Ana Sayfa Blog Sayfa 733

‘Sansür Yasası’ Meclis’ten geçti

TBMM Genel Kurulu’nda görüşmelerine 4 Ekim’de başlanan 40 maddelik Sansür Yasası tüm kamuoyu tepkisine rağmen AKP ve MHP oylarıyla Meclis’ten geçti. 

Gazetecilere, aktivistlere ve genel olarak hükümet ve yönetimle ilgili bir soruna işaret etmek üzere paylaşım yapan ve sesini çıkaran her bir vatandaşa hapis cezası getiren, internet haber siteleri ve sosyal medyaya yeni yaptırımlar yağdıran Basın Kanunu teklifine ilişkin dün Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda yapılan görüşmeler sonrasında teklif meclisten geçti. CHP, yasanın AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından onaylanması halinde AYM‘ye gideceğini duyurmuştu.

Hapis cezası

Dün gerçekleştirilen görüşmelerde kanun teklifinin ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ suçlamasını içeren en kritik 29’uncu maddesi kabul edilmişti. 29. maddeye göre “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse”, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak.

‣ Sansür yasasına hukukçu yorumu: Seçime Twitter olmadan girme ihtimalimiz hiç olmadığı kadar yüksek

‣ Medyayı cezalandırmaktan başka amacı olmayan teklif geri çekilsin

Sansür yasasının 18 maddesi daha geçti: Muhalefetin protestosuyla görüşmeler yarım kaldı 

Sansür yasasına karşı tek ses: Susmak yok! 

Susmak yok

Öncelikle gazeteciler olmak üzere tüm kamuoyu Sansür Yasası’nın Meclis’ten geçirilmemesi için günlerdir birçok farklı şekilde protestolar gerçekleştirmişti.

Gazeteciler teklifin görüşüldüğü TBMM koltuklarında alkışlarla sansürü protesto etmiş, açıklamalar yapmıştı. Sosyal medya üzerinde yapılan eylem Türkiye’nin Twitter gündeminde birinci sıraya yerleşmişti.

Basın mensupları “Susmak yok. Onlar sus dedikçe biz yazacağız” diyorlar. 

Yasa neler getiriyor?

10 basın örgütü tarafından basın özgürlüğünü ortadan kaldıracak yasaya ilişkin 10 itiraz ise şöyleydi:

  1. İstenmeyen haberi yapanın yanı sıra yayan da ceza alacak

Yasa teklifi ifade özgürlüğünün önünde tarihimizin en büyük engeli olarak dikilecek 29’uncu madde ile ‘Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak’ gibi bir yeni suç tanımı oluşacak. Muğlak ve ucu açık ifadelerle hangi savcının hangi yanlış bilgiyi yayanlarla ilgili harekete geçeceği bilinemeyecek. Sosyal medyada eleştirel paylaşımlar, ‘dezenformasyon’ olarak suçlanabilecek. Yalan haberi yapanın yanı sıra yayan ifadesi getirilerek demokrasiyi ve ifade özgürlüğü ilkesini temelinden sarsıp çökertecek pek çok uygulamayla karşı karşıya kalınacak.

2. Yerel gazeteler ağır darbe alacak

Yerel gazetelerimizin ana yaşam kaynağı olan resmi ilan gelirlerinin yüzde 75 oranında azalması söz konusu olacak. Yerel gazeteler bu darbeyi aldığı takdirde çalışan yaklaşık sekiz bin meslektaşımız için işsiz kalma tehlikesi doğacak. İnternet siteleri Basın İlan Kurumu havuzuna dahil edilirken, yeni kaynak yaratılmadığı için, ilan pastasından alınan pay iyice küçülecek. Resmi ilan yayınlama hakkına sahip 953 gazetenin yaklaşık 30’u yaygın, geri kalanı yerel gazetedir. Resmi ilan yayın hakkı bekleyen gazeteleri de hesaba kattığımızda yaklaşık bin gazete için gelirlerini önemli ölçüde kaybetme riski oluşacak.

Gazeteciler ‘sansür yasası’na karşı sokaklara çıkıyor

3. Yerel gazete ile internet sitesi arasındaki fark azalacak

Yerel yazılı basın kazanılmış hakları açısından, eşit maliyet, eşit işlev yönlerinden zarara uğrayacak. Kurumsallaşmış, varlığını sürdüren, istihdam yaratan, yıllarca vergisini ödeyerek mesleğe hizmet etmiş yerel gazeteler ile bir süre önce kurulmuş kurumların eşit statü kazanma tehlikesi doğacak. Yerel gazetelerimizde haberin doğruluğuna ilişkin eşik bekçiliği görevi muhabir, editör, yazı işleri müdürü, genel yayın yönetmeni gibi üç yetkiliden geçerken bu işlevi zayıflatacak yönler oluşabilecek.

4. Sosyal medya paylaşımlarına ceza

İktidarlar tarafından tehlikeli görünen sosyal medya paylaşımları ağır cezaya maruz kalacak. Kapalı anlık mesajlaşma uygulamaları, görüşmelere ilişkin bilgileri BTK’ya verecek.

5. İnternet basınına bir havuç 10 sopa

Teklifin bir nebze olumlu sayılabilecek yanı, internet basınında çalışan meslektaşlarımıza gazeteci statüsü kazandırması ve bu yolla basın kartı alma yolunun açılması. Bu duruma karşın belli şartlarda internet basınına yönelik ağır yaptırımlar da öngörülmekte. Teslim ve muhafaza yükümlülüğünü yerine getirmeyen internet sitesine, 1 milyar liraya kadar ceza verilebilecek. ‘Haber Sitesi’ vasfını yitirenler internet sitelerinde çalışan gazetecilerin kişisel hakkı olan basın kartı da ellerinden alınacak.

6. İnternet siteleri davalara boğulacak

Kişisel hakların korunması önemli ancak bu haliyle internet siteleri için kaotik bir süreç yaşanabilecek. Yazılı medyada dava açmak için tanınan ‘yayın tarihinden itibaren dört aylık süre’, internet basınında yayın tarihinden itibaren değil ‘şikâyet tarihinden itibaren’ başlatılacak. Yani her gün yüzlerce haber yayınlayan bir internet sitesi yasanın ardından yıllar boyunca, binlerce haberiyle ilgili dava edilebilecek.

