Facebook Instagram Telegram Twitter Youtube
  • COP29
  • İklim
  • Ekoloji
  • Enerji
    • Ulaşım
  • Hak Mücadelesi
    • Doğa Mücadelesi
      • Kazdağları Günlüğü
      • Akbelen Direnişi
      • İkizdere Direnişi
      • Kanal İstanbul
      • İliç Faciası
    • İnsan Hakları
  • Hayvan Hakları
  • Yerel
  • Diğer
    • Dünya
      • Avrupa’da Yeşil Dalga
    • Kent
    • Kültür-Sanat
      • Kitap
    • Türkiye
      • Eğitim
      • Ekonomi
      • Emek
      • İfade Özgürlüğü
    • Sağlık
      • Cinsel Sağlık
    • Spor
    • Medya-İnternet
    • Tarım-Gıda
  • NEWS
Ara
Logo
Facebook
Instagram
Telegram
Twitter
Youtube
Logo
  • COP29
  • İklim
  • Ekoloji
  • Enerji
    • Ulaşım
  • Hak Mücadelesi
    • Doğa Mücadelesi
      • Kazdağları Günlüğü
      • Akbelen Direnişi
      • İkizdere Direnişi
      • Kanal İstanbul
      • İliç Faciası
    • İnsan Hakları
  • Hayvan Hakları
  • Yerel
  • Diğer
    • Dünya
      • Avrupa’da Yeşil Dalga
    • Kent
    • Kültür-Sanat
      • Kitap
    • Türkiye
      • Eğitim
      • Ekonomi
      • Emek
      • İfade Özgürlüğü
    • Sağlık
      • Cinsel Sağlık
    • Spor
    • Medya-İnternet
    • Tarım-Gıda
  • NEWS
Ana Sayfa Blog Sayfa 35

Gıda ve kent

  • Hafta Sonu
  • Köşe Yazıları
  • Manşet
  • Yazarlar
Akın Atauz
-
14/09/2024
0
Gıda ve kent

[email protected]

Bir önceki yazıyı, kent yoksullarının gelirlerini en çok ayırmak zorunda olduğu üç alandan ulaşıma ayırmıştık. Bu hafta daha da önemli olan kentlilerin beslenmesi ve özellikle taze gıdaya erişebilmesi konusuna ayıracağız.

Gıda fiyatları dünyada düşmeye başladığı halde Türkiye’de yükselmeye devam ediyor ve son derece yüksek enflasyonist bir ortamda, yoksullar için açlık-tokluk sorunu haline gelmiş durumda. Gelirler azalmaya devam ederken gıda fiyatları giderek yükseliyor. Gıda konusundaki sorun bütün yoksulları vuruyor elbet ama en çok yoksulların çocuklarını, okullardaki çocukları etkiliyor.

Milli Eğitim Bakanlığı erdeyse bütün kaynaklarını dinsel ideolojiye, bu ideolojinin kurumlarına ve buradan maaş alanlarına ayırırken çocukların giderek artan bir oranı sınıfa aç geliyor ve dersleri aç karnına dinliyor.

Neden Türkiye’de gıda fiyatları yükseliyor ve neden dünyadaki gidişe ters bir gidiş içinde gıda sektörü?

Süpermarket zinciri manav ve seyyar satıcılara karşı

Kentlerde taze meyve-sebze bakımından büyük toptancı halleri, merkezi haller, semt pazarları ve giderek silinmiş gibi olan manavlar ve seyyar satıcılar var. Kentlilerin taze gıdaya ulaşabildiği kanal bundan yaklaşık 40-45 yıl öncesine kadar bu biçimde kurulmuştu. Kusursuz değildi ve sorunlar vardı. Daha sonra bu gıda zincirine farklı ve alternatif bir zincir eklendi yaklaşık yarım yüzyıl önce: Süpermarketler ve onların alt düzey marketleri. Neredeyse bütün kentlerin her mahallesinde farklı markaların marketleri açıldı ve bu yeni sunum zinciri, geleneksel zinciri çok güçlü bir biçimde istila etti; etkisini/ etkinliğini kırdı. Pazarlar zayıfladı, manavlar ve seyyar satıcılar hemen hemen yok oldu.

Geleneksel taze gıda zinciri ile marketlerin arasındaki temel farklar için yapılmış çok sayıda çalışma var ve buradaki iki satırlık bir özet çok yetersiz olacak ama daha geniş bir çerçeveyi oluşturmak arayışında olduğum için göze almak zorundayım.

Geleneksel zincir gerçekten taze gıda sunuyor ve bunu gereğinden fazla genişletilmiş çoğu kez araya gereksiz ara kademeler eklenmiş bir “tedarik zinciri” kullanarak yapıyor. Belki asıl önemli olan, küçük tarım üreticisiyle ilişkisinde tarım politikalarını ve tarım topraklarının desenini belirlemek gibi bir egemenlik alanın bulunmaması.

Marketler ise her biri tekelci/ oligopolistik bir yapı olarak çalışıyor ve sermaye gücüyle soğuk depolar ve lojistik zincirler kuruyor, depolarda, taze gıdayı semtlerdeki alım gücünü dikkate alarak sınıflandırıyor ve tüketicilere yönelik yüzünde fiyat rekabeti avantajı sağlayabiliyor. Başka bir deyişle gıdanın hem kalitesinin düşmesini umursamayarak, hem de en düşük kalitedeki gıdayı en yoksul semtlere göndererek tüketicinin reddetmeyeceği (ama düşük kalitelere razı olacağı) bir beslenme zinciri yaratıyor.

Muhasebe sistemlerinde krediye erişimde ve yurt dışından taze gıda ithalatında ve bankalarla kurdukları ilişkilerde yüksek kar sağlayabilecek stratejiler geliştirebiliyorlar.

Bununla birlikte marketlerin etkisinin daha da önemli olan yönü, onların tarımsal üretim yapısına ve politikalarına müdahale edebilecek güçleri olması ve tarım topraklarının kullanım biçimini ve tohumun/ ürünün niteliklerini belirleyebilmesi diyebiliriz. Ayrıca kent çevresinde yer alan tarım topraklarının kentsel ranta dönüşümüne de olumsuz bir katkı yapabiliyorlar.

Birbirinin alternatifi olan her iki zincir açısından da baktığımızda kentlere taze gıda sağlanmasında gördüğümüz tabloyu şöyle özetleyebiliriz:

  • Tarımsal üreticiler
  • Kentlerdeki tüketiciler ve
  • İkisinin arasında gereksiz biçimde genişlemiş tedarik zinciri düzenleyicileri (komisyoncular, kabzımallar, vb.) ya da güçlü bir sermayeye sahip olan marketler (tekeller veya oligopoller) bulunuyor.

Bu tabloya baktığımızda hemen suçluyu buluyoruz ve bu genel olarak bütün dünya kentlerindeki taze gıdaya erişebilmesindeki en önemli sorun olan aradaki kademeler veya tekel örgütlenmeleri…

Bununla birlikte Türkiye’yi ele aldığımızda, bu doğrunun yanında daha önemli olan başka sorunlar da görüyoruz. Tarımsal üreticiler çok güçsüz ve örgütsüz. Özellikle son 20 yıldır uygulanan tarım politikaları nedeniyle tam olarak ithalata ve döviz piyasasına bağımlı hale gelmiş durumdalar. Tüketiciler de aynı biçimde örgütsüz ve enflasyonist/ gelir bölüşümünü sürekli kutuplaştıran politikalar nedeniyle güçsüz durumda…

Sorunun üretimle ilgili yönü çok daha stratejik bir olumsuzluğa işaret ediyor: Tarımda köylü veya çifti artık akaryakıt, gübre, tarımsal ilaçlar ama en önemlisi giderek artan oranda ithal tohum nedeniyle yüzde 80-85 oranından dışa bağımlı hale gelmiş durumda. Yani üretim yapabilmek için ithalat yapması gerekiyor ve enflasyonist bir ortamda döviz fiyatları sürekli arttığı için giderek bunu yapmak daha güç hale geliyor.

Bu durum, küçük üreticinin/ köylülüğünün tasfiyesi anlamına geliyor. Ama bu durumu etkileyen başka nedenler de var: Devlet HES, RES vb. politikalarıyla ve yangınları-orman yangınlarını önleyecek kapasite geliştirmeyerek, özel sektör de madencilik projeleriyle, tarım arazilerine ve yerel iklim özelliklerine saldırıyor. Köyler demografik olarak boşalıyor ve yaşlanıyor, genç nüfus köylerde kalmak istemiyor ve tarımsal üretim yapacak işgücü kalamayınca da tarım toprakları satılıyor. Satılan tarım toprakları ise ya giderek büyüyen bir tarım sermayesinin elinde birikmeye başlıyor veya kentlerin istilasına uğrayarak taşlaşıyor ve betonlaşıyor.

