Editörün SeçtikleriManşetYerelYeşil Gazete Doğu'da

[Yeşil Gazete Doğu’da-15] Urfa’nın bir ‘mülteci kenti’ olarak değişen sosyolojisi

0

Haber-İzlenim Dizisi: Alev KARAKARTAL

*

Doğu ve Güneydoğu Anadolu yolculuğumuzun son durağı olan Urfa’da, son konuğumuz sosyolog Cansu Yüce. Onunla özellikle Suriyeli göçmenlerin en büyük duraklarından olan kentin değişen sosyolojisini ve Urfa’da genç bir kadın olarak varolma halini konuşacağız.

Yüce, Antep’teki Göç Enstitüsü’ne bağlı olarak kent çalışmaları yapıyor. Uzmanlık alanı mülteciler. Anlattığına göre kentte, ilk sırada yarım milyondan fazlası Suriyeli olmak üzere 700 bin kişi civarında mülteci yaşıyor. Afganistanlı sığınmacılar Van’dan buraya kadar inmiyormuş. Bizim de gözlemimiz o yönde. Afganistan’dan gelenler Tatvan üzerinden Türkiye’nin içlerine ve Batı illerine taşınıyorlar daha çok. Irak ve İran’dan gelenlerin sayısının da yüksek olduğunu söylüyor Yüce.

Kanada ve Almanya’daki göçmenlere hizmet veren “hukuk kliniği” modelini, Türkiye’de ilk kez Urfa’da hayata geçirmişler. Kliniği tıbbi anlamda değil, ancak “sorunun tanımlandığı, teşhis konulduğu yer” anlamında kullanıyorlar. Mültecilerin adalete erişiminin desteklenmesi projesinin bir kolu olan çalışma, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) ve Barolar Birliği Uluslararası İlişkiler Merkezi’nin partnerliğiyle dört yıldır yürütülüyormuş. Avukatlar, psikolog, tercüman, destek personellerinden oluşan merkezin bir diğer yakın çalıştığı kurum da doğallıkla Göç İdaresi.

Artık kamplar kapatılmış, sığınmacılar kentte yerleşik hale gelmiş. Türkiye’deki Suriyeli göçmenlerin en çok bulunduğu illerin başında geliyor Urfa, İstanbul ile birlikte.

Mültecilerin en çok hangi konularda destek aldığını soruyoruz Yüce’ye:

“En çok, boşanmak isteyenler, [özellikle de Türkiye’den] yeni evlilik yapmayı düşünenler, şiddet mağduru kadınlar,  alacağını alamayan, güvencesiz çalıştırılan işçiler ve kimliğe ihtiyacı olanlar hukuki yardım almak için başvuruyor. Bir de psikolojik desteğe ihtiyacı olanlar var. Onları da, tedavi için ilgili yerlere yönlendiriyoruz.”

Dert çok, derman az

Sadece Urfa’da değil, Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış göçmenlerin temel talepleri; tüm resmi işlemlerde kullanılan Türkçe dil bariyeri, çocuklar için eğitim sıkıntısı, iş bulma ve çalışma- oturma izni alma, sosyal hayata adapte olma gibi çok sayıda sorunun çözümü ve artık “misafir” algısının ortadan kalkması. Hukuki olarak mülteci statüsüne kavuşmayı –Türkiye sadece batısındaki ülkelerden gelenlere bu statüyü tanıyor- çalışma iznine sorunsuzca ulaşmayı, şehirler arası seyahat özgürlüğünü, çocuklarına iyi bir eğitim sağlayacakları yerlere gitmeyi, sürekli dışlanmaya ve ötekileştirmeye maruz kalmamayı da istiyorlar.

Sosyolog Cansu Yüce.

Bütün bu gereksinimlerini bir STK’nin karşılaması güç. Bu insanlara destek için erzak yardımları, giyecek, yiyecek yardım kartları, hijyen kitleri, meslek edindirme kursları, sosyal uyum projeleri de var kentte. Ancak hepsi ya uluslararası kuruluşlar ya da devlete ait. Konuyla ilgili çalışan yerel STK’ler yok denecek kadar az.

Bir diğer önemli mesele ise, bütün projelerin mültecilere yönelik üretilmesi. Yani kimse yerel halka yönelik bir entegrasyon-sosyal uyum çalışması yapmıyor, bütün süreç tek taraflı işliyor. Bunun da yapılan işin entegrasyondan çıkıp eşitsiz bir asimilasyona dönmesine kolaylıkla yol açabileceğinden endişe ediyor alanda çalışanlar.

