Kamu Personeli Seçme Sınavı’nda (KPSS) yüksek puanlar alan ancak “sözlü mülakat”tan düşük aldığı gerekçesiyle atanamayan öğretmen adayları, Twitter’dan #mülakatahayır kampanyası başlattı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise sorunu konuşmak üzere Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer‘den randevu talep ettiğini ancak ses çıkmadığını açıkladı.
Twitter’dan açıklama yapan CHP lideri şu ifadeleri kullandı:
“KPSS’deki mülakat rezilliğini konuşmak üzere, Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’den randevu talep ettim, hala ses yok. Anlaşılan eğitimden daha önemli işleri var. Saray Hükümeti görüşmelerden kaçarak, bu işleri sümen altı edebileceğine inanıyor. Yanılıyor.
Erdoğan, gençlere propaganda yaparsın, şiir okursun, şarkı söylersin. Oy için yapmayacağın şey yoktur senin. Sonra bir kısım gencin haklarını gasp edersin, beslemelerine peşkeş çekersin. Bakanından yanıt bekliyorum, haberin olsun!”
Kılıçdaroğlu, atanamayan öğretmenlerle birlikte bir de basın açıklaması yaparak,”Sağır kulaklar mülakat mağduru gençlerimizin sesini duysun” dedi.
Sözlü mülakat puanlarının açıklandığı dün geceden beri, sosyal medyada bir kampanya başlatarak seslerini duyurmaya çalışan öğretmen adaylarından bazılarının paylaşımı şöyle:
Kpss puanim 83 mulakatta 55 vermisler. Sadece hayatimi surdurebilecegim bir isim olsun istiyorum ama olmuyor. Elimde degil, ben bu duzene ayak uyduramiyorum. #mülakatahayırpic.twitter.com/vxnVnu1h5l
Meteoroloji 4’üncü Bölge Müdürlüğü, Antalya ve batı ilçelerinde ‘aşırı yağış’ uyarısında bulundu.
Yapılan açıklamada bu geceden itibaren Antalya merkezde, zamanla batı ilçelerinde aşırı yağış (100-200 kilo/metrekare), yüksek kesimler başta olmak üzere Kemer, Kumluca ve Finike’de yerel olarak 300 kilo/metrekare yağış beklendiği belirtildi.
Yağışların, bin 400 metre üzerindeki yüksek kesimlerde yoğun kar yağışı şeklinde olacağı bildirilen açıklamaya göre, rüzgarın güneydoğu yönünden fırtına şeklinde (50-80 kilometre/saat), batı ilçelerinde zaman zaman 90 kilometre/saat esmesi bekleniyor. Cuma günü öğle saatlerinden sonra etkisini kaybetmesi beklenen aşırı yağışların oluşturabileceği sel, su baskını, ulaşımda aksamalar, yıldırım, çatı uçması gibi olumsuzluklara karşı vatandaşların dikkatli ve tedbirli olmaları için uyarı yapıldı.
Kemer, Kumluca ve Finike’de okullar tatil
Yarın için ‘kırmızı kod’ uyarısı verilen Kemer, Kumluca ve Finike ilçelerinde, 30 Aralık günü ilk ve orta dereceli okullarda eğitime 1 gün ara verildi. Kumluca Kaymakamı Uğur Kolsuz, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “Antalya Valiliği İl Hıfzıssıhha Kurulu kararı gereğince beklenen yoğun yağış nedeniyle ilçemizde 30 Aralık günü 1 gün süreyle eğitime ara verilecektir” dedi.
Güney Afrika‘da Makhanda Yüksek Mahkemesi, çok uluslu fosil yakıt şirketi Shell‘in Eastern Cape kıyılarındaki petrol ve doğalgaz arama çalışmalarının durdurulmasına karar verdi.
Yargıç Gerald Bloem, karara ilişkin açıklamasında, sismik araştırma faaliyetlerinin bölgedeki deniz canlılarının yaşam alanlarını tehdit ettiğine dair güçlü kanıtlar olduğunu; buna karşın Shell’in mahkemeye bunun aksini gösteren bir kanıt sunamadığını belirtti.
Şirketinin işlettiği ‘Amazon Warriors’ isimli sismik araştırma gemisi, 1 Aralık’tan beri Eastern Cape eyaletindeki Morgans Körfezi‘nin 20 kilometre açıklarında 700 ila 3 bin metrede petrol ve doğalgaz araması yürütüyordu.
‘Yerel topluluklar bilgilendirilmedi’
Bloem, şirketin arama faaliyetleri konusunda yerel toplulukları yeterince bilgilendirmediğine, bu topluluklarla istişare sürecinin de ‘önemli ölçüde kusurlu’ olduğuna da dikkati çekti.
Mahkeme, davanın yasal masraflarının Shell firması ile birlikte arama iznini veren Enerji Bakanı Gwede Mantashe‘nin ödemesine hükmetti.
Güney Afrikalı çevre aktivistleri, arama faaliyetlerinin iptali talebiyle kasım ayından bu yana çok sayıda protesto gösterisi düzenlemişti. Çevreci STK’lerin Shell’in sismik faaliyetlerinin durdurulmasına ilişkin başvurusu ise daha önce mahkemece reddedilmişti.
HDP İzmir İl Örgütü binasına Onur Gencer tarafından yapılan saldırıda katledilenDeniz Poyraz‘ın ölümüne ilişkin davanın ilk duruşması bugün İzmir 6.Ağır Ceza Mahkemesi‘nde görülüyor.
