Ana Sayfa Blog Sayfa 606

Belén Gómez: Su ve temiz hava için savaşmak zorunda kalmadığımız geleceğin peşindeyiz [İklim Kuşağı-31]

Belén Gómez, 25 yaşında, bir fizyoterapi öğrencisi. Anne tarafından büyükbabasının evi olan Latacunga şehrinde doğmuş ama iklim aktivizmini sokaklara taşıdığı, gençlik protestolarına öncülük ettiği, ailesinin evi olan Quito şehrinde büyümüş. 2019’da Fridays For Future Ekvador’u kurmuş.

Ülkesinde örgütlenmeye tek başına başlayan Gómez, şimdilerde taban gruptan 20’den fazla organizasyonda çalışan genç ile birlikte daha binlerce genç acil iklim eylemi talep etmek için sosyal ağlarda ve sokaklardaki protestolarda çağrılarına katılıyor.

Genç aktivist, Ekvador topraklarında madenciliğe karşı verilen mücadeleye şahit olduktan sonra iklim aktivizmine başladığını anlatıyor. Anne tarafından miras aldığı yerli gelenekler, Belén’e  gezegeni önemsemenin anlamanı sağlarken, baba tarafından miras aldığı isyankarlığa ek olarak da sesini yükseltmenin doğru olduğunu ve sessiz kalmaması gerektiğini öğrenmiş: “Su veya temiz hava için savaşmak zorunda olmadığımız bir geleceğe sahip olmanın, sağlıklı bir gezegende yaşayabilmenin peşindeyim. Aynı zamanda yerli halklara da saygı duyuyorum çünkü onların ‘doğanın ana koruyucuları’ olduğunu düşünüyorum“.

Atlas Sarrafoğlu: İklim krizi genel olarak Ekvador’da insanların yaşamlarını nasıl etkiliyor? Sence ülkeni iklim değişikliğinin etkilerinden korumanın çözümü nedir?

Belén Gómez: İklim krizi, Ekvador’da en çok daha şiddetli meteorolojik olaylar, kuraklık, yangınlar, hayvan ve bitki türlerinin ölümü, nehir ve göllerin taşması, iklim mültecileri ve geçim ve ekonomik kaynakların yok edilmesi şeklinde bizi etkiliyor.

Bence ülkemde iklim değişikliğine karşı korunmak için, çevre korumanın gerçekten dikkate alındığı projeleri ele almak, genel olarak yalnızca doğayı yok etmeye ve zarar vermeye neden olan madencilik şirketlerinin yerli topraklara girmesine izin vermemektir.

‘İklim adaleti olmadan eşitlik olmaz’

Yerli kökenleri olan birey olarak, Ekvator’da yaşanan iklim krizinden yerli halklar nasıl etkileniyor?

Ekvador’un yerli halkları ilk önce çok belirgin bir ayrımcılığa maruz kalıyor; yerli toplulukların iyi bir eğitim paketi yok, sağlık güvenceleri yok, madencilik alanları ve petrol alanları gibi önemli kararlar alınırken dikkate alınmıyorlar. Ekvador’da iklim krizinden en çok etkilenenlerin yerli halklar olduğunu görüyoruz çünkü yerli halklar, o zamandan bu yana doğanın(pachamama) ön saflarında bulunan ana savunucuları olmalarına rağmen – toprak anamızla büyük bağı olan onlar. Toprak anayı savunmak ve korumak için atalarının bilgilerine sahipler ancak kendilerini savunabilecek yeterli araçlara sahip değiller.

İklim kriziyle mücadele konusunda hükümetinizin duruşu ne şekilde anlatabilir misin?

Mevcut hükümet, kampanyalarında doğayı önemseyen ve koruyan bir hükümet olmaya kararlı görünüyor. Böyle görünüyor, ancak bakanlıkların Galapagos Adaları‘nın deniz rezervinin genişletilmesi gibi projeler yürüttüğünü fakat hükümetin kastettiğim topraklarda hala yapılacak işleri olduğunu dikkate almalıyız. Bununla, devletin toplumla birleşerek, iklim değişikliği karşısında ülkemiz için çalışabilmesi ve böylece ülkenin çocukları, gençleri, yetişkinleri, çevre örgütleri ile hükümet birimlerinin ülkemiz için çalışabileceği alanlar yaratması gerektiğini kastediyorum. Sosyal sınıf farklılığı gözetmeden, ayrımcılık yapmadan insan haklarını ihlal etmediğini göstermesi gerekiyor, çünkü iklim adaleti olmadan insan hakları ve eşitlik olmaz.

Aktivizme nasıl başladın ve Ekvador’da grevlerinizi nasıl organize ediyorsunuz? İklim krizi konusunda belirli bir alanda mı çalışıyorsun? 

Aktivizme nasıl başladım? Güzel soru, aslında küçüklüğümden beri aktivistim diyebilirim. Bana büyürken hep doğa ve hayvanlarla ilgilenmem öğretildi. Bir Latin Amerika ülkesinde doğdum. Ben bir kadınım. Peki bu ne demek? Bu, kadınların seslerini yükseltme, istediklerini yapma özgürlükleri yoktur demek. Latin Amerika’da ataerkillik hüküm sürdüğü için bu böyle. Ama benim hikayem, ona bir bakıma asi olmayı öğreten bir ailede büyüyen bir kızın hikayesi. Eğer bir şeyler ters giderse, benim için doğru olanı savunmak için sesimi yükseltmek, doğayı savunmak zorundaydım, adaletsizliğe izin vermemek, sınıfçılığa, ırkçılığa izin vermemek, hepimizin eşit olduğu bir eşitlik dünyası istemek anne ve babamın ailelerinin öğretilerini, onların geleneklerini, öğrettikleri gelenekleri sürdürmek için doğayı savunmam gerektiği öğretildi bana. Toprak anamızı korumak, köklerimize, kültürümüze sahip çıkmak da. İşte bu yüzden bu kız, bu genç kadın ve ergen evini, kültürünü korumak için sesini yükseltmek, duyulmayanların sesini yükseltmek için aktivist oldu.

‘Gençlerin azmi ve direnci devam etmemi sağlıyor’

Cuma günleri grevlerime, Quito şehrinin cumhurbaşkanı ve belediye başkanının ofislerinin yer aldığı, Carondelet Sarayı’nın bulunduğu Plaza Grande’de başladım. Cuma günleri bir saat boyunca geri dönüştürülebilir malzemelerden yapılmış bir kurbağa ve bir poster ile grev yapıyordum. Ülkemde özgür hissettiğimde grevlerimi yapıyordum. Eski hükümet protesto edenlere işkence yapıyordu. Şimdiki hükümet tarafından ise herhangi müdahale olmadı. 

Ben esas olarak Fridays For Future Ekvador’un bir üyesiyim çünkü kurucularından biriyim ve Fridays For Future uluslararası ve MAPA’ya da bağlıyım, ayrıca çevre alanında Tremendas Ekvador üyesiyim.

Fridays For Future Ekvador olarak da ulusal düzeyde ve yerli halklar için flora ve faunanın korunmasına odaklanıyoruz.

Geleceğe dair sana ne umut veriyor, lütfen bize anlatır mısın? Aktivizmine ilham veren şey nedir?

Zor bir soru, kendimi yenilmiş hissettiğim günler oluyor, çünkü karar vericiler ve halk iklim değişikliğinin ne kadar ciddi olduğunu görmüyorsa neden savaştığımı merak ediyorum. O kadar çok kongre ve dünya liderleriyle toplantı var ki, kendinize bu kez bir değişiklik olacak mı diye soruyorsunuz ama günün sonunda her zamanki gibi. Ancak sonunda bana mücadeleye devam etme gücü veren ilk şey ailem, geleneklerim, evim ve binlerce genç. Dünyanın her yerinde aynı şey için mücadele eden insanlar, yalnız savaşmadığınızı, bugünümüz ve geleceğimiz için seslerini yükselten daha fazla genç asi olduğunu görmenizi sağlıyor, bana her gün savaşma gücü veren şey bu: Sağlıklı bir gezegen görmek isteği, bugün yardım için haykıran bir gezegen değil.

