Editörün SeçtikleriKentManşetYerelYeşil Gazete Doğu'da

[Yeşil Gazete Doğu’da-10] TOKİ’leşen Diyarbakır

0

Haber-İzlenim Dizisi: Alev KARAKARTAL

*

Diyarbakır’daki son durağımızda, henüz kente girerken fark ettiğimiz, “inşaat halinde”ki durumu konuşuyoruz kaynaklarımızla. “TOKİleşme” diye tarif edilebilecek bir dönüşüm, değişim halinde şehir hakikaten de. Her yer toz duman altında; kazılıyor, yıkılıyor, yerine yenileri dikiliyor.

Mezopotamya Ekoloji Hareketi aktivisti Vahap Işıklı’nın kentin değişen yüzüyle ilgili de söyleyecekleri var:

“Diyarbakır toptan değişiyor, dönüşüyor. Fiskaya’da, Bağlar’da, Kaynartepe‘de, Muradiye‘de, Sur içinde ayrı kentsel dönüşüm projeleri uygulanıyor. Peyas’da da başlanmıştı, ancak Şehir ve Bölge Planlama Odası’nın başvurusuyla mahkeme iptal etti.

Bunlar devam ederken bir yandan da TOKİ eliyle kadim yerleşim yerlerinin yok edilip yeni yaşam alanları açılmasına tanık oluyoruz. Beşyüzevler, Seyrantepe, Üçkuyu, Esentepe gibi bölgelerde yapılan siteler, apartman grupları sayesinde kent, dış çepere doğru açılıyor, Sur içinden koparılıp bambaşka bir habitata yönlendiriliyor.”

Diyarbakır ve dönüşüm denince ilk akla gelen Suriçi. Zira Mezopotamya’nın kalbi Diyarbakır, Diyarbakır’ınki ise Suriçi. Ya da öyleydi.

Yaklaşık 120 bin kişinin yaşadığı Sur ilçesi 2. derece kentsel sit alanı. 158 bin hektarlık alanda yer alan ilçede, 124 anıtsal, 410 adet tescilli sivil mimari yapı mevcuttu. Burada bir kentsel dönüşüm yapılması, uzun süredir tartışılan bir konuydu aslında. Hatta 2010’da Alipaşa ve Lalebey mahallelerinde TOKİ, Bakanlık ve Belediye işbirliğinde hazırlanan kentsel dönüşüm projesi kapsamında 850 yapının 330’u yıkıldı. Halkın tepkisini çeken bu süreç 2013 yılının sonunda belediye tarafından durduruldu.

Aralık 2012’de ise afet yasası olarak bilinen 6306 sayılı kanun kapsamında Sur’un tamamı riskli alan ilan edildi.

Sur’un kaderi, 2 Aralık 2015 ile 10 Mart 2016 tarihleri arasında ilan edilen sokağa çıkma yasakları boyunca Cevatpaşa, Fatihpaşa, Dabanoğlu, Hasırlı, Cemal Yılmaz ve Savaş mahallelerinde yaşanan çatışmalarla tamamen değişti. Çatışmalar sadece ölümlere değil, tarihi eserler dahil birçok yapının da yerle bir olmasına neden oldu.

2016’da altı mahallede ilan edilen yasak sürerken, 6 bin 293 parseldeki, 46 hektarlık alanda bulunan altı mahalle, burada yaşayan halk göç ettirilerek yıkıldı. TMMOB’un raporuna göre, söz konusu mahallelerde tescilli 87 yapı ve tescile değer 247 yapının da aralarında olduğu 3 bin 569 yapı yok edildi.  Üç yıllık sokağa çıkma yasağının kaldırıldığı Mart 2016’da ise asıl yıkım başladığını belirtiyor TMMOB: “Yasaktan sonra 10 Mayıs 2016 uydu görüntülerine göre 75.3 hektarlık alanda 10.2 hektarlık bir bölümde yıkım olduğu görülüyor. Ama aradan geçen 16 ayda bu oran 46.3’e yükseliyor. Yani Sur’da yaşanan tahribatın esas kaynağı çatışmanın bitmesinden sonra yürütülen yıkım çalışmasıdır. Geldiğimiz noktada Sur’un yüzde 72’si yıkılmış, alanda tescilli yapılarla beraber hiçbir şey kalmamış durumda.”

