Ana Sayfa Blog Sayfa 291

Yeşil Gazete, Muhabir/ Editör pozisyonunda çalışacak yeni ekip arkadaşı arıyor

Yeşil Gazete olarak tam zamanlı Editör pozisyonunda çalışmak üzere daha önce gazetecilik deneyimi olan ve kendisini iklim ve ekoloji alanında geliştirmek isteyen veya halihazırda bu alanda yetkin yeni ekip arkadaşı arıyoruz.

Aramıza katılacak kişinin iklim ve ekoloji konularına ilgi duyan, hayatının her alanında şiddetsizliği kendisine ilke edinen ve insan hakları konusunda duyarlı olmasını önemsiyoruz.

Son başvuru 24 Kasım 2023

Özgeçmişinizi ve neden başvurmak istediğiniz ile ilgili 300 kelimeyi geçmeyen bir metni, daha önce yaptığınız bir haber örneğini ve özgeçmişinizi [email protected] adresine gönderin.

Mail başlığı olarak “Yeşil Gazete Editör Başvurusu” yazmayı unutmayın. Son başvuru tarihi ise 24 Kasım 2023.

İş tanımı
  • Rutin olarak gündem takibi yapmak
  • Röportajlar, araştırma dosyaları ve incelemeler ile özgün haberler üretmek
  • Gerektiği durumlarda il dışına seyahat ederek sahadan haber takibi yapmak
  • Muhabirlerden, yazarlardan ve gönüllülerden gelen haberlerin koordinasyonunu, yönlendirmesini ve düzenlemesini yaparak yayına hazırlamak
  • Yurtdışındaki haber sitelerini günlük olarak takip etmek ve önemli araştırma, makale ve haberleri Türkçeye kazandırmak
  • Haberler için telif kurallarına dikkat ederek uygun görseller bulmak veya oluşturmak
  • SEO ile uyumlu içerikler üretmek
  • Proje yazım aşamasında proje koordinatörlerine destek vermek ve gazetenin yıl boyunca projelerdeki hedefler ile paralel bir şekilde ilerlemesini sağlamak
  • Paydaşlarımızla, sivil toplum kuruluşları ve hareketlerle iyi ve sürekli ilişkiler kurmak ve Yeşil Gazete’yi dışarıda temsil etmek
  • Haftalık toplantılar ile Yeşil Gazete’nin daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaşması ve haberlerin niteliğinin artırılması yönünde fikir sunmak.
Aradığımız özellikler
  • Gazetecilik alanında en az üç yıl tecrübe sahibi olmak
  • Dil bilgisi ve yazım kurallarına hakim olmak ve Türkçeyi iyi ve etkin kullanabilmek
  • Haber diline hakim olmak, araştırmayı sevmek ve gündemi aktif olarak takip etmek
  • Çeviri yapabilecek ve konuşacak düzeyde iyi İngilizce bilgisine sahip olmak
  • WordPress tabanlı web sitelerinin kullanımında deneyim sahibi olmak
  • Görsel içerik oluşturmak için Canva, Photoshop ve ilgili programlara hakimiyet
  • İstanbul’da ikamet etmek
  • Özgün içerik oluşturma isteği, kapasitesi ve yaratıcılığı
  • Ekip çalışması ve ortak iş yürütme becerisine sahip olmak
  • Kendini geliştirmeye ve eğitim programlarına katılmaya açık olmak
  • Haftada beş gün düzenli olarak saat 09.00 ile 18.00 arasında tam zamanlı bir şekilde çalışmaya ve gerekli durumlarda mesai sonrasında çalışabilmeye uygun olmak
  • Gerektiğinde yoğun bir tempo altında ekip arkadaşlarıyla uyumlu bir şekilde çalışabilmek
  • Haber takibi yapmak için yılın belirli dönemlerinde il dışına seyahat etme yönünde herhangi bir kısıtlamaya sahip olmamak
  • Ofis ortamında çalışma ve gerekli durumlarda evden çalışma disiplinine sahip olmak
  • İklim ve ekoloji konularında bilgi sahibi veya merak sahibi olmak ve kendini bu alanlarda geliştirmek istemek

Yeni fosil yakıt yatırımları Türkiye’yi yıllar boyu karbon tuzağına hapsedecek

Birleşmiş Milletler (BM) İklim Zirvesi (COP28) yaklaşırken, dünyanın gözü petrol ve gazın aşamalı olarak kullanımdan kaldırılması konusunda ilerleme görmek isteyen Birleşik Arap Emirliklerinin (BAE) Dubai kentine çevrilecek.

Climate Transparency’nin G20 Hızlandırma Çağrısı – Petrol ve Gaz için Zaman Tükeniyor başlıklı raporuna göre, fosil yakıt rezervlerinin neredeyse dörtte üçünü kullanan G20 ülkelerine burada önemli bir rol düşüyor.

BM Genel Sekreteri António Guterres‘in G20’yi iklim eylemini güçlendirmeye çağırdığı Hızlandırma Gündemine dayanan rapor, en güncel ve tanınmış analiz, rapor ve verilerden elde edilen bulguları temel alarak daha fazla azim, uygulama ve işbirliği için ülkelere özel tavsiyeler sunuyor.

Climate Transparency ortağı Iniciativa Climática de México‘dan (ICM) Mariana Gutierrez, “Kömürün kullanımdan kaldırılması yeterli değil” diyor ve ekliyor:

“Yüksek sesle kömürden çıkış çağrısı yapan ancak kendi petrol ve gaz bağımlılıklarını azaltma konusunda sessiz kalan ülkelerin harekete geçme zamanı geldi. Bilim açık, eğer küresel ısınmayı 1,5°C‘de sınırlandırmak istiyorsak tüm fosil yakıtların aşamalı olarak kullanımdan kaldırılması gerekiyor. Bunun için de ülkelerin iddialı ve adil enerji dönüşüm planları geliştirmeleri ve uygulamaları gerekiyor.”

‣ G20 ülkeleri vaatlerinin aksine fosil yakıt sübvansiyonlarına 1 trilyon dolardan fazla para aktardı

‘Sanayileşmiş ülkeler azaltım konusunda istek belirtisi göstermiyor’

ABD, en büyük üretici olmasının yanı sıra dünyanın en büyük petrol ve gaz tüketicisi konumunda. 2050 yılına kadar planlanan küresel petrol ve gaz genişlemesinin üçte birinden fazlasını ABD oluşturken onu Kanada ve Rusya izliyor.

Yazarlar, sanayileşmiş ülkelerin kişi başına petrol ve gaz tüketiminde başı çektiğini ve bunu önemli ölçüde azaltma konusunda hiçbir istek belirtisi göstermediğini gözlemliyor.

Climate Analytics’in Avustralya ofisinden Thomas Houlie, durumu şöyle değerlendiriyor:

“G20’de gaz üretimi artmaya devam ediyor – bu iklim için endişe verici bir sinyal. Geçen yıl Avustralya bir önceki yıla göre yüzde 7 daha fazla gaz kullandı. Daha da endişe verici olan, gazının yüzde 80’ine yakınını oluşturan sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ihracatının yüzde 8 oranında artması. LNG ihracatından ve gazla çalışan elektrik üretiminden acilen uzaklaşmamız gerekiyor.”

G20 ülkelerinde gaz üretiminde ABD, Rusya, Çin ve Kanada başı çekiyor. Ancak üretimdeki farklılıklar dikkat çekici. ABD neredeyse 1,000 (Mt/y) gaz üretirken, Rusya’da bu rakam 600’ün (Mt/y) biraz üzerinde, Çin’de 200’ün (Mt/y) biraz üzerinde ve Kanada’da ise 200’ün (Mt/y) altında. Suudi Arabistan, Kanada, Rusya, ABD ve Avustralya ile birlikte kişi başına gaz tüketiminde G20 ülkeleri arasında ilk sıralarda yer alıyor.

Germanwatch‘tan Jan Burck, “Avrupa’da, gaz tüketim seviyeleri ve aşamalı olarak azaltım stratejisinin eksikliği, AB iklim hedeflerine ulaşılması için bir tehdit oluşturuyor. Örneğin Almanya‘da LNG terminallerine yapılan devasa yatırım, gaz kullanımının orantısız bir süre için kilitlenmesi gibi ciddi bir risk yaratıyor” uyarısında bulunuyor.

Fotoğraf: Time
‣ G20 Zirvesi’nin nihai deklarasyonu yayında: Fosil yakıtlara değinilmemesi korkunç bir sinyal!

‘Gelişmiş ülkeler gelişmekte olanlara öncülük etmeli’

Çalışmada ayrıca ABD’nin tek başına küresel petrol rezervlerinin yüzde 21’ini kullandığı, Çin’in ise yüzde 15 ile onu yakından takip ettiği belirtiliyor. Ancak yine de Amerikalılar yaklaşık 750 (Mt/y) ile diğer ülkelerden çok daha fazla petrol üretiyor.

Bu miktarın Suudi Arabistan’da yaklaşık 570 (Mt/y), Rusya’da 550 (Mt/y), Kanada’da yaklaşık 300 (Mt/y) ve Çin’de 200 (Mt/y) civarında olduğu görülüyor. Bu beş G20 ülkesi dünya petrol üretiminin yüzde 50’sinden fazlasını gerçekleştiriyor. Küresel petrol talebinin yarısından fazlası G20 ulaştırma sektöründen kaynaklanırken, çoğu Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ülkesi olan G20 üyeleri küresel ulaştırma emisyonlarının neredeyse yüzde 70’inden sorumlu.

