Ana Sayfa Blog Sayfa 387

İNAT Derneği’nden deprem için vatandaşlara dayanışma çağrısı

Maraş depremlerinden sonra iktidarın enkaz haline dönen 10 ile ulaşması günler almış, vatandaşların kendi aralarında koordine olması ve yardımlaşmasıyla bu süreçte vatandaşların yaralarını yine vatandaşlar sarmaya çalışmıştı. İnsani Yardım Arama-Kurtarma ve Toplumsal Dayanışma Derneği (İNAT) bu süreçte ortaya çıktı ve şimdi de kurulan dayanışmanın bir parçası olması için vatandaşlara çağrıda bulunuyor.

“‌6 Şubat’ın bize gösterdiği en büyük gerçek, kamu kuruluşları ve hükümet kanallarının afet durumlarında açık bir biçimde yetersiz kaldığı. İnsan hayatından çok rantın önemsendiği bu düzende, yurttaşların canlarının teminatı olabilecek yegâne kanal olan sivil toplum çalışmalarını güçlendirmek ise hepimizin kaybettiklerimize olan borcu” ifadelerinin kullanıldığı İNAT Derneği’nce yapılan açıklamada, dayanışma çağrısı yapılıyor.

Depremin ardından Türkiye’nin 10 ilinde, 15 milyon insan depremden doğrudan etkilenirken, 35 binin üzerinde bina yıkıldı, 50 binden fazla insan yaşamını yitirdi. Türkiye Veteriner Hekimleri Birliği‘nin (TVHB) verilerine göre 11 milyon hayvan da depremden etkilendi. İNAT Derneği tarafından yapılan açıklamada deprem öncesi ve sonrasında izlenen siyaset ise şöyle eleştirildi:

“İzlenen yapılaşma siyaseti, kurumların depreme karşı hazırlıksız oluşu ve süreç içerisinde yaşanan eksiklikler ve sorumsuzluklarla bu korkunç doğal felaket tam bir insani yıkıma dönüştü. Öte yandan, kamu kurum ve kuruluşlarının yetersizliğinin yanında hükümetin insanları terk ettiği çaresizlik duygusu, tarihimizin belki de en büyük yurttaş seferberliklerinden birini doğurdu. Yurt içinde ve yurt dışında yüz binlerce insan önce arama-kurtarma ve acil yardım, ardından temel ihtiyaçlar ve barınma çözümleri için seferber oldu.”

Dernek gönüllüleri, Hatay/Defne ve Samandağ olmak üzere Elbistan, Pazarcık, Adıyaman gibi il ve ilçelerde arama-kurtarma ve yardım çalışmalarında yer aldı.

İNAT Derneği hakkında

İNAT Derneği Şubat 2023 sonunda kurumsal kimliğine kavuştu. Dernek insani yardım ve toplumsal dayanışma ihtiyacını karşılayabilmek için yola çıktı.

Dernek tarafından paylaşılan bilgilere göre; depremin ardından ilk hafta arama-kurtarma çalışmalarına ağırlık veren İNAT gönüllüleri, ilerleyen hafta ve aylarda yüzlerce tır yardım malzemesi, çadır, gıda ve hijyen paketinin dağıtımını yaptı; kentlerdeki ihtiyaç sona erene dek de yapmaya devam edecek.

Buna ek olarak dernek depremin ikinci haftasından itibaren yakıcı bir sorun olarak ortaya çıkan barınma ihtiyacı için de şu adımları attı:

  • Defne’de bir kadın kooperatifine üç üretim konteyneri,
  • Kırıkhan’da bir kadın kooperatifine iki üretim konteyneri,
  • Vakıflı’da bir kooperatife bir üretim konteyneri,
  • Ballıöz’de bir kadın kooperatifine ise dokuz üretim ve yaşam konteyneri teslim edildi.
  • Defne’de Asi Yaşam Merkezi İNAT Evleri adıyla 25 konteynerlik bir mahalle kuruldu, altyapısı tamamlandı, depremzedelere teslim edildi.
  • Defne Asi Yaşam Merkezi’nde çamaşırhane, psiko-sosyal destek birimleri, etüt salonu ve çocuk alanından oluşan toplam sekiz konteynerlik bir Sosyal Hizmet Alanı açıldı.
  •  Samandağ’da ve Antakya’da birer konteyner yaşam merkezi için çalışmalar sürüyor.

Öte yandan, bir doğal afetler ülkesi olan Türkiye’nin böylesine bir felakete bir kez daha hazırlıksız yakalanmaması için buluşan arama-kurtarma gönüllülerinin organize bir birim haline getirilmesi adına çalışmalar da devam ediyor.

İNAT Derneği, İstanbul’da iki, Ankara ve İzmir’de ise birer olmak üzere, toplam dört adet profesyonel arama-kurtarma ekibi oluşturmak için çalışıyor.

Ek olarak, doğal afetlerde zararı en aza indirmenin yalnızca arama-kurtarma çalışmalarıyla sınırlı olmadığı için, “Mahallede İnat” birimleri oluşturulmaya başlandı. Bu birimlerin, bir yandan afet öncesi risk analizi ve afet bilinci çalışmaları gibi önlem çalışmalarını sürdürürken, bir yandan da olası afet durumlarına karşı güncel eğitimler sağladığı belirtiliyor.

 

Irak’ta eşcinsel ilişkiler için ölüm cezasını öngören yasa tasarısı parlementoda

Irak parlamentosu, eşcinsel ilişkiler için ölüm cezasına kadar gidebilecek bir yasa taslağını görüşüyor.

euronews‘ün aktardığına göre, teklif metninde, “eşcinsel ilişki kuran” herkes için “ölüm cezası veya ömür boyu hapis cezası” öngörülüyor.

AFP‘nin ulaştığı belgeye göre “eşcinselliğin teşviki” ise “en az yedi yıl hapis” ile cezalandırılıyor.

İkinci okumada yeniden ele alınacak olan teklif, medyada “eşcinsel” kelimesinin yasaklandığı bir dönemde sivil toplum kuruluşları ve şiddete uğrayan LGBT+ toplulukları tarafından “tehlikeli” olarak nitelendiriliyor.