Can güvenliği olmayan ve evleri yerle bir edilen en az 30 bin kişi ise ilçeden göç edip, bir gün geri dönebilmek umuduyla şehrin farklı bölgelerine taşındı.

Sur’da yaşananların ardından, 1 şubat 2016’da Suudi Arabistan gezisinde gazetecilerin sorularını yanıtlayan dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu şunları söylüyordu: “Bu şehirler 90’lı yıllarda çarpık ve kontrolsüz bir şekilde gelişen şehirler. Bu olaylar yaşanmamış olsaydı bile kentsel dönüşümün yapılması gereken yerlerdi. Sur, Silopi, Nusaybin ve benzer yerlere insanca yaşanabilecek konutlar yapılabilecek. Özellikle Sur’da bir taş üzerine taş konsa haberim olacak dedim. Tescilli Diyarbakır evleri, camiler, kiliseler, hanlar Diyarbakır’ın mimari dokusuna hiçbir zarar vermeden restore edilecek. Diyarbakır Sur’u öyle inşa edeceğiz ki aynen Toledo (İspanya) gibi mimari dokusuyla herkesin görmek istediği bir yer haline gelecek.”

Yeni inşa edilen mahallelerin olduğu bölgedeyiz. Çatışmalar sırasında ziyarete kapanan ancak şimdilerde kısmen yeniden açılan Keçi Burcu’nun tam karşısında. Sur’u 2000’li yılların başında ziyaret eden biri olarak gözlerime inanamadığımı söyleyebilirim. Bazalt desenli giydirme yapılan, dip dibe, bahçesiz, avlusuz, Surluların deyişiyle “Diyarbakır Cezaevi gibi” yapıların gölgesinin düştüğü toprak bile kimsesiz… Sokaklardaki mahzun sessizliği, birkaç kadının evler arasındaki ürkek gezinmelerinin ayak izleri bozuyor. Yakın zamana kadar, inşaat alanına girmek mümkün değilmiş, girişlere yapılan polis kontrol noktalarında neden burada olduğunuzu açıklamanız isteniyormuş.

Bizim bulunduğumuz tarihlerde kontrol noktası yok, ama başka kimse de yok, hayat da yok. Çatışmaların ve yıkımların ardından, yaklaşık 2 milyar TL harcanarak yapılan inşaat çalışmaları halen tamamlanmış değil. Aralarda, birkaç eski binaya rastlıyoruz, belki “korunmak üzere” yıkılmamışlar, ama korunmamışlar da… Öylece, etrafları çevrilmiş şekilde duruyorlar.

Bu altı mahallenin acele kamulaştırılmasından sonra mahalle halkına üç seçenek sunulmuştu: Ya mülküne karşılık cüzi miktarda para, olmazsa borçlandırarak kent dışındaki TOKİ konutlarından bir daire ya da yeni inşa edilen villa tipi konutları yeniden satın almak. Ancak gelir düzeyi zaten oldukç düşük olan ailelere teklif edilen yeni konutların ortalama satış fiyatı 500 bin ila 1 milyon TL olunca sonuncu seçenek epey anlamsız kalmış. Zaten henüz ne teslim edilen bir konut var ne de satın alan eski sahip.

Vahap Işıklı, eski evlerini satın almayı göze alabilen birkaç kişinin bile ağır borçlandırma altında şimdiden ezildiklerini, bu paraları ödeyebileceklerinden kendilerinin de emin olmadığını söylüyor. Biten evler olmasına rağmen, kimsenin yeni binalara taşınmak istemediği için öylece durduklarını anlatan Işıklı, “Sadece bu taraf değil, diğer mahallelerde de yıkım yapılacak. Hevsel tarafından başladı bile. Bunun adı mekan-kırımdır. Kenti varoluş alanlarını, politik alanlarını yıkmak, oraları hafızasızlaştırmak istiyorlar. Bütün mesele bu” diyor.

Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi’nin bir önceki Eş Başkanı, şimdi de yönetiminde bulunan Şerefhan Aydın da benzer bir kanıda:

“Hasankeyf gibi bir değeri, dünyanın herhangi bir devleti talan edip su altında bırakamazdı, olmazdı. Burası için de aynı şey geçerli. Bu uygulamaların tek nedeni hafızasızlaştırma. Binlerce yılın hafızasını yok ediyorlar, çünkü burayı kendi değeri olarak görmüyor, kendisinin kılmak istiyorlar.”

İktidarın kentin çehresini değiştirme planında temel yaklaşımının, yasaları zor aracı olarak kullanmak olduğunu kaydeden Aydın şunları söylüyor:  “2015’teki kent savaşı sırasında sağlık ocağını, kreşi, çocuk yurdunu, okulu karakola dönüştürdüler. İstedikleri her şeyi kılıfına uydurma gereği bile duymadan yapabiliyorlar. Kentsel dönüşümle ilgili tasarrufları bilimle teknikle alakası olmadan, gerekçe gösterebiliyorlar. Örneğin, ‘riskli alan’ ilanı, Diyarbakır’daki pek çok kentsel dönüşüm projesinin gerekçesi. Ama neye göre riskli, nasıl bertaraf edilebilir, yerinde nasıl dönüştürülebilir buna bakan yok. Asıl mesele, bazı yerlerin ‘güvenlik açısından riskli’ görülmesi.  Tek ses, tek renk anlayışının bir yansıması bu da. Sur’daki restore edilen bazı sokaklarda yapılan cephenin aynısını Bitlis’te, Dersim’de, Mardin’de de görebilirsiniz. Planlamalar bile olanın çeşitliliğine izin vermemek üzerine kurgulanıyor.”

‘Bazalt taş yapılsa da olur, yapılmasa da…’

Sur evlerinin temel özelliği olan bazalt taş kullanımından da epeyce ödün verilmiş yeni villa tipi evlerde. Mimarlar Odası karşı davalar açmış ama bir sonuç alamamış. UNESCO’nun korunması gereken tarihi-sosyal değer olarak tescilinde bile çok önemli bir etken olan bazalt taş kullanımı için yeni Koruma Kurulu kararında “yapılabilir” ifadesi kullanılmış. Oysa daha önce bu zorunlulukmuş:

“Artık istenirse yapılır, istenmezse yapılmaz durumundayız. Aliminyum, cam kaplamanın önü açıldı böylece. Bilirkişi Mimarlar Odası’nın başvurusu lehine rapor vermesine karşın kabul edilmedi, yeni bilirkişi atandı ve yeni bir karar çıkarıldı. Şu anda evlerin hepsi bazalt değil, bazalt deseni giydirmeli beton binalar, beyaz boyalı cepheler ortaya çıktı. Sıva üstü boyalar falan… Halbuki bazalt taş, Suriçi evlerinin temel özelliğidir.“

Sur’da yeni inşaatlar yapılmıyor şu anda, sadece temeli atılanlar tamamlanmaya çalışılıyor. Şerefhan Aydın, Sur evleri gibi tarihi bir değerin bir grubun yönlendirmesiyle, özüne uygun biçimde yeniden inşa edilmesinin zaten mümkün olmayacağını söylüyor: “Oda olarak kentin tüm ilgili kurum ve kuruluşlarını, halkı ve muhtarları sürece katılmasını zorladık, ama olmadı, olamadı.”

