da teşvik edebilir. Arsenik gibi birçok zehirli metal de oksijene duyarlıdır ve oksijenin aşırı azaldığı dönemlerde nehirlerde daha kolay hareket eder.

Fotoğraf: Evelyn Hockstein / Reuters
Teksas’ta düşük oksijen seviyeleri nedeniyle on binlerce balık karaya vurdu

Derin öğrenme trendleri ortaya çıkarıyor

Blaszczak’a göre, nehir kalitesi verileri “düzensiz”. Bu düzensizlik, nehir sıcaklığı ve çözünmüş oksijen gibi konularda güvenilir büyük ölçekli tarihsel eğilimleri yeniden oluşturma çabalarını engelliyor.

Derin öğrenmenin tarihsel kayıtlardaki boşlukları doldurabileceğini düşünen Hohai Üniversitesi‘nden çevre bilimci Wei Zhi ve meslektaşları su kalitesi, sıcaklık, topografya, arazi kullanımı ve hava durumuna ilişkin verileri kullanarak, ABD ve orta Avrupa nehirlerindeki sıcaklıkları ve çözünmüş oksijen seviyelerini tahmin etmek için bir model geliştirdi.

Eğilimler, çalışmadaki nehirlerin yüzde 87’sinin 1981 ile 2019 yılları arasında ısındığını, ABD ve Orta Avrupa için sırasıyla on yılda 0,16°C ve 0,27°C‘lik medyan ısınma oranları olduğunu ve nehirlerin yaklaşık yüzde 70’inde oksijenin azaldığını ortaya koydu.

Fotoğraf: Danish Siddiqui / Reuters
Derede oksijen miktarı azaldı, balık ve yengeçler yüzeye çıktı

İklim değişikliği oksijen seviyesini düşürebilir

Oksijen soğuk suda ılık suya göre daha kolay çözünüyor bu nedenle iklim değişikliğinin bazı su yollarında çözünmüş oksijen seviyelerini düşürmesi bekleniyor.

Ancak nehirleri etkileyen birçok faktör nedeniyle, daha yüksek sıcaklık ve oksijensizleşme arasındaki doğrudan bağlantı tamamen geçerli değil. Örneğin kırsal nehirler en az ısınan ancak en hızlı oksijensizleşen nehirler oldu.

Pennsylvania Eyalet Üniversitesi‘nden çevre bilimci Li Li, “Tarım alanlarında genellikle çok fazla besin maddesi bulunur. Bu da oksijeni tüketen solunum gibi pek çok biyolojik faaliyeti tetikleyebilir” diyor.

Herhangi bir nehrin gelecekte tam olarak nasıl değişeceği yerel faktörlere bağlı. Yine de, bulgularının ayrıntılı yapısı, hem ABD ile Orta Avrupa arasında hem de daha küçük yerel alanlar içinde, diğer yöntemlerle tespit edilemeyecek önemli bölgesel farklılıkları ortaya çıkarıyor.

Araştırma: Marmara Denizi ısınıyor, denizde oksijen azalıyor
Atık yağlar karıştığı su kaynağındaki oksijeni tüketiyor
Marmara Denizi’nde oksijen azlığı eğilimi sürüyor; denizin karbon yutma kapasitesi hesaplanacak

Valeriia Bondarieva: We tap into our hope for better Ukraine through climate activism! [Climate Generation-36]

Valeriia Bondarieva is a 22-year-old climate activist currently living in Kyiv, Ukraine and she is the co-founder on Rozviy Youth Climate Initiative. She is a translator with a background in working with texts related to politics, sociology, environment and energy. She stopped by in the Turkish metropolis Istanbul on her way to United Nations Climate Summit (COP27) held in Egypt last year, and we had the opportunity to meet face to face briefly. 

Atlas Sarrafoğlu: How did you start activism and how did you organize your strikes in Ukraine before the war broke out? 

Valeriia Bondarieva: Here’s a funny fact: I started as a kid who would refuse to talk to her friends when they would throw trash in the street. It’s because I had seen a lot of footage of pollution on the TV or the Internet and was really scared of the scale of what we were doing to our nature. My parents’ friends would even call me “young Greenpeace”. However, things turned pretty serious when in the last year of school, several girls and I formed a team and competed in the Technovation Challenge, where we presented our app: It was a habit tracker promoting an environmentally friendly lifestyle. We continued working on this start-up for one and a half more years. We had potential sponsors, but eventually it didn’t work out as we all entered universities and, thus, happened to live in completely different parts of the world.

climate

I joined my first climate strike in the spring of 2019, when the Fridays For Future (FFF) movement was only unfolding. It was the first year of my studies at the university in Kharkiv, and a new friend of mine, whom I met at a random vegan party, invited me there. At the time, I didn’t know anything about climate change except for the fact that it existed. Later, I joined the local organizing group, and in the summer visited my first international FFF meeting in Lausanne. That’s when my world shook. Now, you can see why: moving from emphasizing individual responsibility to recognizing the systemic nature of the problem, which therefore required our collective fight. 

But things weren’t going smoothly. The issue of climate change wasn’t deemed serious by the population and thus the government. I remember that the maximum number of people we managed to gather was around 70 at one of our strikes. I got frustrated, but I could actually relate to people. At the time, I still didn’t know much, which is why I got the idea to organize a one-month climate school. The national group liked it. So, in autumn 2021, we shifted our focus to climate education and, alongside our strikes, started working on this project together with the UNICEF [United Nations Children’s Fund]. The school was supposed to be launched in spring 2022. But, as you may have guessed, it didn’t happen.

Embargo campaign against Russian fossil fuels

The year 2022 marked a significant shift in my activism, as now I got involved in international work. Together with other Ukrainians and Eastern Europeans, I began advocating for an embargo on all Russian fossil fuels that were funding Russia‘s war machine. And yeah, it was a difficult year filled with hopelessness and despair, but it was also a year of building a new community and exploring the intersection of climate, human rights, and peace.

How is the climate crisis affecting people’s lives in general and what is the direct impact of climate change in Ukraine? 

We are all well aware that Russia aggravated the global food crisis by occupying the fertile southern region of Ukraine, by mining or bombing arable fields and, of course, by blocking Ukraine’s Black Sea ports, which had been crucial for exporting grain and oilseeds worldwide. While these events are not directly linked to climate change, they have highlighted Ukraine’s role as one of the world’s largest breadbaskets. 