Sağlıklı bir gezegene sahip bir bugün ve gelecek için, bir insanı incitmeden veya kırmadan doğru olduğuna inandığımız şey için savaşmamız ve her zaman kim olduğumuza odaklanmamız, köklerimizden utanmadan köklerimizi korumamız ve insan haklarına saygı gösterilmesi anlamına geliyor bu benim için. 

Mısır’da yapılan COP27’’ye katılmıştın. Ne bekliyordun ve gerçekte ne oldu, umutlarını ve duygularını da anlatır mısın?

COP27 benim ilk COP’umdu, ilk kez benim sesimin, büyükanne ve büyükbabamın sesinin görmezden gelindiğini, susturulduğunu hissettim. Bunu söylüyorum çünkü bir COP’a gitmek için akreditasyona ve finansmana ihtiyacınız var, ben bu ayrıcalığa sahip olduğum için minnettarım. Korku, neşe, üzüntü, yetersizlik hissediyordum çünkü söyleyecek çok şeyim vardı. Söylemek istediklerimin ancak %50’sini söyleyebildim. Yeni şeyler yaşadım, çok şey öğrendim, orada olduğum her gün bir şeyler öğrenme fırsatım oldu. COP’ta ülkenizde olup bitenlerden bahsetmeniz, müzakerelere, söyleşilere, toplantılara katılmanız gerekiyor ve umarım insanları hayal kırıklığına uğratmadan COP’ta her şeyimi verebilmişimdir. COP ayrıca sizi zihinsel ve fiziksel olarak da yoruyor. Ancak ülkeme ve ülkemin yerli topluluklarına yardımcı olabilecek daha fazla proje oluşturmak için COP’ta öğrendiğim her şeyle ve kimseyi geride bırakmadan çalışmaya devam edebileceğimi ülkeme döndüğümde fark ettim.

İlk COP’umdu ve ben ne beklediğimi bilmiyordum ama orada yaşanan ve öğrenilen her şey bir dersti ve toplumsal sınıf farkı gözetmeksizin insan haklarına saygı duyulan, eşitliğin var olduğu ve saygı duyulan iklim adaleti için çalışmaya devam etmek için ilham kaynağı oldu.

Dünya liderlerine hitap edecek bir mikrofonun olsaydı, onlara iklim krizi hakkında ne söylerdin?

Şu anda sahip olduğum en büyük rüya bu ve sorduğun için teşekkür ederim. Dünya liderlerinin önünde olmak istiyorum çünkü bizi dinlemediklerini, ülkelerimiz arasındaki ilişkiyi görmediklerini ve iklim değişikliği sorunlarından muzdarip olmadıklarını hissediyorum. Bunu, bugünü ve geleceği için sokaklara çıkıp seslerini yükseltme cesaretini göstermiş, sağlıklı bir gezegen görmeyi hayal eden ve bugün dünyanın, hayvanlar ve bitkilerin yok oluşunu, yavaş yavaş öldüğünü gören normal ve sıradan bir insandan duymalarını istiyorum. Onlara onların da bir insan olduğunu ve bir değişiklik yapmamız gerektiğini, bu gezegendeki en zeki hayvan olduğumuzu ama aynı süper zeki hayvanın evimizi, tek evimizi mahvettiğini söylemek istiyorum.

Kirli sulardan ve kirli mahsullerden etkilenen ülkemin yerli halklarının ilişkilerini, iklim değişikliğinden nasıl etkilendiklerini görmelerini istiyorum. Onlara süper kahraman olabileceklerini söylerdim çünkü bizi korumak ya da yok etmek onların elinde. Madencilik ve hafriyat şirketleri ile işbirliği yapan ve bize verdikleri zararı görmeden ceplerini dolduran takım elbise giymiş erkekler ve kadınlar olmadıklarını bize göstermeleri onların elinde. Onlara bugünümüzün ve geleceğimizin ellerinde olduğunu ve gezegenimizi kurtarmak için her gün çok çalıştığımızı söylemek istiyorum. Bize katılmalarını söylerdim. Biz onların düşmanı değiliz, hepimiz bu küçük gezegende yaşıyoruz, güneş sisteminin üçüncü gezegeninde, hayatımızı onların ellerine bırakan üçüncü gezegende… Diyeceğim son şey bize katılmaları. Bizi yine hayal kırıklığına uğratmamalarını isterdim, çünkü flora ve fauna yok olmadan, hastalıklar olmadan yaşayabiliriz ve sağlıklı bir gezegen olabilsin diye son günümüze kadar ve son nefesimizle evimizi, gezegenimizi savunacağız. 

‘Hükümetler krize karşı birleşmeli’

İklim kriziyle ilgili gelecek algın nedir? 2030’da kendini nasıl hayal ediyorsun? 

İklim kriziyle ilgili gelecek algım cesaret verici, endişe verici ama aynı zamanda umut verici çünkü bizim saflarımızda savaşan, evimizi kurtarmak için kendi kum taneleriyle katkıda bulunan binlerce genç var. Sesimizin duyulmamasına ve dikkate alınmamasına rağmen gezegenimiz için savaşmaya, projeler üretmeye, her zaman daha iyi bir bugün ve gelecek için mücadele etmeye, benim ülkemin iklim kriziyle karşı karşıya olduğu gerçeğini bilsinler diye çözümler ve alanlar aramaya devam edecek gücümün sürmesini umuyorum. 

2030’u hayal ettiğimde, o tarihi düşünmek beni korkutuyor çünkü iklim krizinin yol açtığı seller, kuraklık, evlerin yıkılması, evleri yıkıldığı için göç etmeye zorlananlar vb. ile gezegenin bundan sonra neye dönüşeceğini bilmiyorum. Daha kötü olmasından korkuyorum çünkü şaka gibi görünse de bazı insanlar iklim değişikliğine inanmıyor, liderlerimiz harekete geçtiklerini söylüyor, çoğu sadece lafta veya kağıt üzerinde kalıyor. İklim değişikliğiyle mücadele için hiçbir şey yapmadılar. Umarım bu yıl hükümetler birleşir, ceplerini parayla doldurma hırslarını bir kenara bırakır ve bizim, benim gibi gençlerin, gerçek ve boş olmayan iklim eylemleri için haykırmaya devam ettiğini gözleriyle gördükleri için endişelenirler.

Sosyal medya hesapları: 

Twitter: @belengomez_08
Instagram: https://www.instagram.com/belengomez08/

 

Yeşil badana ve ötesi

“Yeşil Badana” kavramını çoğumuz algılamaya başladık. “Yeşil badana”, halkı bir kuruluşun ürünlerinin, amaçlarının ve politikalarının çevre dostu olduğuna ikna etmek için yeşil halkla ilişkiler ve yeşil pazarlamanın aldatıcı bir şekilde kullanıldığı bir reklam veya pazarlama şeklidir. Yeşil aklama iletişim stratejilerini kasıtlı olarak benimseyen şirketler, bunu genellikle kendilerinin veya tedarikçilerinin çevresel kusurlarından uzaklaştırmak için yaparlar.

Ama artık şirketlerin her yaptıklarına “yeşil badana” demenin yeterli olmadığı bir döneme giriyoruz. Bu yeni dönemde “yeşil badananın” çeşitleri de ortaya çıkmaya başlıyor. Ben bunları kendimce tercüme etmeye çabaladım, daha akıllıca önerilere her zaman açığım.

“Yeşil Kalabalıklaşma – Greencrowding”: Çevre ya da iklimle ilgili sorunlar ortaya döküldüğünde, çoğu şirket halkla ilişkiler çabasının bir parçası olarak ne denli uyumlu ve çevreci olduklarını göstermek isterler. Kurulan gruplara dahil olurlar, yakın gelecekte neler yapacaklarını duyururlar. Ama asıl amaç diğerlerinden ayrı düşmemektir. Detaylı bakıldığında bu şirketlerin niyeti hızla harekete geçmek değildir. Diğer tüm rakipleri bu yolda adım attıktan sonra mecburen adım atmak zorunda kalırlar ve kağıt üzerinde onlar da çevreci hedeflere uygun davranan bir kalabalığın parçasıdırlar.