Mahkemeye Deniz Poyraz‘ın ailesi, çok sayıda milletvekili ve sivil toplum örgütü katıldı.
Ayrıca; Muş, Şırnak, Van, Diyarbakır, Urfa, Kars, Ankara,Mardin, Siirt, Hakkari, Yalova, Bursa, Adana, Adıyaman baroları, kadın dernekleri ve siyasi partiler davaya katılım talebinde bulundu.
‘Siz katili yargılamaya değil şov yapmaya getirdiniz’
Duruşma katılımcı sayısının çok fazla olması nedeniyle 13. Ağır Ceza Mahkemesi KonferansSalonu‘na alındı.
Saat 12.00 civarlarında başlayan duruşmada kimlik tespitleri saat 13.30’a kadar devam etti.
Bu sırada fail Onur Gencer salondan çıkarılırken, Poyraz ailesinin önünden geçtiği anda aileye dönerek güldü. Bunun üzerine salonda gerilim yaşandı. Salonda, “Siz katili yargılamaya değil şov yapmaya getirdiniz” tepkileri yankı buldu.
Ayrıca, failin sanık kürsüsünde kendisini koruyan iki jandarma ile gülüşmeleri de tepkilere neden oldu.
‘Aileye bakarak gülümsüyor, tahrik etmeye çalışıyor’
Onur Gencer bir saat sonra yeniden duruşma salona girerken salondakilere dönerek dik bir şekilde yürümesi yeniden tepki çekti. Bunun üzerine HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, “Dimdik yürüyor, bize meydan okuyor. Milletvekillerinin başı eğilerek gözaltına alınırken bir katil bizlere, salona meydan okuyor. Kime meydan okuyor, göğsünü gererek gözümüzün içine bakarak salona giriyor” dedi.
Avukat Türkan Aslan‘ın mahkeme başkanına “Aileye bakarak gülümsüyor, tahrik etmeye çalışıyor. Katil olması sebebiyle aşağı bakacak. Sizin bu uyarıyı yapmanız gerekiyor” demesi üzerine de mahkeme başkanı, fail Gencer’e “Tahrik edici hareketler yapma, aileye ve salondaki katılımcılara bakma” dedi.
Gencer’in kimlik tespitinin yapıldığı anda mahkeme başkanının “lise eğitimi” aldığını söylemesi sırasında HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, “Eğitimini Minbiç’te aldı, Minbiç’te eğitim alan bir katildir. Bu kadar sakin soru soramazsın, katile katil gibi davranın. Bu adam IŞİD’den eğitim aldı” ifadelerini kullandı.
Öte yandan, duruşma salonunda silahla izleyicileri tahrik eden kolluk personelleri avukatların taleplerine rağmen kimlik tespiti yaptırılmadan salondan çıkarıldı.
Duruşma salonu dışarısında da video çeken siyasi parti temsilcilerine polis tarafından müdahale edildi.
İsrail‘in kuzeyindeki Hula Vadisi‘nin doğa rezervinde H5N1 kuş gribi salgını nedeniyle beş binden fazla turna öldü. Doğal rezerv yetkilileri, Afrika‘ya gitmeden önce bölgede konaklayan göçmen kuşlardan en az 10 bininin de hastalığa yakalandığını tahmin ettiklerini açıkladı.
Rakamların mevsimsel olarak yaşanan kuş gribi için rekor seviyede olduğunun altını çizen yetkililer, salgının ülke tarihindeki en ölümcül vahşi yaşam felaketi olduğunu kaydetti.
Her yıl yaklaşık yarım milyon turna Afrika yolunda İsrail’den geçiyor ve yaklaşık 30 bin kadarı göç yollarında önemli bir nokta olan Hula Vadisi’nde kışı geçiriyor.
Yahudi Ulusal Fonu‘nun Hula Gölü Parkı sözcüsü de hayvan ölülerinin başta leş yiyen akbabalar olmak üzere bir çok kuş türünü enfekte edebileceğinden endişelenildiğini, bu sebeple cesetleri kaldırma çalışmalarını aralıksız şekilde yürüttüklerini açıkladı.
İsrail Çevre Bakanlığı‘ndan yapılan açıklamada, Bakan Tamar Zandberg’in , kuş gribinin patlak vermesinin ardından av sezonunun sonuna kadar avlanmayı yasaklayacağı bildirildi.
בעקבות התפרצות שפעת העופות בישראל: בכוונת השרה להגנת הסביבה תמר זנדברג, לאסור על ציד עד לסוף עונת הציד שתסתיים בסוף ינואר 2022. זאת לשם מניעת סכנה לאדם ולחי ולמניעת מחלות מידבקות בהם, ולצורך מתן מענה דחוף למניעת התפשטות מחלת שפעת העופות ושכיחותה על רקע פעילות הציד של חיות הציד >> pic.twitter.com/w1qvS4QA3q
— המשרד להגנת הסביבה – Environmental Protection (@SvivaMinistry) December 29, 2021
Bakan Zandberg krizle ilgili “ülke tarihinde vahşi hayata verilen en ciddi hasar” dedi.
Ölen turna sayısını “olağanüstü” olarak nitelendiren bilim insanı Uri Navehi de “Bu yılki salgın önceki yıllardan çok daha büyük” dedi.