Endonezya‘daki Temel Hizmetler Reformu Enstitüsünden (Institute for Essential Services Reform/IESR) Wira A. Swadana, şunları söylüyor:

“Net sıfır bir dünyaya ulaşmak için, gelişmekte olan ülkelerdeki kalkınmayı destekleyecek şekilde fosil yakıtları adil ve hakkaniyetli bir şekilde aşamalı olarak azaltmamız gerekiyor. Bu kolektif çabada, gelişmiş ülkeler fosil yakıta dayalı elektrik üretiminin erken emekliye ayrılmasının desteklenmesi gibi yenilenebilir enerji yatırımlarının artırılması konusunda gelişmekte olan ülkelere öncülük etmeli ve onları desteklemelidir.”

‣ G20 ülkeleri kömürü azaltma sözü verdi: Emisyon azaltımı için uzlaşma yine sağlanamadı

Yeni petrol ve gaz ruhsatları vermek ‘ikiyüzlülük’

Yenilenebilir enerji kaynaklarının yaygınlaştırılması konusundaki bazı olumlu gelişmelere rağmen, G20 ülkelerinin neredeyse yarısının mevcut enerji tüketimi petrol ve gazdan kaynaklanıyor. Suudi Arabistan’da bu oran yüzde 99’un üzerindeyken, Güney Afrika‘da sadece yüzde 19 civarında.

Daha da endişe verici olanı, G20 fosil yakıt teşviklerinin 2022 yılında 1 trilyon ABD dolarına ulaşarak 2021 yılında sağlanan miktarın dört katının üzerine çıktı. G20 ülkeleri arasında en fazla teşviği Rusya, Suudi Arabistan, Meksika ve Birleşik Krallık veriyor.

Denizaşırı Kalkınma Enstitüsünden (Overseas Development Institute/ODI) Archie Gilmour, Birleşik Kralık’ın bu konudaki tutumunu eleştirerek şunları söylütor:

“Birleşik Krallık’ın net sıfır bakanı Graham Stuart geçtiğimiz günlerde petrol ve gazın ‘sorun olmadığını’, sorunun emisyonlar olduğunu söyledi. Neredeyse aynı nefeste, diğer ülkelerin net sıfır yol için Birleşik Krallık örneğini takip etmelerini önerdi. Bu uyumsuzluk inanılmaz derecede dar görüşlü ve ikiyüzlüdür: fosil yakıtları sübvanse etmek ve yeni petrol ve gaz ruhsatları vermek, Birleşik Krallık’ın bir iklim lideri olarak güvenilirliğine zarar verir, Birleşik Krallık’ın küresel emisyonların azaltılması çağrısını zayıflatır ve G20’deki akran ülkeleri zayıflatır.”

Fotoğraf: Jim Urquhart / Reuters
‣ Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığı, rüzgar ve güneşe yatırım ile yarı yarıya düşürülebilir

‘Türkiye, yenilenebilir enerjinin gelişimini engelleyen adımlar atıyor’

Rapora göre, Türkiye’nin Avrupa için bir gaz merkezi olma politikası ve olası yeni fosil yakıt yatırımları Türkiye’yi yıllarca fosil yakıt ekonomisine ve karbon tuzağına hapsedecek.

Türkiye ayrıca Karadeniz‘de ve Türkiye’nin güneydoğusunda gaz ve petrol aramalarını artırmaya çalışıyor. Bu yatırımlar Türkiye’nin fosil yakıt ithalatını azaltmayı ve cari açığını düşürmeyi amaçlasa da, her yeni fosil yakıt gelişimi fosil yakıt temelli bir ekonomiyi güçlendirecek ve yenilenebilir enerjinin gelişimini engelleyecek. Türkiye, fosil yakıt arama ve taşımacılığına yapılacak bu yeni yatırımları engelleyebilir.

Türkiye’de, sadece 2022 yılında 200 milyon ABD doları değerindeki fosil yakıt teşvikleri, yenilenebilir enerji yatırımlarının yavaşlamasına neden oluyor.

Türkiye gaz fiyatlarını büyük ölçüde sübvanse ederken yeni petrol ve gaz yatırımlarını destekliyor. Türkiye kömür, petrol ve gaz için GSYH’sinin yüzde 0,2’sine eşdeğer devlet desteği sağlıyor.

Kapasite Mekanizması sisteminin 2018 yılında yürürlüğe girmesinin ardından Türkiye, mevcut kömür ve gaz santrallerine yapılan kapasite ödemelerini artırdı. 2022 yılında 44 santrale 200 milyon ABD doları tutarında sübvansiyon sağladı.

Türkiye, fosil yakıt santrallerini sübvanse etmeyi bırakarak, devlet desteğini yeni yenilenebilir enerji yatırımlarına kaydırabilir. Ülkenin ayrıca fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye geçişi hızlandırmak için karbon üzerine adil bir fiyat koyması gerekiyor.

Türkiye, Metan Taahhüdünü (Methane Pledge) imzalamayan az sayıdaki G20 ülkesinden biri. Bu taahhüdü imzalayarak, ülke boru hatları ile kömür madenlerinden kaynaklanan metan emisyonlarını azaltmaya yönelik politikalar ve uluslararası işbirlikleri geliştirebilir.

‣ Yeşil dönüşüm, 2030 yılına kadar Türkiye’de 300 bin yeni istihdam yaratabilir
fosil yakıt
Kömür ve gaz kurulu gücünü artırmayı planlayan Türkiye karbon nötr hedefine nasıl ulaşabilir?

Maldivler, iklim göçünden önceki kartını oynuyor: Deniz duvarları, ıslah projeleri

Küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliğinin etkisiyle yükselen deniz seviyeleri,  Maldivler‘i yok olmakla tehdit ediyor. Hint Okyanusu takımadalarında içme suyu ise hali hazırda tükenmiş durumda. Ancak ülkenin yeni başkanı Muhammed Muizzi, eski başkanın uyarılarının aksine vatandaşların yer değiştirme planlarını iptal ettiğini açıkladı.

Muizzu, bunun yerine deniz seviyesindeki ülkenin iddialı arazi ıslahı ve daha yüksek adalar inşa ederek yükselen deniz seviyelerinde koruyacağına söz verdi.

Çevre ve insan hakları grupları ise bu durumun sel riskini daha da artırabileceği uyarısı yaptı.

Maldivler

Ada ülkeleri iklim krizinin ön saflarında

Lüks bir tatil beldesi olarak bilinen Maldivler, beyaz kumlu plajları, turkuaz lagünleri ve geniş mercan resifleriyle ünlü. Ancak son on yıllarda bin 192 küçük adadan oluşan zincir, kendini iklim krizinden en çok etkilenecek ülkelerin ön saflarında buldu.

Eski başkan Muhammed Naşid, vatandaşlarının başka bir ülkeye taşınması gerekebileceği ve dünyanın ilk iklim mültecileri olabilecekleri konusunda uyarı yapmış; komşu Hindistan, Sri Lanka hatta Avustralya‘da arazi satın almaları için tasarruf yapmaya başlamalarını önermişti.

‣Maldivler’in küresel ısınmanın etkilerine karşı bulduğu çare
Maldivler’in yüzde 80’i 2050’ye kadar yaşanmaz hale gelebilir 

Ancak Muizzu, savunmasız kıyı şeridini korumak için yaklaşık 500 milyon Euro tutarında bir dış fon talep etti ve vatandaşlarının anavatanlarını terk etmeyeceklerini söyledi.

Beton deniz duvarlarıyla çevrili kalabalık başkent Male’de AFP’ye konuşan konuşan Muizzu, “Yaşamlarımız veya diğer ekonomik faaliyetler için alanı artırmamız gerekiyorsa bunu yapabiliriz. Kendi başımızın çaresine bakabiliyoruz” dedi.

Erkek beton deniz duvarlarıyla çevrilidir.- Maldivler
Fotoğraf: Shubham Koul/ AFP.
Bu ay içinde Pasifik Okyanusu’ndaki Tuvalu adası, ülkeleri sular altında kaldığında vatandaşlarına Avustralya’da yaşama hakkı verecek bir anlaşma imzalamıştı.

Avustralya, ‘batmak üzere olan’ Tuvalu halkına iklim sığınağı sunacak
Küçük ada ülkeleri adalet arıyor: Sular altında kalacağız
‘Küresel okyanusta benzeri görülmemiş değişiklikler yaşanıyor: Risk büyük
İklim krizi yaşanmasaydı, aşırı sıcaklar neredeyse imkansızdı

Muizzu ise Maldivler’in bu rotayı izlemeyeceğini söyledi:

“Kesinlikle hiçbir ülkeden arazi satın almamıza, hatta kiralamamıza gerek olmadığını söyleyebilirim.”

45 yaşındaki lider, deniz duvarlarının riskli alanların “güvenli ada olarak sınıflandırılmasını” sağlayacağını da öne sürdü.

‘Deniz duvarları’ nereye kadar?

Maldivler’in yüzde 80’i deniz seviyesinden bir metreden daha az yükseklikte bulunuyor. Yerleşim yerlerini çevreleyen kale benzeri duvarlar şimdilik dalgaları uzak tutuyor ancak sahil adalarının kaderleri belirsiz.

Ülkenin 380 bin vatandaşının üçte birinin küçücük bir adaya sıkıştığı başkent Male, Çevre Bakanlığı‘na göre kilometre kareye düşen 65 bin 700 kişiyle “dünyanın en yoğun nüfuslu kara parçalarından biri”. Hali hazırda şehri çevreleyen dev bir deniz duvarı bulunuyor ancak Muizzi bunu başka yerlere de genişletmek istiyor.

Maldivler de toplamda 30 kilometrekarelik bir alana yayılan ıslah projeleri kapsamında  batık mercan platformlarına pompalanan kumlar aracılığıyla son kırk yılda ülkenin kara kütlesini yaklaşık yüzde 10 oranında artırılmıştı.

İçme suyu da tükendi

BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), 2007 yılında, 18 ila 59 santimetrelik artışın Maldivler’i yüzyılın sonuna kadar neredeyse yaşanmaz hale getireceği uyarısı yapmıştı.