I also recall the anxiety I experienced last year when many products typically cultivated in southern and eastern Ukraine became scarce, with their prices soaring. For example, you surely know the Kherson region, where the Khakhovka dam was blown up this June. Before the occupation, the Kherson region alone contributed to 12 per cent of Ukraine’s total vegetable harvest, including eggplants, tomatoes, watermelons, cucumbers, peppers, and zucchinis.

So, indeed, Ukraine is highly dependent on the agricultural sector. In 2021, it contributed approximately 10.7 percent to the country’s Gross Domestic Product. What does it mean? Ukraine is, therefore, highly vulnerable to adverse effects of climate change. One of the obvious ones is reduced rainfall, which results in droughts that are already impacting our crop yields. With average temperatures breaking records each year, Ukrainians can only anticipate more food shortages, along with exacerbation of consequent economic and social challenges.

It is also important to mention that Ukraine is the least water-supplied country in Europe. Thus, less frequent rains will only worsen water shortages because there will not even be enough water to redirect from rivers to man-made reservoirs.

Another important concern is health. Many Ukrainians are struggling with physical and mental health issues, which have become more difficult to manage because of the war. Sadly, the heatwaves increase the risk of worsening heart and cardiovascular problems in general. For example, those who live with heart conditions already will be more prone to heart failure. Increased flooding due to climate change in Ukraine, will lead to more incidence of hepatitis A, cholera and salmonellosis, further exacerbating health vulnerabilities.

Climate activism amid ongoing war

How does the war affect your fight against the climate crisis?

It is hard to talk about climate change as a concern when there’s a more immediate threat to our lives. In the first month of the full-scale invasion, I was completely devastated and, actually, frustrated about all the time I had dedicated to climate activism. Because how was I so naive to worry about something so distant to me as the climate crisis when there had been the eight-year Russian occupation posing a much bigger threat all along?

On the other hand, actually, climate activism helped me pull through my depressed state. When negotiations regarding an embargo on all Russian fossil fuels began, I realized that I could play my part in our victory by sticking to what I knew best: fighting against fossil fuels. But now it has been on a whole new level as I’ve learnt, and still am, about how fossil fuels contribute to human rights abuses and cause so much turmoil in the world, apart from driving environmental catastrophes. And this is something I wish more people could understand: The climate crisis is so deeply intertwined with various political, economic, and social processes, that it is more than just a matter of caring for nature.

I think Ukrainians are somewhat familiar with this interconnection. In the past year and a half, we have been discussing a lot that Russia uses its revenues from fossil fuel exports to fund the war in our country, that the war contributes to climate change, or that climate aspirations are essential for our European Union (EU) integration. I mean this is good that we talk about it, isn’t it? Well, here’s a thing: To my mind, it works completely well as long as we genuinely recognise climate change as a dire issue rather than simply exploiting it for the sake of our interests. Without this actual recognition, I am afraid it’s simply used to prove the narrative that Russia is bad and we are worthy of entering the EU. I am afraid that instead of showing the climate change as a complex thing, it’s being oversimplified to spread the narrative easily but not to encourage people to explore further, as it’s not seen as a pressing concern when compared to highlighting the consequences of Russia’s war crimes.

I find this problematic only because it doesn’t really help to get people on board with climate activism. Sad but true, actual climate issues do not resonate with the majority of Ukrainians for obvious and understandable reasons. This underscores the concept of climate injustice: communities impacted by wars or conflicts often have other more urgent things on their plate and therefore are left with limited capacities and resources to tackle the climate crisis.

Luckily, there is an alternative approach to engage Ukrainians. People want not only to rebuild but to build better, and our mission is to demonstrate that this improved version can’t be truly better unless it’s done in an environmentally sustainable way. While this collocation may appear as a buzzword, for me, it does encompass a wide range of environmental, economic, and social aspects essential for creating a stronger Ukraine. Moreover, if we, Ukrainians, are to uphold our image as a people who knows what true peace looks like, we need to be truly committed to supporting social and climate justice. But this is a very nuanced topic due to our current political vulnerability.

We are seeing a political environment that is becoming more and more hostile to activists. How is the situation in Ukraine?

It is hard to judge, as protests are not allowed during the martial law period, though some of them do occur from time to time. It is our constitutional right, after all. However, talking particularly about climate activists, it is clear that the political environment inevitably influences how their protests and actions are portrayed in the international media. Often, the image of climate activists is negative. And this is something I am concerned about in Ukraine as our media have every opportunity to adopt a similar discourse if those persist. While I do believe that there are many examples of professional journalism that highlight the perspective of the protesters, I’ve also come across a couple of Ukrainian articles that, at least to me, seem manipulative in depicting climate activists as mere radical youths who don’t know what they’re doing. 

Why is it such a big concern for me? Because it is also a very big question of what our recovery process will look like. Without any doubt, the energy sector will be an integral part of it, and so here’s what we need to decide on: Will we be extracting more fossil fuels, or will we switch to renewables and other sources? I often talk about a just green energy transition in my bubble, which makes it seem that there is progress towards climate goals; but there have also been ongoing negotiations between our state energy company, Naftogaz, and our ‘best-loved’ Chevron, ExxonMobil, and Halliburton. I am quite certain that if they are to expand their presence in Ukraine, they will be the ones interested in discrediting climate activists to prevent actions against them. This is just my assumption but it is something I want to be prepared for.

Greta’s impact

What is the perception of your government regarding tackling the climate crisis?

Given that climate change is a top priority for Ukraine’s strategic allies, especially the EU and the United States (US), we certainly want to demonstrate that we don’t fall behind and acknowledge the climate crisis as a pressing threat that needs to be addressed. So I feel that there is actually a noticeable shift in the narratives regarding our commitment to climate goals. 

A very good example would be Greta Thunberg‘s visit to Kyiv as part of the International Working Group on environmental war crimes this June. Before the meeting, it’s highly unlikely that anyone in the government paid much attention to Fridays For Future Ukraine and our demands. However, now we were invited, specifically by the Office of the President and the Ministry of Environmental Protection, and later even received a positive response to one of our letters. Frankly speaking, at this stage, I view such events or actions as a way to maintain an image of a progressive state. But it isn’t necessarily a bad thing because it regularly brings up the issue of climate for the public to hear and discuss. 

Of course, it’s true that the EU and the US aren’t always consistent in their policies, and our perception may not have changed completely. However, it was important for me to briefly share something that offers a glimmer of hope, as now I feel that climate is taken even more seriously today in Ukraine.

