Erzincan İliç’teki Çöpler altın madeninde aşırı yükleme yapılan ve kayarak dokuz işçinin yığın liçi altında kalmasına neden olan liç sahasında, Çakmaktepe madeninden çıkarılan oksit cevherlerinin de getirilip yığıldığı ortaya çıktı.
CHP Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Deniz Yavuzyılmaz, X üzerinde yaptığı paylaşımda “Çöpler altın madenindeki yığın liç sahasına Kartaltepe A.Ş. adlı bir şirketin de, Çakmaktepe madeninden çıkardığı oksit cevherlerini getirip yığdığını tespit ettik” dedi.
İliç’te Anagold’un işlettiği ‘Çöpler madeninde’ aşırı yükleme yapılan ve kayma yaşanan yığın liç sahasına⬇️
Kartaltepe A.Ş. adlı bir şirketin de, ‘Çakmaktepe madeninden’ çıkardığı oksit cevherlerini getirip yığdığını tespit ettik.
Çakmaktepe Kompleks Madeni, İliç’te dokuz işçinin halen çöken milyonlarca metreküplük liç yığının altında olduğu Çöpler Altın Madeni’nin ömrüne katkı sağlamak amacıyla kurulan ilk “uydu maden işletmesi.”
Çakmaktepe’nin sahibi görünen Kartaltepe Madencilik, Çöpler’in de ortağı olan, Çalık Grubu‘na ait Lidya Madencilik ve Alacer Gold’un yüzde 50-50 ortaklığında kuruldu. Ancak Lidya Madencilik Kasım 2022’de yüzde 30 hissesini Alacer’e devretti. Böylece Alacer; yani Türkiye kamuoyunun bildiği isimle SSR Mining, Kartaltepe Madencilik’te yüzde 80 paya sahip oldu. Çalık Grubu’nun payı da yüzde 20’ye geriledi.
Kartaltepe Madencilik şirketi, Çöpler Altın Madeni’ne yaklaşık beş kilometre yakın mesafede ruhsatlara sahip ve birden fazla altın ve bakır potansiyeli olan sahalar barındırıyor. Bunların en önemlileri ise Çakmaktepe ve Mavi Altın Kuşağı diye sıralanıyor.
Maden, 2018’in dördüncü çeyreğinden beri faal durumda. Hisse devri ise ikinci kapasite artışı için ÇED olumlu kararının verilmesinden yaklaşık sekiz ay sonra gerçekleşti.
Yunanistanlı bilim insanlarının analizine göre, 2023-24 kışı ülkede kaydedilen en sıcak kış oldu.
Aralık ayından şubat ayına kadar ortalama en yüksek sıcaklık 11,3 santigrat derece olarak kaydedildi. AB’nin Copernicus İklim Değişikliği Servisi‘nin verilerini analiz eden Atina Ulusal Gözlemevi‘in verilerine göre, bu, 1960-2024 arasındaki ortalama en yüksek kış sıcaklıklarının 1,8 derece üzerinde. Yunanistan’ın kuzeyindeki bazı bölgelerde sıcaklıklar ortalamanın 7-8 derece üzerine yükseldi.
Bu durum, ürünlerin sürekliliğini tehdit ederken yaz mevsiminde meydana gelebilecek orman yangınları korkusunu da artırıyor.
Ölçülen değerler, ülkede kayıtların başladığı 1936’dan bu yana en sıcak kışı temsil ediyor.
Yunanistan’ın en sıcak kışlarından altısı son 10 yılda kaydedildi. Reuters‘e konuşan Ulusal gözlemevi araştırma direktörü Konstantinos Lagouvardos, “Sıcaklıklar çoğu gün normalin üzerindeydi, yalnızca küçük aralıklarla hava serinleyebildi. Bu yeni bir gerçek ve bunu ciddiye almalıyız. İklim değişikliği şüphesiz burada” diye konuştu.
Veriler, geçen yaz orman yangınlarında en az 20 kişinin hayatını kaybettiği, Avrupa’nın iklimden en çok etkilenen ülkelerinden biri olan Yunanistan için endişe verici. Geçen sonbaharda rekor kıran sağanak yağmurlar evleri, büyükbaş hayvanları ve mahsulleri yok etmiş ve Akdeniz’in kırılgan iklim dengesiyle ilgili endişeleri artırmıştı.
Ülkenin kayak merkezlerinde de bu kış normalden daha az kar yağışı görüldü. Sıcak hava, zeytinler başta olmak üzere mahsuller için soğuk kışlara ve ilkbahardaki çiçeklenme mevsiminin düzenli olmasına bağlı çiftçiler için kötü haber anlamına geliyor.
Yunan zeytinyağının ana üreticisi Kalamata’nın çiftçi kooperatifi başkanı Michalis Antonopoulos, “Kışın uygun şekilde geçmemesi kesinlikle sorun yaratacak, çünkü ağaçlar çok erken çiçek açıyor” dedi.
Copernicus’a göre, küresel anlamda da geçen yıl gezegenin kayıtlara geçmiş en sıcak yılıydı ve muhtemelen son 100.000 yıldaki en sıcak yıldı.