“Yeşil Işıklandırma – Greenlighting”: Özellikle değişik alanlarda ve değişik biçimlerde üretim yapan şirketler, kötü oldukları alanları gözden saklamak için çevre açısından en iyi oldukları alanı öne çıkartır ve halkla ilişkiler bağlamında sürekli olarak en iyi oldukları noktayı önde tutarlar. Milyonlarca ton çevreye zararlı kimyasal üreten bir firmanın doğada kendiliğinden çözünen ama tüm cirosunun binde birini bile oluşturmayan bir kimyasal çözümü en önde tuttuğunu çoğumuz görürüz. Şirkete aşina olmayanlar ise şirketi sadece reklamlarında gördükleri bir iyi örnekle tanırlar. Özellikle yaşam döngüsü analizi sonunda 18 kalemin 17’sinde kötü çıkan bir ürünün iyi çıktığı sadece bir yanının halkla ilişkiler tarafından kullanıldığını sıkça görüyoruz. Yalan değil, o yönden iyiler ama ya geri kalan kısımlarda?

“Yeşil Kaydırma – Greenshifting”: Bunu petrol şirketlerinin yaptıklarından biliyoruz. Artık çoğunun web sitelerinde “kişisel karbon ayakizi” hesaplama araçları var. Doğru ya, asıl suçlu onlar değil, onların ürünlerini kullanan bizleriz. İşte bu, sorumluluğu üstlerinden atmak için suçu kendilerinden bize doğru çaktırmadan kaydırmaktır. Kötü şeyler satan her satıcı bu beceriyi inanılmaz biçimde geliştirmiştir. Siz hiç sattığı silahların insanları öldürmesinden sorumluluk hissettiğini söyleyen bir silah satıcısı tanıdınız mı?

Yeşil Etiketleme – Greenlabeling”: Aslında bu oldukça kolay bir badana türü. Ürettikleri ürünün çevreye veya sağlığa saygılı bir tarafı yok ya da yukarıda da dediğim gibi, tüm ölçüm metriklerine baktığımızda hiç de çevreci değil ama birkaç metriğe bakarak ürünün “çevreye saygılı” olduğunu iddia edebiliyorlar. Ne yazık ki, özellikle de en altta yazılan küçük yazıları çoğumuz okumadığımızdan kolayca aldanabiliyoruz. En altta yazılan küçük yazıları şeytan çok severmiş.

“Yeşil Karıştırma – Greenrinsing”: Bu takibi en zor konulardan biri. Şirket çevresel konularda bir hedef koyuyor, diyelim 2025’e kadar tüm ambalaj malzemelerinde %25 azaltıma gideceğini söylüyor. Sonra 2024’te bu hedefini ilerleterek 2030’da tüm ambalaj malzemelerinde %30 azaltıma gideceğini açıklıyor. Yalnız 2025’teki hedefi tutturup tutturmadığı da arada kaynıyor. Siz eğer şirketin çevresel raporlarını sürekli takip etmiyorsanız 2025’te %25’ten 2030’da %30’a çıkmasını güzel bir şey olarak algılıyorsunuz ama 2029’da bir açıklama daha geliyor: “2035’te %35 daha az ambalaj malzemesi kullanacağız.”

“Yeşil Susma – Greenhushing”: Kalın sürdürülebilirlik raporlarının bir yerinde şirketin çevresel sorunlarını gidermek için neler yaptıklarını ve ne tür değişiklikler planladıklarını söylüyorlar ama bir kez daha bunu küçük puntolarla yazıyorlar. Bu raporun lansmanında da bu konudan neredeyse hiç söz etmiyorlar. Resmi olarak biri soracak olursa kurallara uygun davrandıklarını söylüyorlar, ama bu bağlamda fazla ortada olmadıklarından kimsenin aklına o küçük puntolarla yazılanların ne derece doğru olduğunu ölçmek gelmiyor. Hatta bunu bazen “Yeşil Işıklandırma” ile birlikte kullanıp gerçekten iyi oldukları bir tek konuda bas bas bağırırken çok iyi olmadıkları konuları sadece fısıldayarak geçiştiriyorlar.

Tüm bunlara karşı ne yapabiliriz? Doğruları araştırmaktan vazgeçmemek tek çıkar yolumuz. Gördüğümüz hataları söylemek çoğu zaman kendimiz için kötü sonuçlar doğuruyor olsa da susunca da gönül razı gelmiyor.

Scooter ve kent

[email protected] 

Scooter, daha adının ne olacağı ve nasıl yazılacağı bile tam belirgin olmayan bir kent içi ulaşım aracı[1]… Ama önemli olduğunu ve giderek daha da önemli olacağını düşünmemiz gerekiyor. Kent yaşamına hızla girdi ve yararları, ortaya çıkarttığı sorunlar ve kentle buluşmasının geleceğinin ne olabileceği hakkındaki tartışmalar da yeni yeni başlıyor. Gerçi bu sadece İstanbul hatta sadece Kadıköy’de güncel bir sorun olarak tartışılıyor ama son birkaç yıldır özellikle bulaşıcı hastalık salgınından beri başka büyük metropollerde de yaygınlaşıyor. Nisan başında Paris’te kullanım biçimiyle ilgili bir referandum bile yapılacak.

İklim değişikliği ile tartışmalar içinde yeri nedir scooterin? Elektrikli ve daha ekonomik, sessiz olduğu, kendine özgü bir altyapı gerektirmediği için ekolojik avantajlar sıralayabilse bile yayalarla (ve elbette motorlu diğer kent içi araçlarla) karşılaşmaları ve özellikle yayalara özgü altyapıyı/ yaya kaldırımlarını kullanışlarında pek çok sorun olduğunu da biliyoruz. Bu konular epey tartışılmakta olduğundan şimdilik gelişmeleri bekleyelim ve başka bir açıdan scooter üzerinde düşünelim:

Scooterin kent üzerindeki etkisi nedir ve bu etki nasıl bir evrim gösterecek?

Bisiklet ile taksi arasında bir yerlerde…

Önce bu aracı biraz tanımaya/ tanımlamaya çalışalım. Bireysel olarak kısa mesafeler için kullanılan, düşük hızlı ve sessiz, küçük ve fazla yer kaplamayan/ katlanabilen, diğer kent içi taşıt araçlarıyla kolayca eklemlenebilen (sürücünün bir tek kent içi seyahati, ulaşım modu değiştirerek gerçekleştirmesine elverişli) hafif bir “mikro mobilite” aracı. Elektrikle şarj edilen pilleri veya bataryası var ve bu nedenle diğer bütün akülü araçların sahip olduğu türden ekolojik sorunlara sahip. Özel bir altyapı gerektirmiyor ve bisiklet için ayrılmış yolları veya düşük hızlı motorlu trafik yolarının en sağ şeridini kullanıyor (ancak park yeri için –bisiklet gibi- özel bir düzenlemeye gerek var).

Bireysel bir binek aracı ve yük taşımak için elverişli değil. Birçok bakımdan bisiklet benzeri bir araç olduğu düşünülebilir. Ancak bisiklet sadece insanın organik enerjisiyle çalışıyor ve ekolojik sorun yaratmıyor. Bisiklete benzer bir biçimde bireysel ve kamusal bir biçimde kullanılabiliyor, ancak bisiklete göre kamusal kullanımında, ticari (kar amaçlı) örgütlenme biçimi çok daha fazla gelişmiş. Paylaşımlı kullanımlar bakımından (bu tür scooter için kullanılan terim “paylaşımlı scooter”) belediyelerin kent merkezlerinde ücretsiz olarak ama bazen depozitolu biçimde sağladığı kamusal bisiklet ile taksi/ uber arasında bir yere konumlandırılabilir.

Kullanıcı özellikleri bakımından, demografik olarak çocuk (bazı ülkeler kullanım yaşı olarak 15 yaş ve sonrasını kabul ediyor) genç ve orta yaşlardan ve ağırlıklı olarak erkeklerden oluşan, sınıfsal olarak da orta ve biraz üzerindeki sınıfları (daha çok öğrenci ve beyaz yakalı) kapsadığını söyleyebiliriz. Bisiklet kullanıcısı olan gruba yakın, ancak sayı olarak çok daha geniş ve çeşitli kullanım amaçları olan bir sosyal kesimden bahsediyor olabiliriz. Olabiliriz; çünkü scooter kullanımıyla ilgili araştırmalar henüz yok denilecek düzeyde.

Hızlı ve yoğun artış ne getirecek?