Ancak uyarılara konu sorunlar çoktandır yaşanmaya başladı. Yükselen denizle birlikte tuzun da karaya taşınması ve içme suyunun bozulmasıyla tatlı suya erişim neredeyse yok gibi. 

Muizzu hükümetinin iktidara geldiği geçen haftaya kadar Çevre Bakanı olan  Shauna Aminath, “Maldivler’deki her adada tatlı su tükendi. artık takımadalardaki 187 yerleşim adacığının neredeyse tamamı, pahalı tuzdan arındırma tesislerine bağlı. Adalarımızı nasıl koruyacağımızın yollarını bulmak, bu değişikliklere uyum sağlamaya çalışmamızın büyük bir parçası haline geldi” dedi.

‘Aceleye mi getiriliyor?’

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) yakın tarihli bir raporunda, bu tür ıslah projelerinin “çoğu zaman aceleye getirildiğini” ve zaruri azaltım politikalarının bulunmadığını söyleyerek yetkilileri kendi çevre düzenlemelerini uygulamamakla eleştiriyor.

Örgüt, adadaki  mangrovların yüzde 70’inin “gömülü” olduğu Kulhudhuffushi‘deki bir havaalanı ve Addu‘da balıkçıların bağımlı olduğu mercan resiflerine zarar veren bir ıslah projesi örneğini vererek, “Maldivler hükümeti çevre koruma yasalarını göz ardı etti veya zayıflattı, sel risklerini artırdı ve ada topluluklarına yönelik diğer zararları artırdı” diyor.

Çevre koruma konusunda çalışan kampanya grubu Marine Journal Maldives’in başkanı Ahmed Fizal da politikacıların ve iş insalarının sığ lagünleri hızlı kar elde etmek için potansiyel ıslah alanları olarak görmesinden korktuğunu belirtiyor:

“’Sınır nedir, ıslahın gerçek maliyeti nedir?’ diye sormalısınız”.

İklim krizi: 2070’te her üç kişiden biri iklim göçmeni olabilir

Plastik Anlaşmasının 3. tur görüşmeleri başladı: Bilim insanları ne diyor-2

Kenya, Nairobi’de süren INC-3 görüşmeleri geçtiğimiz Pazar günü (19 Kasım) sona erdi. Toplantıların 3 günü Çin, Rusya, İran, Suudi Arabistan, Bahreyn ve Katar‘ın başını çektiği ülkeler, “benzer düşünen ülkeler” isimli bir grup oluşturarak umut vadeden sıfır taslak metnine karşı çıkarak yeni bir metin oluşturulmasını önerdiler. Bunun ardından Nairobi toplantılarının kilitleneceğine dair bir hava oluşmuş ve ne yazık ki günün sonunda da öyle olmuştu. Plastiği hayatımızdan çıkarmanın zor olduğunu biliyor ve bu anlaşmanın da plastiklerin zor bir malzeme olması gibi zorlayacağını biliyorduk. Yılmak yok elbette daha bu işin 4. ve 5. toplantıları daha var. Bu durumun detaylarını şuradan okuyabilirsiniz. Biz bu tartışmaları bir tarafa bırakarak bu bölümde de bilim insanlarının plastik anlaşmasının sıfır taslak metnine dair ortaya koydukları perspektifi irdelemeye devam edelim.

Havanda su dövülmesi talebi, endüstrinin ana talebi

Yayınlanan sıfır taslak metninin amaç ve hedefler isimli 1. bölümünde, sıfır taslağın amacına dair 2 ana seçenek ve bir de 2. seçenek altında bazı alt seçenekler sunulmuş durumda. Seçenek 1 ve 2 arasındaki temel farklılık aslında önceliğin insan sağlığına mı yoksa plastik kirliliğine mi verilmesine dair bir ayrım içeriyor olması. SCEPT bu konuda anlaşmanın amacının şu şekilde olmasını öneriyor:

“Plastiğin tüm yaşam döngüsünü ele alan kapsamlı bir yaklaşım rehberliğinde plastik kirliliğini sona erdirmek ve insan sağlığı ile çevreyi korumak.”

SCEPT tarafından yapılan bu formülasyon Seçenek 1 ve 2’nin bazı yönlerini birleştiriyor. Bu, küresel toplumun plastik kirliliğini kolektif ve işbirliği içinde sona erdirmeye yönelik süregelen ve nesiller arası yükümlülüklerinden ödün vermeden, görevin tüm yönlerini kapsayan geniş bir kapsama işaret ettiği için önemli. Ancak buna dair plastik üreticilerinin dayattığı ve görüşmeleri de tıkadığı nokta ise plastiğin faydalarına da değinilerek bir tespit yapılması şeklinde. Hatta insan sağlığına dair etkilerinden bahsedilmemesi temel hedefleri ve plastiğin üretiminin azaltılmasından bahis bile etmeden sadece kullanıcıların davranışlarının düzeltilmesine ve atık yönetimine atıfta bulunulması… Yani havanda su dövülmesi talebi endüstrinin ana talebi.

SCEPT’in önemli tespitler yaptığı ve endüstrinin ve onların temsilcisi petro-dolar ülkelerinin de aslında sıfır taslağı reddetmesinin temel nedeni bu bölümde yazılanlar. Bölüm 2, temel olarak birincil plastik polimerleri, plastiğe eklenen endişe verici kimyasalları, sorunlu ve önlenebilir olan plastik ürünleri, istisnaları, ürün tasarımlarını, genişletilmiş üretici sorumluluğunu, atık yönetimini, plastik atık ticaretini, denizler de dâhil plastik kirliliğini, geçişi ve şeffaflığı içermekte ve bunlar içerisinde üretimine kısıtlama getirilmesi gerekenlere dair listeleri içeriyor. SCEPT’in üzerine en fazla kafa yorduğu ve sadece sıfır taslak cevap metniyle değil aynı zamanda çok sayıda özet politika belgesiyle de detaylandırdığı bir bölüm. Bu bağlamda hazırlanan özet politika metinlerine aşağıdaki linklerden ulaşmak mümkün:

  1. Atık yönetimi: https://ikhapp.org/material/policy-brief-waste-management/
  2. Geçiş: https://ikhapp.org/material/policy-brief-just-transition/
  3. Alternatif plastikler: Biyoplastikler ve biyobozunur plastikler: https://ikhapp.org/material/policy-brief-the-global-plastics-treaty-what-is-the-role-of-bio-based-plastic-biodegradable-plastic-and-bioplastic-possible-core-obligation-8/
  4. Kaygı uyandıran kimyasallar ve polimerler: https://ikhapp.org/material/policy-brief-role-of-chemicals-and-polymers-of-concern-in-the-global-plastics-treaty/
  5. Güvenli ve sürdürülebilir bir plastik ekonomisine geçişte dikkat edilmesi gerekenler: https://ikhapp.org/material/policy-brief-transitioning-to-a-safe-and-sustainable-circular-economy-for-plastics/
  6. İklim değişikliği ve plastik: https://ikhapp.org/material/policy-brief-climate-change-impacts-of-plastics/

Gerek yukarıdaki metinler gerekse de doğrudan sıfır taslak cevap metninde yazanlar aslında etkili bir plastik anlaşmasının nasıl oluşturulabileceğini açıkça ortaya koyuyor. Hatta öyle ki delegasyon heyetinde yer alanların plastiğe dair bilgilerinin yetersizliği de göz önünde bulundurularak bazı bilgi formları da hazırlanmış. Bunlar da şöyle:

  1. Plastiğin tüm yaşam döngüsü boyunca ortaya çıkan kirleticiler: https://ikhapp.org/material/fact-sheet-plastic-pollution-at-each-life-stage/
  2. Plastik alternatifleri ve eklentiler: https://ikhapp.org/material/fact-sheet-plastics-alternatives-and-substitutes/
  3. Plastik 101: https://ikhapp.org/material/fact-sheet-plastics-101/
  4. Plastiği deniz yüzeylerinden temizleme teknolojileri: https://ikhapp.org/material/fact-sheet-plastic-removal-technologies-101/
  5. Biyoplastik, biyobazlı plastik ve biyobozunur özellikteki plastikler: https://ikhapp.org/material/fact-sheet-bioplastics-biobased-plastics-and-plastics-with-biodegradable-properties-101/
  6. Pasifik adalarında yaşayan yerliler için plastik anlaşması: https://ikhapp.org/material/fact-sheet-a-global-plastic-treaty-guided-by-indigenous-pacific-wisdom/

Dolayısıyla tüm bu belgeler plastik hakkında asgari düzeyde yetkinlik kazandıracak nitelikte belgeler. Bunlara ek olarak da SCEPT sıfır taslağın 2. bölümü için oldukça kritik bazı önerilerde bulunuyor. Bunları sıralamak gerekirse:

-Birincil plastik polimerler

SCEPT küresel bir azaltım hedefine ulaşmak için her bir taraf için yasal olarak bağlayıcı plastik polimer azaltım hedeflerinin belirlenmesini öneriyor. Bu hedeflerin, plastik üretim yaşam döngüsünün her aşamasına, fosil bazlı hammaddelerin çıkarılmasını içerecek şekilde uygulanması gerekiyor. SCEPT’e göre azaltma aşaması 2025’te başlamalı ve 2024 üretim taban çizgisi olarak belirlenmeli.

SCEPT plastik değer zincirinin, üretim aşamalarındaki tüm kilit aktörleri içermesi gerektiğini vurgulayarak ayrıca, yasal bir aracın uygulanmasını kolaylaştırmak ve netliği artırmak için de “plastiğin ortadan kaldırılması” ifadesinin kullanılmasını öneriyor. Ayrıca, üreticilerin ve geri dönüştürücülerin, raporlamalarından, yükümlülüklerini yerine getirip getirmediklerini anlayabilmek için de plastik polimerlerin üretim hacimlerini şeffaf bir şekilde açıklamaları gerektiğini belirtiyor.