Örgütsüz tüketici ve küçük köylünün çaresizliği

Tarımsal üreticilerin dağılmış ve örgütsüz bir durumda ve üretim maliyetlerinin sürekli artmakta olması kentlerdeki gıda fiyatlarının yükselmesinin de en önemli nedenlerinden biri. İktidar sürekli olarak aracı kesimlere işaret ederek sonunun kaynağının onlar olduğuna inandırmak istiyor. Bunun doğru olan bir yönü bulunmakla birlikte asıl önemli sorun, iklim değişikliği konusunda hiçbir şey yapmayan devletin büyük sermayeyi tarımda egemenleştirmeye çalışmasında ve sürdürülemez tarım politikalarında. Tarımsal üretim topraklarının ve tarım yapacak nüfusun azalmasında ve maliyetlerin sürekli yükselmesinde.

Yukarıdaki tablonun diğer ucundaki kent tüketicileri de benzer bir durumda, örgütsüz ve hem ekonomik hem de toplumsal dayanışma becerilerini geliştirmek bakımından çok deneyimsiz. Tüketiciler, gıda konusunda daha güçlü bir bicimde örgütlenebilse ve üretim tarafındaki örgütlenmelerle ilişkilenebilecek bir sosyal beceri geliştirebilse bu, devletin ve tekellerin bütün engellerine rağmen bir oranda işe yarayabilirdi. Ancak ne tüketicilerin örgütlenmesi, ne de güçlü bir saldırı altındaki üreticilerin, küçük köylülüğün örgütlenebilmesi, (çürümekte olan) neo-liberal değerler dünyasında kolay değil. Hatta olası değil.

*

Yukarıdaki metnin çok genel ve ayrıntısız ve kaba bir metin olduğunu biliyorum. Bu metin zaten bilimsel bir makalenin girişi olabilmek üzere değil, gündelik yaşamdaki önemli/ yoksullar bakımından yaşamsal bir olguyu, daha bütünlüklü bir biçimde betimleyebilmek amacıyla oluşturuldu. Belki hepimizin zaten bildiği konuların bir tekrarı oldu. Bununla birlikte, durumu bütün boyutlarıyla birlikte ve birbiriyle ilişkilendirilmiş ögelerle betimlemek, belki yapılacak ileri çalışmaların bazıları için bir başlangıç noktası olabilir veya varsayımların belirtilmesindeki sistematiğin kurulmasında yardımcı olabilir. 

 

Çayırhan Termik Santrali satışa çıkıyor

  • Enerji
  • Manşet
Yeşil Gazete
-
13/09/2024
0
Çayırhan Termik Santrali satışa çıkıyor

Hazine ve Maliye Bakanlığı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Ankara‘daki Çayırhan Termik Santrali ile Çayırhan Linyit İşletmesi tarafından kullanılan taşınır ve taşınmazların özelleştirileceğini duyurdu.

Santral, 2000 yılında Turgay Ciner’in sahibi olduğu Park Termik şirketine devredilmişti. 20 yıllık İşletme Hakkı Devri Sözleşmesi‘nin sona erdiği 30 Haziran 2020’de tekrar devlete iade edildi.

Şimdi, santralin arazileri ve maden sahaları bir bütün olarak, talip olan kişi veya kuruma yeniden satılacak.

Başkanlığın internet sitesinde yayımlanan duyuruya göre, özelleştirmeye ilişkin ihale şartnamesi ve tanıtım dokümanı bedeli 200 bin lira, geçici teminat b+edeli 150 milyon lira olarak belirlendi.

İhaleye katılmak isteyenler, 4 Aralık 2024’e kadar son teklif verebilecek.

İhale, birden fazla teklif sahibinden kapalı zarfla teklif almak ve görüşmeler yapmak suretiyle “pazarlık” usulüyle gerçekleştirilecek. Pazarlık görüşmelerine devam edilen teklif sahiplerinin katılımıyla yapılacak açık artırmayla ihale sonuçlandırılacak.

Erdoğan 2021’de satışı onaylamıştı

Santralin ve arazilerinin “özelleştirilmesi”ne ilişkin Cumhurbaşkanı Kararı, Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla 2021’de Resmi Gazete‘de yayımlanmıştı.

Karara göre, halen Elektrik Üretim A.Ş‘ye ait termik santral, “Varlık Satışı” yöntemi ile EÜAŞ adına kayıtlı ruhsatların ve bu ruhsatların kapsadığı maden sahalarının “İşletme Hakkının Verilmesi” yöntemi ile bir bütün halinde özelleştirilecek.

620 megavat kurulu güç

Çayırhan TES’in kurulu gücü 620 megavat. Özelleştirilmesi halinde kamunun elektrik üretimi kurulu gücündeki payı yüzde 21’e gerileyecek

Kararla özelleştirme işlemlerinin 31 Aralık 2025’e kadar tamamlanması öngörüldü.

Özelleştirme kapsamında neler var?

Özelleştirme kapsam ve programına alınmasına karar verilen Ankara’nın Nallıhan İlçesi‘ndeki taşınır ve taşınmazlar şöyle:

  • EÜAŞ’a ait Çayırhan termik Santrali’nin kullanımındaki taşınmazlar,
  • Çayırhan Linyit İşletmesi’nin kullanımında bulunan taşınır ve taşınmazlar,
  • EÜAŞ adına kayıtlı 23405 ve 30963 numaralı ruhsatlar ve bu ruhsatların kapsadığı maden sahaları,
  • Uluköy ve Karaköy mahallelerinde bulunan taşınmazlar.

TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası (EMO)Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Özdağ, kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasının ardından “Bu santrallerin nihai kapatılma süreçleri konuşulması gerekirken, AKP iktidarının hala daha bu santralların satışından para kazanmayı umması, Türkiye’nin son dönemdeki açıklamalarının sadece ve sadece AB’den alınacak 3 milyar Euro’luk kredi için olduğunu ortaya koyuyor” demişti.

Çayırhan-B’yi mahkeme engellemişti

Çayırhan Termik Santrali‘ne Nallıhan Kuş Cenneti‘nin yakınına kurulmak istenen ve  ekosisteme büyük zararlar verecek olan Çayırhan-B Termik Santrali‘ne ilişkin plan değişiklikleri, Ekim 2020’de iptal edilmişti.

Santralin, Ankara‘nın Nallıhan ilçesine bağlı Uluköy ve Karaköy Mahalleleri sınırları içerisinde yaklaşık 740 ha büyüklüğündeki bir alanda Çayırhan-II Linyit Sahasındaki kömürün değerlendirilmesi amacıyla kurulması planlanıyordu.

Bu doğrultuda hazırlanan 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı ve 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı değişikliklerini Mimarlar Odası Ankara Şubesi yargıya taşımış; değişiklikleri inceleyen Ankara 6’ncı İdare Mahkemesi söz konusu değişikliklerin iptaline karar vermişti.

Kararı değerlendiren Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, santralin çevre, tarım, su kaynakları ve deprem riski açısından büyük bir tehdit oluşturduğunu belirterek, “Mahkeme gerekçesinde söz konusu imar planı değişikliklerinin, kamu yararına, planlama esaslarına ve dolayısıyla hukuka aykırı olduğunu vurgulamıştır.  Yargı bilimden yana tavır koymuş ve bilirkişi raporunu esas almıştır’’ demişti.

 

Grönland’daki mega tsunaminin ardından Dünya 9 gün boyunca ‘titreşti’

  • İklim Krizi
  • Manşet
Yeşil Gazete
-
13/09/2024
0
Grönland’daki mega tsunaminin ardından Dünya 9 gün boyunca ‘titreşti’

Grönland‘da meydana gelen heyelan ve mega tsunaminin, tüm Dünya’nın dokuz gün boyunca “titreşmesine” neden olduğu açıklandı.

Science Dergisi‘nde yayımlanan bilimsel araştırmaya göre, Eylül 2023’te iklim krizinin tetiklediği sismik olay, dünyanın dört bir yanındaki deprem sensörleri tarafından tespit edildi.  Deprem bilimciler, alışılmadık ve şimdiye dek benzeri görülmemiş sinyali Arktika’dan Antarktika‘ya kadar her yerdeki sensörlerden izlediklerini açıkladı.

“Şaşkına dönmüştük, sinyal daha önce kaydedilenlerden farklıydı. Depremlerde tipik olan frekans açısından zengin uğultu yerine, bu yalnızca tek bir titreşim frekansı içeren monoton bir uğultuydu. Daha da şaşırtıcı olanı, sinyalin dokuz gün boyunca devam etmesiydi.”

Sismik hareketi başlangıçta bir USO (tanımlanamayan sismik nesne) olarak nitelendiren bilim insanları, sinyalin kaynağını Grönland’ın Dickson Fiyordu’ndaki büyük bir heyelana kadar takip etti.