‘Anormal olgularla mücadele’

Yasa, İslamcı partilerin çoğunlukta olduğu parlamentoda nispi çoğunluğun 1988 tarihli fuhuşla mücadele yasasında yapılmasını önerdiği değişiklik kapsamında milletvekillerinin incelemesine sunuldu.

Caydırıcı yasalara ihtiyaç olduğunu belirten Kürdistan Demokrat Partisi milletvekilleri de “toplumdaki anormal olgularla mücadele etmek için” yasayı çıkarma niyetinde olduklarını vurguluyor.

Şii İslamcı Hukuk Partisi‘nden milletvekilleri teklifin “yasal bir boşluğu doldurmayı amaçladığı” görüşünde.

Halihazırda eşcinsellikle ilgili bir yasası bulunmayan Irak, LGBTİ+ bireyleri mahkum etmek için 1969 tarihli ceza kanununu kullanıyor ve bu kanunda eşcinsellik için “müebbet hapis veya birkaç yıl hapis cezası” öngören bir madde bulunuyor.

İnsan hakları örgütleri yasa teklifinden endişeli

İnsan Hakları İzleme Örgütü‘nde (HRW) LGBTİ+ bireylerin hakları konusunda uzman araştırmacı Rasha Younes ise, yasanın LGBT+ bireylere yönelik bir dizi saldırının “doruk noktası” ulaştığı bir dönemde görüşülüyor olduğuna dikkat çekti ve Irak hükümetinin teklifin “çok tehlikeli bir önlem” olduğunu belirtti.

Irak Medya ve İletişim Komisyonu, geçtiğimiz haftalarda ülkedeki tüm medya ve sosyal medya platformlarına “homoseksüel” veya “homoseksüellik” terimlerini kullanmaktan kaçınmaları ve bunun yerine “cinsel sapkınlık” terimini kullanmaları talimatını veren bir yönerge yayınlamıştı.

‣ Irak, gazetecilerin ‘eşcinsellik’ yerine ‘cinsel sapkınlık’ ifadesini kullanmasını istiyor
‣ Barbarca, ayrımcı ve anayasaya aykırı: Uganda’da eşcinselliğe ölüm cezası meclisten geçti
‣ Gana’da LGBTİ+’ları kriminalize edecek yasa tasarısı gündemde
‣ Yıllar süren mücadele zaferle sonuçlandı: Nepal’de eşit evlilik kararı

Yunanistan’da orman yangınları devam ediyor: Alevler Türkiye sınırına yaklaştı

Yunanistan‘ın Rodop bölgesinde 19 Ağustos’ta çıkan yangın, yoğun rüzgarlar nedeniyle halen kontrol altına alınamadı. Yangında en az iki Yunan vatandaşı hayatını kaybetti, 75 bin dönüm ormanlık alan kül oldu.

Bunun yanı sıra ülkenin Meriç bölgesinde yangından etkilenen bir alanda 18 kişinin cansız bedenine ulaşıldı. Herhangi bir kayıp ihbarı olmaması ve bölgenin Türkiye‘den Yunanistan’a kaçak yollarla giren sığınmacıların göç rotasında olması nedeniyle cansız bedenlerin mültecilere ait olduğu ihtimali üzerinde duruluyor.

Kamu televizyonu ERT’nin haberine göre, Dedeağaç’a kül yağarken alevler şehir merkezine giderek yaklaştı. Yangının ulaştığı bölgelerde yaşayan halk güvenlik nedeniyle tahliye edildi.

Alevlerin Dedeağaç Üniversitesi Hastanesi’nin bahçesine sıçramasının ardından içinde çocukların da bulunduğu 175 hasta, ambulans ve feribotlarla diğer hastanelere aktarıldı.

Fotoğraf: Nicolas Economou / AFP

Aşırı kuraklıktan dolayı yangınlar artabilir

Yunanistan’ın Evros ilinde yer alan Dadia Ulusal Parkı’nın yangın riskiyle karşı karşıya olduğu belirtildi. Yetkililer, uydu görüntülerinde dumanların giderek büyüdüğünü açıkladı ve rüzgarın etkisiyle dağılan dumanlar, yangından 200 kilometre uzaklıktaki adalara kadar ulaştı.

Atina’nın batı bölgesinde ve Eğriboz’da orman yangınlarının çıktığı duyurulduktan sonra Kavala’ya yakın Kytnos adasından da yangın haberi geldi. Ülkedeki bazı bölgelerin yangın tehdidi en yüksek alarm seviyesi olan kırmızıya çıkarılırken aşırı kuraklık nedeniyle yangınların artmasından endişe ediliyor.

Fotoğraf: Nicolas Economou / Reuters

Hükümet alınacak tedbirleri açıkladı

Bakanlar seviyesinde gerçekleştirilen üst düzey toplantı sonrasında Yunanistan Sivil Koruma Bakanı Vasilis Kikilias, kontrol altına alınamayan yangınlar sebebiyle alınacak tedbirleri aktardı.

Tek bir yangın olmayıp rüzgar nedeniyle birden çok yangın çıktığını kaydeden Kikilias, gelecek 48 saatin kritik olduğunu belirtti. Dedeağaç ve çevresindeki yangınların büyüklüğüne dikkat çeken bakan, bölgedeki rüzgar sebebiyle yangınlarla başa çıkmanın güç olduğunu dile getirdi.

Toplantıdan çıkan kararlar şu şekilde:

  • Eğriboz, Kavala, Selanik’in de içinde bulunduğu dağlık alanlar ulaşıma kapatılacak.
  • Silahlı Kuvvetler yangın çıkması ihtimali yüksek olan bölgelerdeki devriye sayısını artıracak.
  • Açık alanda yangın riski taşıyabilecek her türlü eylem yasaklanacak.
  • Tahliye kararı alınan yerleşim alanları istisnasız tahliye edilecek.
Fotoğraf: Stamos Prousalis / Reuters

Yunanistan temmuzdan bu yana alevlerle ‘savaş içinde’

Yunanistan’da son 50 yılın en sıcak temmuzu kaydedilirken Rodos Adası, Korfu ve Eğriboz’da çıkan yangının ardından Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, ülkenin alevlerle “bir savaş içinde olduğunu” dile getirmişti. Yunanistan’da yaşanan orman yangınları rekor seviyede karbon emisyonuna yol açmıştı ve ülkede yaşanan 500’den fazla yangından dolayı on binlerce kişi tahliye edilmişti.