7. Basın kartının anlamı kalmayacak

Gazetecilerin basın kartı taşımasının hiçbir anlamı kalmayacak, dernek ve vakıf yöneticilerinin, pek çok kamu çalışanının basın kartı almasının önü açılacak. Basın kartı komisyonu maddelerinin yasa teklifinin içine konulmasıyla meslek örgütlerinin bu mevzuatı idari yargıya taşımasının önüne geçiliyor, yasal zırh kuşanılıyor. Kimin basın kartı alıp kimin alamayacağına karar verecek dokuz kişilik komisyonda gazetecileri temsil edebilecek sadece iki temsilci bulunabilecek, beş üyeyi doğrudan başkanlık belirleyecek.

8. Basın İlan Kurumu ceza kurumu olacak

Resmi ilanların adil bir şekilde gazetelere dağıtılması amacıyla kurulan ve fikir ve içerik farkı gözetmeksizin aracılık hizmeti yapmakla yükümlü Basın İlan Kurumu gazetelere ve internet haber sitelerine hem para hem ceza veren bir kurum olarak büyük yetkilerle donatılacak. Basın İlan Kurumu tıpkı televizyon ve radyolar üzerinde kılıcını sallayan Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) gibi yazılı ve dijital medyanın ‘eli silahlı polisi‘ haline gelecek.

9. Bant genişliği daraltılabilecek

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) sosyal medya ve Whatsapp gibi haberleşme programlarını çok sıkı denetim ve ceza tehdidi altına alacak. Kullanım bilgilerini vermek ya da suç işlediği öne sürülen hesaplarla ilgili işlem yapmak gibi ağır yükümlülükleri kabul etmeyen sosyal medya şirketlerine 30 milyon TL ceza ve kapatmayla eş anlamlı sayılabilecek düzeyde yüzde 95 bant daraltması cezaları söz konusu olacak. BTK sosyal medya şirketlerinin küresel cirolarının yüzde 3’ü kadar ceza kesebilecek. Hangi sosyal medya devi küresel cirosunun yüzde 3’ünü ceza olarak Türkiye’ye öder? Maddeyle sosyal medya şirketleri üzerinde baskı kurularak düşünce ve ifade özgürlüğü alanının kontrol edilmesi amaçlanmaktadır.

10. Mesleki mücadele yapanlara daha ağır cezalar gelecek

İtirazlarımızı Meclis’te dile getirirken ‘Tartışmalı bu maddeleri, muğlaklıktan uzak olacak şekilde yeniden düzenleyelim, bunlar bizde büyük kaygı uyandırıyor’ dedik, dinlemediler. Mesleki itirazlarımıza karşı adeta cezalandırıldık. Mesleki düzenleme yapma amacıyla kurulan kurumlar birer ceza kurumuna dönüştürülürken şimdiden nokta atışı başlatılan cezalar yaygınlaştırılacak.

Sansür Yasası’nda hapis cezası getiren madde kabul edildi

TBMM Genel Kurulu’nda görüşmeleri süren 40 maddeli Sansür Yasası’nın 29’uncu maddesi de bütün tepkilere rağmen kabul edildi.

Kanun teklifinin ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ suçlamasını içeren en kritik 29’uncu maddesi bugün 14.00’da Meclis’te görüşülmeye başlanmıştı.

29. maddeye göre “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse”, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak.

‣ Sansür yasasına hukukçu yorumu: Seçime Twitter olmadan girme ihtimalimiz hiç olmadığı kadar yüksek
Medyayı cezalandırmaktan başka amacı olmayan teklif geri çekilsin
Sansür yasasının 18 maddesi daha geçti: Muhalefetin protestosuyla görüşmeler yarım kaldı 
Sansür yasasına karşı tek ses: Susmak yok! 

Gazeteciler, aktivistler ve kamuoyu Sansür Yasası’nın Meclis’ten geçirilmemesi için günlerdir birçok farklı şekilde protesto gerçekleştirdi. Sosyal medya üzerinde yapılan eylem Türkiye’nin Twitter gündeminde birinci sıraya yerleşti. Basın mensupları “Susmak yok. Onlar sus dedikçe biz yazacağız” demişti.

Doğa Derneği ÇED Yönetmeliği’nin iptali için Danıştay’a dava açtı

Doğa Derneği, 29 Temmuz 2022 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği’nin hukuka aykırı maddelerinin iptali için Danıştay’da dava açtı. Yürürlüğe
giren yeni yönetmelik, hem doğayı yok edecek projelere kolaylıklar getiriyor hem de bu projelere karşı mücadeleyi zorlaştırıyor.

‘ÇED yönetmeliği yeni, yeşile boyanmış kalkınma hevesi eski’

2014 yılı ÇED Yönetmeliği yürürlükten tamamen kaldırıldı. Temmuz ayında yapılan yeni değişikliklerle, ÇED süreçlerine halkın katılımı ve bilgiye erişimi konusundaki düzenlemeler sınırlandı. Doğa savunuculuğu yapan sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri, barolar gibi yapılar, ÇED süreçlerinin dışında tutuldu.

Paydaş Katılım Planı yani ÇED sürecine kimlerin dahil edileceği görevi, yatırımcının çalışacağı özel şirkete verildi. Projeleri ÇED süreçlerinin dışında tutacak yeni düzenlemeler yapıldı. Tüm bu değişikliklere karşı Doğa Derneği hukuk danışmanları Danıştay’da dava açtı.

Söz konusu davanın başvuru dosyası, bu konuda çalışan hukukçulara ve doğa savunucularına emsal olması amacıyla bir yayın haline getirildi.

Yeni yönetmelikte “Halk” tanımından “ulusal mevzuat çerçevesinde bir veya daha fazla tüzel kişi veya bu tüzel kişilerin birlik, organizasyon veya gruplar” ifadeleri çıkarıldı. Doğanın haklarını savunan meslek örgütleri, barolar, sivil toplum kuruluşları gibi yapılar, ÇED süreçlerinin dışında tutulmuş oldu.

