Ana Sayfa Blog Sayfa 734

Büyük Menderes Havzası sermayenin kirliliğiyle boğuşuyor

Büyük Menderes Havzası’nın dağlarında, zeytin ve incir bahçelerinin arasında pıtrak gibi çoğalan maden ocakları; ovada, tarım topraklarının tam üzerinde yapılan onlarca jeotermal enerji santrali ile havza adeta sermayenin yağma sofrasına konulmuş en iştah açıcı tabak gibi.

Evrensel’den Özer Akdemir‘in haberine göre; çok büyük ekolojik yıkımlara ve doğa tahribatına yol açan bu faaliyetlerin yanı sıra, evsel atıklar ve tarımda kullanılan gübre ve kimyasal zehirler nedeniyle havzadaki toprak, su, hava kirliliği had safhaya ulaşmış durumda.

Adnan Menderes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü yüksek lisans öğrencilerinden Ömer Ali Emek tarafından Büyük Menderes Nehri’ndeki sazan balıkları üzerinde 2019’da yapılan bilimsel araştırmalar bu kirliliğin B. Menderes’teki yansımasını ortaya koydu.

Büyük Menderes Nehri’nden Avlanan Sazan Balıklarında Bazı Ağır Metal Düzeylerinin Araştırılması” başlıklı çalışmasını yüksel lisans tezi olarak sunan Emek, aynı zamanda Aydın yöresindeki ekoloji mücadelesinin içinde de yer alan bir isim.

2018:Büyük Menderes Deltası sınırları içindeki binlerce balığın ölümü 
2019: Büyük Menderes havzası büyük bir hızla kirleniyor
2021:Büyük Menderes Havzası da kirliliğin pençesinde
2021:Büyük Menderes Nehri kurudu: Çiftçiler çaresiz durumda

Havzada ağır metal kirliliği

Ömer Ali Emek yüksek lisans tezinde B. Menderes Nehri’ni üç farklı bölgeye ayırarak (1. bölge nehrin doğduğu Suçıkan’dan Sarayköy regülatörüne kadar; 2. bölge Sarayköy regülatöründen Söke sınırına kadar; 3. bölge Söke’den nehrin döküldüğü yere kadar) inceliyor.

Tez de bu bölgelerden avlanan sazan balıklarının kas ve karaciğer dokularındaki lityum, berilyum, bor, krom, mangan, kobalt, nikel, bakır, çinko, rubidyum, kurşun, stronsiyum, kadmiyum, arsenik, vanadyum ve uranyum gibi ağır metal birikimleri araştırıldı. İncelenen üç bölge arasında, ağır metal kirliliğinin en çok ikinci bölgede olduğunu tespit eden Emek, üçüncü bölgedeki kirliliğin temel nedeninin de ikinci bölge olduğunu tespit etti.

Canlı çeşitliliğini azaltıyor ve insan sağlığını tehdit ediyor

Büyük Menderes Havzası içinde Ege Bölgesi’nin en yüksek dağları yer alıyor. Honaz, Madran, Bozdağ, Sandras, Menteşe, Samson, Murat, Çatma, Cevizli ve Beşparmak dağlarından çıkan tertemiz kaynak suları B. Menderes Nehri’ni beslerken, bu kadar kaliteli sularla beslenen nehrin suyu üçüncü, hatta dördüncü sınıf sulama suyu durumunda bugün.

Ömer Ali Emek, yüksek lisans tezinde bunun nedeni olarak şunları yazıyor;

“Havza içerisinde sanayi, madencilik, jeotermal kaynak sondaj ve evsel atıkların deşarjı sonucu üçüncü, dördüncü sınıf sulama suyu durumuna gelmiştir. Bu durum havzanın ekonomik getiri sunan tarımsal üretimine ket vurmakta, havzada yaşayan canlı çeşitliliğini azaltmakta ve insan sağlığını tehdit ediyor. Aydın ili genelinde kanser vakalarında ciddi artışların olduğu; pamuk, incir, üzüm vb. ürünlerin tarımsal üretim rekoltelerinin düştüğü, nehirlerde balık ölümlerinin gerçekleştiği haberlerinin sıklıkla yerel ve ulusal basında yer aldığı görülüyor. Her üç bölgeden avlanan balıkların insanlar tarafından tüketilmesinin sağlık açısından riskli olabileceği düşünülüyor.”

‘Yatağan Termik Santrali de kirlilik nedeni

Araştırmasında B. Menderes’in üç bölgesinden su ve sediment (çökelti) örnekleri alan Emek, ayrıca her üç bölgeden 10’ar balık olmak üzere toplam 30 adet sazan balığı üzerinde de incelemelerde bulunmuş. Balıkların kas ve karaciğerlerindeki ağır metal oranlarını belirleyen Emek, su ve sediment örneklerinde yüksek çıkan kadmiyum ve nikel oranlarının sebebinin içilebilir su kaynaklarına karışan jeotermal suları ile gübreler ve zirai ilaçlar olduğunu ileri sürüyor.

Öte yandan tezde “Madencilik faaliyetlerinin ve Yatağan Termik Santrali’nin Büyük Menderes Nehri’nin yan kolu olan Çine Çayı üzerinde olumsuz etkisi de kirlilik nedenleri arasında yer alıyor” deniliyor.

Tezin “sonuç ve öneriler” kısmında Büyük Menderes Nehri’nde avlanan sazan balıklarının kas dokusunda ölçülen Li, Be, B, Cr, Co, Rb, Cd, Pb, V ve U metallerinin düzeylerinin sınır limitlerinin üzerinde tespit edildiği belirtiliyor. Tez sonucunda Emek şu değerlendirmelerde bulunuyor;

“Elde ettiğimiz sonuçlar, Büyük Menderes Nehri’nin, maden çıkarma faaliyetlerinde kullanılan kimyasal atıklar, endüstriyel ve evsel atıklar, bilinçsiz tarım uygulamaları, gübreleme ve zirai ilaçlar; jeotermal su kaynaklarının işlenmesi sonucu oluşan atıklarla kirletildiğini doğruluyor.” 

Gerekli önlemler alınmazsa…

Balıklardaki ağır metallerin karaciğerden çok kas dokusunda birikmiş olmasının bu balıkların ağır metallere uzun süre maruz kalmasına bağlayan Emek, “Bu durum kirlilik etkenlerinin sürekliliğini gösteriyor. Gerekli önlemler bir an önce alınmazsa bu kirliliğin boyutunun artacağı ve daha olumsuz sonuçlar doğuracağı aşikardır” uyarısında bulunuyor.

Büyük Menderes Nehri’nde bulunan bu balıkların bölge insanı tarafından sıklıkla tüketilmesinin halk sağlığı açısından risk taşıdığına dikkat çekilen araştırmada, balıkların denetiminin sağlanması ve gerekirse tüketimlerinin yasaklanması öneriliyor.

 

İklim kriziyle afetler kapımızda: Hazırlıklı olmazsak etkisi daha da kuvvetli olacak

Birleşmiş Milletler, 1989’da 13 Ekim’i Uluslararası Afet Riskini Azaltma Günü ilan etti.

İklim krizinin yıkıcı etkileri tüm dünyada hissediliyor.

Bu yıl, benzeri görülmemiş sel felaketi Pakistan‘ın üçte birini sular altında bıraktı, Doğu Afrika‘daki kuraklıklardan insanlar ve hayvanlar ölüyor ve Çin, şimdiye kadar kaydedilen en şiddetli sıcak dalgasını yaşıyor.