Buna göre; 10 bin olimpik yüzme havuzunu dolduracak kadar büyük bir kaya ve buz hacmi fiyordun içine daldı ve 200 metre yüksekliğinde bir mega-tsunamiyi ve dokuz gün boyunca yaklaşık 10 bin kez ileri geri çalkalanmaya devam eden buzlu fiyortta, “su yüzeyi salınımı” (seiche) olarak bilinen bir fenomeni tetikledi.

İklim krizinin etkisi

Tsunaminin oluşturduğu dalgalar, 40 yıldan beri Dünya’nın herhangi bir yerindeki en yüksek dalgalar olarak belirtiliyor.

Sismik olayın üzerinde çalışan 15 ülkedeki 40 kurumdan 66 bilim insanı, bunun küresel ısınmanın halihazırda gezegen ölçeğinde etkilere sahip olduğunu ve sıcaklıklar hızla arttıkça daha önce istikrarlı olduğuna inanılan yerlerde büyük heyelanların mümkün olduğunu gösterdiğini belirtiyor.

Heyelan ve mega tsunami ilk olarak Doğu Grönland‘da kaydedilse de küresel ısınmadan en hızlı etkilenen Artktik bölgelerde benzer sismik olaylar daha küçük ölçekte, Batı Grönland, Alaska, Kanada, Norveç ve Şili‘de görülmüştü. Ancak bu boyuttaki bir fenomen, ilk kez kaydediliyor.

Raporun baş yazarı olan Danimarka ve Grönland Jeolojik Araştırması‘ndan Dr. Kristian Svennevig, “Bu olağanüstü olay, Doğu Grönland’ın heyelanlar konusunda kesinlikle çevrimiçi hale geldiğini gösteriyor. Dalgalar, deniz seviyesinde en az 200 yıllık ıssız bir İnuit bölgesini yok etti ve en az iki yüzyıldır buna benzer bir şey olmadı.”

Heyelandan 70 km uzaklıktaki Ella Adası‘ndaki bir araştırma istasyonunda çok sayıda kulübe yıkıldı. Yerleşke, iki yüzyıl önce kürk avcıları ve kaşifler tarafından kurulmuştu ve bilim insanları ile Danimarka ordusu tarafından kullanılıyordu. Ancak tsunami sırasında boştu.

Dickson Fiyordu, turistik yolcu gemileri tarafından yaygın olarak kullanılan bir rota üzerinde. Geçen eylül ayında da 200 kişi taşıyan bir gemi fiyorda yakın Apefiord’da mahsur kalmıştı. Gemi, tsunami vurmadan sadece iki gün önce dört ila altı metrelik dalgalardan kurtarılmıştı.

Svennging, “Burada hiçbir insana hiçbir şey olmaması tamamen şans eseriydi. Bilimsel olarak keşfedilmemiş sulardayız, bir tsunaminin bir yolcu gemisine ne yapacağını gerçekten bilmiyoruz” dedi.

Araştırmacılar, tsunami dalgasının birkaç dakika içinde yedi metreye düştüğünü ve Danimarka ordusunun fiyordu fotoğrafladığı günlerde birkaç santimetreye düşmüş olacağını hesapladı. Ancak bu geniş su kütlesinin çalkalanması, dünyanın dört bir yanına sismik dalgalar göndermeye devam etti.

İlk kez bu denli büyük bir olay kaydedildi

University College London‘dan araştırma ekibi liderlerinden Dr. Stephen Hicks “Sismik sinyali ilk gördüğümde tamamen şaşkına döndüm. Daha önce hiç bu kadar uzun ömürlü, küresel olarak seyahat eden ve yalnızca tek bir salınım frekansı içeren bir sismik dalga kaydedilmemişti” diye konuştu.

Heyelandan iki hafta önce bilim insanları tesadüfen fiyorda su derinliğini ölçen sensörler yerleştirmişti. “Bu da tamamen şanstı” dedi Svennevig: “Çökmek üzere olduğunu bilmedikleri buzulun ve dağın altında yelken basıyorlardı.”

Küresel sıcaklıklar artmaya devam ettikçe bu tür olaylar daha da yaygınlaşacak.

Fransa’daki Institut de Physique du Globe de Paris‘te heyelan modelleyicisi olan ve ekipte yer alan Prof. Anne Mangeney  ilk kez, iklim değişikliğinin tetiklediği bu olayın, dünyanın her yerinde, ayaklarımızın altında küresel bir titreşime neden olduğunu açıkça görebildiğimize vurgu yaptı: “Bu titreşimler Grönland’dan Antarktika’ya bir saatten kısa bir sürede ulaştı. Yani iklim değişikliğinin etkisinin sadece bir saat içinde tüm dünyayı etkilediğini gördük.”

Sadece bir yıl önce, bu tür bir olayın dokuz gün boyunca devam edeceği fikri “saçma” olarak görülen “seiche”nin dokuz gün boyunca devam edebileceği fikri saçma olarak reddedilirdi. Benzer şekilde, bir asır önce, ısınmanın Arktik’teki yamaçları istikrarsızlaştırabileceği ve neredeyse her yıl büyük heyelanlara ve tsunamilere yol açabileceği fikri çok uçuk olarak değerlendirilirdi.

Uzmanlar, bir zamanlar düşünülemez olan bu olayların artık “yeni gerçekliğimiz” haline geldiği uyarısı yapıyor.

Clooney Vakfı’nın aralarında olduğu uluslararası kuruluşlar, Kavala davasına müdahil oluyor

  • İfade Özgürlüğü
  • İnsan Hakları
  • Manşet
Haber Merkezi
-
13/09/2024
0
Clooney Vakfı’nın aralarında olduğu uluslararası kuruluşlar, Kavala davasına müdahil oluyor

Gezi davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilen iş insanı ve insan hakları aktivisti Osman Kavala hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından 10 Aralık 2019 tarihinde açıklanıp 11 Temmuz 2022 tarihinde onaylanan kararın icra süreci gelecek hafta bir kez daha Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi gündemine geliyor.

Konuyu 17-19 Eylül günleri düzenlenecek toplantılarında ele alacak Komite’nin Kavala dosyasında gelinen son noktayı inceleyip yeni bir karar alması bekleniyor. Ayrıca AİHM’de Osman Kavala ile ilgili ikinci bir yargı süreci daha başlıyor.

DW Türkçe’den Kayhan Karaca’nın haberine göre, bu sürece insan hakları alanında faaliyet gösteren George ve Amal Clooney’in kurduğu Clooney Vakfı da katılıyor.

Türkiye’den hak örgütleri de başvurdu

Osman Kavala, şu sıralarda  Bakanlar Komitesi gündeminde olan dosyasına ek olarak hakkında Türk mahkemeleri önünde kesinleşmiş yargı kararının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘nin (AİHS) birçok maddesini ihlal ettiği ve AİHM tarafından hükmedilmiş ihlalin sürdüğü temelinde 18 Ocak 2024 tarihinde ikinci kez AİHM’ye başvurmuştu.

Türk hükümetinin bu ikinci başvuruya ilişkin görüş ve savunmasını önümüzdeki günlerde Strasbourg‘a iletmesi bekleniyor.

Türkiye Barolar Birliği, İfade Özgürlüğü Derneği, İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch), Uluslararası Hukukçular Komisyonu ve Amerikalı aktör George Clooney ve eşi insan hakları avukatı Amal Clooney tarafından kurulan the Clooney Vakfı gibi kuruluşlar da bu ikinci davaya müdahil olmak için AİHM’ye başvuruda bulundu.

Clooney Vakfı’nın müdahil olmak için yaptığı başvuru AİHM tarafından kabul edildi. Vakıf bu kapsamda dava sürecinde AİHM’ye görüş belgesi iletecek.

Clooney Vakfı’nın destekçileri arasinda Bill ve Melinda Gates Vakfı, Microsoft, Versace Vakfı, Smith Aile Fonu, Amerikan Barolar Birliği ve Uluslararası Barolar Birliği de bulunuyor.

Türkiye Avrupa Konseyi’nden çıkarılabilir

AİHM’nin kararını uygulamaması sebebiyle Türkiye’yi denetim sürecine alan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ndeki görüşmelere bu hafta devam edilecek.

Denetim sürecinde bir yandan Türkiye ile kararı uygulaması için son görüşmeler yapılıyor, öte yandan da Ankara’nın direncinin devam etmesi halinde bundan sonra hangi adımların atılacağı değerlendiriliyor. Türkiye, kararı uygulamaması halinde Konsey’den atılmak da dahil yaptırımlarla karşı karşıya gelebilir.

Kavala’nın avukatı, toplantılar öncesi Komite’ye gönderdiği tutum belgesinde AİHM’nin 11 Temmuz 2022 tarihli son hükmünün uygulanması için Ankara’nın şimdiye kadar hiçbir önlem almadığına dikkat çekerek Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin (AKPM) 12 Ekim 2023 tarihli Osman Kavala kararı gereği Tamamlayıcı Ortak Prosedür başlatılması talebinde bulundu.