500 bin tavuk öldürülecek
İsrail Tarım Bakanlığı‘ndan bir yetkili ise H5N1 kuş gribinin ülkenin kuzeyindeki bazı tavuk çiftliklerinde de tespit edildiğini ve salgının yayılmasını önlemek için bölgede yarım milyon tavuğun öldürüleceğini duyurdu. Yetkili gribin insana bulaşmasına nadir olarak rastlansa da önlem olarak çiftliklerdeki yumurta satışının da askıya alındığı belirtildi.
Dünya Sağlık Örgütü‘ne göre, H5N1, 2003’ten bu yana başta Endonezya, Mısır ve Vietnam olmak üzere 450’den fazla insanın hayatını kaybetmesine neden oldu.
Covid-19’un bulaşıcılığı yüksek Omicron varyantının ortaya çıkmasının ardından dünya genelinde korona virüsü vakaları yeniden tırmanışa geçti. “Önümüzde çok zor bir kış var” uyarısında bulunan Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus, Omicron’un yarattığı riski “çok yüksek” olarak nitelendirdi.
Elde edilen güvenilir bulguların “Omicron varyantının iki ila üç gün içinde artış gösterme potansiyelinin Delta varyantından iki kat fazla olduğuna işaret ettiğini” söyleyen Ghebreyesus, ABD, Büyük Britanya, Fransa ve İtalya gibi çok sayıda ülkede insidans değerlerinde (bir hafta içinde 100 bin kişide görülen vaka sayısı) hızlı bir artış gözlemlendiğini ifade etti.
Pazartesi günü 1,44 milyon vaka ile salgının başından bu yana en yüksek günlük rakam kaydedilmişti. Bu durumun en büyük nedeninin baskın varyant olan Omicron’un hızla yayılması olduğu düşünülüyor.
Dünyada yedi günlük ortalama vaka sayısı ise 841 bin olarak açıklandı. Bu sayı, varyantın Güney Afrika’da ilk tespit edildiği tarihe kıyasla yüzde 49’luk bir artış anlamına geliyor.
Avrupa ve ABD teyakkuzda
Yeni vaka sayılarında en hızlı artış gösteren ülkelerden biri Fransa. Ülkede dün 179 bin 807 yeni vaka tespit edildi. Vaka artışı nedeniyle yeni önlemlerin 3 Ocak’tan itibaren devreye girmesi planlanıyor. Buna göre, işletmeler 3 Ocak’tan itibaren itibaren haftada üç gün evden çalışma modeline geçecek. İşletmeler, mümkünse evden çalışma sistemini dört güne çıkaracak. Yiyecek sektörüne ve spor salonlarına da kısıtlamalar getirildi. Ayrıca etkinlikler, restoranlar ya da uzak seyahatlerde tam aşılı olma zorunluluğu aranacağını da açıklayan Başbakan Castex, 15 Ocak’tan itibaren sadece negatif test ibraz etmenin yeterli olmayacağını söyledi.
İngiltere ve Galler’de de bir gün içindeki yeni vaka sayısı 129 bini geçti, 18 kişi hayatını kaybetti. İngiltere, Güney Afrika‘nın da önünde, en fazla Omicron vakası görülen ülke.
Ülkede hastanedeki hasta sayısı da bir gün içinde yaklaşık 1000 artarak 8 bin 474’ten 9 bin 546’ya çıktı. Geçen haftaya göre artış olsa da salgının zirvesinde görülen 34 bin hasta sayısının çok gerisinde kalındı. Boris Johnson hükümeti, artan vakalara rağmen yeni yıldan önce yeni kısıtlama getirmeme kararı almıştı. Ancak Galler’de gece kulüplerinin kapatılması ve İskoçya’da da sosyalleşmenin sınırlandırılması kararlaştırılmıştı.
Yunanistan‘da da vaka sayılarında artış yaşanıyor. Geçen salı günü, 24 saat içinde 21 bin 657 yeni vaka tespit edildiğini duyuruldu. Yetkililer, bu sayının bir önceki güne kıyasla iki kat fazla olduğuna dikkat çekti. Ülkede 3 Ocak’tan itibaren restoranlar ve barlar gece 00.00’dan itibaren kapılarını kapacak. Gastronomi mekanlarının açık olduğu saatlerde ise masalarda en fazla 6 kişinin oturmasına izin verilecek. Kamusal alanda maske takma zorunluluğu genişletilirken süpermarketlere girerken ve toplu taşıma araçlarına binerken FFP-2 denilen yüksek korumalı maskelerinden takılması gerekecek.
Almanya’da ise iki hafta önce 28 Aralık’tan itibaren önlemlerin sıkılaştırılması kararlaştırılmıştı. Almanya’da federal ve eyalet yönetimlerinin kararlaştırdığı önlemler uyarınca bugünden itibaren ülke genelinde gece kulüpleri, diskotekler ve benzeri mekanlar kapatılacak, futbol maçları gibi büyük çaplı etkinlikler de seyircisiz düzenlenecek. Ayrıca iç ve dış mekanlarda aşılı ve iyileşmiş en fazla 10 kişi bir araya gelebilecek.
Avrupa ülkeleri Danimarka‘da 213, İsviçre‘de 124, Belçika‘da 121 Omicron vakası kayıt altına alındı.
ABD‘de ise Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) pazartesi günü 24 saat içinde 440 binden fazla yeni vakanın kayıtlara geçtiğini açıkladı. Vakaların ne kadarının Omicron varyantı kaynaklı olduğu bilinmiyor. ABD’li teknoloji şirketi Apple artan korona vakaları nedeniyle New York’taki mağazalarını kapatma kararı aldı. Şirketten yapılan açıklamada, müşterilerinin internet üzerinden alışveriş yapmaya devam edebileceklerini kaydetti.
