Ana Sayfa Blog Sayfa 174

Caretta carettalara, endemik türlere, zeytinliklere imar tehdidi: Patara’da keşif var

ANTALYA – Kaş’taki, Patara Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇKB) tüm itirazlara rağmen imar ve yapılaşma planlarıyla tehdit ediliyor. Caretta carettaların birinci derece yumurtlama alanı olan Patara’nın ne SİT olması ne de Özel Çevre Koruma Bölgesi olması ne de endemik türlere sahip olması imar taleplerinin son bulmasını sağlayabildi. Patara’da 15 Mart Cuma günü yeniden keşif yapılacak.

Yurttaşların yapılaşma taleplerine karşı açtıkları dava kapsamında mahkeme tarafından atanan bilirkişi heyeti Patara‘ya cuma günü gelecek. Yurttaşlar bu keşif öncesi bilirkişi heyetine, daha önce de bölgenin aleyhine karar verdikleri gerekçesiyle itiraz etti ancak heyet değiştirilmedi, yalnızca gelen heyete yeni isimler dahil edildi.

Bu alanların tamamı zeytinlik’

Patara, birinci harita

Kaş Çevre ve Kültür Derneği’nden Ahmet Murat Akoy, “2008’de raporlamalara rağmen, buraya diğer profesörlerin onay vermesi üzerinde, düşük yoğunluklu imar izni veriliyor. Şimdi görüyoruz ki [Patara, birinci harita kırmızıyla çizilmiş alanda] düşük yoğunluklu falan değil, açılmış olan alan, yer, gök binayla/yazlıkla dolmuş durumda. Altındaki yeşil alanlarda sızmalar görüyoruz zaten. O alanın tamamı için de aynı şekilde karma konut, ticari alanı planlaması yapılmış. Bu alanların tamamı zeytinlik aslında. Bu alanlarda burası yapıldığı zaman daha da ciddi kooperatif alanları göreceğiz. Türkiye Barselona Anlaşması’na imza atmış durumda ve Bern Sözleşmeleri‘ne de taraf. O da diyor ki; caretta carettalar için ‘insan faaliyetlerini azaltın’. Şimdi bu tavsiyelerin tam aksi şekilde bir iş yapılıyor.”

İmar değişikliğine bakanlık onay verdi

Patara özel çevre koruma bölgesi için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nca 12 Mayıs 2023’te “1/25.000 ölçekli Nazım İmar Planı Değişikliği’ne onay vermişti. 

Ancak Likya Uygarlığı’na başkentlik yapmış olan Patara, barındırdığı tarihi, kültürel ve doğal değerler sebebiyle önce Arkeolojik ve Doğal Sit olarak tanımlanmış, sonra da 1990 yılında Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilmişti.

Bakanlığın verdiği imar kararı ise Doğal Hayatı Koruma Vakfı, Kaş Çevre ve Kültür Derneği, TMMOB Mimarlar Odası Antalya Şubesi, TMMOB Peyzaj Mimarları Odası tarafından dava edilmişti.

patara özel çevre koruma bölgesi
Haritada turkuaz ile işaretlenmiş alan ÖÇKB alanını gösteriyor. Kaynak: SAYS

Bilirkişi heyetine itiraz edildi ancak…

Dava kapsamında atanan bilirkişi keşfine ilişkin Yeşil Gazete‘ye konuşan Ahmet Murat Akoy, “İtiraz ettik, iptal etmediler bilirkişi heyetini. Ama yanına başka bir bilirkişi heyeti daha koyarak Patara’ya gönderdi mahkeme heyeti” dedi. Kaş Çevre ve Kültür Derneği‘nden konuya ilişkin yapılan açıklamada ise şunlara yer verildi:

“Patara için ataması yapılan bilirkişi heyeti içinde, iki ay önce Kaş’ın en değerli alanlarından biri olan, Doğal Sit ve Kaş Kekova Özel Çevre Koruma Alanı içinde bulunan, Arkeolojik ve Tarihi Sit ile çevrili zeytinlik arazilerden oluşan Limanağzı bölgesini yapılaşmaya açan plan için olumlu raporlama yazan aynı heyetin de görevlendirildiğini görüyoruz.

2015’ten günümüze Limanağzı bölgesi önce Turizm Alanı ve daha sonra Ekoturizm Alanı olarak üç defa imara açılmak istenmiş, ODTÜ, Dokuz Eylül ve Akdeniz Üniversitelerinden atanan bilirkişilerce hazırlanmış üç rapora istinaden bu planlar iptal edilmişti. Dördüncü defa atanan heyetin ilk üç heyetten farklı görüş bildirmesine anlam veremediğimizi ve bu durumun takipçisi olacağımızı kamuoyuna duyuruyoruz.”

Aşağıdaki uydu haritasında legalleştirilmeye çalışılan kooperatif yapıları ve etrafındaki zeytinlik, zeytinli tarla ve orman niteliğindeki alanların üzerindeki kaçak yapılaşmalar (kırmızı daire içine alınmış) net bir şekilde görülmektedir.
Uydu haritasında kooperatif yapılar ve etrafındaki zeytinlik, zeytinli tarla ve orman niteliğindeki alanların üzerindeki kaçak yapılaşmalar (kırmızı daire içine alınmış) görülmektedir. – Kaynak: Dava dosyası

İmar planı neyi tehdit ediyor?

Türkiye’de Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı, 19 Ekim 1989’da yayınlanan kanun hükmünde kararname ile kuruldu.

Ülkede şu anda Patara da dahil, Belek, Foça, Datça-Bozburun, Fethiye-Göcek, Gökova, Göksu Deltası, Gölbaşı, Ihlara, Kaş-Kekova, Köyceğiz-Dalyan, Pamukkale, Tuz Gölü, Uzungöl, Saros Körfezi, Finike, Salda Gölü, Karaburun-Ildır, Marmara Denizi ve Adalar olmak üzere 19 özel çevre koruma bölgesi bulunuyor.

Patara’yla tehdit edilen bölge ise hem caretta carettaların birincil dereceden yuvalama ve yumurtlama alanı, hem de çeşitli endemik türlere ev sahipliği yapıyor. Aynı zamanda tehlike altındaki Akdeniz foku için önemli yaşam alanlarından biri.

Ayrıca nesli bölgesel ölçekte tehlike altında olan mavi kelebek ve sarı lekeli zıp zıp ile küresel ölçekte tehlike altında olan Onychogomphus assimilis isimli kızböceği de buralarda yaşıyor.

Patara aynı zamanda dünyada sadece burada yaşayan bir çiğdem türü olan Crocus mathewii ile adını bölgeden alan endemik Likya orkidesineve bir tür andızotu olan Inula sechmenii gibi bitki türlerine ev sahipliği yapıyor. Bu liste uzayıp gidiyor.

Bu alandaki biyoçeşitliliğin korunması için Türkiye, Birleşmiş Milletler Çevre Programı kapsamında, Akdeniz Özel Koruma Alanları ve Biolojik Çeşitliliğe ilişkin Barselona Sözleşmesi‘ne imza atan 21 Akdeniz ülkesi arasında bulunuyor.

Ayrıca Türkiye, deniz kaplumbağalarının korunması için Avrupa Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarının Korunması (BERN) sözleşmesine de taraf. 

Patara’da seçim öncesinde ‘rantsal’ öngörüler

Daha önce belediyenin satışa çıkardığı dört adadaki dört parsele ilişkin de konuşan Akoy, “O zaman ihaleye kimse katılmadı ama bir ay bekleyip seçim öncesinde yeniden bir ihaleye çıktılar. Bu defa dört değil de, iki parselin ihalesine çıktılar. 28 milyon 700 bin liradan gerçekleştirdiler. Şimdi burada şöyle bir soru işareti oluşuyor; imarı geçecek bir alanı, eğer siz imarın geçeceğine inanıyorsanız satmazsınız. İmar geçtikten sonra daha değerli olacaktır çünkü orası. O nedenle tutarsınız imarı geçtikten sonra daha değerinde satarsınız. Burada öncesinde bir satış var” dedi ve bunun olası nedenlerini ise şöyle sıraladı:

  1. “Seçime gidiliyor, yarım kalan projelere bir kaynak akıtılabilir, onlar tamamlanabilir. Bir seçim yatırımı olarak kullanılabilir
  2. Burada bir rant paylaşımı olabilir. İmar geçmeden önce satarsınız, imar geçtikten sonra kişi bir rant elde edebilir, o rantı da paylaşırsınız. Bunlar öngörüler sadece.”