‣ Yunanistan’daki yangınlar kontrol altına alınamıyor
‣ Yunan adalarında orman yangını: Rodos, Korfu ve Eğriboz’dan binlerce kişi tahliye edildi
‣ Yunanistan’daki orman yangınları rekor seviyede karbon emisyonuna yol açtı
Fotoğraf: Nicolas Economou / Reuters

İklim değişikliği ve orman yangınları

Kömür, petrol ve gaz kullanımı başta olmak üzere sera gazı emisyonuna yol açan insan faaliyetlerinden kaynaklanan iklim değişikliği, havadaki nem oranını düşüren, kuraklık nedeniyle toprağın nemini kaybetmesine neden olan, yoğun sıcaklıklar nedeniyle orman altı örtülerinin veya ağaçların daha kolay tutuşmasını sağlayan etkilerde bulunarak hem orman yangınlarının başlamasını kolaylaştırıcı, hem de kontrol altına alınmasını ve söndürülmesini zorlaştırıcı etkilerde bulunuyor.

Uzmanlar, iklim krizinin orman yangınlarının meydana gelme riskini en az yüzde 30 artırdığına dikkati çekiyor.

İklim değişikliği orman yangınlarını da körüklüyor

Camide fotoğraf çekimine bir yıl altı ay hapis istemi

Kocatepe Camisi‘nde fotoğraf çekimi yapan yönetmen Bilal Kısa ve model Ezgi Cebeci ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianamede, Kısa ve Cebeci hakkında dokuzar aydan bir yıl altışar yıla kadar hapis cezası istendi.

Şüphelilerin gözaltına alındıktan sonra dini değerleri aşağılama amacıyla değil, sanatsal gaye ile gerçekleştirdikleri eylemin, ifade hürriyeti kapsamında olduğunu beyan ettiklerinin aktarıldığı iddianamede, şüphelilerin sevk edildiği mahkemece adli kontrol tedbirleri uygulanarak serbest bırakıldıkları hatırlatıldı. Söz konusu iddianamede şu ifadelere yer verildi:

“Fotoğrafların şüpheliler tarafından sosyal medya hesaplarında paylaşılarak yayıldığı, eylemin herkes tarafından öğrenilecek şekilde aleniyet kazandığı, bir bütün halinde eylem değerlendirildiğinde, şüpheli Kısa tarafından şüpheli Cebeci’nin Kocatepe Camisi’nde fotoğraflarının çekilerek internette ve sosyal medyada paylaşılması şeklindeki eylemin halkın bir kesiminin benimsediği İslam dininin değerlerini aşağılayıcı nitelik taşıdığı değerlendirilmiştir.

Din ve ibadet hürriyeti, anayasanın 24. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘nin 9. maddesinde güvence altına alınan temel bir hak ve hürriyettir.

İbadet yerlerine anayasal bir hak ve hürriyet olan din ve ibadet hürriyetinin koruma şemsiyesinde gelen birisi, bu hak ve hürriyetin bir gereği olarak ibadette bulunma hakkına sahiptir. Diğer yandan şüphelilerin savunmalarında iddia ettikleri şekilde sanatsal gayelerle camide fotoğraf çekmek isteyen birisi de ifade özgürlüğü hakkını kullanmaktadır. Her iki hak ve hürriyet de anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınan hak ve hürriyetlerdir. Şu halde bu hak ve özgürlüklerin kullanımında adil denge nasıl sağlanacaktır? İfade özgürlüğünün buradaki sınırı nedir, hakkın kullanımı nasıl mümkün olabilecektir? Sanatsal mülahazalarla ifade özgürlüğünü kullandığını iddia eden ancak ibadet yerlerinin dini kural, usul, esas ve ritüellerine uymayan birinin bu durumda oraya ibadet hürriyetini kullanmak üzere gelen kimselerin hak ve hürriyetini, ayrıca o ibadet yeri için belirlenen normları ihlal etmiş olacağı açıktır.”

Ne olmuştu?

Kocatepe Cami’de fotoğraf çekimi yapılması sonrası Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca model ve yönetmen hakkında soruşturma başlatılmıştı. Sosyal medyada yayınladıkları fotoğrafların ardından açılan soruşturma kapsamında Ezgi Cebeci ve Bilal Kısa gözaltına alınmıştı.

Ardından adliyeye sevk edilen iki isim, adli kontrolle serbest bırakılmıştı.

Kısa, gelen eleştirilere “Niyetimin camiye küsmüş belli bir kesimin önyargısını kırıp huzuru bulacakları yerin camii olduğunu göstermekken şuan vatan hainliğine kadar ilerleyen yakıştırmalar görmek beni ve ailemi endişelendiriyor. Keşke böyle olmasaydı. Kırdığım, yanlış anlaşıldığım herkesten ayrı ayrı özür dilerim” sözleriyle yanıt vermişti.

Bilal Kısa, Instagram hesabındaki paylaşımında ise şu ifadelere yer vermişti:

“Beyaz kırpılmış tişörtün modern asi aurası, işlemeli kırmızı zemin, eteğin ortaya çıkardığı geleneksel zarafetle çarpıcı bir şekilde uyum sağlıyor. Kafasını süsleyen beyaz takke ve boynunu örten 99 boncuklu tesbih, maneviyatın ve iç huzurun vücut bulmuş halini simgeliyor.”

Suç duyurusunda bulunan Diyanet İşleri Başkanlığından yapılan açıklamada ise çekimin, camiye ziyaretçi gibi gelen şahıslar tarafından hiçbir yetkili merciye bilgi verilmeden ve izin alınmadan yapıldığının tespit edildiği belirtilmişti.

Açıklamada, şu ifadelere yer verilmişti:

“Cami adabına uygun olmayan ve en hafif tabirle saygısızlık olan bu görüntülerle ilgili olarak, Diyanet İşleri Başkanlığımız, ilgili kişiler hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Bu vesileyle bir kez daha ifade ediyoruz ki, her ne sebeple olursa olsun, herkesi cami adabıyla bağdaşmayan ve Müslümanları rencide eden bu gibi tutum ve davranışlardan uzak durmaya, dini sembol ve değerlerle ilgili daha duyarlı olmaya davet ediyoruz. Başkanlığımız, başlattığı hukuki sürecin sonuna kadar takipçisi olacaktır.”