Do you feel hopeful that we will tackle the climate crisis? 

Honestly, with everything going on in the world and tensions rising, I have been struggling with keeping hopeful. And while I believe it’s a valid reaction, it’s also important not to let it consume me entirely. I love rewatching Christiana Figueres’s fabled TED Talk, where she talks about the importance of optimism in tackling the climate crisis. For her, keeping optimistic is about “courage, hope, trust, solidarity, the fundamental belief that we humans can come together and can help each other to better the fate of mankind.”  And it deeply resonates with me because the main thing that keeps me going is working with people from various segments and sectors of our society. I genuinely enjoy it; it is indeed comforting to know that there are many individuals who dedicate their time to making society function and, in fact, improving it. Especially when it comes to Ukraine, the country I plan to live in for my entire life, and so, it is in my interest to ensure a safer and promising tomorrow.” I am glad to see that I am not alone in this; there are so many Ukrainians working in different fields for our better future.

Therefore, our activist narratives should always emphasize the opportunity to prevent the worsening of the current crises, including the climate one, rather than descending into doomerism, which only discourages action. I feel a responsibility to maintain hope and carry on. And even though our contributions may sometimes seem small, at the end of the day, they do play a crucial role in our broader societal progress.

Lastly, I would like to quote my fellow climate activist Dominika Lasota, who in one of her interviews said, “Victories are still possible”. Together with her colleague, Wiktoria Jędroszkowiak, they worked a lot on encouraging women and the youth to come to vote at this year’s parliamentary election, and they succeeded: The opposition did beat the conservative and nationalist ruling party of eight years. Now, there’s a greater glimmer of hope for climate action in their country. I truly admire how their belief in change drove them, and I think this was what made their work a win. Victories are still possible.

For better Ukraine

What is your perception of the future in regards to the climate crisis? How do you envision yourself in 2030? 

Again, this is a conversation about our hope. In a report, released this spring, the World Meteorological Organisation stated that “there is a 66 per cent likelihood that the annual average near-surface global temperature between 2023 and 2027 will be more than 1.5°C above pre-industrial levels for at least one year.” This is something I began my activism with: demanding from our governments to prevent this global temperature rise, as they themselves agreed to do in the 2015 Paris Agreement. And now, we observe that it is actually likely to happen, plus sooner than expected. Another factor is that, with all the ongoing global political tensions, there are significant setbacks for our climate goals, as other, often short-term, priorities take precedence. 

I definitely believe that the climate race among countries, especially the wealthier ones, will play its role in how committed they will be to maintaining their climate goals. All in all, this decade is considered decisive, with many pivotal decisions still yet to be made in the coming years. We must watch closely what these decisions will be, however.

As for myself in 2030, I am still uncertain. There has been a lot of change in my life in the past year, which led my climate colleague, Viktoriya Ball and me to establish our own youth climate initiative called ‘Rozviy‘ (Ukrainian for ‘flourishing’ or ‘thriving’). Despite the brutal and turbulent times, we tap into our hope for a better Ukraine through our climate activism. Alongside other Ukrainian and Eastern European activists, we advocate for green and just energy transition as well as food systems transition, cherishing our ambition to emerge as a stronger country and region, guided by the principle ‘building back better’. This requires a radical and transformative shift towards economic, environmental and social sustainability. While it is overly optimistic to expect all these changes by 2030, I hope the main processes will get the ball rolling; we just need to be a little bit more persistent about it. ;)

*

Social media accounts

X/Twitter: BondarevaValera

Instagram: valeriia_bondarieva

Görülmemiş bir kasırganın enkaz haline getirdiği tatil cenneti: Acapulco

Görülmemiş şiddetteki Otis kasırgasının Meksika‘nın Acapulco kentini tahrip etmesinin üzerinden haftalar geçti. Acapulco hala tanınmaz halde.

Otis birkaç saat içinde tropik fırtınadan Kategori 5 Kasırga’ya geçişi yaptı ve yoğunlaşarak karaya vurdu. Otis’in ardından Acapulco’nun sokakları enkaz haline geldi.

Normalde yemyeşil tropik yamaçları olan Acapulco’ya artık gri ve kahverengi hakim. Birçok noktada palmiye ağaçları yıkıldı. Yerliler Acapulco’nun tanınmaz hale geldiğini söylüyor. Turistik kentteki otellerin yeniden inşasının ise yıllar alacağı düşünülüyor.

Bilim insanları, fırtınanın hızla şiddetlenmesinin insan kaynaklı iklim krizinin bir belirtisi olduğunu ve giderek daha sık görüldüğünü söyledi.

İklim krizi: Aşırı hava koşulları tahmin modellerinin kabus senaryolarını bile geride bırakıyor
Otis Kasırgasından kurtulanlar harap olan Acapulco’da yakınlarını arıyor
Kabus senaryosu: Görülmemiş şiddetteki Otis Kasırgası Acapulco kentiyle tüm iletişimi kesti

Videodaki görüntüler, Meksika’yı vuran Otis Kasırgası’nın ardından Acapulco’daki değişimi gösteriyor. Yaklaşık 47 kişinin ölümüne 31 kişinin kaybına neden olan kasırga sonrasında kent bir enkaza dönüştü. Sentinel2A uydu görüntüleri kasırganın ardından Acapulco Diamante’deki plajların birkaç metrelik kaybını gösterdi.

Araştırma: Atmosferdeki cıva miktarı son 500 yılda yedi kat arttı

Bilim insanları, insanların kömür kullanımı nedeniyle atmosferdeki cıva seviyesinin son 500 yılda yedi kat artarak ciddi sağlık tehditlerine yol açan bir seviyeye geldiğini ortaya koydu.

Cıvanın en büyük doğal kaynağı volkanlar. Harvard Üniversitesindeki araştırmacılar, çalışmalarını yürütmek için volkanların atmosfere her yıl ne kadar cıva saldığını belirledi ve daha sonra bu bulguyu, insanlar büyük miktarlarda kömür yakmaya başlamadan önceki cıva seviyelerini tahmin etmek için kullandı.

Yale School of the Environment’ın aktardığına göre, yaklaşık 500 yıl önce modern çağ başlamamışken atmosfer yaklaşık 580 metrik ton cıva tutuyordu.

Geophysical Research Letters dergisinde yayımlanan makale, bugün ise atmosferde yaklaşık 4 bin metrik ton cıva bulunduğuna dikkati çekiyor.