Bilim insanları, Yunanistan’daki sıcak kış koşullarının, düşük yağış ve düşük nem oranıyla birlikte yaz aylarında daha fazla orman yangını anlamına gelebileceğini söyledi. Orman yangınları, Yunanistan’da sık görülüyor ancak iklim değişikliğine bağlı aşırı sıcaklar nedeniyle son yıllarda daha da kötüleşti. Artık ülke, aylar süren dev orman yangınlarıyla mücadele ediyor.
Türk Tabipleri Birliği (TTB), Erzincan’ın İliç ilçesinde Anagold Madencilik tarafından işletilen Çöpler Altın Madeni alanında 13 Şubat 2024 günü liç yığınının göçmesinde sorumluluğu bulunan tüm yetkililerle ilgili suç duyurusunda bulundu.
Kayma sonucu siyanür ve sülfürik asit uygulanan pasa dere yatağına çökmüş, dokuz işçi siyanür ve sülfürik asit uygulanan toprak altında kalmıştı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından menfezlerin kapatıldığı, siyanür ve sülfürik asit barındıran toprağın Fırat Nehri’ne karışma tehlikesinin bertaraf edildiği, topraktan ve sudan alınan numunelerde herhangi bir kirliliğe rastlanmadığı iddia edilmişti. Öte yandan işçiler için yapılan arama-kurtarma çalışmaları heyelan gerekçesiyle durdurulmuştu.
TTB, bu facianın ekosistemde geri dönülmez bir zarara yol açtığı, Fırat Nehri’nin geçtiği her bölgede halk ve çevre sağlığı açısından uzun vadede ciddi sorunlara sebep olacağı; ayrıca göçük altında kalan, arama-kurtarma çalışmalarına katılan, maden alanında çalışmayı sürdüren işçiler için yaşam hakkı ihlaline sebep olunduğu gerekçeleriyle 29 Şubat 2024 günü İliç Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusunda şunlar talep edildi:
Anagold Madencilik yetkililerinin;
Projenin izin sürecinde yer alan yetkililerin;
Projenin inşaat ve işletme aşamalarında Çevresel Etki Değerlendirme raporu ile çevre hukukuna uygun hareket edilip edilmediğini denetleyen kamu görevlilerinin;
Göçüğün yaşandığı günden bu yana riskleri ve sonuçları bertaraf edecek doğru önlemlerin alınmamasından ve delillerin bilimselliğe uygun şekilde toplanmamasından sorumlu Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile il müdürlüğü yetkililerinin;
İşçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin ihlallerde denetim ve yaptırım yükümlülüğünü yerine getirmeyen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkililerinin;
Faciadan önce de “zehirli su içtiklerini” söyleyen bölge halkının iddialarına kulak vermeyen, çevre ve halk sağlığı için gerekli gözetim ve denetiminden sorumlu il sağlık müdürlüğüyetkililerinin
Yapılacak soruşturma sonucunda tespit edilen şüphelilerin atılı suçlardan cezalandırılması ve Anadolu Madencilik’e verilen tüm izinlerin iptali talep edildi.
Ekoloji aktivistleri dün (4 Mart) Muğla, Aydın ve Denizli planlama bölgesi 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı’ndan Tekağaçsırtı mevkiinde çimento fabrikası kurulmak istenen noktanın “Sanayi Alanı” olarak işaretlenmesinin kaldırılması için yaptıkları başvurunun yerine getirilmemesi üzerine Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na karşı dava açtı. Peki neden bu mevkiinin sanayi alanı olmasına karşı duruluyor. İşte nedenleri:
Böyle bir alanın “Sanayi Alanı” olarak gösterilmesi 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planlarının hazırlanmasında dikkat edilen plan, ilke ve esaslarına aykırıdır.
1/100.000 ölçekli planlar “Üst Ölçekli” planlardır. “Alt Ölçekli” planlar “Üst Ölçekli” planlara uygun olarak hazırlanır. Fakat Tekağaçsırtı mevkiinde çimento fabrikası kurulmak istenen arazinin “Sanayi Alanı” olarak işaretlenmesi bu şekilde olmamıştır. 2007 yılında Alt Ölçekli planlar hazırlanıp onaylattırılmış ve daha sonra 2011 yılında 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planlarında uyulması gereken plan, ilke ve esasları gözetilmeden “Sanayi Alanı” olarak işaretlenmiştir.
Entegre Çimento Fabrikası amaçlı alt ölçekli 1/5000 ve 1/1000 ölçekli Nazım İmar Planlarının dayanağı olan ve plan hükümlerinde de şart olarak getirilen 1. ÇED raporu da daha sonra oluşturulmuş 2. ÇED raporu da idare mahkemelerince iptal edilmiştir. Plan ve Plan Hükümleri bir bütündür. Plan hükümlerinin bir şartı olan ÇED raporları iptal edildiği için Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliğine göre mevcut İmar Planlarının hukuki dayanağı kalmamıştır ve geçersizdir. 1/25.000 ölçekli Nazım İmar Planları da iptal edildiği için yoktur.