‘Doğanın haklarını yok sayan projelere yeni imtiyazlar tanındı’

ÇED aşamaları tamamlanan bir projede, normal şartlar altında beş yıl içerisinde yatırıma başlanılması aksi durumda ÇED kararı geçersiz kalırken, yeni yönetmelik ile halkın verilen kararlara karşı kazandığı davalar ve yargısal süreçler mücbir sebep kabul edildi. Belirli sürede başlamazsa izni iptal olacak projelerin süresi uzatılmış oldu. Bu düzenlemeyle idarenin yargısal denetimi işlevsizleştirildi. Dava neticesinde alınan kararlar hiç yokmuşçasına yatırımcıya ek süre tanınır hale geldi.

Projeleri ÇED süreçlerinden muaf tutmak için;

  • Madencilik projeleri kapsamında, yıllık 400 bin ton ve üzeri kapasiteye sahip kırma eleme tesisleri ÇED süreçlerinin dışına çıkarıldı.
  • Taş kömürü ve bitümlü maddelerin gazlaştırılması ve sıvılaştırılması projelerinde, ÇED sürecine tabi olması gereken günlük 50 ton kapasite alt sınırı 500 tona çıkarıldı.
  • Toplu konut projelerinde, ÇED sürecine tabi olması gereken 200 konut alt sınırı 300 konuta çıkarıldı.
  • Mermer ve dekoratif taşların kesme, işleme vs tesislerinde, ÇED sürecine tabi olması gereken yıllık beş bin m3’lük kapasite alt sınırı 10 bin m3’e çıkarıldı.
  •  Atık su artıma tesislerinde, ÇED sürecine tabi olması gereken kapasite alt sınırı 10 bin m3/günden 30 bin m3’e çıkarıldı.

Doğa Derneği avukatı Cem Altıparmak konuyla ilgili açıklamasında “ÇED yani çevresel etki değerlendirmesi, yapılacak projelerin doğaya ve projenin çevresine olan etkisini değerlendirilmeyi amaçlar. Eğer projenin çevreye olumsuz bir etki yapma ihtimali varsa bunun için alınacak önlemleri belirler. Ancak bu süreçlerin, projelerden etkilenecek canlı, cansız her türlü varlığın haklarını korumada etkisiz kaldığını hep birlikte deneyimliyoruz. Bu yüzden ÇED mevzuatından kaynaklanan hukuki uyuşmazlıklar ve ÇED kararlarına karşı açılan davalar, doğa koruma mücadelesinde en çok açılan davalar listesinde ilk sırada yer alıyor” dedi.

‘Davayı doğanın haklarını yok sayan yönetmelik değişikliğine karşı açtık’

Doğa Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Dicle Tuba Kılıç ise “Bu davayı, sadece şirketlerin haklarını artırmaya yönelik olan ve doğanın haklarını yok sayan yönetmelik değişikliğine karşı açtık. Gezegenimiz büyük bir yok oluşun eşiğinde. Bu yok oluşu körükleyen projelere yeni hukuki düzenlemelerle imtiyazlar tanınmasını kabul etmiyoruz. ÇED süreçleri biyolojik çeşitliliği, Önemli Doğa Alanları, kırsal üretimleri ve yerel ekonomileri doğrudan etkileyen süreçler. Doğanın haklarını savunmaya ve mevzuat değişikliklerini takip etmeye devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.

 

Astana görüşmesinden nükleer endişesi çıktı: Sinop NGS açıklaması ne anlama geliyor?

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın Kazakistan‘ın Astana kentinde düzenlenen Asya’da Etkileşim ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı’nın (CICA) 6’ıncı zirvesindeki buluşması sona erdi.

Putin görüşmeden bir gün önce “Türkiye‘nin Avrupa‘ya gaz sevkini sağlayacak bir gaz merkezi olabileceğini” açıklamıştı. Görüşmede Putin’in teklifini yinelediği belirtilirken Erdoğan bu konuya ilişkin açıklama yapmadı.

Ancak Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, teklifine Türk tarafının nasıl tepki verdiği konusundaki soruya, “Oldukça olumlu ve teklifimizle ilgilendiğini gösteren bir tepki aldık” yanıtını verdi.

Putin, bu konuda şunları söyledi:

“Türkiye bugün Avrupa’ya teslimatlar için bile en güvenilir rota haline geldi. Diğer ülkelere tedarik için Türkiye’de bir gaz merkezi oluşturma olasılığını düşünebiliriz.

Birlikte oluşturabileceğimiz bu merkez sadece tedarik için değil, aynı zamanda fiyatın belirlenmesi için de bir platform olacak, çünkü bu  fiyatlandırma meselesi çok önemli bir konu. Bugün fiyatlar aşırı yüksek, herhangi bir politik etki olmadan normal bir piyasa seviyesinde kolayca düzenleme yapabiliriz.

Akkuyu ses getirecek, sizinle Sinop’u da konuşmuştuk

Erdoğan ise konuşmasında “Akkuyu’nun birinci ünitesinin önümüzdeki yılın ilk yarısında açılması dünyada farklı bir ses getirecektir. Sinop ile ilgili bir adım atılabilirse bu tabii çok daha farklı bir çarpan etkisi yapacaktır” diye konuştu.

Öte yandan Erdoğan’ın gündemindeki ana noktalardan biri Türkiye’deki nükleer enerji kapasitesi oldu. Erdoğan, Rus devlet enerji şirketi Rosatom‘un Mersin‘de inşaatını sürdürdüğü Akkuyu NGS projesine değinerek “Akkuyu’nun birinci ünitesinin önümüzdeki yılın ilk yarısında açılması dünyada farklı bir ses getirecektir” dedi.

Erdoğan ayrıca Sinop’ta yıllardır yapılmaması için mücadele verilen Sinop NGS projesinden de söz açtı.

Erdoğan’ın ilgili sözleri şöyle:

“Bu süreç içinde Akkuyu çok çok önemli bir adım. Akkuyu ile ilgili olarak sizin de ifade ettiğiniz gibi birinci türbininin önümüzdeki yılın ilk yarısında falan açılması dünyada farklı bir ses getirecektir.

Bu arada sizinle Sinop’u da konuşmuştuk. Sinop’la ilgili bir adım atılabilirse bu, tabii çok daha farklı bir çarpan etkisi yapacaktır. Bu konularda Türkiye-Rusya iş birliği, tabii Akkuyu bizim yüzde 10 enerji ihtiyacımızı karşılarken ikinci Sinop, o da bir yüzde 10 karşıladığı zaman yüzde 20 gibi enerji ihtiyacımızı karşılamada bu iki nükleer enerji santralinin çıkaracağı ses dünyada çok çok farklı olacaktır.”