-Endişe verici kimyasallar ve polimerler

SCEPT küresel olarak mutabık kalınan kimyasalların ve endişe verici polimerlerin düzenlenmesi için bilimsel bir organın oluşturulması ve grup temelli bir düzenleme yaklaşımının benimsenmesi gerektiğini belirtiyor. Bu düzenlemelerin, biyo ve fosil yakıt bazlı peletler, pullar ve tozlar dahil olmak üzere tüm olası formları kapsaması gerektiğini de ekliyor.

SCEPT ayrıca, mevcut düzenleme metnindeki eksikliklere de vurgu yaparak özellikle endişe verici kimyasalların ötesine geçilmesi gerektiğini, plastik malzemelerin temel tasarımını yaşam döngüsünün sonraki aşamalarında daha az kirlilik yaratacak şekilde değiştirmek gerektiğini, kasıtlı olmayan kimyasalların göz ardı edilmemesi gerektiğini ve tedarik zinciri boyunca da kirliliği ortadan kaldıracak asgari gerekliliklerin belirlenmesi gerektiğini ifade ediyor.

SCEPT cevap metninde plastiğin kimyasal tasarımının güvenliğinin sağlanmasına ve sürekli olarak güncellenmesi gereken bir metin oluşturulması gerektiğine özel bir önem atfediyor. Bu bağlamda yasaklı, kısıtlı ve izinli kimyasal listelerinin kullanılmasını önererek bir bilim politika ara yüzünün oluşturulup bu ara yüzün de endişe verici kimyasalları ve polimerleri değerlendirip güncellemesi gerektiğini belirtiyor. Böylelikle bu da kimyasal tasarımın güvenliği artırılabilir ve sürekli olarak güncel bir metin oluşturulmasının da önü açılmış olur.

Fotoğraf: Phuc Toan
-Sorunlu ve önlenebilir plastik ürünler

SCEPT sorunlu ve önlenebilir plastik son ürünlerin önlenmesi ve böylelikle de plastik ürünlerin sürdürülebilirliğinin sağlanması için sektör bazlı kısıtlamalar içeren listelerin belirlenmesi gerektiğini ve bunun da aşamalı azaltım için önemli olduğunu belirtiyor. Ayrıca bu yöntemin belirli zaman çizelgeleri ve kapsamlı desteklerle güçlendirilmesi gerektiği vurgulayarak; mikroplastiklerin aşamalı olarak yasaklanması önemli olsa da, kısıtlamalarda sadece mikro boyutlarla sınırlı kalınmaması ve nano boyutlu parçacıkların da dâhil edilmesi gerektiğini belirtiyor. Tüm bunların bilim temelli değerlendirme kriterlerine dayalı olarak yapılmasını ve bu kriterlerin gıda teması, çocuk oyuncakları, çok katmanlı ürünler ve geri dönüştürülebilirlik gibi tüm yaşam döngüsünü kapsaması gerektiğini ifade ediyor.

SCEPT cevap metninde bu bölüme dair daha birçok öneri var. Hepsini tek seferde yazmak okuyucuyu yorabileceği için şimdilik burada bırakalım ve devamını bir sonraki yazıya kalsın. Ancak buraya kadar olan kısımlardan da anlaşılacağı üzere BM’nin sıfır taslağı aslında iyi bir başlangıç noktası ve SCEPT’in önerileriyle güçlendirilerek modifiye edilmesi de anlaşmanın daha etkili bir hale gelmesini sağlayabilir. Ancak “benzer düşünen” fosil ülkelerin manipülasyonu ve engelleme çabaları ne yazık ki bir arpa boyu yol alınamamasına neden olacak gibi duruyor. Umarım yanılırım.

Sunak, iklim aktivistlerine ‘savaş açtı’: Sert cezalar tamamen haklı

Birleşik Krallık Başbakanı Rishi Sunak, iklim aktivistlerinin protesto eylemlerine verilen sert cezalar nedeniyle Birleşmiş Milletler‘in eleştirilerine yanıt verdi; bunun “tamamen doğru bir yaklaşım” olduğunu söyledi.

İki Just Stop Oil eylemcisi, Ekim 2022’de Darfort-Kent‘teki Queen Elizabeth II Köprüsü‘nü destekleyen kablolara tırmanmış; polisin geçisı üzerine 40 saat boyunca trafikte kilitlenme yaşanmıştı. Eylemi ardından aktivistler bu yılın başlarında yargılandı ve 34 yaşındaki Marcus Decker, kamuyu rahatsız etmekten iki yıl yedi ay, 40 yaşındaki Morgan Trowland ise üç yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Birleşik Krallık’ta yeni ‘protesto karşıtı yasaları’ yürürlükte: İklim aktivistleri 10 dakikada tutuklandı
İklim aktivistlerinin provokatif eylemleri işe yarıyor mu?

BM’nin iklim değişikliği ve insan hakları özel raportörü Ian Fry da  geçen ağustos ayında hükümete bir mektup göndererek aktivistlere yönelik uzun hapis cezalarının ülkedeki özgürlükleri kısıtlayabileceği uyarısında bulunmuştu. Özel raportör, Ekim 2022’de Dartford, Kent’te bir asma köprüye tırmanan Just Stop Oil aktivistlerine verilen cezalarla ilgili endişelerini dile getirdi.

Mektupta, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi gibi “uluslararası normlarla uyumlu” olup olmadığı sorgulandı.

Just Stop Oil aktivistlerine verilen hapis cezaları uluslararası hukuku ihlal ediyor mu?

Fry, Decker ve Trowland’ın cezalarının “geçmişte bu tür suçlar için verilen cezalardan çok daha ağır” olduğunu da belirtti: “Cezaların ağırlığının sivil toplum ve aktivistlerin çalışmaları üzerinde yaratabileceği potansiyel sürekli etki konusunda ciddi endişelerim var ve üçlü gezegen krizi ve özellikle iklim değişikliğinin insan hakları ve gelecek nesiller üzerindeki etkileri hakkındaki endişelerimi dile getiriyorum”

Fry ayrıca, Temmuz ayında yürürlüğe giren ve yıkıcı protestoları önlemeyi amaçlayan önlemleri içeren Birleşik Krallık’ın yeni Kamu Düzeni Yasası’nın “barışçıl toplanma özgürlüğü hakkına doğrudan bir saldırı gibi göründüğünü” kaydetti.

İklim aktivistlerinden Londra sokaklarında ‘yavaş yürüyüş’ eylemi
İklim aktivistlerinden Sefiller Müzikali’nde eylem
İngiltere’de Just Stop Oil aktivistlerinden ragbi sahasında fosil yakıt protestosu
Just Stop Oil aktivistleri Londra’daki Onur Yürüyüşü’nü Coca Cola sponsorluğu nedeniyle protesto etti

Sunak: Halkın beklediği şeyi yaptık

Başbakan Sunak ise sosyal medya platformu X üzerinden yaptığı kısa açıklamada, “büyük kargaşaya neden olduğunu” iddia ettiği protestoculara sert cezalar vermenin “tamamen doğru” olduğunu söyleyerek hükümetin yaklaşımını savundu.

“Yasayı çiğneyenlerin bunun tüm gücünü hissetmesi gerekiyor” diyen Sunak, “Çalışkan çoğunluk için sefalet yaratmayı amaçlayan bencil protestocuların sert cezalarla karşı karşıya kalması tamamen doğru. “Halkın beklediği şey bu ve biz de bunu yerine getirdik” dedi.

İki Just Stop Oil aktivisti, temmuz ayında yargıçların “vicdani gerekçelerle sivil itaatsizliğin uzun ve onurlu geleneğini” kabul ettiği temyiz duruşmasını kaybetmişti.  Davanın baş yargıcı Lady Carr da  cezaların “aşırı olmadığını”,  bu cezaların başkalarını bu tür suçlardan caydırmak şeklindeki “meşru” amacı karşıladığını söylemişti.

Aktivistlerin Yüksek Mahkeme‘de itiraz etmelerine de izin verilmedi.

 

İPM: Türkiye’nin 2053 net sıfır hedefine ulaşması için elektrik sektöründe köklü bir dönüşüm şart

İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) tarafından yayımlanan yeni bir rapor, Türkiye‘nin 2053 yılında net sıfır hedefine ulaşabilmesi için elektrik sektöründe yapılacak dönüşüm kapsamında kömürlü termik santrallerin devreden çıkarılması, yenilenebilir enerji kaynaklarının payının artırılması, depolama sistemlerinin yaygınlaştırılması başta olmak üzere köklü değişimler yapılması gerektiğini ortaya koyuyor.

Türkiye’nin Karbonsuzlaşma Yol Haritası: Dönüşümün Takvimi ve Coğrafyası (2020-2050) başlıklı raporun Ankara‘da yapılan tanıtım toplantısında, raporun editörü ve araştırmacılarından, İPM İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Dr. Ümit Şahin, Türkiye’nin 1990’dan itibaren sera gazı emisyonlarını yüzde 57 artarak bugün 564 milyon tona ulaştığını belirtti.

Türkiye’nin yıllık karbon emisyonu miktarının yaklaşık 452 milyon ton olduğunu ifade eden Dr. Şahin, Türkiye’nin karbon emisyonlarında 1990’a kıyasla iki kat artış gözlemlendiğini, 2022’den bu yana ise yüzde 10’a yakın arttığını bildirdi.

Şahin, Türkiye’nin küresel olarak en fazla karbon emisyonuna yol açan 13’üncü ülke olduğunu hatırlatarak karbondioksit emisyonlarının ülkenin toplam sera gazı emisyonunun yüzde 80’ine tekabül ettiğini açıkladı.

Kişi başı emisyon dağılımında Türkiye’nin dünya ortalamasının üzerinde kalarak 64’üncü sırada yer aldığına değinen Şahin, ülkenin tarihsel emisyon sıralamasında 26’ncı sırada olduğunu ve bunun Türkiye için iklim krizine yapılan katkılar konusunda diğer gelişmiş ülkelerden daha az tarihsel sorumluluk anlamına geldiğini ifade etti.

