Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Başıboşluk dünyanın en doğal ve en güzel hâlidir-2

0

Bu yazının 1 Ekim tarihinde yayımlanan birinci bölümü, takip edebildiğim kadarıyla epey olumlu tepki aldı. Bir miktar da olumsuz tepki, elbette. Olumlu tepkiler için teşekkür ederim. Olumsuz tepkilere de teşekkür ederim, saygı sınırları içinde kalmış olanlara.

Ancak, itiraf etmeliyim ki bu bir nezaket teşekkürü. Fikrimi açıkça söylemezsem hem kendime hem de okuyucularıma saygısızlık yapmış olurum; olumsuz tepkiler hep aynı, bilindik ve ezberlenmiş şeyleri tekrar etmekten bir adım ileri gidemiyor. Bir fikrin bilindik ve ezberlenmiş olması yanlış olduğu anlamına gelmez. Ancak, maalesef sözünü ettiğim olumsuz tepkilerin sahipleri yazılarımın tamamını okumadan, belki yalnızca sosyal medya başlıklarına yansıdığı kadarını okuyup, benim ne dediğimi, nasıl bir hayal kurduğumu[1] anlamadan, duymaktan bıkkınlık geçirdiğimiz ezberlerini tekrarlıyorlar. Ben hayalini kurduğum, ancak gerçekleşmesi olanaklı bir durumdan söz ediyorum fakat onlar hep mevcut durumun olumsuz yanları üzerinden yürüyorlar. Oysa benim mevcut durum olduğu gibi kalsın dediğim veya o anlama gelen tek bir cümlem yok. Söyledikleri her şeyin yanıtı ile çözüm önerim bu yazının ilk bölümünde ve ilk bölümde atıf yaptığım 1 Ocak 2022 tarihli yazımda var aslında. Son bir kez, belki tepki göstermeden önce bu kez okurlar diye burada bazı temel noktaları tekrarlayacağım. Anlaşmak, aynı noktaya gelmek zorunda da değiliz. Herkes istediğini düşünmek, istediğini savunmakta serbest. Herkes yoluna bildiği gibi devam eder sonuçta. Yeter ki demediklerimi demişim, savunmadıklarımı savunmuşum gibi yorumlar yapılmasın.

Bir de şu konuya açıklık getirmem lazım, başlamadan. Bazı dostlarım sokak hayvanları konusuna gereğinden fazla zaman ayırdığımı düşünüyor. Yazık, anlayamamışlar. Bu konu sokak hayvanları konusu değil sadece, onun üzerinden kurulan doğaya saygılı bir özgürlük hayali aslında. Özgür bir dünya, özgür doğa, özgür hayvanlar, özgür canlılar ve özgür bir insanlık hayali bu. Anlamayanlara sitem edemem. Belki de ben anlatamıyorum. Demek ki anlatma becerim bu kadar. Bundan sonra yapabileceğim şey anlayanlarla hayalimin peşinden koşmak olacak.

Diyojen’den yola çıkıp Diyojen’e varmak

Öncülüğünü Anthisthenes yapsa da bilinirliği daha çok Diogenes (Diyojen)’e dayanan kinizmin temelinde erdem, erdemin temelinde de mutlak bağımsızlık, her türlü bağlılıktan uzaklaşma yatmaktadır.[2]  Kinizm teriminin köpek ya da köpeksi anlamına gelen ‘kyon’ sözcüğünden türetildiğine ilişkin bilgiler de dikkate alındığında, sokak köpekleri ve diğer sokak hayvanları üzerinden özgürlük hayali kurmak çok da tuhaf olmasa gerekir.