Geçmişi çok eskilere M.Ö 7500 yıllarına kadar uzanıyor Suriçi’nin. Yapılan arkeolojik kazılar  en eski yerleşim alanlarının bu bölgede olduğunu kanıtlıyor. Hurriler, Mitanniler, Hititler, Asurlar, Medler, Persler, Romalılar, Araplar, Selçuklular, Osmanlılar ve 30’a yakın uygarlığın hüküm sürdüğü ilçe, çok uzun süre bir tarih ve kültür merkezi olma özelliğini korumayı başarmış; her uygarlık kendi kültürünü öncekilerle kaynaştırıp, daha zengin hale getirerek yeni kuşaklara adeta bir açıkhava müzesi gibi sunmuş.

Şimdi yerle yeksan edilen bölgenin yeniden inşa edildiği günümüzde, yönetimin kendi meşrebince attığı imzada koyu gri bir “Emniyet tonu” hakim. Suriçi için yapılan “Koruma Amaçlı İmar Planı”’nda bulunmamasına rağmen, mahallelere altı karakol inşa edilmiş ve bu karakollar yüksek duvarlarla çevrilmiş mesela. Sur içinde sur gibi… Yine planlara aykırı şekilde, sokak dokusuna aykırı olarak, dipdibe konutları kesen, 15 metre genişliğinde sokaklarda gezerken “güvenlik” bakışının ağırlığını her adımda hissediyoruz.

Işıklı, acele kamulaştırma, riskli alan ilanı gibi uygulamalarla eski Sur evlerinin çok ucuza alındığını ve yerlerine yapılan villa tipi evleri 1 milyon TL’ye varan fiyatlarla satışa çıkardıklarını anlatıyor: “Geçen yıl bir emlak sitesinde, bir ev için 1 milyon 250 bin TL. fiyat biçildiğini gördük. Şu anda en az 2 milyon olmalı. Oranın halkı zaten yoksul. Ev sahiplerine, o da büyük avlulu evler için en fazla 150 bin TL. verildi, şimdi isterseniz, siz alın diyorlar ama nasıl alsınlar?”

Alamıyorlar da. Onlar için kentin 30 kilometre ötesinde, Çöl Güzeli, Afet Evleri adı verilen TOKİ konutları yapılmış. Mermer varaklı, yaşayıp yaşamayacağı meçhul palmiyeli yeni semtlerde… Ancak oradan bile yeni ev alabilmeleri mümkün görünmüyor.

Fiskaya

Diyarbakır’da kentsel dönüşüm anlamında sıkıntılı olan tek yer Suriçi değil. Başlarken işaret ettiğimiz üzere, kent adeta bir inşaat şantiyesi görünümünde. Her yerde yıkım, yeniden yapım, dönüşüm, değişim, restorasyon çalışmaları var. Kentte bulunduğumuz dönemde, en çok konuşulan konulardan biri de Fiskaya Mahallesi’ndeki yıkım ve boşaltmaydı.

Geçen Ağustos ayında, Diyarbakır Valisi  Münir Karaloğlu, anahtar teslim töreni sırasında Fiskaya, Dicle ve Ferit Köşk mahallelerinin de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından “riskli alan” ilan edildiğini ve hak sahipliği ile gayrimenkul değerlendirme çalışmalarının, bakanlığın “yoğun iş yükü” yüzünden Belediye’ye devredildiğini söyledi.

Diyarbakır’ı hep görünümüyle hem kültürü hem de sosyal dokusuyla “aslına dönüştürme” gayreti içinde olduklarını dile getiren Vali, “Fiskaya’nın yeşilini Hevsel’in yeşiliyle buluştuğu muhteşem bir manzarayı ortaya çıkarmış olacağız” dedi:

“2-3-4  etap yeşil alan sadece 5 etapta konutlarımız olacak.1. Etap Fiskaya’dan aşağıya inerken yolun sağı, solu, altı ve üstündeki hak sahiplerimize helalleşip el sıkıştıktan sonra orayı boşaltacağız, yıkacağız.”