2021 verilerini değerlendiren Dr. Ümit Şahin, en fazla emisyona neden olan ülkelerin yüzde 31 ile Çin, yüzde 13,5 ile ABD ve yüzde 7,3 ile Hindistan olduğuna dikkati çekerek yalnızca bu üç ülkenin küresel emisyonların yüzde 52’sinden sorumlu olduğuna vurgu yaptı.

Şahin, Türkiye’nin 2015’te sunduğu Ulusal Katkı Beyanı‘nı (NDC) bu yıl güncellediğini, ancak taahhüt edilen emisyon azaltım hedeflerinin yeterince iddialı olmadığına ve 2053’te ulaşılmak istenen net sıfır hedefleri için radikal adımlar atılması gerektiğini vurguladı.

Fotoğraf: DHA
‣ Şahin: Sunulan Ulusal Katkı Beyanı ile Türkiye’nin 2053’te net sıfıra ulaşması imkansız hale geldi

Rapor: Net sıfır hedefi için köklü değişimler şart

Türkiye’nin Karbonsuzlaşma Yol Haritası: Dönüşümün Takvimi ve Coğrafyası (2020-2050) başlıklı rapor, öngörülen dönüşümün temel unsurlarından birinin yenilenebilir enerji kaynaklarının payının artırılması olduğunu kaydediyor. Net sıfır emisyon senaryosunda, elektrik üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının payının 2030’da yüzde 60′, 2035’te yüzde 75 ve 2050’de yüzde 90 yükselmesi öngörülüyor. Bu artışın, özellikle güneş ve rüzgar enerjisi kaynaklarından sağlanacağı belirtiliyor.

Köklü değişim gerektiren bir başka alanın ise depolama sistemleri olduğunu belirten araştırmacılar, bu sistemlerin yaygınlaştırılmasının önemine dikkat çekiyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarının üretim miktarı, hava koşullarına bağlı olarak değişkenlik gösteriyor. Bu nedenle, şebekenin kesintisiz ve güvenilir bir şekilde çalışması için depolama sistemlerine ihtiyaç duyuluyor. Net sıfır emisyon senaryosunda, depolama sistemlerinin kurulu gücünün 2030’da 5,7 GW’a, 2035’te 10,7 GW’a ve 2050’de 40 GW’a yükseleceği öngörülüyor.

Enterkoneksiyon hatlarının güçlendirilmesinin de atılacak bir başka önemli adım olduğuna değinen araştırmacılar, ülke içinde yenilenebilir enerji kaynaklarının dağılımı eşit olmadığı için, farklı bölgeler arasında enerji aktarımını sağlayacak enterkoneksiyon hatlarının güçlendirilmesi gerektiğini belirtiyor. Net sıfır emisyon senaryosunda, uluslararası enterkoneksiyon hatlarının Net Transfer Kapasitesinin 2030’da 3,35 GW’a, 2050’de 9,22 GW’a yükseleceği tahmin ediliyor.

Bu dönüşümün gerçekleştirilmesi için, 2030 yılına kadar yıllık ortalama 15 milyar dolarlık yatırım yapılması gerekiyor.

‘Yenilenebilir kaynakların payı artarken fosil yakıtların payı düşmeli’

Raporda, güneş ve rüzgar enerjisinin Türkiye’nin elektrik üretiminde yenilenebilir enerjinin payını artırmada önemli rol oynayacağına işaret ediliyor. Güneş enerjisi kurulu gücünün, 2030’da 36 GW’a, 2035’te 60 GW’a ve 2050’de 193 GW’a ulaşarak 2020 yılına göre 12 katlık bir artış göstereceği öngörülüyor. Rüzgar enerjisi kurulu gücünün ise 2030’da 32 GW’a, 2035’te 50 GW’a ve 2050’de 62 GW’a ulaşması ve 2020 yılına göre dört katlık bir artış göstermesi bekleniyor.

Uzmanlar, yenilenebilir enerji kaynaklarının üretimdeki payının, 2030’da yüzde 46’ya, 2035’te yüzde 64’e ve 2050’de neredeyse yüzde 80 düzeyine erişeceğini belirtiyor. Fosil yakıt kaynaklarının üretimdeki payı ise hızla azalarak 2050 yılına kadar yüzde 7’ye kadar düşecek.

Hidroelektrik enerji üretimi artış gösterecek olsa da, kurulu güçlerindeki artış sınırlı olduğu için üretimdeki payları 2050 yılına kadar yüzde 11’e kadar düşecek.

Net sıfır senaryoda, yeni bir nükleer santral yapılmayacağı, halen Mersin’de kurulmakta olan 4,8 GW kurulu güce sahip Akkuyu Nükleer Güç Santralinin tek nükleer santral olacağı varsayılıyor.

Tahminlere göre elektrik üretiminin bölgelere göre dağılımında modern yenilenebilir kaynaklardan üretim 2025’te en çok Batı Anadolu’da yoğunlaşırken bunu Kuzeybatı Anadolu, Batı Akdeniz, Orta Anadolu ve Güneydoğu Anadolu izliyor. Payı sonraki yıllarda giderek artan Güneydoğu Anadolu 2050’de üçüncü sıraya yükseliyor.

‣ Türkiye’nin 2050’de ‘Net Sıfır’a ulaşması için maliyet: 2030’a kadar yılda 10 milyar dolar

‘Kömürlü termik santraller 2040’a dek aşamalı olarak kapatılmalı’

Net sıfır emisyon senaryosuna göre, taş kömürü ve linyitle çalışan bütün termik santrallerin 2030’ların ilk yarısında devreden çıkması gerekiyor. 2035-2040 arasında 1,3 GW kurulu güce sahip ithal kömürle çalışan tek bir santral açık kalması ve kömürlü termik santrallerin tamamının 2040’tan önce kapanması gerektiği belirtiliyor.

Senaryoda, devreden çıkacak fosil yakıtlı santraller belirlenirken yarattığı karbon emisyonu ve hava kirliliği, kurulu güçleri, şebekedeki yeri, yaşı, yıllık kapasite faktörü gibi kriterler göz önüne alınıyor. Buna göre, kömürlü termik santrallerin devreden çıkma sıralamasına bakıldığında 2020’de 845 MW olan taş kömürü santrallerinin toplam kurulu gücünün 2030’da 228 MW’a düştüğü ve 2035’e kadar tamamının kapandığı görülüyor.

Ayrıca linyit santrallerinin 2020’de 9,5 GW olan kurulu gücü, 2030’da 3 GW’a düşüyor ve 2035’e kadar tamamı kapanıyor. 2030-2035 arasında devrede kalan linyit santrallerinin Afşin Elbistan B, Aksa Göynük, Çan 2, Çobanyıldızı Çumra, Polat Kütahya, Soma Kolin ve Tufanbeyli olması öngörülüyor.

İthal kömür santrallerinin 2020’de yaklaşık 9 GW olan kurulu gücü 2030’da 4 GW’a, 2035’te ise 1,3 GW’ye düşerken, 2040’a kadar tamamı kapanıyor. 2030-2035 arasında açık kalacak ithal kömürlü termik santrallerin Atlas İskenderun, Sugözü İsken, İçdaş Çelik Çanakkale 1 ve 2 ile Hunutlu Adana olması tahmin ediliyor. 2035-2040 arasında açık kalan tek kömürlü termik santralin ise 2022’de devreye alınan Hunutlu termik santrali olması bekleniyor.

‘Elektrik sektöründeki emisyonlar yalnızca gazdan kaynaklanmalı’

Bu dönüşümün şebeke üzerinde önemli etkileri olacağına dikkat çekilen raporda, yenilenebilir enerji kaynaklarının üretim miktarı arttıkça, şebekede esneklik ihtiyacının da artacağı aktarılıyor. Bu ihtiyacı karşılamak için, depolama sistemlerinin yaygınlaştırılması ve enterkoneksiyon hatlarının güçlendirilmesi gerekeceği ifade ediliyor.

Araştırmaya göre net sıfır emisyon senaryosunda, elektrik sektöründen kaynaklanan karbondioksit emisyonlarının 2050’de 18 MtCO2’e inmesi ve bu emisyonların tamamının gazdan kaynaklanması bekleniyor.

Bu emisyonların sıfırlanması için, şebekede artan esneklik ihtiyacının depolama ve enterkoneksiyon dışında talep yönetimi gibi yöntemler de kullanılarak sağlanabilmesi gerekiyor.

‣ Shura: Türkiye 2053’te net sıfır hedefine ulaşabilir

‘Ulaşımda elektrik ve yeşil hidrojene geçiş esas’

Diğer sektörlere dair de bir analiz sunan raporda, ulaşım sektöründe fosil yakıt kullanımından elektriğe ve diğer bir emisyonsuz yakıt türü olan yeşil hidrojene geçiş esas olduğu belirtiliyor.

Uzmanlar, Türkiye’de kullanılan elektrikli araç sayısının 2030’da yüzde 20, 2050’de ise yüzde 66 artacağını öngörüyor.

Elektrikli ağır vasıta sayısının ise 2030’da yüzde 10, 2050’de ise yüzde 20 artması bekleniyor.

Karayolu taşımacılığında hidrojenle çalışan ağır vasıta sayısının 2050’ye kadar yüzde 5 artacağı tahmin ediliyor.

Bu gelişmelerle ulaşım sektöründen kaynaklanan karbondioksit emisyonlarının 2050’de yüzde 65 azalarak 29 MtCO2’ye düşeceği tahminine yer veriliyor.

‘Binalarda kömür tüketimi 2030’a dek sıfırlanacak’

Binalar sektöründe ise elektrik aletlerde enerji performansının iyileşeceği ve binaların daha düşük karbonlu olarak yenileneceği belirtiliyor. Ayrıca yeni binalarda ısınma için ısı pompası kullanılacağı aktarılıyor.