Ekvador halkı Amazon’daki petrol sondajlarına referandumda ‘hayır’ dedi

Ekvador’da yapılan tarihi referandumda halk yüzde 60’a yakın hayır oyu kullanarak Amazon’un korunan bölgelerinden olan Yasuni Milli Parkı’nın da yer aldığı 43’üncü Blok olarak bilinen bölgede petrol arama ve sondaj operasyonlarına karşı çıktı.

Referandum sonuçlarıyla birlikte, Amazonlardaki insanları ve biyoçeşitliliği tehlikeye atan petrol sondajlarını tamamen durdurmaya yönelik yapılması gerekenler tartışılmaya başlandı.

Yasuni Milli Parkı’nda Tagaeri ve Taromenani kabileleri gönüllü bir izolasyon halinde yaşamaya devam ediyor. Ayrıca 1989 yılında Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) tarafından “dünya biyosfer rezervi” olarak tanınan bölgede, endemik türlerle birlikte 800’den fazla farklı canlı türü yaşıyor.

2007’den günümüze bir ekoloji mücadelesi

43’üncü Blok’taki petrol sondajlarının durdurulma düşüncesi ilk olarak 2007’de dönemin başkanı Rafael Correa tarafından dile getirildi. Gelişmiş ülkelerden gelecek fona bağlı olarak çalışmaları durduracağını açıklayan Correa, Ağustos 2013’te beklenenden az finansman sağlanmasını gerekçe göstererek çalışmaların devam edeceğini bildirdi.

Karara karşı çıkan yerliler ve ekoloji savunucuları, “Yasunidos” hareketiyle birlikte referandum çağrısında bulundu ve yaklaşık 10 yıllık mücadele sonrasında bu isteklerine kavuştu.

Bütçenin üçte birini petrol ihracatı oluşturuyor

Ekvador Başkanı Guillermo Lasso’nun Yasuni’deki petrol çalışmalarını desteklediği biliniyordu. Yasuni’deki günde 60 bin varil petrolün çıkarıldığı operasyonların durdurulacağı bildirildi.

Ekvador, 1970’lerden beri Amazon’da büyük bir petrol arama ve sondaj çalışmaları yürütüyordu. Uzun yıllardır ülkenin en büyük gelir kaynağı olan petrol ihracatı, 2022’de bütçenin yüzde 35,5’u olarak açıklanmıştı.

‘Ekvadorlular, yerli kardeşlerini korumak ve iklim krizine karşı tepki göstermek adına bir araya geldi’

Referandum kararı sadece 43’üncü Blok’u kapsıyor. Amazon’un diğer bölgelerinde yapılan petrol çalışmaları devam ediyor ve buralarda birçok kaza meydana geliyor. Kazaların büyük bir çoğunluğu, petrolün nehirlere sızmasıyla sonuçlanıyor.

Amazon’da yaşayan kabilelerden Waorani kabilesinin lideri Nemo Guiquita, “Ekvadorlular, yerli kardeşlerini korumak ve iklim krizine karşı tepki göstermek adına bir araya geldi” dedi ve ekledi:

“Bu bizim rahatlayacağımız bir durum değil sadece bir dönem için sakince bir nefes alabiliriz. Ancak bölgeye zarar veren birçok petrol çalışmaları olduğunu biliyoruz. Umuyoruz ki bir birliktelik olur ve yurdumuzdaki tüm petrol çalışmalarını ve kirliliği temizleyebiliriz.”

‣ Ekvador yerli toplulukları petrol sahası genişlemesini durdurmak için dava açtı
‣ Amazon’da yerli halkın direnişinden esin dolu bir mesaj
‣ Ekvadorlu yaşam savunucularına Kanada mahkemelerinden iyi haber

Araştırma: Antarktika’da görülen iklim aşırılıklarının sonuçları küresel olacak

Güney Yarımküre kış mevsiminin ortalarını yaşarken Antarktika‘da buz miktarı şok edici ölçülerde düşük seyrediyor.

Leeds Üniversitesi‘nden Buzulbilimci Anna Hogg, “Kilometrelerce kalınlıktaki buz tabakasıyla uzaklardaki dev kıta Antarktika’nın iklim değişikliğinin neden olduğu aşırı uçlara dayanabileceği düşünülebilir, ancak durum kesinlikle böyle değil” diyor.

Şu anda kayıp deniz buzu miktarı yaklaşık 2,2 milyon kilometrekarelik bir ülke olan Grönland’ın büyüklüğüne denk.

Gerçekleşme ihtimali çok düşük olan bu durum, yalnızca 7,5 milyon yılda bir gerçekleşiyor. Ancak zamanın koşulları değişiyor. Exeter Üniversitesi’nden Jeofizikçi Martin Siegert liderliğindeki yürütülen yeni bir araştırma, bu tür aşırılıkların meydana gelmeye devam edeceğinin artık neredeyse kesin olduğunu ortaya koyuyor.

‘Antarktika’daki değişimlerin çoğu kalıcı hale geldi’

Frontiers in Environmental Science dergisinde yayımlanan makalede, Antarktika atmosferindeki, hava durumundaki, buzdaki değişiklikleri ve vahşi yaşamın tepkisini gözden geçiren Siegert ve meslektaşları, bu değişimlerin çoğunun artık kalıcı hale geldiğine dair işaretlere dikkat çekiyor. 

Bu değişimlerin kalıcı hale gelmesi ise özellikle şu anda atmosfere Paris Anlaşması’yla belirlenen 1,5°C eşiğine ulaşmaya yetecek kadar fosil yakıt eklemiş olmamızdan kaynaklanıyor ve bunun yaklaşık 0,4°C’lik etkilerini henüz deneyimlemiş bile değiliz.

Örneğin, kaybolan deniz buzunun yanı sıra, geçen yıl Antarktika, kaydedilen en yüksek seviyedeki sıcak dalgasını yaşadı ve ortalama sıcaklığının üzerine çıkarak 38,5°C’ye ulaştı.

Siegert ve ekibi makalelerinde “Devam eden sera gazı emisyonlarının olayların boyutunda ve sıklığında artışa yol açacağı neredeyse kesin” ifadelerini kullandı.