Bağlar ve Kaynartepe de aynı durumda. Vali, bakanlığın kentsel tasarımını pek beğenmiş, konuşmasında o bölgede “çok güzel bir mahallenin ortaya çıkacağı” müjdesini de verdi.

Işıklı’nın “şimdilik vaz geçildi” dediği Peyas Mahallesi için de planlar hazırlanmış: “O daracık çarpık yapılardan son derece çağdaş insanı bir yapıyı İnşallah ortaya çıkarmış olacağız. Peyas Mahallesi’nin dönüşüm planları bitirildi. İnşallah yakın bir zamanda orayla ilgili de riskli alan ilanı yapıldıktan sonra oradaki çalışmalarımızda başlayacak. Şilbe’de de Çevre ve Şehircilik Bakanlığımızın hak sahipliği ve gayrimenkul değerleme çalışmaları devam ediyor.”

Soylulaştırma

“Riskli alan” ilanları, biraz “görülen lüzum üzerine” gibi… Soru çok: Neye göre riskli, kime göre, nasıl, yerinde dönüşüm mümkün değil mi, söz konusu mekanlardaki insanları göçertmeden, konutları onlardan ucuza satıp başkalarına milyonlara satmadan, yaşayanların fikrini alarak, taleplerini dinleyerek bütün bunlar yapılamaz mı vs. vs.

Biz İstanbullular bunları Tarlabaşı’ndan, Sulukule’den, Fikirtepe’den ve onca “dönüştürülen” alandan biliyoruz, diğer kentlerde yaşayanlar da kendi mahallelerinden. Diyarbakır’da ve diğer bölge kentlerinde ise bu “soylulaştırma” anlayışının bir de hafızasızlaştırma boyutu var. Vahap Işıklı, “boşaltmalar nasıl yapılıyor” sorumuza yanıt verirken anlatıyor:

Vahap Işıklı.

“İnsanların gönüllü olarak yaşadıkları yeri terk etmeleri için kentin varoşlarında uyuşturucu dağıtılıyor. Rahatsızlık ve huzursuzluk yayılsın diye. Böylece yıkım da göç de zemin buluyor, halkın bir kesimi ‘aman gelin yıkın’ desin istiyorlar. Bu senaryo Kaynartepe’de uygulandı ve başarılı oldu. Bağlar’ın bir kısmı da öyle. “

Hevsel Bahçeleri’nin hemen üzerindeki, Bağlar Mahallesi’ne bağlı Fiskaya’da ise şimdilik böyle bir durum yok. Sokağa bakan yıkılmış, evler öylece duruyor. Mahallelilerin halen geleneksel Diyarbakır mahallesi özelliğini koruyan, çarşıya, pazara, okula yakın, komşuluk ilişkileri güçlü yaşam alanlarından ayrılmamak, evlerini satmamak konusunda bir dirençleri var hala. Zaten satsalar da elde edecekleri meblağ ile yeni bir ev almaları, gönderildikleri şehir dışındaki TOKİ yerleşimlerinde bile pek mümkün değil gibi görünüyor.

Tıpkı Işıklı gibi Şerefhan Aydın da meselenin ağırlıklı olarak politik olduğu kanısında:

“Diyarbakır merkezde kentsel dönüşüm ilan edilen iki bölge var. Biri Kaynartepe diğeri Bağlar. Kentin ilk sur dışı yoğun yerleşim bölgesi buraları. 1980-90’larda göç eden yurttaşların barındığı yerdi. Süreç içinde kriminalize edildi, bu olaylar teşvik edildi. Fuhuş, madde bağımlılığı, hırsızlık olaylarının artışına izin verildi. Yoğun bir mülteci yerleştirmesi uygulandı. Yerli vatandaşlar da artık oralarda yaşamak istemez hale geldi. Yakın bir gelecekte de terk etmek zorunda kalacaklar.”

Şerefhan Aydın.