 

Araştırmalar civanın çocukların beyinlerine zarar verdiğini ve yetişkinlerde kalp hastalığıyla bağlantılı rahatsızlıklara sebep olduğunu ortaya koyuyor.

Cıvanın tetiklediği bu sağlık sorunları yakılan kömürden kaynaklanan kirliliği engellemeye yönelik çabaları teşvik ediyor.

Bilim insanları, yeni çalışmanın kirliliğin etkisini aydınlattığını ve uzmanların cıva seviyelerini düşürme konusundaki ilerlemeyi ölçmelerine yardımcı olabileceğini söylüyor.

Cıva kullanımını sınırlayan kanun Meclis’ten geçti: Türkiye Minamata Sözleşmesi’ne resmen taraf
Minamata Sözleşmesi yürürlükte…

İklim Değişikliği ve Çevre dersine yönelik etkinlik kitabı raflarda!

2022-2023 eğitim öğretim yılından itibaren ortaokul 6, 7 veya 8’inci sınıfların müfredatında yerini alan seçmeli İklim Değişikliği ve Çevre dersini verecek öğretmenlere destek olmak hedefiyle bir araya gelen yazarlar, ders kapsamında yapılabilecek etkinlikler dizisini “Ortaokul Öğrencileri için İklim Etkinlikleri” isimli kitapta bir araya getiriyor.

Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlanan kitapta, Doğanın Düzeni, Dünyanın Enerji Dengesi, İklim ve İklim Değişikliği, İklim Değişikliğinin Etkileri, İklim Değişikliği Üzerine Bilimsel Çalışmalar, İklim Değişikliği ile Mücadele, İklim Değişikliği ve Türkiye olmak üzere yedi ünite yer alıyor.

Sürdürülebilir kalkınma çerçevesinde iklim değişikliğinin nedenlerine ve etkilerine ilişkin bilgi ve becerilere sahip “iklim okuryazarı” genç nesiller yetiştirerek, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak ve uyum sağlama stratejilerini desteklemek amacıyla yazılan kitapta, ortaokul öğrencileri için iklim değişikliği konusunda hazırlanmış eğlenceli etkinlikler, okuma metinleri ve sınıflarda uygulanabilecek performans görevleri yer alıyor.

Kitaptan Fen Bilimleri ve Sosyal Bilimler dersi öğretmenleri başta olmak üzere İklim Değişikliği ve Çevre dersini verecek tüm öğretmenlerin ve bu dersi alacak öğrenciler ve iklim değişikliği konusuyla ilgilenen herkesin yararlanabileceği kaydediliyor.

‘Ancak eğitim yoluyla fark yaratabiliriz’

iklim değişikliği

Yeni İnsan Yayınevinden Aliye Çadırcı, kitabın yazarlarından Bahçeşehir Üniversitesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Seda Saraç ve Doç Dr. Nihal Yurtsever ile, alanında tek olması nedeniyle de değer kazanan “Ortaokul Öğrencileri için İklim Etkinlikleri” kitabı üzerine bir röportaj gerçekleştirdi.

 

Aliye Çadırcı: Sanıyorum bu kitap Türkiye’de bu konuda yazılmış tek kitap, hangi ihtiyacı karşılayacak?

Seda Saraç ve Nihal Yurtsever: İklim değişikliği son yıllarda dünyanın gündeminde üst sıralarda yer alan önemli konu başlıklarından biri. Neredeyse her gün dünyanın farklı bir yerinde bu konuyla ilintili olarak yaşanmış bir durumla karşılaşıyoruz. İklim değişikliğinin gözlemlenebilen en belirgin etkisi küresel ortalama sıcaklıklardaki artış olsa da tek etkisi bu değil. Ormansızlaşma, biyolojik çeşitliliğin azalması, yangın, sel gibi olağan dışı hava olaylarının yaşanması da iklim değişikliğinin etkilerinden bazıları. Çocuklar bu olayları çevresinde gözlemliyor. Filtresiz bir şekilde karşılarına çıkıyor, haber kanallarında izliyor ve kendi iç dünyasında anlamlandırmaya çalışıyor. Tabii bu esnada çocuklar arasında bir fısıltı gazetesi de dolaşıyor. Dünyanın sonu mu geldi, hepimiz yok mu olacağız türünden kaygılar gelişmeye başlıyor. Bu fısıltı ve kaygıların önüne geçebilmemiz için tüm bunların sınıflarda bilimsel temellere dayalı olarak konuşulması gerekir. Eğitim, önlem almanın en etkili ve ucuz yoludur. Çocuklar aracılığıyla jenerasyonlararası eğitim de yapabiliriz. Çocukların okulda öğrendiği bilgileri eve taşımasını sağlayabiliriz. Ve bizler ancak eğitim yoluyla fark yaratabiliriz. Tam da bu noktada bu kitap ortaokul öğretmenlerinin Çevre ve İklim Değişikliği dersi başta olmak üzere farklı derslerde yararlanabilecekleri bir kaynak kitap olarak karşılarına çıkıyor.

‘Kentleşme arttıkça çocukların doğayla bağlantıları kopuyor’

A.Ç.: İlk bölüm Doğanın Düzeni, belki de öğrenci arkadaşlarla üzerinde en çok durulması gereken bağlam budur değil mi? Doğanın Düzenini ortaokul öğrencileri nasıl algılıyor?

S.S. ve N.Y.: Kentleşme arttıkça çocukların doğa ile bağlantılarının koptuğunu gözlemliyoruz. Çocuklar doğadaki ahengin ve doğanın insan yaşamı üzerindeki etkisinin farkında olmayabiliyorlar. Bu anlamda biraz doğaya dönüp bakmaları ve bu karşılıklı ilişkiyi hissetmelerini öncelemek istedik. Bu sayede insan faaliyetlerinin doğa üzerindeki etkilerini anlamalarını, düzenin bozulmasının nasıl sonuçlanabileceğini kavramalarına yardımcı olmak istedik.

Fotoğraf: Pexels

‘Ekofobi oluşturmak değil farkındalık sağlamak gerek’

A.Ç.: Sizin deneyimlerinize göre iklimin kriz içinde olduğu, ortaokul öğrencilerinde nasıl karşılanıyor?