Zira, Antarktika’daki buzlar Dünya‘yı serin tutmada önemli bir rol oynuyor. Yüksek yansıtıcılığa sahip beyaz yüzeyi güneş ışığını absorbe etmiyor, bu nedenle görülen büyük buz kaybı, büyük miktarda güneş ışığının artık uzaya geri yansıtılmadığı ve daha da fazla ısınmayı tetiklediği anlamına geliyor. Bu da aşırı hava olayları yaşanmasını ve denizlerin yükselmesini kaçınılmaz hale getiriyor.

‘Hâlâ öğrenecek çok şeyimiz var’

Buzlu kıta aynı zamanda küresel okyanus ve atmosferik akıntıları da şekillendiriyor ve bunlardaki değişimlerin yol açabileceği tüm sonuçları henüz anlamıyoruz.

Hogg, “İklim sistemindeki geri bildirim döngüleri oldukça karmaşık ve hâlâ öğrenecek çok şeyimiz var” diyor. “Copernicus Sentinel-1, Avrupa Uzay Ajansı’nın (ESA) CryoSat‘ı gibi Dünya’nın yörüngesindeki uydular ve gelecekte başlatılacak çalışmalar, dünyamızın bu uzak bölümünü ölçmek ve izlemek için kritik önem arz ediyor.”

Ancak araştırmacılar şu anda “sera gazı emisyonlarının devam etmesiyle birlikte, küresel deniz seviyesinin bu yüzyılda 1 metreden fazla ve sonrasında çok daha fazla artmasının kuvvetle muhtemel” olduğu sonucuna varıyor.

‘Antarktika, gezegendeki her ülke ve birey için önemli’

İnceleme, iklim krizinin sonuçlarının önceden tahmin edilenden çok daha hızlı meydana geldiğine işaret eden yakın zamanlı çalışmalar ve olaylarla benzer sonuçlara ulaşıyor.

Ve tüm bunlar yalnızca 1,1°C ısıtmayla yaşanıyor. Çok daha fazlası bizi bekliyor.

Siegert, şunları söylüyor:

Antarktika’daki değişimin küresel sonuçları var. Sera gazı emisyonlarını net sıfıra indirmek, Antarktika’yı korumak için en büyük umudumuz ve bu, gezegendeki her ülke ve birey için önemli olmalı.”

Araştırmacılar, uyarıları göz ardı edilmeye devam edildiği için anlaşılır şekilde hüsrana uğruyor.

Colorado Üniversitesi’nden Buzulbilimci Ted Scambos, “Bunu 30 yıldır söylüyoruz” dedi. “Şaşırmıyorum, hayal kırıklığına uğruyorum. Keşke daha hızlı harekete geçseydik” diyor.

‘Gençler de var’ sergisi 25 Ağustos’ta açılıyor: Geliri depremzede gençler için kullanılacak

Geliri deprem depremden etkilenen gençlerle yapılacak atölyelere kaynak oluşturmak üzere kullanılacak sanat işlerinin üretileceği atölye için gençler Talebeyiz Biz çatısı altında bir araya geldi.

25 gençten oluşan Talebeyiz Biz’de katılımcı bir yöntemle belirlenen “Gençler de var!” teması ile oluşturulan sergi, Tütün Deposu’nda 25 Ağustos ile 9 Eylül tarihleri arasında açılıyor.

25 Ağustos’ta 19.00-21.00 arası Tütün Deposu‘nda açılışı yapılacak sergi,  Talebeyiz Biz Derneği‘nin Dayanışma için Sanat Projesi, depremin hemen ardından gençlerin çağrısıyla hayata geçti:

“Depremin sarsıntısını deprem bölgesindeki genç arkadaşlarımızla birlikte hissettik ve hissetmeye devam ediyoruz. Deprem bölgesinde yapılan çalışmalarda gençlerin unutulduğunu gördükçe üzülüyoruz. Biz ne kadar bağırsak da sesimiz dinlenilmezken, ‘apolitik’ , ‘vurdumduymaz’ gibi yaftalamalara maruz kalıyor; yetişkinleri gençlerden ve çocuklardan üstün gören anlayışın baskısı altında eziliyoruz.”

Genç sanatçıların sesinden betimlemeler

Sergilenen işlerin, genç sanatçıların kendi sesinden sesli betimlemesinin de bulunduğu Gençler de Var! sergisi, Türkiye’de genç olmanın nasıl deneyimlediğine ışık tutuyor ve yetişkinlerin gençlerle dayanışabilmek için yapabileceklerine ilişkin önemli ipuçları veriyor.

Fukuşima nükleer santralinin radyoaktif suyu Pasifik Okyanusu’na boşaltılmaya başlanıyor

Japonya, Fukuşima nükleer santralinin arıtılmış ve seyreltilmiş radyoaktif atık suyunu perşembe 24 Ağustos’tan itibaren Pasifik Okyanusu‘na bırakmaya başlayacak.

Başbakan Fumio Kişida, salı günkü Bakanlar Kurulu toplantısında, işletmeci Tokyo Elektrik Gücü Şirketi‘ne hava ve deniz koşullarının elvermesi halinde perşembe günü boşaltma işlemine hazır olması talimatını verdi.

euronews‘ün aktardığına göre, arıtılmış suyun okyanusa bırakılması, deniz ürünlerine zarar vereceği gerekçesiyle Japon balıkçılık endüstrisinin güçlü muhalefetiyle karşılaşıyor.

‣ Nükleere yatırım yapmak isteyen ülkeler çözümsüz atık sorununu dikkate almalı

Sadece Japonya değil Güney Kore ve Çin‘deki çevre örgütleri de buna karşı. Japon hükümeti, balıkçılık sektörünün operasyonel faaliyetlerini desteklemek için 500 milyon doları aşkın fon ayırmıştı.

Hükümet ve santralin işletmecisi ise, Fukuşima’nın artık devreden çıkarılması ve olası sızıntıları önlemek için suyun boşaltılmasının gerekli olduğunu savunuyor.

Uzmanlara göre suyun kıyıla salınımı, Fukuşima’nın devreden çıkarılması için on yıllar sürecek olan bir sürecin ilk adımı.

‣ Bilim insanları uyardı: Nükleer atık depolama yöntemleri güvensiz

Radyoaktif suların okyanusa boşaltımı güvenli mi?