Legalleştirilmeye çalışılan alanın etrafında bilirkişi raporlarında kendilerine anlatılan şeylerin gerçekleştiğini gördüklerini dile getiren Akoy, “Bilirkişi raporunda diyor ki; bu tarz yerlerinde, sit alanların/korunmuş alanların içerisinde bir yapılaşma açar, bir imar verirseniz onların etrafında zaman içerisinde SİT alanını deforme edici yapılaşmalar meydana gelir. Burada da onları görüyoruz. Bunlar, kooperatiflerin hemen yanına eklemlenmiş kaçaklar, en alt kısımda da yukarı doğru çıkan bir yol görüyoruz, bu yol genişletiliyor. Bu yolun genişletilmesi durumunda da sit üzerinde bir baskıya neden olur zaman içerisinde” ifadelerini kullandı.

Patara

‘Kamu yararına ve vicdanına aykırı’

Dava dosyasında yer alan ve ayrıca Kaş Çevre ve Kültür Derneği tarafından yinelenen talepler ise şöyle:

  • “Planda ikinci konut alanına dönüştürülecek Patara Antik Kenti’nin Nekropol alanları (Gelemiş Mahallesi III. Derece Arkeolojik Sit Alanı) 1. ve 2. Derece Arkeolojik Sit Alanı ilan edilmelidir.
  • Koruma Kurulu Üyeleri Prof. Dr. Orhan Kuntay ve Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu’nun ‘Muhalefet Şerhi’ bulunuyor. Bu şerhte; ‘…Patara’nın bu bölgesinin de hassas bir Sit olduğu ve korumanın önem taşıdığı, birinci veya ikinci derece Arkeolojik Doğal Sit ilan edilmesi gerektiğini…’ vurgulanıyor.
  • Kaçak yapılaşmalar tasfiye edilmeli, yedi yıl süren bir çalışmanın sonucu olarak ortaya çıkarılan Gelemiş Koruma Amaçlı İmar Planı uygulanmalı. Üç farklı koruma statüsü olan bu özel ekosistem üzerinde yükselen villaları yasallaştıracak ve bir o kadarının daha inşa edilmesine sebep olacak bu planlama yanlışından kesinlikle vazgeçilmeli.
  • Yıllarca dava konusu olan, mevzuata aykırı ve yıkım kararı bulunan kooperatif villalarının, ‘hakkaniyet’ ilkesine aykırı olarak ödüllendirir gibi ‘Ticaret-Turizm- Konut Karma Kullanım Alanı’ (TTKKKA) olarak planlanmış olması, bilimsel ve çağdaş planlama anlayışına, Şehircilik İlkeleri ve Planlama Esasları ile birlikte, kamu yararı ve vicdanına aykırı.
  • Patara ÖÇKB 1/25000 Nazım İmar Planı Notları Hedefler bölümünde, ‘Bölgedeki çevresel değerleri korumak, bu kapsamda orman alanlarını, yeraltı su kaynaklarını, su yüzeylerini, sazlık ve bataklık alanları, sulak alanları, tarım alanlarını, flora ve faunayı korumak’ yazıyor.
  • Plan hedefleri ile örtüşmeyen, korumaya değil daha fazla yapılaşmaya yönelik, çevresel sorunları arttıracak şekilde planlanan alanlar, ‘ekolojik etkilenme bölgesi’dir. Bu alanların ikinci konut /villa yapımına dönük planlanması, biyolojik, ekolojik, tarihi ve tarımsal değerlerin üzerinde baskı yaratacak, eşsiz ekosistemin geri dönüşü olamayacak şekilde beton altına alınıp tahrip edilmesine neden olacak. Bu durum Bern Sözleşmesi Tavsiye Kararlarını ihlal ediyor, Barcelona Sözleşmesi protokollerine aykırı hareket edilmekte ve Türkiye Cumhuriyeti’nin, Patara’nın Dünya Mirası Listesi’ne alınması yönündeki çabalarına zıtlık teşkil ediyor.
  • Acilen Patara ÖÇKB için hazırlanmış ve kapsamlı bir bilimsel çalışma olan ‘Yönetim Planı’ önerileri hayata geçirilmeli. 30 yıl önce yapılmış Yönetim Planı’nın hızla güncellenmesi, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporunun hazırlanması ve Patara’nın taşıma kapasitesi hesaplanması gerekiyor. Bu alanlar, NİP Değişikliğine konu edilmemeli, bilimsel amaçlı çalışma/çalışmalar için ayrılmalı.
  • Kültür ve doğa miraslarımızın yalnızca bir tür ‘turizm çeşnisi’ olarak görülmesinin ve ekonomik kazanımın payandası yapılmasının olumsuz sonuçlarını ve tahribatını Kaş’ın eşsiz coğrafyasının her yerinde görüyor, yaşıyoruz. İkinci konut/villa üretmeyi hedefleyen mevcut planın iptal edilerek Patara’nın ‘Özel Çevre’ ve SİT ilan edilme sebepleri olan ekolojik, biyolojik, doğal, tarihsel, arkeolojik, kültürel ve tarımsal değerlerini ve nesli tükenme tehlikesi altında olan Caretta Carettaları güvence altına alan, koruma amaçlı planlama yapılmasını önemle arz ediyoruz.”

Ne olmuştu?

Likya Uygarlığı‘nın başkenti Patara, barındırdığı tarihi, kültürel ve doğal değerler sebebiyle Arkeolojik ve Doğal Sit olarak tanımlanmış, 1990 yılında da Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilmişti.

Kazı çalışmaları sırasında Nekropol Alanı olduğu anlaşılan araziler korunması gerekirken 2008’de düşük yoğunluklu yapı izni verilmesiyle Patara ikinci konut/villaların inşaat alanına dönüştü.

2023’te 800’ün üzerinde ikinci konut inşaatıyla Antik Kent Alanının içinde tarihin üzeri betonla örtüldü.

Kaş, Patara 1/25.000’lik Özel Çevre Koruma Bölgesi Planı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nca 18 Mart 2022 tarihinde askıya çıkarılmıştı.

Askı sırasında yapılan itirazlar ile 25 Ocak 2023’te tekrar askıya çıkarılmış ve bu plana da yapılan itirazlar sonucu en son 12 Mayıs 2023’te verilen onayla yeniden 5 Haziran 2023 tarihinde askıya çıkarılmıştı.

Karar Doğal Hayatı Koruma Vakfı, Kaş Çevre ve Kültür Derneği, TMMOB Mimarlar Odası Antalya Şubesi, TMMOB Peyzaj Mimarları Odası tarafından dava edilmişti.

Patara’da arazi satışı: ÖÇKB de tanınmadı caretta carettalar da

Ocak’ta Avrupa’ya ihraç edilen 52 gıda ürününden 37’si geri döndü

Avrupa Birliği (AB), gıda ve yem güvenliğini sağlamak amacıyla 1979 yılında hayata geçirdiği ve tüketicilere 2014 yılında açtığı “Gıda ve Yem için Hızlı Uyarı Sistemi” (RASFF) verilerine göre, Ocak ayında Türkiye’den ihraç edilen 52 gıda ürününün 37’si, Avrupa’ya alınmadı.

9. Köy’den Burak Altınok’un aktardığına göre kuruyemişten baharata, sebzeden şekerlemeye kadar 8 farklı kategoride bildirim alan ürünlerin 37’si sınırda reddedilirken, 15’i ülkelere giriş sağlayabildi.

gıda ürünü

Sınırda reddedilen ürünlerin akıbeti ise bilinmiyor. Geri çevrilen ürünlerin ne olduğu konusunda da bilgi verilmedi. Özellikle kuru incir ve Antep fıstığı gibi ürünler, yapılan bildirimlerde en çok karşılaşılan gıdalar arasında yer aldı. Ayrıca gıdayla doğrudan temas eden malzemelerde de yasaklı madde bildirimleri dikkat çekti.

Bulgaristan ve İtalya 12, Fransa 11, Almanya üç, Slovenya, Yunanistan ve İspanya iki, Danimarka, Hırvatistan, Hollanda, Belçika, Kıbrıs, Polonya ve Romanya ise birer bildirimde bulundu.