ÇED raporları var sayılarak 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planına “Sanayi Alanı” olarak işaretlenmiş olan bu alanın hem ÇED raporları iptal edildiği için hem de 1/25.000 ölçekli planların olmaması nedeniyle hukuki bir dayanağı kalmamıştır.
Bahsi geçen alan, üç tarafı kapalı bal ormanı özelliği de olan, verimli orman alanı içindedir. “Sanayi Alanı” olarak uygun değildir.
Bahsi geçen alanın hemen yanında tarımsal sulama amaçlı kullanılan Bayır Barajı ve Kazan Göleti vardır. Deştin Çayı vardır. Su kaynaklarına yakınlığı ve vereceği zararlar açısından “Sanayi Alanı” olması uygun değildir.
Bahsi geçen tapulu alanın çok yakınında binlerce zeytin ağacı ve tescilli zeytinlik alanlar vardır. Böyle bir alanın “Sanayi Alanı” olması 3573 sayılı Zeytincilik Kanununa aykırıdır.
Çok yakınında Deştin, Alaşar, Bayır gibi otuza yakın çok sayıda yerleşim yeri vardır. Muğla Merkez İlçe Menteşe’ye kuş uçumu sadece 13km uzaklıktadır. Bahsi geçen alanın “Sanayi Alanı” olması bu köylerde sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını yok edeceği gibi sürdürülen tarımsal faaliyetlere ve hayvancılığa da zarar vereceği için uygun değildir.
Muğla üç termik santralın olduğu bir ildir. Bahsi geçen alan termik santralların da duman etki sahasında olduğu için bölgenin yeni bir kirletici tesisi taşıyacak kapasitesi yoktur, bu yüzden “Sanayi Alanı” olarak gösterilemez.
Bahsi geçen tapulu arazi orman alanı içinde olduğu için yolları da orman içi yollarıdır. Sanayi tesisi için uygun yollar değildir. Ulaşım ağı olarak düşünülen yollar “Arazi kullanım kararlarına” uygun değildir.
Söz konusu sebepler gerekçe gösterilerek açılan davada, Aydın-Muğla-Denizli 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı’nda Tekağaçsırtı Mevkii’nde çimento fabrikası yapılması talebi için “Sanayi Alanı” olarak işaretlenmesi kararının iptal edilmesi talep ediliyor. MUÇEP Menteşe Meclisi, Deştin Çevre Platformu ve Bayır Çevre Komitesi tarafından açılan davayla aktivistler İdare Mahkemesince verilecek kararın Muğla’nın lehine olmasını istiyor.
Fransa, dün (4 Mart’ta) gerçekleştirdiği son oylama ile, kürtaj hakkını anayasasına dahil eden dünyadaki ilk ülke oldu. Ülkede Parlamentonun her iki kanadı da bu değişikliği destekleyerek, anayasayı değiştirebilmek için gereken çoğunluk barajını aştı. Toplamda 780 milletvekili öneriyi desteklerken, yalnızca 72 milletvekili karşı oy kullandı.
CNN’in aktardığına göre Tarihi Versay Sarayı’nda milletvekillerince gerçekleştirilen özel bir toplantıda yapılan oylama, Fransız Senatosu ve Ulusal Meclisin, yılın başlarında yapmış olduğu ve ezici çoğunlukla onaylanan değişikliğin ardından geldi.
Başbakan Gabriel Attal oylama öncesinde, geçmişte yasa dışı kürtajlara maruz kalan kadınlara karşı “ahlaki bir borç”ları olduğunu söyledi. Attal, “Öncelikle, tüm kadınlara bir mesaj gönderiyoruz: Bedeniniz size aittir” dedi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, değişikliğin kabulünün kutlanacağı resmi bir törenin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde yapılacağını söyledi.
Yapılan anayasa değişikliği, Fransa’da kürtajın “garantili bir özgürlük” olduğunu belirtiyor. Bazı gruplar ve milletvekilleri, kürtajın açıkça bir “hak” olarak adlandırılmasını talep eden daha güçlü bir dil kullanılmasını istemişti.
Fotoğraf: Abdul Saboor / Reuters
Milletvekilleri bu hamleyi, ABD‘de ve aşırı sağ partilerin iktidara geldiği Macaristan gibi Avrupa‘nın bazı bölgelerinde kürtaj haklarının tehdit altında olduğu bir dönemde, Fransa’nın üreme hakları konusunda net bir destek sinyali gönderme yolu olarak tarihi bir adım olarak selamladı. Oylamanın ardından Eyfel Kulesi “benim bedenim benim kararım” sözleriyle aydınlatıldı.
Fransa, ilk olarak 1975 yılında, dönemin Sağlık Bakanı olan ve Auschwitz‘ten sağ kurtulmuş olan ve aynı zamanda ülkenin en ünlü feminist ikonlarından Simone Veil‘in öncülüğünde bir kampanya sonrası kürtajı yasallaştırmıştı.