Kentleri yeniden tasarlamalıyız

Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş, dünyada afet kavramının ve sınıflandırmasının değiştiğini belirtiyor.

Türkeş, Türkiye’nin tüm bu risklerden muaf olmadığına dikkat çekiyor ve ‘hazırlığa’ vurgu yapıyor:

“Günümüze oranla yüzyılın sonunda, kabaca Türkiye’nin Karadeniz kıyı kuşağı ve kuzeydoğu Anadolu‘nun dışında kalan büyük bir bölümünün çok daha kurak olacağını biliyoruz. Bir yandan kuraklıkları, bir yandan da aşırı şiddetli yağışları yaşayacağız. Buna hazırlıklı olmazsak etkisi çok daha kuvvetli olacak. Sellerin ve afetlerin önüne geçebilmek için kesinlikle kentleri yeniden tasarlamamız gerekiyor.”

Artık çok net bir şekilde iklim değişikliği bağlantılı klimatolojik veya hidrometeorolojik afetlerin diğer afetlerin önüne geçtiğini söyleyen Türkeş, “İklim değişikliği nedeniyle ısınan hava kütlelerinin doyması için daha fazla su buharına ihtiyacı var. Su buharı tutma kapasitesi artıyor ve bu, hidrolojik döngüyü kuvvetlendiriyor” diye ekliyor.

Buna göre Türkiye’de önceden çok nadir görülmesine rağmen bir hortum klimatolojisi oluşmaya başladı, ayrıca yerel koşulların da desteğiyle çok daha şiddetli yağışlar, kuvvetli sağanaklar, gök gürültülü sağanak fırtınaları ve dolu fırtınaları yaşanıyor.

‣ Seller ve ‘kırılgan’ kentler: Türkiye şehirleri aşırı yağışa neden hazırlıksız?

AA’ya konuşan İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yusuf Serengil de iklim değişikliğiyle birlikte şiddeti artan yağışların heyelan oluşumları üzerindeki rolüyle ilgili şunları söylüyor:

Nüfus artışı ve yerleşimlerin doğal alanlara doğru genişlemesi, ulaşımın yaygınlaşması önemli, bu daha çok risk demek. Bu nedenle heyelandan ölen insan sayısı zamanla artıyor.”

Dağlık kesimlerde buzulların eridiğini ve bunun yüz binlerce yıl stabil olan toprağı çözmeye başladığını anlatan Serengil, bu tip bölgelerde daha yaygın ve sık biçimde kütlesel toprak hareketleri görülebileceğini vurguluyor.

İklim değişikliği kendini ‘hava olaylarında anomaliler’ olarak gösteriyor

Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Türkiye Ormancılar Derneği Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ali Kavgacı da artan orman yangınlarıyla ilgili şunları aktarıyor:

“İklim değişikliği tutuşma için gerekli olan koşulların daha uygun bir hale gelmesini sağlıyor. Kurutucu rüzgarların uzun günler, hızlı bir şekilde esmesi ise olası tutuşmanın hızlıca büyümesine ve kontrol altına alınması nın zorlaşmasına neden oluyor. Yani iklim değişikliğinin tutuşma ve tutuşma sonrası yayılma açısından gerekli koşullar üzerinde teşvik edici etkisi var.”

Kavgacı, özellikle büyük yangınlarda, önleme, söndürme ve yangın sonrası restorasyonun tamamını kapsayan yangınla mücadele organizasyonunun bu yeni koşullar dikkate alınarak gerçekleştirilmesi gerektiğinin altını çiziyor:

“Öncelikle doğa ve çevre farkındalığının bir şekilde toplumun fenotipik kodlarına yerleştirilmesi gerekiyor. Bu kapsamda insan için en önemli çevre faktörü eğitimdir. Bizim aileden ve okul öncesi eğitimle birlikte başlayan bir süreçle bunu kodlarımıza işlememiz gerekiyor. Çünkü çıkan orman yangınlarının yüzde 90’ı insan kaynaklı.”

Ülkelerin iklim krizine uyum sağlamasının 5 yolu

Birleşmiş Milletler dünya liderlerini, iklim krizinin etkilerini hafifletmek kadar adaptasyona da yatırım yapmaya çağırıyor.

Adaptasyon olmadan ekonomiler, gıda güvenliği ve küresel istikrar tehdit altında.

BM, ülkelerin iklim krizine ve getirdiği afetlere hazırlıklı olması için şu 5 adımın önemini vurguluyor:

1- Erken uyarı sistemleri

Zamanında yapılan uyarılarla insanlar, kaynak stoğu yapabilir, kapıları, pencereleri daha güvenli hale getirerek veya evlerini tahliye ederek erken önlem alabilir.

Araştırmalar, yaklaşmakta olan bir sıcak hava dalgası veya fırtınaya karşı sadece 24 saatlik uyarının sonraki hasarı yüzde 30 oranında azaltabileceğini gösteriyor.

Örneğin Bangladeş’te, iklim değişikliği daha şiddetli hale gelse bile, özellikle erken uyarıların iyileştirilmesi nedeniyle, kasırgalardan ölümlerin sayısı son 40 yılda 100 kat azaldı.

İklim tahminleri sunanerken uyarı sistemleri, en uygun maliyetli uyum önlemlerinden biri ve yatırılan her bir dolar için yaklaşık dokuz dolarlık toplam fayda sağlıyor.

Ancak bugün, dünya nüfusunun üçte biri hala erken uyarı sistemleri tarafından yeterince kapsanmıyor.

Çabalar esas olarak fırtınalar, sel ve kuraklıklara odaklanmış olsa da, sıcak dalgaları ve orman yangınları gibi diğer tehlikelerin daha yaygın ve yoğun hale geldikçe bu sisteme daha iyi entegre edilmesi gerekiyor.

Fotoğraf: AFP

2- Ekosistem restorasyonu

Küresel restorasyon çabası yalnızca karbonu emmekle kalmayacak, aynı zamanda dünyayı en yıkıcı etkilerden koruyan “ekosistem hizmetlerini” artıracaktır.

  • Şehirlerde, şehir ormanlarını restore etmek havayı soğutur ve sıcak dalgalarının şiddetini azaltır. Normal güneşli bir günde, tek bir ağaç, 24 saat çalışan iki ev tipi klimaya eşdeğer bir soğutma etkisi sağlar.
  • Kıyılarda, mangrov ormanları, deniz dalgalarının yüksekliğini ve gücünü azaltarak fırtına dalgalanmalarına karşı doğal deniz savunması sağlar. Ayrıca mangrovları korumak, deniz duvarları inşa etmekten kilometre başına bin kat daha ucuzdur.
  • Yüksek rakımlarda, yeniden yeşillenen dağ yamaçları, toplulukları iklim kaynaklı heyelan ve çığlardan korur.

3- İklime dayanıklı altyapılar

İklime dayanıklı altyapı, aşırı iklim etkilerinden kaynaklanan şoklara karşı dayanıklı yollar, köprüler ve elektrik hatları gibi varlıkları ve sistemleri ifade eder.

Altyapı, iklim değişikliğine uyum için öngörülen maliyetlerin yüzde 88’inden sorumludur.

