Bugün (12 Ekim) başlaması planlanan 6’ncı Çukurova Rock Festivali,Adana Valiliği tarafından yasaklandı. 15 Ekim’e kadar üç gün sürecek olan ve başlamadan saatler önce yasaklanan festivalde Ceza, Uzi, Selda Bağcan, Dedublüman, Gazapizm, Umut Kuzey, Güneş, Emir Can İğrek ve Manuş Baba dahil 20 sanatçı sahne alacaktı.
Seyhan‘daki Bacardi Birbiçer Tesisleri’nde düzenlenmesi planlanan ancak yasaklanan festivalin organizasyonunu gerçekleştiren Milyon Yapım “Temmuz ayında yapılan başvuruya şifahen sorun olmadığını ileten Adana Valiliği, ısrarlı aramalarımıza ve izne ilişkin bir yazı istememize rağmen herhangi bir şey tebliğ etmeyip organizasyonun başlangıç tarihinden bir gün önce festivalin yapılamayacağını bildirdi” açıklamasını yaptı.
‘Sudan sebeplerle izin verilmedi’
Organizatör tarafından festival alanında 300 çalışanla birlikte, 30 tır malzeme, devasa sahne, mobil tuvalet, bariyerler, arama kapıları kurulduktan sonra gelen tebligatın, maddi manevi altından kalkılamayacak bir problem haline geldiği bildirildi. Yasaklama gerekçesi ise şöyle duyuruldu:
“Festivalle alakalı olmayan, festival alanından 500 metre uzakta bulunan tekel bayileriyle ilgili, trafik ile ilgili sudan sebeplerle Çukurova Rock Festivali’ne izin verilmezken, buna rağmen çözüm arayışına girdik. Festivalin alkolsüz yapılması, 18 yaş altı katılımcıların etkinliğe alınmaması ve kamp olmaması halinde izin verileceğini şifahen söyleyen Güvenlik Şube Müdürü ve diğer yetkililerin talebi doğrultusunda bu şartları kabul ettiğimizi taahhüt eden yeni bir dilekçe ile Adana Valiliği’ne başvurduk. Her türlü şartları yerine getirmemize rağmen Valilik olumlu veya olumsuz bir yanıt vermedi.”
‘Şirkete geri dönülmez zararlar verecek’
Yasaklamanın neden olduğu mağduriyet ise şöyle aktarıldı:
“Bu karar ile, 12 bin civarı insanın bilet alarak katılım göstereceği Çukurova Rock Festivali’nde rezervasyon yaptırılmış oteller, yiyecek-içecek stantları, bölgedeki taşımacılar, otellerinde sahne almayı bekleyen sanatçılar ve bölge esnafı dahil herkes mağdur olacaktır. Mevcut ekonomik şartlarda dahi ısrarla ekonomi yaratmaya çalışan şirketimize geri dönülmez zararlar vereceği tartışılmaz.”
‘Özellikle bu festivalin yaptırılmak istenmemesini anlamak mümkün değil’
Şirket ayrıca festivaller ve konserler gibi diğer etkinliklerin gerçekleştirildiği Adana’da özellikle Çukurova Rock Festivali’ne izin verilmemiş olmasının nedenini anlamadıklarına da açıklamada şöyle yer verdi:
“Bir hafta önce yapılan Adana Lezzet Festivali, Altın Koza Film Festivali, Çukurova Üniversitesi’ndeki konserler, 2-5 Kasım tarihlerinde Aqualand’de yapılacak Adana Gençlik Festivali dahil birçok festivalin olduğu Adana’da özellikle bu festivalin yaptırılmak istenmemesini anlamak mümkün değil.
Adana Valiliği’nin iptal kararına ilişkin son dakikaya kadar iyi niyetle uzlaşma çabası içerisinde olduğumuzu, bu yüzden hukuki bir işlem başlatmadığımızı ifade ettik. Fakat gelinen noktada tüm yolların kapandığı tarafımıza şifahen bildirildiğinde hukuki olarak başvurmak için avukatlarımız gerekli girişimleri yaptı.”
Filistinli militan grup Hamas ile İsrail arasındaki çatışmalar nedeniyle tam abluka altına alınan Gazze Şeridinde insani durum giderek ağırlaşırken, İsrailli bir yetkili Hamas tarafından kaçırılan rehineler serbest bırakılana kadar bölgeye elektrik, su ve yakıt verilmeyeceğini açıkladı.
İsrail Enerji Bakanı Israel Katz sosyal medya platformu X üzerinde yaptığı bir paylaşımda Hamas’ın rehin aldığı kişiler serbest bırakılana dek Gazze Şeridine herhangi bir insani yardım ulaştırılmayacağını belirtti.
Katz, paylaşımında şunları söyledi:
“Gazze’ye insani yardım mı? Kaçırılan İsrailliler evlerine dönene kadar hiçbir elektrik düğmesi açılmayacak, hiçbir su musluğu açılmayacak ve hiçbir yakıt kamyonu girmeyecek. İnsancıllık için insancıllık. Ve kimse bize ahlak dersi veremez.”
İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant 9 Ekim’de yaptığı açıklamada, Gazze Şeridi’ne tam abluka uygulayacaklarını ve bölgeye elektrik, yiyecek ve yakıt sağlanmayacağını söylemişti.
2007 yılından bu yana İsrail kuşatması altında bulunan bölgede yaşayan yaklaşık 2,3 milyonluk nüfusun büyük bir bölümü, çatışmalar başlamadan önce de insani yardımlarla hayatını sürdürüyordu.
Gazze Şeridinde yaşayan halk, tam abluka altınan Gazze Şeridi’ne 7 Ekim’den beri yardım ulaşmadığını belirtti. Su, temel gıda ve ilaçlara erişim sıkıntılarının başlaması halkta derin endişeye yol açtı. Bölgedeki ekmek fırınları ve marketlerin önünde uzun kuyruklar oluştuğu belirtildi.
9 Ekim’de tam ablukanın başlamasının ardından aktif durumdaki son elektrik kaynağı olan Gazze Elektrik Santrali‘nin yakıtının tükenmesiyle bölgenin tamamının elektriksiz kaldığı bildirildi. Gazze’deki yetkililer, elektrik santralinin tamamen kapanmasıyla bölgenin insani bir felaketle karşı karşıya olduğunu söyledi.
Yüzlerce sivil öldü; yüz binlerce sivil yerinden edildi
Çatışmalar beşinci gününde devam ederken, savaşın her iki tarafından siviller ağır kayıplar vermeye devam ediyor.
İsrail güçlerinin Gazze Şeridi üzerindeki devam eden bombardımanı nedeniyle en az bin 100 Filistinli öldürdü. Hamas güçlerinin saldırıları nedeniyle İsrail’de öldürülenlerin sayısı da bin 200’e yükseldi.
Her iki tarafın yetkilileri de ölenlerin çoğunun siviller olduğunu belirtiyor.
Birleşmiş Milletler (BM), İsrail’in Gazze Şeridindeki bombardımanını bir “toplu cezalandırma” olarak nitelendirdi. Yetkililer, bunun bir savaş suçu olduğunu hatırlatarak İsrail’i kınadı.
BM, İsrail’in Filistin bölgesini hedef alan ağır bombardımanın devam etmesi nedeniyle 338 binden fazla insanın Gazze Şeridi’ndeki evlerini terk etmek zorunda kaldığını açıkladı.
Fotoğraf: AP
Tüm dünya kayıplar veriyor
İsrail Büyükelçiliği’nin İsrail Hükümeti Basın Ofisi tarafından yapılan açıklamada, Hamas’ın 7 Ekim’de gerçekleştirdiği saldırıda bir Türkiye vatandaşının hayatını kaybettiği, bir Türkiye vatandaşından da haber alınamadığını belirtti.
Bugün İsrail’e ziyarette bulunan ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, 25 ABD vatandaşının Hamas militanları tarafından öldürüldüğünü duyurdu.
BBC’nin aktardığına göre, devlet yetkilileri tarafından yapılan açıklamalarda taraflar arasındaki saldırılar nedeniyle Kanada, BirleşikKrallık, Fransa, Tayland, Nepal, Filipinler, Almanya, Avusturya, İtalya, Kamboçya, Brezilya, Çin, Paraguay, Meksika, İrlanda ve Tanzanya vatandaşlarının da öldürülmüş, rehin alınmış veya kayıp olduğu bildirildi.