Scooter ile bisiklet arasındaki önemli farklar belki de scooter teknolojisinin çok daha gelişmiş/ giderek de gelişmekte olması ve scooterlerin kent içinde ticari olarak kullanılabilirliği ve bu anlamda giderek yaygınlık kazanmasıdır denilebilir.

Metropollerde, uber örgütlenmesine benzer yazılımlarla en çabuk/ kolay erişebileceğiniz paylaşımlı scooteri bulabilmeniz ve kiralayabilmeniz, ödemesini de yapabilmeniz, sonra aracı istediğiniz yerde (eğer örgütlenme yeteri kadar gelişmişse, uygun bir park yerinde) bırakabilmeniz olası. Servisi sağlayan (rekabetçi ya da tekelci) firmalar var. Ama bu firmaların örgütlenmesi uber gibi yaygın ve sermaye birikimi gerektirmeyen bir yapıda değil, (taksiler/ taksi durakları gibi) tekelciliğe daha yatkın bir örgütlenme yapısında ya da buna doğru evrilmesi olası.

Scooterin kentle buluşması ve kente etkisi üzerinde mevcut ipuçlarından ve bazı olası durumlardan bahsediliriz. Ancak bu küçük betimlerin geçici veya çoğunlukla doğrulanmamış ön kestirimler olacağını da kabul etmemiz gerekecek.

Scooter sayısındaki artış, çok hızlı ve masif oldu. Hiçbir hazırlık olmaksızın, mevcut altyapıyı paylaşacak biçimde ve kuralsız ilişkilerle gelişti. Dünyanın bütün metropol yönetimleri, otomobil (genellikle tek yolcuyu taşıyan tonlarca ağırlıkta ve karbon bileşikleri salan bireysel binek araçları) sorunu üzerinde çalışıyor. Scooter bu soruna bireysel kamu taşımacılığına bir alternatif olarak eklendi. Hem salgın hastalığın kalabalıklardan kaçışı zorlaması hem bireysel kent içi yolculuk/ulaşım için hızlı/ucuz ve ekolojik bir alternatif olması benimsenmeyi kolaylaştırdı.

Kuralsızlık ve altyapı sorunları çözülmeli

Ancak sorunlar da yarattı. Bu sorunlara geçmeden önce scooterin iki farklı kullanımını ayırt etmeliyiz: Scooterin özel/ sahipli olarak veya uber/ taksi benzeri bir telefon aplikasyonu biçiminde paylaşımlı kullanımı. Scooterlerin kentlere girişiyle birlikte, çözüm ya da bu alanda düşünce/ öneri geliştirilmesine gereksinimi olan grupları şu biçimde listeleyebiliriz:

  • Kentlerdeki yayalar veya yaya kaldırımlarını kullananlar grubu,
  • Yeni gelişmekte olan bu ulaşım türü karşısında gerekli önlemleri almak, altyapıyı ve gerekli hukuk düzenlemelerini hazırlamak durumunda olan yerel (ve bazı ülkeler için merkezi) kamu yönetimleri, (Bu sorun bakımından, bugün önde gelen metropollerin Paris ve İstanbul’un Kadıköy ilçesi olduğu söylenebilir.)

[Ayrıca, iklim değişikliğiyle ilgili programları ciddi bir biçimde geliştirmekte olan yerel kent yönetimleri olan kentler bakımından,

  • scooterin kamu taşıma araçlarıyla (özellikle raylı sistemlerle) eklemlenme/ entegrasyon olanaklarının ve kent içinde özel araç kullanım gereksinimini azaltabilecek yenilikçi düzenlemeler geliştirilmesi,
  • özellikle yayalarla scooterler arasında daha barışçı bir beraberliğin kurulabilmesi için yerel yol altyapı (ve yeşil yolların/ yol üzeri dinlenme durak/ park vb.) düzenlemelerinin tasarlanması,

gibi talepleri olan/ olması beklenen yerel kent toplumları/ kentli inisiyatifleri/ örgütleri],

  • Taksilere benzer bir işlev üstlenen paylaşımlı scooterler için ticari rekabet bakımından taksi işletmeleri (taksiciler veya taksi plakası tekelleri) ve
  • Normal (ama düşük hız limiti olan) yol altyapısının kullanan scooterler ile yol/ trafik paylaşımını benimsemesi/ içselleştirmesi gereken diğer araç sürücüleri.

Bu liste kuşkusuz geliştirilebilir.

Bugün kentlerin makro-formunu, biçimini, yoğunluğunu ve işlevsel özelliklerini, kentin performansını ve çalışma/ üretim/ uzmanlaşma ve etkileşim biçimlerini radikal bir biçimde etkilemiş olan diğer ulaşım/ taşıma ve altyapı (modern ve post modern) teknolojilerinin gelişimleri gözlemlenerek scooterlerin kente girişi üzerinde yeniden düşünmek gerekecek.

Başka bir yazıda, 19’uncu yüzyıl sonunda kentlerle karşılaşan ve gelişen kent içi raylı kitle ulaşım sistemleri ve daha sonra bisiklet (ve diğer mikro mobilite türleri/ tekneler vb.), en sonunda ve karşılaştırma kabul etmeyecek bir üstünlükle kenti dönüştüren otomobil vb. gibi türler ile scooterin kentlere etkisi üzerindeki karşılaştırmalı düşüncelere devam edebiliriz.

*

[1]  Türkçe olarak Özgür Gürbüz’ün “basgit” önerisi var ama bu denemede (şimdilik) “scooter” terimi/ yazma biçimi benimsenecek ve yabancı sözcüklere yapılan eklerin/takıların kesme işaretiyle ayrılması kuralına uyulmayacak. Buna karşılık terimin yazılmasında Türkçe (skuter) değil, orijinal biçim kullanılacak.

Temsil edil(e)meyenler-2

Yeraltı ve köprü altları haritalarda yer almaz!

Salt köprü altları değil bodrumlar, tavan araları, mahzenler, ambarlar, terk edilmiş binalar, uzun süre kullanılmayan evler, merdiven altları, moloz yığınları, çöp kutuları ve dağları, yeraltına döşenmiş su, elektrik, doğalgaz, kanalizasyon boruları döşemek için açılmış ama unutulmuş tüneller de haritalarda yer almaz.

Kaybolma Kılavuzu adlı deneme kitabında Rebecca Solnit her şehrin eninde sonunda zamanın şiddetine direnemeyerek yıkılacağını belirtir ve yıkılan mekânları “harabe [= metruk yer (= getto)]” olarak adlandırır: Çürüme, paslanma ve erozyona her şehir eninde sonunda teslim olacaktır çünkü. Harabeler insanın vahşi doğaya teslim olduğu, neme, rüzgâra ve ısıya karşı olan çaresizliğinin dışavurumudur.

Hatırlayalım: Bir Çin bilgesi, “Aynı yere sürekli damlayan bir su damlasının sabır ve kararlılığına hiçbir şey karşı koyamaz” demişti.

Haritanın dışındaki harabenin söyledikleri

Harabenin bir nedeni de şehre gelen “yabancı”dır; şehre yaratıcı dinamizmini yabancı verir. Yabancının dışarıdan gelişiyle birlikte tartışma, çatışma ve anlaşma da başlar. Her çatışmayla birlikte mevcut “kamusal alan” yıkılır, her anlaşmayla birlikte “kamusal alan” yeniden yapılır. Bu yüzden yabancıyla karşılaşacak özgüvene sahip, etki eden ve etkilenen mekanizmaları açık olduğu için esin de veren, çok yasadan az yasaya doğru evrilen her şehir “sürekli yıkılan” ve “sürekli yapılan” bir yerdir.[1]

Bu yüzden her harabe, toplumsal hafızanın unutmak istediği bir toplumsal sorunu da saklar.

Bu yüzden her harabe entelektüel, kendinden emin, istikrarlı, denenmiş ve başarısız olmuş modern [= kapitalist (= uygar)] erkek özne tarafından tanımlanan ve tasnif edilen mekân düzenlemelerine de ayna tutar.