Oylama, Beşinci Cumhuriyet’in 1958’de kurulmasından bu yana Fransız hükümetinin anayasasını 25’inci kez değiştirdiği anlamına geliyor.
Fransız Katolik Kilisesi, değişikliğe karşı çıkan az sayıdaki gruptan biriydi. Bioetikle ilgili konulara odaklanan Vatikan organı Pontifical Academy for Life, “evrensel insan hakları çağında, insan hayatını alma ‘hakkı’ olamaz” şeklinde bir açıklama yaptı. Fransız piskoposlar konferansı da oylama öncesinde, kilisenin kürtaj karşıtı tutumunu yineledi.
Türkiye’de kürtaj, anayasal bir hak olarak tanımlanmıyor ancak, 1983 yılında kabul edilen 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun ile yasal bir hak olarak görülüyor. Bu kanun, hamileliğin ilk on haftası içinde kadınların herhangi bir gerekçe göstermeksizin kürtaj yaptırabilmesine hak tanıyor.
On haftalık sürenin ardından ise, sadece anne sağlığını tehdit eden durumlar söz konusu olduğunda kürtaj yapılabiliyor. Dolayısıyla kürtaj hakkı Türkiye’de yasal olarak tanınmış ve belirli koşullar altında uygulanabilir bir hak ancak, bu hak anayasal bir düzenleme ile özel olarak güvence altına alınmış değil.
Kürtajın anayasal olarak güvence altına alınmamış olması, kürtaj erişiminde çeşitli engellerle karşılaşılmasına neden oluyor. Bu engeller arasında sağlık hizmeti sağlayıcılarının kürtaj yapmayı reddetmesi, kürtaj hizmetlerinin coğrafi olarak eşitsiz dağılımı ve kürtaj hizmetlerine ilişkin sosyal zorluklar bulunuyor.
Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği (TMMOB) tarafından İliç‘te; kapasite artırımına karşı, Anagold Madencilik ve Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘na açtığı davada, yürütmeyi durdurma kararı verildi.
Anagold Madencilik A.Ş.’nin İliç’e bağlı Çöpler köyünde “Çöpler Kompleks Madeni 2. Kapasite Artışı ve Flatasyon Tesisi Projesi” için başvurduğu Bakanlık’tan, “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararı çıkmıştı. “Açık Ocak Genişleme Projesi için ÇED Gerekli Değildir” kararına da yürütmeyi durdurma kararı verildi.
Anka’dan Dilan Kutlu’nun aktardığına göre; TMMOB, başvurusunda, “proje alanında siyanür kullanılacağı, çevreye ciddi zararlar vereceği, asit maden drenajının topraktaki birçok minerali yok edeceği, dava konusu proje alanında mera, orman ve tarım arazilerinin bulunduğu, arazilerin amaç dışı kullanılacağı, proje alanının Çöpler ve Sabırlı köylerine 250 metre mesafede olduğu, proje aşamasında çevresel etki sürecine katılım ilkesinin yok sayıldığı, raporun eksiklikler ve hatalarla dolu olduğu, yöre halkının bilgilendirilmediği” gibi sorunlar nedeniyle kapasite artırımının iptalini istemişti.
Mahkeme, yürütmenin durdurulması istemi hakkında ihtiyaç duyulan belgeleri talep etti. Buna göre; 13 Şubat’ta meydana gelen facianın ardından “ön inceleme / araştırma raporunun ve toprak kayması olayı sonrasında yerinde yapılan incelemeler esnasında çekilen fotoğrafların ve varsa tutanaklarına, yer altı ve yer üstü suları ile topraklardan alınan numunelere yönelik tahlil ve analiz sonuçlarının” gönderilmesini istedi.
Mahkeme, 13 Şubat’ta gerçekleşen yığın liç kaymasında belgelerin de incelenmesi suretiyle “Bahse konu olaya ilişkin değerlendirme yapılabilmesi adına ihtiyaç duyulan başkaca bilgi-belge var ise ilgili yerlerden Mahkememiz aracılığıyla temininin sağlanabilmesi için” talepte bulunulmasını kararlaştırdı. Mahkeme, bilirkişilerden istenen belgelerin üç gün içinde verilmesini de karara bağladı.
Denizli,Avdan‘da maden şirketine karşı toprağını savunan 75 yaşındaki Hatice Kocabaş yarın (5 Mart) mahkeme karşısına çıkacak.
Tavas ilçesindeki Avdan köyünde, 14 Ocak 2022’de Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile tarım arazilerine kömür madeni için yapılan acele kamulaştırmaya karşı çıkan Kocabaş’ın davası saat 9:50’de Tavas Asliye Ceza Mahkemesi‘nde görülecek.
Acele kamulaştırma kararına karşı çıkan köylüler, tepki göstermiş ve madene karşı topraklarını, zeytinlerini savunmuştu. Acele kamulaştırma kararına karşı açılan davada ise yürütmeyi durdurma kararı verilmişti.
Fakat mahkeme kararına rağmen Avdan Madencilik Enerji Sanayi ve Ticaret Şirketi faaliyetlerini sürdürdü.