Hamas kadın ve çocuk rehineleri serbest bıraktığını açıkladı
Hamas’ın silahlı kanadı El Kassam Tugayları, Gazze Şeridi yakınlarındaki bir bölgede bir kadın ve iki çocuğun serbest bırakıldığını gösteren bir video yayımladı. El Kassam Tugayları yaptığı açıklamada serbest bırakılan kadının İsrail vatandaşı olduğunu söyledi.
Dün (11 Ekim) gecesi Al Jazeera‘de yayımlanan görüntülerde kimliği belirsiz kadın ve çocuklar uzaktan çekilmiş ve arkadan gösteriliyor.
Hamas savaşçıları olduğu tahmin edilen kişiler, kadın ve çocukları İsrail ile Gazze arasındaki sınır olduğu tahmin edilen bir çitin yakınındaki açık bir alana bıraktıktan sonra uzaklaşırken görülüyor.
Videonun ne zaman çekildiği netlik kazanamazken, İsrailli bazı yetkililer videoyu “tiyatro” olarak nitelendiriyor.
İsrail ordusunun Arap medyası sözcüsü Avichay Adraee sosyal medya platformu X’te yaptığı Arapça açıklamada, “Tüm dünya, yüzlerce masum çocuk ve kadını terörist bir saldırıyla ve iğrenç bir katliamla infaz eden barbar örgütün çirkin ve gerçek yüzünü gördükten sonra Hamas, medya sözcüsü aracılığıyla bir propaganda videosu tiyatrosuyla gerçeği değiştirmeye çalışıyor. Gerçek açık ve nettir ve önümüzdeki günlerde daha da netleşecektir. Hamas İŞİD’den daha kötü ve biz durmaksızın Hamas’ı vurmaya devam edeceğiz” dedi.
İsrail askeri sözcüsü, Hamas’ın saldırısı sırasında Gazze’de rehin alınan yaklaşık 100 kişiden 97’sinin kimliklerinin hükümet tarafından teyit edebildiğini söyledi.
Uluslararası Kızıl Haç Örgütü rehineler konusunda Hamas ve İsrail ile temas halinde olsa da müzakerelerin durma noktasına geldiği düşünülüyor.
Gazze’de elektrik ve yakıt krizi ‘çevre ve sağlık felaketi’ne dönüşebilir
Gazze’de, İsrail’in devam eden saldırıları ve elektrik krizi nedeniyle bir sağlık ve çevre felaketi yaşanabileceği uyarısı yapıldı.
AA‘nın aktardığına göre, Gazze Şeridi Belediyeler Birliği Başkanı Yahya es-Serrac, basın toplantısı düzenleyerek, yaşanabilecek tehlikelere ilişkin bilgi verdi.
Serrac, “İsrail’in saldırılarının devam etmesi ve su, kanalizasyon ve çöp toplama başta olmak üzere belediyelerin sunduğu hizmetler için gerekli olan elektrik ve yakıtın tedarik edilememesi nedeniyle bir sağlık ve çevre felaketi yaşanabileceğini” söyledi.
İsrail’in saldırısının, bir savaş suçu ve uluslararası insancıl hukukun ciddi ihlali olduğunu belirten Serrac, uluslararası camiaya, Filistinlilere yönelik saldırıların durması ve işgal altındaki sivillerin korunmasını öngören uluslararası hukukun uygulanması için acil müdahale çağrısı yaptı.
Serrac, evlerin yüzde 80’lik kısmına su verilememesi nedeniyle Gazze’de büyük bir su krizi yaşandığına dikkati çekti.
Fotoğraf: AP
Netanyahu savaş kabinesi kuruyor
İsrail Savunma Kuvvetleri sözcüsü Jonathan Conricus bugün erken saatlerde yaptığı bir açıklamada ‘amaçları için uygun vakit geldiğinde’ Gazze’ye bir kara saldırısı başlatılacağını söyledi.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve muhalefet lideri Benny Gantz, Hamas’ın beklenmedik saldırısının ardından acil birlik hükümeti ve savaş kabinesi kurma konusunda anlaştı.
Yaklaşık 2,3 milyon insanın yaşadığı Gazze Şeridi, 2007’den bu yana İsrail kuşatması altında bulunuyor.
7 Ekim’de Filistinli militan grup Hamas’ın silahlı kanadı olan El Kassam Tugayları, İsrail’e ‘Aksa Tufanı‘ adlı bir operasyon gerçekleştirerek çok cepheli bir saldırı düzenledi.
İsrail ordusu Hamas’ın saldırılarına karşılık “savaş durumu” ilan etti. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ülkesinin “uzun ve zor bir savaşa girdiğini” belirtirken, Gazze Şeridi’nin “tamamen abluka altına alınacağını” duyurdu.
İsrail güçleri hava saldırıları düzenleyerek Gazze Şeridini bombardımana tuttu. “Tam kuşatma” altına alınan bölgede bir kısmı halihazırda insani yardıma muhtaç olan halka temel gıda, su ve ilaç tedariki kesildi. Nüfusun bir kısmının elektrik ve internete erişimi engellendi. Bölgedeki aktif son elektrik kaynağı olan Gazze Elektrik Santrali‘nin ise birkaç gün içerisinde yakıtının tükeneceği öngörülüyor.
BM’den yapılan açıklamada, Dünya Gıda Programı‘nın halihazırda ülke içinde yerinden edilmiş 100 bin kadar Filistinliye gıda sağladığı ifade edildi ve bu yardımların ilerleyen günlerde sekiz kat artacağı bildirildi.
Gazhane Şenliği yarın (14 Ekim) Gazhane Kültür ve Sanat Merkezi Alternatif Stratejik Yönetim Projesinin 2o’inci yılında “Müşterek” teması ile düzenleniyor.
Şenlik, “müşterek” gündemin katılımcılarla birlikte yeniden ele alınması, geliştirilmesi ve geleceğe aktarılması için “kamusal alanların yönetiminde ortaklık hukukunu” tartışmaya açmayı hedefliyor.
Şenliğin organizatörleri Gazhane Çevre Gönüllüleri, İYİ Sosyal Kooperatif ve Yeryüzü Ekoloji Kolektifi tarafından yapılan basın bildirisinde “1994 yılında dönemin Kadıköy Belediyesi Başkan Yardımcısı Levent Ersun’un başvurusu ile alınan koruma kurulu kararının ateşlediği fitil, 1994-1996 yılları arasında bu alanın korumasız bırakılıp tahrip edilmesi nedeniyle, mahallenin bakkalı Sevgi Büyükşahan’ın başlattığı imza kampanyası ile mahalleliyi bir araya getirdi” denildi.
‘Mekanı kazanmak yetmiyor; gelin birlikte yönetelim’
Bu endüstri mirasının 29 yıl boyunca “gaz soluyan” emekçilerinin çoğunluğu oluşturduğu mahallelinin katılımıyla ve onların içinden örgütlenen Gazhane Çevre Gönüllülerinin bilim, kültür ve uzmanlık alanlarıyla harmanlanan çabasıyla bugün bu noktaya geldiğinin kaydedildiği açıklamada “Bugün [bu miras] artık ‘MüzeGazhane‘ ismiyle anılan cıvıl cıvıl bir kültürel kamusal alan! Ve bu mücadelenin sonucunda İstanbul gibi rantı yüksek bir metropolde, muadilleri sermayeye devredilmişken Hasanpaşa Gazhanesi halkın mücadelesiyle yine halkın oldu” ifadelerine yer verildi.
Organizatörler, şunları söyledi:
“Mekânı kazanmak yetmiyor, kamusallığını güvenceye alarak devamlılığını, nesiller boyu yaşamasını sağlamak gerekiyor. Bu nedenle Gazhanenin yönetimi nasıl olmalı sorusuna yirmi yıl öncesinde cevaplar aranmaya başlandı. Bu arayışın ürünü ‘Hasanpaşa Gazhanesi Kültür ve Sanat Merkezi Alternatif Stratejik Yönetim Projesi’ hazırlık ve oluşum sürecini kitaplaştırdığımız bir yayında can buldu. Bu can 20 yaşında!
Düşlerinin peşinde mücadeleyi hiç bırakmayan bizler; değerli basın kuruluşlarımızı, kent-yaşam müştereklerimizi ve tüm İstanbulluları, 14 Ekim Cumartesi günü saat 11.00-22.00 arasında MüzeGazhane’de yapılacak 10. Gazhane Şenliğimize davet ediyoruz. Gelin birlikte yönetelim!”
Uluslararası Atık Elektrikli ve Elektronik Ekipman (WEEE) Forumu ve Birleşmiş Milletler Eğitim ve Araştırma Enstitüsü (UNITAR) tarafından ortaya koyulan rapora göre dünyanın yıllık elektronik atık dağından yaklaşık 10 milyar dolarlık hammadde kurtarılabilir. Ancak tüm bu atıklar geri dönüşüm yerine çöpe gidiyor, hatta bazıları görünmez.