S.S. ve N.Y.: Aslında ortaokul bu konuları konuşmak için çok kritik, çünkü bu dönem çocukların yavaş yavaş soyut işlemler dönemine geçtikleri, soyut düşünmeyi, sorgulamayı, ilişki kurmayı başarabildikleri bir dönem. Ancak bu konudaki önemli handikaplardan biri bu konuda çok fazla bilgi kirliliği olması. Ayrıca bu bilgi kirliliği birtakım kavram karmaşalarını da beraberinde getiriyor. Örneğin bu konuyla özdeşleşmiş ve hatta klişeleşmiş bazı görseller, fotoğraflar var. Bunlardan biri erimek üzere olan bir buzul parçası üstünde mahsur kalmış bir kutup ayısı. Ama iklim değişikliği yalnızca bununla sınırlı bir olgu değil. Bu tarz içerikleri çocuklar gördüklerinde durumun daha geniş spektrumda ele alınması gerektiğini fark ediyorlar. Tüm bunları anlatırken benimsediğiniz pedagojik yaklaşım ve izlediğiniz yol çok önemli. Bu uzun vadede çocuklar üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. Dünya mahvoldu, sonumuz geldi türünden alt mesajlarla ekofobi oluşturmak değil de eğitici içeriklerin yardımıyla çocukların anda kalmasına ve bireysel tedbir alma farkındalığına ulaşmasına destek olmamız gerekiyor. Bu noktada umutsuzluğa sürüklememek gerekiyor. Çocuklar temiz ve eğitici içerikler üzerinden konuyla karşılaştıklarında bu dünyanın sürdürülebilirliği için bireysel olarak bir katkı sunabileceklerini fark ediyorlar ve mutlu oluyorlar.

‘Çocukların öğrenme sürecinin farkında olması bekleniyor’

A.Ç.: İklim bölümü küçük bir tabloyla başlıyor: Ne biliyorum? Ne öğrenmek istiyorum? Ne öğrendim? Nasıl öğrendim? bence bunların hepsi çok kıymetli sorular. Öğretmenlere bu yöntemi mi öneriyorsunuz?

S.S. ve N.Y.: Aslında eğitimciler olarak hep söylediğimiz çocukların “öğrenmeyi öğrenmesi” gerektiğidir. Her bölümün başında olan bu tablolarla çocukların ne öğrendiklerini ve nasıl öğrendiklerini sorgulamalarını, bunun üzerine düşünmelerini amaçladık. Çocuğun kendi öğrenmesinin farkında olmasını ve bu farkındalığı sonraki öğrenmelerini düzenlemek için kullanmasını yani üstbilişsel becerilerinin geliştirilmesini çok değerli buluyoruz. Bu beceriler çocukların akademik olan ve olmayan tüm öğrenmelerine genelleyebilecekleri çok önemli beceriler. O nedenle her ünite bu sorularla başlıyor. Önce konu hakkında önceden ne bildiklerini ve o ünitede ne öğrenmek istediklerini yazıyorlar. Ünite bittikten sonra da tekrar başa dönüp hem önceki yazdıklarını inceliyor hem de tüm ünite boyunca yapılanları bir daha düşünüp ne öğrendiklerini ve nasıl öğrendiklerini yazıyorlar. Kitapta her ünite sonunda yer alan ve o ünitenin kazanımlarına yönelik öz değerlendirme bölümlerinde de tüm ünitede öğrendiklerini ve öğrenmediklerini kendileri değerlendiriyorlar. Bu çalışma da kendi öğrenme süreçlerini farkında olmaları için eklenmiş bir bölüm.

‘Harekete geçmek, sadece devletlerin, hükümetlerin ve politikacıların işi değil’

A.Ç.: Kitapta Berrin ve Alper arasında geçen bir diyalogtan söz ediliyor. Yolda broşür dağıtma, dernek kurma gibi olgular harekete geçmek olarak adlandırılmış. Dünyada ise öğrenciler okul grevi yapıyorlar, otobanları kapatıyorlar. Türkiye’de de öğrencilerin kurduğu çeşitli oluşumlar var, sizce bu hareketliliğin daha da büyümesi ve etkisini artırması mümkün mü? Ortaokul veya lise öğrencilerinden böyle bir enerji alıyor musunuz?

S.S. ve N.Y.: Evet, elbette alıyoruz. Bizim çok duyarlı, sorumluluk duygusu yüksek ve çevresini ikna edebilecek, projeler ortaya koyan çocuklarımız var. Bu kitap da bu konularda henüz farkındalığı olmayan çocuklar için bir işaret fişeği olabilir. Kitapta gördükleri Berrin ve Alper gibi karakterler, çocukların, bu işlerin sadece devletlerin, hükümetlerin ve politikacıların işi olmadığını fark etmelerini sağlayabilir. Kısacası biz bu etkinin yıllar içinde daha da çok yayılacağını düşünüyoruz.

‘Ortaokul, harekete geçmek için uygun bir yaş grubu’

A.Ç.: Ortaokul öğrencileri iklim kriziyle tanışmak, onu öğrenmek ve harekete geçmek için doğru yaş grubu mu?

S.S. ve N.Y.: Evet, bu yaş grubu daha küçük gruplara kıyasla daha fazla soyut düşünebilen, sebep-sonuç ilişkilerini daha derinlemesine irdeleyebilen ve akıl yürütebilen bir grup. O yüzden iklim değişikliği gibi oldukça soyut ve karmaşık olan bir olguyu anlamak ve harekete geçmek için uygun bir yaş grubu olduğunu söyleyebiliriz.

‘Etkinlikler, çocuklarda aktif öğrenim sağlanmasını hedefliyor’

A.Ç.: Kitabınızdaki etkinlikleri öğretmenler rahatça kullanabilir mi ?

S.S. ve N.Y.: Kitabımızda öğretmenin kolaylaştırıcı rolünde yer aldığı, çocukların aktif öğrenme yaşantıları gerçekleştirmesini sağlayacak, okuma parçalarından, performans görevlerine, düşünme etkinliklerinden tartışma etkinliklerine ve hatta öz değerlendirme çalışmalarına varan geniş bir spektrumda çok çeşitli etkinlikler bulunuyor. Öğretmenler bu kitapta yer alan etkinlikleri derslerinde destekleyici ve anlamayı kolaylaştırıcı olarak rahatlıkla kullanabilirler.