Prosedür, öncelikli olarak ilgili devletle diyalog ve işbirliğini hedefliyor. Bugüne kadar hiçbir üye devlete uygulanmayan prosedür gereği temaslar sonuç vermezse ilgili devletin  somut önlemler alması için Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği tarafından bir yol haritası hazırlanması öngörülüyor. Bu da sonuç vermezse üyelikten kaynaklanan yükümlülüklerini ciddi surette ihlal eden devletin temsil hakkından bir süre mahrum edilmesi ve/veya Bakanlar Komitesi tarafından üyelikten çekilmeye davet edilmesi gündeme geliyor.

Komitenin, kendi içinde yeterli çoğunluğu sağlayabilmesi halinde ilgili devleti üyelikten çıkarma yetkisi de bulunuyor.

Kavala’nın avukatı, AİHM’nin Osman Kavala kararlarının Türkiye’de Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından tam ve ivedilikle uygulanması ve Kavala’nın ne zaman ve nasıl serbest bırakılacağına dair ‘net bir takvim’ sunması için Bakanlar Komitesi’nin Ankara’ya çağrıda bulunmasını da istiyor.

Ankara ise Osman Kavala hakkında AYM önündeki bireysel başvuru süreçlerinin devam ettiğini, AYM’nin konu hakkında Adalet Bakanlığı‘ndan talep ettiği görüşün Bakanlık tarafından 3 Nisan 2024 tarihinde AYM’ye iletildiğini bildirdi.

Bakanlar Komitesi’nin Aralık 2023 toplantısında aldığı karar temelinde ilk üst düzey teknik toplantıların 15 Şubat 2024 tarihinde Ankara’da yapıldığını hatırlatan Türk hükümeti, bir sonraki üst düzey teknik toplantıların 24 Ekim 2024 tarihinde gerçekleşeceğini duyurdu.

 

Büyük şirketlere yönelik iklim odaklı davaların sayısı artıyor

  • İklim Krizi
  • Manşet
Yeşil Gazete
-
13/09/2024
0
Büyük şirketlere yönelik iklim odaklı davaların sayısı artıyor

Büyük petrol şirketlerine yönelik iklim odaklı davalar artıyor.

Bu, her geçen gün daha fazla topluluğun, endüstrinin iklim krizine yaptığı katkılar için hesap verebilirlik talep ettiğinin bir işareti olarak görülüyor.

Perşembe günü yayınlanan yeni analiz, için Oil Change International ve iklim araştırma kuruluşu Zero Carbon Analytics, Columbia Üniversitesi veri tabanından , dünyanın en büyük 25 fosil yakıt üreticisinin sanık olarak gösterildiği davalara odaklanan verileri aldı.

Yazarlar, bu şirketlere karşı her yıl dünya çapında açılan dava sayısının, BM Paris İklim Anlaşması‘nın imzalandığı 2015 yılından bu yana neredeyse üç katına çıktığını, 86 dava açıldığını ve şu anda 40 davanın da beklemede olduğunu buldu.

Raporu hazırlayan araştırma ve savunuculuk grubu Oil Change International’da kampanya yöneticisi olarak görev yapan David Tong, “Hiçbir büyük petrol ve gaz şirketi iklim kaosunu önlemek için asgari düzeyde bir şey yapma sözü vermiyor, bu yüzden toplumlar onları mahkemeye veriyor” dedi.

Tong bu davaların “tek başına iklim krizini çözmeyeceğini” ancak kirleticileri sorumlu tutmak için önemli bir araç olabileceğini kaydetti: “Fosil yakıt şirketlerine karşı açılan davaların giderek artması, bu şirketlerin iklim değişikliğini yönlendirme ve bundan kâr elde etmedeki tarihi ve devam eden rollerinin onları nasıl yakaladığını gösteriyor.”

En çok dava ABD’de

Davalar şehirler, eyaletler ve diğer hükümet örgütlerinin yanı sıra çevre grupları, yerli kabileler ve bireyler tarafından açılıyor. 50 dava ABD mahkemelerinde açılırken, 24’ü Avrupa ülkelerinde, beşi Avustralya‘da ve dördü Nijerya‘da.

Yazarlar, en büyük artışın, davaların yüzde 38’ini oluşturan iklim hasarları için tazminat talep eden şikayetler olduğunu tespit etti.

Çalışmaya göre, 2015’ten bu yana açılan 33 dava’nın 30‘u 2017’den sonra. London School of Economics’in Grantham Enstitüsü‘nde araştırma görevlisi olan Noah Walker-Crawford‘a göre, bu davalardaki artışın temel nedenlerinden biri, “bilimin çok daha iyi hale gelmesi”.

Walker-Crawford, atıf biliminin bilim insanlarının “belirli aşırı hava olaylarını iklim değişikliğine daha büyük bir doğrulukla bağlamasına” ve ayrıca belirli fosil yakıt şirketlerinin emisyonlarına atfedilebilen iklim etkilerini ölçmesine olanak tanıdığını söyledi.

‘Yeşil yıkama’ya da dava açılıyor

Henüz hiçbir fosil yakıt şirketi iklim zararlarını ödemek zorunda kalmadı, ancak potansiyel yükümlülükler çok büyük; önceki raporlarda sektörün en büyük kirleticilerinin trilyonlarca dolarlık ev, geçim kaynağı ve altyapı kaybından sorumlu olduğu tahmin ediliyor.

En fazla ilerleme kaydeden iklim hasarı davası, 2015 yılında Perulu bir çiftçi tarafından , And Dağları‘ndaki evini tehdit eden iklim etkilerine katkıda bulunmakla suçladığı enerji devi RWE‘ye karşı açıldı. 2022’de benzeri görülmemiş bir şekilde, Almanya‘dan yargıçlar, aynı zamanda Avrupa’nın en büyük emisyon kaynağı olan RWE’nin neden olduğu hasar seviyesini belirlemek için bu ülkeyi ziyaret etmişti.

Yeşil Noktaİlk ‘küresel’ iklim davası: Alman yargıçlar Peru’da

ABD’de iklim tazminatı talep eden davalarda, sanıklar eylemlerinin gezegeni ısıtma etkilerinin uzun zamandır bilinmesine rağmen, iklim krizi konusunda kasıtlı olarak şüphe yaratmakla suçlanıyor.

Raporun yazarları, yanıltıcı reklamcılık iddialarına karşı açılan davalar da dahil olmak üzere diğer iklim davalarındaki artışı da belgeledi. Raporda, bu tür davaların bugün petrol devlerine karşı yapılan tüm iklim şikayetlerinin yüzde 16’sını oluşturduğu ve “kazanan bir yasal taktik” olduğu belirtildi. Bu davaların dokuzu sonuçlandı ve hakimler yalnızca birinde davalının lehine karar verdi.

Analizdeki iklim davalarının yaklaşık yüzde 12’si, Paris İklim Anlaşması’yla uyumlu emisyon azaltma planlarını uygulamadaki başarısızlıkları nedeniyle fosil yakıt şirketlerine karşı açıldı. Bir Hollanda mahkemesinin Shell’in emisyonlarını 2030 yılına kadar %45 oranında azaltmasını emrettiği 2021 tarihli çığır açıcı bir karar, bu tür davalardan birine yanıt olarak geldi.

Yeşil NoktaHollanda’da iklim aktivistlerinin tarihi zaferi: Mahkeme Shell’e CO2 emisyonlarını azaltma talimatı verdi
Yeşil NoktaShell’e iş planını iklim hedeflerine uygun hale getirmeme gerekçesi ile dava uyarısı

Fosil yakıt lobi grubu Amerikan Petrol Enstitüsü‘nün kıdemli başkan yardımcısı Ryan Meyers‘a göre, çalışma “temel bir Amerikan endüstrisine ve çalışanlarına karşı asılsız, siyasallaştırılmış davalar açmak için devam eden, koordineli bir kampanya”yı tanımlıyor ve bu çabalar “önemli ulusal konuşmalardan dikkat dağıtmaktan ve vergi mükelleflerinin kaynaklarının muazzam bir şekilde israf edilmesinden başka bir şey değil.”

Ancak iklim davaları her geçen gün artıyor. Bu yıl, iklim felaketlerinin kurbanları ve STK’lar, Fransız petrol şirketi TotalEnergies‘in CEO’suna ve yöneticilerine karşı Fransa‘da dünyanın ilk cezai iklim davasını açtı. Dosyada davalıların iklim felaketlerinin kurbanlarının ölümlerine katkıda bulunduklarını iddia ediliyor.

Yeşil Nokta‘İklim mağdurları’ndan petrol devi Total’in yöneticilerine dava

Analiz, dünya çapında açılan tüm iklim davalarını hesaba katmıyor. Diğer şikayetler, boru hattı şirketleri gibi fosil yakıt tedarik zincirinin diğer kısımlarında çalışan şirketleri hedef alıyor ve cok sayıda davacı hükümetleri fosil yakıt yanlısı politikaları nedeniyle zorluyor.