Dünya her yıl araba yarışı setleri, elektrikli trenler, müzikli oyuncaklar, konuşan bebekler, dronlar gibi elektronik cihazların içerisinde bulunduğu 7,3 milyar e-atık çıkarıyor. Söz konusu atık sayısı dünyada kişi başına bir elektronik atık düştüğü anlamına geliyor.
Kütle olarak tüm elektronik atıkların neredeyse 1/6’sı -ki bu da yılda 9 milyar kilograma karşılık geliyor – tüketiciler tarafından büyük ölçüde e-atık olarak tanınmıyor. Bunlar arasında kablolar, e-oyuncaklar, e-sigaralar, e-bisikletler, elektrikli aletler, duman dedektörleri, USB bellekler, giyilebilir sağlık cihazları, akıllı ev aletleri bulunuyor.
E-sigaraların yıllık ağırlığı altı Eyfel Kulesi kadar
Yaklaşık dokuz milyar kg görünmez e-atığın 3,2 milyar kg’ı, yani yüzde 35’i e-oyuncak kategorisinde. Bu kategoride, yarış arabası setleri, elektrikli trenler, müzikli oyuncaklar, konuşan bebekler ve diğer robotik figürler, bisiklet bilgisayarları, dronlar bulunuyor.
Bu arada, her yıl tahmini 844 milyon elektronik sigara cihazı, altı Eyfel Kulesi ağırlığında bir e-atık dağına karşılık geliyor.
Görünmez e-atıklar Roma’dan Nairobi’ye yol olur…
Söz konusu “görünmez” e-atıklar yaklaşık 500 bin 40 ton kamyon ağırlığına denk geliyor, bu da Roma‘dan Nairobi’ye kadar arka arkaya sıralanan 5 bin 640 km’lik bir kamyon hattı demek.
Evlerde yaygın olarak kullanılan ve görünmeyen e-atıklar arasında diş fırçaları, tıraş makineleri, harici diskler ve aksesuarları, kulaklıklar, uzaktan kumandalar, hoparlörler, LED ışıklar, elektrikli aletler, ev tipi tıbbi ekipmanlar, ısı ve duman dedektörleri bulunuyor.
Ayrıca bu atıkların yangın çıkarma ihtimali de bulunuyor. Bazı toplumlarda yoğun bir şekilde kullanılan elektronik sigara gibi cihazların birçoğu, bataryalarını şarj edilebilir hale getiren ancak cihaz atıldığında ciddi yangın risklerine neden olan lityum içeriyor.
Avrupa Komisyonu ise lityumu Avrupa’nın ekonomisi ve yeşil enerjiye geçişi için hayati önem taşıyan ‘stratejik bir hammadde‘ olarak görüyor, ancak lityum tedariğinde riskler bulunuyor. Bu malzemelerin çoğu evlerdeki çöp kutularına ve başka yerlere atılıyor.
Uluslararası e-atık gününe günler kala…
E-atıkların dünyanın en hızlı büyüyen atık akışı olduğu düşünülüyor. Yığınlara karşılık gelen bu görünmez e-atıklar, önümüzdeki günlerde (14 Ekim Cumartesi günü) altıncı kez düzenlenecek olan Uluslararası E-Atık Günü‘nün odak noktası olacak.
Uluslararası E-Atık Günü‘nü düzenleyen WEEE Forumu’nun talebiyle UNITAR “görünmez” e-atıkların yıllık miktarlarını milyonlarca kilogram, milyonlarca parça ve kişi başına düşen kg ve parça cinsinden hesapladı:
(* Not: Yukarıdaki UNITAR rakamları tahmini rakamlardır ve UNU-Key kategorileri ‘küçük BT’ gibi daha büyük kategorileri kapsıyor; burada bazı öğeler ‘görünmez’ (USB bellekler gibi), bazıları ise klavye gibi e-atık olarak kolayca tanınabilir).
950 milyon kilo kablo çöpte: Dünyanın çevresi 107 kere sarılırdı…
Çalışma ayrıca geçen yıl değerli ve kolaylıkla geri dönüştürülebilen bakır içeren 950 milyon kg kablonun atıldığını ortaya koydu. Rapora göre bu kablolarla dünyanın çevresi 107 kez sarılabilirdi.
WEEE Forumu’nca rapora ilişkin yapılan açıklamada atıklarla ilgili şu ifadelere yer verildi:
“Birçoğu evlerde saklanıyor, belki de gelecekte kullanılmak üzere bir kenara bırakılıyor. Ve birçok insan bunların geri dönüştürülebileceğinin farkında değil – yenilenebilir enerji, elektrikli mobilite, endüstri, iletişim, havacılık ve savunma gibi stratejik sektörlerin ihtiyaçlarını karşılamak için bakır talebinin 2030 ‘a kadar sadece Avrupa’da altı kat artacağının tahmin edildiği bir zamanda bu varlıklar büyük bir kaynak.”
Altın, demir ve bakırlar çöpe giderken maden faaliyetleri sürüyor
Ayrıca 2019’da üretilen küresel e-atıktaki hammaddelerin değerinin 57 milyar ABD doları olduğu tahmin ediliyor. Bunun çoğunluğunu demir, bakır ve altın bileşenler oluşturuyor.
WEEE Forumu Genel Direktörü Pascal Leroy, e-atıklara ilişkin şu ifadeleri kullanıyor:
“Görünmez e-atıklar doğası veya görünümü nedeniyle fark edilmemekte ve tüketicilerin geri dönüştürülebilir potansiyelini gözden kaçırmasına neden oluyor.”
Leroy, “İnsanlar elektrikli ev ürünlerini fişe taktıkları ve düzenli olarak kullandıkları ürünler olarak tanıma eğiliminde. Ancak pek çok kişi yardımcı, çevresel, uzmanlık, hobi ve eğlence ürünlerinin hangi atık kategorisine girdiği ve bunların nasıl geri dönüştürüleceği konusunda kafa karışıklığı yaşıyor” dedi.
Pek çok insanın pille çalışan ya da kablolu bazı ürünleri fişleri olmadığı için elektrikli ürün olarak kabul etmediğini ifade eden Pascal Leroy, ”Ayrıca e-atıkların içerdiği tehlikeli bileşenlerin de farkında değiller. Kurşun, cıva veya kadmiyum gibi maddeler uygun şekilde işlenmedikleri takdirde toprağa ve suya sızarak kirletebilir” şeklinde konuştu.
WEEE Forumu’ndan Magdalena Charytanowicz ise “Elektronik atıkların önemli bir kısmı göz önünde saklanıyor” dedi ve şunları dile getirdi:
“Ne yazık ki, görünmez e-atıklar, e-atıktan sayılmadıkları için genellikle bunları bertaraf edenlerin geri dönüşüm radarının altında kalıyor. Bunu değiştirmemiz gerekiyor ve farkındalığı arttırmak cevabın büyük bir bölümünü oluşturuyor. Plastik kirliliği konusunda çok çaba sarf edildi ve ilerleme kaydedildi ve insanlar artık bu konuda daha bilinçli, özellikle de 2024 yılına kadar plastiklerle ilgili bir BM anlaşması hazırlanıyor. Aynı şeyin e-atık alanında da gerçekleşeceğini umuyoruz.”
Avrupa’da 20 yıllık Genişletilmiş Üretici Sorumluluğu (EPR) mevzuatı sayesinde, üretilen e-atıkların yüzde 55’i artık resmi olarak toplanıyor ve raporlanıyor. Yine de, Birleşmiş Milletler küresel e-atık monitörüne göre, dünyanın diğer bölgelerinde e-atıkların toplanması çok daha yavaş bir büyüme gösteriyor ve küresel olarak bildirilen ortalama toplama oranı yüzde 17’nin biraz üzerinde.
28. Dönem Milletvekili Genel Seçimi’nde Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) Hatay Milletvekili seçilen ve mazbatasını alan Şerafettin Can Atalay’ın ve diğer Gezi tutsaklarının hukuksuzca Silivri Cezaevi‘nde tutukluluğunun devam etmesine ve bu doğrultuda TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın başlattığı “Özgürlük Yürüyüşüne” ilişkin TİP Almanya örgütü, dün (11 Ekim) Berlin, Münih, Köln ve Frankfurt’ta eş zamanlı basın açıklaması yaptı.