Konutlarda ısınma amaçlı elektrik tüketiminin 2050’de 2,6 kat artacağı tahminine yer veren raporda, 2030’dan itibaren konutlarda kömür tüketiminin sıfırlanacağı ifade ediliyor.

Araştırmacılar binalarda fosil yakıtlar yerine büyük ölçüde elektrik kullanılacağını kaydediyor. 2035’ten sonra sisteme küçük ölçekte yeşil hidrojen katılmaya başlanmasıyla 2050’de binalarda ısınma vb. için 10 TWh’a eşdeğer yeşil hidrojen kullanılacağı belirtiliyor.

Bu dönüşümün başarılı olabilmesi için, elektrik şebekesinin yenilenebilir enerji kaynaklarının üretimindeki dalgalanmalara uyum sağlayabilmesinin yanı sıra, enerji tasarrufu ve davranış değişikliği gibi önlemlerin alınması ve yeşil hidrojen üretiminin yaygınlaştırılması gerektiği raporda vurgulanıyor.

‣ IPM raporu ‘2050 Net Sıfır’ hedefi için Türkiye’nin yol haritasını çizdi

‘Sanayide elektrifikasyon ve verimliliğe ağırlık verilmeli’

Çalışma, sera gazı emisyonlarının en yoğun olduğu sektörlerden biri olan sanayiyi de mercek altına alarak, 2053 net sıfır hedefine ulaşılabilmesi için sanayi ve diğer üretici sektörlerdeki emisyonların azaltılması için önemli yatırımlar yapılması gerektiğini vurguluyor.

Uzmanlar, bu sektörde enerji verimliliğini artırmak için yatırımlar yapılması gerektiğinin altını çiziyor. Bu yatırımların, enerji tüketimini azaltarak emisyonları azaltması bekleniyor.

Bir başka önemli noktanın elektrifikasyon olduğunu vurgulayan uzmanlar, sanayide elektrik kullanımının artırılmasının emisyonları azaltmaya yardımcı olacağını belirtiyor. Özellikle yüksek enerji yoğunluklu sektörlerde elektrik kullanımının artırılmasıyla, fosil yakıt kullanımının azaltılmasına ve emisyonların düşürülmesine önemli katkı sağlanması bekleniyor.

Yeşil hidrojenin fosil yakıtlara alternatif olarak kullanılabilecek bir enerji kaynağı olduğunu vurgulayan araştırmacılar, sanayide yeşil hidrojen kullanımının artırılmasının da sektörel emisyonların azaltılması için önemli olduğuna yer veriyor.

Karbon yakalama ve depolama (CCUS) teknolojilerinin kullanılmasının da sanayide üretilen karbondioksitin atmosfere salınmadan önce yakalanıp depolanmasına olanak tanıdığını açıklayan uzmanlar, bu teknolojinin kullanımının emisyonların azaltılmasına önemli katkı sağlayacağını aktarıyor.

Öte yandan sanayide proses emisyonlarının azaltımı en zor alan olarak ortaya çıktığı, bu emisyonların azaltılması için ise alternatif teknolojilerin ve malzeme kullanımının gündeme alınmasının gerekeceği ifade ediliyor.

‣ ‘Türkiye net sıfır hedefi için elektrik sisteminin esnekliğini artırmalı’

Afyon’da küresel ısınmaya ‘soyut bir iddia’ diyen şirketin altın arama ruhsatına ikinci ret

Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesinde bulunan bin 364 hektarlık alan için Tüprag Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi‘ne verilen maden arama ruhsatı ikinci kez iptal edildi. TÜPRAG Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş.‘nin Afyonkarahisar İdare Mahkemesi‘ne verdiği savunmada iklim değişikliği ve küresel ısınmaya ‘soyut iddialar’ dedi.

Dördüncü grup madenlerden C bölümü kapsamında alınan ruhsat, altın, gümüş, platin ve bakır gibi madenler için şirketlere arama izni sağlıyor. Altın madenciliğinde ise canlı sağlığına ve doğaya zararı bulunan siyanür kullanılabiliyor. Siyanür altını ayrıştırma süreçlerinde kullanıldığı için sondaj süreçlerinde şirketler tarafından kullanılmadığı belirtilen oldukça zararlı bir kimyasal.

Dava Afyonkarahisar İli Damızlık Koyun Keçi Yetiştiricileri Birliği ve yedi vatandaş tarafından Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü‘ne ve Tüprag Metan Madencilik Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi’ne açılmıştı.

‣Emirdağ’da altın arama ruhsatı iptal edildi: Hukuka uygun değil 
Emirdağ’da altın arama ruhsatına yürütmeyi durdurma kararı: Kamu yararına aykırı 

Gerekçe: Kamu yararına aykırı

Davada 1.364,38 hektarlık alana ilişkin olarak Tüprag Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketine verilen ve dört yıllık detay arama dönemi 16 Ekim 2020 tarihinde başlayan 4. grup maden arama ruhsatının iptali talep edilmişti. Bu talebin gerekçeleri arasında ise şunlara yer verildi:

  • “Dava konusu maden arama ruhsatının uluslararası sözleşmelere, Anayasa’ya, mevzuata ve hukuka aykırı olduğu,
  • Toplumun yaşama hakkını yok eden madencilik faaliyetlerine izin verilmesinin izin veren kamu gücünün hukuki dayanağını yitirmesine neden olacağı,
  • Alandaki su kaynakları, meralar ve ormanlar olmak üzere tüm doğal eko sistemleri, bu etkiye bağlı olarak hayvan sağlığını ve hayvancılık faaliyetlerini tehlikeye düşüreceği,
  • Bölgedeki diğer maden arama ruhsatlarıyla, projeleriyle ve işletmeleriyle birlikte kümülatif etkisi hesaplanmamış ve tüm kirletici, yok edici tesislerle birlikte kümülatif etki analizi yapılmadan ruhsat verilmiş ise başkaca bir araştırmaya gerek görülmeksizin davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği,
  • Tarım alanlarını yok edeceği,
  • Afyonkarahisar İli’ndeki beş büyük ovanın 2016 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla koruma altına alındığı,
  • Ruhsat alanının bu ovaların etkileşim alanı içerisinde bulunduğu,
  • Doğal kaynaklara bağlı tarım ve hayvancılığı bitireceği,
  • Alanın eski haline iadesinin mümkün olmayacağı,
  • Jeolojik, klimatolojik ve hidrolojik yapının, insan ve hayvan sağlığının bozulacağı,
  • Çevre kirliliğine sebebiyet vereceği,
  • Hiçbir şekilde kamu yararının söz konusu olmadığı gerekçeleri”

Şirket Mahkemeye iklim değişikliğinin soyut bir iddia olduğunu söyledi

İklim değişikliği ve küresel ısınmaya soyut iddia diyen TÜPRAG Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş.‘nin Afyonkarahisar İdare Mahkemesi‘ne verdiği beyanatta ise şu ifadelere yer verildi:

“Davacıların dava açma ehliyetinin ve davanın süresinde açılıp açılmadığının resen incelenmesi gerektiği, dava konusu maden arama ruhsatının 3213 sayılı Maden Kanunu ile Maden Yönetmeliğinde öngörülen hükümlere uygun olarak düzenlendiği, maden arama ruhsatının ÇED belgesi olmadan da düzenlenebildiği, maden kanununa göre ÇED belgesinin işletme aşamasında alındığı, çevresel etkiler konusunda somut bir tespit yapılmadığı, maden alanlarına yönelik Anayasa Mahkemesi kararı gereğince de rezervin bulunduğu alanda madencilik faaliyeti yürütülmesinin teknik zorunluluk olduğu ve üstün kamu yararı içerdiği, arama ruhsatının iptali cezaların kanuniliği ilkesine aykırılık teşkil ettiği, davacıların siyanür kullanılacağı iddialarının söz konusu olmadığı, covid-19, kanser, ekolojik kirlilik, doğurganlık, kısırlık iddialarının soyut ve bilimsel dayanağının olmadığı, küresel ısınma ve iklim değişikliği, orman yangınları vb. konulardaki iddiaların soyut iddialar olduğu, çeşitli kanunlara ve uluslararası sözleşmelere muhalefet iddialarının somut örneklerle açıklanmadığından dolayı soyut olduğu ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.”