Bu girişten sonra gelelim bazı temel itiraz noktalarının yanıtlarına:

  1. Hayvanların yeri sokaklar değildir, onlar evlerde olmalı deniliyor. Hayır, hayvanların yeri evler değil, sokaklardır. Evlerinde hayvan olanları suçlamıyorum. Yıllarca, yaşadığım evlerde tavşan, çeşitli kuşlar, çeşitli balıklar, köpek ve kedi oldu. Şimdi yaşadığım evde de bir kedi, oğlumla birlikte bana ev arkadaşlığı yapıyor. Annesi ölmüş el kadar bir sokak kedisiydi ve sokakta yaşaması olanaklı değildi. Biraz büyüdükten sonra onu bahçemize indirdim ve oradaki özgür kedilerle kaynaşmasını umdum. Başarılı olamadım. Bana ve eve tümüyle bağlıydı artık. Tutsaktı yani. Evet, evde bakılan hayvanlar, tıpkı hayvanat bahçelerindeki hayvanlar gibi tutsaktır. İster çok seviliyor olsunlar isterse gösteriş budalalarının süs eşyası haline gelsinler; ister can yoldaşı muamelesi görsünler isterse şımarık çocukların oyuncağına dönsünler; ister bahçeli büyük evlerde kısmen özgür olsunlar isterse küçük kafeslerde bakılsınlar; ister ailenin parçası olarak sevgi ve saygı görsünler isterse TikTok soytarısına çevrilsinler, durum değişmez, hayvanlar evlerde tutsaktır. Tutsaktırlar, çünkü bütünüyle bize bağlıdırlar artık. Biz (o evdeki bir ya da birkaç kişi) olmazsak yaşamaları olanaklı olmaz. Tutsaktırlar, çünkü ne zaman ne yapıp ne yapamayacaklarına sadece biz karar verebiliriz. Biz istemedikçe en sevdikleri şeyleri yapmaktan mahrumdurlar. Bu kadar basit! Bu tutsaklığı, zihnindeki zincirleri kıramamış, ezberlenmiş düşüncelerin tutsağı olan insanlar ve kendileri de tutsak hayatlar yaşayanlar elbette göremez. O nedenle, o güzelim hayvanları evlerde tutsak etmeyi ve zamanla o tutsaklığın bağımlısı haline getirmeyi marifet sanırlar. Sabah önüne bir kap mama ve su koyup akşama kadar dört duvar arasında hapsettikleri canların, akşam onlar eve geldiğinde çok seviniyorlar diye mutlu olduğunu sanırlar. Boğazlarına geçirdikleri tasmaları çekiştire çekiştire dolaştırmaya çıkararak kendilerini kandırırlar. O güzelim canlar, o güzelim kalplerinde hep sevgi olduğu için sürekli mutluymuş gibi bir ifade takındığından, yaptıklarının iyi bir şey olduğunu düşünürler. Yeri gelir bağırır, yeri gelir cezalandırır, yeri gelir ödül maması verir, yat-kalk-otur-bekle komutlarını öğreterek aslında kendi efendiliklerini perçinleyip onları biraz daha köle yaparken bile aslında ne yapıyor olduklarını bir an bile düşünme zahmetine girmezler. Yine de onları suçladığım sanılmasın. Ben de yaptım aynı şeyleri. Fakat şimdi anlıyorum ki, parkta çayımı içip kitabımı okurken beni dost bilip yanıma gelen, uzanıp yatan, biraz sürtünen, biraz sırtını yaslayan, ona verecek bir şeyim varsa ve canı istiyorsa yiyip canı istemiyorsa yemeyen, bir süre sonra da sakince kalkıp bir başka dosta giden bir sokak kedisi ya da köpeğinden daha özgür ve daha mutlu ne olabilir dünyada! Onlara bu özgürlüğü ve mutluluğu verebilmek varken evlerimizde tutsaklaştırmak, köleleştirmek niye?