Anayasa Mahkemesi (AYM), bugün (12 Ekim) Gezi davasında aldığı 18 yıl hapis cezası Yargıtay tarafından onanan Atalay’ın bireysel başvurusunun görüşmesini ileri bir tarihe erteledi. DW Türkçe’den Alican Uludağ’ın haberine göre, toplantı öncesinde başvuruya ilişkin çalışmasını tamamlayan AYM raportörü, Can Atalay’ın haklarının ihlal edildiği yönünde görüş bildirmişti. Bir üyenin dosyaya hazırlanamadığını belirtmesi üzerine, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü gereği dosyanın görüşülmesinin başka güne bırakıldığı öğrenildi.
TİP Almanya Gezi tutukluları için özgürlük çağrısında bulundu
AYM kararının öncesinde Can Atalay ve diğer Gezi tutsaklarına yönelik anayasal hukuksuzluklara ve bu doğrultuda TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın başlattığı “Özgürlük Yürüyüşüne” değinilen, Almanca ve Türkçe yapılan açıklamalarına CHP Bavyera Münih Örgütü, Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu (DIDF), Sol Parti de katıldı.
Eylemciler usulsüzlüklere derhal son verilmesini ve Can Atalay’ın serbest bırakılmasını talep etti. Ortak basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi:
“14 Mayıs seçimlerinde Hatay halkının iradesiyle seçilen Milletvekilimiz Can Atalay hala tutsak. Seçildiği gün bırakılması ve depremzede Hatay halkının ona verdiği Milletvekilliği görevine başlaması gerekirken, bir hafta önce, Gezi Davası’nda aldığı ceza Yargıtay tarafından onandı.
Anayasa mahkemesi, Milletvekilimiz Can Atalay’ın bireysel başvurusunu değerlendirmek üzere toplandıktan sonra görüş bildirme görevini AYM Genel Kurulu’na verdi. Yargılama sonunda Can Atalay ve Gezi tutsaklarına verilen hukuksuz ve gayrı meşru cezalara ve Türkiye’nin içine itildiği esarete karşı Genel Başkanımız Erkan Baş’ın Hatay’dan başlattığı ve Ankara’da son bulacak olan Özgürlük Yürüyüşü’nü dünyanın dört bir tarafına duyuruyoruz ve herkesi bu uzun yürüyüşün parçası olmaya davet ediyoruz.”
“Gezi Türkiye’deki milyonların direnişidir, Gezi Direnişi tarihimizin yüz akıdır ve Gezi’yi savunuyoruz. Gezi Davasında tutsak edilen tüm arkadaşlarımızın özgürlüğünü istiyoruz. Anayasa Mahkemesi’ni açıklayacağı görüş öncesi; cezaevindeki Milletvekilleri ile ilgili daha önceki emsal kararları gözetmesi ve yeni bir hukuksuzluğa imza atmaması konusunda uyarıyoruz.”
“Tüm dostlarımızı, Gezi’yi var eden milyonları Özgürlük Yürüyüşü’ne katılmaya, Can Atalay’ın ve tüm Gezi tutsaklarının serbest bırakılması için mücadeleye davet ediyoruz. Yürüyüşümüz her gün Saray’dakiler tarafından sömürülen emekçilerin, kadınların, gençlerin yürüyüşüdür. Yürüyüşümüz, Hatay Milletvekilimiz Can Atalay’a özgürlük yürüyüşüdür. Bir adım da sen atarsan milyonlarca adım atmış olacağız. Çünkü onlar bir avuç, biz milyonlarız!”
Mersin‘in Gülnar ilçesinde inşaatı devam eden Akkuyu Nükleer Güç Santralinin (NGS) bir Rus yatırımı olduğu bilinse de, santralin CEO’su ve Yönetim Kurulu Başkanı Anastasia Zoteeva‘nın “[Santrali] Kendimiz için inşa ediyoruz. Bu nükleer santral Rusya‘ya aittir” ifadeleri kamuoyunun güvenlik endişelerini derinleştirdi.
Nükleer Karşıtı Platform (NKP) söz konusu santralin ülkenin geleceğini tehdit ettiğini belirttiği bir açıklama yayımlayarak Akkuyu’nun uluslararası nükleer sermaye lobilerinin bir enstrümanı olarak hayata geçirilmeye çalışıldığını vurguladı.
Açıklamada şu ifadeler kullanıldı:
“Akkuyu Nükleer Santrali, dünya üzerinde başka bir devletin topraklarında Rusya Federasyonu’na ait ilk ve tek nükleer santral olacaktır. Dolayısıyla, halk yararına enerji politikaları ile ekonomi ve rasyonalite ile alakası olmayan bir projedir; halkımızın çıkarlarına zarar vereceği açıktır.”
‘Bakan’ın açıklamaları bir utanç vesikası olarak tarihe geçti’
Platform bileşenleri, siyasi iktidarın Akkuyu Nükleer Güç Santralini enerjide dışa bağımlığı azaltmak, sözde enerji talebine çare bulmak adına Rusya Federasyonu’na inşa ettirdiğini belirterek, santralin mülkiyetinin kime ait olduğu konusunda yapılan açıklamaların kamuoyunda rahatsızlık uyandırdığını ve öfkeye neden olduğunu vurguladı ve ekledi:
“Siyasi güç, propaganda; yabancı ve yerli – milli sermaye sahiplerinin karları uğruna Rusya Federasyonu’na sağlanan imtiyazların boyutu söylemlere yansımış, nükleer santralların yakın geleceğimiz için ne denli büyük bir tehdit unsuru olduğu bir kez daha gözler önüne serilmiştir.”
Zoteeva’nın herkesçe bilinen bir gerçeği, “Bu nükleer santral Rusya’ya aittir” ifadesiyle açıkladığını kaydeden nükleer karşıtları, Rusya ile yapılan anlaşmanın detayları kamuoyunca bilinmesine rağmen, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar‘ın bunun ifade edilmesinden rahatsızlık duyduğu ve gerçeği yansıtmayan söylemlerde bulunduğunu belirtti.
Bayraktar “Akkuyu Nükleer A.Ş., Türkiye Cumhuriyeti’nin vergi mevzuatına, hukuk kurallarına göre çalışan bir şirket, bir Türk şirketi. O çerçevede çalışan, onun ötesinde hükümetler arası anlaşma kapsamında da bizlere her konuda, hem iktisadi hem de güvenlik konularında fevkalade önemli haklarımızın olduğu ve tamamen Türkiye’nin kontrolünde yürüyen bir proje” demişti.
Nükleer Karşıtı Platform, Enerji Bakanının açıklamalarına ilişkin olarak “Bayraktar’ın gerçeklerin üstünü örtmeye ve bilineni gizlemeye yönelik ifadeleri utanç vesikası olarak tarihe geçmiştir” ifadelerini kullandı.
‘Rasyonaliteden uzak; halkın çıkarlarına zarar vereceği açık’
Platform bileşenleri, Akkuyu NGS’nin Rusya’nın kendi toprakları dışında sahip olduğu ilk ve tek nükleer santral olduğunun altını çizdi.
Akkuyu NGS’nin uluslararası nükleer sermaye lobilerinin bir enstrümanı olarak hayata geçirilmeye çalışıldığını aktaran nükleer karşıtları, “Halk yararına enerji politikaları ile, ekonomi ve rasyonalite ile alakası olmayan bir projedir; halkımızın çıkarlarına zarar vereceği açıktır” sözlerine yer verdi.
Akkuyu NGS’ye ilişkin anlaşma maddelerine değinilen açıklamada şu ifadeler öne çıktı:
“Bilindiği üzere; AKP iktidarı Türkiye’de mevcut hukuki denetimi atlatmak için Akkuyu NGS’yi TBMM’den geçirdiği Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu arasında bir devletler arası anlaşmaya bağlamıştır. 2010 yılında 4800 MW gücünde, dört reaktörlü bir santralin yapım anlaşması imzalanmıştır. Rusya Atom Enerjisi Kurumu (Rosatom) tarafından “Yap-Sahip Ol-İşlet” sistemiyle inşa edilmektedir. Santral tamamlandığında teknolojisi ve işletimi tamamen Rosatom kontrolünde kalacaktır. Projenin faaliyete geçmesiyle birlikte ise ülkemiz enerji üretimi karşılığında Rusya şirketine tam 15 yıl boyunca kilovat saat başına 12,35 sent ödeyecektir. Rusya en fazla yüzde 49 hisseyi Türk firmalarına satma hakkını elinde tutacaktır. 60 yıl kullanım ömrüne sahip olan santralin atıklarının depolanması dahil olmak üzere, olası bir kaza halinde de tüm sorumluluk ülkemize ait olacaktır.”