Dünya Bankası’nın hazırladığı bir raporu, düşük ve orta gelirli ülkelerdeki iklime dayanıklı altyapı yatırımlarının her bir dolar için yaklaşık 4 dolar, toplamda ise yaklaşık 4,2 trilyon dolar fayda sağlayabileceğini tespit ediyor.

Mantık basit: Daha dayanıklı altyapı varlıkları, yaşam döngüleri uzadıkça ve hizmetleri daha güvenilir hale geldikçe kendilerini amorti ediyor.

İklime dayanıklı altyapıya yatırımları teşvik etmeye yönelik araçlar arasında bina kodları gibi düzenleyici standartlar, güvenlik açığı haritaları gibi mekansal planlama çerçeveleri ve özel sektörün iklim riskleri, tahminler ve belirsizliklerden haberdar olmasını sağlamak için güçlü bir iletişim ağı gibi öğeler yer alıyor.

4- Su kaynaklarının güvenliği

İklim değişikliği aslında birçok yönden, suyla ilgili bir meseledir: Su baskınları, kuraklıklar, yükselen deniz seviyeleri ve hatta orman yangınları …

2030 yılına kadar her iki kişiden birinin ciddi su kıtlığı yaşaması bekleniyor.

Tarım, küresel tatlı su kullanımının yüzde 70’ini oluşturduğu için daha verimli sulamaya yatırım yapmak çok önemli.

Şehir merkezlerindeki sızıntılar azaltılarak 2030 yılına kadar küresel olarak yaklaşık 100-120 milyar metreküp su tasarrufu sağlanabilir.

Araştırmalar, yağmur suyu toplama sistemlerine yapılan yatırımların, onları daha yaygın olarak kullanılabilir hale getirmek için sürdürülebilir olması gerektiğini gösteriyor.

‣ Yağmur hasadı ile suyun ilk kaynağına dönüş: Durma göğe bakalım!

5- Uzun vadeli planlama

İklim uyum çözümleri, uzun vadeli strateji ve politikalara entegre edildiğinde daha etkilidir.

Ulusal Uyum Planları, ülkelerin geleceği planlamaları ve uyum ihtiyaçlarını stratejik olarak önceliklendirmeleri için çok önemli bir yönetişim mekanizmasıdır.

Bu planların önemli bir parçası, on yıllar sonra gelecek iklim senaryolarını incelemek ve bunları farklı sektörler için kırılganlık değerlendirmeleriyle birleştirmek. Bunlar, yatırım, düzenleyici ve mali çerçeve değişiklikleriyle ilgili hükümet kararlarının planlanmasına ve yönlendirilmesine ve kamu bilincinin artırılmasına yardımcı olabilir.

Yaklaşık 70 ülke bir Ulusal Uyum Planı geliştirmiş durumda ve Paris Anlaşmasının merkezi bir parçası olan Ulusal Olarak Belirlenmiş Katkılardaki uyum unsurlarını iyileştirmek için k 20 BM Üye Devleti destekleniyor.

İznik Gölü’nde kuraklık: Bazilika kıyıyla birleşti

İznik Gölü‘nde yaşanan su çekilmesi nedeniyle, 2014’te keşfedilen batık bazilika kalıntısının büyük bölümü görünür hale geldi. Marmara Bölgesi‘nin en büyük, Türkiye‘nin beşinci büyük doğal gölü olan yaklaşık 300 kilometrekarelik İznik Gölü, mevsimsel kuraklıktan olumsuz etkilendi. Gölde, kıyıdan yer yer 50 metreye varan çekilme gözlendi.

AA‘nın aktardığına göre; çekilme, sekiz yıl önce kıyıdan 20 metre açıkta, 1,5-2 metre derinlikte bulunan, 1500 yıl önce Aziz Neophytos adına inşa edildiği belirlenen ve su altı arkeoloji müzesine dönüştürülmesi için çalışma yürütülen bazilika bölgesinde de etkili oldu. Bazilikanın büyük bölümü gölün yüzeyinde görünür hale gelerek kıyıyla birleşti.

‣İznik Gölü’nde siyanobakteri istilası
‣Burdur Gölü’nün olağanüstü kirli hikayesi
‣Bilal Erdoğan’ın ‘oyunları’ için İznik Gölü’nün çevresine sabit yapılar inşa ediliyor 

İznik Gölü de iklim değişikliğinin kurbanı

İznik Müzesi‘nin eski müdürlerinden Taylan Sevil, özellikle iklim değişikliğinin İznik Gölü’ndeki su seviyesini olumsuz etkilediğini söyledi.

Bazilikanın arkeolojik bakımdan önemli olduğunu belirten Sevil, “Tarihi bazilika dünya arkeoloji tarihinde yüzyılın keşiflerinden biri olarak kabul edilir. Birkaç yıl öncesine kadar göl içinde olan bazilika, suyun çekilmesi nedeniyle yaya olarak gezilebilecek duruma geldi yani karayla birleşti. Sadece bu değil, antik liman mendireği de ortaya çıktı. Bunlar ilk defa su yüzüne çıkan şeyler. Geçen yıllarda çok azken bu sene yürüyerek gezilebilecek durumda” dedi.

Sinpaş GYO’nun ÇED sürecine rağmen Marmaris Kızılbük’te satışı sürüyor

Sinpaş GYO’nun Marmaris’te inşaatına devam ettiği Kızılbük Otel ve Devre Mülk Projesi‘nde satışlar, çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) süreci yürütülmesine rağmen devam ediyor.

Projenin, satış ofisinde çalışanlar ÇED sürecinin kendi lehlerine tamamlanacağı konusunda emin. Zira, potansiyel alıcılara ‘endişelenecek bir şey olmadığı’ yönünde bilgi veren satıcılar, projenin 2024 yılının nisan ayında tamamlanacağını belirtiyor.

duvaR‘dan Meral Candan‘ın aktardığına göre; Marmaris Kent Konseyi’nden avukat Arzu Alper, projenin en başından bu yana hukuku hiçe sayarak ilerlediğini vurgulayarak şu aşamada satış yapılmasının da yasal olmadığını dile getiriyor.

İnşaatın Marmaris Milli Parkı içinde kaldığı ve ekolojik dengeyi ciddi biçimde tahrip edeceği, çevreciler tarafından sıkça dile getiriliyor. Yaklaşık bir yıldır Muğla Çevre Platformu (MUÇEP), çevre gönüllüleri ve Marmaris Kent Konseyi üyeleri ve bölge halkı projeye karşı mücadele ediyor. Birbiri ardına davaların açıldığı projede son olarak Marmaris Kent Konseyi yürütme kurulu üyeleri, Muğla Valiliği’nin 13 Ağustos 2021’de verdiği ‘ÇED gerekli değildir’ kararının iptali için dava açmış ve mahkeme bu yılın Ağustos ayında valiliğin verdiği ÇED kararını iptal etmişti.

Bunun üzerine şirket, 8 Eylül 2022 tarihinde Çevre ve Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na yeni ÇED için başvurdu. Bu kapsamda şirket, 205 odalı otel ve 1407 adet devre mülk sayısını, 206 odalı otel ve 1323 adet devre mülk şeklinde revize etti.

ÇED kararı iptal edildikten sonra Marmaris Belediyesi, inşaat faaliyetlerinin durdurulduğunu açıkladı.