  1. Peki, hayvanlar sokaklarda gerçekten mutlu mu?[3] Sokaklarda sersefil olmuyorlar mı? Bu soruların basit yanıtları yok. Öncelikle hangi hayvanlardan söz ettiğimiz önemli. Ayıdan, çakaldan, vaşaktan, aslan ya da kaplandan söz ediyorsak, elbette onların yeri sokak değil. Ama binlerce yıldır insanın tercihleri sonucu insanlarla birlikte yaşayan, insanlarla birlikte yaşamaya uyum sağlayan kedi ve köpek gibi hayvanların yeri sokak. Daha öteye geçelim, uçma yetileri olsa bile insanın olduğu ortamlara kendiliklerinden uyum sağlayan, insanlardan bir şekilde yararlanan karga, güvercin, serçe, martı gibi hayvanların yeri de sokak. Sefil olma meselesi ise insanın tutumuyla ilişkili. Hayvanlar sokaklarda sefil olabileceği gibi son derce sağlıklı ve huzurlu da olabilir. İnsanlar hayvanları birer oyuncak, süs eşyası ya da meta olarak görürse, onların ticareti yapılırsa, hayvanlar doğum günü hediyesine dönüştürülürse, onlara bıkıldığında ya da sorun yaşandığında atılacak eşya gözüyle bakılırsa ve bütün bunlar olurken siyasi ve ticari çıkar hesaplaşmalarının odağı haline gelmiş kurumlar yasal yükümlülüklerini yerine getirmezse elbette hayvanlar sokaklarda sefil olur. Sayıları kontrolsüzce artar, sağlıkları bozulur, yiyecek tek bir lokma bulabilmek için çöp karıştırmaktan helak olurlar. Bunun çözümü, onları sefil olmasınlar diye evlerde tutsak etmek değil elbette. Çözüm yukarıda saydığım nedenlerde yatıyor. Ve nedenler ortadan kalkmadan sorunlar da ortadan kalkmıyor. Hayvan ticareti ile ilgili sıkı önlemler alınırsa, sahiplenilen[4] hayvanların sokağa ya da doğaya bırakılması cezai yaptırımlarla engellenirse, yasalarla tanımlanmış görevler ilgili kurumlar tarafından eksiksiz olarak yerine getirilirse hayvanlar neden sokaklarda sefil olsunlar? Mevcut durumdaki pek çok yanlışın bir sonucu olarak sokak hayvanlarının sefaletini gerekçe gösterip sokakta hayvan olmaz, hayvanlar evde olmalı demenin ben akılcı bir yanını göremiyorum. Çözümü akılcı yollarla olanaklı olan sorunları çözümsüzmüş gibi göstermek, ölümü gösterip sıtmaya razı etmek anlamına gelir ve bunun akılcı olduğunu bana kimse anlatamaz. Akılcı olan ölümü de sıtmayı da yenecek yolları aramaktır.

  1. Sokak köpekleri saldırgan mı? Bir güvenlik sorunu mu oluşturuyorlar? Bir köpeğin saldırısı sonucu zarar görenlerin acılarını tüm kalbimle paylaşıyorum. Ama bu, köpekler ve saldırganlık konusundaki gerçeklere gözlerimizi kapatıp onları topluca canavarlaştırmak sonucunu doğurmamalı. Hayatım boyunca sokak köpekleriyle iç içeyim. Yalnızca bir kez bir köpek bana saldırdı ve ısırdı. O da arkadaşlarımızın sahipli köpeğiydi. Çünkü arkadaşım beni korkutmak için çocukça bir haylazlıkla, beni göstererek köpeğine “tut, tut” demişti. Köpek de gelip beni tutmuştu. Bir önceki yazımda hiç sokak köpeği olmayan ABD’deki sahipli köpeklerin insanlara yönelik saldırı ve ısırma istatistiklerini ve bunların nedenlerini paylaşmıştım. Hemen hepsi insanların köpeklere yönelik yanlış davranışlarının sonucu. Bir köpeğe karşı sergilenen yanlış bir tutum ya da daha da kötüsü, bir köpeği yanlış yetiştirme ve yukarıda saydığım nedenlerle köpeklerin sokaklarda kaderine terk edilmiş olması köpek saldırılarının temel nedenleri. Bütün bu gerçeklere rağmen, bir sokak köpeği bir insana hiçbir neden olmaksızın saldırmaz mı? Bunu söyleyemem. Bu nedenle, ben ve benim gibi düşünen hiç kimse saldırgan davranış sergileyen köpeklerin sokaklardan alınıp izole edilmesine itiraz etmiyor. İtirazımız sokaklardaki bütün köpeklerin birer canavar gibi gösterilmesine, suçlu-masum demeden bütün köpeklerin düşmanlaştırılmasına. Oysa onların çok büyük çoğunluğu, yeryüzünde nadir rastlanılacak düzeyde sevgi dolu, duygulu, zararsız, masum ve en önemlisi de dostlar.