Türkiye’de vaka sayısı yeniden 30 binlerin üzerinde
Türkiye‘de son 24 saat içerisinde kayıtlara geçen koronavirüs vaka sayısı 19 Ekim’den bu yana ilk kez 30 binin üzerine çıktı.
Sağlık Bakanlığı‘nın açıkladığı verilere göre, son 24 saatte 32 bin 176 yeni pozitif vaka kayıtlara geçti. Hayatını kaybedenlerin sayısının ise 184 olduğu bildirildi. Dün, 26 bin 99 yeni vaka kayıtlara geçmişti. Vaka sayısındaki günlük artış oranı yüzde 30 oldu.
Bakanlık dün, İstanbul, İzmir, Şırnak, Diyarbakır, Kütahya ve Isparta‘yı Omicron vakası görülen iller olarak açıklamıştı. Bakanlığa göre, 1 Aralık 2021’den itibaren sekansı yapılarak sisteme girilen 3 bin 344 örneğin 3 bin 73’ünün Delta, 42’sinin ise Omicron varyantı.
Türkiye’de artan vakalara ve ölümlere karşın yeni bir kısıtlama önlemi alınması planlanmıyor.
Ataşehir‘de 11 Kasım’da hiç tanımadığı Başak Cengiz‘i samuray kılıcıyla katleden Can Göktuğ Boz hakkında üç ayrı suçtan ağırlaştırılmış müebbet ve yedi yıla kadar hapis cezası istemiyle iddianame hazırlandı.
İddianame kabul edilirse Can Göktuğ Boz hakim karşısına çıkacak.
Soruşturma tamamlandı
Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından mimar Başak Cengiz’in Can Göktuğ Boz tarafından katledilmesiyle ilgili yürütülen soruşturma tamamlandı.
İddianamede tutuklu fail Can Göktuğ Boz hakkında “Tasarlayarak canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme”, “Silahla tehdit” ve “Yasak bıçaklar ve diğer aletleri vahim miktarda bulundurma” suçundan ağırlaştırılmış müebbet ve üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası istemiyle iddianame hazırlandı.
Hazırlanan iddianame Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi‘ne gönderildi. İddianame kabul edilmesi durumunda fail Boz, hakim karşısına çıkacak.
Ne olmuştu?
Barbaros Mahallesi‘nde 11 Kasım’da akşam bir sitenin önünde yürüyen Başak Cengiz, bu sitede oturan Can Göktuğ Boz’un kılıçlı saldırısına uğramıştı.
Aynı sitede oturduğu öğrenilen Cengiz, vücudunun çeşitli yerlerinden ağır şekilde yaralanmış ve kaldırıldığı hastanede yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamamıştı.
Olayın ardından gözaltına alınan sanık Can Göktuğ Boz, çıkarıldığı hakimlikçe “tasarlayarak canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme” ve “silahla tehdit” suçlarından tutuklanmıştı.
İstanbul-Van, Urfa-İstanbul arası uçak yolculuklarını saymazsak, 10 gün boyunca, gidiş gelişlerle neredeyse 800 kilometre yol yaptık. Doğu Anadolu’nun göz bebeği Van’dan, 1646 rakımdan başladığımız yolculuğumuzu, her biri kadim birer yerleşim yeri olan Batman, Hasankeyf, Diyarbakır, Mardin’i kat ederek Urfa’da, denizden 477 metre yükseklikte sona erdirdik.
Deniz gibi göllerden, ovalardan, bunlara şahdamarı gibi hayat veren, kutsal sayılan nehirlerden geçtik; insanları dinledik, hayvanlarla hemhal olduk. Bazılarını zaten bildiğimiz, bazılarını şaşırarak öğrendiğimiz çok sayıda hikayeyle doldurduğumuz heybemiz sırtımızda, “kürkçü dükkanı”na, İstanbul’a döndük.
Hem ortak dertlere ilişkin bir toparlama hem de “yazmasam olmaz” dediğim birkaç noktaya işaret ederek diziyi bitirmenin zamanı.
Kuraklık
Van’dan Urfa’ya kadar uzayan hat boyunca ağırlıklı olarak, tüm Türkiye’yi etkisi altına alan kuraklığın da izlerini takip ettiğimizi söylesem yanlış olmaz. İklim değişikliğinin bölgeyi nasıl vurduğunu an be an takip ettiğimiz güzergahta, uzmanından köylüsüne konuştuğumuz herkes yağış rejiminin değiştiğini, kışları yeterince kar almadıklarını, bölgede bulunduğumuz ekim ayına gelinmiş olmasına karşın halen yağmura hasret olduklarını, arada bir bastıran ani ve şiddetli yağışlarınsa yarardan çok zarar verdiğini anlattı.
Bütün bunların sonucunda göl ve nehirlerin kuruduğuna, kilometrelerce çekilip cılızlaştığına, tarımsal üretimin tam anlamıyla ‘vurgun yediğine”, değişen iklime uygun olarak yeni bir tarım politikası geliştirilmesi yerine, kuraklığa dayanıklı gerekçesiyle yerin göğün fıstık tarlalarına çevrildiğine ve giderek tek tipleşen bir üretime doğru gidildiğine tanık olduk.
