Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Muğla’nın Fethiye ilçesindeki Çakıl Plaj’da Akmarin Marina Şirketi tarafından yapılmak istenen yat limanı ile ilgili ile ilgili planları askıya çıkardı.
Planlara karşı 10 gün içinde itiraz edilebilecek. İtirazların değerlendiren bakanlık son kararını açıklayacak. Kirlilik nedeniyle can çekişen körfezde böyle bir projeye girişilmesi tepki çekti.
6 bin 664 metrekare inşaat alanı
Proje kapsamında birlikte Fethiye-Göcek Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde kalan alanda, 3 bin metrekaresi denizde olmak üzere 6 bin 665 metrekarelik alanda inşaat yapılacak. Marinada 912 metre uzunluğunda üç iskele yapılacak. İskeleler için toplam 21 bin 839 ton çelik kullanılacak.
Aydın Muğla Denizli Planlama Bölgesi 1/100 bin Ölçekli Çevre Düzeni Planı’na göre Kentsel Olmayan Alanlar, 3. Derece Doğal Sit Alanı ve 3. Öncelikli Bölge içerisinde yer alıyor.
Projenin yapılmak istendiği alan, Bern Sözleşmesi ile koruma altına alınan Akdeniz fokunun yaşama ve üreme alanları içerisinde yer alıyor.
İki kez ÇED olumsuz raporu verildi
Proje için 2015 ve 2020 yıllarında iki ayrı ÇED süreci başlatıldı. Bakanlık, halk tarafından protesto edilen her iki projeye de olumsuz görüş verdi. Üçüncü kez bakanlığa sunulan ve bu kez “olur” alan projede yat limanının boyutlarının küçültüldüğü görüldü.
‘Körfez ölüyor’
Artı Gerçek‘e konuşan Fethiye Ekolojik Yaşam Derneği Başkanı Biyolog Ulaş Kiper şunları söyledi:
“Fethiye Körfezi çok uzun yıllardır körfez dibinin dolmasından kaynaklı kirlilik ile karşı karşıya ve bu durum hızla artıyor. Coğrafik olarak da önü kapalı. Önünde ada var ve göle benziyor. Sürekli kirlilikle baş etmeye uğraşırken aynı zamanda yeni marina ve yat limanı projeleri karşımıza çıkıyor. Bu körfez ölmekte olan bir körfez. Bazı bölgelerine bırakın yatı küçük balıkçı tekneleri bile yanaşamıyor, o kadar sığlaşmış durumda. ”
Akdeniz ve Ege Denizi’nin kesiştiği noktadaki körfezin balık popülasyonlarının üreme alanı olduğunu ancak bu özelliğini kaybetmek üzere olduğunu vurgulayan Kiper, şöyle devam etti:
“Halk gerçekten körfezi korumak istiyor çünkü körfez yoksa Fethiye de olmaz. Bu Fethiye’den bir çığlık ve körfezimiz ölüyor. Turizmin incisi olan yerlerden birisi. Burada başka marinalar da var ve bunlar körfezin su sirkülasyonunu önleyici nitelikte. Ayrıca tekne trafiğini de artırıyor ve körfeze ek kirlilik getirecek. Öncelikli planın körfezi temizlemek olması gerekirken körfeze ek yükler getirecek planlar üretiliyor. Yargıya taşıyacağız.”
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İstanbul Şubesi, Türk Toraks Derneği ve İstanbul Tabip Odası (İTO) 6 Şubat Maraş depremleri sonrasında havaya karışan asbest ve tozların zararlarına ilişkin Hatay‘da yaptıkları araştırmayı bir basın toplantısıyla açıkladı.
Cağaloğlu’ndaki İTO binasında yapılan toplantıda ÇMO İstanbul Şubesi adına konuşan çevre mühendisi Utku Fırat, bölgede atık yönetimiyle ilgili hiçbir mevzuatın uygulanmadığını, en basit önlemlerin dahi alınmadığını belirtti.
2-3 Eylül’de yapılan inceleme çalışmasının ardından düzenlenen rapora göre, insanların yaşam alanlarından alınan 45 numuneden 16’sında asbest tespit edildi. Bakanlıklar arasında koordinasyon olmadığı, bölgede devam eden yıkımlar ve dönüştürmeler sırasında herhangi bir önlem alınmadığına dikkat çekilen raporda asbestin yayılmasını önlemek için yıkımların sulama kullanılarak yapılması gerektiğine dikkat çekildi.
‘Depremin ardından ikinci yıkım’
Yıkım, enkaz taşıma ve ayrıştırma çalışmalarında hiçbir işçinin maske takmadığını, kamyon kasalarının branda ile örtülmediğini anlatan Fırat, “ “Sulama tek yöntem. Toprağın da kirlenmesi söz konusu. Ancak tehlikenin minimize edilmesi gerekiyor” dedi.
İTO’dan Dr. Esin Tuncay da “Depremin getirdiği yıkımı yaşayan insanlara bir de böylesi bir yıkım yaşatmamak lazım. Sadece deprem bölgesinde değil, kentsel dönüşümün olduğu İstanbul gibi kentlerde de benzer uygulamaların olması gerekiyor” dedi.
Kanserler ve kalp krizlerinde artış beklenebilir
Türk Toraks Derneği adına konuşan Dr. Haluk Çalışır ise 2019 yılında ülkemizde de yasaklanan ancak denetimlerin sıkı olmadığını belirttiği asbestin yarattığı sağlık tehditlerine dikkat çekti:
“Akciğer zarı kanseri, üst hava yolları ve yutak kanseri, mide ve bağırsak sistemleri kanserlerine neden olabilecek bir tehlikeden bahsediyoruz. Depremin olduğu günden beri bütün sivil toplum örgütlerinin yaptığı uyarılarda, binaların üzerinde çok yoğun bir toz olduğunu görüyoruz. Toz masum gibi görünen bir kirletici ancak biliyoruz ki gözle görmediğimiz partikül maddeler havada çok fazla olunca kanser riski artıyor. Kanser oluşturma riski uzun vadeli. Ancak yoğun toza maruziyetin damar sistemi içerisindeki sorunlara yol açtığı biliniyor. Kalp krizleriyle arasında bir bağlantıyı kurmak lazım. Verilere ne siz ne de biz ulaşamıyoruz”.
Filistin’in Gazze bölgesini yöneten Hamas‘ın silahlı kanadı Kassam Tugayları‘nın, 7 Ekim sabahı ‘Aksa Tufanı’ adıyla başlattığı kapsamlı saldırının ardından başlayan İsrail‘in ilan ettiği “savaş”ta yedinci gün doldu.