  1. Bir de sokak kedi ve köpeklerinin diğer hayvanlara zarar vermeleri konusu var. Özellikle kediler ve kuşlar arasındaki ilişki çokça dile getiriliyor. Benim kendi yaşadığım bölgede (Kadıköy-Fenerbahçe Mahallesi) kediler insanlar tarafından sevilir ve kollanır. Bu bölgede kediler sağlıklıdır, iyi beslenirler. Bir bilimsel bulgu olduğunu söyleyemesem de, kişisel gözlemlerim bu güven ortamının kedilerin kuşlara karşı saldırganlığını azalttığı yönünde. Fakat dediğim gibi, nihayetinde kişisel bir gözlem olan bu durumu unutup hangi koşullarda olursa olsun kedi ve köpeklerin içgüdüsel olarak başka bazı hayvanlara karşı saldırgan olduğunu kabul edelim. Bu saldırganlık sadece kedi ve köpeklerde mi var? Yüzlerce kuş türü başka bazı kuşlara, balıklara, böcek ya da sürüngenlere ve hatta bazı memelilere karşı saldırgan davranmıyor mu? Onların yırtıcısı değiller mi? Söz gelimi arı kuşuna neden arı kuşu deniyor? Bir arıkuşunun (Merops apiaster) günde ortalama 250 arı yediğini biliyor muydunuz? Arıların gezegen ve insanlık için ne derece büyük bir önem taşıdığını biliyoruz. Peki, arı kuşları arı ile besleniyorlar, arılara saldırıyorlar diye arı kuşlarını ortadan kaldırmaya mı çalışıyoruz? Arı kuşu sokakta ya da doğada özgür olmamalı, çok sevenler evlerinde baksın mı diyoruz? Veya yabanıl saz kedileri kuşları, kurbağaları, böcekleri ve bazı diğer memelileri avlıyor diye onlara kin ve öfke mi duyuyoruz? Böyle saçma bir düşünce şekli olabilir mi? Doğanın düzeni bu. Sorun dengenin kaybolmasıdır, bir hayvanın başka bir hayvana saldırması, onu avlaması değil. Ekoloji biliminin biraz olsun ucundan tutmuş olmak (mektepli olmak şart değil) bunu bilmek için yeterli. Dengenin kaybolması bazı türlerin sayısının aşırı artması ve başka bazı türlerin sayısının azalması ile ortaya çıkar ki, bunun nedeni insanın doğaya müdahalesidir. Örneğin, kısa süre önce WWF tarafından yayımlanan Yaşayan Gezegen 2022 Raporu yalnızca son 50 yılda omurgalı canlı türlerinin popülasyonlarında üçte iki oranında düşüş yaşandığını ortaya koyuyor. Rapor bu düşüşün nedenleri olarak habitat kayıplarını, doğal kaynakların aşırı kullanılmasını, istilacı yabancı türleri, kirlilik ve iklim değişikliğini gösteriyor. Bunların hepsi insan kökenli sorunlar. Acaba Florya’nın adının neden Florya olduğunu ve orada florya kuşlarının artık neden yaşamadığını[5] kaç kişi düşünmüştür? Sizce kediler midir bu durumun sorumlusu? Lafı dolandırmayalım, eğer kedi ve köpekler nedeniyle sokaklarda ya da atıldıkları doğal alanlarda bir denge bozulması yaşanıyorsa bunun sorumlusu kediler ve köpekler değil, ikinci maddede sıraladığım nedenlerdir. Çözüm de bu nedenlerin ortadan kaldırılmasıdır, “Sokakta kedi köpek olmaz.” zırvası değil. Nasıl doğal ortamlarda yırtıcılarla av olanlar bir denge içinde aynı yaşam ortamını paylaşıyorsa, bu paylaşım kentlerde de olanaklı. Kentlerde doğaya ve canlılara zarar veren bin bir etken olacak; binalar, yollar, fabrikalar, havalimanları olacak, otomobil olacak, enerji üretim tesisi olacak, ticarethane olacak, kanal olacak, dolgu sahiller olacak; arsızlaşmış ihtiraslarıyla milyonlarca insan olacak ama bir tek kedi-köpek olmayacak. Niye? Yırtıcılar. Güldürmeyin beni Allah aşkına!