Üstelik hemen herkesin şikayet ettiği ancak bir türlü önüne geçilemeyen “salma sulama” ve yeraltından aşırı su çekme alışkanlığının bir türlü sona ermemesi yüzünden verimli toprakların tuzlanıp çoraklaşarak, üretim yapılamaz hale geldiğini görmek de epey can yakıcıydı.
Barajlar ve HES’ler
Hemen her suyun başına hem kullanım suyu hem de enerji sorununu çözmek amacıyla inşa edildiği söylenen barajlar ve HES’ler ise ayrı bir mesele olarak karşımıza çıktı. Bölgede çalışan uzman ve aktivistler, suyun hayat verdiği insanı, hayvanı ve habitatı neredeyse “imha eden” onlarca HES’in yanı sıra, birer “güvenlik bariyeri” olarak ardı ardına dizilen barajların, derde deva olmaktan çok; su adaletsizliğini artıran, bölge iklimini olumsuz yönde değiştiren, hayvanların ve insanların geçişliliğini engelleyen, dolayısıyla kültürel aktarımların önüne de set çeken bir işlev gördüğüne defalarca vurgu yaptı.
Binlerce yıllık Hasankeyf’i ömrü 40-50 yıllık bir baraj için sulara gömülmüş, sessiz ve ıssız bir halde görmek, Dicle’nin artık akmayan suyundaki çekilmeyi, kirlenmeyi izlemek, sırtını dağa vermiş, dip dibe, bahçesiz konutlara mecbur edilmiş insanların kabullenilmiş çaresizliğini dinlemek özellikle sarsıcı oldu.
Yeşile hasret
Bütün güzergah boyunca birkaç yer dışında, hasretle beklenen yağmuru çekecek yeşil örtü ve ormansızlığın bölgenin neredeyse “makus talihi” haline geldiğine tanık olduk. Göstermelik, “kent ormanları”, bölgenin topografyasına uygun olmayan, dikildikten hemen sonra kuruyup sökülen fidan kampanyaları, özellikle de kayyım belediye başkanlarının nedeni bilinmez palmiye ve çim düşkünlüğünü görünce gözlerimize inanmakta epey zorluk çektik.
Geçen yaz kimsenin müdahale etmediği, buna izin de verilmeyen yangınlarla yok olmuş zaten çok zengin olmayan ormanlık alanlardan arta kalan kavrulmuş toprakları izleyerek geçtiğimiz dağlık alanlarda “rehabilite” çalışmalarının yapılmayışının yarattığı “ferahlama” duygusu ise, tahmin ettiğiniz gibi…
Fotoğraf: Ruşen TAKVA.
Hava kirli, su kirli, toprak kirli…
Bölge, Türkiye’nin geri kalan kısmından farklı olmayarak ancak bundan daha fazlasıyla kirli! Suyu kirli, havası kirli, toprağı kirli, kentleri, şehirlerarası yolları… Halk, kirlilikten kirlilik beğenecek duruma gelmiş neredeyse.
Su kaynaklarına olduğu gibi, arıtılmadan bırakılan kanalizasyon suları, evsel atıklar sadece güzergahımızdaki illerin değil, komşu kent ve ülkelerin de en büyük dertlerinden biriydi. Bırakın ileri biyolojik arıtmayı (sadece iki ilde, Urfa ve Mardin’de üç tane vardı) standart fiziksel arıtma bile yapılmadan suya bırakılan atıklar bir yana, devasa alanı alanı örümcek ağı gibi saran kum, taş, mermer, kırma eleme ocakları, bitmek bilmeyen anız yangınlarının yarattığı hava kirliliği peşimizi hiç bırakmadı. İktidarın “gözde beşli”sinin de aralarında bulunduğu bakır, fosfat vb. işletmeleriyle biyoyakıt tesislerinin yarattığı hava, su ve toprak kirliğini de bütün bunların üzerine ek ve büyük dertler eklemişti.
Sadece hava ve suyun değil, toprağın da kirlenmiş olduğunu üzülerek gördük. Verimli ovalarda, aşırı gübre ve su kullanımı yüzünden ölü alanlar oluştuğuna, belediyelerin vahşi çöp depolama yöntemlerinin çevreyi daha çok kirlettiğine, şehirlerarası yol kenarlarının ise çöplüğe dönüştüğüne şahit olmak zorunda kaldık.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu illeri, “inşaatla kalkınma” anlayışının adeta laboratuvarı haline gelmiş. Gittiğimiz her il, neredeyse bir şantiye halindeydi. Geleneksel yaşam alanları yerle bir edilmiş ve yerlerine yedi-sekiz katlı apartmanlardan oluşan siteler, villa kompleksleri inşa edilmişti, halen de ediliyor. Yıkamadıklarının da yanına yöresine “yeni şehirler” inşa edildiğini gördük. Başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin pek çok yöresinde hayata geçirilen “soylulaştırma” anlayışı gereği, “acele kamulaştırma” yoluyla yerlerinden edilen kent yoksullarının kentlerin çeperine sürüldüğüne bir kez daha şahit olmak zorunda kaldık. Diyarbakır’daki Suriçi Mahallesi, Mardin- Nusaybin gibi özel örneklerde ise, söz konusu yerlerde yaşayanların mesajı netti: “Amaç, ‘makbul görünmeyen’ demografiyi dağıtmak, çatışmalı ortamın ardından toplumsal hafızayı zayıflatmak. Kolay olmayacak.”