Sinop NGS projesi hala yargıda

Sinop’un İnceburun Mevkii’nde yapımı planlanan ‘Sinop Nükleer Güç Santrali (Sinop NGS) projesine karşı mücadele ise yıllardır devam ediyor.

2013 yılının Mayıs ayında Japonya ve Türkiye hükümetleri arasında yapılan anlaşmaya göre başlatılan proje sürecinde Japon şirketinin  ÇED başvurusu yapılmadan önce projeden çekilmesi üzerine EUAS International ICC Merkezi Jersey Adaları Türkiye Merkez Şubesi “proje üstlenicisi” yapılarak ÇED sürecine başlanmıştı.

ÇED süreci kapsamında gerçekleştirilmesi gereken halkın katılımı toplantısı Sinop halkının itirazlarına rağmen yapılmış sayılmış, 2019 yılının Aralık ayında Ankara’da yapılan değerlendirme toplantısına ise Sinop’tan katılan sivil toplum örgütleri alınmamıştı.

ÇED Raporu ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 11 Eylül 2020 tarihinde onaylanmıştı.

Projeye verilen ÇED Olumlu kararının iptali için pek çok meslek odası, çevre örgütü ve bölge sakininin açtığı dava, henüz otuz günlük süresi bile dolmadan, on gün içinde reddedilmişti.

Samsun 3’üncü İdare Mahkemesi’nin aldığı ÇED olumlu kararının iptaline ilişkin davanın reddi kararı, Nisan ayında davacılar tarafından Danıştay’a taşınmıştı.

Sinop NGS için seçilen alanın içinde Bozburun Yaban Hayatı Geliştirme Sahası, Hamsilos Tabiat Parkı, Sarıkum Tabiat Koruma Alanı, Aksaz- Karagöl Sulak Alanı ile Sarıkum Sulak Alanı gibi hassas alanlar bulunuyor.

Projenin ÇED Raporu’nda nükleer santralin inşaatı ve işletmesi sırasında oluşturabileceği etkiler atıklar için ara depolama ve son depolama aşaması gibi en önemli konular da dahil pek çok eksiklik bulunuyor.

Projeyle ilgili en son Meclis’te HDP İzmir milletvekili Murat Çepni bir soru önergesi vermiş, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, verdiği yanıtta, Japonya ve başka ülkelerden gelen teklifleri değerlendirdiklerini belirtmiş ve nükleer enerjinin Türkiye’nin yeşil enerji dönüşümüne katkıda bulunacağını söylemişti.

Pınar Demircan: Nükleer santraller enerji için değil politika için araçsallaştırılıyor

Yeşil Gazete Nükleer Editörü ve nükleersiz.org Koordinatörü araştırmacı Pınar Demircan, Astana görüşmesine dair yaptığı değerlendirmede öncelikle 2022 Dünya Nükleer Endüstri Durum Raporu‘na atıf yapıyor:

“Nükleer enerjinin küresel güç üretimindeki payı ilk kez yüzde 10’un altına düşerken, rüzgar ve güneş enerjisi üretiminin tek başına ilk kez yüzde 10’un üzerine çıktığını hatırlatıyor dünya genelinde enerji hegemonyasının artık yenilenebilir enerji lehine döndüğünü gösteriyor.”

Türkiye’nin güneş ve rüzgar enerjisi kapasitesiyle yenilenebilir enerji sektöründeki çoğu ülkenin önünde olma potansiyeline sahip olduğunun altını çizen Demircan şöyle devam ediyor:

Türkiye’nin enerji üretim maliyetlerinin yüzde 30 arttığı bilinen nükleer santrallerin inşasında ısrarcı olarak dışa bağımlılığını artırması, nükleer santrallerin enerji için değil politika için araçsallaştırıldığını bir kez daha net bir biçimde göstermektedir.

Sinop’u da üstlenirse Rusya, hem Akdeniz hem de Karadeniz’i kontrol edebilir

Öte yandan Demircan, projenin ilk kez bu kadar açık bir biçimde Rusya ile birlikte anıldığını belirterek tehlikeyi şöyle anlatıyor:

“Türkiye’de ilki kadar ikinci bir nükleer santralin planlanması teknolojinin sahibinden bağımsız olarak büyük bir sorunken, şimdi halihazırda inşa sürecinde olan Akkuyu Nükleer Santrali’nin kurulmasını üstlenmiş olan Rusya’nın Sinop projesini de üstlenmesi gibi bir durum söz konusuysa Türkiye’nin güneyden ve kuzeyden kuşatılacağını söylemek yanlış olmaz.”

Hatta, Rusya’nın bu projeyi de üstlenmesi, Karadeniz’i kontrol etmesinin ötesinde, Karadeniz’i bir “Rus Gölü” haline getirmesi anlamı taşımaktadır.

“Zira Akkuyu Nükleer Santrali’nin inşasıyla Akdeniz’i kontrol etme potansiyelini elde edecek olursa, Sinop’ta kurulmasını üstleneceği nükleer santralle Rusya’nın Karadeniz’i de kontrol etmesinin mümkün olacağı aşikardır ve bu konu Türkiye toplumunu ilgilendirmesinin yanı sıra Akdeniz için olduğu gibi Karadeniz için de çevresindeki ülkeleri ilgilendirmektedir.

Akkuyu bilmecesi

Akkuyu NGS inşaat projesi, dünyada ‘Yap, İşlet, Sahip Ol’ modeliyle inşa edilen ilk NGS projesi olarak tanımlanıyor. Rusya’nın devlet enerji şirketi Rosatom’unun projedeki payı yüzde 99.2. Projenin toplam maliyeti ise yaklaşık 20 milyar dolar.

Demircan’ın da değindiği Dünya Nükleer Endüstri Durum Raporu’nda,  Akkuyu NGS ile ilgili şu değerlendirmeye yer veriliyordu:

Tekrarlanan gecikmelerden sonra, dört ünitenin inşaatı 2018 ile 2022 arasında başladı. Dördüncü ünitenin inşaatı, Ukrayna’daki savaşın ortasında, Temmuz 2022’de başladı. Türk makamları, 1’inci üniteyi 2023’te, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100’üncü yıldönümüne denk gelecek şekilde şebekeye bağlamayı umuyor.”