‘Bu vatan kimin?’
Kocabaş, Muğla Milas‘ta doğa için verilen İkizköy, Akbelen mücadelesinin de yanında yer almıştı. Hatice Kocabaş, İkizköylüler Meclis’e gitmeden önce şunları dile getirmişti:
“Her şeyi gördük. Vatan haini olduk. Bu vatan kimin? Bu toprak kimin? Bu toprak burada sıradağlar gibi duranlarındır. Bu vatan ağaçları yıkıp toprakları talan edenlerin değil. Sulara her şeylere zehir vatanların değildir. Bu vatan bizlerindir. Bu vatan cepheden cepheye koşup da Çanakkale’de şehit düşenlerindir. Hepimiz birden direnelim. Adalet, hak, hukuk bunu istiyoruz. Bize her şeyi söylediler, hala da söylüyorlar. Biz adaleti arıyoruz. Adaleti.”
Akbelen direnişçileri ise Hatice Kocabaş’ın yargılanmasına ilişkin açıklamada bulunarak şu tepkiyi gösterdi:
“Bizler biliyoruz ki burada yargılanan yalnızca Hatice Teyze değil; havasını, suyunu, toprağını savunanlardır. Toprağını savunmak haktır, yargılanamaz. Gittiği yoldan asla şaşmayacağını, ölse de bu haklı davasından dönmeyeceğini söyleyen Hatice Teyze ‘Ne yaparlarsa yapsınlar toprağımı korumaya, köyümü savunmaya, ömrüm yettiği kadar üretmeye devam edeceğim’ diyor. Şirketin baskısına, yaşadıkları hukuksuzluğa karşı Avdan köylüleri mücadeleye devam edeceklerini söylüyorlar. Avdan köylüleri havasını, suyunu, toprağını, ağacını seven, savunan, koruyan herkesi dayanışmaya çağırıyor. Hatice Kocabaş yalnız değildir. Avdan köylüleri yalnız değildir.”
Ekin ektiği tarlasına iş makineleriyle dayanan maden şirketinin karşısında duran 75 yaşındaki Hatice teyzemiz haksız yere yargılanıyor.
Maden şirketinden tarlasına ekin ekmek için izin alan Hatice Kocabaş, binbir emekle tarlasına ekinlerini ekmiş, ekinler yetişmeye başladıktan sonra bir gün maden şirketine ait kepçe ve kamyonlar, tarlaya girmeye çalışmıştı.
Tarlasında olan Hatice Kocabaş, itiraz davalarının sürdüğünü söyleyerek iş makinelerini tarlasına almak istemeyince mühendisler gelmiş ve tartışma çıkmıştı.
Söz konusu mühendisler 75 yaşındaki Hatice Kocabaş tarafından darp edildiğini söylemiş ve şirket tarafından Kocabaş’a dava açılmıştı.
Söz konusu olayın ardından Hatice Kocabaş’ın eşi kalp krizi geçirdi ve ameliyat geçirdi. Aile hala toparlanmaya çalışıyor.
Çanakkale Ayvacık‘ta, RBM Madencilik İnşaat Ltd. Şirketi‘nin Behramkale köyü yakınlarında andezit madeni açma planı turizm, hayvancılık ve tarımla geçinen yerel halkın tepkisine yol açtı. Proje alanının, dünyaca ünlü Assos Antik Kenti‘nin hemen yanında bulunması ve bölgede tarım alanlarına, Tuzla Çayı‘na yakınlığı çevresel ve sağlık endişelerini artırıyor.
Bölge halkı ve sivil toplum kuruluşları, projenin bölgenin doğal ve kültürel dokusuna vereceği zararları gerekçe göstererek, taş ocağına karşı çıkıyor ve ÇED sürecinde olumsuz görüş verilmesi için yetkililere çağrıda bulunuyor.
Ayvacık’taki semt pazarında bir araya gelen Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nden gönüllüler, bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada projenin Assos’a yakınlığı vurgulanırken, zarar görebilecek tarım arazileri, zeytinlikler, zeytinyağı ve şarap fabrikasının varlığının da altı çizildi. Bölgenin önemli bir su kaynağı olan Tuzla Çayı’na da zarar verebilecek olan proje alanının deprem bölgesinde olduğu da hatırlatıldı.
Assos'ta Taş Ocağı İstemiyoruz! Bugün Ayvacık pazarında bilgilendirme standı açtık, imza topladık ve basın açıklaması gerçekleştirdik. Doğal ve kültürel varlıklarımızın ortasında taş ocağı istemiyoruz. pic.twitter.com/cOHRRH7BFW
Yurttaşlar, taş ocağı faaliyeti nedeniyle toz oluşacak, toz, toprak, ağır metal ve radyasyon yüklü partikül maddelerin havada asılı kalacağını; yörede hakim rüzgarlar nedeniyle projenin çok geniş bir alanda köyleri, turistik mekanları, tarım alanlarını etkileyeceğini ve bu durumun yöre halkında ciddi halk sağlığı sorunları yaratacağını ifade etti.