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) temmuz ayında yayımladığı nihai raporda, tasarlandığı şekilde gerçekleştirildiği takdirde, salımın çevre ve insan sağlığı üzerinde ciddi etkilerinin olamayacağı sonucuna varmıştı.

‣ UAEA: Fukuşima nükleer santralindeki atık suyun denize boşaltılması güvenli

Bilim insanları genel olarak IAEA’nın görüşünü desteklese de kimileri suda kalan düşük dozdaki radyoaktivitenin uzun vadeli etkilerine dikkat edilmesi gerektiğini söylüyor.

‣ Nükleerden çıkış: Almanya son reaktörlerini de kalıcı olarak kapatıyor

Ne olmuştu?

11 Mart 2011’de şiddetli bir deprem ve tsunami, Fukuşima santralinin soğutma sistemlerini tahrip ederek üç reaktörün erimesine ve soğutma sularının kirlenmesine neden olmuştu.

Günlük 100 metre küp atık su üreten nükleer santralde tankların 1,3 milyon metre küp depolama kapasitesi bulunuyor. Felaketten bu yana tanklardaki maksimum kapasiteye ulaşan atık suyu güvenli bir şekilde nasıl ve nereye boşaltabileceğini araştıran Japonya, atık suların Büyük Okyanus‘a boşaltılmasına karar vermişti.

Atık su tanklarının 2024 yılı başlarında tam kapasiteye ulaşması bekleniyordu. Japonya, Fukuşima’daki atık suyun deniz suyu ile karıştırılarak trityum ve karbon 14 seviyelerinin güvenlik standartlarına uygun hale getirilerek boşaltılacağını belirtiyordu.

Radyoaktif suların okyanusa boşaltılması planına başta Güney Kore ve Çin olmak üzere bazı ülkeler karşı çıkmış, uzmanlar kararın bir ekokırım anlamına gelebileceği yönünde uyarılarda bulunmuştu.

2021’de Fukuşima Eyaleti Tarım Kooperatifleri ve Ormancılar Birliği’nin bölgedeki 43 yerel yönetimin de desteğini alarak başlattığı kampanya, Japonya genelinde 450 bin yurttaş tarafından imzalanmıştı. İmza kampanyası Japonya dışındaki ülkelere de açılmış, Nukleersiz.org‘un kampanyayı Türkiye‘de yaygınlaştırmasıyla en çok imza veren ülkelerden biri de Türkiye olmuştu.

Change.org üzerinden devam eden kampanya şu taleplerde bulunuyor:

  • Japon hükümeti, Fukushima Nükleer Santralinin biriktirilen radyoaktif suyunu okyanusa boşaltma planını durdursun,
  • Kore hükümeti Wolseong Nükleer Santrali’nde meydana gelen radyoaktif sızıntının durumu hakkında açıklama yapsın,
  • Tüm hükümetler yeni nükleer santraller inşa etme planlarından vazgeçsin ve bunun yerine yenilenebilir enerjiyi genişletmeye odaklansın,
  • Tüm hükümetler, tehlikeli nükleer santrallerin işletimini durdursun ve nükleer reaktörlerin ömrünü uzatmak plan yapmasınlar.
  • Bölge sakinlerinin onayı alınmadan nükleer atık tesis ve alanları inşa edilmesin.
‣ Kampanya: Fukuşima’nın radyoaktif suyu okyanusa boşaltılmasın

Öte yandan IAEA Temmuz 2023’te yayımladığı konuya ilişkin bir raporda, atık sudaki radyoaktif özelliğin uluslararası standartlara uygun olduğunu belirterek, Japon hükümetinin atık suyun denize boşaltılması kararına yeşil ışık yakmıştı.

Yeşil Gazete Nükleer Editörü ve nükleersiz.org Koordinatörü bağımsız araştırmacı Pınar Demircan, IAEA’nin kararını eleştirerek suların okyanusa deşarj edilmesinin etkilerinin onlarca yıl devam edeceğine dikkati çekti.

Demircan, sosyal medya platformu Twitter üzerinde yaptığı paylaşımda şu ifadelere yer verdi:

Fukuşima nükleer felaketini 12 yıl sonra hala konuşuyoruz tıplı 37 yıl sonra Çernobil nükleer felaketini konuştuğumuz gibi… Hükümet, şirket ve IAEA dünya denizlerini 10 yılda radyoaktiviteye bulayacak bir program hazırladı, 40 yıl sürecek. Bu saldırıyı durdurmalı.”

Gazeteci ‘çanak tuttu’, Erdoğan katliam merkezlerine övgü yağdırdı: Köpekler toplatılmalı

Dünkü (20 Ağustos) günübirlik Macaristan ziyaretinden dönerken uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sokaklarda yaşayan hayvanların belediyelerce toplanarak. toplama kamplarını andıran barınaklara alınması gerektiğini belirterek daha önce vahşet ve şiddet görüntülerine sahne olan Beykoz ve Konya’daki bakım evlerini örnek gösterdi.

Erdoğan’a soruyu yönelten gazeteci sözde ‘köpek terörü’ nedeniyle insanların sokaklarda özgürce yürüyemediğini öne sürerek “Toplumun beklentisi özgür bir şekilde sokaklarda yürüyüş yapabilmek … Sokak köpeklerinin toplanmasına dönük yok haritası acaba netleşti mi?” diye sordu.

Erdoğan ise sahipsiz köpeklerle ‘mücadele’ konusunda yasal düzenlemelerin mevcut olduğunu belirterek şunları söyledi:

“Gerek ilgili bakanlık gerekse belediyeler sahipsiz, başıboş köpekleri barınaklara topluyor, ama toplamak işi bitirmiyor. Bunları barınaklar çerçevesi içerisinde bir yerlerde toparlamak lazım. Örneğin Konya Büyükşehir Belediyesi‘nin, İstanbul‘da Beykoz Belediyesi‘nin barınakları var. Belediyelerimizde bu konuya hassasiyet gösteriyoruz ve yasal düzenlemeyle de bu işi kontrol altına almanın gayreti içerisindeyiz. Ben mesela Beykoz Belediyemizin çalışmasını takdir ettim. Tabii bunlar için çok çok büyük alanlar gerekiyor ve bu büyük alanlarda da bunların teşhis, tedavi hatta gerekirse ameliyatlarına varıncaya kadar bunları yapmaları şart. Beykoz bunu yapıyor, gördüm. Aynı şekilde Konya bunu yapıyor. Bundan sonraki süreçte de bunu bizler yapmaya kararlıyız ve bu kararlılığımız devam edecek.”