‘İklim değişikliği tüm derslere entegre edilmeli’

A.Ç.: İklim değişikliğinin okullara seçmeli ders olarak eklenmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

S.S. ve N.Y.: Tabi ki bunun konuya dikkat çekmek açısından önemli buluyoruz. Ancak, gönül ister ki iklim değişikliği konusu ayrı bir seçmeli ders olarak verilmesin. Bunu iklim değişikliği zorunlu ders olsun anlamında söylemiyoruz. Zaten çocuklar ciddi sayıda ders ile akademik bir yükün altındalar. Bunun yerine tüm derslere entegre edilmesini ve sadece dersi seçen öğrenciler değil, tüm çocuklarımız hedeflenen kazanımlara ulaşabilmesini isterdik. Günümüz koşullarında bunu sağlayamıyorsak, en büyük dileğimiz İklim Değişikliği ve Çevre seçmeli dersi ile daha çok öğrencinin tanışması, daha fazla insanın gündemine girmesi ve toplumun bu dersten daha fazla kazanım elde etmesidir.

‘Gençlerin değişim hareketine öncülük etmeleri paha biçilmez’

A.Ç.: Avrupa’daki iklim öğrenci hareketi ile ülkemizdeki karşılaştırdığımızda neler söylemek istersiniz?

S.S. ve N.Y.: Ülkemizde iklim değişikliği başta olmak üzere birçok küresel sorunu içselleştirmiş, açlık, susuzluk, yoksulluk gibi Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarıyla mücadeleyi kendine görev edinmiş birçok gencimiz var. Bunlar sorgulamanın ve eleştirel düşünmenin önemli bir parçası. Gençlerin ulusal ve uluslararası boyutta dünyanın geleceğini etkileyen sorunlar üzerine kafa yorması ve değişimi büyüklerden beklemek yerine değişim hareketine öncülük etmeleri paha biçilmez. Biz kitabımızın da bu etkinin oluşmasına bir ivme katacağını düşünüyoruz. Çünkü kitap sayesinde çocuklar aslında yapılabileceklerin yalnızca makro düzeyde değil, mikro düzeyde ve bireysel tedbirlerle de ilişkili olabileceğini fark edecekler.

‘Kitap dolu dolu bir içeriğe sahip’

A.Ç.: Kitaba katkı veren yazarlardan da söz etmenizi rica ediyorum.

S.S. ve N.Y.: Bu kitabı hazırlarken halihazırda ortaokullarda çalışmakta olan, bu yaş grubunu iyi tanıyan ve iklim değişikliği konusunda duyarlılığa sahip öğretmenlerimizle çalıştık. Hem Fen Bilimleri hem Sosyal Bilimler hem Türk Dili ve Edebiyatı  öğretmenlerimiz ile çalıştık. Tam bir ekip çalışması oldu diyebiliriz. Birlikte kararlar aldık ve kazanımlara yönelik etkinlikler geliştirdik, metinler oluşturduk. Böylece hem etkinlik çeşitliliği olan, hem uygulamada karşılık bulabilecek hem de öğretim ilke ve yöntemleri açısından zenginlik içeren bir ders kitabı ortaya koyabildik. Kitabı derslerinde kullanan öğretmenlerimiz kitapta düşünme, tartışma, inceleme, okuduğunu anlama, yazma, kavram haritası oluşturma gibi etkinliklerin yanı sıra, bulmacalar, oyunlar ve hatta aile katılımı etkinlikleri bulacaklardır. Kitabın dolu dolu bir içeriğe sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Buradan bu zengin içeriğin ortaya çıkmasına katkı sağlayan yazar öğretmenlerimiz Tuba Biryan, Emrehan Doğan, Hüseyin Gümüş, Şenay İnce, Semanur Çabuk, Nurtaç Şen Akçelik ve Özge Gürbüz’e çok teşekkür ediyoruz.

‘Büyük şirketleri, devletleri bizler zorlamalıyız’

A.Ç.: Kitapta iki iklim aktivisti ile yapılmış söyleşi de yer alıyor: Ela Naz Birdal ve Atlas Sarrafoğlu. Atlas aynı zamanda Açık Radyo’nun programcısı. Onlara selam göndererek kapatmak istiyorum, son birer cümlenizi rica edebilir miyim?

S.S. ve N.Y.: Özellikle eklemek istedik çünkü biz yeni neslin iklim değişikliği olgusunun farkında olmasını, sorgulamasını ve harekete geçmesini istiyoruz. Büyük şirketleri, devletleri bizlerin zorlaması gerekiyor. İklim değişikliği konusuna özel önem gösteren, bununla kalmayıp harekete geçen ve liderlik yapan çocuklarımızı, akademisyenlerimizi tanıtmak ve rol model olmalarını sağlamak istedik. Kitapta bu nedenle röportajlara ve bir de mektuba yer verdik.

‣ Ortaokullarda okutulacak ‘çevre eğitimi ve iklim değişikliği’ dersinin müfredatı hazırlandı

Katlanarak artan ithal plastik atık sorunu TBMM gündemine taşındı

Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi İstanbul Milletvekili ve Doğa Hakları ve Çevre Politikaları Başkanı Evrim Rızvanoğlu, Türkiye‘ye ithal edilen plastik atık sorununu Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) gündemine taşıyarak Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki‘nin cevaplaması istemiyle bir soru önergesi sundu.

2022 yılı Plastik Atık Yönetimi Sayıştay Raporuna değinen Rızvanoğlu, plastik atıkların ithalatında son yıllarda bir artış trendi tespit edildiğini belirtti.

Rızvanoğlu, rapora göre ithal edilen plastik atık miktarının 2017 yılında 277 bin ton, 2018 yılında 437 bin ton, 2019 yılında 547 bin ton, 2020 yılında 775 bin 342 ton, ve 2021 yılında 685 bin 443 ton olduğunu ifade etti.

TBMM adına denetim yapan Sayıştay tarafından tespit edilen plastik atık ithalatındaki artış trendi, 2018 yılında Çin‘in plastik atık ithalatına yasak getirmesine tekabül ediyor.

‘Plastik atıkların destinasyonu artık Türkiye’

Özellikle Çin’in Gümrük Tarife İstatistik Pozisyonu (GTİP) 3915 başlığı altında yer alan plastik atık ithalinin 31 Aralık 2018 itibarıyla yasaklaması nedeniyle, plastik atıkların ülkemize girişinde bir artış meydana geldiğine dikkati çeken Evrim Rızvanoğlu, “Bu yasak kararından önce birçok kuzey ülkesi plastik atıklarını geri dönüştürmek için Çin’e gönderirken, maalesef bu destinasyonun artık Türkiye olduğu göstergelerden ve rapordan anlaşılmaktadır” ifadelerini kullandı.