“Assos bölgesi, tarihi ve doğal sit alanıdır ve yasalarla korunmaktadır. Assos antik kentine ait hala gün yüzüne çıkmamış çok sayıda kültürel varlıkların yerin altında olduğu bilinmektedir. Taş Ocağı projesi, Assos doğal ve tarihi sit alanlarına çok yakındır. Proje yakınında Antik Roma Yolu olduğu bilgisi proje dosyasında da mevcuttur. Taş ocağı faaliyeti yapılan bir bölgede turizm faaliyeti yapılması mümkün değildir. Turistler kırılgan gruplardır ve en ufak bir olumsuzlukta bölgeyi terk etmektedirler.
Oysa yöre halkın önemli gelir kaynaklarından birisi bölgedeki Assos antik kenti ve Apollon Smintheion gibi antik kentlerin oluşu ve bu bölgeye ziyaret ve konaklamaya gelen turistlerdir. Bilindiği gibi yöre halkı zaten “Assos Antik Limanı Kaya Islahı Projesi” nedeniyle uzunca bir süre turizm gelirlerinden mahrum kalmış ve mağdur olmuşlardır. Tarihi ve kültürel varlıklara ve antik kentlere bu denli yakın taş ocağı açılması, bölgenin turizmi için idam fermanı olacak ve geri dönüşü mümkün olmayan zararlar meydana gelebilecektir.
Bölgede ciddi anlamda tarım ve hayvancılık yapılmakta, bölgede organik sertifikalı zeytin, üzüm gibi tarım faaliyeti yapan üreticiler bulunmaktadır. Taş ocakları, çıkan tozlar nedeniyle tarımsal üretime zarar vermekte, bitkiler fotosentez yapamamakta, kurumakta ve hastalanmaktadır. Taş ocağının faaliyete geçmesi durumunda üreticilerin organik üretim yapmaları mümkün olmayacak ve sertifikaları iptal edilecektir. Taş ocakları hayvancılık üzerinde de olumsuz etkiler yaratmakta, çıkan tozlar nedeniyle otlak ve meralar kurumakta, tozlu otları yemeye çalışan hayvanlarda akciğer sorunları görülmekte, patlatmanın etkisiyle hayvanlar strese girmekte, düşük yapmakta, verim düşmektedir. Arıcılık da olumsuz etkilenecektir. Arılar, tozlu bitkilerden dolayı yeterince besin alamayacak, hastalanacaktır. Proje alanı yakınlarında zeytinliklerin olduğu bilinmektedir. Oysa Zeytin Kanunu gereğince 3 km mesafede toz çıkaran hiçbir madencilik faaliyeti gerçekleştirilemez.
Ayvacıklılar, topladıkları imzalarla birlikte itirazlarını Kaymakamlık’a iletti.
Proje alanının hemen bitişiğinde olan Tuzla Çayı, Tuzla Ovası’nı sulayan, binlerce canlıya ev sahipliği yapan önemli bir akarsudur. Jeotermal enerji santralları gibi çeşitli enerji faaliyetleri nedeniyle zaten zarar gördüğü bilinen Tuzla Çayı’na sıfır noktasında bir taş ocağına izin verilmesi, Tuzla Çayı’nın ölüm fermanı olacaktır. Pasa atıklarında meydana gelecek olası asit maden drenajları, çaya ve dolayısıyla çayın ulaştığı tarım alanlarına ve canlılara zarar verecektir. Ayrıca, taş ocağı için tozumayı önleme vb. nedeniyle su gerekeceğinden zaten su kıtlığı çekilen bölgede su kaynakları için de tehlike meydana gelecektir. Patlatma nedenleriyle yer altı suları yer değiştirecek ve bölgeden kaçacaktır. Yarma ve kazı nedeniyle, bölgedeki yer altı sistemi olumsuz etkilenecektir.
Taş ocaklarının, silikozis gibi çeşitli akciğer hastalıklarına, böbrek sorunlarına, cilt hastalıklarına neden olduğu bilinmektedir. Yöre halkının sağlığı olumsuz etkilenecektir.
Taş ocakları, ağaçların kesilmesi, bitkisel toprağın sıyrılması, devasa çukurların açılması ve atık ve pasa dağlarının oluşması nedeniyle doğal peyzajı ve ekosistemi bozmakta, çorak arazilerin oluşmasına yol açmaktadır.
Bizler, Korubaşı, Behramkale ve çevresindeki yaşayan yurttaşlar olarak söz konusu projeyi istemiyoruz.
Ayvacık Kaymakamlığı’nı, Ayvacık Ziraat Odası’nı, Esnaf Odası’nı, turizm örgütlerini, İlçe Tarım Müdürlüğü’nü, Ayvacık Belediyemizi, yöre muhtarlarını projeye karşı çıkmaya çağırıyoruz. Halka rağmen, halka zarar verecek bir projeye izin verilemez.