Bu süre içinde resmi rakamlara göre, Gazze’den düzenlenen saldırılarda 1300 İsrailli hayatını kaybetti, 3 bin 300 kişi de yaralandı. Gazze’de ise günlerdir aralıksız süren İsrail bombardımanı nedeniyle en az 1600 kişi yaşamını yitirdi, 6 binin üzerinde kişi yaralandı. Batı Şeria‘da da İsrail askerlerinin saldırılarında da 32 kişinin yaşamını yitirdiği, yaklaşık 180 kişinin de yaralandığı açıklandı.
İsrail polisi, bugün Mescid-i Aksa’da Filistinlilere gaz bombası ve plastik mermi ile müdahale etti. Kudüs İslami Vakıflar İdaresi, polisin cuma namazını Aksa’da kılmak için Eski Şehir bölgesine gitmek isteyen özellikle 50 yaş altı erkeklere zorluk çıkararak izin vermediğini aktardı.
Eski Şehir’in Şam Kapısı’ndan girenlere kimlik kontrolleri yapılırken, alanda uzun kuyruklar oluştu. Güvenlik üst düzeye çıkarılırken, namaz için gelen Filistinliler, gaz bombasıyla dağıtıldı.
HRW: İsrail beyaz fosfor bombası kullanıyor
İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) ise dün (12 Ekim) yaptığı açıklamada İsrail’in Gazze ve Lübnan‘daki askeri operasyonlarda kullanımı yasak olan beyaz fosfor bombası kullandığını duyurdu.
Fotoğraf: : Mohammed Abed/AFP
HRW açıklamasında, “Dünyanın en yoğun nüfuslu bölgelerinden biri olan Gazze’de beyaz fosfor kullanımı sivillere yönelik riski artırmakta ve uluslararası insancıl hukukun sivilleri gereksiz yere riske atma yasağını ihlal etmektedir” uyarısında bulundu.
İşaretleme, sinyalizasyon ve gizleme amacıyla ya da insanları ve nesneleri yakan yangınlar çıkarmak için bir silah olarak kullanılabilen beyaz fosfor, insanları ciddi şekilde yakabilen ve çevredeki yapıları, tarlaları ve diğer sivil nesneleri ateşe verebilen önemli bir yangın çıkarıcı etkiye sahip.
HRW Ortadoğu ve Kuzey Afrika Direktörü Lama Fakih, “Beyaz fosforun sivillerin yaşadığı kalabalık bölgelerde kullanıldığı her durumda, dayanılmaz yanıklara ve ömür boyu sürecek acılara yol açma riski yüksektir. Beyaz fosfor, evleri yakabileceği ve sivillere korkunç zararlar verebileceği kalabalık kentsel alanlarda havadan patlatıldığında hukuka aykırı bir şekilde ayrım gözetmez” dedi.
HRW, ayrıca 10 Ekim’de İsrail-Lübnan sınırına yakın iki yerden çekilmiş iki videoda 55 mm’lik beyaz fosforlu top mermilerinin duman perdesi, işaretleme veya sinyalizasyon amacıyla kullanıldığı görüldüğüne dikkat çekti.
Fotoğraf: Reuters
İsrail ordusunun 2009 yılı da dahil olmak üzere Gazze’deki önceki çatışmalarda da beyaz fosfor bombası kullandığını hatırlatan HRW, “İsrail, hava patlamalı beyaz fosfor mühimmatlarının nüfusun yoğun olduğu bölgelerde istisnasız tüm kullanımını yasaklamalıdır” çağrısını yaptı.
TİHV’in çağrısına uluslararası insan hakları örgütlerinden destek
Bu arada Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV), İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ablukaya son vermesi çağrısına uluslararası insan hakları örgütlerinden destek geldi.
Dünyadan 76 ülkeden 156 kurumu temsil eden İşkence Görenler İçin Uluslararası Rehabilitasyon Konseyi (IRCT) ile Latin Amerika ve Karayipler İşkence, Cezasızlık ve Diğer İnsan Hakları İhlallerine Karşı Sağlık Kuruluşları Ağı (Red Salud DH) TİHV’in çağrısına tümüyle katıldıklarını açıkladı.
IRCT, “İsrail Savunma Bakanı’nın korkunç ifadelerini güçlü bir şekilde kınayan TİHV’in yanında olmaktan gurur duyuyoruz. Gazze’deki ablukanın ve derin acıların sonlanması için Filistin ve İsrail’deki dostlarımızla birlikte çalışma kararlılıklarını destekliyoruz” dedi.
7 ülkeden 8 kurumun yer aldığı Red Salud DH de, TİHV’in Gazze’deki ablukanın kaldırılması yönündeki çağrısına katıldıklarını belirten bir açıklama yaptı.
Fotoğraf: Reuters
TİHV, yayınladığı “İnsanlık onuru adına, Gazze ablukasına son verilmelidir” başlıklı mesajında, Gazze’ye yönelik İsrail ablukasının ve saldırganlığın hiçbir haklı gerekçesi olamayacağını belirtmiş, “Bu insanlık dışı ablukanın derhal sonlanması için, uluslararası mekanizmaların hareket geçmesi dahil, etkin çaba göstermek insanlık onuru adına bir zorunluluktur” demişti.
İsrail: Gazze’deki 1.1 milyon kişi bölgeyi terk etsin
Gazze’ye kara operasyonu için hazırlanan İsrail ise, çatışmaların yedinci gününde kuşatma altına aldığı bölgede yaşayan 1.1 milyon insanın 24 saat içinde bölgeyi terk etmesini istedi.
Birleşmiş Milletler (BM) dün (12 Ekim) gece yaptığı açıklamada, “İsrail ordusu, Gazze’deki sivillerden 1.1 milyonunun 24 saat içinde yerlerinden ayrılarak bölgenin güneyine geçmelerini istedi” dedi. BM, İsrail’in Gazze Şeridi’nde yaşayan insanların yerinden ayrılmaya zorlamasının “çok yıkıcı” sonuçları olacağına vurgu yaparak, kararın geri çekilmesini istedi.
Hamas’ın silahlı kanadı Kassam Tugayları, rehin aldıkları kişilerle ilgili açıklama yaptı.
Reuters’in aktardığına göre, açıklamada İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarında son 24 saatte 13 rehinenin öldürüldüğü ileri sürüldü. Açıklamada, altı rehinenin kuzey bölgesinin iki farklı noktasındaki saldırılarda, yedi rehinenin ise Gazze’deki üç farklı noktadaki saldırılarda öldüğü belirtildi.
Binlerce yaralı için acil müdahale çağrısı
Filistin Sağlık Bakanlığı, İsrail’in yoğun bombardımanına hedef olan abluka altındaki Gazze Şeridi’nde binlerce yaralının olduğunu belirterek, acil müdahale çağrısında bulundu.