Şunu da söylemeden edemeyeceğim: Kedi ve köpeklerin bazı hayvanlara saldırmaları ve avlamaları konusu açılınca yabanıl alan uzmanı kesilenlerin, doğanın dengesini gözetiyormuş, türlerin yok olmasına üzülüyormuş gibi görünenlerin büyük bir çoğunluğunun Kanal İstanbul gibi, ormanları paramparça eden maden işletmeleri gibi, ormanı bir uçtan bir uca yaran gereksiz yol projeleri gibi, göçmen kuş yollarına kurulan anlamsız havalimanı projeleri gibi büyük habitat kayıplarına ve gerçek doğal çöküşlere, tür kayıplarına yol açan konularda nedense ağızlarını bıçak açmıyor. Çünkü o konular muktedire karşı tavır almak anlamına gelir ve risklidir. O riski göğüsleyecek yürek herkeste olmaz. O nedenle kedi-köpek gibi konforlu alanda kalmayı ve çiçek, ağaç, kuş fotoğrafı paylaşarak doğasever görünmeyi tercih ederler. Açıkçası ben onlara hiç aldırmıyorum. Varsın bu dünyada onlar da oyalansınlar.

Kısa yazmaya niyetliydim, sanırım yine uzattım. Uzun yazı görünce okumayanlar, okusa da anlamayanlar, anlamasa da anlamış gibi konuşanlar yine olacak. Olsun. Sözümün özü şu: Benim bir hayalim var dostlar, ben bir hayal kuruyorum. O hayalde insan tevazu sahibi, sevgi dolu, hoşgörülü. Parçası olduğu doğaya saygılı ve diğer canlılara, hele hele binlerce yıldır çeşit çeşit yol ve yöntemle kullandığı canlılara minnettar insan o hayalde. Efendi değil insan, hiçbir canlı da köle değil, doğal olarak. Özgürlük temel ilke. Doğanın her parçası bir diğerine bağlı ama özgür. Tam da Nazım’ın dediği gibi. Bu hayali gerçek kılmak kolay değil elbette. Bugünden yarına mümkün de değil. Önce zihinlerdeki zincirleri kırmak gerekiyor. Sonra yavaş yavaş yaşamımızdaki, günlük pratiklerimizdeki zincirlerden kurtulmak şart. Benim hayalimde insanın sınır koyduğu tek şey ihtiyaç sandığı ihtirasları. Geri kalan her şey özgür. Ağaçlar, kuşlar, dağlar ve göller özgür. Sokaklarında çocuklar kedi ve köpeklerle oynuyor, kuşlar şen şarkılarını söylüyor. Otların göz alıcı çiçeklerinde böcekler vızıldaşıyor, toprak mis kokuyor hayalimde. Bu hayalimin kapıları herkese açık. Zihnindeki zincirleri kırmaya, hayalimi anlamaya herkes davetli. Anlamayanla da bir sorunum yok. Yeter ki Diyojen’in İskender’e dediği gibi, ‘gölge etmesinler, başka ihsan istemiyorum’.

*

[1] Hayal kurmakla hayal görmek farklı şeylerdir. Ben hayal kurarım, hayal görmem. Dünyayı hayal kurmayı bilenler değiştirir ve güzelleştir.
[2] Bu saptama şu kaynaktan alınmıştır: Yardımcı, A.B. 2018. Sinoplu Filozof Diogenes (Diyojen) ve Etik Anlayışı. Şu eserde: Sosyal Bilimciler Gözüyle Sinop (Editör: Özgür Kıran). Berikan Yayıncılık. Ankara. ISBN: 978‐605‐7501‐41‐7
[3] Sokağı köy ya da kent olsun insan yerleşimleri ve civarındaki cadde, sokak, meydan, park gibi kamusal açık alanlar anlamında kullanıyorum.
[4] Benim her ne kadar hoşuma gitmese de evde hayvan bakmak, yani bir hayvanı sahiplenmek yasaklanamaz. Ayrıca sokakta yaşayamayacak kadar hasta, sakat ya da güçsüz hayvanların sahiplenilmesi zorunlu.
[5] Merak edip öğrenmek isteyenler Yaşar Kemal’in “Kuşlar Da Gitti” romanını okuyabilir.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.