Mahkeme: Hukuka aykırı

Son olarak mahkemece verilen kararda şu ifadeler kullanıldı:

  • “[…] planlanan madencilik faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek işletmelerin ÇED Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlü oldukları, ‘ÇED Olumlu’ kararı veya ‘ÇED Gerekli Değildir‘ kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemeyeceği, proje için yatırıma başlanamayacağı, ihale edilemeyeceği açıktır.
  • Bunun yanı sıra madencilik faaliyetlerinde jeolojik haritalama, jeofizik etüd, sismik, karot, kırıntı ve numune alma ile bunlara yönelik sathi (yüzeysel) hazırlık işlemleri içeren faaliyetler için çevresel etki değerlendirmesi kararı aranmayacağı, ancak madencilik faaliyetlerinde detay arama döneminde ÇED sürecini gerektiren sondaj, yarma, kuyu, galeri gibi arama faaliyetlerinin de yapılabileceği anlaşılmaktadır.
  • Hal böyle iken, mevzuatta maden arama faaliyetlerinin doğrudan çevreyi koruma mevzuatında öngörülen şart ve yükümlülüklerden istisna tutulmadığı, maden arama faaliyetinin içeriğine ve arama yöntemine göre çevresel etki açısından değerlendirilmesi gerektiği, dava konusu uyuşmazlığın ise 4. grup maden arama ruhsatına ilişkin olduğu,
  • Ruhsatın ön arama, genel arama ve detay arama dönemlerini kapsadığı, arama ruhsatında bir sonraki safhaya geçildikçe doğa ve çevreye olan müdahalelerin boyut ve niteliğinin değişeceği, bu dönemlere silsile halinde başlanılması aşamasında her dönemde çevre mevzuatı açısından ayrı bir değerlendirme yapılmayacağı,
  • Çevre mevzuatı açısından değerlendirmenin tüm dönemleri kapsar şekilde ilk aşamada tüm arama ruhsatı açısından yapılan bir durum olduğu anlaşılmaktadır.
  • Olayda; dava dosyasındaki mevcut bilgi belgelerle birlikte bilirkişi raporları bir bütün olarak değerlendirildiğinde; Konya Bölge İdare Mahkemesi 5.İdari Dava Dairesi‘nce belirlenen konularda yapılan keşif ve bilirkişi sonucunda, genel olarak hal-i hazırda yürütülen ve proje kapsamında yapılması planlanan maden arama faaliyetlerinin, alanın niteliğine, su kaynaklarına, çevresel açıdan ve tarım hayvancılık faaliyetleri açısından her hangi bir olumsuz etkisinin saptanamadığı ancak, ÇED sürecinin mevzuata uygun işletilip işletilmediği yönünden yapılan incelemede, keşif tarihinde yapılan tespitlerde ruhsat sahibi müdahil şirket tarafından 100 metre derinliğinde iki adet karotlu arama sondajı yapıldığı, karotlu sondaj için ÇED kararı alınmasına gerek olmasa da, Maden Yönetmeliği’nde yer alan ve yarma, kuyu açma gibi önemli kazı işlemlerinin yapılabileceği ‘detay arama dönemi’ için ÇED sürecinin işletilmesinin gerekli olduğu, her ne kadar müdahil şirket tarafından belirtilen faaliyetlerin yapılmadığı ve yapılmasının da planlanmadığı belirtilse de buna engel teşkil eden herhangi bir durumun mevcut olmadığı, dosya içeriğinde ÇED raporu kapsamında değerlendirilen bu faaliyetler için müdahil şirket tarafından ÇED Yönetmeliği’ne göre proje tanıtım dosyası hazırlanıp detay arama dönemine yönelik bu sürecin işletildiğine dair herhangi bir bilgi veya belgenin de dosyaya sunulmadığı görülmüştür.
  • Bu durumda, Maden Yönetmeliği’nde yer alan ve yarma, kuyu açma ve sondaj gibi önemli kazı işlemlerinin yapılabileceği ‘detay arama dönemi‘ için ÇED süreci işletilmesi gerektiği halde bu süreç işletilmeksizin, Afyonkarahisar İli, Emirdağ İlçesi sınırları içerisinde bulunan 1.364,38 hektarlık alana ilişkin olarak müdahil Tüprag Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketine verilen ve 4 yıllık detay arama dönemi 16/10/2020 tarihinde başlayan 201700788 sicil ve 3343690 erişim numaralı 4. grup maden arama ruhsatında hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”

Ne olmuştu?

Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesinde bulunan bin 364 hektarlık alan için Tüprag Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi‘ne 26 Aralık 2022’de maden arama ruhsatı için yürütmeyi durdurma kararı verilmişti. Ardından şirkete verilen maden arama ruhsatı Mart 2023’te iptal edilmişti. Ancak şirket kararı istinafa götürdü.

Daha önce verilen ruhsat iptali kararında, Maden Yönetmeliği‘nde yer alan ve yarma, kuyu açma ve sondaj gibi kazı işlemlerinde istenen “detay arama dönemi” için ÇED sürecinin işletilmemiş olması birçok kez vurgulanmıştı. Daha önce verilen ruhsatın hukuka uygun olmadığı belirtilmişti.

Tüprag Metal Madencilik San. ve Tic. A.Ş., Eldorado Gold Corporation’ın Türkiye’deki uzantısı.

Tüprag’ın yalnızca Elmadağ’da dahi çevreye zararı olacağı belirtilen arama çalışmalarına karşın şirketin sitesinde prensibinin “Önce insan ve çevre, sonra madencilik” olduğu belirtiliyor.

Tüprag şirketine verilen dördüncü grup maden arama ruhsatı 16 Ekim 2017’de yürürlüğe girmişti.

Ruhsat sahasının 145 ada, 189 ve 195 sayılı parselleri mera vasıflı araziler içerisinde yer alıyordu.

 

Rusya’da ‘kedi çocuk’ sahibi olmak ceza ertelemesi getirdi

Rusya‘nın Sibirya bölgesinde görülen bir ceza davasında mahkeme sanığa verilen cezanın ertelenmesine karar verdi ve “kedi sahibi olmayı” hafifletici nedenlerden biri olarak sıraladı.

Mash Telegram kanalının aktardığına göre, bu, ülkenin adli uygulamasında bir ilk.

İlk kez bir kedi ‘indirim sebebi’ oldu

Mash’a göre Kemerovo şehrinde 48 yaşındaki bir adam, içkiliyken bir kişiye saldırdıktan sonra eylül ayında da holiganlık ve yasadışı ateşli silah bulundurmakla yargılanıyordu. Polis raporunda, adamın kimliği açıklanmadan kurbanını silahla tehdit ettiği de belirtildi.

Tutuklanan şüpheli, soruşturmada işbirliği yaptı, suçunu kabul etti ve sonunda mahkemeye çıkarıldı. Yargıç, sanığı tüm suçlamalardan suçlu buldu. Bu suçlamalardan bazıları, beş yıldan fazla hapis cezası gerektiriyordu.

Ancak mahkeme, sanığın sağlık durumunun kötü olması, kolluk kuvvetleriyle işbirliği yapması ve evde onu bekleyen bir kedisi olması gibi çeşitli hafifletici sebepleri öne sürerek ertelenmiş cezaya hükmetti.

Kararın ardından yerel basında çıkan haberlere göre, kedi sahibi olmak Rus ceza hukukunda daha önce hiçbir zaman hafifletici bir neden olarak görülmedi. Sanıklara, ancak bakmak zorunda oldukları çocukları veya akrabaları varsa, belli bir ölçüde indirim sağlanabiliyordu.

Mahkeme, kararı hakkında yorumda bulunmadı.

İsrail-Hamas Gazze’de dört günlük ‘geçici ateşkes’ için anlaştı: Esir takası yapılacak

İsrail ile Hamas arasında, Katar ve Mısır’ın arabuluculuğunda süren görüşmeler sonuç verdi. Varılan anlaşma kapsamında dört günlük geçici ateşkes ilan edilecek, bu süre içinde rehine takası yapılacak.

Hamas, 50 İsrailli rehineye karşılık İsrail hapishanelerindeki 150 Filistinlinin serbest kalacağını duyurdu.

19 yaş altı kadın ve çocuklar bırakılacak

Anlaşmaya göre, bu esirler, her iki taraftan da 19 yaş altı kadın ve çocuklardan oluşacak.

Dört gün sürecek ateşkes boyunca insani yardım malzemesi ve yakıt taşıyan yüzlerce tır Gazze Şeridi’ne girecek, kuzey ve güneyi fark etmeksizin Gazze’nin istisnasız her bölgesine yakıt ve yardım malzemesi taşınacak.

Ayrıca ateşkes sürecinde Gazze Şeridi’nin güneyindeki hava trafiğinin tüm gün, kuzeyinde ise 10.00 ile 16.00 saatleri arasında günlük altı saat durdurulacak, İsrail güçlerinin tüm Gazze Şeridi’nde kimseyi alıkoymama ve kimseye saldırmama esasına bağlı kalacak.

Açıklamada, kuzeyden güneye Salahaddin Yolu boyunca insanların hareket özgürlüğünün güvenceye alınacağı vurgulandı.

İsrail’e göre, Gazze Şeridi’nde Hamas’ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın elinde 239 İsrailli rehine bulunuyor.

Netanyahu kabinesi onayladı

İsrail hükümeti, anlaşmayı kabul ettiğini açıkladı. İsrail Başbakanlık Basın Ofisi‘nden yapılan yazılı açıklamada, esir takası anlaşmasını ele almak üzere Başbakan Binyamin Netanyahu öncülüğünde toplanan hükümet kabinesinin onayladığı karar duyuruldu.

Hükümetin bu gece Gazze’deki İsrailli esirlerin tümünün geri getirilmesi hedefinin ilk aşamasını onayladığı belirtilen açıklamada, “Buna göre, kadın ve çocuklardan oluşan en az 50 rehinenin 4 günlük sürede serbest bırakılması ve bu süre zarfında çatışmalara ara verilmesi öngörülüyor” denildi.

Açıklamada, ‘her 10 esirin serbest bırakılmasının, çatışmalara ek bir gün daha ara verilmesini sağlayacağı’ belirtildi.

Açıklamada ayrıca, İsrail hükümeti ve ordusunun, ‘tüm esirlerin geri getirilmesi, Hamas’ın tasfiyesinin tamamlanması ve Gazze Şeridi’nden İsrail’e yeni bir tehdit gelmemesini sağlamak için savaşı sürdüreceği’ de vurgulandı.

Katar: Süre uzatılabilir

Ateşkes görüşmelerinde Mısır ile birlikte arabulucu konumunda olan Katar yönetimi, verilecek insani aranın ne zaman başlayacağının 24 saat içinde duyurulacağını açıkladı. Katar Dışişleri Bakanlığı X hesabından yapılan bir açıklama yaparak “İnsani bir ara verildi” dedi,  ateşkes için Mısır, ABD ve Katar’ın arabulucu olarak gösterdiği çabanın başarıya ulaştığı kaydedildi.

Açıklamada, saldırılara verilecek dört günlük aranın uzatılma ihtimalinin de olduğu aktarıldı.