23 Eylül’de bölge halkını bilgilendirme amacıyla ÇED toplantısı yapmak isteyen şirkete, çevreciler ve halk tarafından engel olundu. Toplantıya katılanlar, dava sürecinin henüz tamamlanmadığını bu nedenle toplantının yapılmasının usule aykırı olduğunu söyledi. Adı, ‘hukuksuzlukla’ anılan projede, devre mülk satışları son hız devam ediyor.

Projenin internet sitesinin açılışında tesisin tamamlanmış halini gösteren bir görsel yer alıyor. Sağ tarafta ise ‘yeni nesil muhafazakar tatil’ sloganı bulunuyor. En altta ise ‘sizi arayalım’ başlığı ile bir form var. İletişim bilgilerinizi girdiğiniz takdirde satış temsilcilerinin sizi en kısa zamanda arayacağı belirtiliyor. Daha hızlı bir iletişim için Sinpaş GYO’nun Beşiktaş’ta bulunan ofisi de aranabiliyor.

Beşiktaş ofisi aradığımızda karşımıza ilk çıkan kişiye potansiyel bir alıcı olduğumuzu belirttikten sonra proje hakkında medyada yer alan haberleri soruyoruz. Söz konusu haberlerde projenin hukuken sorunlu göründüğünü, bu durumda alıcılara nasıl güvence verdiklerini anlatmalarını istiyoruz. Satış temsilcisi, projenin planlandığı gibi Nisan 2024’te biteceğini ifade ediyor. Hukuken sorun yaşamadıklarını dile getirerek daha detaylı bilgi için aranmak üzere iletişim numaramızı alıyor.

Yaklaşık yarım saat sonra konuyla ilgili daha detaylı bilgi veren kişiyi buluyoruz telefonun diğer ucunda. ÇED raporuyla ilgili sorumuza ‘emin’ bir şekilde bir sorun olmadığını, bunun bir prosedür olduğunu belirtiyor.

‘Belediyenin verdiği yapı ruhsatıyla ilgili herhangi bir problem bulunmadığını zaten önemli olanın da bu olduğunu’ söylüyor. Daha önce verilen ‘ÇED gerekli değildir’ kararının iptali üzerine şirketin gerekli belgeleri bakanlığa teslim ettiğini ve yeni ÇED kararının beklendiğini ifade ediyor. Satış temsilcisine göre o kısımda da ‘endişelenecek bir durum yok’.

Projeye karşı hukuki mücadele veren Marmaris Kent Konseyi’nde avukat Arzu Alper’in de projeyle ilgili sıkça tekrar ettiği tanımlardan biri ‘hukuka aykırı’ oluyor. Peki hukuka aykırı olduğu halde satışlardaki bu ‘emin’ tavırlar nereden geliyor? Alper’e göre, şirket belirli yerlerdeki belirli izinleri garantilediğini düşünüyor. Alper, ‘ÇED olumlu’ kararı çıksa dahi buna itiraz edeceklerini ve yürütmeyi durdurma isteyeceklerini dile getiriyor.

Alper, inşaatın durdurulduğu yönünde belediye açıklaması olmasına rağmen faaliyetlerin devam ettiğini belirterek çalışmaların dışarıdan anlaşılmaması için devasa yeşil perdeler örtüldüğünü anlatıyor:

“Hatta yat yarışına katılanlar bile denizden inşaat faaliyetlerinin devam ettiğini görüyor ama bizim zabıtamız, belediyemiz görmüyor.”

Alper, inşaat faaliyetleri devam ettiği için Marmaris Belediye Başkanlığı’nı, Zabıta Müdürlüğü’nü ve İmar İşleri’ni ve şirketi de şikayet ettiklerini sözlerine ekliyor.

Greenpeace: Türkiye’de hava kirliliğinden ölüm riski, trafik kazalarından yedi kat fazla

Greenpeace Akdeniz’in bugün yayımladığı “Türkiye’de Hava Kirliliği Yükü” raporu, PM 2.5 kirleticisinin neden olduğu erken ölüm riskini ortaya koyuyor. Türkiye’de PM 2.5 kaynaklı hava kirliliğinden ölüm riski, trafik kazasında ölümlerden yedi kat daha fazla.

Rapor, çalışmaya dahil edilen 38 şehirde PM 2.5 kirleticisine uzun süreli maruz kalmanın yalnızca 2021 yılında 34 bin erken ölüme katkıda bulunduğunu ortaya koydu.

Buna göre bu şehirlerde her 100 bin erken ölümden 64’ünün, havadaki PM 2.5 kirliliğine maruz kalmaktan kaynaklandığı tahmin ediliyor. Bu oran ise, Türkiye genelinde trafik kazaları, uyuşturucu kullanımı ve cinayet vakalarının ölüm oranlarının toplamından kat kat fazla.

Öte yandan bu lokasyonlardaki PM2.5 konsantrasyonları, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) belirlediği limit değerlerde olsaydı, PM2.5 kirliliğine atfedilebilen erken ölümlerin sayısı yüzde 75 oranında azaltılabilir, yani her yıl tahminen 26 bin hayat kurtarılabilirdi.

PM 2.5 nedir?

Partikül madde (PM), atmosferde asılı duran küçük sıvı veya katı parçacık formundaki kirliliktir.PM kirliliği, içindeki kimyasallardan ziyade parçacıkların boyutuna göre tanımlanır.

PM2.5, 2.5 mikrometreden daha küçük olan herhangi bir partiküle gönderme yapar; ‘ince parçacık madde’ veya ‘ince asılı parçacık’ olarak da bilinir.

PM2.5 partikülleri, gaz değişiminin gerçekleştiği bölgelere inip akciğerlerin derinliklerine nüfuz edecek kadar küçüktür.

İstanbul ve Ankara dahil olmak üzere Türkiye nüfusunun yüzde 60’ından fazlasını kapsayan 38 ilde, 2021 yılı boyunca yapılan hava ölçümleriyle elde edilen verilere göre, nüfusun maruz kaldığı PM 2.5 kirliliği ortalama 20.7 mikrogram.

Bu, DSÖ’nün yıllık limit değerinin 4 katından fazla kirlilik anlamına geliyor.

En fazla erken ölüm İstanbul’da

2021’de ölçüm yapılabilen iller arasında yüzde 49’la Iğdır artan erken ölüm riski açısından ilk sırada yer alıyor.

İstanbul, 8 bin 895 can kaybıyla PM 2.5 kirliliğine bağlı en fazla erken ölümün olduğu şehir.

Her bir il için ölçülen 2021 yılına ait yıllık ortalama PM2.5 konsantrasyonları 10.8 ile 34.5 mikrogram (µg/m3) arasında değişiyor.

38 şehre ait veriler şöyle:

Raporda PM 2.5 kirliliğinden kaynaklı hava kirliliğine bağlı erken ölümler, cinayet ve trafik kazalarının neden olduğu ölüm riskiyle de kıyaslandı.

Türkiye’de PM 2.5 kaynaklı hava kirliliğine bağlı erken ölüm riski, cinayet nedeniyle ölüm riskinden 24 kat daha fazla.

Trafik kazaları nedeniyle ölüm oranlarıyla kıyaslandığında ise PM 2.5 kirliliğinden ölüm riski yedi kat daha fazla.

