Editörün SeçtikleriKentManşetTürkiyeYeşil Gazete Doğu'da

[Yeşil Gazete Doğu’da-1] Van’ın ‘deniz’ine kavuşma savaşı

0

Haber/İzlenim Dizisi: Alev KARAKARTAL

Fotoğraflar: Ruşen TAKVA

Yeşil Gazete için ekim ayında çıktığım; Van, Batman, Diyarbakır, Mardin ve Urfa‘yı kapsayan seyahatte her bir ilin en temel ekolojik-sosyal sıkıntılarının fotoğrafını çekmeye çalıştım, hikayelerin izini sürdüm. Gördüklerime, duyduklarıma bazen çok şaşırdım bazen de malumu ilan ettim. Yorgun ama dolu bir heybeyle döndüm. Umarım okurların gözünde eksiksiz değilse de üzerinde düşünülmeye değer bir fotoğraf karesi oluşturabilirim.  

Uzun yol boyunca bana eşlik eden, kıymetli katkılarını esirgemeyen sevgili meslektaşlarım; Ruşen Takva, Şenol Balı ve Metin Yoksu‘ya minnettarım. Onlar olmasa bu dizi olmazdı. Bizi incelikle ve samimiyetle ağırlayan, sorularımı çekincesizce yanıtlayan yöre halkına, STK ve akademi temsilcilerine de İstanbul’dan selam ve teşekkürlerimle…  

*

Maceralı bir yolculukla vardığımız Van’da bizi kentin ‘kıblesi’, Van Gölü; Vanlıların deyişiyle Van Denizi karşılıyor. Niye böyle dediklerini anlamak zor değil. Çevresi net 430, girinti çıkıntılarıyla 600 kilometreyi bulan devasa göl, bir gölden beklenmeyecek şekilde güneşin doğduğu ve battığı ufuk çizgisine sahip.

Madem kıblemiz; ilk ziyaret ettiğimiz yer de hemen gölün kıyısı oluyor ve ilk kötü sürprizle karşılaşıyoruz: Suya varana kadar geniş bir alanı kaplayan, balçık ve plastikten kadın pedine, kağıttan otomobil lastiğine, maskeden aklınıza gelebilecek her türlü maddenin kalıntısına kadar ne ararsanız bulabileceğiniz, bir yarı sıvı-çöp alanı kilometrelerce uzuyor. Üzerinde martıların çığlık çığlığa uçuştuğu ‘deniz’ ise çok uzaklarda…

Nedenini anlamamız uzun sürmüyor. Su, yer yer 200 metreden başlayıp 1 kilometreyi aşan bir alandan çekilmiş ve yerine dip çamurunu, balçığı ve çöplerini, müsebbibi insana bırakarak sahil şeridinden uzaklaşmış.

Hem Van Çevre Derneği Başkanı Ali Kalçık, hem Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Mustafa Akkuş hem de Vanlılar son 50-60 yıldır böylesi bir çekilmeye şahit olmadıklarını söylüyor.

Van Gölü havzası kapalı bir alan. Yani, debisi yağmur ve kara bağlı dereler dışında ne bir akış var ne de çıkış. Yağış az, buharlaşma çok olunca su seviyesi düşüyor, tersi durumda artıyor. Küresel ısınmaya bağlı iklim krizinin etkisi de burada ortaya çıkıyor. “Geçen sene kar, bu sene de yağmur yağmadı” diyor Ali Kalçık. Meteoroloji Genel Müdürlüğü de onu doğruluyor: Van ve çevresi son yılların en kurak dönemini yaşıyor. Göle akan 111 dere de bizzat gölün kendisi de, yaşamsal önemdeki yağıştan payını alamayıp hemen her dereye kurulu HES’lerle ve aşırı buharlaşmayla sürekli su kaybedince, 3 bin 712 kilometre karelik yüzey alanıyla dünyanın en büyük sodalı gölü, Türkiye’nin en büyük gölü, göz göre eriyor.