‘Enerjide Rusya’ya bağımlılığı artıracak; güvenlik zafiyeti yaratacak’
Rusya ile Ukrayna arasındaki Şubat 2022’den bu yana süren savaş, uluslararası dengelerde özellikle enerji alanında yeni bir dönemi başlattı.
Nükleer Karşıtı Platform, “Ülkemizde ise siyasi iktidarın hiçbir tehlike yokmuşçasına enerji alanında bağımlı olduğumuz Rusya ile geliştirdiği şeffaf olmayan ilişkiler rahatsızlık uyandırmaktadır” diyerek Rusya’nın yayılmacılığı açık olduğu halde Sinop’ta yeni bir santral yapımı için görüşmelerin yapılmasının anlaşılır olmadığını vurguladı.
Ortadoğu’ya çatışmaların ve gerilimin hakim olduğunu ve Türkiye’nin NATO ile askeri ittifak içinde olduğunu hatırlatan açıklamada, Rusya tarafından işletilen nükleer santralin saldırıya uğraması durumunda geri dönülmez sonuçlar doğuracağına dikkat çekildi.
Platform, şu ifadelere yer verdi:
“Akkuyu NGS, Rusya’ya enerji alanında bağımlılığımızı arttıracak eskimiş bir teknolojidir. Nükleer santral olağan çalışma sürecinde de doğa ve tüm canlılar için; hem radyasyonu hem de kimyasallarla doyurulmuş soğutma suyu ile 60 yıl süresince atıklarının ve ömrü bittiğinde santralin kendisinin bertaraf maliyeti ile yanlış bir tercihtir. İnsan hataları, deprem ve tsunamiler, savaşlarda hedef teşkil etmesi ile nükleer santral canlılara ve doğanın varlığına yönelik büyük riskler barındırmaktadır. Ülkemizi ve halkımızı emperyalist çatışma ve rekabetin bir parçası yapacak olan nükleer santral bugünü ve gelecek kuşakların yarınlarını büyük riske sokacaktır. Siyasi kararlarla nükleer santrallar hayata geçirilmeye çalışılmakta, yaratılan sahte enerji krizleriyle kamuoyu yanıltılmaktadır.”
‘Nükleer santral projeleri ülke gündeminden çıkarılmalı’
Nükleer Karşıtı Platform, Akkuyu NGS’nin hiçbir toplumsal, ekonomik veya çevresel faydası bulunmadığını; olası bir kaza, saldırı sonrası yaydığı radyasyonun etkilerinin yüzyıllarca devam edeceğini; pahalı, kirli, tehlikeli ve atık sorununun çözülmemiş olduğunu hatırlattı.
Platform, Rusya ile yapılan anlaşmanın feshedilmesi çağrısı yaparak, “Daha fazla kamu zararı doğurmadan santral inşaatı acilen durdurulmalıdır” dedi.
Nükleer karşıtları şunları aktardı:
“Ülkemizde nükleer santrallar yerine kalıcı yoksulluğa mahkûm edilen, yaşamsal ihtiyaçlarını daha karşılayamayan halkımızın beklentileri doğrultusunda politikalar üretilmeli, nükleer santral projeleri ülke gündemimizden çıkartılmalıdır.
Ülke gerçekliği ve halkın talepleriyle hiç ilgisi olmayan Akkuyu NGS inşaatı başta olmak üzere, Sinop ve İğneada’da kurulması planlanan nükleer santral projelerinden vazgeçilmeli, enerji alanında yeniden kamusal politikalar acilen devreye sokulmalıdır.
Akkuyu Nükleer A.Ş‘nin CEO’su ve Yönetim Kurulu Başkanı Anastasia Zoteeva bir Rus kanalına verdiği röportajda Akkuyu Nükleer Santrali hakkında “Kendimiz için inşa ediyoruz. Bu nükleer santral Rusya‘ya aittir” ifadelerini kullanmıştı.
Bakan Bayraktar ise Zoteeva’nın sözleri üzerine “Akkuyu Nükleer A.Ş., Türkiye Cumhuriyeti‘nin vergi mevzuatına, hukuk kurallarına göre çalışan bir şirket, bir Türk şirketidir. … Orada yapılan bir doğal gaz santralinden, geçmişte yapılan bir kömür santralinden, rüzgar, güneş enerjisi santralinden hiçbir farkı yok bu yatırımın” açıklamasında bulunmuştu.
Ancak nükleer enerji ve hukuk uzmanları yapılan anlaşmalara işaret ederek Bakan Bayraktar’ın sözlerinin gerçeği yansıtmadığını açıklamıştı.
Heybeliada’nın son atları da yaşam alanlarından koparıldı. 10 Ekim saat 12.00 sularında Heybeliada’da kalan dört yetişkin at ve bu yıl doğan Ateş ve Korkut adındaki iki tay İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Zabıtası tarafından alınarak Büyükada’daki İBB İspark Ahırı’na götürüldü. Olayla ilgili tutanakta şu ifadelere yer verildi:
“10.10.2023 tarihinde Adalar İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğü, İBB Veteriner Hizmetleri Müdürlüğü ve Adalar Belediyesi Heybeliada Zabıta Birimi personellerince Çetin Erdem’e ait … çip numaralı dört at ve iki tay teslim alınarak Büyükada at ahırlarına götürülmek üzere İBB Veteriner Hizmetleri Müdürlüğüne teslim edilmiştir.”
‘Resmen atlarıma çöktüler’
Yeşil Gazete’nin ulaştığı atların sahibi Çetin Erdem ise atların kendisinden rızası dışında alındığını ve bu yaptırıma karşı çıktığını belirtti. Eski faytonculardan olan Erdem, Adalıların yardımıyla atlara Heybeliada’da baktıklarını ifade ederek atların elinden alınmış olmasına tepki gösterdi:
“[Atlar] Benim isteğimle alınmadı. Geldiler, atlarımı aldılar gittiler. Benim ahırım vardı burada. Geldi ahırımı yıktı. Ahırım bir sene önce yıkıldı. Atlarım ormanda geziyorlardı. Ne gerekiyorsa yapacağım, mahkemeye vereceğim. Ben faytonumu da satmadım. Sucuk oldu atların hepsi ben de atlarım kesilmesin diye böyle bakıyordum işte. Adalar’da yardım edenler vardı. Yemimi, samanımı alıyorlardı. Resmen atlarıma çöktüler yani. Atların hepsi benim üzerime kayıtlı. Benim ahırımı yıktılar, ahırımı yıkmasalar ben niye atlarımı ormanda bırakayım ki… Sabahın 5.00’inde geldiler ahırımı yıktılar.”
Adaların Atları Platformu da bu yıkıma işaret ederek İBB’nin verdiği sözü hatırlattı. Yıktığı ahırların yerine yenisini yapma sözünü tutmasını isteyen platform üyeleri, 2020’de atlar sağlıklı ahırlara sahip olsun diye 60 binden fazla imza toplamıştı. Ancak 2021’de COVID19 karantina sürecinde ahırlar yıkılmıştı.
Tarihe not düşelim: Sokağa çıkma yasağına denk getirildi, sabah 6.30'da Heybeli'deki son ahır yıkıldı. Ahırın sahibi, atlarını satmamakta direnen, ismiyle müsemma Çetin Erdem'le birlikte yıkımı izledik. Duyumlara göre, o güzelim alan İspark garajı olma arifesinde. +
Adalılar atların sağlıklı yaşam koşullarının yeniden tesis edilerek atların ait oldukları yaşam alanında bakılmasını istiyor. Atlar Heybeliadalılar tarafından sırtlarda taşınan samanlar, camlardan uzatılan yiyeceklerle beslenecek kadar sahiplenilmişti. Tam da bu noktada Dünya Mirası Adalar’dan Derya Tolgay, ahırlar yıkıldıktan sonra Heybeliada’da kolektif bir şekilde yaşatılmaya çalışılan atlarla ilgili şunları söyledi:
“Saman balyalarını kadın arkadaşlarım -75 yaşındalar- sırtlarında taşıdılar bu hayvanlar için. Çöpleri yemesinler, belli bir yerde tutalım, orada yesinler diye… İmkansızı yapmaya çalıştılar ve biz sivil inisiyatif olarak kolektif ahır çizdik, verdik bunlara ve söz verdiler ahır yapacağız diye. İBB’nin sözü var. O ahırı yapmadılar. Bu ahır olmadığı için de atlar şimdi böyle toplama kampına gitti.”