Tarımda kadın istihdamı son 10 yılda 614 bin kişi azaldı
[Her şey mevsiminde güzel] Mart ayında hangi sebze ve meyveler tüketilmeli?
AB, pestisit azaltma planını iptal ediyor

Testler sonucu, ürünlerde aflatoksin B1, klorpirifos-metil gibi pestisit kalıntıları ve sildenafil gibi bileşimlerin yanı sıra birçok zararlı madde bulunduğu görüldü.

gıda ürünü ihraç

Beslenme uzmanı Ersin Özdemir, tespit edilen maddelerin insan sağlığına ciddi zararlar verebileceğini belirterek, bu durumun hem bireysel sağlık için tehlike arz ettiğini hem de Türkiye’nin uluslararası imajını olumsuz etkilediğini vurguladı. Özdemir, zararlı maddeler ve etkileri üzerine değerlendirmelerde bulunarak, bu tür maddelerin kullanımının sıkı denetlenmesi gerektiğini ifade etti.

Özdemir, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Listede çok fazla madde var. Bu kadar bildirim almak ve izin verilen limitlerin üzerinde ilaç kullanmak önce kendi sağlığımıza zarar veriyor sonra da ülkemizi uluslararası arenada zor durumda bırakıyor. Bir domates bile yetiştirirken 5-6 tarım ilacı kullanıyoruz. Bunlar tarım zehirleri. Böceği, otu öldüren, insanı da öldürüyor. Denetimler artmalı.”

Türkiye’nin AB ülkelerine gıda ihracatı karnesi: 194 ürünün 121’i sınırda reddedildi

Mansur Yavaş’tan beş yıllık projeler: Ücretsiz HPV, otizm merkezi, köpek ‘yaşam alanı’

Cumhuriyet Halk Partisi‘nin (CHP) Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığına yeniden aday gösterilen Mansur Yavaş, 2024-2029 Projelerini tanıttı.

Atatürk Spor Salonu’nda düzenlenen proje tanıtım toplantısında konuşan Yavaş’ın en dikkat çekici vaadi Ankaralı kadınlara ücretsiz HPV aşı desteği oldu:

“Sağlık alanında önemli adımlar atacağız. Alzheimer hastalarını ve yakınlarının yaşam kalitelerini artırmak için yatılı konuk evi açacağız. Yeni açacağımız İleri Yaş Sağlıklı Yaşam Merkezi ile büyüklerimizin sosyal ve bağımsız bir yaşam sürmesini sağlayacağız. Dünyanın ve memleketimizin en büyük sorunlarından biri olan obeziteyle mücadele için yeni bir planımız var. Diyetisyen yardımı projemizle toplum sağlığımızı ve farkındalığımızı artıracağız. En önemli konulardan biri de kadınlarımızın sağlığı. Yine Türkiye’de bir ilke imza atacağız. Rahim ağzı kanserini önlemek amacıyla, 30 yaş altı ve sosyal destek alan kadınlarımıza HPV aşı uygulamasını başlatacağız.”

Türkiye’nin en büyük otizm merkezi

Halk Sağlığı Eylem Planı projelerini de hayata geçireceklerini söyleyen Yavaş, Batıkent‘te Türkiye’nin en büyük otizm merkezini açacaklarını duyurdu. Ayrıca  engelsiz spor merkezi ve engelsiz yaşam köyü projeleri yapacaklarını  belirtti.

Mamak Gökçeyurt Köpek Yaşam Alanı

Sokakta yaşayan  hayvanları konusunda, kentte ortak aklı sağlamaları gerektiğinin farkında olduğunu belirten Mansur Yavaş, bu konuda kanunlarla çerçevelendirilmiş çalışmalarına devam ettiklerini bildirdi:

“2 bin 500 köpek kapasiteli Mamak Gökçeyurt Köpek Yaşam Alanı’nı hayata geçireceğiz. Köpek gezdirme, mama depolama alanı dışında ailelerimiz çocuklarıyla birlikte burada vakit geçirebilecek ve sahiplenme yapabilecekler. Ayrıca Türkiye’de ilk kez, özel veterinerlerle iş birliği yaparak 80 binden fazla kısırlaştırma yapmıştık, bu sayıyı daha da artıracağız.”

Mansur Yavaş’ın kent hayvanlarını “toplayarak” şehir dışında bir yerde toplaması projesi hayvan hakları aktivistlerinden büyük tepki topluyor. Yavaş, geçen aralık ayında Keçiören‘de bir çocuğun sahipsiz köpeklerin saldırısı sonucu yaralanmasına ilişkin soru üzerine Avrupa‘da hiçbir ülkede sokakta sahipsiz hayvan görmediğini söylemişti.

Yeni yaptıkları “butik barınaklar”da, maliyetini belediye olarak karşılamak kaydıyla hayvanseverlerin köpeklere gelip bakmalarını istediklerini belirten Yavaş, “Saygılıyım, hayvanseverlerin fikirlerine de saygılıyım ama o kadar çok popülasyon arttı ki Türkiye’de ilk defa kendi imkanları dışında kısırlaştırma ihalesi açan belediyeyiz. 13 klinikle anlaştık. Dişiler kısırlaştığında bir hafta kalması gerekiyor. Erkek olanlar hemen sokağa tekrar bırakılabiliyor ama bu popülasyonda bu şekilde sadece kısırlaştırmayla bunun önünü almanın imkanı yok” demişti.

Bir yandan kısırlaştırma işlemlerine devam edeceklerini diğer yandan sokaktaki sahipsiz köpekleri barınaklarda misafir edeceklerini bildiren Yavaş, “Eğer çok istiyorlarsa hayvanseverler onlar da elini taşın altına koysun. Destek oluruz, sahiplensinler. Sahipsiz hayvan olmaz” demişti.

Yavaş’ın bu sözleri hak savunucularının ve örgütlerin büyük tepkisiyle karşılaşmış; sokakta yaşayan hayvanlar için öngördüğü kent dışındaki dev barınakların, ölüm kamplarına dönüşeceği uyarısı yapılmıştı.

Yavaş, kadınların iş dünyasında söz sahibi olması için Kadın İş Gücü Merkezi açacaklarını, anne adaylarına destek olmak amacıyla “Gebelik Okulları” kuracaklarını ve yerel eşitlik için “Kadın Meclisi” projesini hayata geçireceklerini de söyledi.

Yüzer GES Projesi

Sürdürülebilirlik alanında bir eylem projesi oluşturacaklarını da belirten Mansur yeni Güneş Enerjisi Santrallerini hayata geçireceklerini, Türkiye’de ilk olarak yüzer GES projesini faaliyete alacaklarını kaydetti.

‘Avrupa hızla büyüyen iklim risklerine karşı hazırlıksız’

Avrupa Çevre Ajansı‘nın (AÇA) bloğun karşı karşıya olduğu iklim riskleri hakkındaki ilk raporunu bugün (11 Mart) yayımladı. Raporun liderlere mesajı; da Hemen harekete geçin, yoksa iklim değişikliği Avrupa’ya felaket getirecek.”

Karar alıcıları bilgilendirmek amacıyla bağımsız araştırmalar yürüten AB organı olan AÇA, Dünya Paris Anlaşması‘nda belirtildiği gibi küresel sıcaklık artışını 1,5 C’de tutmayı başarsa bile bloğun iklim değişikliğinin etkilerine hazırlıksız olduğu konusunda uyardı.

AÇA’nın ilk risk değerlendirmesi raporu, evleri yakıp kül eden orman yangınlarından kamu maliyesini zorlayan şiddetli hava koşullarına kadar, Avrupa için tanımladığı ve potansiyel olarak ciddi sonuçlar doğuran 36 önemli iklim riskinin yarısını bile ele almak için daha fazla eyleme ihtiyaç duyulduğunu söylüyor. Raporda beş risk için çok daha acil eyleme geçilmesi gerektiği belirtiliyor.

Araştırmacılar, bir derecenin onda biri kadar ısınmanın, daha fazla su baskını, yıllarca süren kuraklık ve kavurucu sıcaklara neden olacağını, bunun da Brüksel ve AB hükümetlerinin yaşamları ve geçim kaynaklarını korumaya yönelik hazırlıkları  hızlandırması gerektiği anlamına geldiğini söyledi.

Raporun özetinde, “Eğer şimdi kararlı bir adım atılmazsa, [değerlendirmede] tespit edilen iklim risklerinin çoğu, bu yüzyılın sonuna kadar kritik veya felaket seviyelere ulaşabilir” deniyor:  “Yüzbinlerce insan sıcak hava dalgalarından ölebilir ve yalnızca kıyıdaki selden kaynaklanan ekonomik kayıplar yılda 1 trilyon Euro’yu aşabilir.”

AÇA’nın idari direktörü Leena Ylä-Mononen, “Analizimiz, Avrupa’nın toplumsal hazırlığımızdan daha hızlı büyüyen acil iklim riskleriyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor” dedi.

Beş büyük risk

AB’nin ilk iklim riski değerlendirmesinde, şu beş noktaya dikkat çekiliyor:

Seçim takvimi: Avrupa iklim değişikliğine hazır değil

İklim değişikliğine hazırlanmak, Avrupa’nın seçim döngüsünün sınırlarının çok ötesinde, on yıllar boyunca büyük yatırımlar gerektiriyor; ancak AÇA raporu, hemen harekete geçilmesi gerektiğine dair hiçbir şüpheye yer bırakmıyor.

Haziran ayındaki AB seçimlerinin ardından seçilen milletvekilleri ve atanan yetkililer tarafından önümüzdeki yıllarda verilecek kararlar, Avrupalıların 21. yüzyılın ikinci yarısında karşılaşacağı risklere nasıl yanıt vereceğini belirleyecek.  Ylä-Mononen, “Bu, bir sonraki politika döngüsünün en önemli öncelikleri arasında olmayı hak ediyor” dedi.

Doğayı restore etmek isteğe bağlı değildir

Avrupa’nın doğal ekosistemleri söz konusu olduğunda eylem ihtiyacının en şiddetli düzeyde olduğuna dikkat çeken raporda, iklim değişikliğinin sürdürülemez yönetim uygulamalarını ve endüstriyel kirliliği daha da kötüleştirmesi nedeniyle kıyı ve deniz bölgelerinin halihazırda “kritik” tehditlerle karşı karşıya olduğu uyarısı yer alıyor.

Rapor esas olarak üye devletleri mevcut veya yakında çıkacak yasaları, özellikle de çok tartışılan Doğa Restorasyon Yasasını uygulamaya çağırıyor. 2030 yılına kadar AB’nin kara ve deniz alanlarının yüzde 20’sinin rehabilitasyonunu hedefleyen yasa, Avrupa Parlamentosu‘nda az farkla kabul edildikten sonra AB ülkeleri arasında zorlu bir son oylamayla karşı karşıya.

Beslenme gibi çiftçilik de değişmeli

Seçimlerden sonra oluşacak komisyonun çiftçi eylemlerine karşı daha sorumlu politika belirlemeye çağıran değerlendirmede araştırmacılar gıda üretiminin sürdürülebilir hale getirilmesinde “AB politikası ve yönetişiminin kritik bir rol oynadığını” belirtiyor: “Tarımsal ve endüstriyel faaliyetlerden kaynaklanan kirliliğin azaltılması, Avrupa’nın iklim değişikliğinden olumsuz etkilenen ekosistemlerini korumak için bir öncelik olmalıdır.”

Rapora göre, Avrupa’nın gıda güvenliğini sağlamak için çiftçiliğin genel olarak daha yüksek sıcaklıklara ve daha düzensiz yağış düzenine uyum sağlaması gerekecek. Belgede, kıtlık ve gıda fiyatlarındaki artış potansiyeli vurgulanarak, “Bitkisel üretim tüm Avrupa’da halihazırda önemli iklim riskleriyle karşı karşıyadır” deniliyor.

İklimdeki değişmelerin enerji ve su temini, nehir taşımacılığı ve ekosistemlerin yanı sıra insanların sağlığını, gıda üretimini ve üretimini tehlikeye atacağına dikkat çekilen çalışmada, “gıda üretimi için tatlı su tüketimini azaltacağı” için Avrupalıların daha bitki bazlı beslenmeye yönelerek su kıtlığıyla kısmen başa çıkabileceğini belirtiliyor.

Bloğun Ortak Tarım Politikasının (CAP), daha sürdürülebilir tarım uygulamalarını teşvik etmek ve kuraklığa daha dayanıklı veya daha az su gerektiren mahsullere geçiş yapmak için reformlara ihtiyacı olduğunu da ekliyorlar.

yükselen denizlerden korunma

Denizlerin yılda yalnızca birkaç milimetre yükseldiği göz önüne alındığında, Avrupa’nın kıyı şeridini korumak acil bir sorun gibi görünmeyebilir ve rapor, yakın zamanda kıyılarda büyük çapta yıkıcı bir sel olayının yaşanmadığını kabul ediyor.

“Ancak, deniz seviyesindeki yükselişin artan hızı ve bunun sonucunda ortaya çıkan sel risklerindeki katlanarak artan artış, artık daha fazla eylem gerektiriyor” diye uyaran araştırmacılar, kıyılardaki sel ve fırtına dalgalanmalarının daha sık ve daha şiddetli hale geleceği ve “Avrupa’nın nüfusu, altyapısı ve ekonomik faaliyetleri üzerinde potansiyel olarak yıkıcı etkiler yaratacağı”na dikkat çekiyor.

Yapılan hesaplamalarda, yüksek seviyedeki küresel ısınmanın, yüzyılın sonuna kadar sel kaynaklı yıllık ekonomik zararların 1 trilyon Euro’dan fazla olmasına neden olabileceği ortaya çıktı.

EN ÇOK GÜNEY AVRUPA ETKİLENİYOR

İklim etkilerine (özellikle aşırı sıcaklık ve kuraklığa) karşı en savunmasız kıta bölgesi Güney Avrupa

Rapor, Güney Avrupa ülkelerinin hali hazırda mahsul kıtlığı veya kötü hasat gibi “kritik” bir riskle karşı karşıya olduğu ve daha yüksek sıcaklıklar ve uzun süreli kuraklıklar nedeniyle enerji tedariklerine yönelik “önemli” tehditlerle karşı karşıya olduğu konusunda uyarıyor.

Güneyde insan sağlığı daha fazla risk altında; üstelik sadece sıcak nedeniyle de değil. Sık sık orman yangınlarından çıkan duman “büyük bir sağlık tehdidi” oluşturuyor ve hastalık taşıyan sivrisinekler artık bölgeyi evi olarak görüyor.

Araştırmacılar, “Güney Avrupa artık sivrisineklerin dang humması ve chikungunya da dahil olmak üzere eski tropik hastalıkları yaymasına yetecek kadar sıcak” diyor.

Rapora göre, Güney Avrupa ekonomileri ve finansal istikrarı önemli risklerle karşı karşıya. Sıcak dalgaları verimliliği düşürme eğiliminde ve iklim felaketleri “vergi gelirlerinin azalmasına, hükümet harcamalarının artmasına, kredi notlarının düşmesine ve borçlanma maliyetlerinin artmasına neden olabilir.

Avrupa’nın bu ilk risk raporu, güney ülkelerinin sıcaklık ve kuraklık nedeniyle enerji sisteminin bozulması, ekonomik aktiviteyi ve mahsul verimini etkileyen su kıtlığı ve ekosistemleri ve konutları tehdit eden kontrol edilemeyen yangınlar dahil olmak üzere iklim riskleri açısından “sıcak noktalar” olduğunu belirtiyor.

Sıcak hava, örneğin Güney Avrupa’yı kurutacak, mahsulleri öldürecek ve su kaynaklarını daraltacak, ancak aynı zamanda toprakları sertleştirerek ani sel olasılığını artıracak ve bitki örtüsünü kurutacak, bu da orman yangınlarının daha hızlı yayılabileceği anlamına geliyor.

‘Adaptasyon önlemleri yetersiz, ağır ve ihtiyacı olanlara ulaşmıyor’

Raporun yazarlarından Wageningen Üniversitesi öğretim üyesi ve son Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (IPCC) adaptasyon hakkındaki raporunda Avrupa ile ilgili bölümün eş başkanlığını yapan Robbert Biesbroek, “Adaptasyona dair giderek artan kanıtlar var ancak bunlar kesinlikle yeterli değil. Yeterince hızlı değiller ve en çok ihtiyacı olanlara ulaşmıyor. Bu, oldukça korkutucu” dedi.  çok ihtiyacı olanlara ulaşmıyor” dedi. “Bu anlamda oldukça korkutucu.”