Raporda ayrıca “Ukrayna’nın işgalini takiben ortaya çıkan jeopolitik gelişmeler ile bu projenin Rusya ve diğer ülkelere uygulanan yaptırımlardan ne ölçüde etkileneceği ve neyin ne olacağı belirsiz” yorumu da yer alıyordu.

Temmuz ayında dördüncü ve son reaktör ünitesinin temeli atılan nükleer tesisin, 4 bin 800 megavatlık kapasiteye sahip olması planlanıyor.

Öte yandan Ağustos ayında, dördüncü ünitenin temel atma töreninden günler sonra santralin büyük ortağı Rosatom, usulsüz harcama, inşaattaki gecikmeler ve iş güvenliğinin sağlanmaması gerekçeleriyle Rus-Türk ortaklığı Titan2 – IC İçtaş ile sözleşmesini 26 Temmuz’da feshetti.

İçtaş duruma itiraz ederek, “Fesih girişimindeki esas amaç projenin yönetimindeki Türk şirketlerin varlığını azaltmak ve taşeron seviyesine indirgemek olduğu açıktır” şeklinde bir açıklama yayımladı.

Akkuyu NGS’nin temel atma töreninde Putin ve Erdoğan Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde, Nisan 2018.

Akkuyu NGS A.Ş., Rusya sermayeli yeni üst taşeron firması TSM ile, sözleşmesi fesih edilen IC İçtaş’ın alt taşeronu firmalarıyla sözleşme yeniledi ve inşaatı aynı hızla sürdürmeye devam etti. IC İçtaş’ın sözleşmesinin feshedilmesinin ardından, Rusya’nın iştiraki olan Akkuyu Nükleer Anonim Şirketi’nin yönetim kurulundaki tek Türk vatandaşı Cüneyd Zapsu da istifa etti.

CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır, yeni anlaşmanın imzalandığının açıklanmasından önce, fesih iddiaları gündeme geldiğinde “Bir hafta içinde ne oldu da sözleşme fesih durumuna geldi?” diye sormuştu.

‣ CHP’li Başarır, Yeşil Gazete’ye konuştu: Akkuyu’da Putin’in böyle bir söz hakkı yok; kararı 84 milyon karar verir
‣ Akkuyu’da neler oluyor?
‣ Finansman arayan Rusya, Akkuyu’dan kurtulmak mı istiyor?

Ağustos başında Soçi’de Putin ile bir görüşme gerçekleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Akkuyu’daki çalışmaları bizzat heyetimle izleyeceğim. Ondan sonra Sayın Putin’e gelinen durumu aktaracağım. Ona göre yol haritamızı belirleyelim diyeceğim” açıklamasının ardından 9 Ağustos’ta Akkuyu’daki inşaatta incelemelerde de bulunmuştu.

Akkuyu’nun üçüncü reaktörünün temel atma töreninden, Mart 2021.

15-16 Eylül’de Özbekistan’ın Semerkant kentinde gerçekleşen Putin-Erdoğan görüşmesinin ardından, 19 Eylül’de, Putin’in, iki şirket arasındaki anlaşmayı onayladığı belirtildi ve Akkuyu NGS için IC İçtaş’la devam kararı çıktı.

Sözleşmede ‘proje şirketi’ olarak geçen Akkuyu Nükleer A.Ş’nin yaklaşık 7,2 milyar lira sermayeye sahip şirketin beş Rus hissedarı var. Şirketin internet sitesindeki bilgilere göre şirketin bugünkü hissedarları Rusya Federasyonu Hükümetinin ilgili kararnamesiyle yetkilendirilen şirketlerden oluşuyor.

Kulübesindeki köpeği yakarak öldürdüler

İzmir‘in Seferihisar ilçesinde ‘Şila’ isimli köpek, kulübesindeyken yanıcı madde dökülerek yakıldı.

Salı akşamı, Turabiye Mahallesi‘nde Furkan P.’nin sahibi olduğu, Pitbull cinsi ‘Şila’ isimli 2,5 yaşındaki dişi köpeğe saldırı düzenlendi. Hayvan eve 10 metre uzaklıkta yeşil alandaki demir kafes içinde bulunan ahşap kulübesindeyken, kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce yanıcı madde dökülüp ateşe verildi.

İhbar üzerine gelen itfaiye ekipleri, alevleri söndürdü. Kafesin kapısının kapalı olması nedeniyle dışarı çıkamayan köpeğin yanarak öldüğü belirlendi. Soruşturma başlatan polis, yangını çıkaran ya da çıkaranların belirlenerek yakalanması için çalışma başlattı.

‘Sesini ömrümüz boyunca unutmayacağız’

Katliamın takipçisi olacaklarını söyleyen SEHAYDER Başkanı Fevziye Özkan şöyle konuştu:

“Sözün bittiği yerdeyiz. Katil ya da katillerin yakalanıp en ağır cezayı almasını istiyoruz. Can dostlarımızın mal değil can olarak görülmesini istiyoruz. Olayın sonuna kadar takipçisi olacağız. ‘Şila’ yandı, bizim de içimiz yandı. ‘Şila’nın sesini çevredeki insanlar duymuş. ‘O sesi ömrümüz boyunca unutmayacağız’ dediler.”

Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali başladı: 53 belgesel!

Dokuzuncu Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali (BIFED), dün Bozcaada’daki iki salonda gösterilen belgeseller ve akşam düzenlenen açılış programı ile resmen başladı.

Toplam dört kategoride 53 belgeselin izleyici ile buluştuğu festivalde filmler Bozcaada Halk Eğitim Merkezi ve Salhane’de izlenebilecek. 16 Ekim’e kadar sürecek festivalde filmler her sene olduğu gibi yine ücretsiz.

Festivalin açılış töreni Bozcaada’da gerçekleşti

Festivalde Fethi Kayaalp Büyük Ödülü için 15 farklı ülkeden toplamda 14 film yarışıyor. Bu filmlerden ikisi ise Türkiye’den. Gaia Öğrenci Ödülü kategorisinde yarışacak sekiz film bulunuyor. Panorama ve Özel Gösterim bölümünde gösterilecek, diğer filmlerle birlikte, toplam 53 filmi izlemek için dünyanın farklı bölgelerinden yönetmenler, iklim mücadelecileri, öğretmenler ve öğrenciler festivalde buluştu. Açılış töreninin sonunda Bulutsuzluk Özlemi solisti Nejat Yavaşoğulları sahneye çıktı.