Havamızı kirleten failleri biliyoruz

Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Proje Sorumlusu Gökhan Ersoy, limit değerlerin belirlenmesinin erken ölümlerin önüne geçilmesine katkı sağlayacağını vurguluyor:

“Havamızı kirleten failleri aslında hepimiz biliyoruz, ancak olağan şüpheliler ile olağan yöntemler mücadele etmekte yetersiz kalıyor. Bugün gezegenin en tehlikeli kirleticisi PM 2.5 için bir limit değer belirleyerek, kirliliğin kronikleştiği yerler için yönetmeliğimizde yer alan koruma bölgesini hayata geçirebilir ve kirli endüstriler karşısında insanlarımıza temiz bir nefes alacak ve ortalama yaşam süresini uzatacak mavi gökyüzü fırsatını sunabiliriz.”

Neler yapılmalı?

Raporda, elde edilen bulguların halkın sağlığını korumak için Türkiye’deki PM 2.5 kirliliği sorunuyla ilgili acilen harekete geçilmesi gerektiği belirtiliyor ve adımlar şöyle sıralanıyor:

  • Türkiye’de PM 2.5 kirliliği için yıllık ve 24 saatlik ortalama limit değerleri bir an önce tanımlanmalıdır.
  • Ulusal limit değerler, asgari olarak, AB tarafından kabul edilen seviyelerle uyumlu olmalıdır. Uzun vadede ise amaç DSÖ limitleriyle uyumlu bir yönetmelik çıkarılmasıdır.
  • Greenpeace Akdeniz, halk sağlığını koruyarak erken ölümlerin önüne geçecek ulusal limit değerlerinin belirlenmesinin ardından bu standartların ihlal edildiği bölgelerin “Koruma Bölgesi” ilan edilmesini talep ediyor.
  • “Koruma Bölgesi” ilan edilen yerlerde kirletici endüstrilerin faaliyet durdurması veya kapatılması da dahil olmak üzere hava kalitesini iyileştirmek için ciddi önlemler alınması öngörülüyor.

Son 50 yılda yaban hayatı popülasyonunun yüzde 70’i yok oldu

WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) ve Londra Zooloji Derneği’nin (ZSL) hazırladığı Yaşayan Gezegen Raporu’na göre; 1970’den bu yana izlenen omurgalı yaban hayatı popülasyonlarında ortalama yüzde 69’luk bir düşüş gerçekleşti.

İki yılda bir yayımlanan rapor insan faaliyetleri nedeniyle doğaya verilen yıkıcı tahribatları ortaya koyuyor.

Küresel biyoçeşitlilik ve gezegenin sağlığı konusundaki eğilimlerin araştırıldığı raporda, doğadaki kaybın tersine çevrilmesi için acilen eyleme geçilmesi gerektiği ortaya koyuldu.

Rapora göre; izlenen tatlı su popülasyonları, 1970’ten bu yana, yüzde 83 düştü.

Avrupa’da vahşi yaşam popülasyonunda yüzde 18’lik bir düşüş görüldü.

Fotoğraf: Alexis Huguet – AFP

Rapor, geçim kaynaklarının yüzde 70’inin doğaya bağlı olduğu Afrika’da, 1970’den bu yana vahşi yaşam popülasyonlarında üçte iki düşüş olduğunu gösterdi.

Bu popülasyonlara yönelik tehditlerin yarısını habitat kaybı ve göç yollarının önündeki engeller oluşturuyor. 

Memelilerin, kuşların, balıkların, sürüngenlerin ve amfibiyenlerin popülasyonlarını izleyen Yaşayan Gezegen Endeksi (LPI) 1970’den bu yana izlenen yaban hayatı popülasyonlarında ortalama yüzde 69’luk bir düşüş olduğunu ortaya koyuyor. 

2020’den bu yana veri setine 838 yeni tür ve 11 bin 11 yeni popülasyon eklenmesi ile Yaşayan Gezegen Endeksi 2022 bugüne kadarki en büyük veri setini kullandı.

Rapor kapsamında yaklaşık 32 bin tür popülasyonu analiz edildi. 

Raporda iklim değişikliği ve biyoçeşitlilik kaybı sadece çevresel sorunlar olarak değil, aynı zamanda ekonomik, kalkınma, güvenlik, sosyal, ahlaki ve etik sorunlar olarak da tanımlandı. 

Bengal tiger (Panthera tigris tigris) mother with cub age four months,
Ranthambhore, Rajhasthan, India

“Çevresel bozulmanın çoğundan sanayileşmiş ülkeler sorumludur, ancak biyolojik çeşitlilik kaybından orantısız şekilde etkilenen gelişmekte olan ülkelerdir. Herkesin sağlığı için gezegeni koruyan, doğaya pozitif bir toplum inşa etmede hepimizin oynayacağı bir rol var” ifadelerine yer verilen raporda ayrıca şunlara değinildi:

“Kanıtlar açık – gezegenimizin kaynaklarının sürdürülemez kullanımından kaynaklanan biyolojik çeşitlilik kaybı ve iklim değişikliğinin ikili krizini yaşıyoruz. 

Bilim insanları, bu acil durumları iki ayrı konu olarak ele almayı sürdürdükçe hiçbir sorunun etkin bir şekilde ele alınmayacağı konusunda net.”

Yıkıcı bir düşüş var: WWF son derece endişeli

Latin Amerika ve Karayipler gibi biyolojik çeşitlilik açısından zengin bölgelerde, hayvan popülasyonu kaybı oranı yüzde 94’e kadar çıkıyor.

WWF International’ın Genel Müdürü Marco Lambertini, WWF’nin yeni verilerden “son derece endişeli” olduğunu söyledi. Lambertini raporun özellikle de dünyadaki en fazla biyolojik çeşitliliğe sahip manzaralardan bazılarına ev sahipliği yapan tropik bölgelerde olmak üzere, vahşi yaşam popülasyonlarında yıkıcı bir düşüş olduğunu gösterdiğini belirtti. 

WWF Bilim Direktörü Mark Wright, rakamların özellikle Latin Amerika için “gerçekten korkutucu” olduğunu söyledi.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Genel Müdürü Aslı Pasinli de doğal kaynakları herhangi bir bedel ödemeden, savurgan ve sürdürülemez bir şekilde kullanabileceğimiz yönündeki varsayımların geçersizliğinin artık apaçık ortada olduğunun altını çizdi. Pasinli şu ifadeleri kullandı:

“Bedeller, aşırı hava koşullarından kaynaklanan can ve mal kayıpları, kuraklık ve sellerle ağırlaşan yoksulluk ve gıda güvenliği sorunu, toplumsal karışıklıklar, artan göç dalgaları ve zoonotik (hayvan kaynaklı) hastalıklar olarak karşımıza çıkmaya başladı. Doğanın kaybı, etik veya ekolojik bir mesele olarak algılanmaktan çıktı; ekonomimiz, sosyal istikrarımız, bireysel refahımız ve sağlığımız için hayati önemi dikkate alınarak daha geniş anlamda yorumlanıyor ve bir adalet meselesi olarak görülüyor. Çevresel kayıplardan en çok dünyanın en savunmasız toplulukları etkileniyor. Küresel ekonomi ve milyarlarca insanın geçimi doğaya bağlı. İklim, çevre ve toplum sağlığı krizlerini önlemek için biyolojik çeşitlilik kayıplarını önlemek ve hayati öneme sahip ekosistemleri geri getirmek, küresel gündemin en önemli maddeleri haline gelmeli.”

Latin Amerika’nın biyoçeşitliliğiyle ünlü olduğuna ve bu anlamda çok önemli olduğuna değinen Wright, iklim değişikliğini tersine çevirme çabasında da önemli bir bölge olduğunu söyledi. Ancak Amazon ormanlarında 550 ila 740 milyar ton CO2 tespit edildi. Bu da yıllık sera gazı emisyonlarından 10 ila 15 kat daha fazlasına eşdeğer.

Rapor, yaban hayatı kaybının ana sebeplerinin kalkınma ve çiftçilik, sömürü, istilacı türlerin girişi, kirlilik, iklim değişikliği ve hastalık nedeniyle habitat bozulması olduğunu ortaya koydu.

Butterflies near the Augusto Falls on the Juruena River, Juruena National Park, Brazil.

Gıda sistemleri, ormansızlaşma ve popülasyon kaybı

Lambertini, küresel gıda zinciri çökmeden önce dünyanın zararlı ve savurgan tarım uygulamalarını yeniden düşünmesi gerektiğini vurguladı ve şunları ekledi:

“Günümüzde gıda sistemleri, karadaki ormansızlaşmanın yüzde 80’inden fazlasından sorumlu ve okyanusla temiz suya bakarsanız, [bu sistemler] bu habitatlardaki balıkçılık stoklarının ve popülasyonlarının çökmesine de neden oluyor.”

Aralık ayında COP15 biyoçeşitlilik zirvesi için Montreal‘de toplanacak dünya liderleriyle birlikte, rapor yazarları, iklim değişikliğine ilişkin 2015 Paris Anlaşması‘na benzer şekilde, doğayı korumak için uluslararası, bağlayıcı bir taahhüt çağrısında bulundular.

Rapor, artan koruma ve restorasyon çabalarının, daha sürdürülebilir gıda üretimi ve tüketiminin ve tüm sektörlerin hızlı ve derinden karbondan arındırılmasının iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilik kaybı gibi ikiz krizleri hafifletebileceğini savunuyor.

Ayrıca hükümetlerin gıda, ilaç ve su temini gibi doğa kaynaklı hizmetlerin değerini politika oluşturma sürecine uygun şekilde dahil etmeleri için çağrıda bulunuyor.

 

Sansür yasasının 18 maddesi daha geçti: Muhalefetin protestosuyla görüşmeler yarım kaldı

TBMM Genel Kurulu‘nda görüşmeleri dün devam eden ‘sansür yasası’nın 16’dan 28’e kadar olan 18 maddesi daha kabul edildi.

Teklifin ilk bölümü, yasama yılının başladığı 4 Ekim’den bu yana madde madde kabul edilmişti.

Basına ve sosyal medyaya ‘dezenformasyon’ suçundan hapis cezaları öngören en önemli maddelerden biri olan 29’un görüşülmesine geçildiğinde ise muhalefet partisinden vekiller, “29’a hayır“, “Sansüre hayır“, “Hapis cezasına hayır” sloganlarıyla ve alkışlarla protestoya başladı.

Protestonun sürmesi nedeniyle madde üzerindeki görüşmelere geçilemedi ve TBMM Başkanvekili Haydar Akar oturumu kapatmak zorunda kaldı.

Görüşmelere bugün saat 14.00’de devam edilecek.

Teklifin en çok tepki alan maddelerinden olan 29’uncu madde ile yasalara ilk kez “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçu şeklinde bir tanım girecek ve “resmi görüşe aykırı” haber ve bilgilerin paylaşılması üç yıla kadar hapisle cezalandırılabilecek.

Madde tüzükte şöyle geçiyor:

Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi MADDE 29- 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 217 nci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki madde eklenmiştir.

“Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma”

MADDE 217/A- (1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.

(2) Suçun, failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”

Basın örgütleri daha önceki eylemlerinde bu maddeye karşı şunları söylemişti:

“Yasa teklifi ifade özgürlüğünün önünde tarihimizin en büyük engeli olarak dikilecek 29’uncu madde ile ‘Halkı yanıltıcıyı bilgiyi alenen yaymak’ gibi bir yeni suç tanımı oluşacak.

Muğlak ve ucu açık ifadelerle, hangi savcının hangi yanlış bilgiyi yayanlarla ilgili harekete geçeceği bilinemeyecek.

Sosyal medyada eleştirel paylaşımlar, ‘dezenformasyon’ olarak suçlanabilecek. Yalan haberi yapanın yanı sıra yayan ifadesi getirilerek demokrasiyi ve ifade özgürlüğü ilkesini temelinden sarsıp çökertecek pek çok uygulamayla karşı karşıya kalınacak.”

Niyetiniz dezenformasyonu engellemekse İletişim Başkanlığı’nı kapatabilirsiniz

Teklifin ilk 16-28 arası maddeleri, Basın İlan Kurumu’nun (BİK) verdiği resmi ilanlar, basın kartının iptaline ilişkin tartışmalarla, tüm değişiklik önerileri ve itirazlar reddedilerek kabul edildi.

Muhalefet vekilleri, BİK’in Evrensel, Sözcü gibi gazetelere uyguladığı hukuksuz yaptırımları Meclis’e hatırlattı.

Öte yandan daha nöceki görüşmelerde Meclis’te siyah maskeli protesto yapanlardan Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Ankara Şube Başkanı Sibel Hürtaş’ın bu görüşmeler için Meclis’e girmesine izin verilmedi, yasak için herhangi bir gerekçe sunulmadı.

TİP Milletvekili Ahmet Şık, “İstibdatçı Abdülhamit, Kanun-i Esasi’yi askıya almıştı. Size faşist bir cuntanın anayasası bile yetmedi onu da askıya aldınız. Padişahı eleştiren gazete ve dergiler yasaklanıp, kitaplar toplatılmıştı. Sizse medyayı dev bir Saray bültenine, ülkeyi de dünyanın en büyük gazeteci hapishanesine çevirdiniz” dedi ve şunları söyledi:

“Dezenformasyon Yasası diye çok alengirli de bir isim bulmuşsunuz. Güya yalan/yanlış bilginin dolaşıma girmesini engelleyecek. Eğer gerçek niyetiniz buysa, İletişim Başkanlığını kapatmakla işe başlayabilirsiniz. Başındaki çakma Goebbels’e nasılsa eş dost üzerinden bol maaşlı bir iş bulursunuz. Havuz medyası diye anılan medya kurumlarını da ‘gereğini yapan’ değil, hakikate kendilerinden fazla saygı duyan gazetecilere bırakabilirsiniz.”

https://twitter.com/tiptbmm/status/1580241616010637312?s=20&t=8la4lxFfPWxS_Q_x7Jg9eQ

Kürsüde çekiçle telefon kırdı

CHP Muğla Milletvekili Burak Erbay ise görüşmeleri cep telefonunu TBMM kürsüsünde çekiçle kırarak protesto etti.

Erbay, protestosu sırasında şöyle konuştu:

“Bu yasa gençleri çok ilgilendiriyor. Ben buradan, 15, 16, 17 yaşında ve özellikle 2023’te Türkiye’nin kaderini belirleyecek 18, 19, 20 yaşında ilk defa oy kullanacak kardeşlerime seslenmek istiyorum: İstediğiniz yere tatile gidemiyorsunuz, istediğiniz yemeği yiyemiyorsunuz, istediğini tableti, kıyafeti alamıyorsunuz. Mutsuzsunuz. Bunun sebebi, AKP iktidarı ve peşine takılan MHP.