Avrupa’da “sorun” nasıl hallediliyorsa aynı uygulamaları hayata geçireceklerini söyleyen Erdoğan konunun ‘takipçisi olduğunu” kaydetti:

“Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile Tarım ve Orman Bakanlığı‘na gerekli talimatlar verilmişti. Sokaklarımızı çocuklarımız, insanımız için güvenli hale getirmek görevimiz. İlgili bakanlıklarımız çalışmalarını yapıyor. Başıboş köpeklerle ilgili hangi kurumun yetkili ve görevli olduğu kanunlarımızda belli. Belediyeler, sokaklarda yaşayan hayvanları barınaklara almalı. Bu konunun takipçisiyim. Çocuklarımız, insanlarımız için güvenli şehirler, sokaklar için ne gerekiyorsa yaptık, yapacağız. Fakat ne yaparsanız yapın bu iş bir defa vatandaşın kendi köpeğine sahip olmasını gerektiriyor. Eğer sahip olmazsa, o bir gün gelir kendi evindeki çocuğuna da aynı darbeyi vurur.”

Erdoğan, daha önce verdiği çeşitli demeçlerde de özel olarak Beykoz ve Konya barınaklarından övgüyle söz etmişti.

‣ Barolardan ortak açıklama: Erdoğan’ın ‘köpekler toplatılsın’ talimatı yasaya aykırı, uygulanamaz

Beykoz’da ne olmuştu?

Beykoz Belediyesi Hayvan Rehabilitasyon Merkezi’nde çekilen görüntüler, kedi ve köpeklerin kötü koşullarda yaşadığını, hatta ölü hayvanların kafeslerde tutulmaya devam edildiği gösteriyordu. Sosyal medyada gündem olan görüntüleri çeken veteriner hekim Ege Kabataş, T24’e yaptığı açıklamada barınaktaki hayvan ölümlerini soruşturduğunu ve bu nedenle işine son verildiğini söylemişti.

Kabataş, kafeslerin kapasite üzerinde dolu olduğunu, 300’e yakın köpeğin tedavi beklediğini, 500’e yakın köpeğin doğal alanda beslenme ve temizlik hizmeti beklediğini; ayrıca hasta ve ameliyatlı hayvanların bir arada tutulduğunu, açık yaralıların hijyenik ortamında ve tedavi sürecinde ciddi sorunlar yaşandığına dikkati çekmişti. Hayvanların gününde ve saatinde beslenmediğini de ekleyen Kabataş, yetkililerin duruma göz yumduğunu ve kendisinin sorunlara dikkat çekmesi nedeniyle evinin basıldığını, üzerine yüründüğünü belirtmişti.

Merkezde sık sık hayvanların kaybolduğunu ve kimsenin sorumluluk üstlenmemesi nedeniyle kimseye hesap sorulmadığını aktaran Kabataş, kıdemli bir bakıcının yeni işe yeni alınan bir bakıcıya köpekleri göstererek “Baktın direniyor, basacaksın tekmeyi, kıracaksın ağzını yüzünü” diye eğitim verdiğini, Konya’da yaşananın da bu yaklaşımla meydana geldiğini anlatmıştı. Kabataş, barınağa katarakt tedavisi, kısırlaştırma gibi basit operasyonlar için getirilen kedilerin dahi öldüğünü, ölü hayvanların günlerce canlılarla aynı kafeslerde tutulduğunu belirterek kedi bölümünde tam bir ‘kıyım’ olduğunu vurgulamıştı. Kabataş kutuyla getirilen ve günlerce kutuda unutularak açlıktan öldürülen kediler bulunduğunu bildirmişti.

‣ Öldürttüğümüz hayvan dostlarımız biz insanları bağışlayınız
‣ Başıboşluk dünyanın en doğal ve en güzel hâlidir

Konya’da ne olmuştu?

Konya Büyükşehir Belediyesi‘ne ait Hayvan Rehabilitasyon Merkezi‘nde sağlık teknisyeni Murat Bacak, bir köpeği elindeki kürekle döverek işkenceyle öldürmüş, merkezin görevlilerinden Sefa Çakmak ise hayvanı sürükleyerek götürmüştü.

Konya Barosu Hayvan Hakları Komisyonu, olayın ardından rehabilitasyon merkezine bir ziyaret gerçekleştirmişti. Baro tarafından özellikle “yasaklı” olarak nitelendirilen köpekler başta olmak üzere hayvanların beslenme odaklarının boş olduğu, yaraları açık bir şekilde hijyenik olmayan kafeslerde tutulduğu tespit edilmişti.

Ayrıca ziyaret esnasında bakımevi çalışanlarının baro avukatlarını bakımevine almaması üzerine çıkan tartışmada avukatlar darp edilmişti.

Hayvan hakları savunucusu avukatlar, ziyaretlerinde tespitlerini şöyle aktarmıştı:  “Yasaklı ırkların olduğu bölümlerde hiçbir yasaklı ırkın mamasının olmadığı, kafeslerde kanuna aykırı bir şekilde küpeli ve sağlıklı köpeklerin oldukça fazla olarak bulunduğu, kafeslerin temizliğinin yapılmamış ve barınak geneline hakim çok ağır bir kokunun olduğu, mama odaklarının neredeyse tamamının boş olduğu, hasta ve post operatif (ameliyattan çıkan) hayvanların hijyenik olmayan kafeslerde açık yaralı halde tutuldukları, deprem bölgesinden getirilen çok sayıda cins hayvanın kafeslerde sahibi bulunmaya çalışılmaksızın tutuldukları, bakımevinde kanuna aykırı şekilde birçok yavru köpeğin olduğu, hastalıklara açık bir şekilde tutulduğu tarafımızca tespit edilmiştir.”

‣ Sokakta yaşayan köpekler yine hedefte
‣ Barolar ve gönüllülerden barınak katliamı açıklaması: Yasadan üstün talimat, söylem, ‘pilot proje’ yoktur
‣ Hayvanlar dört ay önce sokaklardan toplatıldı: Şimdi ne yapıyorlar?