Gölün sularının görülmedik ölçüde çekilmesiyle daha önce su altındaki bazı bölgeler ve mikrobiyalitler de su yüzeyine çıkmaya başlamış. Yüz yıl önceki balıkçı iskelelerinin su altındaki kalıntıları ortaya çıkarken, yeni yapılan göl kenarındaki balıkçı barınakları da sudan çok uzaklaştığı için kullanılamaz duruma gelmiş.

‘Doğa sabırlıdır, yavaş değişir ama değişim şiddetlidir’

Mustafa Akkuş, gölün geçmişten bugüne serüvenini şöyle anlatıyor:

Doğa sabırlıdır, doğa yavaş değişir ama değişim şiddetlidir. Çok merhametlidir ama acımasızdır da.  İnsanın değil de doğanın zaman dilimiyle konuşursak, bundan 100 bin yıl geriye gittiğimizde göl adeta kurumuş. Sadece Tatvan’ın önünde küçücük bir gölet halinde kalmış. 16 bin yıl geriye gittiğimizde ise öyle yükselmiş ki, bugünkü şehir merkezi ile Muradiye Ovası’nı kaplayarak Pir Reşit Dağı’nın eteklerine kadar ulaşmış. Bugün kıyıda gördüğümüz bir çok düzlük göl yükseldiği zaman su altındaymış.

En son 1850’de yaşanan yükselmede, Erciş’e gelen Saadettin Paşa’nın anlatımına göre Erciş Kalesi’nin bulunduğu yerdeki şehri şimdiki yerine taşımak zorunda kalmışlar. Şu anda da yağışsız bir periyoda girdik. 100 bin yıl öncesine dönemez diyemeyiz belki, ama son 50 yılı düşünürsek, Van Gölü’nde hiç bu denli bir çekilme yaşanmadığını söyleyebiliriz.”

Göldeki buharlaşmanın yağışların dört katı olduğuna dikkat çeken Akkuş, iklim krizine ilişkin bir müdahale olmadan bu şekilde devam ederse çekilmenin artacağını vurguluyor.

‘Vahşi sulama ve yanlış ürün deseninden vaz geçilmeli’

Tüm ülkeyi kaplayan kuraklık kabusunun tek etkisi Van Gölü’ndeki çekilme de değil. Akkuş tarımsal üretimde de yeni duruma uygun revizyonlar yapılmadığı için büyük sorunlar yaşandığına değiniyor:

“Şuna dikkat etmemiz lazım: Kuraklık bir sonuç, küresel iklim değişimi o sonucu ortaya çıkaran faktörlerden sadece biri. Ülkemizdeki ürün deseni halen çok yanlış. Bir taraftan suyumuz azalıyor, nüfus artıyor, ama biz hala vahşi sulamanın yanı sıra, şeker pancarı, yonca, buğday, arpa gibi suya çok ihtiyaç duyan bitkiler ekiyoruz. Muradiye ovası, Adilcevaz’a doğru giderseniz şeker pancarı tarlalarını göreceksiniz. Van Gölü etrafında da büyük elma bahçeleri bulunuyor.”

Anadolu’da geçmişte de kurak dönemlerin yaşandığını hatırlatan Akkuş, yarı-kurak bir iklime sahip olduğumuzu, bunun biraz altına düşülünce de kuraklık yaşandığına dikkat çekiyor; 1550’lerde Osmanlı’da yaşanan kuraklığın hemen ardından patlak veren Celali isyanlarını, 1850’lerde Diyarbakır, Bingöl ve Elazığ’ı vuran kuraklık ve kıtlık yüzünden binlerce köylünün merkeze hücum ettiğini anlatıyor.

Kuraklık sadece aşırı sıcaktan dolayı olmuyor, aşırı soğuk da kuraklığa neden olabiliyor. Havada su buharı ve yağış olmadığında, kış aylarının çok uzun olduğu bölgelerde ürün yetişmiyor. Akkuş kuraklık çeşitlerini şöyle tarif ediyor:

“Meteorolojik kuraklıkta yağmur yağmaz. Hidrolojik kuraklıkta derelerde su kalmaz. Bizim şu an yaşadığımız bunların katkısıyla ortaya çıkan tarımsal kuraklık. Bunu iliklerimize kadar yaşıyoruz. En sonunda da sosyo-ekonomik kuraklıkla baş etmemiz gerekecek. Bu da ülkeleri yıkar“

Akkuş son olarak kuraklığın ortaya çıkardığı su krizinin yol açabileceği başka bir riske de dikkat çekiyor: Göçler.