Çeşitli krizlere yanıt vermeye çalışan hükümetler, hazırlık yapmayı başaramayan topluluklar gibi kaynaklar konusunda daha fazla zorlanacak.

AÇA etkiler ve uyum grubu başkanı Blaž Kurnik, “Riskler, iklim politikalarındaki gelişmeleri geride bırakıyor” değerlendirmesini yaptı.

Avrupa, Sanayi Devrimi’nden bu yana diğer kıtaların ortalamasından iki kat daha fazla ve daha hızlı ısındı.

Araştırmacılar yüzyıl boyunca düşük ve yüksek ısınmaya ilişkin iki olası senaryoyu inceledi. Bu tür dramatik değişikliklerin etkilerinin daha uzun zaman dilimlerinde ortaya çıkacağını ve bu nedenle kısa vadede eylem aciliyetini değiştirmeyeceğini belirten uzmanlar, raporlarında iklim sistemindeki potansiyel devrilme noktalarını dikkate almadığını duyurdu.

Raporun danışma kurulunda yer alan ancak raporun yazılmasında yer almayan Bristol Üniversitesi‘nden Daniela Schmidt, raporun sunduğu coğrafi ayrıntının önemine dikkat çekerek; “Eylemi artıracak mı, insanları bizim için önemli risklerin neye benzediği konusunda daha fazla bilgiye sahip olmaya daha hazır hale getirecek mi?” diye sordu.

AÇA raporunda birçok iklim riskinin halihazırda kritik seviyelere ulaştığı belirtiliyor. Raporda, eğer şimdi kararlı bir adım atılmazsa, çoğu iklim riskinin bu yüzyılın sonuna kadar kritik veya felaket seviyelere ulaşabileceği belirtiliyor.

Ylä-Mononen, “Bu son uyandırma çağrısı olmalı” dedi.

Avrupa Komisyonu ise yarın iklim risklerinin yönetimine ilişkin bir tebliğ sunacak.

Fukuşima felaketinin 13’üncü yıl dönümü: Nükleer tesiste neler yaşanıyor?

Japonya‘nın kuzeydoğusundaki Fukuşima bölgesi, 11 Mart 2011’de meydana gelen 9 büyüklüğündeki deprem ve ardından gelen dev tsunami dalgaları ile sarsıldı ve afetler, Fukuşima Daiichi nükleer santralinde ölümcül hasarlara yol açtı.

Depremin ve tsunaminin etkisi, santralin soğutma sistemlerinin çökmesine ve ardından üç reaktörde çekirdek erimesine neden olarak, dünyanın en ciddi nükleer felaketlerinden biri olarak tarihe geçti. Radyoaktif materyalin atmosfere ve çevreye sızdırılması, bölgedeki toprak, su ve hava kalitesi üzerinde kalıcı zararlar bıraktı.

Felaketin ardından geçen 13 yıl boyunca, Fukuşima’daki durum, yerel halkın yaşamı, ekoloji ve nükleer güvenlik açısından geniş çaplı etkiler yarattı. Japonya hükümeti ve Tokyo Electric Power Company (TEPCO) tarafından yapılan çeşitli temizleme ve iyileştirme çalışmalarına rağmen, bölge hala tam anlamıyla toparlanabilmiş değil.

Fukuşima’da radyoaktif atık suyun tahliye hortumu yerinden çıktı, iki işçi hastanelik oldu
Fukuşima’da radyoaktif atık suyun ikinci tahliyesi başladı
Rusya’daki nükleer santralde Akkuyu’da da kullanılan türbin kanatları kırıldı

Binlerce kişinin evlerini terk etmek zorunda kaldığı, tarım ve balıkçılık gibi yerel ekonomilerin ciddi zarar gördüğü Fukuşima’da ve çevre bölgelerde, radyoaktif sızıntının insan sağlığı üzerindeki uzun vadeli etkileri de sürüyor. Radyoaktif kalıntıların Pasifik Okyanusu aracılığıyla iki yıl sonra Kuzey Amerika kıyılarına dahi ulaştığı düşünülürse, Fukuşima’nın etkilerinin tüm dünyayı etkilemeye devam edeceği ortada.

Fukuşima

Fukuşima’da anma törenleri düzenlendi

Fukushima şehrinde düzenlenen törende Japonya Başbakanı Fumio Kishida, bölge halkının evlerine dönebilmesi, geçim kaynaklarının güvence altına alınması ve tesisin güvenli bir şekilde hizmet dışı bırakılması için yardımcı olacağına dair sözünü yineledi, “Kuzeydoğu bölgesinin tam anlamıyla toparlanması ve yeniden doğuşu için de elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz” dedi.

Deprem ve tsuanamiden kaynaklanan ölümlerin çoğunun gerçekleştiği Fukushima’nın kuzeyindeki Miyagi ve Iwate illerinde de anma etkinlikleri düzenlendi.

Fukuşima

Iwate Ishinomaki sakinleri, birçoğunun 13 yıl önce sığındığı bir tepe parkında toplandı ve anma töreni yaptı. Başka bir Iwate kasabası olan Rikuzentakata’da yaklaşık 100 kişi devasa bir beton deniz duvarının üzerinde dua etti. Natori şehrinde ise yaklaşık 400 kişi dua etti ve yas mesajları taşıyan balonları havaya fırlattı.

Japonya, radyoaktif atık suyu okyanusa boşaltmaya başladı
Fukuşima ‘aklamaları’: Güney Kore lideri ve Japonya Başbakanı deniz ürünü yedi
Fukuşima’nın radyoaktif suyunun deşarjı benzer girişimlere emsal olabilir

Fukuşima’nın kirliliğiyle mücadele sürüyor

Fukuşima Daiichi Nükleer Santrali’nde güç üretimi, felaketin ardından durduruldu ancak 13 yıldır, güvenlik ve kalıntı temizleme işlemleri devam ediyor.

Japonya, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı‘na (IAEA) çeşitli tarihlerde, radyoaktif materyallerin denize boşaltılması ve deniz suyu izleme sonuçları hakkında raporlar sunuyor. Bu raporlar, arıtılmış yeraltı suyunun deşarj edilmesi ve yeraltı suyunun denize yönlendirilmesi gibi işlemleri içeriyor.

TEPCO (Tokyo Electric Power Company), bu işlemlerden önce yeraltı suyunun kalitesini analiz ederek sonuçları açıklıyor.

Ayrıca IAEA yetkilileri, Daiichi Nükleer Santrali’nden arıtılmış radyoaktif atık suyun Pasifik Okyanusu’na boşaltılmasını da izliyor ve bu sürecin uluslararası güvenlik standartlarına uygun olduğunu doğruluyor. Ancak bu sürecin on yıllarca sürebileceği belirtilmişti ve Japonya’nın bu suyun denize boşaltılması kararı, bölgede ve çevre ülkelerde eleştirilere neden olmaya devam ediyor.

fukuşima
Fukuşima’da 5,5 tonluk radyoaktif su sızıntısı

Son olarak, Japonya hükümeti ve TEPCO’nun, radyoaktif maddelerle kontamine olan suyun arıtılması, seyreltilmesi ve özel olarak hazırlanmış tanklarda depolanmasından sonra denize boşaltılmasına yönelik adımlar attı. Bu süreç, radyoaktif maddelerle kirlenen suyun, ALPS (Advanced Liquid Processing System) adı verilen bir filtrasyon işlemiyle arıtılmasını ve ardından depolanmasını içeriyor. Bu suyun kontrol altında, kademeli olarak boşaltılması, çevre ve insan sağlığı üzerinde radyolojik etkiye sahip olacak ancak uzmanlar bu etkinin ‘tolere edilebilir’ olduğunu iddia ediyor.

‣ Akkuyu’da yeni menenjit vakaları: Kötü çalışma, barınma ve beslenmeyle ilgili bir sınıf hastalığı
‣ ‘Rusya’ya ait Akkuyu nükleer santrali geleceğimizi tehdit ediyor’
Mahkemenin ‘Akkuyu’ kararı istinafta

NKP: Türkiye’deki nükleer projeleri durdurulmalı

Fukuşima Nükleer Santral kazasının 13. yıldönümü dolayısıyla bir açıklama yayımlayan Nükleer Karşıtı Platform (NKP),  Türkiye’nin adım adım nükleer maceraya sürüklendiğine dikkat çekti: “Mersin Akkuyu’da, Sinop İnceburun’da ve Kırklareli İğneada’da faaliyete geçirilmeye çalışılan nükleer santralların Çernobil ve Fukuşima gibi olmayacağının hiçbir garantisi yoktur.”

Platformun açıklaması özetle şöyle:

“Çernobil ve Fukuşima nükleer santral kazaları sonrası kimi ülkeler nükleer santralleri terk etti. Dünya Nükleer Endüstrisi Durum Raporu Aralık 2023 verileri; 1996 yılında dünya elektrik üretiminin yüzde 17,6’sını karşılayan nükleer santralların payı 2022’de yüzde 9,2’ye gerilediğini ortaya koydu. Ancak; jeopolitik gerilimlerin artması, Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte yaşanan enerji krizi, enerji güvenliğini önceleyen politikalarla çevreci yaklaşımlardan yeniden uzaklaşan kimi ülkeleri nükleer santrallara yöneltti.

Nükleer endüstri pazarlayan güçlerin etkisinde kalan AKP iktidarı ise ülkemizi adım adım nükleer maceraya sürüklüyor. Enerji talebi ve savunma ihtiyacı gerekçesiyle; olası bir kaza, saldırı ya da doğal afetler karşısında vahim sonuçları olan, atık sorunu çözülemeyen nükleer santrallara sahip olmak için tüm imkânlar seferber edilmiş durumda.

Bilindiği gibi; zemin çatlakları, su baskınları, işçi ölümleri, salgın hastalıklar ve Japonya gibi ciddi deprem riskine rağmen, Akkuyu Nükleer Güç Santralı (NGS) inşaatına devam ediliyor, ilk nükleer yakıt ülke sınırlarımıza sokarak santrala “nükleer tesis” statüsü kazandırıldı.

Sinop’ta yapılacak ikinci nükleer santral için Rusya ve Güney Kore ile Kırklareli’nde yapılacak üçüncü nükleer santral için ise Çin ile görüşmeler yapılıyor. Küçük modüler reaktörlere yönelik temaslarda bulunulduğu, hatta daha da ileri gidilerek dördüncü bir nükleer santrala yönelik saha araştırmalarının da devam ettiği duyuruldu. ”

Türkiye’de elektrik enerjisi alanında arz fazlası olduğunu vurgulayan NKP, “Siyasi iktidarın mevcut kaynakları düşünüldüğünde nükleer santralları tercih etmemesi için çokça nedeni olmasına rağmen; kendi topraklarımız üzerinde başka bir ülkeye nükleer santral kurdurarak işletme yetkisi vermesi, toplumun tamamını ilgilendiren santral yatırımları konusunda son dönemde yürüttüğü gizli görüşmeler, pahalı elektrik üretimi sağlayacak, enerji alanında bağımlı olduğumuz Rusya’ya ülkemizi daha da bağımlı kılması anlaşılır değildir” dedi.

Mersin Akkuyu’da, Sinop İnceburun’da ve Kırklareli İğneada’da faaliyete geçirilmeye çalışılan nükleer santralların Çernobil ve Fukuşima gibi olmayacağının hiçbir garantisi olmadığına dikkat çekilen açıklamada, nükleer santralların barındırdığı ciddi risklerin unutulması,  enerji ve iklim sorununu çözecek; en temiz, en güvenilir araçmış gibi bir yanılgıya düşülmemesi istendi.

Nükleer karşıtları, 31 Mart seçimlerine sayılı günler kala, nükleer santrallar ve nükleer silahlara karşı, tüm belediye başkan adayları ve meclis üyelerini nükleere karşı mücadeleyi büyütmeye çağırdı.

Türkiye için tehdit baki

Ekosfer Derneği‘nden Özgür Gürbüz, Fukuşima nükleer felaketinin sadece doğaya değil ekonomiye de büyük zarar verdiğini belirtiyor. Japonya Ekonomik Araştırmalar Merkezi’nin kazanın toplam maliyetinin 660 milyar doları bulabileceğini açıkladığını hatırlatan Gürbüz, “Türkiye’de benzer bir kaza olması halinde yaşayacağımız ekonomik krizi tarif bile edemeyiz. Elektrik üretmek için bu kadar büyük bir risk almak zorunda değiliz. Elektrik üretim gücü fazlamız var. Enerjiyi daha verimli kullanıp, yenilenebilir enerji kaynaklarını geliştirirsek enerji ihtiyacımızı rahatlıkla karşılayabiliriz” açıklamasını yaptı.

İliç’ten Soma’ya kadar uzanan onlarca büyük kaza, iş güvenliği karnemizi ortaya koyuyor” diyen Gürbüz, nükleer santrallerin atık probleminin çözülemediğini ve Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunu da hatırlatıyor. Türkiye’nin büyük bir felaketle karşı karşıya kalmadan Rusya’nın Mersin’de yaptığı nükleer santral inşaatını durdurması gerektiğinin altını çizen Gürbüz, çözüm içinse “Elektrik üretmenin çok daha ucuz ve dışa bağımlı olmayan yolları var. Türkiye bir güneş ülkesi ve güneş enerjisini merkeze alan bir enerji politikasını hayata geçirmeli” ifadelerini kullandı.

Fukuşima felaketinin 10’uncu yıldönümü: Yaraların sarılması en az 40 yıl daha sürecek

 

Heybeliada Çamlimanı Diyanet’e devrediliyor: Yürütmeyi durdurma kararı kaldırıldı

İstanbul Heybeliada‘daki Çamlimanı mevkiinde bulunan ve Türkiye’nin ilk pandemi hastanesi olarak bilinen Heybeliada Sanatoryumu‘nun kıyı parselinin İstanbul Müftülüğü aracılığıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’na devri için verilen yürütmeyi durdurma kararı kaldırıldı. Kıyının ne amaçla kullanılacağı hala netleşmedi ve ada halkı, bölgenin korunması ısrarını sürdürüyor.

İstanbul 2. İdare Mahkemesi‘nin daha önce verdiği arazinin boşaltılmasını durduran yürütmeyi durdurma kararı, son kararla birlikte kaldırıldı. Bu kararın ardından arazinin boşaltılması ve yeniden inşası işlemlerinin her an başlayabileceği ifade ediliyor.

Yeşil Gazete’ye konuşan Dünya Mirası Adalar Girişimi‘nde gönüllü Derya Tolgay, “Politik ve siyasi birçok çabayla, buranın yeninden planlanabilir bir oyun parkı gibi görülmesi tuhaf, bunun olmaması gerekiyor” dedi ve Adalar’daki sivil inisiyatifler olarak, Adaların her tarafının deniz olması ve hiçbirimizin denize ulaşamıyor olması gibi muazzam bir kıyı sorunu yaşarken, hem Çamlimanı hem de diğer kıyılar için mücadeleyi her türlü eylem ve çalışmayla sürdüreceklerini ifade etti.

Heybeliada’da mücadele sürecek

İstanbul Heybeliada’nın güney tarafındaki Çamlimanı mevkiinde yer alan ve Türkiye’nin ilk pandemi hastanesi olarak 1924’te kurulan Heybeliada Sanatoryumu‘na ait 3 bin 100 metrekarelik kıyı parselinin, Kaymakamlık emri ile boşaltılmasının istendiği ve arazinin İstanbul Müftülüğü aracılığıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredileceği öğrenilmişti.

Sözü geçen parselde plaj olarak çalıştırılan işletmenin 4 Ocak 2024’e kadar araziyi boşaltması istenmişti ancak, 11 yıldır burayı işleten işletme sahibi Yasin Mercan, Adalar Kaymakamlığı‘nın tahliye talebini mahkemeye taşımıştı. İstanbul 2. İdare Mahkemesi, yürütmeyi durdurma kararı vererek işlemi iptal etmişti.

Mahkemenin açıkladığı son kararla bu iptali de kaldırmış olması, Diyanet’in bölgedeki çalışmalara her an başlayabileceği anlamına geliyor. Bölgenin Milli Emlak’a ait bir alan olduğunu ve park olarak işaretlendiğini hatırlatan Derya Tolgay, “burası insanlar ve tüm canlılar dahil olmak üzere, herkese ait bir yer. Hukuken kimsenin burayı bir yerden bir yere devredememesi gerekiyor” dedi.