Vekil Rızvanoğlu, şunları aktardı:

“Raporda bu duruma karşılık olarak ise, ’01 Ocak 2021 tarihinde yürürlüğe giren yeni Tebliğ’e göre; karışık atık plastiklerin ve atık baskı devre kartlarının ithalatı yasaklanmıştır. Bu değişikliğe göre atık geri kazanım tesisleri, karışık toplanmış ve nispeten evsel atık bulaşma riski olan karışık atık plastikleri ithal edemeyeceklerdir. Bu düzenlemeyle sadece katma değer sağlayacak kaliteli ve temiz atıkların ithal edilebilmesine imkân tanınmıştır’ denilmektedir. Öte yandan ülke sınırları içerisinde ham maddeye olan ihtiyaç ve kaynağın sağlanması adına gerçekleştirilen ithalat ülkemizi adeta plastik atıklar için merkez üs haline getirmiştir.”

Politikaların sürdürülebilirliğin küresel önemi dikkate alınarak oluşturulması gerektiğini vurgulayan Evrim Rızvanoğlu, çevrenin korunması ile ham madde ihtiyacının karşılanması arasındaki dengenin gözetilmesi gerektiğinin altını çizdi.

Buna ek olarak kaynağında ayrıştırmanın teşvik edilmesi ve insan sağlığına ve doğaya risk teşkil edebilecek plastik atıkların kademeli olarak azaltılmasına yönelik ihtiyaca değinen Rızvanoğlu, “Aksi takdirde plastik ithalatının sürdürülmesi ‘sıfır atık’ projesinin de sloganda kalmasına yol açacaktır” diye belirtti.

Bakana yöneltilen sorular

Doğa Hakları ve Çevre Politikaları Başkanı Rızvanoğlu, sunduğu soru önergesinde Bakan Özhaseki’ye şu soruları yöneltti:

1. 2021-2023 yılları arasında (2023 yılı ekim ayı itibariyle) Avrupa Birliğinden kaç ton plastik atık ithal edilmiştir?

2. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının ithal edilen plastik atıkların taşınması, saklanması ve bertaraf edilmesi süreçleriyle ilgili denetleme mekanizmaları nelerdir?

3. İthal edilen plastik atıkların ne kadarı yakılarak ve toprağa gömülerek bertaraf edilmiştir? Bu bertaraf sürecinde havaya, suya ve toprağa karışan ya da karışma riski olan kimyasal türler nelerdir? Bakanlığın geri dönüşüm sektöründeki plastik atık ithal eden firmaların geri dönüştürülemeyen plastik atıkları doğaya bırakmasını önleyici çalışmaları var mıdır, varsa nelerdir?

4. İthal edilen plastik atıklar içerisindeki dönüştürülemeyen ya da havuz dibi olarak adlandırılan plastik atıkların veya bunların parçalanmış hallerinin akıbeti konusunda nasıl bir izleme mekanizması söz konusudur?

5. İthal edilen plastik atıkların işlenmesi esnasında ortaya çıkan atıkların yakma tesislerine gönderildiğinde ortaya çıkması muhtemel tehlikeli kimyasal gazlar (dioksin, furan, PCB, vb.) için hangi denetimler yapılmaktadır?

6. Plastik atık ithal eden geri dönüşüm firmalarının atık sularındaki mikro plastik ve diğer tehlikeli kimyasalların miktarına dair nasıl bir denetim yapılmaktadır? Bu atık suların gereğince arıtılıp arıtılmadığına dair nasıl kontroller yapılmaktadır?

7. Avrupa Parlamentosunun İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD) ülkelerine plastik atık ihracatını dört yıl içinde kademeli olarak durdurulacağına dair kararı doğrultusunda Türkiye’nin önümüzdeki dört yılda Avrupa Birliğinden ithal etmeyi planladığı plastik atık miktarı ne kadardır? Bu miktarın azaltılması ve geri dönüşüm sektörünün zarar görmemesi adına uyum ve dönüşüm süreci hakkında hangi çalışmalar yapılmaktadır?

8. İthal edilen plastiklerin ülkeye taşınma yöntemleri nelerdir? Yasa dışı plastik atık girişiyle ilgili alınan önlemler ve denetleme mekanizmaları nelerdir?

9. Geçtiğimiz yıl gündeme gelen ve birçok yerli ve yabancı basın kuruluşunda da haber olan Almanya‘ya ait yasadışı plastik atıklarla dolu olan ve sayıları 141 olan konteynerlerin akıbeti ne durumdadır? Almanya bu konteynerleri geri almış mıdır? Almamışsa bu tehlikeli atık dolu konteynerler şu anda ne durumdadır?

10. Türkiye açısından plastik atık ithalatının ekonomiye olan katkısı ne büyüklüktedir? Bu katkı oluşturduğu çevre tahribatının maliyetini karşılayabilir boyutta mıdır?

11. Türkiye’nin kaynağında ayrıştırdığı geri dönüştürülebilir plastik atık miktarı ne kadardır?

12. Plastik atık ithalatı ve işleme faaliyeti sonucunda elde edilen gelirin ne kadarı Türkiye’nin çevre politikaları için kullanılmaktadır?

13. Türkiye’nin “sıfır atık” hedefine ulaşmasına ilişkin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının plastik atık ithalatını kademeli olarak sonlandırma ve kaynağında ayrıştırılan geri dönüşümü teşvik etme konusundaki çalışmaları nelerdir? Bu kapsamda Türkiye Çevre Ajansı ile ne tür bir iş birliği yapılmaktadır?

‣ Rızvanoğlu 2024 iklim bütçesini değerlendirdi: Bakanlığın yetkinliklerinde bir sorun mu var?

Tarsus’taki biyokütle tesisinin arkasında eski AKP’li meclis üyesi çıktı

Haber: İrfan TUNCÇELİK

*

MERSİNTarsus’a bağlı Yeşil Mahallesi‘nde Biçer Enerji Elektrik İnşaat Üretim A.Ş tarafından kurulması planlanan Biyokütle ve Atıkların Yakılmasına Dayalı Enerji Üretim Santrali‘nin arkasında önceki dönem AKP Tarsus Belediye Meclis üyesi Kadir Canlı’nın yönetiminde olduğu şirket çıktı.