Tek özgürlüğünüz var. Instagram, Youtube, Facebook var. Orada haberleşiyorsunuz. Bugün 12 Ekim. Eğer buradaki yasa Meclis’ten geçerse bu telefon (elindeki çekiçle telefonu kırarak) artık bu şekilde kırıp atabilirsiniz genç kardeşlerim. Kullanmanıza gerek kalmayacaktır. Ama 2023 Haziran’da o genç kardeşlerim size gereken dersleri verecektir.”

AKP ve MHP’li bazı vekiller, Erbay’ın çekiçle kürsüye zarar verdiğini, telefonun ‘kamu malı’ olduğunu, Meclis’e çekiçle girdiğini söyleyerek TBMM Başkanvekili Akar’dan cezalandırma istediler. Akar, çekicin kötü niyetle kulanılmadığını belirtti.

29’a hayır

CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, görüşmelerde bu madde ile ilgili söz alarak şöyle konuştu:

“Dünyanın bütün ülkelerinde despotlaşan iktidarlar, son dönemlerinde baskılarını artırırlar, demokrasi dışı yollara tevessül ederler. Bu, genel, evrensel bir gerçektir… Türkiye, dünya milletler ailesinin bir üyesidir.

Türkiye’nin dünya milletler ailesi içindeki itibari, demokrasi ligindeki bu pozisyonu, biraz sonra görüşülecek 29’uncu maddenin yasalaşması halinde hiçbirimizin, AK Parti’nin de MHP’nin de istemeyeceği bir hale düşecek endişesini taşıyoruz. Muhalefet, yasadan korkacak, cezaevinden korkacak olsa muhalefet olmazdı zaten. Bu konularda hodri meydanız. Kanun teklifini hazırlayanlara 10 dakika daha düşünmeleri için protestomuzu, demokratik karşı protestomuzu ayakta alkışlarla sürdürmeye devam edeceğiz.”

Görüşmelere bugün kaldığı yerden devam edilecek.

Sansür yasasına hukukçu yorumu: Seçime Twitter olmadan girme ihtimalimiz hiç olmadığı kadar yüksek
Gazeteciler yeniden tek ses: Medyayı cezalandırmaktan başka amacı olmayan teklif geri çekilsin

 

 

Alanlar farklı, bilinmezlik aynı: Bu kez de Adalar’da ağaç kesimi

Genel SİT alanı olan Büyükada, Maden Mahallesi’nde denize 69 metre uzaklıkta bulunan dört dönümlük bir arazide 6 Ekim’de ağaçlar kesilmeye başlandı. Vatandaşa ağaç kesimlerine dair herhangi bir bilgi verilmezken  Zabıta‘ya yapılan şikayetler sonrasında bölgede kalan diğer ağaçlar da hemen ertesi gün, 7 Ekim’de kesildi.

Dört dönümlük ve 287 ada 3 parselde bulunan alana herhangi bir bilgilendirici tabela dahi asılmış değil.

Üsküdar’da sır gibi millet bahçesi: Kimsenin haberi yok…

Konuyla ilgili ulaştığımız Adalar Belediyesi‘nden alanın Geçiş Dönemi Yapılaşma Koşulları ile ruhsatlandırıldığı ve Bakanlık tarafından bir spor salonu yapıldığını öğreniyoruz. Ancak Adalar hem SİT alanı, hem de Kasım 2021’de Cumhurbaşkanı kararı ile Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇKB) ilan edilmiş bir bölge ve yapılan proje diğer SİT alanları için de tehdit niteliğinde.

Öte yandan Adalar’daki imar bilmecesi de “SİT alanında böyle bir proje nasıl yapılabilir?” diye sordurtuyor. TMMOB İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Esin Köymen imar planı olmayan Büyükada’daki alana yapılan projeye ilişkin şunları söylüyor:

“2021’de ÖÇKB ilan edildi. Bütün yetkileri Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘nda. Daha öncesi Adalar genelinde Adalar Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Koruma Amaçlı İmar Planı çalışmalarına da başlamıştı. Yetki tamamen Bakanlığa geçince yapılan çalışmalar Bakanlığa iletildi. Dolayısıyla imar planı olmayan bir yerden bahsediyoruz. Bakanlık bir imar planı yaptıysa bu planın askıya çıkması gerekiyor. Bir mevzi imar planı olması gerekiyor o zaman ki bununla ilgili bir işlem yapılsın. [Proje] Kaçak durumdadır. İmar planı olmayan bir yerde herhangi bir şekilde uygulama yapılamaz.”

Projenin SİT alanına yapılmasından dolayı 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na da aykırı bir işlem olduğunu aktaran Köymen, “İmar planı olmayan bir yerde bir yapı yapmak mıdır korumak? Bu nedenle mi yetkiler İBB ve Adalar’dan alınarak ÖÇKB ilan edilerek Bakanlığa devredildi? Nerede o zaman Adalar’ın imar planları? Korumanın ötesinde bir şeyden bahsediyoruz. Yetki almak kuralsızlık anlamına gelmez” diyor.

‣Adalılar, Nazım İmar Planı ile ilgili bilgi istiyor

Ağaç kesimini duyuran isim olan ve Dünya Mirası Adalar‘dan Derya Tolgay ise Adalar’da cereyan eden her olayın şeffaflığın ve katılımcılığın olmamasıyla alakalı olduğunu belirterek şunları söylüyor: “Hiçbir şeye ekosistem ve eşitlik üzerinden bakılmıyor. Bilgi hiçbir şekilde alamıyoruz. Ormanda bekleyen TOMA‘lar var. Bunlardan birine ‘Siz ormanları korumak için buradasınız değil mi?’ diye sordum ve gereken her yere ileteceğini söyledi. Ertesi gün sanki yangından mal kaçırırcasına son kalan ağaçların da kesildiğini gördüm.”

Ada’da projenin yanı başında ikamet eden Cem Kesici de şunları anlatıyor:

“Geçen hafta devasa armut ve badem ağaçlarının hepsi kesildi. Tabela asmadılar. Oradaki dokuyla uzaktan yakından ilişkisi olmayan bir iş gibi görünüyor. Dünya kadar ağaç kestiler. Bu bir hizmetse bunun bir yerde şeffaf olması lazım. Vatandaşın hiçbir şeyden haberi yok. Baştan aşağı yeşillik alan. Adalıların gelip topladığı dev bir armut ağacı vardı. Gitti. Kucaklayabileceğiniz büyüklükteki ağaçlar kesildi. Oraya bir servet harcanacak ve fonksiyonel bir şey olacağını düşünmüyorum.”

‣Adalar’da sit alanına tuvalet inşaatı

Kurumlar arası bilinmezlik

Konuyla ilgili Adalar Belediyesi, İstanbul Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü, Adalar Kaymakamlığı gibi birçok kurumla şantiye alanına tabela bile asılmayan projeyi konuştuk.

Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü yetkilileri projeye ilişkin belediyeden ruhsatın alındığını ve Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‘yla Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘ndan onayların olduğunu, projeye bu kapsamda başlandığını aktarıyor. Ancak projenin ne aşamada olduğuna ilişkin müdürlük yetkililerinin de bir bilgisi bulunmuyor.