Mahkeme, Heybeliada Sanatoryumu’nun Diyanet’e tahsisini iptal etti
Diyanet’ten Heybeliada açıklaması: Hastane değildi boştu, iade etmeye hazırız
‘Heybeliada Sanatoryum’u sağlık kompleksi olsun’

Derya Tolgay, sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye’de mikroklima alanı olarak ölçümleri yapılmış en kıymetli yer burası. Bu ölçümler yapılırken dünyadaki diğer kıymetli alanlarda yapılan ölçümlerle karşılaştırıldı, örneğin hava kalitesiyle meşhur şehir Davos, yine dünyanın ilk sanatoryumlarından birinin yapıldığı bir yer. Çamlimanı’nın havası, Davos’takinden bile daha iyi. Hem güneş alması, hem ısısı, hem reçineli kızılçam ormanı bulunan ormanlık alanda olması, nemsiz bir kıyıda olması burayı muazzam kıymetli bir yer haline getiriyor ve burayı mutlaka korumamız gerekiyor.”

Endonezya’nın Sumatra eyaletindeki sel ve toprak kaymalarında en az 26 kişi öldü

Endonezya‘nın Sumatra adasında meydana gelen sel ve toprak kaymalarında en az 26 kişi hayatını kaybetti.

Yetkililer, 11 kişinin kayıp olduğunu, ölü sayısının artabileceğini söyledi.

Şiddetli muson yağmurlarının yol açtığı sel ve heyelanların ardından sular çekilmeye başladı.

Geçen perşembe gününden bu yana adayı esir alan sel, Batı Sumatra eyaletinde dokuz ilçe ve şehri sular altında bıraktı. Cuma günü geç saatlerde meydana gelen büyük bir toprak kayması ise nehrin taşmasına ve Pesisir Selatan ilçesindeki dağlık köylerin yıkılmasına neden oldu.

Geçen ayın başında da Sumatra’da şiddetli yağışların yol açtığı bir sel felaketi meydana gelmiş; 53 bin kişi yerinden olmuştu. Ülke hemen her yıl, bir veya birkaç büyük sel ve heyelan felaketine uğruyor.

Endonezya’da sel 53 bin kişiyi etkiledi

Ulusal Afet Yönetim Ajansı, yardım çabalarının elektrik kesintileri, hasarlı köprüler ve kalın çamur ve enkaz nedeniyle tıkanan yollardan dolayı sekteye uğradığını söyledi.

Sözcü Abdul Muhari, kurtarma ekiplerinin çoğunlukla Pesisir Selatan ve komşu Padang Pariaman bölgesindeki en kötü etkilenen köylerde daha fazla ceset çıkardığını ve ölü sayısının 26’ya çıktığını söyledi.Heyelanlar ise en az 14 evi toprak altına gömdü. Olayda en az iki köylü yaralandı. Kayıpların aranmasına ise devam ediliyor.

Muhari, Batı Sumatra eyaletinde 37.000’den fazla ev ve binanın sular altında kaldığını söyledi. Binlerce ev ise hasar gördü.

Batı Sumatra’nın afet zararlarını azaltma dairesinden Fajar Sukma, kurtarma çalışmalarının halen devam eden aşırı hava koşulları nedeniyle sekteye uğradığını söyledi: “Bugün hala yağmur yağıyor ve kurtarma ekipleri yağmurun ortasında kurtarma operasyonunu yürütüyor. Ölü sayısının artmaya devam edebileceğini öngörüyoruz. ”

Seller ayrıca 26 köprü, 45 cami ve 25 okula da zarar verdi. Ajans, 13 yolun ve iki sulama sistemi ünitesinin yıkıldığını, bunların da 113 hektarlık (279 dönüm) pirinç tarlasını ve 300 metrekarelik (3.230 metrekarelik) ekim alanını sular altında bıraktığını duyurdu.

Endonezya’da yükselen deniz seviyesi, ‘takımada’ statüsünü tehdit ediyor

Dağlık bölgelerde ve nehir yataklarındaki köyler risk altında

Selin bastığı bölgede, milyonlarca insanın dağlık bölgelerde veya taşkın yataklarının yakınında yaşıyor. 17.000’den fazla adadan oluşan bir takımada ülkesi olan Endonezya’da ani ve şiddetli yağışlar sık ​​sık toprak kaymalarına ve sellere neden oluyor.

Uzmanlar önceki yıllara kıyasla üüm dünyada olduğu gibi bölgede de şiddetli hava koşulları daha sık görüldüğüne ve bunun sonucunda sel ve heyelan gibi olayların sayısının arttığına dikkat çekiyor.

Yılın başında Jakarta Bölgesel Afet Azaltma Kurumu, şubat sonuna kadar ülke genelinde şiddetli hava olaylarının yaşanma potansiyeli olduğu ve bu tür olayların sel, toprak kayması ve tayfun gibi hidrometeorolojik felaketlere yol açabileceği konusunda halkı uyarmış; kurumun başkanı Dwikorita Karnawati, çok şiddetli yağış, kuvvetli rüzgar ve yüksek dalgaların meydana gelme ihtimalinin yüksek olduğunu söylemişti.

Ülkede son dönemde meydana gelen yoğun yağışların kısmen Endonezya takımadalarının batı ve güney kısımlarına daha fazla bulut oluşturan su buharı getiren Asya musonu tarafından tetiklendiği açıklandı.

Sebep iklim krizi mi?

Dünyanın birçok bölgesinde sıcak dalgaları, ölümcül seller ve orman yangınlarına neden olan iklim değişikliği, Endonezya’daki gibi aşırı yağışlar, normalden güçlü yaşanan muson mevsimi gibi aşırı hava olaylarına neden oluyor.

Uzmanlar küresel ısınmanın etkilerinin dünyanın her yerinde aynı şekilde görülmediğini, belli bölgelerde sel, fırtına gibi aşırı hava olaylarına yol açtığını, sera gazı emisyonları kesilmediği müddetçe bu döngünün devam edeceğini söylüyor.

 

Tarımda kadın istihdamı son 10 yılda 614 bin kişi azaldı

Türkiye‘de tarım sektöründe istihdam edilen kadın sayısı her geçen yıl geriliyor.

CHP Milletvekili, Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu üyesi Ömer Fethi Gürer,  son tarımda çalışan kadın çalışan sayısının son 10 yılda 614 bin kişi azaldığını duyurdu.

Gürer’in verdiği bilgilere göre, 2014’te tarım sektöründe 2 milyon 533 bin kadın çalışırken, bu sayı 2023 sonunda 1 milyon 919 bine düştü. 2005’te tarım sektöründe istihdam edilen kadınların toplam istihdam içindeki oranının yüzde 48,8 iken, bu oranın günümüzde yüzde 18,3’e gerilemiş durumda.

CHP’li vekil, kadınların tarımsal üretime katılımının, kırsal alanların kalkınmasını desteklediği gibi kırsal bölgelerden kente göçü de engellediğine vurgu yaptı:

“Ancak, kırsal kesimde yaşayan ve tarımla uğraşan kadınlar, düşük gelir seviyeleri, sosyal güvenlik eksikliği ve iş güvencesi gibi zorluklarla karşı karşıyalar. Bu durum, kadınların sosyal güvenliğe erişimde zorluk çekmelerine ve diğer sosyo-ekonomik engellerle mücadele etmelerine neden oluyor. Kırsalda kapanan her okul yeni göçlere vesile oldu. Kırsalı yeniden ayağa kaldırmak kadını önceleyerek olasıdır.”

Kadınların tarım sektöründe daha fazla istihdam edilmesi gerektiğini belirten Gürer, organik tarım hayvancılık alanında daha kapsamlı destekleyici politikalar ve programlar geliştirilerek, kadınların tarımsal üretime katılımını artırmalı” diye konuştu.

‘Kadınların sosyal güvenlik primleri devlet tarafından karşılanmalı’

Gürer, kadın istihdamının tarım sektöründe artırılmasının sadece ekonomik kalkınma için değil, aynı zamanda gıda güvenliği ve kırsal kalkınma için de hayati bir öneme sahip olduğunu belirtti.

Kırsal kesimde yaşayan ve tarımsal üretimle uğraşan kadınların sosyal güvenlik primlerinin ise Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından karşılanmasını talep etti.