Canlı, belediyedeki görev süresinin bitmesine bir yıl kala (30 Nisan 2018) Biçer Enerji şirketinin yönetim kurulunda yer aldı ve ardından proje yürürlüğe girdi. Şirketin tesisi yapacağı arazinin de belediyeye ait olduğu ve dönemin MHP’li Belediye Başkanı Şevket Can’ın araziyi şirkete sattığı öğrenildi.

Tarsus’taki biyokütle tesisine verilen ÇED kararı iptal

Bakanlığa göre işlem, ‘hukuka ve mevzuata uygun’

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onay verilen Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporuna karşı mahalleliler açtıkları davada, hukuka ve mevzuata aykırı olduğu, işletmenin kurulacağı bölgenin deprem kuşağında olduğu, ÇED süresince halka tehlikeli atıkların yakma ve depolama yöntemi ile bertarafının çevre ve insana vereceği zararın hiçbir şekilde anlatılmadığı, ÇED raporunda kirleticilerin alt ve üst ısıl değerleri saptanmış olsa da kompozit malzeme ile yapılmış emisyon ölçümlerine değinilmediği için kararın iptalini istemişti.

Bakanlık tarafı ise davada, işlemin hukuka ve mevzuata uygun olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştu. Öte yandan davanın görüldüğü Mersin 1. İdare Mahkemesi bölgenin incelendiği bilirkişi raporuna karşı yapılan itirazları yerinde görmeyerek bilirkişi raporunun hükme esas alınabilecek nitelikte ve yeterlilikte olduğunu belirtti. Daha sonra gelen yeni yönetim ise Nazım İmar Planı’nda “Belediye Hizmet Alanı” olarak belirlenen arsayı belediye himayesine aldı.

Belediyenin arsasını peşkeş çektiler, kamu zararı var

Tarsus, biyokütle tesisi
Emrah Kara

Konuya ilişkin bilgi veren Yeşil Mahalle Muhtarı Emrah Kara, yurttaşlarla birlikte mücadele verdiklerini ve sonucunda davayı kazandıklarını söyledi. Şirketin ikinci kez girişimde bulunduklarını fakat başaramadıklarını belirten Kara, “Biz kazandık. Tesis yapılmayacak. ‘Bal tutan parmağını yalar’ anlayışıyla belediyedeki meclis üyesi konumunu kullanarak memleketi soyuyorlar. Belediyenin kendi arsasını peşkeş çekip satıyorlar. Yeni gelen yönetim de daha değerli bir yerle takas ederek bu arsayı belediyenin himayesine geri aldı. Kamu zararı maalesef var. Biz bu ve buna benzer çevreye ve doğayı talan edecek çalışmalara karşı olacağımızı belirtmek isterim” dedi.

Tesise karşı kurulan Karabucak Çevre İnisiyatifi de yaşam alanlarının yok edilmesine izin vermeyeceklerini, doğayı yok eden, yaşam alanlarını yaşanmaz hale getirecek projelere karşı mücadeleye devam edeceklerini vurguluyor.

Ne olmuştu?

‘Biyokütle Atıkların Yakılmasına Dayalı Enerji Üretim Santrali’ iptali için 2020 yılında dava açılmıştı. ÇED raporu iptal edildi. Danıştay’ın kararı bozması sonrası dava yeniden açıldı. 14 Haziran’da yeniden keşif yapıldı.

Mart 2020’de Tesisi yapmayı planlayan Biçer Enerji Elektrik Üretim A.Ş’ye karşı Karabucak Çevre İnisiyatifi kuruldu.

İsrail-Hamas savaşından sonra Gazze’ye ne olacak?

Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, İsrailHamas savaşı sonrası üç konuya ‘hayır’ diyerek AB’nin Gazze‘ye ilişkin planını açıkladı.

AB Dışişleri Bakanları Toplantısı sonrası gazetecilere konuşan Borrell, uluslararası toplumun, İsrail ile Filistin arasında uzun süredir devam eden çatışmaya kalıcı bir çözüm bulma konusunda ‘siyasi ve ahlaki açıdan’ başarısız olduğunu söyledi.

İki devletli bir çözüm bulma çabalarını iki katına çıkarma zamanının geldiğini vurgulayan Borell, üç konuya ‘hayır’ dediklerini ifade ederek bunları şöyle sıraladı:

“Birincisi, Gazze’nin dışına zorla göçe izin verilemez. Filistinlilerin sürgün edilmesine izin veremeyiz. İkincisi, Gazze toprakları küçültülemez. Gazze toprakları, İsrail tarafından işgal edilemez. Üçüncüsü ise Gazze’deki durum, Filistin meselesinin çözümünün bir parçası olmak zorunda.”

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell. Fotoğraf: Virginia Mayo / AP

‘Mevcut Filistin yönetimi güçlendirilmeli’

Borell, Batı Şeria‘yı yöneten mevcut Filistin yönetiminin ‘güçlendirilmiş bir versiyonunun’ Gazze’de olabileceğini kaydetti.

Filistin meselesinin çözümü için “meşruiyeti olan tek bir Filistin yönetimi” bulunması, bunun da Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyince kabul edilmesi gerektiğini söyleyen Borell, “Şu anda bir Filistin yönetimi var. Yeni bir Filistin yönetimi icat etmeyeceğiz” dedi.

Borrell, Gazze’nin Hamas’ın elinde olmasını istemediklerini, “bir çeşit” Filistin yönetiminin Gazze’de müdahil olması gerekeceğini kaydederek, “Bunu nasıl yapacağız, kimse bilmiyor çünkü bu çatışmanın ne zaman biteceğini kimse bilmiyor” diye belirtti.

Bu Filistin yönetimine Arap ülkelerinin güçlü destek vermesi gerektiğinin altını çizen Borrell, Arap ülkeleri müdahil olmadan, yeniden inşaya yardım etmeden, Filistin devletinin oluşumuna siyasi katkı vermeden bir çözümün mümkün olamayacağını dile getirdi.

Borrell ayrıca AB’nin bölgede yeterince bulunmadığını, çözüme mutlaka müdahil olması gerektiğini ifade etti.

‣ Gazze’de hayatta kalma mücadelesi savaş suçları, su krizi, açlık, hastalık riskleriyle sürüyor
‣ İsrail-Hamas savaşı ‘sivillerin benzeri görülmemiş ızdırabıyla’ sürüyor: İnsanlık üstün gelmeli
‣ İsrail: Askerlerimiz Gazze’nin kalbinde, Hamas’ı köşeye sıkıştırdık