Ağaç kesimine ilişkin sorular yönelttiğimiz yetkililer, önce alanda ağaç kesimi olup olmadığından haberleri olmadığını ve üstlenici firmadan kesime ilişkin bilgi alacaklarını söylüyor. Daha sonra ulaştığımızda ise ağaçların spor salonuna denk geldiği için kesilmek zorunda olduğu belirtiliyor.

Adalar Kaymakamlığından ise her şeyin yasal çerçeve içerisinde yürütüldüğü ancak projedeki son duruma ilişkin bilgilerinin olmadığını öğreniyoruz.

Adalar Belediyesi‘nde ulaştığımız İmar ve Şehircilik Müdürlüğünden belediyenin ruhsatını verdiği projeyle ilgili verilen bilgiler ise şöyle:

  • Ruhsat verilmiş.
  • Geçiş Dönemi Yapılaşma Koşulları ile ruhsatlandırılmış.
  • Yakın zamanda tabela asılacak.

Belediye kısır ve küpeli olan köpekleri toplamak için bayılttı, engel olmaya çalışan vatandaşlar darp edildi

Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde belediye ekipleri, “kısırlaştırma ve tedavi” gerekçesiyle sokak köpeklerini toplayan belediye ekiplerine, hayvanların halihazırda kısırlaştırılmış ve küpelenmiş otuz kadar köpeği bayıltıp eziyet ederek Gölbaşı Geçici Hayvan Bakımevi ve Rehabilitasyon Merkezi‘ne götürdü.

Duruma engel olmak isteyen mahalle halkı ve hayvan hakkı savunucuları köpeklerin zaten küpeli ve kısırlaştırılmış olduğunu belirtirken, belediyenin görevlileri tarafından darp edildi. Olay yerine polis ekipleri geldi.

Bayıltılıp eziyet edilerek götürülen yaklaşık otuz köpeğin ardından barınağa giden yurttaşlar, serbest bırakılmaları için saatlerce binanın önünde beklese de köpekler bırakılmadı.

https://twitter.com/guliz_gunduzz/status/1579803926425403392?s=20&t=7adioM4Sn7K7UdtYAww2Sg

Yurttaşlardan biri, Levent Bayçelebi, yaşanan arbede sırasında ekipler tarafından darp edildiği gerekçesiyle şikayetçi oldu. DHA’ya konuşan Bayçelebi şunları söyledi:

“Yanlarına yaklaşıp, hatalı iş yaptıklarını, köpeklerin kısır olduğunu söyledim. Araçlardaki görevliler, iki kız arkadaş ve benim üstüme çullandı ve arbede yaşandı. Benim boğazımı sıkarlarken çekilen görüntüler var. Polis geldi, bizleri onların elinden aldılar.”

Aldıkları köpeklerden biri bizzat benim ilgilendiğim köpek. Kanunu delerek hayvana eziyet ederek, hayvanın boğazını sıkarak, yerde sürükleyerek arabaya attılar. Burada güç gösterisi var.

Avukatım ile başvurularımı yapacağım, bu işin peşini asla bırakmayacağım.

Öte yandan görevliler de “işlerine engel olduklarını” söyleyerek yurttaşlardan şikayetçi oldu.

Taşeron firmaya toplama yaptırılıyor, sakat köpeğe atış yaptılar

Hayvanların Yaşam Hakları Konfederasyonu Temsilcisi Tülay Danacıoğlu da köpeklerin usulsüzce toplandığını belirterek, “Küpeli köpeği  barınağa almak kanunun hiçbir maddesinde söz konusu değildir” dedi:

“Özellikle Eva isimli köpeğimiz, ayağından sakat ve gönüllümüz tarafından tedavisi yaptırılıp, bacağına platin takılmıştı. Platinli köpeğe atış yaptılar, bacağında kan oluşumu olunca da ‘tedavi için aldık’ dediler. Böyle bir şey yok. Taşeron bir firmaya toplama yaptırılıyor. Gerekçe olarak kısırlaştırmak için aldıklarını beyan ettiler; ama köpekler kısır.”

Gölbaşı Belediyesi’nden yapılan yazılı açıklamada ise, yurttaşların geri almak istediği ‘Eva’nın saldırgan olduğu iddia edildi.

Açıklamada Eva’nın rehabilite edilip, alındığı yere bırakılacağı, belediye barınağından hem “söz konusu köpeği” hem de diğer köpekleri sahiplenenlere rehabilitasyon ve mama desteği verileceği belirtildi ve başka bir açıklama yapılmadı.

İSİG’den iş cinayeti raporu: Eylül’de 157, dokuz ayda 1.359 işçi öldü

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) eylül ayı iş cinayetleri raporunu açıkladı. Rapora göre geçen ay 157 kişi iş cinayetleri nedeniyle öldü. Yılın ilk dokuz ayında iş cinayetlerinde ölen işçilerin sayısı da 1.359 oldu.

İlk dokuz ayda, iş kollarında meydana gelen iş cinayetlerinin dağılımı şöyle:

  • Tarım, Orman işkolunda 275 emekçi (141 işçi ve 134 çiftçi)
  • İnşaat, Yol işkolunda 269 işçi
  • Taşımacılık işkolunda 163 işçi
  • Metal işkolunda 79 işçi
  • Ticaret, Büro, Eğitim, Sinema işkolunda 76 emekçi
  • Belediye, Genel İşler işkolunda 74 işçi
  • Konaklama, Eğlence işkolunda 57 işçi
  • Sağlık, Sosyal Hizmetler işkolunda 55 işçi
  • Madencilik işkolunda 53 işçi
  • Enerji işkolunda 41 işçi
  • Gemi, Tersane, Deniz, Liman işkolunda 35 işçi
  • Savunma, Güvenlik işkolunda 27 işçi
  • Petro-Kimya, Lastik işkolunda 27 işçi
  • Tekstil, Deri işkolunda 25 işçi
  • Ağaç, Kâğıt işkolunda 18 işçi
  • Gıda, Şeker işkolunda 14 işçi
  • Çimento, Toprak, Cam işkolunda 14 işçi
  • Basın, Gazetecilik işkolunda 7 işçi
  • Banka, Finans, Sigorta işkolunda 3 işçi
  • İletişim işkolunda 2 işçi
  • 45 işçinin de iş kolu tespit edilemedi

En çok ölüm nedeni trafik kazası ve ezilme

Raporda, ölüm sebeplerine bakıldığında da trafik kazası, yüksekten düşme, ezilme ve elektrik çarpması öne çıkıyor. İlk dokuz ayda 306 işçi trafik kazası, 266 işçi ezilme ve göçük altında kalma, 205 işçi yüksekten düşme 148 işçi de elektrik çarpması nedeniyle öldü.

İş cinayetlerinde ölen işçilerin 1320’si erkek, 86’sı da kadın olarak kayıtlara geçti. İlk dokuz ayda 18 yaşından küçük toplam 52 çocuk iş cinayetlerinde öldü. Bu dönemde hayatını kaybeden 18-27 yaş arasındaki genç işçi sayısı da 212 oldu.

49 yabancı uyruklu işçi hayatını kaybetti

2022 yılının ilk dokuz ayında 75 mülteci/göçmen işçi hayatını kaybetti. 33 Suriyeli ve 16 Afgan iş cinayetlerinde öldü.

Yılın ilk dokuz ayında İstanbul‘da 186 iş cinayeti kayıtlara geçti. İstanbul’u sırasıyla 60 ölümle İzmir, 44 ölümle Muğla ve 43’er ölüme Antalya ve Bursa takip etti.