Şirket, Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) sürecini başlatmış bulunmaktadır. Proje hakkında görüş verecek olan Çanakkale İl Tarım ve Orman Müdürlüğü’nü, İl Kültür Müdürlüğü’nü, DSİ 25. Bölge Müdürlüğü’nü, Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nü, İl Sağlık Müdürlüğü’nü ve ilgili diğer kurumları projeye olumsuz görüş vermeye davet ediyoruz.
ÇED süreci ile ilgili kararı verecek olan İl Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Müdürlüğü’nü “ÇED Gerekli değildir” kararı vermemeye ve projenin gerçekleşmesinin mümkün olmaması nedeniyle ÇED sürecini sonlandırılmaya çağırıyoruz.”
Hak ve meslek örgütlerinin bir araya gelerek kurduğu Türkiye Okul Yemekleri Koalisyonu taleplerini hafta sonu bir basın toplantısıyla açıkladı.
“Çocuklarımızın Bugünü ve Yarını İçin Okul Yemeği Hemen Şimdi!” başlığıyla, çevrimiçi de yayımlanan basın açıklamasında çocukların sağlığı ve geleceği üzerinde ciddi ve kalıcı olumsuz etkilere neden olan beslenme yetersizliği sorununun çözülmesinin, sağlıklı ve başarılı bir neslin yetişmesi için elzem olduğu belirtildi:
“Ücretsiz okul yemeği, salgın sonrasında her geçen gün artan yoksulluk ve geçtiğimiz yıl yaşanan deprem felaketiyle birlikte ülkemizin en temel, en acil gündemlerinden biri haline geldi. Okul yemeği tüm öğrenciler için tartışmasız en temel hak iken ve okul yemeği uygulamasının genişleyerek süreceği açıklamalarına rağmen gerekli adımlar atılmadı.”
Her beş öğrenciden biri, hafta en az bir kez yemek yiyemiyor’
Koalisyon, Türkiye’deki duruma dair şu bilgilere yer verdi:
“Açıklanan her veri ve son açıklanan PISA 2022 raporu artık nitelikli eğitimi, eğitimde eşitliği dahi konuşamadığımızın açık kanıtıdır. Üç yılda bir yapılan ve 15 yaşındaki öğrencilerin okuma, matematik ve fen alanlarındaki becerilerini ölçen PISA kapsamında öğrenciler, öğretmenler, okul yöneticileri ve velilere anketler uygulanmaktadır. Ankette öğrencilere sorulan sorulardan biri de ‘Geçen 30 günde yiyecek alacak paranız olmadığı için kaç kere yemek yiyemediniz?’ sorusuydu. Bu soruya verilen yanıtlar ülkemizde en az beş öğrenciden birinin haftada en az bir kere parası olmadığı için yemek yiyemediğini ortaya çıkardı.”
Araştırmalara göre, Türkiye 37 OECD ülkesi arasında yüzde 19,2 ile, son 30 günde haftada en az bir kez yiyecek parası olmadığı için yemek yiyemeyen öğrenci oranının en yüksek olduğu ülke.
Okul terklerinin nedeni yoksulluk
MEB’in örgün eğitim verilerinin, okul terklerinin ülke tarihinde görülmemiş boyutlara ulaştığını gösterdiğine dikkat çekilen açıklamada, “Aynı zamanda TÜİK 2022 verilerine göre üç çocuktan biri (yüzde 35,3) ciddi maddi yoksulluk, yetersiz beslenme sorunu ile karşı karşıyadır. Okul terklerinin bu maddi yoksulluktan kaynaklandığı açıktır, diğer bir deyişle neden yoksulluk sonuç okul terkidir” denildi.
Talepler
Türkiye Okul Yemekleri Koalisyonu’nun talepleri şu şekilde:
Türkiye’nin de 27 Ocak 1995’te onayladığı Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi’ne dayanarak tüm kademelerdeki okullarda eğitim gören tüm çocuklarımıza ayrım yapılmaksızın ücretsiz nitelikli bir öğün yemek ve okulda geçirdikleri süre boyunca temiz içme suyu temininin sosyal devletin görevi olduğunu hatırlatıyoruz.
Çocuklarımız başta olmak üzere yoksullukla ilişkili olarak yetersiz beslenme ve açlık sorunu yaşayan kesimlere yönelik bir ‘kamusal destek-dayanışma programı’ acilen uygulamaya konulmalıdır.
Başta siyasi iktidar olmak üzere tüm bileşenler, yetersiz beslenme ile mücadelede sorumluluk almalı ve devlet okullarında ücretsiz beslenme birincil öncelikli mesele olarak görülmelidir.”