Bu yüzden her harabe hamamböcekleri, gökyüzünü çiçeklendiren leylekler, köpekleri kovalayan kargalar, evlerin kuytu köşelerine ağlarını ören küçük örümcekler, saçlarımıza tohum sıçan serçeler, duvar diplerini şenlendiren ebegümeciler, esen yelde uçuşarak hayal gücümüzü ateşleyen karahindibalar, bit, ayrıkotu, solucan, pıtrak, sinek, gelinçiçeği, pire, katırtırnağı, tırtıl, labada, kene, şahtere, karınca, ısırganotu, kırlangıç, dilkanatan, arı, yapışkanotu, çekirge, semizotu, güve, köpek papatyası, kelebek, pisipisiotu, kırkayak, devedikeni, peygamberdevesi, madımak, sivrisinek, kaktüs, hardalotu, tahtakurusu, yonca, kertenkele, kediotu, yaprakbiti, haşhaşotu, cardın, rezene, uğurböceği… gibi evcilleştirilemeyen canlı türlerine hayat verir.

Bu yüzden her harabe, aynı zamanda, şehrin hem üretip hem de dışarıya attığı, unutmak istediği, görmezden geldiği çöp {= ıskarta [= atık (= cüruf)]}tür.

Bu yüzden her harabe haritanın dışında kalarak varlığını sürdürür.

Bu yüzden her harabe dışarıya atılanların yaşama mekânıdır.

Bu yüzden her harabe bilinemeyen ve öngörülemeyeni besler; ele geçirilemezlik potansiyelini biriktirir.

Bu yüzden her harabe yabandaki çürüyen cesetlerin yabani çiçekleri beslemesi gibi yeni bir başlangıç noktasıdır: “Bir harabe, doğaya terk edilen insan yapısından başka bir şey değildir ve şehirdeki bir harabede cezbedici olan, çağrıştırdığı vahşi doğadır: Tüm tezahürleri ve tehlikeleriyle, bilinmeyenleri vaat eden bir yer. (…) Bir şehir bilinçli bir zihni andıracak şekilde inşa edilir; hesap yapabilen, yönetebilen ve üretebilen bir ağ söz konusudur. Harabeler ise şehrin bilinçaltıdır; hatıraları, bilinmeyen yönleri, karanlığı ve kayıp toprakları barındırır içinde. Şehrin bilinçaltı, buralarda ve bunlar aracılığıyla yeniden canlanır. Harabelere dönüşen binalarla birlikte, şehir planlardan kurtulur ve kısa sürede yaşamın kendisi kadar karmaşık bir hale gelmekte gecikmez. Keşfedilebilecek fakat asla haritalanmayacak bir şeydir o artık.”[2] [3]

*

[1] Konuya daha önce de değinmiştim. Bkz.: Faruk, Ö., Aşk ve Ereksiyon “Aşk”ı, s. 48-57.
[2] Solnit, R., Kaybolma Kılavuzu, s. 86-87.

Her iki yazıya eşlik edecek film önerisi: Jim Jarmusch’un Only Lovers Left Alive (= Sadece Âşıklar Hayatta Kalır). Filmde insanlardan “zombi” olarak söz edildiğini belirtmek ve dış mekânlara da dikkatinizi çekmek isterim.

[3] Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlanacak olan Yarabıçak adlı deneme kitabından bir bölüm.

 

 

Shell gemisine tırmanan aktivistten mesaj: Birlikte güçlüyüz

Geçtiğimiz günlerde petrol ve doğal gaz devi Shell’in Atlantik Okyanusu’nda anlaşmalı olduğu bir gemiye çıkarak eylem yapan Greenpeace aktivistlerinden Yakup Çetinkaya, sistem petrol şirketlerinin lehine işliyor olsa da iklim mücadelesini sürdürmenin önemine dikkati çekti.

“Shell’in, diğer yakıt şirketlerinin veya herhangi bir milyarderin politikalarını değiştirmek isteyeceğini şu an hiç sanmıyorum. Şu an sistem tamamen onların lehine işliyor” diyen Çetinkaya, ortalama insanın kazandığı her bir birim para için, söz konusu milyarderlerin 1,5 milyon kata yakın bir kazanç sağladığına dair bir istatistik paylaştı.

 

Yeşil Gazete’ye konuşan aktivist, “Yani günümüzde sistem zenginin lehine işliyor ve böyle devam ettikçe tabi ki politikalarını değiştirmeyecekler, bunu bekleyemeyiz. Bizim onları zorlamamız lazım. Kolay değil, ama zorluyoruz işte. Şu an burada olmamızın sebebi bu. Umarım daha kitlesel bir hale gelir bu eylemler ve gerçekten bir etkisi olur. Çünkü biz burada sembolik olarak varız” diye ekledi.

‣ Greenpeace’den Atlantik’teki Shell platformunda eylem: Sondajı durdur, kirlettiğini öde

Shell’den henüz eyleme dair ciddi bir tepki görmediklerini ya da politikalarında değişikliğe gideceklerine dair bir imada bulunulmadığını aktaran aktivist sadece güvenlik endişeleri ile ilgili geri bildirim verildiğini söyledi. 

Fotoğraf: Chris J. Ratcliffe / Greenpeace

‘Shell’in kazancının bedeline dikkat çekmek için buradayız’

Çetinkaya, Kuzey Denizi’ndeki brent petrol yatağında Shell’in on yıllardır sondaj çalışmaları yürüttüğünü kaydetti. Buradaki petrol kaynaklarının neredeyse tüketildiğini, bölgedeki geriye kalan kaynakların çıkarılması için de Penguins FPSO isimli sondaj platformunun oraya götürmesinin planlandığını açıkladı.

Söz konusu sondaj platformuna çıkarak eylem yapan aktivist, amaçlarının platformun kullanılmasını engellemek olmadığını ifade etti:

Bu eylemde ulaşmak istediğimiz etki aslında Shell’in petrol platformunu kullanmasını engellemek değil. Dört kişiyiz sadece burada ve herhangi bir fiziksel gücümüz yok. Buraya tırmandık ve bir hafta boyunca burada duracağız. Buradan haberler vermeye, sizlerle, insanlarla iletişim kurmaya devam edeceğiz. Yapmak istediğimiz tek şey, Shell’in bugün açıkladığı 39 milyar dolarlık karın ne pahasına olduğuna dikkat çekmek istiyoruz.

“Shell bugün (2 Şubat), sabah saat erken saatlerde 2022 yılının karlılık raporunu açıkladı ve kamuoyuna 39 milyar ABD doları (733 milyar lira) kar ettiğini bildirdi” diyerek petrol devinin açıkladığı rekor seviyedeki kâra değinen Çetinkaya, bu kazancın bedelini tüm gezegenin ödediğine vurgu yaptı.

Biz de özellikle bugünü seçtik, bu haftayı seçtik buraya tırmanmak için. Çünkü farkındayız ki, ve insanlar fark etsin istiyoruz ki, bu kadar karın karşılığında bazı bedeller ödeniyor ve bu bedeli hep birlikte ödüyoruz. İnsanlar, bütün doğa, hep beraber ödüyoruz. Buna dikkat çekmek için yaptık bu eylemi. İki gündür buradayız.

Fotoğraf: Chris J. Ratcliffe / Greenpeace

‘Aynı şey için savaşıyoruz, birlikte güçlüyüz’

Çetinkaya, kendisini eyleme katılmaya motive eden unsurların üzücü olduğunu ve bunlardan birinin son yıllarda Türkiye’de ve dünyada artarak binlerce hektar ormanı küle çeviren orman yangınları olduğunu vurguladı.

İklim değişikliğine bağlı olarak sıklığı ve şiddeti artan kuraklığın yanı sıra yanlış su politikaları nedeniyle de kurumaya yüz tutan birçok gölden biri olan Tuz Gölü’nde meydana gelen su çekilmeleri ve besin azlığı nedeniyle ölen yüzlerce flamingonun da kendisini harekete geçmeye ittiğini kaydeden aktivist şunları ekledi:

Geçenki sene veya evvelki sene Tuz Gölü’ndeki yüzlerce flamingo yavrusu beni o kadar etkiledi ki… Yanan ormanlar…. Ve bunların tek bir açıklaması var, tek bir sebebi var: İklim değişikliği ve fosil yakıtlar. Atmosfere saldığımız karbon, şu an solumakta olduğum, önümüzdeki geminin bacasından gelen gazlar bütün atmosfere yayılıyor ve iklimi değiştiriyor. Yani bir şeyler yapmamız gerekiyor.