Açıklamada, “İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki halkımıza yönelik saldırganlığının artması nedeniyle hastanelere ulaştırılan çok sayıda yaralı var. Kentteki hastanelerin ameliyathanelerinde çalışan ekipler ciddi baskı altında” ifadeleri kullanıldı.
Fotoğraf: Mohammed Salem /Reuters
İsrail kara operasyonu için hazırlanıyor
Gazze’de durum her geçen gün ağırlaşırken, kara operasyonu için hazırlıklarını sürdüren İsrail Savunma Güçleri (IDF) de yaptığı yazılı açıklamada, “Gazze, askeri operasyonların yapıldığı bir bölgedir” diyerek tahliye çağrısı yaptı. Açıklamada, “Önümüzdeki günlerde İsrail ordusu, Gazze’de önemli operasyonlara devam edecek ve sivillere zarar vermemek için yoğun çaba gösterecek” denildi.
Fotoğraf: Amir Cohen /Reuters
Kızılhaç: 2 milyon kişi temel ihtiyaçlardan yoksun
BM insani yardım görevlileri dün Gazze’nin gıda, su, elektrik ve kritik malzemelerin tükenmesinin eşiğinde olduğu uyarısında bulundu: “Kuşatılan bölgede yaşayan 2,3 milyon kişiye dışarıdan hiçbir yardım gelmiyor ve yerinden edilen 220 bin kişi BM Filistinli mültecilere yardım kuruluşu UNRWA tarafından işletilen okullarda barınıyor.”
Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) de Gazze’de yaşayan 2 milyondan fazla kişinin temel ihtiyaçlar, su ve elektrikten yoksun olduğunu duyurdu.
Fotoğraf: Ibraheem Abu Mustafa /Reuters
Yerinden edilenlerin sayısı 400 bini geçti
BM Sözcüsü Stéphane Dujarric, kitlesel yerinden edilmelerin devam ettiğini ve sadece son 24 saat içinde yüzde 30 arttığını bildirdiğini söyledi. BM insani yardım ofisinin (OCHA) bugün erken saatlerde yaptığı açıklamada, 7 Ekim’den bu yana 423 bini aşkın kişinin Gazze Şeridi’ndeki evlerini terk ettiğini açıklandı. .
BM’ye göre İsrail’in hava saldırılarında 2 bin 500’den fazla konut ya yıkılırken ya da ağır hasar görürken, yaklaşık 23 bin konut ise orta veya hafif hasar gördü.
Yine ikisi yerinden edilmiş kişiler için acil barınak olarak kullanılan 18 UNRWA okulu ve 72 Filistin yönetimi okulu da dahil olmak üzere en az 90 eğitim tesisinin de vurulduğu belirtildi. Saldırılarda 11 caminin de vurulduğu kaydedildi.
Gazze’ye saldırılarda hayatını kaybeden BM yardım çalışanlarının sayısı ise 23’e ulaştı.
Fotoğraf: Ibraheem Abu Mustafa /Reuters
Hastanede elektrikler kesilmeden zamana karşı yarış
Gazze’nin ana hastanesi olan El Şifa Hastanesi’nde ise elektrikler tamamen gitmeden yaralıları tedavi edebilmek için zamana karşı yarış sürüyor.
Uluslararası ajansların geçtiği haberlere göre, hastane morgunun buzdolapları yetmediği için koridorlar, avlular ve hastanenin dışı yüzlerce cesetle dolu.
İçerideki, personel yedek jeneratörlerin çalışmaması halinde tüm hizmetlerin yakında duraklayabileceğini bilerek yoğun bir baskı altında çalışırken yüzlerce ağır yaralı arasında kadın ve çocuklar da bulunuyor.
Hastane müdürü Dr. Muhammad Abu Salmia, BBC‘ye, “Hastane elektrik olmadan çalışamaz. Yoğun bakım, yeni doğan ve diğer servislerde 120’den fazla kişi entübe ediliyor; [eğer bu gerçekleşirse] hastanedeki tüm bölümler ve servisler çökecek ve artık hastaları tedavi edemeyeceğiz” dedi.
Türkiye, Gazze’ye insani yardım gönderdi
Türkiye, Gazze’ye ulaştırılmak için AFAD ve Kızılay koordinasyonunda hazırlanan yardım malzemelerini askeri uçakla Mısır’a gönderdi. El -Arish Havaalanı’na inen uçaktaki malzemeler Mısır yetkililerine teslim ediliyor.
Yardım malzemelerinin TIR’larla Refah Sınır Kapısı’na gönderilmesi buradan da Gazzeye ulaştırılması hedefleniyor.
İlk etapta acil ihtiyaçlar değerlendirilerek gıda malzemeleri ve sağlık ürünleri ulaştırıldı.
İsveçli iklim aktivisti Greta Thunberg, Mölmö’deki bir petrol terminalinde düzenlenen iklim protestosunda polise itaatsizlik ettiği için tekrar para cezasına çarptırıldı. İsveç’teki Malmö Bölge Mahkemesi’nde 4.500 kron (yaklaşık 400 €) ödemeye mahkum edilen Thunberg, temmuz ayında benzer bir suç nedeniyle, aynı mahkeme tarafından 2.500 kronluk (216 €) bir para cezasına daha çarptırılmıştı.
Eylemde, “Geleceği Geri Kazan” hareketinden aktivistler, oturma eylemi yaparak arak tesise erişimi geçici olarak engellemiş; eylemciler arasında bulunan Thunberg, olay yerini terk etmesini isteyen polise itaat etmeyi reddettiği için sürüklenerek olay yerinden uzaklaştırılmıştı. Daha sonra polis tarafından uzaklaştırıldılar.
‘Bilim ve ahlak bizim tarafımızda’
Reuters’in aktardığına göre, 20 yaşındaki Thunberg, duruşmada fosil yakıt endüstrisine karşı mücadelenin iklim krizinin varoluşsal ve küresel tehdidi nedeniyle bir tür meşru müdafaa olduğunu söyleyerek suç işlediğini reddetti: “Bilim bizim tarafımızda, ahlak da bizim tarafımızda. Dünyadaki hiçbir şey bunu değiştiremez. ”
Cezanın ardından Norveç’te Samilerle eylem
Thunberg, aldığı para cezasının ardından yerli Samilerin de aralarında bulunduğu aktivistlerle birlikte bir protestoya katılmak üzere komşu Norveç‘e geçti.
Samiler, 151 türbinden oluşan rüzgar santralini protesto ediyor ve ren geyiği çobanlarının yaşam tarzını tehlikeye attığını söyledikleri için santralin kaldırılmasını istiyor. Aktivistler, yeşil enerjiye geçişin Yerli halkın hakları pahasına yapılmaması gerektiğini söylüyor.