Columbia Üniversitesi‘ndeki Sabin İklim Değişikliği Hukuku Merkezi’nin fakülte direktörü Michael Gerrard, fosil yakıt endüstrisinin “çok sayıda dava” ile karşı karşıya olmasına rağmen, “bunlardan hiçbirinin” reklam odaklı olanlar dışında “çıkmadığını” söyledi. Ancak ona göre, önümüzdeki yıllar “bu kampanyada bazı önemli ve muhtemelen belirleyici gelişmeler getirebilecek ve yeni yasal teoriler geliştirilecek.”

Yeşil NoktaKüçük ada ülkeleri, Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi’ndeki tarihi iklim davasını kazandı
Yeşil NoktaAsya’nın ilk iklim davası: Güney Koreli gençler hükümete karşı
Yeşil NoktaAİHM’den üç iklim davası kararı: Büyük bir başarı
Yeşil NoktaFransa’ya açılan iklim davasında ceza ödenmeyecek
Yeşil NoktaBirleşik Krallık hükümetine ‘yetersiz iklim adaptasyonu’ nedeniyle dava açıldı
Yeşil NoktaAraştırma: İklim davaları, fosil yakıt şirketlerinin hisse fiyatlarını düşürüyor
Yeşil Nokta12 İtalya vatandaşı enerji devi Eni’ye iklim davası açıyor
Yeşil NoktaGenç iklim aktivistleri Erdoğan’a dava açtı: Gelecek hakkımızı koruyun
Yeşil Noktaİsviçreli kadınlardan AİHM’de dava: Hükümetin iklim değişikliği politikası yaşam hakkımızı ihlal ediyor
Yeşil NoktaPorto Riko’da ‘şantaj ve uyuşturucu’ yasası, iklim davasında kullanılacak
Yeşil NoktaFosil yakıt şirketleriyle ulus ötesi dava anlaşması, iklim politikalarını baltalıyor
Yeşil NoktaArtan iklim davaları, hükümet ve şirketleri giderek daha çok zorlayacak
Yeşil NoktaTürkiye’nin ilk iklim davası, Marmara Gölü’nün balıkçıları adına açıldı
Yeşil NoktaAlmanya’da ‘iklim krizini körüklediği’ iddiasıyla Volkswagen hakkında dava açıldı
Yeşil NoktaYeni araştırma: En güncel verileri kullanmak iklim davalarındaki başarı oranını artırabilir
Yeşil Noktaİrlanda’da iklim aktivistleri hükümete karşı açtığı davayı kazandı
Yeşil NoktaVanuatu, fosil yakıt şirketleri ile onları destekleyen ülkelere iklim davası açmak için adım atıyor
Yeşil NoktaMücadele yeni başlıyor: New York belediyesinin iklim davasına ret, gözler temyiz mahkemesinde
Yeşil Noktaİklim hareketinde tarihi dönemeç: Avrupa Birliği’ne ailelerden iklim davası
Yeşil NoktaAvustralya Federal Bankası’na karşı iklim değişikliği davası
Yeşil NoktaGüney Afrika’nın ilk iklim değişikliği davasında halkın zaferi: Termik santral izni iptal!

 

Güneş ve rüzgar AB’de ilk kez fosil yakıtları geride bıraktı

  • Enerji
  • Manşet
Haber Merkezi
-
13/09/2024
0
Güneş ve rüzgar AB’de ilk kez fosil yakıtları geride bıraktı

Avrupa Komisyonu, yenilenebilir enerji kaynaklarının 2024’te, Avrupa Birliği’nin (AB) elektrik üretiminde rekor kırdığını açıkladı.

Yeni yayınlanan veriler, 2024’ün ilk altı ayında blok ülkelerinin ihtiyaç duyduğu elektriğin yarısının yenilenebilir kaynaklardan sağlandığını ve fosil yakıtları geride bıraktığını ortaya koydu.

Avrupa Komisyonu’nun hazırladığı yıllık “Enerji Birliği’nin Durumu” adlı rapora göre, rüzgar enerjisi ilk kez nükleer enerjinin ardından AB’nin en büyük ikinci elektrik kaynağı olarak doğal gazı geride bıraktı. AB ayrıca, 2023’teki 56 gigawatt’lık (GW) yeni güneş enerjisi kurulumuyla, 2022’deki 40 GW’lık bir önceki rekoru egale etti.

Enerjiden Sorumlu Avrupa Komisyonu Üyesi Kadri Simson, “Yenilenebilir enerji kurulumları açısından iki rekor yılın ardından, 2024’ün ilk yarısında rüzgar ve güneş enerjisi yeni zirvelere ulaştı ve elektrik üretiminde fosil yakıtları ilk kez geride bıraktı” dedi.

Enerji güvenliği ve fiyat istikrarı odak noktası

Euronews‘in aktardığına göre, ayrıca elektriğe olan talep de düştü. Ancak enerji tüketimini 2030 yılına kadar yüzde 11.7 oranında azaltma hedefini karşılamak için verimliliğe yönelik çabaların artırılması gerekiyor.

Simson, “Bugünkü rapor, son beş yıl içinde AB enerji politikasında yaptığımız büyük değişikliklerin gerçek bir kanıtıdır. AB artık iklim nötrlüğü hedefini karşılamak için daha donanımlı. Gelişmeler, sanayimizin de rekabetçi kalmasını sağlıyor” diye konuştu.

Bu yılki raporun ana odak noktaları arasında enerji güvenliği ve fiyat istikrarı bulunuyor.

Rus gazının AB ithalatındaki payı 2021’de yüzde 45’leri görürken, bu yılın haziran ayında yüzde 18’e düştü. Bu kısmen Norveç ve ABD gibi ülkelerden yapılan ithalattaki artıştan kaynaklanmış olsa da gaz talebinde de azalmalar görüldü.

Ağustos 2022 ile Mayıs 2024 arasındaki talep, yüzde 18’lik (138 milyar metreküp) düşüşle daha önce belirlenmiş yüzde 15’lik hedefi aştı. Raporda ayrıca fiyatların daha istikrarlı hale geldiği, 2022’deki enerji krizinin zirve yaptığı dönemin önemli ölçüde geride kaldığı vurgulandı.

Simson, AB’nin artık Putin’in boru hatlarının insafına kalmadığını, ancak hala ele alınması gereken yeni zorlukların mevcut olduğuna dikkat çekti. Bunlar arasında yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği hedeflerindeki mevcut hedef farkı, diğer küresel rakiplerle karşılaştırıldığında mevcut fiyat farkı ve yeni bağımlılık riskleri bulunuyor.

Simson’a göre, bu sorunların çözülmesi hem AB hem de üye devletler seviyesinde kararlı bir politikayla gerçekleşebilir.

Raporda, AB üye devletlerini, 2030 iklim hedeflerinin ulaşılabilir olması için bu uzun vadeli iklim planlarını mümkün olan en kısa sürede sunmaları gerektiği konusunda uyarılar da bulunuyor.

Aralık ayında yayımlanan bir değerlendirmede, AB ülkelerinin doğru yönde adımlar atsa da bu adımların 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarını en az yüzde 55 oranında azaltma hedefi için henüz yeterli olmadığını ortaya koymuştu.

 

Ordu ve Rize’de sit alanı ve fındık bahçelerine taş ocağı

  • Ekoloji
  • Manşet
  • Yerel
Haber Merkezi
-
13/09/2024
0
Ordu ve Rize’de sit alanı ve fındık bahçelerine taş ocağı

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, dün resmi internet sitesinden Rize‘de bir, Ordu‘da iki taş ocağı için “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Gerekli Değil” kararı verdiğini açıkladı.

“ÇED Gereksiz” kararı verilen bölgelerde ormanlık alanlar ve fındık bahçeleri bulunuyor. Akarsular, doğal sit alanları ve yaban hayatı geliştirme sahaları da izin verilen alana bitişik.

Çıkan malzemeyle deniz doldurulacak

MA‘nın aktardığına göre, kararlardan biri, Ordu‘nun Çatalpınar ilçesi Göller Mahallesi’nde Ordu Büyükşehir Belediyesi tarafından açılmak istenen bazalt (mıcır) ocağı için verildi. 6,19 hektarlık alan üzerine açılacak olan taş ocağından çıkan malzeme ise belediye tarafından deniz dolgusu amacıyla kullanılacak. Çatalpınar ilçe merkezine 5, Göller Mahallesi’ne 1,3 kilometre uzaklıkta yer alan maden, Kulakköy Mahallesi‘ne 650, Akpınar Mahallesine ise 940 metre, en yakın eve ise sadece 190 metre uzaklıkta bulunuyor.

Ocak alanı “Ordu-Trabzon-Rize-Giresun-Gümüşhane-Artvin Planlama Bölgesi” 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı G38 Paftasında, “Bölgeye Özel Ürün Alanı (Bağcılık, Çay, Fındık vb.) ve ‘Sanayi Alanı’ kullanımında yer alıyor.

Ocağın 250 metre uzağından Boloman Deresi geçiyor.

Fındık bahçesinde kapasite artışı

Ordu Çaybaşı ilçesinde ise Fatsa Madencilik adlı şirket tarafından işletilen bentonit ocağının kapasite artışı için de ÇED’e gerek görülmedi. Şirketin bölgede Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü tarafından verilen 461,72 hektarlık alan için ruhsatı bulunuyor. Şirket bunun 41 hektarını daha ocağa dönüştürmeyi planlıyor.

Alanın tamamı şirketin tapulu arazi. Ocak alanı ise Çevre Düzeni Planına göre “Bölgeye Özel Tarım Arazisi (fındıklık)” olarak görülüyor.

Ormana taş kırma-eleme tesisi

Rize’nin Çamlıhemşin ilçesi, Aşağışimşirli köyünde de Karayolları 10. Bölge Müdürlüğü tarafından 6,66 hektarlık alanda açılması planlanan kırma-eleme ve yıkama tesisi için “ÇED gerekli değil” kararı çıktı.

Burada işlenen taşlar Çamlıhemşin-Ayder İl Yolu ve başka yolların bakım, onarım ve yapım işinde kullanılacak.

Tesisin kurulacağı alan “1/100 000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı”na göre “Orman Alanı” ve “Doğal Sit Alanı” olarak görünüyor. Proje alanını içinden de Kavron (Hala) Deresi geçiyor.

Yine proje alanı Kaçkar Devlet Avlağı içerisinde ve Rize Çamlhemşin Kaçkar Yakın Yaban Hayatı Geliştirme Sahası’na 1 kilometre uzaklıkta bulunuyor.

 

İstanbul’da 210 milyon metrekare doğal alanda JES ihalesi

  • Doğa Mücadelesi
  • Manşet
Haber Merkezi
-
12/09/2024
0
İstanbul’da 210 milyon metrekare doğal alanda JES ihalesi

İstanbul Valiliği; Arnavutköy, Silivri, Beykoz, Çatalca, Şile, Eyüpsultan ve Çekmeköy ilçelerindeki toplam 210 milyon metrekare doğal alan içinde bulunan 11 jeotermal kaynak sahası için bugün açık teklif artırma usulüyle ihale düzenliyor.

Kuzey Ormanları Savunması aktivistleri, ihalenin yapıldığı Fatih’teki İstanbul Valiliği Ek Hizmet Binası önünde eylem yaptı.

“Kuzey Ormanlarında JES talanına hayır. Ormanlar sermaye değildir” yazılı pankartın açıldığı eylemde, “Ormanıma, suyuma, mahalleme dokunma” ve “Ormanlar, nehirler sermaye değiller” sloganları atıldı.

‘Dört Belgrad Ormanı büyüklüğündeki alan kiralanıyor’

Burada konuşan aktivistlerden Gülsüm Şakar, ihaleye açılan alanın büyüklüğünün durumun vahametini gösterdiği söyledi:

“Toplam 210 milyon metrekare alan ihaleye açılıyor, yani dört  tane Belgrad Ormanı büyüklüğündeki alan şirketlere kiralanıyor demektir. İstanbul’u JES projelerine açıyoruz demek; doğa katliamı, ağaç cellatlığıdır. Yeraltı sularının kirletilmesidir. Ağır metallerin ve zehirli gazların doğaya karışmasıdır. Zaten iyice azalmış ve verimsizleşmiş tarım alanlarımızın yok edilmesidir. Bilimsel araştırmaların altını çizdiği gibi deprem riskinin artmasıdır. Köylünün babadan, dededen kalma toprağına, tarlasına, bağına bahçesine çökmektir. Çeşitli kaynaklar, Türkiye’nin ihtiyacı olan enerjinin yaklaşık 4 katı üretim yaptığını teyit ediyorlar. Buna rağmen iktidar, yandaş sermayeye yeni kaynak aktarımları sağlamak adına masum bir üretim tekniği olarak jeotermal enerjiyi savunuyor. Aslında savunduğu, varlığını borçlu olduğu 5’li çetelerdir, çıkar gruplarıdır, rant uğruna halkın kanını emenlerdir.”

Su krizi kapıdayken…

İstanbul Valiliği’nin bütün İstanbul’u ilgilendiren bir ihaleyi halka sorma gereksinimi dahi duymamasının eleştirildiği açıklamada, “İstanbul kentinin altyapısı, jeolojik yapısı jeotermal enerji aramak için elverişli midir? Bu ihaleler bilimsel raporlara dayanılarak mı yapılıyor? Buna dair elinizdeki raporları halkla paylaşın” denildi.

Şakar, İstanbul’un kuzeyini, ormanları delik deşik edecek, talan edecek JES ihalesini istemediklerini bir kez daha dile getirdi:

“JES’in sonuçlarının halk sağlığı için, temiz su, verimli tarım için ne kadar tehlikeli olduğunu Ege’de köylümüzün yaşadığı sıkıntılardan görüyoruz. DSİ’nin Ege bölgesindeki JES’lerin etkilerine ilişkin raporlarında yeraltı sularındaki arsenik gibi ağır metal kirliliğinin artışlarına dikkat çekilmiştir. İstanbul için su krizi kapıdayken sularımızın zehirlenmesini istemiyoruz. Canlı hayatını ve doğayı doğrudan etkileyen bu faktörler ne iktidar erkini ne de valiliği ilgilendiriyor. İstanbul’un altını ve üstünü parsel parsel satmaya karar vermiş bir saldırganlıkla karşı karşıyayız. Her gün yeni bir maden ocağı, taş ocağı projesi ile köylerimiz, ormanlarımız yok ediliyor. Hopa’da köyünün ağaçlarını savunurken rantçı şirketin adamı tarafından vurularak katledilen Reşit Kibar arkadaşımızın kanı hâlâ yerde, acısı hâlâ yüreklerimizde tazeyken bile aynı yolda yürümeye devam edenlerle mücadelemiz sonuna kadar sürecek.”

Türkiye’de ağustos ayı 1,3 derece daha sıcak geçti

  • İklim Krizi
  • Manşet
Haber Merkezi
-
12/09/2024
0
Türkiye’de ağustos ayı 1,3 derece daha sıcak geçti

Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre, Türkiye genelinde 1991 ile 2020 arasında 25,1 olarak ölçülen ağustos ayı ortalama sıcaklığı, geçen ay 26,4 derece ile mevsim normallerinin 1,3 derece üzerine çıktı.

Ay içinde ortalama sıcaklık, Tekirdağ, Kırklareli, Sarıyer, Bilecik, Afyon, Dalaman, Antalya‘nın batı kesimlerinde, Maraş ve İç Anadolu Bölgesi’nin genelinde, Orta ve Batı Karadeniz‘in genelinde, Doğu Karadeniz’in iç kesimlerinde, Doğu Anadolu Bölgesi‘nin büyük bir kesiminde, Kilis, Batman ve Birecik çevrelerinde mevsim normalleri civarında, yurdun diğer bölgelerinde mevsim normallerinin üzerinde ölçüldü.

Geçen ay en düşük sıcaklık 1,9 derece ile Sivas‘ın Kangal ilçesinde, en yüksek sıcaklık ise 46,1 derece ile Şırnak‘ın Cizre ilçesinde kaydedildi.

2024 yılı ağustos ayı, son 53 yılın en sıcak dördüncü ağustos ayı olarak kayıtlara geçti.

Yeşil NoktaProf. Tolunay: İklim krizi nedeniyle Türkiye’de ortalama sıcaklıklar artıyor
Yeşil Noktaİklim değişikliği Türkiye’de rekor sıcaklıkları beş kat daha olası hale getiriyor
Yeşil NoktaTürkiye’de eylül ayında 93 merkezde ekstrem sıcaklık rekoru kırıldı
Yeşil NoktaTBMM İklim Raporu: Yüzyılın üçüncü çeyreğinde Türkiye’de yaz aylarında sıcaklıklar altı derece artabilir
Yeşil NoktaTürkiye’nin 2100 iklim öngörüsü: yağışlar azalacak, sıcaklıklar artacak

Bölgelere göre sıcaklıklar

  • Marmara Bölgesi’nde ağustosta 26,1 derece olarak ölçülen ortalama sıcaklık, Tekirdağ, Kırklareli, Sarıyer, Malkara, Bilecik çevrelerinde mevsim normallerinde, bölgenin diğer kesimlerinde mevsim normallerinin üzerinde gerçekleşti.

Bölgede en düşük sıcaklık 14,3 dereceyle Çorlu‘da, en yüksek sıcaklık ise 39,9 dereceyle Edirne’de tespit edildi.

  • Ege Bölgesi‘nde 28,2 derece olarak ölçülen ortalama sıcaklık, Akhisar, Afyonkarahisar, Emirdağ, Gediz çevrelerinde mevsim normallerinde, bölgenin diğer kesimlerinde mevsim normallerinin üzerinde ölçüldü.