Fotoğraf: Greenpeace

Yerel düzeyde verilen iklim mücadelesinin daha geniş düzeydeki iklim politikalarını şekillendirmedeki kritik önemine vurgu yaparak, dünyadaki tüm iklim aktivistlerine “Birlikte güçlüyüz” mesajı verdi ve umutlarını kaybetmemelerini söyledi:

“Dünyadaki iklim aktivistlerine buradan selam gönderiyorum. Çünkü asıl iklim mücadelesi yerelde oluyor. İnsanların bulunduğu yeri, taşı toprağı, dereyi savunmaları gerekiyor. Bizim Shell platformundaki eylemimiz sembolik, medyatik ve kamuoyunun dikkatini iklim krizine çekmeye yönelik.” 

Çetinkaya, önümüzdeki birkaç gün daha gemide kaldıktan sonra ülkelerine döneceklerini ifade etti ve sözlerini şöyle noktaladı:

Fakat önemli olan insanın yaşadığı yeri korumak için mücadele etmesi. Ve ben de buradan döndükten sonra, umarım çok uzun sürmeyecek, ve tekrar evden devam edeceğim. Bence bütün iklim mücadelecileri bir arada; aynı şeyi yapıyoruz, aynı şey için savaşıyoruz ve birlikte güçlüyüz. Moralimizi yüksek tutmamız veya bu günlerin geçeceğini ummamız gerektiğini düşünüyorum.

Fotoğraf: Chris J. Ratcliffe / Greenpeace

Greenpeace’in Shell gemisindeki eylemi

31 Ocak’ta, Türkiye, Arjantin, ABD ve Birleşik Krallık‘tan Greenpeace iklim adaleti aktivistleri, Atlantik Okyanusu‘nda “Sondajı Durdur, Kirlettiğini Öde” yazılı pankartla Shell’le anlaşmalı bir gemiye çıkmıştı.

Türkiye’den Yakup Çetinkaya, Arjantin’den Carlos Marcelo Bariggi Amara, ABD’den Usnea Granger ve İngiltere’den Imogen Michel geminin taşıdığı petrol ve gaz platformunun hareketini engellemeyi amaçlıyor. Diğer iki gönüllü, Filipinli Yeb Saño ve Endonezyalı Waya Pesik Maweru da onlara katılma girişiminde bulunmuş ancak gemiye çıkmayı başaramamıştı.

Shell’in kar duyurusundan sadece iki gün önce, dört uluslararası Greenpeace gönüllüsü, iklim krizini körükleyen ancak yarattığı kayıp ve hasara karşı tek kuruş  ödemeyi reddeden Shell ve fosil yakıt endüstrisine karşı barışçı bir protesto için Kanarya Adaları’nın kuzey kıyısı açıklarında bulunan “White Marlin” gemisine ulaşmıştı.

Fotoğraf: Greenpeace

İklim adaleti aktivistleri, Greenpeace Arctic Sunrise gemisinden denize indirilen üç botla 51.000 tonluk ağır yük gemisine yaklaşmış ve taşınabilir merdivenlerle güverteye tırmanmıştı.

Shell, yenilenebilir enerjide sınıfta kaldı

Öte yandan Shell, 2 Şubat’ta yaptığı açıklamada geçtiğimiz yıl, 2021’deki miktarı katlayarak rekor seviyedeki 39 milyar dolar (733,4 milyar lira) kar ettiğini açıklamıştı.

Shell’in bu kazancı, dünyanın en büyük enerji şirketlerinin geçtiğimiz yıldaki rekor kazanç trendini devam ettiriyor. Ülkelerin Ukrayna’daki savaştan dolayı Rusya‘nın gazından uzaklaşması, bu şirketlere fayda sağlamıştı.

‣ Salt yeşil aklama: Shell, bugüne kadarki en yüksek kâr miktarına ulaştı

Kar rekorunun ardından Global Witness, Shell’e karşı yeşil yıkama şikayeti başlattı. Enerji şirketinin fosil yakıtları “yenilenebilir” olarak etiketleyerek ABD makamlarını, yatırımcıları ve halkı yanılttığına yer verildi.

2021’de Shell, yenilenebilir enerji ve enerji çözümlerine yılda iki milyar dolar (37,6 milyar lira) ila üç milyar dolar (56,4 milyar lira) harcamayı hedeflediğini açıklamıştı.

Global Witness, Shell’in “yenilenebilir ve enerji çözümleri” olarak etiketlediği yatırımları analiz etti ve toplam harcamalarının yalnızca yüzde 1,5’inin rüzgar ve güneş enerjisi üretimine gittiğini tespit etti.

Şikayete verdiği yanıtta Shell, “finansal açıklamalarının tüm Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu ve diğer raporlama gereklilikleriyle tamamen uyumlu olduğundan emin olduğunu” söyledi.

Cumhurbaşkanı koru açılışı yaptı: Ne korudan söz etti ne de ağaçtan…

İstanbul‘un Sultanbeyli ilçesinde restorasyon çalışması tam 12 yılda tamamlanan Aydos Kalesi ile 127 bin metrekare alan üzerine inşa edilen Sultan Korusu‘nun resmi açılışı bugün gerçekleştirildi.

İstanbul’un fethinin başladığı nokta olarak kabul edilmesi açısından önem taşıyan, konumu ve mimarisi ile ilgi çeken ve 11 ila 12. yüzyıllarda inşa edildiği tahmin edilen Doğu Roma eseri Aydos Kalesi, tarih meraklılarının ve turistlerin son yıllarda görmeye hasret kaldığı mekanlar arasında yer alıyordu.

KonstantinopolisAnadolu ticaret yolu üzerindeki en stratejik bölgelerden birine, kontrol ve savunma amacıyla 26 bin metrekare alanda, bir tepe üzerinde yer alan kale, 325 metre yüksekliğiyle erişilmesi zor bir yapı olarak göz önünde bulunuyor.

Sultan Korusu doğal yaşamdan izler taşıyor. İçerisinde biyolojik göletler ve bisiklet yolları yer alsa da, ormanın içerisine inşa edilen alışveriş mekanları, pişirme üniteleri ve piknik alanları endişe uyandırıyor.

‣ Orman değiliz, artık lunaparkız-3: Aydos Ormanı’nda neler oluyor?
‣ Orman, millet bahçesi olunca: Aydos’un hüzünlü ağaçları, Aydostların çabasıyla kurtulabilecek mi?
‣ İstanbul’un bir ormanı daha inşaata açıldı!

Açılışı gerçekleştiren Erdoğan, açılışı unuttu

Aydos Kalesi ve Sultan Korusu’nun açılış törenine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da katıldı. Erdoğan’ın gündeminde yine yaklaşan 14 Mayıs seçimi ve muhalefet partileri vardı.

Hem yüzlerce yıllık tarihe ev sahipliği yapması hem de çevre açısından önem taşıyan noktaların açılış töreninde, Erdoğan bu kent simgelerine dair tek bir söz söylemedi.

[COP28’e doğru] BAE’deki zirvede fosil yakıt endüstrisinden yetkililer de çalışacak

Birleşik Arap Emirlikleri’nde devlete ait petrol şirketinden en az bir düzine çalışanın, bu ülkede gerçekleştirilecek BM İklim Zirvesi’den (COP28), iklim değişikliği özel elçisinin ofisinde görev aldığı ortaya çıktı. 

Müzakereciler petrol mühendisleri

Söz konusu yetkililer arasında, uluslararası iklim diplomasisi geçmişine sahip olmadıkları anlaşılmasına rağmen, konferansta BAE adına müzakereci olarak hareket edecek iki eski Adnoc mühendisi de bulunuyor.

CCR tarafından incelenen LinkedIn hesaplarına göre, çalışanlardan ikisi Adnoc’taki görevlerinden geçici olarak alınmış. Petrol şirketinin üst düzey başka yöneticileri de BAE’nin bu yılki konferansın ev sahibi rolünü “desteklemekle görevlendirilmiş”.

ABD iklim elçisi John Kerry, 14 Ocak'ta Abu Dabi'de BAE devlet bakanı ve Abu Dabi Ulusal Petrol Şirketi CEO'su Sultan al-Jaber ile görüştü.