İki yıl önce Norveç Yüksek Mahkemesi, türbin inşaatının, araziyi yüzyıllardır ren geyiği için kullanan Samilerin haklarını ihlal ettiğine karar vermişti ancak Norveç hükümetinin rüzgar santralini kaldırma planı bulunmuyor.
Thurberg, Avrupa’nın en büyük kara rüzgar santrali operatörünün Norveç’teki ofisinin önünde protesto yapan aktivistlerin önceki eylemine de katılmış; “Yerli hakları ve insan hakları, iklimin korunması ve iklim eylemiyle el ele gitmeli. Bu, bazı insanların pahasına gerçekleşemez” demişti.
AP‘nin aktardığı eylemde geleneksel Sami kostümleri giyen aktivistler, Fosen’deki rüzgar türbinlerinden 80’ini işleten devlete ait bir şirket olan Statkraft‘ın Oslo’daki binasının önünde oturma eylemi yaptı.
İşçilerin içeriye girmesini engelleyen eylemciler, çarşamba günü de Norveç Parlamentosu’nun koridorunda bir protesto eylemi düzenlemiş; polis tarafından parlamentodan çıkarılan yüzlerce kişi sokaklarda eyleme devam etmişti.
Norveç’ten çelişkili tepkiler
Norveç Başbakanı Jonas Gahr Støre “devam eden insan hakları ihlallerini” kabul etti. Hükümet ise Yüksek Mahkeme kararına rağmen harekete geçilmediği için defalarca özür diledi.
Ancak Enerji Bakanı Terje Aasland, protestocuların talebi üzerine Fosen’deki tüm rüzgar türbinlerinin yıkılmasının konuyla ilgili olmadığını söyledi.
Thunberg de eylemde yaptığı konuşmada, “İnsan haklarını ihlal eden yenilenebilir enerjiye sahip olamayız. Statkraft ve diğer sahipler öne çıkıp Fosen davasına bir çözüm bulmalı, böylece yeşil enerji yerli halkın haklarını ihlal etmeden gelecekte doğru şekilde geliştirilmelidir” dedi.
Sami protestocular, geçen haziran ayında Gahr Støre’nin ofisinin önünde eylem yapmış, şubat ayında ise Petrol ve Enerji Bakanlığı’nı dört gün işgal etmiş; 10 bakanlığın girişini kapatmıştı.
Adana Valiliğinin Çukurova Rock Festivali‘yle ilgili çıkardığı yasak kararının ardından Eskişehir Valiliği de Botanik Park‘taki Octoberfest‘e yasak getirdi.
Eskişehir’de 14-15 Ekim tarihlerinde düzenlenecek Octoberfest’e daha önce de Vali Erol Ayyıldız döneminde izin verilmemiş, festival iptal edilmişti. Yeni Vali Hüseyin Aksoy döneminde de festivale izin çıkmadı.
Duvar’dan Şenay Bilik Yıldırım’ın aktardığına göre; festivalin düzenleneceğinin açıklanmasının ardından 10 Ekim tarihinde Eğitim Bir-Sen ve Yenilikçi Sendika şube başkanları tarafından yapılan ortak açıklama ile festivalin iptali için valilik göreve davet edilmişti.
Valiliğin yasaklama gerekçeleri: Kamu güvenliği, temel hak ve özgürlükler…
Eskişehir Valiliği’nin yasak kararına ilişkin açıklaması şu şekilde:
“Vatandaşlarımızın temel hak ve hürriyetlerine dair uluslararası sözleşmeler, T.C. Anayasası ve yasalardan kaynaklanan hak ve özgürlüklerini tam ve güvenli bir şekilde kullanabilmelerinin temini ile İlimizde huzur ortamının, kamu düzeni ve kamu güvenliğinin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi, temel hak ve özgürlükler ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin ve genel asayişin korunması amacıyla;
5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesinin (a) ve (c) fıkraları, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. ve 19. maddelerindeki hükümler gereğince, İlimiz Odunpazarı ilçesi Orhangazi Mahallesi sınırlarında yer alan Botanik Park içerisindeki işletmede 14 -15 Ekim 2023 tarihlerinde yapılacağı öğrenilen festival (işletmenin ruhsatında kapasitesi ve çalışma saatleri belirtilmiş haklar saklı kalmak kaydıyla) Eskişehir Valiliğinin 11.10.2023 tarih ve 317 sayılı kararı ile 14.10.2023 tarihi saat: 00.01 ile 15.10.2023 tarihi saat: 24.00’a kadar (2) gün süre ile yasaklanmıştır.”
‘Üç beş kendini bilmezin dayatmaları yüzünden bu şehrin gençlerini üzmeyin’
Valilik tarafından bugün (12 Ekim) yapılan yazılı açıklama ile festivalin iptal edildiğinin duyurulmasının ardından Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt kararı eleştirdi. Kurt, şunları söyledi:
“Eskişehir’de bir festival daha valilik kararıyla yasaklandı. Her yıl Eskişehir’in adının festival yasaklarıyla anılması şehrimizin marka değerine gölge düşürmektedir. Üç beş kendini bilmezin dayatmaları yüzünden bu şehrin gençlerini üzmeyin.”
CHP Eskişehir Milletvekili İbrahim Arslan da yasağa tepki göstererek “Belirli çevrelerin etkisi altında, ‘genel asayişin sağlanması amacı’ gerekçe gösterilerek, festivallerin yasaklanması, iktidarın yaşam tarzına yönelik müdahaleci yaklaşımını net bir biçimde gösteren uygulamalarıdır” dedi.
Dünya Meteoroloji Örgütü‘nün (WMO) küresel su kaynaklarına ilişkin kapsamlı bir değerlendirme sunan yeni raporuna göre, hidrolojik döngü, iklim değişikliği ve insan faaliyetleri sonucunda dengesini kaybediyor.
Kuraklık ve aşırı yağış olayları yaşamlara ve ekonomilere ağır zararlar veriyor. Eriyen kar, buz ve buzullar sel gibi tehlikeleri artırıyor ve milyonlarca insanın uzun vadeli su güvenliğini tehdit ediyor. Ancak yine de dünyanın tatlı su kaynaklarının gerçek durumu hakkında çok az şey biliniyor.
WMO’nun“2022 Küresel Su Kaynaklarının Durumu” raporunda , temel bir politika değişikliği çağrısında bulunarak, “Ölçmediğimiz şeyi yönetemeyiz” deniyor.