Heybeliada’daki atlar ‘toplama kampı’na gitmesin diye…
Adaların Atları Platformu’nca Yeşil Gazete’ye yapılan toplu açıklamada ise konuyla ilgili şunlar dile getirildi:
“İBB satın aldığı atları toplayıp Büyükada’da ahıra kapattı, sonra diğer adalardaki ahırları yıktı, satın alamadıkları atlar ahır olmayınca sefil oldu, sonra onları da Büyükada’ya götürüp ahıra kapattılar. Heybeli ve Burgaz’da ahırları ve atlarımızı geri istiyoruz. tüm Adalar’da atların ahıra hapsedilmeyip hayatın içinde olmasını istiyoruz.”
Derya Tolgay da atların sahibinin atlarının ‘toplama kampı’ denilen İBB’nin İspark At Ahırları’na götürülmesini istemediği, atların Heybeliadalılar tarafından gizli saklı da olsa bir şekilde sahiplenildiği, kış şartlarında üşümesinler diye bahçelerde kurulan çadırlarda bakıldığını anlattı:
“Ama esas olarak en önemlisi biz bunları gizli saklı yaptık. Çünkü hem Valiliğin, hem İlçe Tarım’ın, hem Adalar Belediyesi’nin, hem büyükşehirin anlaştığı bir konu var: Adalar’da at kalmasın. Eğer bugün Adalar’da at varsa onlar şu nedenle varlar: çünkü o atlar orada kaldığı sürece o ahır alanı İBB’nin. Ahır olmazsa o ahır alanını İBB kaybediyor. Velhasıl hayvanlar bugüne kadar bakılabiliyorlardı. Ama sonra bahçe de kalmadı bakılabilecek ve hayvanlar artık ortalıkta dolanmaya başladı, çöpleri karıştırmaya başladılar. Kimisi çok rahatsız oldu, kimisi eliyle besledi. Penceresinden at besleyenler de vardı.”
Fotoğraf: Anonim
“Atların Adası olma durumunu çok hızlı unuttuk. Millet olarak her şeyi çok hızlı unutuyoruz” diyen Tolgay şunları aktardı:
“Topu topu iki buçuk sene önce 1800 tane at vardı. Şimdi bir tane bile at görmüyoruz ve çok hızlı da unutuyoruz. Bu atlar orada doğdu, büyüdü, yurtları orası. Aynı bizleri söküp atmaları gibi hayvanları da oradan alıp söküp götürüyorlar. İnsanın gerçekten içi paralanıyor. Biz de unutmamaya çalışıyoruz.”
Adaların Atları Platformu’ndan Siren İdemen ise şunları dile getirdi:
“Bizim talebimiz Heybeli’de İBB’nin ahır yapmak üzere Orman İdaresi’nden kiraladığı alanda yeni, sağlıklı düzgün ahır yapması ve burada doğan atların ‘yuvalarına’ dönmesi. Atların tanıdıkları, bildikleri ortama kavuşmaları, insanların da bugüne kadar hayatlarının doğal bir parçası olan atlarla ilişkisinin koparılmaması.”
Doğa Su da Heybelia’da mevcut yerine ahır ve padok alanı yapılmasını istediklerini belirterek “Her adanın kendi atlarıyla, atlarla terapi ve güven tekniği ile barış içinde yaşamak istiyoruz” dedi.
Heybeliada’da Mart 2023’te doğan tay ve annesi. – Fotoğraf: Dolunay Varol Baykul, Eylül 2023.
Adaların Atları Platformu üyelerinin ortak talepleri ise şöyle:
Heybeliada ve Burgazada’da İBB tarafından yıkılan ahırların, mevcut yerinde yeniden yapılmasını istiyoruz. Çünkü atlar tarihsel olarak adalarda hayatın bir parçasıdır. İBB atları yuvalarından sürgün etmemeli. Büyük bölümü artık İBB tarafından satın alınmış olsa da, atların Büyükada’daki İBB ahırında kapalı tutulmak yerine her adada, sağlıklı ahırlarda barındırılması gerekiyor. Üstelik atların ada ormanlarında dolaşması hem atların sağlığı ve mutluluğu için ihtiyaç, hem adanın toprağı, ormanı için faydalı.
İBB atları satın aldıktan sonra, 2021 yılı baharında Heybeliada ve Burgazada ahırlarını yıkarken, yenisini yapma sözü vermişti. Büyükada, Heybeliada ve Burgazada’daki ahır arazileri 1960’lı yıllarda İstanbul Belediyesi tarafından Orman İdaresi’nden ahır olarak kullanılmak üzere kiralanmış bulunuyor. İBB burada üzerine düşeni yapıp atların evini yeniden yaparsa, hem atlar yuvalarında sağlıklı yaşama imkânına yeniden kavuşacak, hem de İBB, atları satın aldıktan sonra hayata geçirdiği Atlı Zabıta uygulamasını Büyükada dışında da gerçekleştirebilecek.
Adalar’da ne yazık ki sık sık orman yangınları oluyor. Bunun en önemli sebeplerinden biri ormanda ateş/mangal yakan ziyaretçiler. Ziyaretçi baskısının kontrol edilemediği ilçemizde, atla devriye gezilmesi yangına karşı çok etkili bir önleme yöntemi. İBB Atlı Zabıta Birimi Adalar’da satın alınan atların bir bölümünü zabıta atı olarak eğitti. Hayatın içinde, hareket halinde olan zabıta atları, İBB’nin Büyükada’daki İspark Ahırı’ndan dışarı çıkardığı tek atlar. Burgazada ve Heybeliada’da ahır yapıldığı zaman zabıta atları burada da barınacak ve hayatın içinde olabilecek. Biz o ahırın bir an önce yapılmasını, zabıta atı olmasa bile adanın atı olan tüm atlara ahırda yer verilmesini istiyoruz.
Atlar ada ekosisteminin parçasıdır. Yıllardır ada ormanlarında otlayan atlar çalıların aşırı büyümesini, ormanın tutuşmaya hazır kuru ot ve dallarla dolmasını engeller ve bu, orman yangınlarının önlenmesi açısından çok önemlidir. At gübresi de ormanın sağlıklı olmasında pay sahibidir. Ekosistem bir bütündür, atları ada ekosisteminden çıkarmak adanın dengesini bozar, bozuyor.
Adalar’ın bu yıl açıklanan 1/5000’lik Koruma Amaçlı İmar Planı’nda ahır alanları ‘Belediye Hizmet Alanı’ olarak gösterilmiş. İBB, ahır yapmak kaydıyla elinde bulunan bu arazide ahırdan başka bir şey yaparsa alanı kaybedebilir, burada yapılaşmanın önü açılabilir. Atların adalardaki evi burada olduğu, araziler bu amaç için tahsis edildiği halde İBB’nin ahır yapma görevini, verdiği sözü neden gerçekleştirmediğini anlamıyoruz. Heybeliada’da kalan son atlar, ahırları olmadığı için zor duruma düşmüşken İBB neden hâlâ ahır yapmıyor, ahır yapmak yerine atları Büyükada’da İspark Ahırı’nda kapalı tutmaya götürüyor?
Adaların Atları Platformu ve Heybeliada’nın birçok sakini olarak, atları hayatımızın içinde geri istiyoruz. Atlar sadece varlıklarıyla bile adaya, hepimize iyi geliyor. Atların sağlıklı koşullarda barındığı, iyi bakıldığı şartları sağlamak, İBB de dahil olmak üzere hepimizin atlara borcumuzdur.
Atların hayatın içinde yer aldığı bir başka yöntem de, Türkiye’de birçok belediyenin hizmet olarak sunduğu atla terapi uygulaması. Adalar’dan yüzlerce at satın almış ve başka ilçelerde atları engellilerle, çocuklarla buluşturan İBB’nin, atla terapiyi Adalar ilçesinde hayata geçirmesini istiyoruz.
Bilim insanları, son 20 yılda meydana gelen iklim krizi kaynaklı aşırı hava olaylarının saatte 16 milyon dolarlık zarara mal olduğunu ortaya koydu.
Son verilere göre, iklim değişikliği kaynaklı aşırı hava olaylarının maliyeti 2022 yılında 280 milyar dolar.
Araştırmacılar küresel ısınmanın aşırı hava olaylarını ne kadar tırmandırdığına ilişkin verileri, kayıplara ilişkin ekonomik verilerle birleştirerek tahminleri oluşturdu.
Nature Communications dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, hasar maliyetlerinin üçte ikisini can kayıpları, üçte birini ise mal ve mülk kayıpları oluşturuyor. Araştırma, iklim krizi kaynaklı aşırı hava olaylarından etkilenen insan sayısının yirmi yılda 1,2 milyara ulaştığını gösteriyor.