Urfalının kafası karışık

Araştırmacı Ahmet Doğan’ın yönetiminde göçün sekizinci yılında yapılan bir anketin sonuçlarını değerlendiren  “Şanlıurfa’da Yerel Halkın Suriyeli Sığınmacılara ya da Mültecilere Yönelik Algısı” başlıklı rapora göre, Urfa halkı yüzde 90 oranında gelenlerin ülkelerine dönmeyeceğini düşünüyor. Yanıt verenler arasında “Çok maddi yardım yapıldı, artık  yeter” ve “Onlara yapılacağına bize yardım yapılsın” diyenlerin toplam oranı yüzde 80’leri buluyor. Katılımcıların yüzde 82’si ise mültecileri kendi güvenlikleri için riskli buluyor. Ancak aynı insanlar, yüzde 72 oranında bu insanlara yönelik ırkçılık ve ayrımcılık yapıldığını da söylüyor.

Araştırmaya göre, kentte özellikle merdiven altı üretim, tarım ve inşaatta yoğun bir mülteci sömürüsü yaşanmasına rağmen, Urfalılar mültecilerin ekonomiye katkısının “olmadığını” düşünüyor; onları işsizlik nedeni olarak görüyor. Göçmenlere çalışma izni verilmesi konusunda ise yüzde 61 “hayır” diyor.

Kafalar biraz karışık yani. Urfalı kadınlar da  “bakımlı-süslü” gördükleri Suriyeli kadınların üzerlerine kuma olarak gelme ihtimali yüzünden göçmen kadınlarla dayanışma geliştirmek bir yana, uzak duruyor, düşmanca davranıyormuş Yüce’nin anlattığına göre.

Ancak bir yandan da ucuz ve güvencesiz işgücü deposu olarak özellikle de kimsenin istemediği işleri yapmak zorunda kalmalarından ve ne yazık ki sığınmacı kadın ve çocukların Urfalı erkeklere ikinci üçüncü eş olmasından -elbette kentin erkek nüfusu- o kadar da şikayetçi değillermiş.

‘Eve gönderme söylemi’nin yansımaları

Bizim Urfa’da bulunduğumuz ekim ayında, Türkiye’nin gündeminde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “mültecileri evlerine gönderecekleri” yönündeki açıklamaları vardı. Bu söylemlerin şehirdeki göçmenler arasında nasıl karşılandığını sorduğumuzda şunları anlatıyor Cansu Yüce:

“Mülteci/sığınmacılarla ilgili ikili bir durum var: Biri BM, Avrupa Birliği gibi büyük aktörler, bir de yerel ülkelerdeki odaklar. Yerelde bir milliyetçilik dalgasına yol açabiliyor böyle söylemler. Sığınmacılar da her seferinde tedirgin oluyor, bu doğru. Kendi aralarında kurdukları Whatsapp grupları var, en küçük bir olumsuz durumda bile hemen birbirlerini haberdar ediyorlar. İktidarın değişmesi halinde geldikleri ülkelere gönderilebileceklerinden endişe ediyorlar.

Ama bu nasıl olacak bilemiyoruz. Artık yerleşik hale geldi bu insanlar. Burada meslekleri, işleri, aileleri var. Durumu iyi olanlar iş kurdu, mal varlıklarını Türkiye’ye taşıdı. Burada doğmuş çocukları var. Çok sayıda karma evlilik yapıldı Birçok Urfalıdan daha çok Urfalı olduklarını söyleyebilirim. “

Buna rağmen, kentte “mülteciler kenti terk etsin” temalı yürüyüşler, mitingler düzenlenmiş; evlerine, doğrudan insanlara yönelik ırkçı saldırılar yaşanmış. Bir süre Suriyeli tercümanlarının korkudan evlerinden çıkamadığını anlatıyor Yüce. Sığınmacılarla komşuluk ilişkileri de geliştirilmiyormuş pek. Hatta Suriyeli kadınların, fark edilmesinler diye başlarını ülkelerine özgü şekillerde değil, Türk usulü örttüklerini söylüyor. Arapça konuşan ya da Türkçeyi iyi öğrenen sığınmacılar da genellikle nereden geldiklerini gizliyormuş. Bütün bunlara rağmen, göçmenler bir yere gitmemiş/gidememiş; meseleye nasıl yaklaşacağını bilemeyen yerli halkın tepkisi de bir sonraki krize dek, şimdilik dinmiş gibi görünüyor.

“Bunda ortak kültüre sahip olma önemli bir etken. Zaman zaman krizler yaşansa da özellikle Urfa’daki Arap nüfusla gelenlerin din, dil, yemek, gelenek görenek gibi kültürel ortaklaşalığı, tepkilerin sürekli olmasını ya da çok büyüyüp linç haline gelmesini engelleyebiliyor. Asıl sorun Irak ve Suriye Kürtleriyle yaşanıyor daha çok. Zira Urfa ağırlıklı olarak halen aşiret yapısının hüküm sürdüğü, devlet yanlısı bir yerdir” diyor Yüce.

Mültecilerin bunu, “Devlet nereyi işaret ederse, Urfalı o yöne döner” diye okuması şaşırtıcı değil. O yüzden güvende hissetmemeleri de… Belki bu yüzden kentte “geçici koruma statüsünde” olanların epey bölümü, elbette kaçak olarak koşulların bir nebze daha iyi olduğu Antep’e veya batıya göçüyormuş.