Suriye’deki olaylarda Arap Baharı’nın etkisi var elbette ama köylerdeki milyonlarca çiftçinin de kuraklık ve su sıkıntısı yüzünden şehirlere akın ettiğini unutmamak lazım. Ülke liderleri suyu yönetemedi. Huzursuz, mutsuz insan da her zaman büyük patlamalara hazır olur.

Bizim buradaki Bahçesaray Çayı ile Çatak Çayı’na gitmişsinizdir. Bunlar Dicle’nin ana kollarıdır. Bahçesaray Çayı’ndan çıkan su binlerce kilometre kat edip Basra Körfezi’ne dökülür. O binlerce kilometrede o sudan geçimini sağlayan, tarım yapan milyonlarca insan var. Yani sınırın ötesinde, sınır aşan sular bunlar. Bu su azaldığında ve Türkiye suyu azalttığı veya kestiğinde bu savaş nedeni bile olabilir.  Nil Nehri’ni düşünelim. Nehir dokuz ülkeden geçer. Mısır, eskiden güçlü olduğu zamanlar, yukarıdaki ülke ve insanlar pek ses çıkaramıyordu, ama şimdi su o kadar azaldı ki Uganda ve diğer ülkelerde çok ciddi bir toplumsal patlama olayı bekleniyor.”

Kanalizasyon ve evsel atıklar da göle…

Van Gölü’nün tek önemli problemi, su kaybı değil. Kentin yıllardır çözemediği atık sorunu doğrudan gölü etkiliyor. 21 yıldır tüm evsel atıklar ve kanalizasyon suları hiçbir arıtma olmadan göle akıtılıyormuş. Göl çevresinde birkaç arıtma tesisi bulunuyor ancak hiçbiri biyolojik arıtma yapmadığı gibi yıllardır da düzenli çalışmadıklarını öğreniyoruz.

Tuşba’ya bağlı İskele Mahallesi’nde bulunan eski tesis, 80’li yılların sonunda kurulmuş ve 100 bin nüfusa göre dizayn edilmiş.  O da gelen atığın sadece yüzde 20-30’unu arıtıyormuş. Şimdi göçmenlerle birlikte nüfusu iki milyonu bulan kentte, son 1.5-2 yıldır ise bu tesisin çalıştığını hiç görmediklerini anlatıyor Vanlılar. Nihayet bu yıl 180 milyon TL’ye mal olan yeni biyolojik arıtma tesisinin yapımı bitmiş. Geçen haziran ayında Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın kenti ziyareti sırasında da çalıştırılmaya başlanmış, ancak anlaşılan olması gerektiği gibi 7/24 bir arıtma gerçekleşmiyor.

Zira ziyaretimiz sırasında arıtma tesisinden çıkan litrelerce suyun çamurumsu renginin ve suda gördüğümüz kalıntıların yanı sıra ve daha belirleyici olarak o sudan çevreye yayılan ağır koku, herhangi bir arıtma faaliyetinin yapıldığına inanmayı güçleştiriyor.

Göl çevresini birlikte gezdiğimiz Ali Kalçık da şaşkın. Hem Emine Erdoğan’ın ziyaret sırasında hem de birkaç hafta önceki kendi gezisinde tesisten göle kokusuz ve berrak bir su akıtıldığına yemin edebileceğini, ama bugünkü manzarayı açıklayamayacağını söylüyor.

 

Saniyede 1800 litre su akıtan yeni tesis, yüzde 60-70 oranında arıtma yapıyormuş Kalçık’ın verdiği bilgilere göre ve kullanılan su da kentin içme suyu… Belediye yetkilileri de günde 200 bin metreküp suyun bu yeni tesisle arıtıldığını söylüyor.