Bölgede en düşük sıcaklık 10,3 dereceyle Kütahya Simav‘da, en yüksek sıcaklık ise 44,1 dereceyle Aydın Nazilli‘de gözlendi.

  • Akdeniz Bölgesi‘nde ortalama sıcaklık, Finike, Hatay, Karaisalı, Kahramanmaraş, Dalaman, Korkuteli, Tefenni, Beyşehir çevrelerinde mevsim normalleri civarında, bölgenin diğer kesimlerinde mevsim normallerinin üzerinde gerçekleşti.

Bölgede en düşük sıcaklık 7 dereceyle Göksun’da, en yüksek sıcaklık ise 43,1 dereceyle Köyceğiz‘de kaydedildi.

  • İç Anadolu Bölgesi’nde ağustos ayı ortalama sıcaklığı 23,8 derece olarak ölçüldü. Ortalama sıcaklık, Çiçekdağı, Polatlı, Ereğli, Kayseri, Çankırı, Kaman çevrelerinde mevsim normallerinin üzerinde, bölgenin diğer kesimlerinde mevsim normalleri civarında tespit edildi.

Bölgede en düşük sıcaklık 1,9 dereceyle Kangal‘da, en yüksek sıcaklık ise 40 dereceyle Polatlı‘da kayda geçti.

 

Termometreler 46,1 dereceyi gördü

  • Ağustosta sıcaklık, Orta ve Batı Karadeniz’in genelinde, Doğu Karadeniz’in iç kesimlerinde mevsim normalleri civarında, bölgenin diğer kesimlerinde mevsim normallerinin üzerinde gerçekleşti. Bölgenin geçen ayki ortalama sıcaklığı 24,2 olarak ölçüldü.
  • Doğu Anadolu Bölgesi’nde de ortalama sıcaklık, Iğdır, Bingöl, Solhan, Van, Erzincan, Bitlis, Başkale, Muradiye, Erciş, Doğanşehir, Hınıs çevrelerinde mevsim normallerinin üzerinde, bölgenin diğer kesimlerinde mevsim normalleri civarında gözlendi.

Bölgede en düşük sıcaklık 3,2 dereceyle Sarıkamış‘ta, en yüksek sıcaklık ise 40,9 dereceyle Ergani‘de kaydedildi.

  • Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ise geçen ay ortalama 32,1 derece ölçülen sıcaklık, Kilis, Batman, Birecik çevrelerinde mevsim normalleri civarında, bölgenin diğer kesimlerinde mevsim normallerinin üzerinde gerçekleşti.

Bölgede en düşük sıcaklık 16,4 dereceyle Birecik’te, en yüksek sıcaklık ise 46,1 dereceyle Cizre’de kayıtlara geçti.

Sıcaklık rekorları olağan hale geldi

İklim Değişikliği Endeksi’nin verilerine göre, Türkiye’nin batı yarısı ile birlikte Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde iklim değişikliği rekor sıcakları beş kat daha fazla olası hale getirecek.

Geçen haziran ve temmuz aylarında da rekor üzerine rekor sıcaklıklar kaydedilmişti.

Yeşil NoktaTürkiye son 53 yılın en sıcak Temmuz’unu yaşadı
Yeşil NoktaTürkiye son 23 yılın en kurak haziran ayını yaşadı
Yeşil NoktaDünya sıcak dalgalarına karşı önlem alıyor, Türkiye’de yöneticiler seyrediyor
Yeşil NoktaAraştırma: Türkiye’de toplumun her grubunda ciddi bir iklim krizi endişesi var

 

Türkiye’de iklime ve doğaya verilen zarardan milyonlar etkileniyor

  • Ekolojik Yaşam
  • Manşet
Yeşil Gazete
-
12/09/2024
0
Türkiye’de iklime ve doğaya verilen zarardan milyonlar etkileniyor

Yeni bir araştırma, gezegenin gelecekte herkese temel bir yaşam standardı sağlayabilmesinin ancak ekonomik sistem ve teknolojilerin önemli ölçüde dönüştürülmesi ve kritik kaynakların daha adil bir şekilde kullanılması, yönetilmesi ve paylaşılmasıyla mümkün olabileceğini gösteriyor.

The Lancet Planetary Health dergisinde bugün yayımlanan çalışma, Future Earth’ün ev sahipliğini yaptığı uluslararası bir bilim komisyonu ve  Global Commons Alliance‘ın bilimsel temel taşı olan Earth Commission‘dan altmıştan fazla önde gelen doğa ve sosyal bilimci tarafından ortaklaşa yazıldı.

Dr. Joyeeta Gupta, Dr. Xuemei Bai ve Dr. Diana Liverman tarafından yönetilen rapor, geçtiğimiz yıl Nature dergisinde yayınlanan ve insanların ve gezegenin gelişebileceği yaşamsal sınırların çoğunun aşıldığını ortaya koyan Güvenli ve Adil Yeryüzü Sistemi Sınırları‘nın üzerine inşa edildi.

Türkiye’de yaklaşık 70 milyon insan güvensiz alanda yaşıyor

Makale, insanlara ve doğaya verilen zararın en aza indirilebileceği ve herkesin ihtiyaçlarının karşılanabileceği “Güvenli ve Adil Alan “ı tanımlıyor ve buna ulaşarak orada kalmanın yollarını ortaya koyuyor.

Çalışmada Türkiye’ye dair de çarpıcı veriler yer alıyor. Buna göre;

  • Türkiye’de yaklaşık 39 milyon insan, biyolojik çeşitlilik sistemindeki zararlar nedeniyle, insanların refahına katkıda bulunan ekosistem hizmetlerini sağlama kapasitesi azalmış topraklarda yaşıyor.
  • İklim değişikliğine bağlı aşırı sıcaklıkların dağılımı incelendiğinde, Türkiye’nin dünya çapında en çok etkilenen ülkelerden biri olduğunu görünüyor. 2100 yılında 2°C sıcaklık artışı halinde, Türkiye’de yaklaşık 3 milyon kişi deniz seviyesindeki yükselmeden etkilenecek.
  • Türkiye’de yaklaşık 68 milyon kişi, PM2.5 olarak adlandırılan ince partikül madde kaynaklı güvenli olmayan seviyelerde hava kirliliğine maruz kalıyor.
  • Yaklaşık 7 milyon kişi güvenli olmayan seviyelerde azot ve 58 milyon kişi fosfor fazlalığına maruz kalıyor. Her iki makro besin maddesi de bitkisel üretim için çok önemli, ancak bitkiler tarafından emilmeyen fazla besin maddeleri çevre ve insan sağlığını olumsuz etkiliyor. 
  • Yaklaşık 24 milyon kişi yüzey suyu, 66 milyon kişi ise yer altı suyu için güvenli ve adil ÇSB dışındaki koşullara maruz kaldığı tahmin ediliyor.

Önemli değişiklik yapılmazsa 2050’ye kadar ‘güvenli ve adil alan’ kalmayacak

Geçen yıl yayınlanan Dünya Sistemi Sınırları, insanların doğal kaynakları çıkarması ve kirlilik için, Dünya sistemlerinin istikrarlı ve dirençli kalabileceği ve insanların zarar görmekten korunabileceği bir “tavan” olarak görülebilir.

Şimdi ise bilim insanları, küresel nüfusun yoksulluktan uzak bir yaşam sürebilmesi için Dünya sisteminden ne kadarına ihtiyacı olduğunu göstererek bir “temel” ekledi. Buna göre, ilk kez güvenlik (istikrarlı bir gezegen) ve adaleti (insanların zarardan korunması) aynı birimlerde ölçerek, adaletin gezegenin ve insanların güvenliği için bir ön koşul olduğu ortaya kondu.

‘MİNİMUM ERİŞİM’ ÖLÇÜMÜ

  • Araştırmacılar, Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini temel alarak gıda, su, enerji, temel barınma ve ulaşım dahil olmak üzere temel kaynaklara asgari erişim için iki seviye tanımladı:

  • Seviye 1: Düşük bir standart olan ancak uluslararası yoksulluk sınırından biraz daha yüksek olan temel haysiyeti sağlar.

  • Seviye 2: Temel yaşam standartlarını sağlar. Bu, Güvenli ve Adil Alanın temelini oluşturur ve şunları içerir: 

    • sağlıklı bir diyet (EAT-Lancet) 2500 cal/gün

    • İçme, yemek pişirme ve hijyen için 100 L su/kişi/gün

    • 16 saat/gün elektrik, çamaşır makinesi gibi yüksek güçlü bir cihaz dahil (0-7 kWh/kişi/gün) 

    • konut: yaşam alanı 15m2  

    • ulaşım: yılda 4500 yolcu-km’ye kadar

Yeni çalışmada, araştırmacılar 2050 yılına kadar projeksiyonlar yapmış ve acil dönüşümler yapılmadığı takdirde “Güvenli ve Adil Alanın” zaman içinde daralacağını tespit etti. Özellikle iklim konusunda, şimdi önemli değişiklikler yapılmazsa, 2050 yılına kadar Güvenli ve Adil Alan kalmayacağı belirlendi. Bu, gezegendeki herkesin 2050 yılında sadece temel bir yaşam standardı için gerekli kaynaklara erişimi olsa bile, Dünya’nın hala iklim sınırının dışında kalacağı anlamına geliyor.