Bu tahminler, ortalama küresel sıcaklıktaki değişikliklere dayanan bilgisayar modellerinden elde edilen tahminlerden çok daha yüksek.
Somaliland’ın kuraklıktan etkilenen bir bölgesinde otlayan domuzlar. Fotoğraf: IFAW
Aşırı hava olayları iklim maliyetini arttırıyor
Bulgulara göre, iklim maliyetlerinin üçte ikisi Harvey Kasırgası ve Nargis Kasırgası gibi fırtınalar, yüzde 16’sı sıcak dalgaları, yüzde 10’u ise sel ve kuraklıklardan kaynaklanıyor.
Araştırmaya göre iklim maliyetlerinin en yüksek olduğu yıllar aşırı hava olaylarının yaşandığı dönemlere denk geliyor. Örneğin Avrupa‘yı sıcak dalgasının vurduğu 2003, Myanmar‘ı Nargis Kasırgası’nın vurduğu 2008, Somali‘yi kuraklığın ve Rusya‘yı sıcak hava dalgasının vurduğu 2010 yıllarından hesaplanan iklim maliyeti daha yüksek. Benzer şekilde mülk değerlerinin yüksek olduğu ABD‘de kasırgaların vurduğu 2005 ve 2017 yıllarında oluşan maddi hasar daha yüksek.
Yeni Zelanda‘daki Wellington Victoria Üniversitesi‘nden Prof. Dr. Ilan Noy, aşırı hava koşullarından kaynaklanan zararın büyük bir kısmının yoksul ülkeleri vurmasına rağmen, sadece altyapıya verilen ekonomik zararın dikkate alınmasının maliyet tahminlerini zengin ülkeler lehine çarpıtacağını belirtiyor.
Çalışmayı meslektaşı Rebecca Newman ile birlikte yürüten Noy, gerçekleşen çok sayıda aşırı hava olayına bağlı ölen insan sayısı ya da ekonomik zarar konusunda veri bulunmadığını söylüyor ve ekliyor:
“Bu da 140 milyar dolar olarak vurguladığımız rakamımızın önemli ölçüde düşük olduğunu gösteriyor. Örneğin, sıcak dalgası kaynaklı ölüm verileri sadece Avrupa‘da mevcut. Sahra altı Afrika‘nın tamamında sıcak dalgaları nedeniyle kaç kişinin öldüğüne dair hiçbir fikrimiz yok.”
Özellikle düşük gelirli ülkelerdeki veri eksikliği nedeniyle maliyetin ciddi şekilde düşük tahmin edilmiş olabileceğinin altını çizen araştırmacılar, ürün verimindeki düşüşler ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi ek iklim maliyetlerin araştırmaya dahil edilmediğini belirtiyor.
Myanmar’ı vuran Nargis Kasırgasında 80 bin kişi hayatını kaybetti.
Kayıp ve Zarar Fonu hesaplamalarında kullanılabilir
2022’deki Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi‘nde (COP27) taraf ülkeler, iklimle ilgili felaketlerden sonra yoksul ülkelerin yeniden inşa edilmesine yardımcı olmak için bir “Kayıp ve Zarar Fonu” kurmayı kabul etti. Noy, bu çalışmada kullandıkları metodolojinin hem bu fon için ne kadar finansman gerektiğini hesaplamak hem de iklim davalarında zararın belirlenmesi için faydalı olabileceğini belirtiyor.
Kalkınmış ülkelerin tarihsel emisyonlarının neden olduğu iklim krizinin etkilerinden en çok yoksul ülkeler etkileniyor. Bu ülkeler, insan kaynaklı iklim krizinin yol açtığı aşırı hava olaylarına ve beraberinde getirdiği afetlere karşı son derece savunmasız durumda. Varlıklı ülkeler, tarihsel olarak sorumlu oldukları emisyonları nedeniyle yoksul ülkelerin iklim krizinin etkilerine daha dirençli hale gelebilmelerini (adaptasyon) sağlayacak çalışmalar için yılda 100 milyar dolar tazminat ödemeyi taahhüt etti.
Noy, 140 milyar dolarlık hasar tahminini, henüz tam olarak yerine getirilmeyen 100 milyar dolarla karşılaştırdı. Ayrıca fosil yakıt endüstrisinin yararlandığı yılda7 trilyon dolarlık sübvansiyonların da bu rakamlarla tezat oluşturduğuna dikkati çekti.
Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali (BIFED), 10’uncu yılında toplam dört kategoride 50 belgesel seçkisiyle başladı. Bozcaada Halk Eğitim Merkezi ve Salhane’de izlenebilecek filmleriyle 15 Ekim’e kadar sürecek festivalde filmler her sene olduğu gibi yine ücretsiz.
Festivalde bu sene 27 farklı ülkeden toplam 50 film gösterilecek Fethi Kayaalp Büyük Ödülü için 14 farklı ülkeden toplamda 13 film yarışıyor. Bu filmlerden ikisi ise Türkiye’den. Gaia Öğrenci Ödülü kategorisinde yarışacak 10 film bulunuyor. Panorama ve Özel Gösterim bölümünde gösterilecek, diğer filmlerle birlikte, toplam 50 filmi izlemek için dünyanın farklı bölgelerinden yönetmenler, iklim mücadelecileri, öğretmenler, öğrenciler ve adalılar festivalde buluştu.
Gösterimlerin yapılacağı iki salonun koltuk sayısı ise sınırlı. Bozcaada Halk Eğitim Merkezi’nde 150 kişilik, Salhane’de ise 50 kişilik koltuk bulunuyor. Film günleri ve saatleri bifed.orgsitesinden ve BIFED’in sosyal medya hesaplarından takip edilebilecek.
‘Can Yelekleri Koltukların Altında Değildir’
BIFED Ekibi’nden Şevval Dolanbay’ın sunduğu törende Hatay Akademi Senfoni Orkestrası’nın depremden sonra yeniden bir araya gelme sürecini anlatan “Anka Kuşu” filmi ile açılış yapıldı.
Festivalin devamında da geçirdiğimiz korkunç deprem felaketinin anısına yapılan “Geri Döneceğiz” adlı fotoğraf gösteriminde Berna Küpeli, Ulaş Beşoklar, Cevat Ezgin ve Gürcan Öztürk depremden sonraki ilk iki ayda deprem bölgesinde derledikleri belge görüntüleri bizimle paylaşacak.
Festival Demirer Enerji Üretim Sanayi ve Tic. A.Ş, Mey Diageo, Sinematek Sinema Evi -Kadıköy Belediyesi, Avusturya Kültür Forumu, Talentra, Takk ve İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Fransız Kültür Merkezi İzmir, Skoda Türkiye gibi kurumların destekleri ve yerel işletmeler ve yerel halkın güçlü dayanışmasıyla düzenleniyor.
Festivalin ayrıca Rengigül Konukevi, Aral Çiftliği, Eflatun Konukevi, Nil Ada ve Umut Deniz Konukevi ve DeliAsma‘nın içerisinde bulunduğu geniş bir yerel destekçi listesi bulunuyor.
BIFED Festival Yönetmeni Petra Holzer, festivalin açılış töreninde yaptığı konuşmasında şunları ifade etti:
“Mücadele eden genç nesli güçlendirmemiz gerek.”
“Ege atmosferinde bir araya gelerek, dünyanın durumu ve gelecekte bizi bekleyen tehlikeler hakkında hikayeler anlatmaya devam etmek için birbirimizden güç almayı umuyoruz” diyen Holzer, sözlerine şöyle devam etti:
“Çevresel değişikliklerden kaynaklanan duygusal stresin bir sonucu olan ‘solastalji’ ile zaten mücadele eden genç nesli de güçlendirmemiz gerekiyor. Temamız, ‘Savunucuları Savun’ dünya genelinde daha da ciddi bir mesele haline gelmekte. Dünyamızın ve haklarımızın savunucuları giderek daha fazla hapsedilmekte, işkence görmekte ve öldürülmekteler. Festival sürecinde bu konuları değiştirmek için genç düşünürler ve aktivistler tarafından başlatılan birçok düşünce ve fikir bulacaksınız. Umarız ki bu yıl düzenleyeceğimiz etkinlikler, zihinlerimizde yeni düşüncelerin tohumunu ekecek ve çağdaş sorunlardan çıkış yolu bulmak için birlikte çalışma konusunda yeni bağlantılar kurmamıza yardımcı olacaklar.