Hamas’ın Mısır aracılığıyla İsrail’le 11 Ekim 2011’de yaptığı esir takası anlaşması çerçevesinde, bir İsrail askeri (Gilad Şalit) karşılığında hapishanelerdeki 1027 Filistinli tutuklu serbest bırakılmıştı. Ancak İsrail, serbest bırakılan Filistinlilerden bazılarını yeniden tutuklamış ve haklarında daha önce verilen cezaları yeniden uygulamaya koymuştu.

Öte yandan İsrail Adalet Bakanlığı, 22 Kasım çarşamba sabahı anlaşma kapsamında serbest bırakılabilecek isimlerin olduğu 300 kişilik bir liste yayınladı.

Haaretz Gazetesi‘nin haberine göre, rehine takası anlaşması, her ne kadar ilk etapta 150 Filistinli tutuklunun serbest bırakılmasını öngörüyor olsa da Hamas aynı zamanda anlaşma kapsamında, dört günlük ateşkes süresince 50 rehinenin daha yerlerini tespit edip serbest bırakmaya çalışacak. Hamas’ın 50 rehineyi daha serbest bırakması durumunda ise İsrail de 150 tutukluyu daha salıverecek.

Sunulan 300 kişilik listeye dayanarak İsrail hapishanelerinden hangi Filistinli tutukluların serbest bırakılacağına ise Başbakan Benjamin Netanyahu, Savunma Bakanı Yoav Gallant ve Güvenlik Kabinesi üyesi Benny Gantz karar verecek. Hamas’ın daha fazla sayıda rehineyi bırakması gibi bir durumda, bu üç isim aynı zamanda toplam süre 10 günü geçmeyecek şekilde ateşkesin bitiş tarihini de belirleme yetkisine sahip.

Batı Şeria’ya saldırılar sürüyor

Gazze’de savaşa insani bir ara verme kararı alınırken, İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’ya yönelik baskın ve saldırıları da sürüyor. Dün, yedi Filistinli hayatını kaybetti, çok sayıda Filistinlinin yaralandığı açıklandı. Ölenlerin altısının Tulkerim Mülteci Kampı‘na yönelik saldırıda yaşamını yitirdiği belirtildi.

Filistin Kızılayı‘ndan saldırılara ilişkin yapılan açıklamada da İsrail güçlerinin, sağlık ekiplerinin kampa girişini engellediği, ambulans içindeki bir yaralıyı da gözaltına aldığı belirtildi. Kalkilya‘daki Derviş Nizal Devlet Hastanesi kaynakları ise Azun beldesinde İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu sırtından vurulan 30 yaşındaki Emir Abdurrahman Mecid‘in hayatını kaybettiğini açıkladı.

Filistin resmi haber ajansı WAFA da İsrail askerlerinin El Halil kentinde 2 Filistinliyi gözaltına aldığını duyurdu. Beytüllahim yakınlarındaki Dehişe Mülteci Kampı’na da baskın düzenleyen İsrail askerleri, bazı Filistinlileri gözaltına aldı. Daha sonra baskın ve gözaltılara tepki gösteren bölge sakinleri ile İsrail güçleri arasında çatışma çıktı.

 

[COP28’e doğru] BM İklim Değişikliği İcra Sekreteri Stiell: Fosil yakıtlar, hayat pahalılığı krizinin başlıca nedeni

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi İcra Sekreteri Simon Stiell‘in kaleme aldığı yeni op-ed yazısını ilk kez Yeşil Gazete’de yayımlıyoruz. 

*

Son birkaç yıldır enflasyon dünyanın büyük bir bölümünde hayat pahalılığı krizine neden oldu. Bazı korku tacirleri bu durumun milyarlarca insana yaşattığı sıkıntıları kullanarak iklim değişikliği eyleminin karşılanamaz olduğu ve sıradan insanların çıkarlarına ters düştüğü söylemini yaymaya çalıştı. Hiçbir şey gerçeklerden bu kadar farklı olamazdı.

‘Yeşil’in ‘Yoksul’a karşı olması söylemini yaymak insanları böler ve genellikle kısa vadeli, kar odaklı kişisel çıkarları maskelemek için kullanılır. İstikrarlı ve ekonomik açıdan sürdürülebilir tek gelecek; enerji güvenliği, afetlere karşı dayanıklılık, afetlerden sonra iyi finanse edilen koordineli bir toparlanma ve nihayetinde sıcaklık artışının 1,5 santigrat derece ile sınırlandırılmasıdır.

Enerji maliyetleri yoksullaştırıyor

Kömür, petrol ve gaz gibi fosil yakıtlar, milyarlarca hanenin bütçesini kırılma noktasına kadar zorlayan hayat pahalılığı krizinin başlıca nedenidir. Fiyatlar, sık sık olduğu gibi, belirsizlik ve çatışmalar nedeniyle çılgınca dalgalanıyor. Bu da ulaşım, gıda, elektrik ve temel ev ihtiyaçlarının maliyetlerini artırıyor. Fosil yakıtlara büyük ölçüde bağımlı bazı ülkelerde, fosil yakıt enerji maliyetleri nedeniyle hane halkı faturaları 2022 yılında 1000 ABD dolarına kadar yükseldi.

ABD Hazinesi, Hindistan Merkez Bankası ve Avrupa Merkez Bankası gibi ekonomi otoritelerine göre, iklim etkileri daha yoğun hale geldikçe tüketici maliyetleri daha da artacak ve ekonomik büyüme yavaşlayacaktır. Yüksek enerji fiyatları aynı zamanda işletmelerin kâr marjlarını daraltıyor, ekonomik büyümeye zarar veriyor ve dünya genelinde enerjiye erişim hakkını engelliyor. Enflasyon en çok yoksul hane halklarına zarar veriyor.

Bu durum, iklim felaketlerinin her ülkede daha da kötüleştiği bir döneme denk geliyor. Bu yıl muhtemelen son 125.000 yılın en sıcak yılı olacak. Daha yıkıcı fırtınalar, öngörülemeyen yağmurlar ve seller, sıcak hava dalgaları ve kuraklıklar şimdiden büyük ekonomik hasara yol açıyor ve dünya genelinde yüz milyonlarca insanı etkileyerek hayatlarına ve geçim kaynaklarına mal oluyor.

Sübvansiyonlar yeterli değil

Fosil yakıt muslukları bir gecede kapatılamaz, ancak şu anda harekete geçilmemesi için pek çok fırsat var. Örneğin, 2022 yılında hükümetler fosil yakıt sübvansiyonları için 7 trilyon doların üzerinde vergi mükelleflerinin parasını harcadı veya borçlanma yaptı. Sübvansiyonlar en yoksul hanelerin gerçek gelirlerini koruyamıyor ve gelişmekte olan ülkelerin borç yükünü artıran ya da sağlık hizmetlerini iyileştirmek, yenilenebilir enerji ve şebekeler de dahil olmak üzere altyapı inşa etmek ve yoksulluğu hafifletmek için sosyal programları genişletmek için kullanılabilecek parayı başka yerlere aktarıyor. Sorumlu bir şekilde yapıldığında, bu tür sübvansiyonların aşamalı olarak kaldırılması aslında en yoksullara yardımcı olacak ve şu anda bunlara bağımlı olan ülkelerin ekonomilerini iyileştirecektir.

Bu yıl, BM İklim Değişikliği kapsamında, bugüne kadar gerçekleştirilen iklim eylemlerine ilişkin bir Küresel Durum Değerlendirmesi gerçekleştirdik. Bu çalışma, ilerlemenin çok yavaş olduğunu açıkça ortaya koydu. Ancak diğer bir yandan, iklim eylemini hızlandırmak için sahip olduğumuz ve aynı zamanda daha güçlü ekonomiler inşa edecek birçok araç olduğunu da ortaya koydu. Adil ve hakkaniyetli olmasını ve kimseyi geride bırakmamasını sağlarken bu geçişi hızlandıracak bilgi ve araçlara sahibiz.

Milyarlarca insanın hükümetlerinin bu alet çantasını alıp işe koyulmasına ihtiyacı var. Bu, milyarlarca doların yeni fosil yakıt üretimine yapılan yatırımlardan, ekonomik büyümeyi desteklemek için istikrarlı, güvenilir ve daha düşük fiyatlı enerji sağlayacak yenilenebilir enerjiye aktarılmasını da içeriyor. Bu hem talep hem de arzla ilgilidir. Işıklarımızı yakmak için enerji talep eden bizlere, bunu yapabilmeleri için temiz seçenekler ve toplumlarımıza ve onların değişen dünyaya uyum sağlama becerilerine yatırım yapabilecek mali alan sağlanmalıdır.

COP28, ‘korku tellallığı’na teslim olmamalı

Hükümetler, bu yıl Dubai’de yapılacak olan iklim değişikliği konferansına (COP28) işbirliği ruhu ve çözümlere odaklanarak gelirlerse iyimser olmak için bir neden var demektir. COP28’de dünyanın yenilenebilir enerji kapasitesini üç katına çıkarma konusunda anlaşabiliriz. Enerji verimliliğini iki katına çıkarabiliriz. Ülkelerin iklim etkilerine uyum sağlamalarına yardımcı olmak için finansmanı iki katına çıkardığımızı gösterebilir ve bunu ulusal planlamada merkeze alabiliriz. İklim adaletinin sağlanmasına yardımcı olacak iklim kayıp ve zarar fonunu gerçeğe dönüştürebiliriz. Geçiş sürecinin finansmanına ilişkin eski vaatlerimizi yerine getirebilir ve sonraki adımları nasıl finanse edeceğimizin ana hatlarını çizebiliriz.

Bir an, bir toplantı her şeyi değiştirmeyecektir. Ancak bu yıl belirlediğimiz yönlerle geleceği yakalayabilir ve ulusal taahhütlerin 2025’te nasıl yerine getirilebileceğine dair bir plan sağlayabiliriz.

Korku tellallığının gözümü boyamasına izin vermeyi reddediyorum ve siz de vermemelisiniz.