Raporda, enerji, gıda ve kentsel sistemler acilen dönüştürülmediği takdirde, yeryüzü sistemlerinin dünyanın dört bir yanındaki insanlara daha fazla zarar verecek tehlikeli devrilme noktalarını aşma riskiyle karşı karşıya olduğu vurgulandı.

Ayrıca eşitsizliklerin ve sınırlı kaynakların bir azınlık tarafından aşırı tüketiminin bu daralmanın temel nedenleri olduğunu kayda geçirdiler: “Şu anda yeterli kaynağa sahip olmayanlar için minimum kaynak sağlamak, Dünya sistemi üzerinde şu anda çok daha fazla kaynak kullanan azınlığın neden olduğundan çok daha az baskı yaratacak.

Yeryüzü Komisyonu’nun eski eş başkanı ve Amsterdam Üniversitesi‘nde Küresel Güney’de Çevre ve Kalkınma Profesörü Joyeeta Gupta şunları söyledi:

“Eşitsizliğin Dünya’ya verdiği zararın farkına varmaya başlıyoruz. Artan kirlilik ve doğal kaynakların kötü yönetimi insanlara ve doğaya önemli zararlar veriyor. Çok fazla şeye sahip olanlar ile yeterince sahip olmayanlar arasındaki uçurumu genişletmeye devam ettikçe, yaşam biçimimizi, pazarlarımızı ve ekonomilerimizi destekleyen destek sistemleri çökmeye başladıkça, herkes için sonuçlar daha da aşırı olacaktır.”

Görsel: Lancet.

Araştırma ayrıca gezegenin nerelerinde Güvenli ve Adil sınırların ihlal edildiğine bakmış ve bunu iklim değişikliği, biyoçeşitlilik kaybı, kirlilik ve su kıtlığından zarar gören yoksulluk içinde yaşayan insanlarla örtüştürdü. Bulgular, insanların ve ekosistemlerin sağlığını etkileyen Dünya sistemi değişikliğinden en çok etkilenenlerin halihazırda hassas durumda olan topluluklar olduğunu, ancak zenginler de dahil olmak üzere herkesin risk altında olduğunu gösteriyor.

Yeryüzü Komisyonu Eş Başkanı, Potsdam İklim Etkileri Araştırma Enstitüsü Direktörü ve Potsdam Üniversitesi Yeryüzü Sistem Bilimi Profesörü Johan Rockström ise bilim insanlarının ilk kez hepimizin gelişebileceği istikrarlı ve dirençli bir geleceğe giden yolu belirlemek için güvenlik ve adaleti aynı birimleri kullanarak ölçtüğüne dikkat çekti:

“Bu çalışma, adaletin gezegenin ve insanların güvenliği için bir ön koşul olduğunu gösteriyor. Dünya sisteminin daha da gerilemesi riskini ve bunun sonucunda toplulukların yaşadığı zararı ele almakta, aynı zamanda kaynakların nasıl adil bir şekilde dağıtılması gerektiğini belirlemeye çalışıyor. Dünyanın dört bir yanındaki yoksul ve zengin topluluklar zaten savunmasız durumdalar ve daha da savunmasız hale gelecekler – ancak şimdi harekete geçmek ve gidişatı değiştirmek için bir fırsatımız var.”

Çalışma, dünya genelinde Güvenli ve Adil Sınırların ihlal edildiği yerleri tespit ederek  bunu iklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı, kirlilik ve su kıtlığından zarar gören insanların kırılganlığı ile örtüştürüyor. 

Bulgular, en yoksulların halihazırda Dünya sistemindeki değişimin etkilerine karşı en savunmasız durumda olduğunu, ancak dünya genelindeki herkesin daha savunmasız ve açık hale gelme riski altında olduğunu gösteriyor. Örneğin; 

  • Hindistan‘da yaklaşık 1 milyar insan, insanların refahına katkıda bulunan ekosistem hizmetlerini sağlama kapasitesi azalmış topraklarda yaşıyor.  
  • 2100 yılında 2°C’lik bir sıcaklık sabitleme hedefi gerçekleşirse Bangladeş‘te yaklaşık 30 milyon kişi deniz seviyesinin yükselmesinden en çok etkilenecek nüfuslar arasında yer alacak. 
  • Endonezya‘da yaklaşık 194 kişi azot, 140 milyon insan ise güvenli olmayan fosfor fazlalığına maruz kalıyor. 
  • Brezilya‘da yaklaşık 79 milyon kişi ince partikül madde (PM2.5) nedeniyle güvenli olmayan ve adil olmayan seviyelerde hava kirliliğine maruz kalıyor. 
  • Hem yüzey suyunu hem de yeraltı suyunu içeren mavi su akışlarının insan kaynaklı olarak değiştirilmesi, çevre ve halklar için güvenli olmayan ve zararlı sonuçlara yol açıyor. Su kıtlığından en çok etkilenen ülke Hindistan. Gelişmiş ülkeler de bu sorundan etkileniyor. Örneğin Almanya’da sırasıyla tahmini 13 milyon kişi yüzey suyu ve 76 milyon kişi yeraltı suyu için Güvenli ve Adil Dünya Sistemi Sınırının dışındaki koşullara maruz kalıyor 

Yeryüzü Komisyonu İcra Direktörü ve Future Earth Küresel Merkez Direktörü Wendy Broadgate de Güvenli ve Adil Alan içerisinde yaşamak için ekonomilerimizi ve toplumlarımızı farklı bir şekilde yönetmemiz gerektiğini vurguladı.

Acil dönüşümler gerekli

Rapor, insanların ve gezegenin gelişmeye devam edebileceği, fırsatlar açısından zengin kalan tek alan olan Güvenli ve Adil Alan’a ulaşabilmek için üç alanda değişim çağrısında bulunuyor:

  • İlk olarak, politika yapıcılar, işletmeler, sivil toplum ve topluluklar arasında iyi koordine edilmiş, kasıtlı bir çaba, ekonomiyi yönetme şeklimizde değişiklikler yapmaya zorlayabilir ve doğa ve iklim üzerindeki baskıyı azaltırken eşitsizliği ele alabilecek yeni politikalar ve finansman mekanizmaları bulabilir.

  • İkinci olarak, dönüşümün temelinde, toplumun her seviyesinde kaynakların daha verimli ve etkin yönetimi, paylaşımı ve kullanımı yatıyor – buna, bazı toplulukların aşırı tüketiminin ele alınması da dahildir ki bu da en çok ihtiyacı olanların temel kaynaklara erişimini kısıtlıyor.

  • Üçüncü olarak, sürdürülebilir ve uygun maliyetli teknolojilere yatırım yapılması, özellikle de alanın çok az olduğu veya hiç kalmadığı yerlerde, daha az kaynak kullanmamıza ve herkes için Güvenli ve Adil Alanın yeniden açılmasına yardımcı olmak için gerekli.

Coğrafya ve Kalkınma Profesörü, Yeryüzü Komisyonu üyesi ve 2023’e kadar dönüşümler çalışma grubunun eş başkanı Diana Liverman, bunların toplumlarımızda yerelden küresel düzeye kadar etkili bir yönetişim gerektiren köklü dönüşümler olduğuna dikkat çekti:

“Bilgiye ve araçlara sahibiz. Bu çalışma, tüm insanların, işletmelerin ve ekonomilerin sağlıklı bir gezegende gelişebileceği alanı aydınlatıyor. Gezegeni korumaya yönelik her türlü çaba, şu anda temel ihtiyaçlara bile erişimi olmayan milyonlarca insanın ihtiyaçlarını dikkate almalıdır. Şimdi karar vericilerin, doğa ve iklim üzerindeki baskıyı azaltırken  eşitsizliği giderebilecek politika ve faaliyetleri hayata geçirmeleri gerekiyor.”

Özellikle şirketler ve şehirlerin rolüne dikkat çeken Avustralya Ulusal Üniversitesi Fenner Çevre ve Toplum Okulu‘nda Seçkin Profesör olan Yeryüzü Komisyonu üyesi Xuemei Bai de  “Şirketler ve şehirler, özellikle de gezegenin uzun vadede herkese yetebilmesini sağlamak gibi aynı hedef doğrultusunda çalışırlarsa, fark yaratma konusunda büyük bir potansiyele sahiptirler. Devletlerden daha çevik ve esnektirler ve bulgularımız doğrultusunda bilime dayalı hedefler belirleyerek gezegen üzerindeki baskılarını azaltabilirler” değerlendirmesi yaptı.

1...343536...5.4865.486 Sayfanın 35. Sayfası