Bugün gördüğünüz festival, bu etkinliği düzenlemeye gönül veren inanılmaz bir ekibin çalışmasıyla mümkün hale geldi. Ekibimizden 25’i burada, en az 30 kişi ise arka planda çalışıyor. Bunu gerçekleştirmek için yeni maddi ve manevi kaynaklar bulmamıza yardımcı olan bir grup insan da bizlere destek olmakta. Ayrıca, İspanya, Yunanistan, Almanya ve Lübnan‘da yeni ağlar oluşturuyoruz ve yeni çözüm ortaklarımızdan birçoğu burada. Umuyoruz ki onlarla tanışırsınız ve bu etkileşim ağını birlikte geliştirmeye devam ederiz.”
Özgüven: Festivalimiz mucizelerle gerçekleşiyor
Festivalin Koordinatörü Ethem Özgüven ise “Bu yılki festivalle ilgili mucizelerden biri, çok değil, dün gerçekleşti” diyerek şunları aktardı:
“Yeni perde beş metre eninde, dev, ağır ve hassas bir şey. Mutlaka Kadir Usta’yı bulmak gerekti. Onu bulduk ve diğer tüm diğer işlerini bırakıp bizimle ilgilendi. Bize üç merdiven gerekiyordu ama ‘Adada o boyda üç merdiven yok’ dendi. O olmayan merdivenleri de UEDAŞ ve Marangoz Sabri Usta işlerini bırakıp buldular. Özgür, Hande, Ali Rıza Hoca ve becerikli ekibimiz bir araya geldik ve yıllardır gözümüzü acıtan eski perdeyi değiştirdik. Bu kişilerden biri olmasaydı perdeyi değiştiremeyecektik. Yıl boyu da buna benzer mucizeler oluyor. Oluyor ki bu festival de oluyor.”
Ödüller 14 Ekim’de sahiplerini bulacak
Kazananlara, 2018’de Bozcaada’ya yerleşen Sanatçı Mustafa Erol’un bu sene ülkemizde gerçekleşen depremlerden yola çıkarak tasarladığı ödül verilecek.
Çiğdem Akdoğan’ın tasarımıyla festival çantası da festivalin anılarını izleyicilerin yanında götürmesini sağlayacak. 14 Ekim Cumartesi günü ise yapılacak ödül töreninin ardından 15 Ekim Pazar günü kazanan filmler tekrar gösterilecek.
BIFED ekibinden ekolojik çağrı
BIFED’de bu sene iki önemli ekolojik çağrı da yapıldı. “Aracını paylaş” çağrısı ile kendi aracıyla festivale gelenlere veya aracı olmayıp da arabasıyla festivale gelecek olanların haberleşerek yol arkadaşı olmasını arzulayan festival böylece daha az karbon salımı, daha az yakıt, daha çok arkadaşlık amaçlıyor.
Ayrıca bu yıl festival katılımcılarının kendi matara ve kahve kupalarını getirerek kağıt bardak ve plastik şişe kullanımını en aza indirilmesine katkı sağlaması isteniyor. Belediyenin arıtmalı çeşmelerinden ücretsiz olarak su doldurulabileceği gibi festivale destek veren kafelerden de indirimli kahve alınabilecek.
Bozcaada’da festival boyunca 10 ili etkileyen yıkıcı deprem felaketinden gezegeninin mevcut ekolojik gidişatını sorgulatacak etkinliklere, ekolojik sorunları temel alan film okuma atölyesinden özel sunumlara birçok etkinliğin katılımcılarla buluşması bekleniyor. Ayrıca bazı gösterimlerin ardından yönetmenler de belgesellerinin hazırlanış süreçlerini seyircilerle paylaşıp, onların sorularını yanıtlayacak. Gösterimlerin ardından adaya katılan yönetmenler seyircilerin sorularını yanıtlayacak.
Filistinli militan grup Hamas‘ın 7 Eylül’de İsrail‘e düzenlediği saldırının ardından başlayan İsrail hava saldırılarında en az sekiz gazetecinin yaşamını yitirdiği ve iki gazetecinin de kayıp olduğu bildirildi.
Filistin basın ofisinin bugün (11 Ekim) yaptığı açıklamada, Said al Tavil, Muhammed Soboh, Hişam al-Nawajha, Ibrahim Lafi, Muhammed Cergun, Muhammad al-Salihi, Esad Shemmale ve Selame Mim’in öldürüldüğü; Nidal al-Whahidi ve Haytham Abdel Wahed adlı iki gazeteciden ise haber alınamadığı belirtildi.
Nidal Al-Whahidi’nin ailesi, İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) tarafından esir alınan kişilerin gösterildiği bir videoda Al-Whahidi’yi teşhis ettiklerini bildirdi. Ancak bu durum IDF tarafından resmi olarak kabul edilmedi.
Bir başka gazeteci olan Ibrahim Kannan ise 7 Ekim’de İsrail’in Gazze Şeridi‘nin güneyindeki Refah kentine düzenlediği saldırıyı takip ederken ayağından ve kolundan yaralanarak hastaneye kaldırıldı.
Üç gazetecinin evleri saldırılarda tamamen yıkılırken en az 40 medya kuruluşu da hava saldırılarına hedef oldu.
Sınır Tanımayan Gazeteciler, bir açıklama yayımlayarak saldırılarda gazetecilerin hedef alınmasını ve öldürülmesini kınadı ve tarafları Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi‘nin 2222 sayılı kararı uyarınca gazetecilerin korunmasını sağlama çağrısı yaptı.
Açıklamada şunlar kaydedildi:
“İsrail ve Filistin toprakları arasındaki savaşın sivil kurbanları arasında, görevleri sırasında öldürülen gazeteciler de bulunuyor. Son üç gün içinde ölümlerinden üzüntü duyduğumuz beş gazetecinin hepsi Filistinliydi. Geçtiğimiz on yıl içinde Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde 17 Filistinli medya çalışanı daha aynı akıbete uğradı ve toplam ölüm sayısı 22’ye ulaştı. Bu durum Filistin’i gazeteciler için dünyanın en tehlikeli ülkelerinden biri kılmaktadır. Hamas tarafından gerçekleştirilen katliamlarda ve İsrail bombardımanlarında yüzlerce sivilin öldürüldüğü mevcut bağlamda, bu suçları kınıyor ve tüm tarafları BM Güvenlik Konseyi’nin 2222 sayılı kararı uyarınca gazetecilerin korunmasını sağlamaya çağırıyoruz.”
Bölgede daha önce benzeri görülmemiş boyutlara ulaşan çatışmalarda, birkaç gün içinde yüzlerce sivil öldürüldü.
İsrail güçleri ile Hamas arasındaki saldırılarda 900 Filistinli ve bin 200 İsrailli olmak üzere en az 2 bin 100 kişi hayatını kaybetti. Ölenler arasında yüzlerce sivilin bulunduğu belirtildi.
Filistin Sağlık Bakanlığı, İsrail’in Gazze Şeridi’ni hedef alan bombardımanlarında en az 687 sivilin hayatını kaybettiğini, 3 bin 700 sivilin de yaralandığını bildirdi. Bir İsrail Büyükelçiliği tarafından yapılan açıklamada da ölen İsraillilerin çoğunluğunu sivillerin oluşturduğu kaydedildi.
Yaklaşık 2,3 milyon insanın yaşadığı Gazze Şeridi, 2007’den bu yana İsrail kuşatması altında bulunuyor.
7 Ekim’de Filistinli militan grup Hamas’ın silahlı kanadı olan El Kassam Tugayları, İsrail’e ‘Aksa Tufanı‘ adlı bir operasyon gerçekleştirerek çok cepheli bir saldırı düzenledi.
İsrail ordusu Hamas’ın saldırılarına karşılık “savaş durumu” ilan etti. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ülkesinin “uzun ve zor bir savaşa girdiğini” belirtirken, Gazze Şeridi’nin “tamamen abluka altına alınacağını” duyurdu.
İsrail güçleri hava saldırıları düzenleyerek Gazze Şeridini bombardımana tuttu. “Tam kuşatma” altına alınan bölgede bir kısmı halihazırda insani yardıma muhtaç olan halka temel gıda, su ve ilaç tedariki kesildi. Nüfusun bir kısmının elektrik ve internete erişimi engellendi. Bölgedeki aktif son elektrik kaynağı olan Gazze Elektrik Santrali‘nin ise birkaç gün içerisinde yakıtının tükeneceği öngörülüyor.
BM’den yapılan açıklamada, Dünya Gıda Programı‘nın halihazırda ülke içinde yerinden edilmiş 100 bin kadar Filistinliye gıda sağladığı ifade edildi ve bu yardımların ilerleyen günlerde sekiz kat artacağı bildirildi.