Raporda, su kaynaklarının izlenmesi, veri paylaşımı, sınır ötesi işbirliği ve değerlendirmelerinin iyileştirilmesi ve bunu kolaylaştıracak yatırımların da artması gerektiğine dikkat çekiliyor; bunun, global toplumun çok fazla artan ve aşırı azalan “su aşırılıkları” ile başa çıkmasına yardımcı olmak için hayati önem taşıdığı belirtiliyor.
İklim afetlerinin büyük bölümü suyla ilgili
Küresel Su Kaynaklarının Durumu Raporu, geçen yıl yayınlanan bir pilot çalışmayı temel aldı. Yeraltı suyu, buharlaşma, akarsu akışı, karasal su depolaması, toprak nemi, kriyosfer (donmuş su), rezervuarlara akış ve hidrolojik felaketler gibi önemli hidrolojik değişkenler hakkında genişletilmiş bilgiler içeren çalışmada su kaynaklarını küresel ölçekte değerlendirmek için saha gözlemlerini, uydu tabanlı uzaktan algılama verilerini ve sayısal modelleme simülasyonlarını birleştirildi.
WMO Genel Sekreteri Prof. Petteri Taalas, raporla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı: “Bu rapor, iklim, çevre ve toplumsal değişikliklerin etkisini vurgulayarak dünya çapındaki su kaynaklarına ilişkin kapsamlı ve tutarlı bir genel bakış sunuyor. Buzullar ve buz örtüsü gözlerimizin önünden çekiliyor. Artan sıcaklıklar su döngüsünü hızlandırdı ve bozdu. Daha sıcak bir atmosfer daha fazla nem tutar. Çok daha şiddetli yağışlar ve su baskınları görüyoruz. Tam tersi durumda ise daha fazla buharlaşma, kuru topraklar ve daha yoğun kuraklıklar söz konusu.”
“Herkes için erken uyarı sistemi” yaygınlaştırılmalı
“Afetlerin büyük çoğunluğunun suyla ilgili olduğuna ve bu nedenle su yönetimi ve izlenmesinin küresel “Herkes İçin Erken Uyarı” girişiminin merkezinde yer aldığını belirten Taalas, “Herkes için Erken Uyarı”lar kapsamında öncelikli eylem hedeflenen ülkelerin çoğu, 2022’de büyük sel veya kuraklıklarla karşı karşıya kaldı. Tek bir ülkenin bile kanıta dayalı karar almayı ve erken eylemi destekleyecek zamanında ve doğru hidrolojik verileri yoktu. Bu çalışma, anlamlı erken uyarıları mümkün kılmak için daha fazla veri paylaşımına ve iklim eyleminin ayrılmaz bir parçası olan daha koordineli ve entegre su yönetimi politikalarına yönelik bir eylem çağrısıdır” diye konuştu.
Şu anda 3,6 milyar insan yılda en az bir ay suya erişimde yetersizlik yaşıyor ve UN Water‘a göre bu sayının 2050 yılına kadar 5 milyarın üzerine çıkması bekleniyor.
1991-2020 döneminin tarihi ortalamasıyla karşılaştırıldığında 2022 yılı ortalama nehir deşarjı.
Rapordan önemli bulgular
Çalışmada, nehir deşarjı, yeraltı suyu, buharlaşma, toprak nemi, rezervuarlara akış vb. gibi çeşitli değişkenlerin uzun vadeli ortalamalarıyla karşılaştırmalı olarak büyük nehir havzalarındaki su kaynaklarının bağımsız ve tutarlı, küresel ölçekte niceliksel bir değerlendirmesini yapıldı. Buna göre;
2022 yılında küresel su toplama alanlarının %50’sinden fazlasında normal nehir deşarj koşullarından sapmalar yaşandı. Bu alanların çoğu normalden daha kuruydu, havzaların daha küçük bir yüzdesi ise normal koşulların üzerinde veya çok üzerinde görülüyordu. Bu, 2021’dekine benzer bir durumdu.
Büyük su rezervuarlarının %60’ından fazlasında normalin altında veya normal giriş görüldü; bu da giderek değişkenleşen bir iklimde tüm kullanıcılara su sağlama konusunda zorluk yaratıyor.
2022 yılı boyunca toprak nemi ve buharlaşmadaki anormallikler, nehir deşarj koşullarındaki anormallikleri yansıtıyordu. Örneğin Avrupa‘da büyük bir sıcak dalgası ve kuraklık nedeniyle yaz aylarında buharlaşmanın arttığı, toprak neminin ve nehir akışlarının azaldığı görüldü. Bu sadece tarımda zorluklara yol açmakla kalmadı, aynı zamanda soğutma suyu eksikliği nedeniyle enerji planlarının da kapanmasına yol açtı.
2022’deki La Niña’dan 2023’teki El Niño koşullarına geçişin, gelecek yılın raporunda analiz edilecek olan hidrolojik döngü üzerinde büyük bir etkisi olması muhtemeldir.
Erime
Tibet Platosu, Himalayalar, Karakurum, Hindukuş, Pamir Dağları ve Tien Shan Dağları’nı kapsayan Üçüncü Kutup, neredeyse 2 milyar insanın su temini için hayati önem taşıyor. 2000’den 2018’e kadar toplam buzul kütle dengesi yüzde 4’ten fazla azaldı. Kar örtüsünde gözle görülür bir azalma ve buzul göllerinin hacminde büyük bir artış yaşandı.
Bu durum İndus, Amu Darya, Yangtze ve Sarı Nehir havzalarındaki nehir akışlarını etkileyerek iklim değişikliğinin bölge üzerinde gelişen etkisini gösteriyor.
Ren, Tuna, Rhone ve Po gibi büyük nehirleri beslemek için hayati önem taşıyan Alpler’deki kar örtüsü 2022’de ortalamanın çok altında kaldı. Avrupa Alpleri benzeri görülmemiş düzeylerde buzul kütlesi kaybına tanık oldu.
Subtropikal And Dağları’nda 2009’dan bu yana kışın kar birikiminde tutarlı bir düşüş yaşandı ve bu durum Şili ve Arjantin’in batısındaki şehirlerin su kaynaklarını etkiledi. 2022 yılında bazı bölgelerde ortalamanın biraz üzerinde kar görülmesine rağmen, özellikle Arjantin tarafında önemli havzalarda hala ortalamanın altında koşullar rapor edildi ve bu da kalabalık şehir merkezlerinde sürekli su kısıtlamalarına yol açtı.
suyla ilgili Felaketler
2022 yazında Avrupa’nın pek çok bölgesini etkileyen şiddetli kuraklıklar, Tuna ve Ren gibi nehirlerde ulaşım zorluklarına yol açtı ve soğutma suyu eksikliği nedeniyle Fransa‘da nükleer elektrik üretimini kesintiye uğrattı.
ABD‘de devam eden kuraklığın bir sonucu olarak, Mississippi Nehri’ndeki navigasyon, aşırı düşük su seviyelerinden etkilendi.
Güney Amerika‘da La Plata nehir havzası 2020’den bu yana devam eden kuraklık koşullarına maruz kaldı. Bu durum, düşük nehir akışları nedeniyle 2022’de hidroelektrik üretiminde önemli bir düşüşe neden oldu. 2022 yılında Paraguay‘da birkaç kez su kesintisi yaşandı.
Çin‘deki Yangtze Nehri havzasındaki şiddetli kuraklık, nehir akıntısının, rezervuarlara akışın ve toprak neminin ortalamanın çok altında olmasına neden oldu.
Uzun süren kuraklık, Afrika Boynuzu’nda büyük bir insani krize yol açtı. Buna karşılık, Nijer havzası ve Güney Afrika‘nın büyük bir kısmında, 2022’deki büyük sel olaylarıyla bağlantılı olarak ortalamanın üzerinde nehir akıntısı kaydedildi.
Pakistan’daki İndus Nehri havzasını büyük bir sel vurdu, en az 1.700 kişi öldü, 33 milyon kişi etkilendi ve tahminen 30 milyar ABD dolarından fazla ekonomik kayba neden oldu. Yılın başlarında yaşanan sıcak hava dalgası, buzullardan gelen erime suyunu artırdı, nehir seviyelerini yükseltti ve bu seviyeler daha sonra temmuz ve ağustos aylarındaki ortalamanın iki katından fazla olan şiddetli muson yağışlarıyla şişti.
2022 yılında dünya genelinde seçilmiş önemli yüksek etkili hidrolojik olaylar: Mavi daireler sel, kırmızılar kuraklık olaylarını gösteriyor.
Özellikle Afrika, Orta Doğu ve Asya’da çok az gözlemlenmiş veri bulunduğuna ve erişilebilir doğrulanmış hidrolojik verilerin eksikliğine vurgu yapılan raporda vurgulanıyor. izleme ve veri paylaşımına yönelik yatırımlara acil ihtiyaç bulunduğuna dikkat çekildi.
Adana Valiliğince 6’ncı Çukurova Rock Festivali hakkında verilen yasak kararına Adana İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verdi. Mahkeme savunma ve ara karara cevap verilebilmesi için Adana Valiliği’ne süre tanıdı. Festival dün (12 Ekim) kapılarını açtı.
15 Ekim’e kadar üç gün sürecek olan ve başlamadan saatler önce Valiliğin ‘500 metre uzaktaki tekel bayi varlığı’ ve ‘trafik’ gibi gerekçelerle yasaklama kararı verdiği festivalde Ceza, Uzi, Selda Bağcan, Dedublüman, Gazapizm, Umut Kuzey, Güneş, Emir Can İğrek ve Manuş Baba dahil 20 sanatçı sahne alıyor.
Gençler bariyerleri geçerek konser alanına girdi
Valiliğin yasak kararında; “Etkinliğin yapılacağı yer ve çevresinde alkol satışı yapan iş yerlerinin bulunmasından dolayı etkinliğe katılacaklar arasında yaşı küçük şahısların da bulunacağı göz önüne alındığında alkole dayalı olarak (cinsel saldırı, kasten yaralama, hırsızlık vb.) asayiş olaylarının yaşanabileceği” gerekçesine yer verilmişti.
ANKA’nın haberine göre; festivalin sosyal medya hesabında Valilik kararınca 18 yaş altı vatandaşların festivale alınmayacağı belirtilmişti. Ancak 18 yaş altı gençler alana koyulan bariyerleri geçerek konser alanına girdi. Gençler bilet satışı için konulan konteynırları da parçalayarak içeri girdi. Yaşanan arbede sırasında güvenlik görevlileri, gişelere ve barikatlara zarar verdiği öne sürülen gençleri darp etti.
Organizatör ve sanatçı Umut Kuzey de duruma müdahale ederek ortamı sakinleştirmeye çalıştı. Bir süre sonra ortalığın sakinleşmesi ve 18 yaş üstü biletli izleyicilerin konsere alınmasıyla festival başladı. Festivalin ilk gününde Deynekçiler, Yedinci Ev, Heijan – Muti, Dedublüman ve Uzi sahne aldı.
Ne olmuştu?
Çukurova Rock Festivali başlamasına saatler kala Adana Valiliğince yasaklanmıştı.
Seyhan‘daki Bacardi Birbiçer Tesisleri’nde düzenlenmesi planlanan festivalin organizasyonunu gerçekleştiren Milyon Yapım “Temmuz ayında yapılan başvuruya şifahen sorun olmadığını ileten Adana Valiliği, ısrarlı aramalarımıza ve izne ilişkin bir yazı istememize rağmen herhangi bir şey tebliğ etmeyip organizasyonun başlangıç tarihinden bir gün önce festivalin yapılamayacağını bildirdi” açıklamasını yapmıştı.
Organizatör tarafından festival alanında 300 çalışanla birlikte, 30 tır malzeme, devasa sahne, mobil tuvalet, bariyerler, arama kapıları kurulduktan sonra gelen tebligatın, maddi manevi altından kalkılamayacak bir problem haline geldiği bildirilmişti. Valiliğe iletilen taleplere geri dönülmediği ise şu ifadelerle dile getirilmişti:
“Festivalle alakalı olmayan, festival alanından 500 metre uzakta bulunan tekel bayileriyle ilgili, trafik ile ilgili sudan sebeplerle Çukurova Rock Festivali’ne izin verilmezken, buna rağmen çözüm arayışına girdik. Festivalin alkolsüz yapılması, 18 yaş altı katılımcıların etkinliğe alınmaması ve kamp olmaması halinde izin verileceğini şifahen söyleyen Güvenlik Şube Müdürü ve diğer yetkililerin talebi doğrultusunda bu şartları kabul ettiğimizi taahhüt eden yeni bir dilekçe ile Adana Valiliği’ne başvurduk. Her türlü şartları yerine getirmemize rağmen Valilik olumlu veya olumsuz bir yanıt vermedi.”
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM), tutuklu iş insanı “Osman Kavala‘nın derhal serbest bırakılması” kararını katılanların 2/3 çoğunluğuyla kabul etti.
AKPM’deki 62 üyenin oy kullandığı oturumda 44 üye karardan yana oy kullanırken 18 üye kararın aksi yönde görüş bildirdi. Kararda Türkiye’ye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hükümlerine uymakla yükümlü olduğu bir kez daha hatırlatıldı.
Kararla Kavala’nın derhal serbest bırakılması ve hukuk devleti, insan haklarının korunması ve AİHM kararlarının uygulanmasına ilişkin hukuksal çerçeve ve koşulların iyileştirilmesi talep edildi.
AKPM’nin Türkiye heyetinde yer alan 9 AKP’li 2 MHP’li ve 1 İYİ Partili vekil Kavala’nın serbest bırakılması aleyhinde oy kullandı. 2 CHP’li ve 1 YSP’li vekil Kavala’nın serbest bırakılması kararını onayladı. 2 CHP’li ve 1 YSP’li üye oylamaya katılmadı. Oylamaya katılan 6 Azerbaycan parlamentosu üyesi de aleyhte oy kullandı.
Karara temel oluşturan raporu hazırlayan Avusturyalı parlamenter Petra Bayr, oylama öncesi genel kurulda yaptığı konuşmada, Türkiye’nin AİHM kararını yerine getirmemekte ısrar etmesinin sadece Osman Kavala ve Türkiye için değil, aynı zamanda Avrupa Konseyi için trajedi olduğunu söyledi.
Bayr, “Bir şey yapmazsak nasıl bir mesaj göndermiş oluruz? Avrupa’da politik tutuklu olduğunu kabul mü ediyoruz? İnsan hakları geçmişte mi kaldı? Ben Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nde kalmasını, uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmesini, bu teşkilatın değerlerine ve kendi anayasasına saygı duymasını istiyorum” ifadelerini kullandı.
Yaptırımlar
Kavala ve diğer siyasi mahkumların özgürlüklerinden mahrum bırakılmasıyla ilgili olarak sorumluluğu bulunan kamu görevlileri hakkında Magnitsky mevzuatının uygulanacağının belirtildiği ve 2024’e kadar Kavala’nın tahliye edilmemesi halinde 2024’ün ilk oturumunda Türkiye delegasyonunun AKPM yetkilerinin elinden alınacağı gibi yaptırımların bulunduğu kararda şu maddeler ön plana çıkıyor:
Kavala’nın derhal serbest bırakılması için Türk makamlarıyla en üst düzeyde ilişki kurulacak.
Türkiye’de hukukun üstünlüğü ve insan haklarının korunmasına yönelik iyileştirmeleri desteklemek için acilen harekete geçilecek.
Kavala ve diğer siyasi mahkumların Türkiye’de yasadışı ve keyfi olarak özgürlüklerinden mahrum bırakılmasında polis memuru, savcı, hakim, cezaevi görevlisi ya da başka görevlerle sorumluluğu bulunan herkes şahsen hedef alınarak yaptırım uygulanmak üzere ‘Magnitsky mevzuatı’ veya diğer yasal araçlar uygulamaya sokulacak.
Bu temel konu aynı zamanda Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasındaki diyaloğun bir parçasıdır. Bu bağlamda AB’yi, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne saygılı bir toplumda çoğulculuğu teşvik eden çalışmalara öncelik verilmesi doğrultusunda Türkiye’ye mali desteğini belirlerken bu ciddi durumu tam olarak dikkate almaya çağırıyoruz..
Osman Kavala’nın 1 Ocak 2024 tarihine kadar cezaevinden tahliye edilmemesi halinde, 2024’ün ilk oturumunda Türkiye delegasyonunun yeterlik belgelerine itiraz etme yetkimizi hatırlatırız.
Kararda dikkat çeken Magnistky mevzuatı ise insan hakkı ihlallerinde bulunan ya da önemli yolsuzluklara karışan yabancı uyruklu kişilere yönelik çeşitli yaptırımlara sahip. AKPM, Magnistky yaptırımı çağrısında bulunsa da kararı uygulama yetkisi üye ve gözlemci ülkelere ait. Üye ve gözlemci devletlerin bu çağrıya olumlu karşılık vermeleri şimdilik beklenmiyor. Ancak AİHM’in çağrıda bulunduğu ülkeler Kavala’nın tahliye kararının uygulanmasını engellemiş olan cezaevi yöneticilerinden yüksek yargıçlara kadar bütün güç sahiplerine ülke sınırları içerisinde kendi mevzuatlarına göre yaptırım uygulama yükümlülüğü altına girecek.
Mersin Çevre Platformu bileşenleri, Uluslararası Mersin Liman İşletmecisi’nin (MİP) liman sahasını Atatürk Parkı’na doğru genişletme projesine karşı 10 bin imza topladı. İmzaları Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Müdürlüğüne teslim eden çevreciler, “Halka nefes aldıran, içinde çok sayıda bitki türü barındıran Atatürk Parkı, Mersin’in simgelerinden biridir” dedi.
Özelleştirilen Mersin Limanı’nı işleten Uluslararası Mersin Limanı İşletmeciliği liman genişleme projesini geçtiğimiz yıllarda gündeme getirdi.
Genişleme projesiyle, liman sahasının ve konteyner depolama alanının şehrin tek yeşil alanı olan Atatürk Parkı önlerine kadar uzanmasından endişe eden çevre örgütleri ve meslek örgütleri projeyi yargıya götürdü. Ancak liman işletmecisi genişleme projesinin Atatürk Parkı’na zarar vermeyeceğini iddia ederek çalışmalarını sürdürdü.
‘Ranta geçit vermeyeceğiz’
Mersin Çevre Platformu bileşenleri ise liman genişleme projesine karşı imza kampanyası başlattı ve kısa sürede 10 bin imzaya ulaştı.
Toplanan imzalar platform bileşenlerinin Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Müdürlüğü önünde yaptığı eylemin ardından müdürlüğe teslim edildi.
“Atatürk Parkı’nda liman yapılamaz. Ranta geçit vermeyeceğiz”, “Atatürk Parkında liman istemiyoruz” yazılı pankartlar açan çevreciler adına açıklamayı TEMA Temsilcisi Perihan Saydan Pınarbaşı yaptı.
Mersin Limanı’nın kent sakinlerinin yaşantılarını olumsuz etkileyecek, şehrin doğal ve kültürel zenginliklerine zarar verecek şekilde genişletilmek istendiğine işaret eden Pınarbaşı, liman genişleme sahasının ilgili planlarca belirlendiğini ancak liman işletmecisinin daha az maliyetli olduğu gerekçesiyle Atatürk Parkı önlerine doğru genişlemek istediğini savundu.
Pınarbaşı, “Yoğun bir yapılaşmanın ve göçün olduğu kent merkezinde halka nefes aldıran, içinde çok sayıda bitki türü barındıran Atatürk Parkı Mersin’in simgelerinden biridir. Mersin’de planlanan liman gelişimi, kıyı hattı boyunca uzanan ve halkın yoğun olarak kullandığı kamusal yeşil alanlarla birlikte düşünülerek tasarlanmalıdır. Atatürk Parkı’nın işlevinin ve estetik değerlerinin liman aktiviteleriyle engellenmeyecek şekilde, toplumun aktif yaşantısı içinde tutulması halk sağlığı açısından oldukça önemlidir” dedi.
Muğla’nın Milas ilçesi İkizköy mevkiindeki Akbelen Ormanının Limak Holding ve IC Holding’in ortak iştiraki YKEnerji‘ye tahsisinin iptali ve maden işletme ruhsatı ve izninin iptali için açılan davaların duruşmaları dün (11 Ekim) Muğla 2’nci İdare Mahkemesi’nde görüldü.
Duruşma öncesi İkizköylülerin yanı sıra farklı illerden gelen ekoloji aktivistleri bir yürüyüş gerçekleştirdi. Polis engeliyle karşılaşan aktivistler, yürüyüşü üç koldan gerçekleştirerek Sınırsızlık Meydanı‘nda bir araya geldi.
“Akbelen’den vazgeçmiyoruz” pankartları taşıyan aktivistler “Akbelen için adalet” ve “Ağaç yaşam özgürlük” sloganlarıyla adalet çağrısı yaparak duruşmaların görüleceği mahkemeye yürüdü.
Duruşmalara İkizköylülerin avukatları Arif Ali Cangı ve İsmail Hakkı Atal’ın yanı sıra Muğla ve İzmir Barolarından yaklaşık 10’a yakın avukat da katıldı. Akbelen Davası’nda müdahil olan Muğla Büyükşehir Belediyesi, Milas Belediyesi ve Tarım-Orkam Sen avukatları da duruşmada hazır bulundu. Davayı TEMA Vakfı, Türk Toraks Derneği, Bodrum Kent Konseyi gibi sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ve siyasi parti temsilcileri de takip etti.
İkizköy, Çamköy ve Karacahisar sakinlerinin yanı sıra farklı kentlerden birçok yurttaş da mahkeme binası önünde ekoloji mücadelesine destek verdi.
‘Bilirkişi keşfi olmadan ilerlemek yargıya aykırı’
Birinci duruşmada Akbelen Ormanını da içine alan ama toplamda 230 bin dönümlük geniş bir alanı kapsayan kömür madeni işletme ruhsatının iptali için İkizköy Karadam Karacahisar Doğal Hayatı Koruma (KARDOK) Derneği tarafından açılan dava görüşüldü.
Söz konusu alan için yapılmış herhangi bir bilirkişi keşfi bulunmuyor. Verilen ruhsat ise Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) sürecinden muaf tutuluyor.
İkizköylülerin ve KARDOK Derneğinin avukatları böylesi büyük bir alanı kapsayan bir ruhsatı konu alan bir davanın bilirkişi keşfi yapılmadan ilerletilmesinin idari yargılama ilkelerine uygun olmadığını belirtti.
İkizköylü davacılar kömür madeni nedeniyle bugüne kadar yaşadıkları sağlık sorunlarını, deneyimledikleri tarımsal üretimdeki ve su varlıkları üzerindeki olumsuz etkileri detaylarıyla dile getirdi.
Davacı uzmanı Çevre Mühendisi Deniz Gümüşel, madenin ve bu kömürü kullanarak çalıştırılan iki termik santralin ekolojik, sosyal ve ekonomik etkilerini özetle dile getirip, daha detaylı incelemeye ihtiyaç duyulduğunu vurguladı.
İkinci dava ise Akbelen Ormanında maden işletmesine izin veren Tarım ve Orman Bakanlığı işleminin iptaline ilişkindi.
Akbelen Davası duruşmasında Av. Cangı ve Av. Atal yargılama süreci boyunca yaşanan hukuksuzluklara ve şirketin yararına rapor çıkıncaya kadar tekrarlanan bilirkişi keşiflerine değindi.
Mahkemenin bilimdışı ve gerçekleri yansıtmayan son bilirkişi raporuna dayanarak yürütmenin durdurulması kararını iptal ettiğini belirten avukatlar, bu şekilde Akbelen Ormanının hukuken korumasız bırakıldığını kaydetti.
Cangı ve Atal 24 Temmuz’da başlayarak altı gün süren ve kolluk güçlerinin desteğiyle gerçekleştirilen ağaç kesimi sürecinde yaşananları aktararak ve sonrasında Akbelen Ormanı savunucularının karşı karşıya kaldığı baskıları anlattı.
İkizköylüler Akbelen Ormanının kendileri için neden önemli olduğunu ifade ederek artık kömürden elektrik üretmine ihtiyaç olmadığını, kömürün bedelini kendilerinin ödediğini belirtti.
Davacı uzmanı Deniz Gümüşel dava dosyasında hâlâ cevaplanmamış sorular olduğunu ve bölgede madencilik başlamadan önce detaylı bir hidrojeolojik etüt yapılması gerektiğini bildirdi.
Zeytincilik Kanunu 20’nci Maddesine göre zeytinliklerin çevresinde toz üreten madencilik faaliyetlerinin yapılamayacağını hatırlatan Gümüşel Akbelen Ormanının halen ekolojik olarak da yasal olarak da orman statüsünde bulunduğunu dile getirdi.
Davalı taraf avukatları, termik santrallerin enerji arzındaki öneminden ve istihdam sağladığından bahsetti. Bunun üzerine daha önce Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Makine Mühendisleri Odası (MMO) ve Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) tarafından hazırlanan teknik rapora değinilerek enerji arzında bu santrallerin yokluğunun telafi edilebileceği; bölgede istihdam için pek çok seçenek (örneğin zeytincilik) olduğu, bunun için kömüre verilen teşviklerin doğayla uyumlu, insan onuruna yakışır işler için kullanılmasının yeterli olacağı ifade edildi.
Her iki duruşmada da karar daha sonra taraflara tebliğ edileceği bildirilerek duruşmalar tamamlandı.
Duruşmanın ardından dava hakkında bilgi veren Av. Ali Arif Cangı, Akbelen Ormanları’nın yok edilmesinin yaratacağı ekolojik yıkımın yeryüzündeki yaşamı tehdit edeceğini anlattıklarını, karşı tarafın ise tek tezinin elektrik üretimi ve ormanın kendilerine devredilmesi nedeniyle için yurttaşları alandan çıkarmaları olduğunu belirtti.
Kararın açıklanmayarak taraflara tebligatla bildirileceğinin belirtilmesi, mahkemenin duruşmaya kitlesel katılım gerçekleştiren İkizköylülerin ve Akbelen direnişçilerinin aleyhinde bir karara hazırlanıyor olabileceği yönünde yorumlandı.