Gösterimlerin yapılacağı iki salonun koltuk sayısı ise sınırlı. Bozcaada Halk Eğitim Merkezi’nde 150 kişilik, Salhane’de ise 50 kişilik koltuk bulunuyor. Film günleri ve saatleri bifed.org sitesinden ve BIFED’in sosyal medya hesaplarından takip edilebilecek.

Bozcaada Belediyesi ve Kadıköy Belediyesi Sinematek Sinemaevi işbirliğiyle gerçekleştirilen Green Film Network üyesi festival; Demirer Holding’in ana destekçiliğinde ve İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Mey/Diageo, Goethe Enstitüsü İstanbul, Avusturya Kültür Ofisi, Alba Sigorta ve Bozcaada Aral Çiftliği destekleriyle yapılıyor.

Holzer: Savunucuları savunun, yeşili, adaleti, barışı savunun

BIFED Ekibi’nden Nazlı Salcıoğlu’nun sunuculuğunu üstlendiği açılış programı Halk Eğitim Merkezi’nde gerçekleşirken program sonunda Ana Yarışma kategorisinde yer alan filmlerden Mert Gökalp’in “İstilacılar” filminin gösterimi yapıldı.

Açılış seremonisinde konuşan Festival Yönetmeni Petra Holzer, “Böyle zamanlarda yani dayanışmadan, samimiyetten, sanattan umudu kestiğimiz zamanlarda; sadece kendi hakkını değil, hepimizin hakkını savunan birileri çıkıyor. Çıkıyorlar ve cesurca belgeseller yapıyorlar. Yalnızca kendi hakkını değil, bizim hakkımızı, bizi savunan belgeseller. Belgeselleriniz sanatın dünyanın tüm coğrafyalarında olası olduğunu kanıtlıyor. Ona bütün kalbimizle inanıp ve peşinden gidiyoruz. İnsan bir mucizedir, bize yaşama ve mücadele gücünü bu mucize verir. Savunucuları savunun, yeşili, adaleti, barışı savunun. Bugün buna her zamandan daha fazla ihtiyaç var” dedi.

Ödüller 15 Ekim’de sahiplerini bulacak

Festivalin kazananları 15 Ekim Cumartesi günü Bozcaada’da yapılacak törende sahiplerini bulacak. Sanatçı Pınar Tınç’ın doğada karşılaştığı çeşitli materyallerle tasarladığı “Mavi Zamanı” ismini verdiği heykel, kazanan yönetmenlere verilecek. Ödül töreninin ardından 16 Ekim Pazar günü kazanan filmler tekrar gösterilecek.

Festivalin bu seneki çanta tasarımını Zeycan Alkış’ın yaptığı çanta ve Fulya Yazan’ın Bozcaada’daki Deli Asma isimli atölyesinde hazırladığı rozetler de dağıtılacak.

Festivalin bu seneki jüri ekibinde Fethi Kayaalp Büyük Ödülü için yarışacak filmi seçmek için üçü yabancı ülkelerden, üçü de Türkiye’den olmak üzere alt kişi bulunuyor. Festivalde Ana Yarışma kategorisinde kazananı Eylem Şen, Andres Veiel, Erman Okay, Joanna Vasquez Arong, Daniel Lambo ve Alişan Çapan tarafından oluşan jüri ekibi belirleyecek.

Gaia Öğrenci Ödülü ise Eser Yağcı, Eliane Raheb, Sibel Yardımcı tarafından açıklanacak.

BIFED’den ekolojik çağrı

BIFED’de bu sene iki önemli ekolojik çağrı da yapıldı. “Aracını paylaş” çağrısı ile kendi aracıyla festivale gelenlere veya aracı olmayıp da arabasıyla festivale gelecek olanların haberleşerek yol arkadaşı olmasını arzulayan festival böylece daha az karbon salımı, daha az yakıt, daha çok arkadaşlık amaçlıyor.

Ayrıca bu yıl festival katılımcılarının kendi matara ve kahve kupalarını getirerek kağıt bardak ve plastik şişe kullanımını en aza indirilmesine katkı sunması isteniyor. Belediyenin arıtmalı çeşmelerinden ücretsiz olarak su doldurulabileceği gibi festivale destek veren kafelerden de indirimli kahve alınabilecek.

Ayrıca Bozcaada’da festival boyunca film okuma ve yürüyüş atölyeleri gerçekleşecek. Ayrıca emek ve ekoloji konularında panel ve söyleşiler olacak. Gösterimlerin ardından adaya katılan yönetmenler seyircilerin sorularını yanıtlayacak.

 

Yeşil Gazete TV’de yeni yayın dönemi başlıyor

Yeşil Gazete TV’de yeni yayın dönemi 17 Ekim’de başlıyor.

Nisan ayına kadar ay ay sürecek yeni dönemde, hafta için her akşam saat 21:00’de, 16 programcı tarafından hazırlanan yedisi yeni 10 program dönüşümlü olarak yer alıyor.

Programların ikisi her hafta, dördü 15 günde bir, dördü de ayda bir yayımlanacak. Yeşil Gazete TV’nin akşam yayınlarında haftanın siyasi gündemi, iklim ve ekoloji gündemi, hayvan hakları, yeşil ekonomi, feminist gündem, yenilenebilir enerji, tarım, gıda ve eğitim politikaları, insan hakları ve hukuk gündeminin yanı sıra kitap, fikir ve aktivizm sohbetleri yer alacak.

Yeşil Gazete TV’de ayrıca gün içi gündemdeki gelişmelerle ilgili söyleşiler ve video haberler devam edecek.