Artık gelir elde edemediği için tarımla uğraşmayan nüfusun yığıldığı, aşırı şişmiş kentlerin altyapısı da yerleşim planları da iş olanakları da daralmış; bütün dengeler bozulmuş. Henüz bina dikmenin ötesinde, kalıcı bir çalışma yoktu. Umutlar sonraki baharlara…
İran’la uzun bir sınıra sahip Van’da, Taliban’ın yönetimi ele geçirmesinin ardından geçen yaz boyunca büyük kafileler halinde giren Afganistanlı göçmenler, sonbahar aylarında “görünmezleştiği” bir döneme girilmişti. Sınır boyunca alınan önlemler ve kent içi denetimlerin yanı sıra kış ayları da yavaş yavaş bastırdığı için göç hareketinin biraz yavaşlasa da halen sürdüğünü, ancak mültecilerin artık küçük gruplar halinde geçiş yaptığını, yollarda açık bir şekilde dolaşmadığını ve kentte fazla görünür olmadıklarını öğrendik.
Fotoğraf: Ruşen TAKVA.
Yine de özellikle Van-Tatvan arasında kadınlı çocuklu küçük grupların, yol kenarındaki ağaçlık alanlarda yürüyüşlerini sürdürdüklerine tanık olduk.
Suriye ile sınırdaş olan Urfa’nın ise özellikle artık yerleşik hale gelen Suriyeli nüfusla birlikte neredeyse bir ‘mülteci kenti’ haline geldiğini, kent sosyolojisinin de buna uygun bir dönüşüm gösterdiğini yerinde müşahede ettik.
Göçmen sorunu, özellikle sınır illerinde önümüzdeki yaz boyunca da yakıcılığını koruyacak gibi. Zira komşu ülkelerden Batı’ya doğru akış bitmediği gibi, sınıra örülen kilometrelerce uzayan duvarın yeni hak ihlallerine yol açması kaçınılmaz görünüyor.
Özellikle 2015-16 yıllarındaki ‘Hendek Operasyonları’nın ardından birkaç yıl öncesine kadar ağır “güvenlik” önlemlerinin hüküm sürdüğü, yüzlerce ilçe ve sokağa girmenin geçen yıla kadar yasaklandığı, yasaklanmayanlarda da akreplerin, panzerlerin, resmi ve sivil polislerle özel harekatçıların zaman zaman da askerlerin yoğun olarak kendini gösterdiği, sık sık kontrollerin yapıldığı kent merkezlerinin, en azından görünürde biraz daha ‘normalleştiği’ söylenebilir. Panzerler ve akrepler sokaklardan çekilmiş, kent içinde kontrol noktaları kaldırılmıştı bizim bulunduğumuz dönemde, ancak sivil polis ve askerin, onlara ait araçların varlığı da anlaşılmayacak gibi değildi. Zaten gizlenmiyorlardı da.. Anlaşılan, “sivil denetim-gözetim” dönemine geçilmiş.
Şehirlerarası yolları ise sıklığı artırılmış, güçlendirilmiş ve modernleştirilmiş kontrol noktalarında nöbet tutan, çoğunluğu asker ve korucuların gözetiminde geçtik desek yeri. Yüksek tepelere kurulmuş, korunaklı kontrol kulübelerinin özellikle geceleri ışıldaklarla denetledikleri yolların bazıları için “karanlığa kalırsanız çıkmayın, kentte kalın” öğütleri de halen kulaklarımızda çınlıyor.
Çok sayıda özel harekat polisinin askerlerle birlikte bulunduğu büyük kontrol noktaları ise özellikle Van-Gevaş yolunda, neredeyse her birkaç kilometrede bir karşımıza çıktı. Her seferinde de kimliklerimiz özenle ve dikkatle kontrol edildi, not alındı, ancak beş dakika sonra yine durdurulacağımız ikinci noktaya bildirilmedi. Özellikle de, mültecilere yönelik olduğunu tahmin ettiğimiz otobüslerin arandığı bu noktaların yanında yöresindeki yol kenarlarındaki çalılıklar arasında yürüyen, bizim bile gözümüzle gördüğümüz sığınmacıların bu kontrollere ‘yakalandığına’ ise neredeyse hiç tanık olmadık.
Bölgede salgın ‘bitmiş’
Yerinden bildirmek gerekir ki, Covid salgını bölgede bitmiş. Ziyaret ettiğimiz illerin hemen hepsi, ekim ayında Sağlık Bakanlığı’nın “kırmızı”yla simgelediği, yani aşılamanın yetersiz olduğu yerlerdi. Ayrıca hemen hepsi, İstanbul’dan sonra vaka sayılarının en yüksek olduğu illerdi. Buna mukabil cıvıl cıvıl, kalabalık sokaklarda maske takanların sayısının çok küçük bir azınlık olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
“Kontrolsüz ve ani normalleşmenin” de etkisiyle hayat tamamen normale dönmüş desek yeri. Düğünler, taziyeler, sıra gecelerinin hiçbir şey yokmuş gibi sürdüğü bütün bu kentlerde kafeler, restoranlar, alışveriş alanları, çarşıları dolduran insanların arasından çift maskeyle, elimizi kolumuzu biraz açarak geçmeye çalışırken, içimden hep “Hastalanmadan dönerim inşallah” diye dua ettiğimi söylemesem olmaz.
Konuştuğumuz vatandaşların bir kısmı virüse inanmadığını söylerken, kaldığımız otelin sahiplerinden biri asker ve öğretmenlerin de içinde yer aldığı kamu görevlilerinin bile sahte “aşı kartları” aldığını anlattı.
Siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerin, resmi kurumların ve STK’lerin bütün çabasına rağmen, geçmişte bölgedeki çocuklara yapılan tek doz kızamık aşısının bozuk çıkması ve bazı çocuklarda SSPE hastalığına yol açtığı unutulmamış. Ancak en önemli bariyerin halk arasında konuşulan hurafeler olduğu anlaşılıyordu. Aşının kısırlık yaptığı, iktidarsızlığa yol açtığı, ömrü kısalttığı, başka hastalıklara yol açtığı, genetik yapıyı bozduğuna ilişkin çok sayıda “görüş” dinledik.
Korku, zaman bulamamak, köylerde yaşadığı için aşı yapılan noktalara ulaşamamak da diğer sebepler arasındaydı.
Şu sıralar Omicron varyantının hızla yayıldığı günlerde durumun ne olduğunu sormak için bölgedeki meslektaşlarımı aradığımda, “Nasıl bıraktıysan öyle” yanıtını aldım.
Bakanlığın yayımladığı son haritaya baktığımda, Van’ın yüzde 72 ile “sarı”ya dönmüş. Batman, Diyarbakır, Urfa, Mardin ise yüzde 50 ila 60 aşılama oranıyla halen “turuncu”; yani Türkiye’nin en az aşı uygulanan illerinden.
İyi şeyler…
İyi şeyler de gördük gezimiz sırasında. En başta yöre halkının sıcak karşılayışı ve uzmanından sivil toplumcusuna, bilim insanından aktivistine kadar hemen herkesin anlatmak, konuşmak isteyişi; biz aramadan onların bizi bularak bir araya gelmek için düzenlemeler yapması çok sevindirdi.
Çok sayıda yanlış uygulamaya rağmen, ulu dağlar, verimli ovalar, kadim nehirler, göllerden oluşan olağanüstü coğrafyanın, insanı, hayvanı ve doğasıyla hayata tutunma çabası ve geleceğe yönelik umutlar da içimizi ferahlattı.
Van’da birkaç yıl öncesine kadar nesli tükenme noktasına gelen endemik İnci kefalinin –bölge halkına göre uçan balık ya da Van balığının- özellikle de Yüzüncü Yıl Üniversitesi hocaları tarafından yapılan eğitim çalışmalarıyla tekrar çoğalmaya başladığını duymaktan memnun olduk. Dr. Mustafa Akkuş, bize şunları anlatmıştı:
“2000’de derede neredeyse balık kalmamıştı, soyu tükenmek üzereydi. Trabzon’dan gırgır tekneleri getirip gölden tonlarca balık çektiler. O yıllarda yılda 15 bin ton balık avlanıyordu, yapılan çalışmalar ve denetimler sayesinde 2011’de 11 tona kadar düşürüldü.”
Bunun için köylülere eğitimler verilmiş; 20 balıkçı köyünden 18’i inci kefali avcılığından vaz geçmiş. Köylerdeki çocuklarla anlaşılıp dere kenarları boyunca nöbet tutmaları sağlanmış, jandarmanın etkin denetim yapması sağlanmış. Akkuş, “Halk sahip çıkmazsa olmaz, ancak tamamen olmasa da 25 yılda bir nebze başarı sağladığımızı söyleyebilirim” demişti.
Göç yolunda halen engeller var, kaçak avcılık da tamamen bitmiş değil, bu da üreme düzenini bozuyor. Seneye balık göçünü izlemek üzere davetliyim; iyi haberler verebileceğimi umuyorum.
En azından birkaç ilde ileri biyolojik arıtma tesislerinin yapılmaya başlanmış olması, Mardin, Urfa gibi güneşi bol yerlerde güneş enerjisine yönelik çalışmalar da iyi haber kategorisindeydi. Kimse, yenilenebilir kaynaklardan enerji elde edilmesine karşı değil bölgede, itirazlar ise daha çok başta HES ve RES’ler olmak üzere tesislerin yerleşim yerlerinin kıyısına, verimli toprakların ya da zaten çok az olan ormanlık alanların ortasına yapılmasında; “dev ve çılgın” projelerin bölge dengesini bozmasında düğümleniyordu.
Bu sorunların çözülmesi halinde, su ve güneş yoksunu olmayan bölgenin, Türkiye’nin en verimli enerji üretim noktalarından olmaması için hiçbir neden yok.
Çevre aktivistleri
Mardinli çevre aktivisti Abdülvahap Irmak, “Bölgede ekoloji, sadece ekoloji değil, burada hiçbir şey sadece kendisi değil” demişti son sözleri olarak. Haklı. Çok uzun zamandır, en küçük bir itirazın bile ağır şiddetle bastırıldığı bir coğrafyada, hele de ekoloji eylemleri yeni “kriminal vaka” olarak tanımlanmışken, işleri hiç kolay değil.
Bir avuç aktivistin hiçbir karşılık almadan, işlerinden artırabildikleri zaman ve enerjiyi havası, suyu ve toprağıyla doğalarını, yaşanan yıkımlardan zarar gören hayvanlarını ve insanlarını korumaya adaması takdire şayan olsa da yeterli değil. Yalnız bırakıldıklarını, seslerinin “Batı”da duyulmadığını anlattı neredeyse hepsi. Bunda da haklılar.
Sadece aktivistler de değil, Mardin’in Mazıdağı’ndaki, biyokütle santralinde oğlunu kaybetmiş köylünün sesi de halen kulaklarımda: “Söyleyeceğiz de ne olacak. Bunlarla baş edemeyiz ki!”