Kentsel dönüşüme ilişkin yönetmeliğe eklenen yeni bir ek madde ile “güvenlik” amacıyla da dönüşüm yapılabileceğine karar verildiğini söyleyen Aydın, Diyarbakır’daki dönüşümün altında asıl olarak bu amacın yattığını düşünüyor. Söylediğine göre Bağlar’da da Fiskaya’da da ne zemin etüdü yapılmış ne de yapıların riskleri tek tek ölçülmüş. Bütün kentsel dönüşümlerde olduğu gibi “acele kamulaştırma” kararı çıkarılmış ve yıkım başlamış.

Surlarda restorasyon

Geçen yılın başında, restorasyonuna başlanan Diyarbakır’un UNESCO koruması altındaki surların hemen dibine, Hevsel ile Fiskaya arasındaki arasındaki bölgeye Çevre Bakanlığı ve TOKİ ihalesiyle altı ayda bir Millet Bahçesi yapıldı. Proje kapsamında, surların dibine beton döküldü, önüne istinat duvarı örüldü, bir de gelenler Millet Bahçesi’ni rahatça seyretsin diye surlara demirler çakılarak balkonlar inşa edildi. Araç trafiğine de açılan bölgede ağaçlandırma ve sulama için tesisat döşendi.

İş yapılıp bittikten sonra Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na başvuru yapıldı. Ve ortaya çıktı ki proje izinsizmiş, kültürel mirasın korunması hassasiyeti gözetilmeksizin yapılmış.

Mimarlar Odası’nın itirazları üzerine Koruma Kurulu, balkonların kaldırılmasını, peyzaj ile ilgili düzenlemelerin yapılmasını, surun hemen yanı başına yapılan 1.5 metrelik su deposunun zemin altına alınmasını,  Hevsel yakınlarındaki yolun araç trafiğine açılmasından vazgeçilmesini, 62 nolu burç ile Keçi burcu arasında ağaçlandırma yapılmamasını, kale duvarına zarar vereceğinden buralarda sulama da yapılmamasını, burç etrafındaki metal korkulukların kaldırılmasını istedi.

Balkonlar artık yok, metal korkuluklar da…

Surlarda bir buçuk yıldır devam eden restorasyonu başta Mimarlar Odası olmak üzere ilgili meslek kuruluşlarının inceleme ve denetleme yapmasına, bu çalışmalara katılmasına izin verilmiyormuş. Şerefhan Aydın, restorasyon çalışmasında kullanılması gereken yöresel bazalt taşı çok pahalıya geldiği için Kayseri’den bazalt getirilse, “dişi taş” denilen gözenekli taşlar yerine “erkek taş” denilen düz taşlar kullanılsa da mümkün olduğunda özüne ve dokusuna yakın bir restorasyon yapıldığını söylüyor.

Bunu duymak, “Sünger Bob” kalelerini, Narmanlı Han’ı, Galata Kulesi’ndeki hiltili saldırıyı, yıkılıp sıfırdan replikası yapılan çok sayıda tarihi binayı, ince işçiliklerin badanayla boyayla “temizlenmesini” , tarihi taşların arasına beton benzerlerinin konulmasını ve benzeri çok sayıda restorasyon faciasını izlemek zorunda kalan bizler için ferahlatıcı bir haber.

Tüm bu bilgileri yetkililerden değil, “farklı yollardan” görebildikleri kadarıyla elde edebilmişler. Keşke Diyarbakır Surları gibi önemli bir tarihi mirasın restorasyonu, ilgili meslek odalarından uzmanların görüşüne ve değerlendirmesine de serbestçe açılsa, böyle kaçak göçek değil, bilgi ve emeklerini katarak birlikte çalışmalarının bir yolu bulunsa diye düşünmüyor değil insan.

Ancak artık bizi sıcak bir konukseverlikle karşılayan Diyarbakır’dan ayrılma zamanı. Bir sonraki durağımız, bölgenin bir başka kadim kenti; Mardin.

You may also like

Comments

Comments are closed.