Hafta için her akşam 21.00’de yayımlanacak program listesi ise şöyle:

Pazartesi (her hafta)

İÇİNDEN: Haftanın siyasi gündemi
Mahmut Boynudelik – Koray Doğan Urbarlı

Salı (ayda bir)

MORLU YEŞİLLİ: Feminist gündem
Nilüfer Sayılan

Salı (ayda bir)

YEŞİL EKONOMİ: Ekonomi gündemi
Özge Doruk – Ahmet Atıl Aşıcı

Salı (15 günde bir)

ADALET ARASI: İnsan hakları ve hukuk gündemi
Özgür Özdemir

Çarşamba (ayda bir)

ONARIM ÇAĞI: Tarım ve gıda politikaları
Durukan Dudu

Çarşamba (ayda bir)

YEŞİL EĞİTİM: Eğitim politikaları
Burcu Meltem Arık

Çarşamba (15 günde bir)

YEŞİL ENERJİ SOHBETLERİ: Yenilenebilir enerji gündemi
Melis Yılmaz – Oral Kaya

Perşembe (her hafta)

YAKINSAMA: Kitap, fikir ve aktivizm sohbetleri
Kürşad Kızıltuğ – Ümit Şahin

Cuma (15 günde bir)

HAYVANAT AJANSI: Hayvan hakları gündemi
Yağmur Özgür Güven – Tolga Öztorun

Cuma (15 günde bir)

ANTROPOSEN: İklim ve ekoloji gündemi
Özlem Taşdemir – Sedat Gündoğdu

Sansür yasasına karşı tek ses: Susmak yok!

TBMM Genel Kurulu’nda görüşmeleri süren 40 maddesinden 28’i geçirilen Sansür Yasası’na karşı ülke genelinde tepkiler sürüyor.

Kanun teklifinin ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ suçlamasını içeren en kritik 29’uncu maddesi bugün saat 14.00’da Meclis’te görüşülmeye başladı.

29. maddeye göre “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse”, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak.

Gazeteciler, aktivistler ve kamuoyu Sansür Yasası’nın Meclis’ten geçirilmemesi için günlerdir birçok farklı şekilde protesto gerçekleştirdi.

Gazeteciler teklifin görüşüldüğü TBMM koltuklarında alkışlarla sansürü protesto etti.

Sosyal medya üzerinde yapılan eylem Türkiye’nin Twitter gündeminde birinci sıraya yerleşti.

Basın mensupları “Susmak yok. Onlar sus dedikçe biz yazacağız” dedi.

‣ Sansür yasasına hukukçu yorumu: Seçime Twitter olmadan girme ihtimalimiz hiç olmadığı kadar yüksek
‣ Gazeteciler yeniden tek ses: Medyayı cezalandırmaktan başka amacı olmayan teklif geri çekilsin
Sansür yasasının 18 maddesi daha geçti: Muhalefetin protestosuyla görüşmeler yarım kaldı 

 

 

https://twitter.com/nurcancaliskan/status/1580499741246631936

https://twitter.com/nuketgelegenn/status/1580509375835541504

İran’da protestolarda 201 insan hayatını kaybetti

İran’da başörtüsünü uygunsuz takması gerekçesiyle alındığı gözaltında ölen Mahsa Amini’nin ardından sokağa dökülen vatandaşlar protestoları sürdürüyor.

İran’da 17 Eylül’de Amini’nin cenaze töreniyle birlikte başlayan protestolar ülkedeki baskıcı İslam rejimine karşı son yıllarda yapılan en büyük baş kaldırı haline geldi. İran’da yayılan protestoların 1979 İran İslam Devrimi‘nden bu yana en büyük ayaklanma olduğu belirtiliyor.

Protestocular ülkedeki kadın ve LGBTİ+ kıyımı örneklerini işaret ederek dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in devrilmesini istiyor. İran hükümeti ise protestoları bir halkın başkaldırısı olarak değil, ABD’de de dahil olmak üzere İran’a düşman olan dış mihraklar tarafından düzenlenen bir komplo olarak değerlendiriyor. 

Fotoğraf: Ivan Alvarado/Reuters

Sosyal medyada paylaşılan videolarda protestocuların caddeleri trafiğe kapattığı ve Tahran caddesinde konuşlanmış düzinelerce çevik kuvvet polisi görüldü.

İran: Protestolarda 185 kişi öldü, TV’de Hamaney yerine ‘kadın, yaşam, özgürlük’ sloganları atıldı 
‣ Mahsa Amini’nin arkasından bir ülke sokakta
‣ Taksim’de Mahsa Amini protestosuna polis engeli: Fotoğrafları toplandı, kadınlar gözaltına alındı
İran’da korku duvarı aşıldı: Kadınlar pes etmiyor
Fotoğraf: Le Monde

Reuters’in aktardığına göre; protestoculara göz yaşartıcı gaz atıldığı belirtildi.

İran’da kadın mücadelesi yükselirken dünya kamuoyu da “Kadın, yaşam, özgürlük” sloganlarını seslendiriyor ve yoğun bir şekilde sosyal medyada dolaşıma sokuyor.

İran İnsan Hakları Örgütü Hengaw’a göre; Bukan kentinde güvenlik güçleri protestoculara ateş açtı ve 11 kişi yaralandı.

İran İnsan Hakları Örgütü IHRNGO’nun 12 Ekim’de yaptığı açıklamaya göre protestolarda bugüne kadar 23’ü çocuk, en az 201 kişi öldürüldü.

IHRNGO protestoların yoğun olduğu bölgede internetin ciddi şekilde kesintiye uğradığını duyurdu.

Geçen hafta boyunca, birçok protestocu öğrenci sokaklarda ve okullarda tutuklandı.

Sosyal medyada paylaşılan videolar, güvenlik güçlerinin okul öğrencilerinin protestolarını şiddetle bastırdığını gösterdi.

Ne olmuştu?

Ahlak polisinin gözaltına aldığı 22 yaşındaki Mahsa Amini, iki gün sonra, 16 Eylül’de hayatını kaybetti.

Amini başörtüsü kuralına uymaması, saçının görünmesi nedeniyle gözaltına alınmıştı. Genç kadının ölmesiyle ülke çapında kadınlar eylemler başlattı.

Mahsa Amini’nin ölümü bir toplumu ayağa kaldırdı ve uluslararası kamuoyunda yankı buldu.

Amini için ülkede günlerdir protestolar gerçekleştirilirken birçok ülkede de vatandaşlar sokağa çıkarak kadın mücadelesine destek vererek baskı İslam rejimine tepki gösterdi.