Adnoc’un CEO’su Jaber’in petrol şirketindeki görevini sürdürürken, aynı zamanda kasım ayında konferansa başkanlık edeceği açıklamasını eleştiren iklim kampanyacıları, geçen hafta bir mektupta ABD Başkanı Joe Biden‘ın iklim özel elçisi John Kerry’ye seslenmişti:

“Bazı dramatik değişiklikler yapmazsak, Cop28 kaybedilen iklim zirvesi olacak. Bir şekilde tüm bu fosil yakıt personelinin ve tüm bu bağlantıların konferans için büyük bir tehdit olmadığını iddia etmek saflığın ötesine geçiyor.”

Adresler devlet petrol şirketi Adnoc’a ait

BAE iklim değişikliği özel elçisi sözcüsü Sami Joost ise atamaları savundu: “İşe alınan kişiler, çeşitli geçmişlerden ve sektörlerden geliyorlar… Göreve geldiklerinde, bu kişiler tamamen Cop28’i sağlama alma işine odaklanıyor ve eski işverenlerine karşı yükümlülükleri ve herhangi bir fikirleri yok “

Kayıtlar ayrıca, Cop28 ekibinin en azından bazı üyelerinin petrol şirketiyle aynı binada çalışıyor olabileceğini gösteriyor. Geçen yıl ABD adalet bakanlığına yapılan başvurularda, BAE iklim değişikliği özel elçisinin adresi olarak Adnoc’un genel merkezi listelenmişti. Yakın tarihli bir Politico raporuna göre, yıllık konferansları düzenleyen Birleşmiş Milletler, BAE delegasyonunu Adnoc’tan bağımsızlığı konusunda sorguladı.

BAE, dünyanın dört bir yanından temsilcilerin iklim acil durumuyla mücadeledeki ilerlemeyi değerlendirmek için Dubai’ye seyahat edeceği bu yılki iklim değişikliği konferansının “tüm perspektifleri masaya getiren kapsayıcı bir zirve” olacağını söyledi.

Yenilenebilir enerjiye büyük yatırımlar yapan ülke, aynı zamanda petrol üretimini artırmaya da devam ediyor.

‘Diplomatik angajman’ sağlayacak eleman aranıyor

CCR ve Guardian tarafından görülen bir iş tanımına göre, Adnoc ayrıca konferans sırasında “diplomatik angajmana” yardımcı olması için uluslararası iklim müzakerelerinde deneyimli birini dahil etmeye çalışıyor. Başında Adnoc logosu bulunan bir belgede, iş tanımında adayın “Cop28 ofisi ile yurtdışındaki ilgili BAE büyükelçilikleri arasında bağlantı kuracağı” yazıyor.

İş için başvuran bir kişi Guardian’a, pozisyon tamamen COP28’e odaklanmış gibi görünse de işe alan kişinin kendilerine Adnoc’un sürece dahil olduğunu söylediğini iddia etti.

Joost ise “diplomatik angajman” pozisyonunun BAE iklim değişikliği özel elçisinin bir parçası olup olmayacağını hakkında konuşmadı: “Amaç, Cop28’in tüm hedeflerine ulaşmasını sağlamak için mümkün olan en iyi beceri ve deneyime sahip bir ekibi bir araya getirmektir.”

Al Jaber’in geçen ay Cop28 başkanı olarak ilan edilmesinden kısa bir süre sonra, ABD halkla ilişkiler ajansı Edelman çok sayıda gazeteciye BAE’nin yenilenebilir enerji yatırımını öven e-posta göndermiş; Edelman’ın sözcüsü Michael Bush, “Geçen yıl, kendini iklim eylemine adamış kuruluşlar için tercih edilen kurum olma taahhüdünde bulunduk” demişti. Bush, ajansın BAE’ndeki yenilenebilir enerji şirketi Masdar ile olan ilişkisi aracılığıyla Cop28 üzerinde çalışması için işe alındığını söyledi.

Masdar da Taqa adlı başka bir devlete ait fosil yakıt şirketi ve Adnoc ortaklığına ait.

30 yaşındaki Bobi, dünyanın en yaşlı köpeği rekorunu kırdı

Bobi adlı 30 yaşındaki bir köpek, Guinness tarafından dünyanın gelmiş geçmiş en yaşlı köpeği ilan edildi.

Rafeiro do Alentejo ırkından gelen Bobi, rekoru, ABD’de yaşayan 23 yaşındaki Chihuahua cinsi Spike‘tan devraldı. Guinness açıklamasında “Portekiz köpeği neredeyse asırlık bir rekor kırdı; şimdiye kadarki en yaşlı köpek olan Bluey (1910-1939), 29 yıl 5 ay yaşayan bir Avustralya sığır köpeğiydi” denildi.

Portekizli Bobi tüm hayatını, ülkenin güneyindeki Conqueiros köyünde, köpeklerini kendi yedikleri yiyeceklerle beslediklerini söyleyen Costa ailesiyle birlikte geçirdi.

Guinness Dünya Rekorları’nın internet sayfasında yer alan bilgilere göre, Bobi 1 Şubat itibarıyla dünyada 30 yıl ve 266 gün geçirmiş oldu.

Bekçi köpekleri sınıfından olan Rafeiro do Alentejo ırkının ortalama yaşam süresi 12 ila 14 yıl arasında.

1992’de Bobi’nin doğumunu kaydeden Portekiz’deki Leiria Belediyesi Veterinerlik Hizmetleri, köpeğin yaşını teyit etti. Sahibi, yaşından dolayı Bobi’nin genelde arka bahçede zaman geçirdiğini, görme yeteneğinin kötüleşmesi sebebiyle çok fazla yürümediğini belirtti.

Bobi’nin yemekten sonra yatağında uzanmayı ve soğuk günlerde ateş başında zaman geçirmeyi sevdiği ifade edildi. Genelde baharatsız olarak ailenin tükettiği gıdaları yiyen Bobi, günde 1 litre su tüketiyor.

Köpeğin sahibi, Bobi’nin annesinin de 18 yıl yaşadığını vurguladı. Bu yılın mayıs ayında köpek Bobi’nin 31 yaşını kutlaması bekleniyor.

Aliağa’da kirletici tehdidi bitmiyor: Sırça köşkündeki patronlar, bizlere zehir solutacak!

İZMİR- Aliağalılar, Aliağa Şehitkemal Mahallesi Akçakise bölgesinde EKOVAR tarafından yapılmak istenen Batı Ege ve Güney Marmara Endüstriyel Atık (Cüruf) Bertaraf tesisi ve HABAŞ tarafından yapılmak istenen Cüruf Depolama ve Geri Kazanım tesisine karşı itirazlarını yeniden dile getirerek “Kanser olmak istemiyoruz” dedi.

Aliağa Çevre Platformu (ALÇEP) tarafından bugün (3 Şubat) düzenlenen basın toplantısında aktivistler, zehir tesislerinden birincil düzeyde etkilenecek olan köylülerin itirazlarına ilişkin toplanan imzaları, Çevre Şehircilik ve İklim Bakanlığına, Bölge İdare Mahkemesi‘nde görülen dava kapsamında sunacaklarını duyurdu.

‣Aliağa Çevre Platformu asbestli gemi Sao Paulo’nun İzmir’e gelmemesi için nöbete başladı
‣Aliağalılar cüruf tesisinin ÇED kararını mahkemeye taşıdı: Artık yeter!
‣Aliağalılar cüruf tesisine karşı ayakta: Kanser olmak istemiyoruz

Yöre halkı meralarının, su kaynaklarının, zeytinliklerinin, ormanlarının bulunduğu beş köyün tam ortasında yer alan ve yöre halkı için oldukça önemli olan bölgenin zehir bölgesi olmasına izin vermeyeceklerini yineledi:

“Kendi zehrimiz yetmiyormuş gibi yedi ilin zehrinin de bölgemize taşınmasına müsade etmeyeceğiz! Bizlerin hayatını, bitkilerin, canlıların, doğanın dengesini hiçe sayarak dağlarımıza tehlikeli atık dökecekler, ovalarımız zehirli atıklarla doluyken şimdi de gözlerini dağlarımıza diktiler. Bizleri zehirlerle abluka altına alarak canlı canlı mezarımızı kazmaktan çekinmeyen, gözünü kar hırsı para hırsı bürümüş bu firmaları birlikte durduracağımızdan eminiz.”

alcep

Vatandaş kaygılarını “Bizleri öldürerek para kazanmayı kendilerinde hak gören patronlar; sırça köşklerinde, en doğal ortamda, en doğal yiyeceklerle temiz bir çevrede yaşamak isterken bizlere zehir solutacaklar” şeklinde dile getirerek kendi ata topraklarında bu kirleticiler tarafından yavaş yavaş öldürüleceklerini dile getirdi.