Dr. Akkuş da arıtmanın düzenli yapılması gerektiğine, kesintili arıtmanın pek bir işe yaramayacağına işaret ediyor:

“Van Gölü’nün arıtma sorunu şehir kalabalıklaştıkça arttı. Ben 2003’ten beri, yani 21 yıldır Van’dayım, arıtma tesisinin çalıştığını görmedim. Siz buna bir 20 yıl daha ekleyin, buradaki sorun parti ayırt etmeksizin 50-60 yıllık bir sorun. Göl kenarında sürüler halinde gördüğünüz martılar ve suyun içindeki organizmalar da hep kirliliğin kanıtları.”

Hemen gölün kıyısında uçuşarak şairane manzaralar oluşturan yüzlerce martının yanı sıra, kargalar, su kuşları, hatta hemen gölün kıyısına otlamaya getirilen küçükbaş hayvanlar da atıklarla, su kurtçuklarıyla ve bu suyu emen otlarla besleniyor, hem de kirliliği gözle görülen sudan içiyor, içinde dolaşıyor. Akkuş, toksik maddelerin hayvanların vücudunda birikim yapabileceği ve onlardan da insanlara geçebileceği uyarısını da yapmayı ihmal etmiyor.

Dip çamuru temizliği

Şu sıralarda ortalama derinliği 171, en derin yeri 451 metre olan gölde bir “dip çamuru” temizleme çalışması yapılıyor. Bunun için, kentin çeşitli yerlerinden göl kenarına taşınan inşaat ve yıkıntı atıklarından oluşan hafriyattan göle doğru uzanan ‘köprüler’ inşa edilmiş.  Kepçelerle göl zemininden çıkarılan toksik dip çamuru, göl kenarında biriktirildikten ve istinat olarak ‘köprü’nün kenarlarında kullanıldıktan sonra, kamyonlarla şehir dışına taşınıyor.

13 kilometrelik bir hatta süren çalışmaların önümüzdeki yıl bir sonuç vermesi planlanıyor. Şimdiye dek 14 bin tona yakın çamur çıkarılmış.

 

Kalçık ve Akkuş, göldeki dip çamurunun temizlenmesi ve bunun yöntemiyle ilgili aynı fikirde değil. Kalçık, “Temizleme faaliyeti yapılacak diye denizin hafriyatla kirletildiği, bunun palyatif bir yöntem olduğu, bütün gölün dip çamurunun hafriyat köprüleriyle temizlenmesinin mümkün olmadığı” eleştirisi getirirken, Dr. Akkuş, “hiç yoktan iyidir” diyor:

Kalçık’a göre, Van Gölü’nün temiz kalması için yürütülen çalışma yetersiz. Sudaki balçıkların temizlenmesi için Van Büyükşehir Belediyesi tarafından iki ay önce başlatılan çalışmayı ise sert ifadelerle eleştiriyor: “Uzun yıllardır atık suyla beraber evsel atıklar da yine suya akıyor. Harfiyat da dökülüyor denizin kenarına .Bu bir vahşettir. Dip balçığı temizleniyor ama 25 km’lik bir sahil alanı balçıkla dolu. Şu an göl ilkel yollarla ve göstermelik olarak temizleniyor. Dünyadaki temizleme yöntemleri uygulanmıyor. Denize yol yapılarak balçık temizliği yapılamaz. Bu denizi daha çok kirletiyor.’’

 

Akkuş ise oligotrof bir göl olan Van Gölü’nde biyolojik döngünün çok yavaş olduğuna vurgu yapıyor.

Göller, kirlilik yükünü büyüklükleri, derinlikleri, batimetreleri nispetinde, belli oranlarda kendi kendilerine temizleyebiliyor. Yani, diyelim İstanbul’daki Sapanca Gölü, bir kirlilik odağını, kirlilik devam etmezse bir yılda temizlerken, Van Gölü için bu süre yüksek rakım ve uzun kış nedeniyle 10 yılı bulabiliyor.