‘Sivil toplum sektörü’  

 Türkiye’de sivil toplum, bir “sektör” olarak son on yıllarda büyük gelişme gösterdi. Özellikle de yurt dışındaki çeşitli kaynakların sponsor olmasıyla, insan hakları, ifade özgürlüğü, demokratikleşme, göç, mülteciler, gibi alanlarda çalışan uzman sayısı da  coğrafik yayılım da arttı. Bu durum, özellikle Suriye, Irak ve Afganistan gibi zor durumdaki ülkelerden sığınmacı akınına uğrayan sınır illerin demografik yapısını olduğu kadar bu bölgelerdeki “iş yapma” biçimlerini de değiştirdi.

Göç alan bölgelere dünyadan özellikle de BM ve AB’den akan fonların, sınır illerindeki sivil toplumu canlandırdığını; Antep, Urfa, Mardin, Hatay, Kilis, Mersin, Adana boyunca uluslararası kuruluşların yine uluslararası projeleriyle bu kentleri adeta “kuşattığını” aktaran Yüce, bütün bunlardan genç bir üniversite öğrencisi olarak öncesinde hiç haberdar olmasa da şimdi “vaka çalışanı”, “uyum koordinatörü” gibi önceden bilinmeyen pek çok alanda çalışan meslektaşlarıyla çalışma şansına eriştiği için memnun.

Ancak Urfa’da (ve benzer diğer illerde) sivil toplum çalışmaları olmasa, eğitimli genç bir insan olarak işsizler ordusuna katılacağından da aynı oranda emin: “Master ya da doktoralı olsam bile burada kaldığım sürece başka iş bulmam mümkün değil. Urfa özelinde konuşacak olursak, sanayi yok, ticaret yok, başka bir iş sektörü yok. Arsa ve dükkan sahipleri ile memurlardan başka kimse yok!”

Cansu Yüce’yle son olarak Urfa’da mültecilerin gelişiyle değişen gündelik hayatı ve “dışarıdan gelen” genç bir kadın olarak nasıl uyum sağladığını konuşuyoruz:

“Göçmenler daha çok eski Urfa diyebileceğimiz Eyyübi, Harran, Viranşehir civarında yerleşti. Yerli Urfalılar ise, şehrin çeperinde yeni kurulan Karaköprü yerleşimine taşındı ağırlıklı olarak. Gündelik hayatlarını ve rutinlerini de bu apartmanlarda da sürdürebildiler; dairelerinde birer şark köşesi yaptılar, balkona ya da evin içine fırınlarını inşa ettiler vs. Gelenekleriyle modern yaşamın biraz da el yordamıyla bir karışımı çıktı ortaya”

Kendisine gelince, muhafazakarlığın hüküm sürdüğü kentte bekar bir genç kadın olarak her işini “bir tanıdık”la yapması gerektiğini, kadınların sokakta çok görünür olmadığını, defalarca tacize, takibe maruz kaldığını anlatıyor. Urfa, bir erkek kenti ona göre:

Diyarbakır’da, Cizre’de Antep’te yaşamadığım sıkıntıyı, bir kadın olarak Urfa’da yaşadığımı söyleyebilirim. Urfalı erkeklerin –istisnaları dışarıda tutarak- desturu yok. Bellerinde silahları altlarında lüks araçları, kadınlar üzerinde ‘terör estirmekte’ hiç bir çekince duymuyorlar.  Kentte yaygın olan ‘oda kültürü’ gereği, odalarda toplanıp mangallarını yapar, içkilerini içerler, ama bunlar hep kadınsızdır.”

Tüm bu nedenlerle, biraz daha rahat hareket edebilmek için bir otomobil satın almak zorunda kalmış.

Çocuk istismarının, kadına yönelik şiddetin ve çocuk gebeliğinin de yaygın olduğu kent, sadece kadınlar için değil, gençler için de yaşaması zor bir kent ona göre. Sosyal etkinlikler, konser, sergi gibi sanatsal bir faaliyetin yılda ancak bir ya da iki kez yapıldığını anlatan Yüce,  “Ona da kız çocukları gönderilmez zaten” diyor.

Urfa, tarihi binlerce yıl önceye dayanan, çok zengin bir kültürel mirasın bekçisi. Onlarca uygarlığa beşiklik etmiş. Şimdi ise, yakın ve uzak geçmişin kadim izlerinin yanı sıra  yine, yeniden hemhal olması gereken, birlikte yaşamayı öğrenmek zorunda olduğu yeni bir nüfusla bir daha “harmanlanıyor”. Hem göçmeni hem de “dışarılıklı” uzmanlarıyla… Değişen sosyoloji, hayırlı değişimlere yol açar mı? Bunu hep birlikte göreceğiz.

You may also like

Comments

Comments are closed.