Köylerinde kanser vakalarının arttığını belirten vatandaşlar, Aliağa’da sökülmesi istenen asbestli gemi NAe São Paulo‘yu hatırlatarak şunları aktardı:

“Zehir yüklü geminizi nasıl ki ilçemize, ülkemize sokturmadık; bu zehir saçan tesislerin de kurulmasına müsade etmeyeceğiz! Aliağa Halkı ve ALÇEP olarak bu tesislerin yapılacağından bilgimiz olur olmaz mücadelemize başladık ve halen ilk günkü kararlılıkla bu mücadeleyi sürdürmekte kararlıyız.

Bizlerin tüm itirazlarına rağmen Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, yaşam hakkımızı hiçe sayarak bu tesisler için ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Olumlu‘ raporu vermiştir. Bizleri dinlemeden, hassasiyetlerimizi dikkate almadan verilen bu kararı tanımamız mümkün değildir.”

‘Bizim artık boş laflara karnımız tok’

ÇED kararına itiraz eden vatandaşlar, kararı bölgedeki 12 köy ve mahalle muhtarının aracılığıyla 50’ye yakın yöre halkı çevre örgütleriyle yargıya taşımış, kararın iptalini ve yürütmenin durdurulmasını istemişti. Konuya ilişkin olarak ALÇEP tarafından yapılan basın açıklamasında şu sözler kaydedildi:

“Bizler cürufun tehlikeli atık olduğunu ve firmaların bunu geri dönüştürmeyle uğraşmayacağını çok iyi biliyoruz. Eğer bizi ikna etmek istiyorlarsa, onlara güvenmemizi bekliyorlarsa, Foça Ilıpınar mevkiinde yıllardır döktükleri atıklardan oluşan cüruf dağlarını dönüştürsünler o meşhur ekonomilerine kazandırsınlar. Bizim artık boş laflara karnımız tok.”

alçep

‘Dağlarımızdan, ovalarımızdan elinizi çekin!’

Aliağalılar karardan derhal vazgeçilmesi gerektiğini belirterek Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına ve kirletici firmalara şöyle seslendi:

“Dağlarımızdan, ovalarımızdan elinizi çekin! Yaşam hakkımıza dokunmayın!”

Alaiağa’da yeni kirletici tesislerin kurulmasını kabul etmediklerini ifade eden vatandaşlar, söz konusu projelerin ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Olumlu’ raporunun yürütmeyi durdurularak tamamen iptal edilmesi taleplerini bir kez daha dile getirdi.

Aliağalılar Anayasanın 56. maddesiyle güvence altına alınan sağlıklı çevrede yaşama hakkına işaret ederek şu çağrıda bulundu:

“İnanıyoruz ki biz istemezsek yapamazlar. Biz karşı çıkarsak, biz itiraz edersek Aliağa’yı çölleştirmeye cüret edemezler. Biz izin vermezsek bütün bir hayatı paraya tahvil edemezler. Biz istemezsek gerçekten de yapamazlar. Nasıl ki zehir gemisi NAe São Paulo’yu birlikte durdurduk, bu tesisleri de durduracağız. Bu nedenle safımızı ve sesimizi çoğaltmalıyız.”

 

Aydos Ormanı’nda betonlaşmayı durdurmak için yeniden dilekçe verildi

İstanbul Anadolu yakasında, Kartal ile Sultanbeyli ilçeleri arasında uzanan Aydos Ormanı‘nda Millet Bahçesi projesine karşı doğa mücadelesi devam ediyor. Aydos’tan gelen son görüntüler ormandaki bitki örtüsünün kaldırılmasının ardından yerleştirilen metal konstrüksiyonları ve betonlaşmayı gözler önüne seriyor. Aydos Ormanı Savunması üyeleri, nam-ı diğer Aydostlar, bu betonlaşmaya ‘dur’ demek için İstanbul Orman Bölge Müdürlüğü‘ne yeniden dilekçe verdi.

Aydos Ormanı Savunması’nın dilekçe sonrası yaptığı açıklamada ormanın savunmasına devam edileceği mesajı verildi. Savunma üyeleri tarafından verilen dilekçede Orman Genel Müdürlüğü’ne daha önce Ağustos 2022’de verilen dilekçeye cevaben millet bahçesi yapılan alanın “Konaklamasız Orman Parkları” statüsünde olduğunun belirtildiği hatırlatıldı.

Aydos Ormanı Savunması

Konaklamasız Orman Parkları ve Millet Bahçesi rehberine hem ormana kondurulacak yapılar hem de ekosisteme dahil edilmesi planlanan ağaçlar işaret edilerek dilekçede, Aydos’a inşa edilecek yapıların orman vasfını bozacağının kesin olduğu belirtildi.

Ayrıca ekosistemlerin bozulacağı da ifade edilerek durumun Anayasa’ya, yasaya ve yönetmeliklere aykırı olduğu vurgulandı.

Kuzey Ormanları Savunması tarafından ise konuya ilişkin yapılan açıklamada “Aydos Ormanı’nda ‘millet bahçesi’ adı altında tahrip edilmekte olan mevkinin ‘orman parkı’ olduğu cevabını verdiniz. Bu durumda ormanın otoparka, tesise ve bitki örtüsüz bir parka çevrilmesine nasıl izin verirsiniz?” denildi.

‣Aydos Ormanı’nda kepçeye karşı doğa mücadelesi
‣Aydos’taki millet bahçesi projesine itiraz edildi: Mahalleyi yılanlar bastı
‣[Belgesel] Orman, millet bahçesi olunca: Aydos’un hüzünlü ağaçları, Aydostların çabasıyla kurtulabilecek mi? 

Aydos Ormanı Savunması

Ne olmuştu? 

Aydos Ormanı’nda uzun yıllardır ekokırım yaşanırken en son Millet Bahçesi projesi yoğun tepkilere neden olmuştu. 

Aydos’taki ekokırıma karşı mücadele etmek için Aydos Ormanı Savunması kuruldu. 

Aydoslular Sancaktepe Belediyesi tarafından ihale edilmiş olan Millet Bahçesi proje alanı için Mayıs sonunda belediyeye giderek ormanda proje kararına itirazda bulunmuştu. 

Bin 324 kişinin imzaladığı dilekçeyle vatandaşlar ormanda yapılacak çalışmanın zararlarının geniş katılımlı bağımsız yetkililer tarafından değerlendirilmesini ve durdurulmasını talep etmişti.

Aydoslular dozerlerin ve iş makinalarının girdiği ormanda yaşanan tahribatların ardından yılanların ve kirpilerin mahalleleri bastığını söylemişti. 

21 Haziran’da Aydos Ormanı Savunması tarafından, kreş çalışmaları için iş makinalarının alandaki bitki örtüsünü bir bir kaldırdığını ve orman için insanların gözaltına alınma ve işinden olma korkusu nedeniyle sesini çıkaramadığı aktarılmıştı.

Millet Bahçesi proje alanının içerisinde bulunan kreş çalışmalarına ilişkin konuşan Özer, bu alanın daha sonra okula çevrilmesinin de muhtemel olduğunu söylemiş “Sancaktepe Belediyesi bu konuda vatandaşlara yanlış bilgi vermiş. Millet Bahçesi için girişin ücretsiz sunulacağı belirtilerek insanları ikna etmişler. Aydos’ta mesire alanına ücretli giriş var. Millet Bahçesi’ndeki girişin ise ücretsiz sunulacağı söyleniyor. İnsanlar hala anlayabilmiş değil yanlışı” demişti. 

Ayrıca insanların ormanda yapılan yanlışa polisin gözaltına almasından çekindikleri için tepki gösteremedikleri de belirtilmişti.