Köşe YazılarıManşetYazarlar

Minamata Sözleşmesi yürürlükte…

0

12 Ağustos’ta Cumhurbaşkanlığı kararı ile ‘Civaya İlişkin Minamata Sözleşmesi’ yürürlüğe girdi. Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) liderliğinde hazırlanan sözleşme, 2013 yılında imzaya açılmış ve 128 ülke tarafından imzalanmıştı. Türkiye’de antlaşmayı 2014 yılında imzalamasına rağmen bugüne kadar uygulamaya sokmamıştı.

Civa madenciliğini ve kullanımını önemli ölçüde yasaklayan uluslararası antlaşma, ismini Japonya’nın Minamata Körfezi’nden ve bölgedeki küçük kasabadan alıyor. 1956 yılında kasabada beş yaşındaki bir kız çocuğunun olağandışı nörolojik belirtileri olduğunun tespit edilmesi ile ilk “minamata hastalığı” kayıtlara girdi. Bölgedeki bir kimya şirketine ait bir fabrikanın yaptığı üretim sonucu ortaya çıkan metil civayı Minamata Körfezi’ne boşaltması ve bu metil civanın balıklarda ve kabuklu deniz canlılarında birikerek bölgedeki yaşayan insanların besin zincirine girmesi sonucu, bu deniz ürünlerini tüketenlerde  ‘minamata hastalığı’ ortaya çıktı. Civa zehirlenmesi özellikle sinir sistemini etkilediği için minamata hastalığında ataksi (denge sorunu, ayakta duramama gibi), tremor, anksiyete, kas güçsüzlüğü, iştahsızlık, yorgunluk, körlük, sağırlık, paralizi ve koma gibi nörolojik belirtiler ile ortaya çıkıyor. Daha sonraki aylarda bir üniversitenin incelemesiyle bölgeden avlanan balık ve kabuklu deniz ürünlerinin tüketilmesi sonucu hastaların vücudunda metil cıva biriktiği tespit edildi.  Bunun üzerine dönemin bölge sağlık otoritesi 1957 yılında Minamata Körfezi’nden avlanan deniz ürünü tüketilmemesini önerdi ama yasaklamaya gitmediği için bölge halkı tarafından deniz ürünlerinin tutulması ve tüketimi devam etti. İşletme de metil civa içeren atıklarını Minamata Körfezi’ne boşaltmaya devam etti.   Böylece ‘sorun’ devlet ve işletme açısından çözülmüş göründü ama vakalar yıllar içinde sayıları artarak görülmeye devam etti.

1961 ve 1962 yıllarında ise ölen iki kız çocuğunun yapılan otopsisinde doğuştan olan Minamata Hastalığı tanısı konarak, metil cıvanın anne karnında plasentadan bebeğe geçebileceği gösterildi. Anne hastalanmasa bile metil cıva içeren balık ve ürünü tüketimi sonucunda karnındaki bebek de etkilenmekteydi. 1965’den sonra ise vaka sayılarının yeniden artması üzerine hastalara ve ölenlerin yakınlarına tazminat ödenmesi için Japonya tarafından sertifikasyona gidildi. Ancak hastaların sertifikasyonu da tartışmalıydı. Sertifikasyon için hastalığın en ağır formu (Hunter-Russel Sendromu) koşulu arandı. Bu durum daha hafif hastalık formlarının ve mağduriyetlerin dikkate alınmamasına neden oldu.  Günümüze kadar resmi olmayan rakamlara göre 200.000’den fazla kişinin bu sorundan etkilendiği tahmin ediliyor. Ancak 2005 yılı itibarıyla ancak 2955 sertifika almış ve tazminat hakkı kazanan vakanın bulunduğu biliniyor.

Termik santrallerin civa salımı ne olacak?

Peki, 2013’de imzaya açılan, 2014’de imzaladığımız ve ancak birkaç gün önce yasal prosedürünü tamamlayarak uygulamaya geçebildiğimiz  “Civaya İlişkin Minamata Sözleşmesi” nasıl bir uygulama değişiklikleri getiriyor? Sözleşme, genel olarak, yeni cıva madenleri açılmasını önlemek, mevcut cıva madenlerini kapatmak, bazı ürünlerde cıva kullanımını aşamalı olarak azaltmak, havaya ve toprağa yapılan yayılım için kontrol önlemleri alabilmek için yapıldı. Civanın geçici olarak depolanmasına ve atık haline geldiğinde bertaraf edilmesine, cıva ile kirlenmiş alanların yanı sıra sağlık sorunlarına da değinen Minamata Sözleşmesi, cıva kullanılan ürünler ve endüstriler ile bunların cıva içeren atıkları için bazı azaltım önlemlerini de içeriyor.

2013 yılında kaleme alınan ve aynı yıl imzaya açılan ama ülkemizin 2014’de imzalamasına karşın ancak 2022 yılının ortalarında yürürlüğe koyduğu antlaşma metni, antlaşmaya taraf olan ülkelerin 2020 yılına kadar bazı cıva içeren ürünlerin üretim, ithalat ve ihracatını yasaklamalarını ve bunlara ilişkin atıklarını etkin bir şekilde bertaraf etmelerini, kullanılan cıva miktarını ve emisyonlarını azaltmaya yönelik stratejiler oluşturmalarını, büyük endüstriyel tesislerden kaynaklanan emisyonları azaltmalarını zorunlu hale getiriliyor. Antlaşmanın 2022 yılında yürürlüğe girmesi ile birlikte ülkemizin derhal civa madenciliğini yasaklaması, civa içeren ürünlerin kullanımını, ithalat ve ihracını engellemesi gerekiyor.

Fakat civa yayılımı açısından Türkiye için en önemli sorun kömürlü termik santraller… Ülkemizde her geçen gün sayıları artan bu santrallerin civa emisyonlarının ortadan kaldırılması gerekiyor. Şimdi antlaşmanın başka bir maddesi gereği üç yıl içinde bir yapılacaklar listesi ile ulusal planımızı hazırlamamız gerek… 2014’de imzaladığı antlaşmayı ancak 2022’de onaylayıp, yürürlüğe koyabilen Türkiye’nin üç yıl içinde bir “ulusal plan” hazırlayıp hazırlayamayacağı şüpheli; hazırlasa bile bu planın termik santrallerin civa emisyonları ile ilgili gerekli önlemleri içermesi hâlihazırdaki durum ile hemen hemen imkansız…

İmzaladıktan tam sekiz yıl sonra yürürlüğe koyabildiğimiz sözleşmenin resmi onay tarihi 12 Ağustos; aynı tarihte İzmir Aliağa’daki gemi söküm tesislerine doğru hareket eden ve ağzına kadar tehlikeli atık ile yüklü Sao Paulo uçak gemisinin resmi IHM belgesine göre üstünde 10.000 adet cıvalı lamba var… Şaka gibi; hem de kötü bir şaka…

Güney Atlantik Okyanusu’nda ülkemize doğru yol alan Sao Paulo uçak gemisinin IHM (tehlikeli atık envanteri) bile ancak sekiz yıl sonra onaylayabildiğimiz antlaşmaya ne kadar ciddi (!) yaklaştığımızın küçük bir örneği değil mi?

 

 

 

You may also like

Comments

Comments are closed.