Koalisyonda şu örgütler ve uzmanlar yer alıyor:
Öğrenci Veli Derneği (VELİ-DER)
Türk Tabipler Birliği (TTB)
TMMOB Gıda Mühendisleri Odası
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD)
Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (BAYETAV)
Derin Yoksulluk Ağı
Toplumsal Eşitlik Derneği
Sulukule Gönüllüleri Derneği Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN)
Eğitimciler Derneği (EĞİT-DER)
Yetişkin Eğitimi Derneği
Hacer FOGGO Hak savunucusu /DYA Kurucusu
Prof. Dr. Adnan GÜMÜŞ Akademisyen
Doç. Dr. Başak AKKAN Akademisyen
Suat ÖZÇELEBİ Siyasal Analist
Feray AYTEKİN AYDOĞAN Eğitimci-Yazar
Fevziye SAYILAN Akademisyen, araştırmacı, yazar
Menekşe TOKYAY Araştırmacı-yazar, gazeteci
Bülent ŞIK Gıda Mühendisi, Akademisyen
Özgenur KORLU Politika Analisti, Eğitim Reformu Girişimi
Ulaş KIRIM Gıda Mühendisi
Dicle Dilan SALMAN Diyetisyen.
Avrupa’da okullarda ücretsiz yemek
Lüksemburg Sosyo-Ekonomik Araştırma Enstitüsü’nden Anne-Catherine Guio’nun “Avrupa’daki tüm yoksul çocuklar için ücretsiz okul yemeği: Önemli ve karşılanabilir bir hedef mi?” başlıklı akademik çalışması 2021 yılı itibariyle AB’deki farklı uygulamaları anlatıyor.
Buna göre beş AB ülkesinde öğrencilere ücretsiz yemek dağıtılıyor. İsveç, Finlandiya ve Estonya’da yaşına bakılmaksızın tüm öğrencilere ücretsiz yemek veriliyor. Letonya ve Litvanya’da ise belirli yaş grubundaki öğrencilere ücretsiz yemek dağıtılıyor. Finlandiya’da 1948’den bu yana bu politika uygulanıyor.
10 AB ülkesinde ise belirli şartları taşıyanlara ücretsiz yemek veriliyor. Bu ülkeler Kıbrıs, Çek Cumhuriyeti, Almanya, Macaristan, Lüksemburg, Malta, Portekiz, Slovakya, Slovenya ve İspanya. AB üyesi olmayan İngiltere de bu gruba dahil.
Bu ülkelerde gelir seviyesi dikkate alınıyor. Çoğunlukla sosyal yardım alan ailelerin çocukları bu haktan yararlanıyor. Bazılarında mülteci çocukları, kronik hastalığı olanlar gibi özel durumu olanlar da ücretsiz yemek hakkına sahip.
10 AB ülkesinde ise belirli şehir ve bölgelerde sübvansiyonlu ve/veya ücretsiz yemek sağlanıyor. Şehir ve belediyeye göre kurallar değişiyor. Ancak bu uygulamalar ülke geneline yayılmıyor.
Makaleye göre Hollanda ve Danimarka’da ise ücretsiz yemek uygulaması bulunmuyor.
Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi’nden gönüllüler, bu kez İstanbul’un Bakırköy ilçesinde düzenlenen basın açıklamasında bütün türler için adalet çağrısında bulundu.
bianet’in aktardığına göre 31 Mart 2024 Mahalli İdareler Seçimleri öncesi sokakta yaşayan hayvanların haklarını savunmak için İstanbul’un farklı ilçelerinde aralık ayından bu yana eylemlerini sürdüren Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi, dün de (3 Mart’ta) Bakırköy ilçesindeki Özgürlük Meydanı’nda bir araya geldi.
Hayvan hakları savunucuları, herkesi tüm canlılar adına barışçıl, kapsayıcı, eşitlikçi hak ve adalet politikaları geliştirilmesi için harekete geçmeye, yerel örgütlenmeler ile hayvanların sesi olmaya, birer seçmen olarak oylarını “yaşamdan yana” kullanmaya çağırdı.
— Yaşam İçin Yasa #YaşamİçinYasa (@yasamicinyasa) March 4, 2024
Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi adına basın açıklamasını okuyan Binnaz Pike, sokakta yaşayan köpeklerin “itlaf”, “toplama” ve “uyutma” adı altında hukuka aykırı şekilde kitlesel toplatılmalarının ve katliamlarının yeniden planlandığını, yerel seçimlerde “ülkede başka hiçbir sorun yokmuşçasına” hayvanların hedef tahtası haline getirildiğini vurguladı.
Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi, “Hayvan haklarının anayasal güvence altına alınmasının gerçekçi tek çözüm olduğunu biliyoruz” diyerek yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:
Hayvanları Koruma Kanunu’nun 6. maddesinde belirtildiği üzere, sokakta yaşayan hayvanların aşılanıp, kısırlaştırılıp, tedavi edilerek sevildikleri ve bakıldıkları sokaklarda, gözümüzün önünde yaşamaya devam etmesi,
Hayvan üretimi ve satışının yasaklanması,
Geçici hayvan bakımevlerinden güvenli ve dikkatli yuvalandırmalar yapılması,
Ceza alt ve üst sınırlarının artırılması,
Hayvan haklarının anayasal güvence altına alınması.
“Yineliyoruz. Artık yeter! Dostlarımızı düşmanlaştırarak birlikte yaşama kültürünü baltalayan, onları ‘doğal yaşam alanı’ adı altında ölüm kamplarına tıkma vaadiyle seçim malzemesi haline getiren siyasilere oy vermeyeceğiz.”