Başörtüleri yakıldı, kadınlar sokaklarda toplumsal cinsiyet eşitliği için yürüdü. Kadın hakları savunucuları ve öğrenciler protesto çağrılarında bulundu.

“Diktatöre ölüm”… Bu slogan İran sokaklarında haykırıldı. Amini’nin Sakkız’da gerçekleşen cenazesinde de aynı sloganlar atılmıştı.

Yıllardır etkisi azalmakta olan kolera virüsü, iklim değişikliği ile yeniden güç kazandı

Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) verilerine göre, 2017’den 2021’e kadar dünya genelinde kolera vakası görülen ülkelerin sayısı 20’nin altındayken sadece 2022 yılında 26 ülkede kolera salgını görüldü.

Yıllarca devam eden uluslararası mücadelelerle kontrol altına alınan kolera salgınlarının yeniden artmasının birincil nedeni ise iklim değişikliği.

İklim değişikliği sebebiyle sıklığı ve şiddeti giderek artan aşırı yağış, kuraklık, fırtına gibi afetlerin temiz suya erişimi olumsuz etkilemesi, salgınların en önemli tetikleyicisi.

Bunun yanı sıra yoksulluk ve çatışmalar da koleranın yayılmasına sebep olan faktörler arasında.

Aşırı yağışların ve buzul erimelerinin büyük sel felaketlerine yol açtığı Pakistan ve Haiti, iç çatışmaların sürdüğü Suriye ve komşu ülke Lübnan’daki salgın, diğer ülkelere göre daha büyük tehlike arz ediyor.

Haiti’de kolera, 25 Eylül’de başkent Port-au-Prince ve çevre kentlerde yeniden etkisini göstermeye başladı. Ülkede üç yıldır hiçbir kolera vakası kaydedilmemişti ve hükümet bu yılın sonunda hastalığı tamamen bitirmeyi hedefliyordu.

DSÖ, 9 Ekim itibarıyla ülke genelinde 32 doğrulanmış ve 224 şüpheli kolera vakası olduğunu, şüpheli vakalardan 189’unun hastaneye kaldırıldığını ve şimdiye kadar 16 kişinin kolera nedeniyle yaşamını yitirdiğini açıkladı.

Vakaların büyük çoğunluğu ise 1 ila 9 yaş arasındaki çocuklar.

Fotoğraf: Onur Usta / AA – Çad

Öte yandan ülkede çok sayıda kişinin kolerayla mücadele araçlarına erişimi olmadığını belirten DSÖ, gerçek vaka sayısının hükümetin açıkladığından daha fazla olduğunu tahmin ediyor.

Salgının etkili olduğu birçok bölgede kontrolün çetelerin elinde olması nedeniyle güvenlik sorunu devam ederken bu bölgelerden alınan örnekler laboratuvar incelemesi yaparak doğrulanamıyor. Yoksulluk nedeniyle ülkedeki akaryakıt sorunu da sağlık çalışanlarının kolerayla aktif mücadelesini sekteye uğratıyor.

Pakistan’da sel felaketi kolera vakalarını artırabilir

Pakistan’da ise bu yıl kolera vakalarına en çok Sindh, Belucistan ve Punjab eyaletlerinde rastlandı.

Haziran ayından beri ülkenin üçte birini sular altında bırakan ve 1500’e yakın kişinin ölümüne neden olan sel sonrası, durgun sel sularının, koleranın yanı sıra sıtma ishal gibi diğer hastalıkların yayılması için de tehlike arz ettiği belirtilmişti.

En güneydeki eyalet, Sindh, aynı dönemin 30 yıllık ortalamasından yüzde 464 daha fazla yağış almıştı.

Fotoğraf: Akhtar Soomro / Reuters

15 Ocak’tan 27 Mayıs’a kadar Sindh’de 234 vaka laboratuvarlarda doğrulanırken, Belucistan’da 31, Punjab’da 25 vaka görüldü.

Öte yandan ülke genelindeyerinden olmuş yüz binlerce insan hala kurulan kamplarda kalıyor ve açlık mücadelesi veriyor.

‣ ‘Pakistan’da selden ölmeyenler, açlıktan ölme riskiyle karşı karşıya’
‣ Pakistan sel felaketini ‘iklim felaketi’ ilan etti: Ölü sayısı bini aştı

Lübnan’da ve Suriye’de on yıllardır görülen ilk vakalar

On yıldan fazla zamandır koleranın görülmediği Suriye’de deki çatışmalar, gıda güvensizliği ve kuraklığın etkisiyle geçen ay patlak veren kolera salgını, ülkenin 14 bölgesinde etkisini sürdürüyor.

DSÖ’nün verilerine göre, ülke genelinde yaklaşık 13 bin şüpheli kolera vakası bulunurken şimdiye kadar 60 kişi kolera virüsünden hayatını kaybetti.

Ülkede en çok Halep, Haseke, Deyrizor, Lazkiye, Şam ve Humus‘ta etki gösteren kolera, genellikle işlenmemiş kaynaklardan alınan sular ve kirli kaynaklardan sulanan sebzelerden yayılıyor.

Virüsün, sınır komşusu Lübnan‘a taşınmasıyla 5 Ekim’de ülkede 1993’ten bu yana ilk kez kolera vakası tespit edildi.

Lübnan Sağlık Bakanlığıverilerine göre, ülkedeki toplam kolera vakası 26’ya çıktı ve dün koleradan ilk can kaybı kayıtlara geçti.

27 milyon doz kolera aşısı yetmeyebilir

DSÖ, stoklarında bulunan 27 milyon doz kolera aşısının vakalardaki artışın önüne geçmekte yetersiz kalacağından endişe ediliyor.

Salgının etkili olduğu ülkelerin bir an önce test, virüs takibi ve hijyen imkanlarını ilerletmesi gerektiğini aktaran yetkililer, ilaç firmalarına kolera aşısı üretimini artırma çağrısında da bulunuyor.

Dünyada ilk olarak 19’uncu yüzyılın başlarında Hindistan’da ortaya çıkan virüs, kısa zamanda kıtalara yayılarak bugüne kadar milyonlarca insanın öldüğü salgınlara neden oldu.

Hastalık, yaygın aşılama ve temizlik önlemleri gibi sağlık mücadeleleriyle son yıllarda dünya genelinde büyük ölçüde kontrol alınmıştı.