‘Bakmaya yüreğimizin dayanmadığı şeyleri hayvanların her gün yaşadığı yerlerdir barınaklar’

Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM), barınaklardaki durumu ve yaşam koşullarını şu şekilde açıklıyor:

“Köpekler barınaklara kapatılsın” sözünü her duyduğumuzda barınak gerçeklerini anlatmaya çalıştık. Bizim bakmaya yüreğimizin dayanmadığı şeyleri hayvanların her gün yaşadığı yerlerdir barınaklar. Hayvanlar bu işkenceyi yaşarken faillere ise hiçbir şey olmuyor.

Çünkü kamu çalışanları soruşturma engeli yüzünden yargılanamıyor. Kanun değişikliği yapılırken soruşturma engelinin ortadan kalkmasını ve sorumluluklarını yerine getirmeyen belediyelerin ceza kapsamına alınmasını istemiştik ancak bu talebimiz gerçekleşmedi.

Aylardır sokakta yaşayan köpeklerin toplanıp barınaklara kapatılması gerektiği söyleniyor. Barınakların hayvanlar için “sıcacık yuvalar” haline getirilmesi talimatları veriliyor. Sonuç ise işte bu! Hayvanların kapatılmasını istediğiniz yerler; barınaklar, ölüm kampıdır!”

‣ Konya’daki cinayete İstanbul’da protesto: Hayvan haklarını savunduğumuz için ters kelepçeyle gözaltına alındık
‣ Sokakta yaşayan hayvanlara yönelik şiddeti durdurmak için rekor destek
‣ Hayvan hakları için tek yürek oldular: Sahipsiz değiller!

Batı ülkeleri doğru mu yapıyor?

Erdoğan sahipsiz hayvanlar konusunda izlenen politikalar açısından Avrupa’yı örnek gösterse de, Batı’nın hayvanların yaşam alanlarını elinden alan ve hayvanlara yaşam alanı tanımayan tutumu dünyada hayvan özgürlüğü savunucuları tarafından sert eleştirilerle karşılanıyor. 

Bu ülkelerde sokak hayvanlarının olmaması ve ‘sahibi’ olmayan bütün hayvanların barınaklara kapatılması ve sahiplenmeyenlerin “uyutma” adı altında öldürülmesi büyük bir hak ihlali olarak yorumlanıyor.

‣ Cinayet mahalli barınakta nöbet: Yollar kapatıldı, köpeklerin akıbeti bilinmiyor
‣ Konya Bakımevi: Bu kez de hayvanlar aç, yaralı, pis ve kafesli

Ne yapmak gerekiyor?

Kedi ve köpek gibi binlerce yıldır insanların evcilleştirdiği hayvanların “doğal” yaşam alanları sokaklar, buna müdahale edilmesi de hem söz konusu canlının yaşam hakkına ve özgürlüğüne hem de hukuka ve yasalara aykırı.

Hayvan hakları örgütleri, hekimler ve uzmanların önerisi, sokaklarda yaşayan hayvanlar için etkin bir kısırlaştırma çalışması yapıldıktan sonra yaşadıkları bölgeye geri bırakılmaları. Böylece ortalama beş yıl içinde, sokakta yaşayan hayvan sayısının azaltılabileceği, kalanların da düzenli gözlem ve aşılarının yapılmasıyla daha sağlıklı bir yaşam süreceği belirtiliyor.

Herhangi bir sebeple (kaza, insan şiddeti, tecavüz, vb.) kendi kendine yetemeyen, tedavi veya rehabilitasyona ihtiyaç duyan hayvanların ise  mahalle düzeylerinde oluşturulan ve ihtiyaçları belediyeler tarafından karşılanan birimlere alınarak gönüllüler tarafından, tamamı şeffaf, izlenen, denetlenen ve raporlanan süreçlerde tedavi ve rehabilite edilerek tam iyileşme sağlandığında yaşam alanına yeniden bırakılması öneriliyor. Ancak tam iyileşmenin sağlanamadığı, hayvanın ömür boyu tedavi veya bakıma muhtaç olduğu durumlarda hayvanların mümkünse yuvalandırılması ve süreçlerin takip edilmesi, mümkün değilse bakımına aynı birimde gönüllüler tarafından devam edilmesi de örgütler ve hayvanseverlerin talepleri arasında.

Aşırı kentleşmenin yol açtığı yiyecek ve içilebilir su bulmada zorluklar sonucu açlık ve susuzluk, barınma, yüksek sıcaklıklar, kazalar, sinyal yayıcıların köpeklerin duyu ve algıları üzerindeki etkilerinin yanı sıra sık sık insanların korkutmasına, şiddetine, saldırısına ve tecavüze maruz kalan hayvanların daha savunmacı veya saldırgan olabilmesi mümkün olsa da, bu tür durumlar medyada da çoğu kez dezenformatif şekilde öne çıkarılıyor. Buna karşın hayvana karşı suç işleyen kişilerin, Hayvan Hakları Kanunu’na rağmen ya hiç ceza almaması ya da minimal cezalar alması hayvana yönelik şiddetin artmasına neden oluyor.

‣ Konya’da köpeği kürekle öldüren ve sürükleyen failler tahliye edildi
‣ Konya’da barınaktaki köpeği kürekle öldüren işçilere ‘iyi hal’den indirimli ceza: Serbest bırakıldılar
‣ Cehennem…

Why shouldn’t Akbelen be surrendered to mine?

0

The İkizköy Environment Committee revealed in a video what will happen in case the Akbelen Forest, which YK Energy, a joint affiliate of IC Holding and Limak Holding, is trying to destroy to expand its lignite coal supply for a thermal power plant, is surrendered to the mine.

Environmental Engineer Deniz Gümüşel, one of the leading figures in the ecological struggle in İkizköy for years, explains what will happen if the threat to the forest cannot be prevented, and emphasizes the need to persist in the resistance for Akbelen Forest in the video, whose graphic design and animation was created by Yasemin Sayıbaş Akyüz. The threat is not only against Akbelen Forest but also the surrounding villages of İkizköy, Milas, Muğla, and the whole region.

So what will happen if Akbelen is lost? Here is the answer: