Ana Sayfa Blog Sayfa 315

T24’ü erişime kapatan Microsoft’un Türkiye Genel Müdürü: Siz kim oluyorsunuz ulan!

Microsoft, Beşiktaş‘ın geçici teknik direktörü Burak Yılmaz‘ın, eşine “şiddet uyguladığı” iddialarına verdiği yanıtı içeren haberi nedeniyle T24‘ün bütün içeriklerine erişimi engelledi.

T24’ün aktardığına göre; T24’ün yayınını kesen Microsoft’un Türkiye Genel Müdürü Levent Özbilgin, onlarca haber sitesinde halen yayında olan haber için bütün içeriklerin engellendiğini bildiren T24’e, “Beni bu saatte niye rahatsız ediyorsunuz, siz kim oluyorsunuz ulan! Beni bir daha aramayın” karşılığını vererek telefonu kapattı.

T24’ün sunucu hizmeti aldığı Microsoft, Beşiktaş’ın geçici teknik direktörü Burak Yılmaz’ın, eşine “şiddet uyguladığı” iddialarına verdiği yanıtı içeren haberi nedeniyle dün akşam 22.00 sıralarında T24’ün bütün içeriklerine erişimi engelledi. Herhangi bir yargı kararı bulunmamasına rağmen Microsoft’un kestiği T24’ün yayınına 30 Ekim saat 22.00’dan 31 Ekim 2.15’e kadar, dört saat 15 dakika ulaşılamadı.

T24, kendisine dün akşam bildirimi yapılan Burak Yılmaz’a ilişkin haber nedeniyle bütün içeriklere erişim engeli getirilmesinin hukuka ve basın özgürlüğüne aykırı olduğunu belirterek engelin kaldırılması için girişimlerde bulundu.

Ancak Microsoft Türkiye ve partnerleri erişim engelini kaldıramadı. Erişim engeli sorununun çözülememesi üzerine T24 Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın, Microsoft Türkiye Genel Müdürü Levent Özbilgin‘i aradı. Özbilgin’e ikinci arayışında ulaşabilen Akın, “bir içeriğe ilişkin başvuru nedeniyle bütün sitenin içeriğine erişimin engellendiğini, başvuruya ilişkin haberin onlarca mecrada halen yayında olduğunu, URL engeli kararları veren devlet organlarının da 14 yıldır yapmadığı sitenin tamamına erişim engeli uygulamasının derhal kaldırılması gerektiğini” söyledi.

Microsoft Türkiye Genel Müdürü Levent Özbilgin, Akın’a, “Beni bu saatte niye rahatsız ediyorsunuz, siz kim oluyorsunuz ulan! Beni bir daha aramayın” karşılığını verdi.

Burak Yılmaz: Üzüldüm

Burak Yılmaz ise, Microsoft’un T24’e yaptığı bildirim adresiyle temas kuran T24’e, sitenin tamamına erişimin engellenmesine ilişkin olarak, özetle, “Sadece haberin kaldırılmasını talep ettim, neden böyle oldu anlayamadım; üzüldüm, siteyi kapatmak gibi bir amacım yoktu, kusura bakmayın” ifadelerini kullandı.

T24’ün krizi sosyal medyadan duyurması ve “Türkiye’de T24’e yaptığınız uygulama gibi, örneğin New York Times veya Washington Post gibi mecraların bütün yayınlarına erişim engeli getirebiliyor musunuz?” ifadeleri eşliğinde Microsoft temsilcileriyle yürüttüğü temasların ardından, saat 22.00’da kesilen T24 yayını, 4 saat 15 dakika sonra, saat 2.15’te erişime açıldı.

Erişim engeli sırasında T24’ün Microsoft Azure hesabı askıya alınarak, T24’ün bütün veri tabanı, editör paneli, 14 yıldır biriken bütün içerikleri ve yedekleri erişilemez hale getirildi.

Cennet Koyundaki orman ve sit alanında bir talan projesine daha onay verildi

Muğla’nın Bodrum ilçesindeki Cennet Koyu’nda Cengiz Holding’in otel projesi sonrası şimdi de Bodrum Ada Otelcilik isimli şirket tarafından otel yapılmasına onay verildi.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, proje için 26 Haziran’da yapılan başvuruya ‘Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Gerekli Değildir’ kararı verdi.

BirGün‘den Aycan Karadağ‘ın aktardığına göre, 2 milyon 640 bin lira değerindeki proje kapsamında 32 bin 620 metrekarelik alanda 108 odalı otel inşa edilmek isteniyor. Proje alanı ise orman ve arkeolojik sit alanı içerisinde yer alıyor. Alan, ayrıca önemli doğa ve önemli kuş alanını da kapsıyor.

‣ Cengiz İnşaat, Cennet Koyu’ndaki otel projesi için kapasite artışı başvurusunda bulundu
‣ Cengiz Holding, Cennet Koyu’ndan vazgeçmiyor: Otel ve villa projesi için anlaştı

Başlanan projede kapasite artırımı hedefleniyor

Koydaki bir diğer tehdit ise Cengiz Holding’in otel projesi. Orman, sit ve önemli doğa alanlarında yapımına başladığı 409 bin metrekarelik alanda 101 apart oda ve 83 süit oda olmak üzere toplam 184 odalık proje için kapasite artışı talep etti.

19 Eylül tarihinde yapılan başvurunun ÇED dosyasında yer alan bilgilere göre; 658 milyon 436 bin TL’ye yapılacak projeyle beraber alanda inşa edilecek birim sayısı 186’ya çıkarıldı. Bu artışla birlikte 440 kişinin konaklayacağı turistik tesisin 556 kişilik kapasiteye çıkarılması hedefleniyor.

‘Cennet Koyunun Hazine’ye devri zorunlu’

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Hukuk ve Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Zeynel Emre, eylül ayında Cennet Koyunun Hazine’ye devredilmesine ilişkin Özelleştirme İdaresi Başkanlığına başvurdu.

‣ CHP, Cennet Koyu’nun Hazine’ye devri için başvuru yaptı: Yasal bir zorunluluk

Emre’nin imzasıyla yapılan başvuruya ilişkin dilekçede, arazinin özelleştirme süreci ve sonrasındaki itirazlardan kaynaklı verilen mahkeme kararları hatırlatılarak, gelinen aşamada arazinin Hazine’ye devrinin yasal zorunluluk olduğu vurgulandı.

‣ Cengiz İnşaat’ın Cennet Koyu’na yapmak istediği tesis için ‘ÇED gerekli değil’ kararı çıktı
‣ Cennet Koyu’nda yargı kararlarına rağmen devam eden Cengiz Otel inşaatına tepkiler büyüyor

Arkeolojik Sit Alanında yapılaşma artırılmak isteniyor

Gökçebel Mahallesi Kızılburun mevkiinde de Birleşik Gayrimenkul Geliştirme ve İnşaat Anonim Şirketi, turizm kapasite artışı için başvuru yaptı.

1’inci Derece Arkeolojik Sit kalıntıları ve çevresinde zeytin ağaçlarının bulunduğu projede 96,163 metrekarelik alanda 91 villaya altı tane daha eklenmek isteniyor.

‣ Bodrumlulardan yapılaşmaya açılan Cennet Koyu için destek çağrısı
‣ Yargıdan Cengiz Holding’e Cennet Koyu için yeşil ışık: Otel inşaatına devam!

İklim krizi: Aşırı hava koşulları tahmin modellerinin kabus senaryolarını bile geride bırakıyor

Yıkıcı Otis Kasırgası‘nın ardından, insanlık kendini hava tahminleri tarihinde çok önemli bir noktada buluyor. Otis saatte 265 kilometre hızla esen rüzgârlar ve şiddetli yağışlarla kıyıya vurarak, Meksika‘nın kıyı şehirlerinden Acapulco’yu yerle bir etti ve en az 48 kişinin hayatına mal oldu.

Otis’in yoğunlaşma hızı daha önce görülmemişti; 12 saat içinde sıradan bir tropik fırtınadan, en güçlü kategori olan ve dünya çapında her yıl yalnızca birkaç kez meydana gelebilen “Kategori 5” gücünde bir kasırgaya dönüştü.

ABD Ulusal Kasırga Merkezi tarafından “kabus senaryosu” olarak tanımlanan bu nadir ve endişe verici olay, Doğu Pasifik‘te 12 saatlik bir süre içinde en hızlı yoğunlaşma oranı rekorunu kırdı. Otis sadece bölge sakinlerini ve yetkilileri hazırlıksız yakalamakla kalmadı, aynı zamanda mevcut tahmin araçlarının sınırlarını da ortaya koydu.

Hızlı iklim değişikliğinin tahmin kabiliyetleri üzerindeki önemli etkisi kabul edilse de, bu felaketleri tahmin etmek için kullanılan araçlarla ilgili endişelerin giderilmesi kritik önem taşıyor.

Fotoğraf: Henry Romero / Reuters
‣ Kabus senaryosu: Görülmemiş şiddetteki Otis Kasırgası Acapulco kentiyle tüm iletişimi kesti

Kullanılan tahmin araçları neden yetersiz kalıyor?

The Conversation‘ın aktardığına göre, hava tahminlerinin merkezinde sıcaklık, nem, rüzgar ve basınç gibi atmosferik değişkenleri temel fizik kurallarıyla harmanlayan bilgisayar programları ya da “modeller” yer alıyor.

Atmosferik süreçler doğrusal olmadığından, başlangıçtaki atmosferik koşullardaki küçük bir belirsizlik derecesi, nihai tahminlerde büyük bir tutarsızlığa yol açabiliyor. Bu nedenle şu anda genel uygulama, gerçekleşmesi en muhtemel tek bir senaryoyu tahmin etmek yerine bir dizi olası senaryoyu tahmin etmekten geçiyor.

Ancak erken uyarıların ve tahliye emirlerinin verilmesinde etkili olsa da bu modellerin temel sınırlamaları bulunuyor ve özellikle nadir veya aşırı hava koşullarıyla söz konusu olduğunda önemli ölçüde belirsizlik taşıyor. Bu belirsizlik, sistemin temelde kaotik doğası gibi çeşitli faktörlerden kaynaklanıyor.

İlk olarak, Otis gibi bir kasırga birkaç bin yılda sadece bir kez meydana gelebileceğinden, tarihsel verilerde eksiklikler mevcut. Eğer daha önce olduysa da Doğu Pasifik’teki bir fırtınanın en son ne zaman bir gecede 5’inci kategori bir kasırgaya dönüştüğü bilinmiyor ama olduysa modern uydular ve meteoroloji şamandıralarından önce olduğu kesin. Bu tür olaylar daha önce gözlemlenmediği için kullanılan modeller “1000 yılda bir görülen olayları” açıklamakta zorlanıyor.

Hava durumunu yöneten karmaşık fiziğin de bu tahmin modellerinde basitleştirilmesi gerekiyor. Bu yaklaşım yaygın senaryolar için etkili olsa da, değişkenlerin ve faktörlerin nadir kombinasyonlarını içeren aşırı olayların incelikleriyle uğraşırken yetersiz kalıyor.

Bir de bilinmeyen bilinmeyenler var: yani hiç haberdar olmadığımız ya da tahmin çerçevelerimize entegre edilmediği için modellerin hesaba katamadığı faktörler. Çeşitli iklim faktörleri arasındaki beklenmedik etkileşimler, Otis Kasırgası’nda olduğu gibi benzeri görülmemiş bir yoğunlaşmaya yol açabiliyor.

Uydu görüntüsü: NOAA

İklim değişikliğinin rolü ne?

Tüm bunlara iklim değişikliği sorunu ve bunun aşırı hava koşulları üzerindeki etkisi de eklenebilir. Deniz yüzeyi sıcaklıklarındaki artış,  fırtınaların oluşması ve şiddetlenmesi için daha fazla enerji sağlarken, özellikle kasırgalar bu artıştan etkileniyor.

İklim değişikliği ile kasırgaların yoğunlaşması arasındaki bağlantı, yüksek yağış veya yüksek gelgit gibi diğer faktörlerle birleştiğinde daha da net bir hal alıyor.

Yerleşik hava modellerinin değişmesiyle, fırtınaların davranışlarını ve yoğunlaşmalarını tahmin etmek daha da zorlaşıyor. Tarihsel verilerin artık güvenilir bir rehber olarak hizmet vermeyebileceği düşünülüyor.

Fotoğraf: Marco Ugarte / AP
‣ Otis Kasırgasından kurtulanlar harap olan Acapulco’da yakınlarını arıyor

Bizi neler bekliyor?

Önümüzdeki zorluklar korkutucu olsa da aşılamaz değil. Tahminlerin geliştirilmesi ve gelecekteki belirsizliklere daha iyi hazırlanılması için atılabilecek bazı adımlar var.

Bunlardan ilki, daha geniş bir faktör ve değişken yelpazesini entegre eden ve en kötü durum senaryolarını dikkate alan daha gelişmiş tahmin modellerinin geliştirilmesi. Yapay zeka ve makine öğrenimi araçları, geniş ve karmaşık veri kümelerinin daha verimli bir şekilde işlenmesine yardımcı olabilir.

Ancak bu ek verileri elde etmek için daha fazla hava durumu izleme istasyonuna, uydu teknolojisine, yapay zeka araçlarına ve atmosferik ve oşinografik araştırmalara yatırım yapılması gerekiyor.

Uzmanları ve modeller bile ani hava aşırılıklarını gözden kaçırabildiğinden, kamuoyunun hava tahminlerindeki sınırlamalar ve belirsizlikler konusunda da eğitilmesi gerekiyor.

Tahminler belirsiz görünse bile hazırlıklı olunması ve uyarılara proaktif bir şekilde yanıt verilmesinin teşvik edilmesi gerekiyor. Elbette hava olaylarının şiddetlenmesinin temel nedeni olan iklim değişikliğinin de hafifletilmesi gerekiyor.

Otis Kasırgası, hızlı iklim değişikliği ve giderek artan aşırı hava olayları karşısında mevcut tahmin araçlarının yetersizliklerini keskin ve ani bir şekilde hatırlattı. Hava tahmini alanında uyum ve yenilik ihtiyacı hiç bu kadar acil olmamıştı.

Bu duruma ayak uydurmak ve gezegenimizin ikliminin sürekli değişen dinamiklerine ayak uydurabilecek yeni bir tahmin çağını başlatmak gerekiyor zira dünyanın geleceği buna bağlı.

Avukatlardan ‘hayvanlar için adalet’ çağrısı

İçlerinde Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. Erinç Sağkan ve baro başkanları da olmak üzere Türkiye’nin farklı şehirlerinden 718 avukat, “Hayvanlar için adalet” metnine imza attı.

Metinde sokakta yaşayan hayvanlar ile ilgili ötenazi ve uyutma adı altında katliam ihtimalinin dahi tartışmaya açılmaya, Avrupa örneği verilerek hayvanları öldürmenin medeniyet kavramı ile denk gösterilmeye çalışıldığı söylenerek, ana akım medya tarafından toplama kamplarının doğal yaşam alanı, öldürmenin ötenazi ve uyutma olarak yumuşatılmaya çalışılmasına engel olunması gerektiği belirtildi.

Avukatlar imzaladıkları metin ile 2019’da Meclis’te grubu bulunan beş siyasi partinin de altına imza attığı Meclis Araştırma Komisyonu Raporunun sonuç kısmında yer alan “Şehirlerde popülasyon kontrolünü sağlamak amacıyla uygulanması önerilen tek yöntem kısırlaştırmadır” cümlesini hatırlatarak, yıllardır görevlerini yerine getirmeyen kurumlardan hesap sormak yerine; doğal yaşam alanı, uyutma adı altında hayvanların yaşam hakkını ve özgürlüklerini ellerinden alacak hiçbir düzenlemeyi ve talimatı kabul etmediklerini bildirdiler.

‘Hayvanlar için adalet’ bildiri metninin tamamı şöyle:

“Bugün sokakta yaşayan hayvanlar ile ilgili ötenazi ve uyutma adı altında katliam ihtimalinin dahi tartışmaya açılmaya, Avrupa örneği verilerek hayvanları öldürmenin medeniyet kavramı ile denk gösterilmeye çalışıldığını görmekteyiz. Yaşadığımız coğrafyanın tarihinden ve hayvan katliamlarına her daim karşı çıkmış insanların mücadelesinden, toplum vicdanının hayvanlara yaşatılan ve yaşatılmak istenen adaletsizliklere razı olmayacağını bilen hak savunucuları olarak; ana akım medya tarafından toplama kamplarının doğal yaşam alanı, öldürmenin ötenazi ve uyutma olarak yumuşatılmaya çalışılmasına engel olmamız ve Türkiye’deki ‘barınak’ gerçeğini anlatmamız gerektiği aşikârdır.

Her gün Türkiye’nin dört bir yanından hayvanlara karşı yeni katliam, tecavüz, eziyet haberleri paylaşılırken; işlenen suçların cezalandırılması için çaba gösteren avukatlar olarak faillerin takipsizlik ve beraat kararları ile ödüllendirilmesinin artık bir alışkanlık haline getirildiğini, çoğu dosyada etkin bir soruşturma yürütülmesi bir yana hiçbir işlem yapılmaksızın dosyaların kapatıldığını görmekteyiz. Basın mensupları da dahil olmak üzere sosyal medya ve ulusal medya aracılığıyla katliam çağrısı yapan kişilerin yargılanmadığı, faillerin ya göstermelik cezalar aldığı ya da cezasız bırakıldığı bu düzende hayvana yönelik şiddetin teşvik edildiğini görüyor ve bunun çoktan bilinçli bir politika haline getirilmiş olduğundan endişe ediyoruz. Hayvana yönelik şiddetin faili kurumlar olduğunda ise çoğu zaman soruşturmaların bile sürdürülmediğine, valiliklerce soruşturma izni verilmediğine, toplumda en infial yaratan vakaların söz konusu olduğu dosyaların dahi cezasızlıkla sonuçlandığına bizzat tanık oluyoruz.

Sayısız hayvanın öldüğü belgelerle, görüntülerle ve bilirkişi raporuyla ispatlanmış olan Elazığ barınak davasında sanıklar hakkında beraat kararı verilirken, tüm Türkiye’nin vicdanını yaralayan Konya’daki kürekle öldürme vakası ile ilgili olarak ise göstermelik, olayı kapatmaya ve yetkilileri aklamaya yönelik ceza dahi denilemeyecek bir ceza verilmiştir. Bilinmesi gerekir ki kanunen geçici bakımevi ve hayvan hastanesi görevi görmesi gereken ancak barınak denilerek toplama kamplarına dönüştürülen alanlara çoğu zaman gönüllüler alınmamakta, belli zamanlarda alınsalar da görüntü almalarına izin verilmemektedir. Bu hâlde yaşananların çok azına tanık olunabildiğinde dahi somut görüntülerin yer aldığı dosyaların neredeyse tamamında soruşturma izni verilmemekte, görüntülere rağmen yetkili makamlarca keşfe gidilerek delil toplanmamakta; dosyalarda takipsizlik, beraat kararları verilmektedir. Bu dosyaları takip eden ve duruşmalarda deyim yerindeyse neredeyse sanıkların sırtının sıvazlandığını gören avukatlar olarak, bunlar gibi birçok farklı dosyada yargılanan sanıkların da bu kararlardan haberdar olan tüm potansiyel faillerin de başka hayvanlara aynı dehşet verici eylemleri gerçekleştirirken bu gücü nereden aldıklarını iyi biliyoruz. Ana akım medya ile pompalanan nefret dilinin ve görevi hayvanları korumak olan kurumların eylemlerinin dahi cezasızlıkla sonuçlanmasının bunda en büyük etken olduğunun farkındayız.

Sokakta ve barınaklarda yaşanan, belediyeler eliyle sürdürülen eylemler ve bunların cezasız kalması; toplumdaki potansiyel faillerin hukukun korumasından en az yararlanan ve acıyı hissedebilen, yaşamak isteyen en kırılgan grup olan hayvanlara şiddet göstermesine, her gün yeni bir canice öldürülmüş hayvanın haberini almamıza sebep olmaktadır. Hukukun ne önleyici, ne de ıslah edici işlevi artık neredeyse kalmamış durumdadır, tam tersi hukuk ve mekanizmaları hayvana yönelik şiddeti adeta teşvik eden bir duruma gelmiş vaziyettedir. Barınak diye bilinen geçici bakımevlerinde yaşanan ve toplumdan gizlenmeye çalışılan olaylardan öğrenebildiğimiz kadarı dahi toplum vicdanını yaralamış ve adalet sistemi tarafından bunu telafi etmekten çok uzak, tam tersine şiddeti körükleyen cezaları içeren kararlar verilmiştir. Buna rağmen hâlen barınak kavramının övülmesini, hayvanların toplatılacağı yönünde talimatlarda bulunulmasını, yüzyıllar öncesinde dahi hayvanların katline izin vermeyerek ses çıkarmış, isyan etmiş, onları korumuş bir topluma karşı gerçeklerin saklanarak hayvanları öldürmenin medeniyetle eşdeğer olduğu yanılgısının yerleştirmeye çalışılmasını kabul etmiyoruz.

2019 yılında Meclis’te grubu bulunan beş siyasi partinin de altına imza attığı Meclis Araştırma Komisyonu Raporunun sonuç kısmını hatırlatıyoruz. ‘Şehirlerde popülasyon kontrolünü sağlamak amacıyla uygulanması önerilen tek yöntem kısırlaştırmadır.’ Yıllardır görevlerini yerine getirmeyen kurumlardan hesap sormak yerine; doğal yaşam alanı, uyutma adı altında hayvanların yaşam hakkını ve özgürlüklerini ellerinden alacak hiçbir düzenlemeyi ve talimatı kabul etmediğimizi bildiriyoruz.

Hayvanlar için adalet çağrısında bulunan avukatlar olarak taleplerimiz açıktır. Yürütme ve yasama organlarında görev alan herkes hayvanları düşmanlaştıran ve şiddeti teşvik eden söylemlerinden derhal vazgeçmelidir. Kolluk kuvvetleri, yargı mensupları, belediyeler, Tarım Orman Bakanlığı ve ilgili tüm kurumlar fazladan bir hassasiyet göstermelerine dahi gerek olmaksızın sadece kanundan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmeli ve hayvanların hak ve özgürlüklerini ihlal edecek, şiddetin artmasına sebebiyet verecek eylem ve kararlarından vazgeçmelidir. Yürürlükte olan ve yetersiz de olsa uygulanmaması çok daha büyük felaketlere yol açan Hayvanları Koruma Kanunu hayvanların aşılanıp, kısırlaştırılıp yerinde yaşatılmasını söyleyen 6. maddesi başta olmak üzere ilga edilmiş gibi davranılmamalı ve kanunun gerektirdiklerini yerine getirilmelidir. Ayrıca mevcut yasa hayvanların hak ve özgürlüklerini gerçekten koruyacak ve toplum vicdanını tatmin edecek bir hale getirilmeli, kanunun 6. maddesi dahil olmak üzere hayvanlar için kazanım teşkil eden maddelerin kesinlikle korunması ve bu maddelere ne mevzuat üzerinde ne de fiilen dokunulmaması, bunun yanında cezaların artırılması, sivil toplum kuruluşlarına ve barolara hayvanlarla ilgili davalara katılma yetkisi sağlanarak yaşanan sorunlara sebep olan maddelerin hayvanlar lehine değişmesi için derhal çalışmalara başlanmalıdır. Bulunduğumuz durum artık hayvanlar için dip noktadır, bu durumdan ne daha geri gitmeyi ne de yerimizde saymayı kabul etmiyoruz. Herkesi hem bizzat kendileri hem de yaşadıkları acılar görünmez kılınmaya çalışılan tüm hayvanlar için muhtaç olduğu adalete ve hukuka sahip çıkmaya çağırıyoruz.”

Ne olmuştu?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından köpeklerin yerinin sokaklar değil barınaklar olduğu söylenmiş, Konya ve Beykoz barınakları örnek olarak gösterilmişti. Daha sonra sık sık sokakta yaşayan hayvanlar için tıpkı Konya ve Beykoz’daki gibi normalde kanuna göre geçici bakımevi görevi görmesi gereken ancak toplama kamplarına dönüştürülen “doğal yaşam alanı” adı altındaki yerlerin tüm belediyeler tarafından inşa edilmesi gerektiğine dair söylemlerde bulunulmuştu. Konya Geçici Bakımevinde bir köpeğin başına kürekle vurularak öldürüldüğüne dair videonun yanı sıra Beykoz Geçici Bakımevinde ölen köpeklerin görüntülerinin medyaya yansımasına rağmen, seçimin ardından aynı söylemlere hayvanların toplanarak Avrupa’daki gibi öldürüleceği şeklinde geri dönülmesi üzerine Türkiye’nin farklı şehirlerinde ‘aşılat, kısırlaştır, yaşat‘ sesini yükselten eylemler düzenlenmeye başlandı.

ABD’de öğrencilerden fosil yakıtlara yatırım yapan üniversiteler hakkında suç duyurusu

ABD’deki altı üniversitenin öğrencileri, okullarının küresel ısınmaya neden fosil yakıtlara yatırım yaparak kamu yararına ilişkin bir yasayı ihlal ettiğini belirterek kurumlar hakkında suç duyurusunda bulundu.

Pennsylvania Üniversitesi, Chicago Üniversitesi, Tufts Üniversitesi, Pomona College, St Louis Washington Üniversitesi ve Pennsylvania Eyalet Üniversitesi‘nden kampüs organizatörleri, kendi eyaletlerinin başsavcılarına mektup yazarak yetkililerden üniversitelerinin yatırımlarını incelemelerini istedi. Her bir dilekçeye onlarca öğretim üyesi, üniversite çalışanı ve mezunların yanı sıra yerel, ulusal ve uluslararası iklim odaklı gruplardan destek imzaları geldi.

Öğrenciler, okulların kömür, petrol ve gaza yatırım yaparak, kar amacı gütmeyen kuruluşlar olarak kamu yararına öncelik verme yükümlülüklerini ihlal ettiklerini savunuyor.

The Guardian‘ın aktardığına göre Pennsylvania Üniversitesi öğrencileri başvurularında, şu ifadelere yer verdi:

Fosil yakıt şirketlerinin uzun zamandır iklim bilimini baltalamak ve iklim kriziyle nasıl başa çıkılacağı konusunda kamuoyundaki tartışmaları çarpıtmak için – Penn bilim insanları ve araştırmacılarını hedef alan çabaların da aralarında bulunduğu – bir kampanya yürüttüğü belgelerle kanıtlanmıştır. Endüstrinin yaydığı bilimsel yanlış bilgiler, sürdürülebilir bir gelecek için araştırma yapan ve çözümler tasarlayan Penn öğretim üyeleri ve öğrencilerinin çalışmalarını baltalıyor.”

Dosyalar, her bir okulun fosil yakıtlara onlarca hatta yüz milyonlarca dolar yatırdığını tahmin ediyor.

Üniversitelerin iklim krizini finanse etmeleri ‘kabul edilemez’

Tufts’ta lisans öğrencisi olan ve üniversitesine karşı yapılan şikayete öncülük eden Moli Ma “Eğer üniversiteler ‘Biz iklim lideriyiz, adaletten yanayız’ deyip diğer yandan iklim krizine finansal katkıda bulunuyorsa, bunu kabul edilemez buluyoruz. Burada bir uyumsuzluk var. Kendiyle çelişiyor” diye konuştu.

2020’de Boston College ile başlayarak ABD’nin dört bir yanındaki üniversitelerde bir düzineden fazla benzer girişimi meydana gelmişti. Başvurular, kar amacı gütmeyen bir çevre hukuku kuruluşu olan İklim Savunma Projesi‘nin yardımıyla yazıldı.

Eyalet yetkilileri yasal başvuruların hiçbirini onaylamadı, ancak Harvard, Cornell ve Stanford da dahil olmak üzere birkaç okul, kendilerine yönelik şikayetlerin yapılmasından kısa bir süre sonra fosil yakıtlardan vazgeçeceklerini açıkladı.

Fotoğraf: @fossilfreepenn / X

‘Hayırsever amaçlara aykırı’

Başvurulardan dördünde okulların, 49 eyalet tarafından kabul edilen ve kar amacı gütmeyen kurumların yatırımlarında “hayırsever amaçlarını” göz önünde bulundurmalarını ve bunu “ihtiyatlılık” ve “sadakatle” yapmalarını gerektiren bir yasa olan Kurumsal Fonların Tekdüzen İhtiyatlı Yönetimi Yasasını ihlal ettikleri iddia ediliyor.

Pennsylvania’da böyle bir yasa bulunmadığından, öğrencilerin Pennsylvania Üniversitesi ve Pennsylvania Eyalet Üniversitesi aleyhindeki yasal şikayetleri, eyalette geçerli olan benzer düzenlemelere dayanıyor.

Öğrenci organizatörleri, iklim krizinin gerek Kaliforniya’daki Pomona College’da daha sık ve şiddetli orman yangınlarıyla, gerekse Missouri‘deki St Louis Washington Üniversitesi’nde daha yıkıcı sıcak dalgalarıyla, her bir üniversitenin kendi eyaletinde hasara yol açtığını vurguladı. Şikayetlerde, bu felaketlerin genellikle gençlere, yoksul topluluklara ve beyaz olmayan insanlara orantısız bir şekilde zarar verdiği belirtildi.

Fosil yakıt stoklarına yatırım yapmanın sadece iklime zarar vermek ve insan sağlığını tehdit etmekle kalmadığı aynı zamanda finansal risk de yarattığı her bir şikayette yer alan diğer temel argümanlardan biri.

McKibben’dan destek: Gezegenin zamanı tükeniyor

Deneyimli çevre aktivisti ve yazar Bill McKibben, öğrencilerin çabalarını desteklediğini açıkladı.

McKibben, “Bu kurumlardan bazıları dünya standartlarında iklim bilimi üretti, hepsi büyük iklim tehditleriyle karşı karşıya olan yerlerde ve yine de insanların şimdiye kadar yaptığı en tehlikeli şeyden kar etmeye çalışıyorlar” dedi.

Yasal şikayetler olmasa bile daha fazla üniversitenin fosil yakıtlardan vazgeçmesini beklediğini söyleyen McKibben öğrencilerin eylemlerinin bu kurumları “acele ettirebileceğini” umduğunu da sözlerine ekledi. McKibben, “Gezegenin onların oyunları için zamanı tükeniyor” diye konuştu.

Mahkeme, AYM’nin hak ihlali kararına rağmen Atalay’ın dosyasını Yargıtay’a gönderdi

Anayasa Mahkemesi‘nin (AYM) Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Can Atalay‘ın haklarının ihlal edildiği ve tahliyesinin gerektiği yönündeki 25 Ekim tarihli kararına rağmen, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, kararı uygulamayarak dosyayı Yargıtay‘a gönderdi. Atalay karara ilişkin açıklamada bulunarak “Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmamasına ilişkin bir ‘irade’ var ise bu iradenin 13. Ağır Ceza Mahkemesi başkanına ait olamayacağı açık olduğundan hukuka bağlı olmayan Devlet hayalinin sahipleri kimlerdir?” dedi.

Mahkeme, Atalay’ın durumunu hükme bağlamadı. 25 Ekim’den bu yana beklettiği AYM kararını mahkeme başkanı imzalı yazıyla Yargıtay’a gönderdi. AYM kararının Atalay’ın tahliyesiyle ilgili olduğu, tahliye talebini reddeden Yargıtay’ın konuyu karara bağlaması gerektiği belirtildi. Kararda şu ifadelere yer verildi:

“Anayasa Mahkemesince verilen bireysel başvuruya konu ihlal kararı mahkememizin kararına ilişkin olmayıp, Yargıtay ilgili Ceza Dairesince verilen tahliye talebinin reddi kararına ilişkin olduğu, dosyanın ilgili Daire önünde bulunduğu sırada başvurucunun milletvekili seçildiği ve bireysel başvuruya konu ihlalin bu Dairenin kararından kaynaklandığı, ayrıca bireysel başvuru yapıldıktan sonra ilgili Ceza Dairesince dosyanın esastan incelendiği ve karara bağlandığı, bu sebeple oluşan yeni hukuki durum karşısında Yargıtay 3. Ceza Dairesince yeni bir değerlendirme yapılmasının zorunlu olduğu anlaşıldığından, dosya Cumhuriyet Başsavcılığınıza gönderilmiştir.”

‘Hukuka bağlı olmayan devlet hayalinin sahipleri kimlerdir?’

Can Atalay, karara ilişkin olarak sosyal medya hesabından açıklamada bulundu:

“25 Ekim günlü Anayasa Mahkemesi kararının yerine getirilmediği her bir dakikanın bu ülkede yaşayan herkesin hak ve özgürlüğünü korumakla yükümlü devletin niteliklerine zarar verdiği açıktır. Ancak ‘ikili devlet’ anlayışını kabul etmiyoruz. Buna alışmayacağız.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine neredeyse bir kılavuz açıklığında yazılan Anayasa Mahkemesi kararını, başka bir merciye ‘gereği için‘ göndermesinin açık hukuka aykırılığının HSK tarafından soruşturulmasını talep ediyorum.

Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmamasına ilişkin bir ‘irade’ var ise bu iradenin 13. Ağır Ceza Mahkemesi başkanına ait olamayacağı açık olduğundan hukuka bağlı olmayan Devlet hayalinin sahipleri kimlerdir?

Üyesi olduğum TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu‘nu yargı kararıyla oluşan hak ihlalinin giderilmesi için verilen karara uyulmayarak ihlalin devam ettirilmesinin araştırılması başlıklı gündemle toplantıya davet ediyorum.

TBMM’yi yargının yerine geçerek karar verenlerin kim olduğunu araştırmaya ve Anayasal düzeni askıya almaya teşebbüs edenleri tespit etmeye davet ediyorum.”

Ne olmuştu?

Gezi Parkı davasından bir yılı aşkın süredir tutuklu bulunan avukat Can Atalay,  14 Mayıs seçimlerinde  Hatay’dan TİP milletvekili seçilmişti. Avukatları, Atalay’ın mazbatasını alarak tutukluluğun bitmesi için başvuruda bulunmuş ama Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi bu talebi reddetmişti.

AYM, Atalay’ın bireysel başvurusunu önceki gün değerlendirmiş, ‘seçilme ve siyasi faaliyette bulunma’ hakkı ve ‘kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının’ ihlal edildiğine hükmetmişti. 50 bin lira manevi tazminat ödenmesine de hükmeden AYM, ihlalin ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına, yargılamada durma kararı verilmesine ve hükmün infazının durdurularak Atalay’ın tahliye edilmesine karar vermişti.

AYM, aynı gün İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdiği kararın yerine gelmemesi üzerine dün bir kez daha kararı yolladı. Ancak aradan altı gün geçmesine karşın henüz bir karar çıkmadı.

İzmir‘de bugün düzenlenen, “Adli Yargıda Bireysel Başvuru İhlal Kararları ve İhlalin Sonuçlarının Ortadan Kaldırılması Bölge Toplantısı”nın açılışında konuşan AYM BAşkanı Zühtü Arslan ise AYM’nin bireysel başvuru kararlarına uyulması konusunda mahkemelere ve kamu gücünü kullanan tüm organlara çağrı yaptı:

“Anayasa Mahkemesi’nden yeni bir ihlal kararı beklemeden kamu gücü kullanan organların burada belirlenen ilkeleri ve esasları dikkate alarak karar vermesi gerek.”

25 Ekim’de AYM’nin Atalay hakkında verdiği “hak ihlali” ve “derhal tahliye” kararının üzerinden bir hafta geçmesine rağmen kararı görüşmeyen ve Atalay’ı serbest bırakmayan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi‘nin önünde, oturma eylemi gerçekleştirilmişti.

Vekiller Erkan Baş, Ahmet Şık ve Sera Kadıgil, 13. Ağır Ceza Mahkemesi kaleminden bilgi almak için görüşme talebine ise özel güvenlikler, kapının önünde set oluşturarak engel olmuştu.

‘Buzullar geri dönülmez bir şekilde eriyor: Bu deliliği durdurmalıyız’

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Guterres, Himalayalar‘daki buzulların “rekor seviyede” eridiğine dikkat çekerek “Sıcaklık artışını 1,5 derecede sınırlandırmalıyız. Buzullar eriyor ve bunun geri dönüşü yok. Birleşmiş Milletler’in iklim planı doğrultusunda ilerlemeliyiz” dedi.

Sosyal medya platformu X üzerinden açıklama yapan Guterres, deniz seviyesindeki yükselmenin, sel ve heyelanların bölgeyi ve bölgede yaşayan insanları ciddi şekilde etkilediğini belirterek “Bu deliliği durdurmalıyız” dedi.

Everest Dağı‘na giden Guterres, bu dağın eteklerinden, iklim krizinin Himalayalar üzerindeki “korkunç etkisine bizzat şahit olduğunu” belirtti.

Guterres, 1 Ocak 2017’de göreve gelmesinden bu yana ilk kez Nepal’i ziyaret etti.

Nepal’de buzulların üçte biri 30 yılda kaybedildi

Nepal Başbakanı Pushpa Kamal Dahal ile yaptığı ortak basın toplantısında Nepal’in “otuz yılı aşkın bir sürede buzullarının üçte birine yakınını” kaybettiğini ve buzulların “rekor hızda” eridiğini söyleyen Guterres, iklim değişikliğinin toplumlar üzerindeki etkisi yıkıcı olduğunu ve “iklim krizinin buzullar üzerindeki korkunç etkisini bizzat görmek için” Himalayalar’ı ziyaret edeceğini söylemişti.

Çok daha fazla uluslararası eyleme ihtiyaç olduğunu söyleyen Guterres, “gelişmiş ülkeler sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek için adım atmalı ve Nepal dahil gelişmekte olan ekonomilerin iklim kriziyle mücadele etmelerine yardımcı olmalı” çağrısında bulundu.

Fotoğraf: Monika Deupala / Reuters

Dünyada her beş kişiden biri buzullara ihtiyaç duyuyor

Buzullar, dünyada milyonlarca insana içme suyu sağlıyor ve çiftçilik faaliyeleri yürütmelerini mümkün kılıyor. Bu nedenle buzulların ne hızda değiştiğinin takibi önem taşıyor.

Dünyanın birçok yerindeki buzullar, kritik su rezervuarı işlevi görüyor. Dünya nüfusunun yüzde 20’sinden fazlasının yazın buzullardan eriyerek akan sulara bir şekilde bağımlı olduğu düşünülüyor.

Buzullardaki erimenin etkileri, orman yangınlarına kadar uzanıyor
Rapor: Himalaya buzulları 2100’e kadar yüzde 75’ini kaybedebilir
İklim krizi: Buzullar on yılda üç milyar ton kütle kaybına uğradı
Himalaya buzulları eridikçe Güney Asya’daki su krizi derinleşiyor

Konya’daki av ihalesine karşı açılan davada yürütmeyi durdurma kararı

Vegan Derneği Türkiye’nin açtığı, Konya’da beş yaban keçisi ile bir Anadolu yaban koyununun avlanmasına neden olacak ihalenin yürütmesinin durdurulması ve iptali davasında mahkeme, hayvanlardan yana karar aldı.

Tarım ve Orman Bakanlığına karşı açılan davada, mahkeme bakanlığın savunmasını sunmadan önce, yapılacak avın geri dönüşü olmayan sonuçlar yaratacak olması nedeniyle yürütmenin durdurulması yönünde karar verildi.

Vegan Derneği Türkiye’nin sosyal medya hesabından yapılan açıklamada karara ilişkin şu değerlendirmelere yer verildi:

“‘Av’ın geri dönüşü olmayan bir sonuç yaratacak olması sebebiyle alınan bu karar sayesinde dava süreci sonuçlanana kadar 5 yaban keçisinin ve 1 Anadolu yaban koyununun avlanmalarına izin verilmeyecek. Açılan diğer davaların mahkemelerinden de yürütmenin durdurulması kararını bir an önce almasını ve daha önemlisi, hepsinde nihai olarak ihalelerin iptal edilmesini bekliyoruz.”

Bir av ihalesi iptali de Erzincan İdare Mahkemesi’nden
Bakanlıktan ‘av turizmi’ için yaban hayvanlarına fiyat etiketi
‘İhaleye’ çıkıldı: 15 Kentte 159 yaban keçisi ve yaban koyunu katledilecek

av ihalesi,

Nesli tükenme tehlikesi altında

Öte yandan Anadolu yaban koyununun nesli tükenme tehlikesi altında. Ancak o da av turizminden kaçamamış hayvanlardan biri.

4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’nda nesli tükenme tehlikesi olan türlere ilişkin tedbirlerde de yetkili kurum olarak av turizmi talimatını hazırlayan Bakanlık gösteriliyor:

“Nesli tehlike altında olan, nadir, hassas ve benzeri statülerde yer alan türler ile endemik ve göçmen türlerin korunması amacıyla gerekli koruma tedbirlerini almaya, bu türler için bu Kanunda adı geçen koruma alanlarını oluşturmaya ve bu alanları ekolojik ihtiyaçlarına göre yönetmeye, doğal türlerin azalması veya nesillerinin tehlike altına girmesi durumunda yeniden yerleştirme çalışmalarının ekolojik prensiplere göre yapılmasını sağlamaya, av yasağına ilişkin esas ve usulleri tespit etmeye, avcılığın denetlenmesi ve izlenmesi çalışmalarını yapmaya ve uygulamada gerekli tedbirleri almaya Bakanlık yetkilidir.”

‣ Afyon’da kızıl geyiklerin avlanma ihalesine iptal
‣ Yaban hayvanlarına adeta fiyat etiketi takılmıştı: Av turizminin iptali için dava açıldı
‣ Konya ve Karaman’da av ihalesine karşı açılan davada yürütmenin durdurulması kararı verildi
‣ 70 yaban keçisinin avına izin veren bakanlık ihalesinin iptali için dava açıldı
‣ CHP ve İYİ Parti il teşkilatları av ihalesine karşı dava açtı: İki yaban keçisi kurtuldu
‣ Urfa’da ceylan avı ihalesine dava

Ne olmuştu?

Vegan Derneği Türkiye, av ihalelerine karşı daha önce de dava açmış, bu davalar sonucunda da birçok hayvan av olmaktan kurtulmuştu. 

Dernek tarafından Tarım ve Orman Bakanlığı’na açılan üç davadan birinde ilk kez 17 Ocak 2022 tarihine duruşma kararı verilmişti.

Bakanlığın gönderdiği belgeleri ve dayanakları eksik ve çelişkili bulan Konya 1. İdare Mahkemesi, Konya ve Karaman‘da öldürülmesi planlanan, yalnızca Türkiye’de görülen, nesli tükenen ve koruma altındaki Anadolu yaban koyunlarının ve yine nesli tükenme tehlikesi altında olan koruma altındaki yaban keçilerinin lehine karar almış ve davada verilen ara kararda yürütmenin durdurulmasına hükmetmişti.

Mahkeme, 24 Kasım 2021’de açılan davada ikinci ara kararında da yürütmeyi durdurma kararının devamına karar vermişti.

 

Can Atalay’ı AYM kararına rağmen serbest bırakmayan mahkeme önündeki nöbete engelleme

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında verdiği “hak ihlali” ve “derhal tahliye” kararının üzerinden altı gün geçmesine rağmen hala kararı görüşmeyen ve Atalay’ı serbest bırakmayan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi‘nin önünde, oturma eylemi sürüyor.

Avukat Can Atalay’ın meslektaşları ve arkadaşlarının altı gündür Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’ndeki Themis Heykeli önündeki nöbete, bugün TİP Genel Başkanı Erkan Baş ile milletvekilleri Ahmet Şık ve Sera Kadıgil de katıldı.

Burada konuşan Erkan Baş, “Mahkemenin bu tutumu hukuk açısından zaten tanımlanamaz ama bizim açımızdan da anlaşılamaz bir durumla karşı karşıyayız. Avukat arkadaşlarımız günlerdir mahkemenin kararını vermesini bekliyorlar. Bu hukuksuzluğun bir an önce sona ermesi, Can Atalay hakkında derhal tahliye kararı verilmesi ve Can’ın yemin ederek görevine başlanmasının sağlanması gerekiyor. Karar verilene kadar burada beklemeye devam edeceğiz” dedi.

Karar alındı, açıklanmıyor, özel güvenlik duvar örüyor

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi heyetinin Can Atalay dosyasını görüştüğü belirtiliyor. Ancak karar bir türlü açıklanmıyor. Heyet ise beş gün sürecek olan 17-25 Aralık operasyonlarını yapan polis şeflerinin davasını görmeye başladı.

TİP'li vekillere özel güvenlikten engelleme
Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel.

Vekiller Erkan Baş, Ahmet Şık ve Sera Kadıgil, 13. Ağır Ceza Mahkemesi kaleminden bilgi almak için görüşme talebine ise özel güvenlikler, kapının önünde set oluşturarak engel oldu.

13’üncü Ağır Ceza Kalemi’nin odasının bulunduğu alanda özel güvenlik görevlilerinin sayısı arttırılırken çevik kuvvet ve özel tim polisleri getirildi.

Sera Kadıgil, “Acil çağrıdır” diyerek yaptığı paylaşımda, kararın bir an önce açıklanması ve Atalay’ın serbest bırakılması için destek vermek üzere İstanbul’da bulunan milletvekillerini ve avukatları adliyeye çağırdı.

Ne olmuştu?

Gezi Parkı davasından bir yılı aşkın süredir tutuklu bulunan avukat Can Atalay,  14 Mayıs seçimlerinde  Hatay’dan TİP milletvekili seçilmişti. Avukatları, Atalay’ın mazbatasını alarak tutukluluğun bitmesi için başvuruda bulunmuş ama Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi bu talebi reddetmişti.

AYM, Atalay’ın bireysel başvurusunu önceki gün değerlendirmiş, ‘seçilme ve siyasi faaliyette bulunma’ hakkı ve ‘kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının’ ihlal edildiğine hükmetmişti. 50 bin lira manevi tazminat ödenmesine de hükmeden AYM, ihlalin ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına, yargılamada durma kararı verilmesine ve hükmün infazının durdurularak Atalay’ın tahliye edilmesine karar vermişti.

AYM, aynı gün İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdiği kararın yerine gelmemesi üzerine dün bir kez daha kararı yolladı. Ancak aradan altı gün geçmesine karşın henüz bir karar çıkmadı.