Göldeki toksik yükün çok fazla olduğunu kaydeden Dr. Akkuş, dipteki biriken maddenin kıyıdan 100 ila 200 metre açığa kadar yaşamı öldürdüğünü anlatıyor: “Burada sadece kirliliğe toleranslı, kirliliğin fazla olduğunu gösteren canlılar yaşar. Sürekli olarak kötü koku yayan bir çöp gibi, ne balığın geldiği ne canlının yaşadığı bu alanın ölü bir zon olduğunu artık kabul etmeliyiz. Yani buraya ister iskele kazıkları çakıp temizleyelim ister dinamit atalım, değişen bir şey olmayacak.”

Dr. Mustafa Akkuş.

Kalçık gölün İstanbul Haliç’teki gibi temizlenmesi gerektiğini söylerken, Akkuş’a göre aşırı maliyeti nedeniyle bu, pek mümkün görünmüyor.

Haliç’te dip çamuru, pervanelerle sıvılaştırılmış ve büyük vakumlu borularla emilmişti Orada Marmara Denizi bağlantısı nedeniyle akıntının kalan çamuru yayarak tolere ettiğini söyleyen Akkuş, kapalı bir göl olan Van Gölü’nde böyle bir sistem çalıştırıldığında, sıvılaştırılan çamurun büyük bir bulanıklık oluşturacağını, bunu alıp götürecek bir akıntı bulunmadığı için daha büyük zarar verme riskinin bulunduğunu da belirtiliyor. Mükemmeli hedeflerken iyiyi gözden kaçırmamak gerek ona göre, ve bugün kıyıya ve gölün içine doğru yapılan molozdan iskeleler yoluyla bir dip temizliği yapılmaya çalışılıyorsa, bunun engellenmemesi gerektiği görüşünde Akkuş. İşlem bittikten sonra da moloz iskeleler kaldırılması ve besin yönünden zengin dip çamurunun da gübre veya toprak besini olarak kullanılması gerektiğini söylüyor:

“O çamur mutlaka gölden çıkarılıp taşınmalı. Oraya molozu dökmüş olmanızın artık ne yazık ki bir önemi yok, zira orada şu anda bir ekosistem bulunmuyor. Çamur temizlenirse ve yeni atıklar olmazsa, bölge zaman içinde tekrar kendini yenileyebilir”

Denizden 1646 metre yükseklikte, hem tatlı su hem de deniz ekosistemlerinden farklı bir sucul sistem olan, sodalı ve tuzlu suları nedeniyle yüksek rakıma ve sert kışlara rağmen donmayan, bilinen 103 tür fitoplankton, 36 tür zooplankton ve biri artık dünyaca ünlü inci kefali olmak üzere iki tür balığın yaşadığı Van Gölü, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın de önemli bir değeri.

Kıyıların ticari işletmelerin kullanımı için doldurulması, ikincil konutların göl çevresini bir ağ gibi sarması, dünyada sadece burada yaşayan inci kefalinin korunması çabalarına karşın kaçak avcılığın bir türlü önlenememesi, göle dökülen derelerin üzerindeki onlarca hidroelektrik santrali, mülteci geçişleri için kolay yol olması nedeniyle her yıl yüzlerce göçmene mezar oluşu gibi her biri onlarca haberin konusu olacak daha pek çok derdine derman peşinde.

NASA’nın düzenlediği Dünya Turnuvası’nda astronot Kate Rubbins’in uzaydan çektiği fotoğrafıyla birincilik ödülüne layık görülmesi, dünya kamuoyunun da ilgisini buraya yöneltmişti. Ancak uzaydan görülmesi güç sorunlar büyük, çözümü için de yerel ve merkezi yönetimlerle yöre halkının kararlılığına ihtiyaç var.  İklim kriziyle mücadele için Paris Anlaşması’na imza koyan iktidarın anlaşmanın gereklerini yerine getirmeye başlaması iyi bir başlangıç olabilir. Göl çevresinde çok sayıda biyolojik arıtma tesisinin kurulması, bunların kesintisiz çalışması ve dip temizliği için daha çok kaynağın ayrılması da gerekiyor. Tabii bir de Vanlıların, “deniz alır götürür” anlayışından uzaklaşıp kıblelerini kirletmekten vazgeçmeleri ve yetkilileri harekete geçmeleri için zorlamaları.

Van, anılarındaki ‘denizini’ arıyor….

You may also like

Comments

Comments are closed.