İklim krizi sınır tanımıyor, doğal/ekolojik yıkım da sadece bulunduğu bölgeyi değil, tüm ülkenin kaderini etkiliyor. Gözden uzak kentlerde, köylerde kendi başına bırakılmışların derdi, tasası ise yüksek rakımlara bir türlü ulaşmıyor.
Yani zaman dayanışma, birbirinin sesini duyma, birbirinin sesi olma zamanı. Umarım bu dizi, ulaşması gerekenlere ulaşır ve bölge halkının, ağacının suyunun, hayvanının yardım çığlığına bir yanıt verilmesine vesile olur.
Fuzuli yüzyıllar önce, bambaşka bir bağlamda kaleme almıştı: “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.” Biz susmadık, söyledik. Tesiri olur, değil mi?
ABD’nin en kuzeyinde bulunan Alaska eyaletinin Kodiak kentinde, aralık ayı sıcaklık rekorları kırıldı. Kentte pazar günü kaydedilen 19.4 derece, Alaska’da bu mevsimde kayıtlara geçen en yüksek sıcaklık. Yine aralık ayı eyalette 18.3 derecelik sıcaklık ölçülmüştü.
Alaska’da yaz aylarının ortalama sıcaklığı normal koşullarda 4 ila -15, kış aylarında ise -18 ile -30 derece arasında. Eyalet yetkilileri, bu yıl sıradışı şekilde ılık bir kış geçirdiklerini, günlük hava sıcaklıklarının genel olarak 15.5 derecenin üzerinde seyrettiğini belirtti.
Alaska İklim Değerlendirmeleri ve Politikaları Merkezi’nden bilim insanı Rick Thoman bu durumu ‘absürt’ olarak niteledi. Homan, eyaletin tarihte kayıtlara geçen en sıcak Noel’e sahne olduğunu, birçok noktada sıradışı şekilde yüksek sıcaklıkların ölçüldüğünü söyledi.
ABD Ulusal Hava Servisi‘nin (NWS) bu Aralık’ta görülen 18.3 santigrat derecelik sıcaklık (65 Fahrenheit) 26 Aralık 1984’te belirlenen 7.2 derecelik (45 Fahrenhied) derecelik önceki yüksek sıcaklık rekorundan 11 derece daha yüksek.
Olağandışı yağmurlar, buz örtüsünü eritiyor
Ulusal Okyanus Atmosfer İdaresi’ne (NOOA) göre de Alaska, tüm kutup bölgesinde olduğu gibi, diğer tüm ABD eyaletlerinden daha hızlı ve küresel ortalamanın iki katı kadar hızlı ısınıyor.
Normalde aşırı soğuk ve karla özdeşleşen bu dönemde, eyalet genelinde beklenmeyen ve şimdiye dek görülmemiş şekilde ani yağmurların yağdığı da kaydediliyor. Ağır kar yağışının ardından yaşanan sağanaklar nedeniyle birçok yeri buz tutuyor, geniş çaplı elektrik kesintileri yaşanıyor. Eyalet çapında ana yollar ile bazı ofislerin kapatıldığı belirtiliyor.
Eyaletin Fairbanks kentinde geçen pazar, tarihin en yağışlı aralık ayı olarak kaydedilmişti. Kent bir günde 4.9 santimetre yağış almıştı.
🚨The Kodiak Tide Gauge station recorded an amazing 67°F yesterday. This is a new statewide temperature record for December. The Kodiak Airport recorded 65°F. This broke their monthly record by 9°F! The weather balloon launched at the same time confirms these amazing readings. pic.twitter.com/IuTPCGOrFU
Geçen ağustos ayında da Grönland‘ın yüksek zirvelerine, kayıtların tutulmaya başlandığı 1950’den bu yana ilk kez yağmur yağmıştı. Üç gün boyunca 7 milyar ton hacminde yağan yağmur, buz tabakasının erimesini de hızlandırmıştı.
Alaska’da son 20 yılda daha ılık ve nemli kışların giderek sıklaştığını söyleyen Thoman, “Isınan bir dünyada beklediğimiz şey tam da bu” dedi. Alaskalı bilim insanı, eyalette kış aylarının hâlâ -28 derecelere kadar soğuk geçeceğini ama aralıklı olarak yaşanan ılık ve yağışlı dönemlerin artmasının beklendiğini kaydetti.
Türkiye’nin en değerli koylarından biri olan Bodrum Bitez’de 18 bin 847 metrekarelik kamu arazisi, 115 milyon 900 bin TL’ye Demircioğlu Mermer Sanayi ve Ticaret Taahhüt Limited Şirketi‘ne satıldı.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından imzalanan 4975 sayılı kararla da satış onaylandı.
Cumhurbaşkanı Kararı yayımlandı
Yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararı’nda, taşınmazın en yüksek teklifi veren Demircioğlu Mermer Sanayi ve Ticaret Taahhüt Limited Şirketi’ne İhale Şartnamesi çerçevesinde satıldığı kaydedildi.
Bunun yanında, 4974 sayılı kararla, Elektrik Üretim A.Ş‘ye ait Çal Hidroelektrik Santrali tarafından kullanılan taşınmazların da satışı yapıldı. Taşınmazları Erk İnşaat Taahhüt Hazır Beton Turizm Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi alırken, taşınmazlar için 9 milyon 370 bin TL ödendi.