İzmir‘de bugün düzenlenen, “Adli Yargıda Bireysel Başvuru İhlal Kararları ve İhlalin Sonuçlarının Ortadan Kaldırılması Bölge Toplantısı”nın açılışında konuşan AYM BAşkanı Zühtü Arslan ise AYM’nin bireysel başvuru kararlarına uyulması konusunda mahkemelere ve kamu gücünü kullanan tüm organlara çağrı yaptı:

“Anayasa Mahkemesi’nden yeni bir ihlal kararı beklemeden kamu gücü kullanan organların burada belirlenen ilkeleri ve esasları dikkate alarak karar vermesi gereki.”

Rus heyeti Antarktika’da koruma alanı oluşturulmasını engelledi

Antarktika deniz çevresi hakkında düzenlenen büyük bir uluslararası konferansta, güney kıtasının rekor seviyede düşük deniz buzu seviyeleri, azalan yaban hayatı sayıları ve ilk kuş gribi vakaları gibi bir dizi krizle karşı karşıya olduğuna dair kanıtlara rağmen yeni koruma alanları üzerinde anlaşmaya varılamadı.

Avustralya’nın Tazmanya eyaletinde gerçekleşen Antarktika Deniz Yaşam Kaynaklarını Koruma Komisyonu (CCAMLR) toplantısında tartışmaları defalarca durduran Rus delegasyonunun muhalefeti nedeniyle yaklaşık 4 milyon kilometrekare deniz koruma alanı oluşturulmasına yönelik uzun süredir devam eden teklifler üzerinde fikir birliği sağlanamadı.

Batı Antarktika yarımadası, Weddell Denizi ve Doğu Antarktika‘daki koruma alanlarına ilişkin önerilerin tartışılması gelecek yıla ertelendi.

‣ Siyasi kaos ortamında Antarktika’nın geleceğinin tartışıldığı toplantı: Rusya, önlemleri reddedebilir

İki hafta süren toplantı hayal kırıklığı yarattı

The Guardian’ın aktardığına göre gözlemciler, 26 ulusal hükümet ve Avrupa Birliği‘nin (AB) iki hafta süren toplantısında, koruma alanlarının penguenler, diş balıkları, foklar ve balinalar için kritik beslenme ve üreme alanlarını korumak ve 2030 yılına kadar okyanusların yüzde 30’unun korunmasına yönelik küresel olarak kabul edilen hedefe ulaşmak için gerekli olduğuna dair bilimsel kanıtlar sunulduğunu söyledi.

WWF Antarktika koruma müdürü Emily Grilly, on yıldan fazla süren tartışmaların ve Antarktika’da benzeri görülmemiş bir değişimin yaşandığı bir yılın ardından önemli bir ilerleme kaydedilmemiş olmasının “son derece hayal kırıklığı yarattığını” ifade etti. Grilly, şunları ekledi:

Deniz buzunun rekor düzeyde azalması ve imparator penguenlerin üremesindeki feci başarısızlık, ülkelerin bir araya gelmeleri, korumaya öncelik vermeleri ve avlanmanın yasak olduğu önemli alanlar oluşturma taahhütlerini yerine getirmeleri için bir alarm zili olmalıydı.”

Uluslararası bir anlaşma kapsamında kurulan CCAMLR, 1982’den beri Avustralya’nın Tazmanya eyaletinde toplanıyor. 2016 yılında Ross Denizi‘nde dünyanın en büyük deniz parkının oluşturulmasına yönelik çığır açan bir anlaşma Komisyonun en önemli başarılarından biriydi.

‣ Hükümetler okyanusları deniz kirliliğinden koruma taahhütlerini yerine getirmiyor

Büyükelçiden komisyona çağrı

Bu yılki konferansın açılış konuşmasında ABD‘nin Avustralya Büyükelçisi Caroline Kennedy, Antarktika yarımadasındaki önemli buz erimesi, kıtayı çevreleyen deniz buzu miktarında benzeri görülmemiş bir düşüş ve Antarktika kürklü fok popülasyonundaki çöküşün ardından komisyonu “küresel eylem talebini karşılamaya” çağırdı.

Kennedy, Güney Okyanusu krilinin dünya gıda güvenliği için önemi konusunda artan bir farkındalık olduğunu söyledi ve son 15 yılda kril avcılığındaki dört kat artışla ilgili endişelerin altını çizdi. Besin açısından zengin olan krile olan talep, protein kaynağı ve balık çiftliklerinde yem olarak kullanılmak üzere arttı. Kril ayrıca Antarktika’daki hemen her hayvan türünün diyetinde doğrudan ya da dolaylı olarak yer alıyor.

“Antarktika krilinin dünyadaki yaşam için kritik öneme sahip olduğunun ve sürdürülebilir yönetimi için standartlar belirlemenin en büyük sorumluluklarınızdan biri olduğunun” altını çizen Kennedy’nin konuşmasını ve önemli bilimsel raporlarla ilgili brifingleri vize ile ilgili gecikmeler nedeniyle kaçıran Rus delegasyonu ise çevrenin korunmasını artırmaya yönelik önerilere karşı çıktı.

Antarktika, buzul erimesi
Fotoğraf: Reuters
‣ Deniz Koruma Alanları Kılavuzu, Science Dergisi’nde yayınlandı

Denizlerin korunmasında ‘bir adım ileri, iki adım geri’

Komisyonun bilimsel komitesi temmuz ayında Batı Antarktika yarımadasında bir deniz koruma alanı oluşturulması ve kril balıkçılığına ekosistem temelli bir yaklaşım uygulanması konularına odaklanan bir sempozyum düzenlenmesini kabul etti.

Antarktika ve Güney Okyanusu Koalisyonu icra direktörü Claire Christian, önemli koruma tedbirlerinin geri alınmamasının bir teselli olduğunu belirterek “Antarktika denizlerinin korunması konusunda bir adım ileri iki adım geri gidiyoruz gibi geliyor” dedi.

Pew Charitable Trusts‘tan Andrea Kavanagh, deniz koruma alanlarının iklim krizini durdurmayacağını, ancak Güney Okyanusu ekosistemini daha dirençli hale getirmeye yardımcı olacağını belirtti.

Kavanagh, bilim insanlarının 2022 üreme sezonunda deniz buzunun erken erimesi nedeniyle 9 bin imparator penguen yavrusunun ölmüş olabileceğini tahmin ettiğinin ve bunun gibi iki yılın daha geçmesi halinde türün soyunun tükenebileceğinin altını çiziyor.

‣ İklim krizi: Antarktika’da buz kırıldı, binlerce yavru penguen öldü
‣ Doğu Antarktika’daki penguenlerin nüfusu son on yılda yüzde 43 azaldı