ABD, tarihindeki en sıcak kışı yaşadı

ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi’nin (NOAA) yeni verilerine göre, ABD’nin 48 eyaleti bu yıl en sıcak kışını yaşayarak rekor kırdı. Kuzey eyaletlerinde de ortalamanın çok üzerinde aşırı sıcaklık sapmaları gözlemlendi.

Kuzey Dakota, Minnesota, Wisconsin, Iowa, Michigan, New York, Vermont ve New Hampshire gibi ülkenin tipik olarak en soğuk eyaletlerinden bazıları 2023-2024 kışında rekor sıcaklıklara sahne oldu.

NOAA, Aralık 2023’ten Şubat 2024’e kadar ülkenin alt 48 eyaletindeki ortalama sıcaklığın 3,1 santigrat derece olduğunu açıkladı.

20. yüzyıla göre 13C’den fazla anormallikler yaşandı

Dünyanın en büyük sera gazı salımı yapan ülkesi için bu rakam 20. yüzyıl ortalamasının 3 C üzerinde. İkinci en sıcak kış, ortalama 2,7 dereceyle 2016’da yaşanırken, kaydedilen en soğuk kış ise -3 dereceyle 1979’daydı.

ABD genelinde meteorolojik kış mevsiminde (aralık- şubat), sezon ortalamasının 14,7C üzerinde ortalama sıcaklıklar yaşandı.

Yukarı Ortabatı‘nın bazı kısımlarında ise 20. yüzyıl ortalamasını (1901-2000) 13C’den fazla aşan sıcaklık anormallikleri yaşandı. Bu, mevsimsel bir rekor için alışılmadık derecede büyük bir fark olarak değerlendiriliyor.

Görsel: NOAA; Harita: Erin Davis/Axios Visuals

Göllerde buz örtüsü de en düşük seviyede

NOAA , Ortabatı ve Büyük Göller boyunca sürekli olarak ortalamanın üzerinde ölçülen sıcaklıkların, 11 Şubat’ta gölde sadece yüzde 2,7 buz örtüsüne yol açtığını ölçtü. Bu da yılın bu döneminde kaydedilen en düşük seviye olarak kayıtlara geçti.

NOAA’da görevli bilim insanı Bryan Mroczka “Bir bütün olarak Büyük Göller için buz örtüsü bakımından tarihin en düşük seviyesinde olduğumuz bir eşiği aştık” dedi.

Buzun yokluğu, açık havada spor yapan işletmelerden, yumurtlama mevsiminde kendilerini yırtıcı hayvanlardan korumak için buz kullanan balıklara kadar her şeyi etkiliyor. Aynı zamanda kıyı şeridini erozyona karşı daha duyarlı hale getirerek kıyı altyapısına yönelik potansiyel hasarı artırıyor.

Şubat, aynı zamanda tarihi kayıtlarda üçüncü en kurak ay olarak sıralandı, ancak bazı bölgelerde kuraklık yaşanırken, olağandışı atmosferik düzen Batı’nın bazı bölgelerine şiddetli yağmur ve kar getirerek Kaliforniya‘nın bazı kısımlarında güçlü rüzgarlara, su baskınlarına, heyelanlara ve elektrik kesintilerine neden oldu. .

Copernicus İklim Değişikliği Servisi‘ne göre şubat ayı küresel olarak kaydedilen en sıcak ay ve gezegenin gördüğü üst üste dokuzuncu en sıcak ay oldu.

NOAA, en sıcak kış rekorlarını kıran eyaletlerin yanı sıra, 22 eyaletin de en sıcak 10 kışından birini yaşadığını açıkladı.

‘Avrupa hızla büyüyen iklim risklerine karşı hazırlıksız’

Ajansın uzmanları, tropikal Pasifik Okyanusu‘ndaki El Niño olayının, insan kaynaklı iklim değişikliği ve rastgele hava değişkenliğinin birleşiminin muhtemelen rekor sıcak kışa katkıda bulunduğunu belirtiyor.

Ancak bu tablo, gezegen ısınmaya devam ederken gelecek kışların bir ön izlemesini sunuyor: Soğuk dönemler kısalıyor ve dünyanın pek çok bölgesi gibi ABD’nin  büyük bölümünde kar yağışlarında azalmalar görülüyor; kış mevsimleri daha geç başlayıp daha erken bitiyor.

Gezegeni ısıtan emisyonlar, özellikle de fosil yakıtların yakılmasından dolayı  artmaya devam ederken, bilim insanları emisyonların içinde bulunduğumuz on yılda neredeyse yarı yarıya düşmesi gerektiğini söylüyor.

Marmarislilerden başkan adaylarına: Bırakın masal okumayı, samimiyet istiyoruz

Marmaris Kent Konseyi ve Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi‘ne üye aktivistler, yerel seçim sürecinde Marmaris‘in siyasetin ikiyüzlü, yapmacıklı propagandasına tanıklık ettiğini belirterek ‘Samimiyet istiyoruz’ dedi.

Marmarisliler yaklaşan yerel seçimler öncesi kentin nasıl talan edildiğini hatırlatarak basın açıklamasında bulundu. Açıklamanın geçen beş sene içinde talana itiraz etmeyenlerin hatta mücadele içinde olanları kentin vebalıları haline getirmeye çaba gösterenlerin, doğa hakkı mücadelesinin ‘salt halkta karşılığı var’ diye çevreyi sahipleniyormuş gibi davranmaları nedeniyle yapıldığı belirtilerek “Biliyoruz ki 1 Nisan sabahı şimdi kamuoyu önünde boy gösterenlerin hiçbiri Marmaris’in maruz kalacağı yıkım projelerine karşı verilen mücadelede olmayacak” ifadeleri kullanıldı.

marmaris_kent_konseyi_eylem_halime_saman_1

‘Zorlu bir mücadelenin içerisindeyiz’

Marmaris Kent Konseyi ve Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi adına basın açıklamasını Halime Şaman okudu. “Samimiyet arıyoruz, sadece samimiyet!
Çünkü yaşadıklarımız siyasetin çıkarlarına alet edilemeyecek kadar sahici ve yakıcı.
Uzun süreden beri Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi ve Marmaris Kent Konseyi olarak zorlu bir mücadelenin içerisindeyiz” denilen açıklamada şunlara yer verildi:

“Bu mücadeleyi hem kendi geleceğimiz hem de kentin hakları ve doğası için verdik, veriyoruz.”

Açıklamada yağmalar nedeniyle ödenen bedellerin çok büyük olduğuna vurgu yapıldı. Ayrıca şunlara yer verildi:

“Şimdi çevre kelimesini diline pelesenk edip, siyasetin çıkarcı oyunlarına, halkın aklıyla dalga geçen propaganda yöntemlerine malzeme edenlere, kendisine başarı öyküsü, bir zafer çıkartmaya çalışanlara bir çift sözümüz var:

  • Sinpaş, Milli Parkı katlederken,
  • MUÇEV Marina Karacasöğüt Koyu’na çökerken,
  • Hisarönü‘nde 142 parselde, sulak alana beton dökülerken,
  • Hemen yanında aynı yapıya sahip sulak alan, güya belediyenin piknik yeri olarak
  • Sinpaş’ın molozları ile doldurulurken,
  • Hepimizin malı prestij projeleri maskesiyle arpalığa dönüştürüldüğünde neredeydiniz?”

marmaris_kent_konseyi_eylem_halime_saman_

‘Bırakın masal okumayı!’

Ayrıca seçimlerde boy gösterecek adaylara ve partilere şöyle seslenildi:

“Bizler gündüz güneşin alnında, gece ayazda Sinpaş nöbetindeyken, Sinpaş’ın milli parkta dinamit patlatmasına ses çıkarmayanlar gölge için milli parkta tente açtığımız gerekçesi ile gözaltına alındığımızda, şimdi siyasi arenada boy gösterenler, peki siz neredeydiniz?

Hisarönü’nde belediyenin talan ettiği sulak alanla ilgili ağzınızı açıp tek kelime ettiniz mi?

Eğer mermer ocağının ÇED’ini telefonla durdurabilme gücünüz vardıysa Milli Park için Sinpaş’ta; MUÇEV için Karacasöğüt’te, Marmaris Körfezi için Albatros’ta; Hisarönü 142 parselde bu gücü neden kullanmadınız?

Ya da Sinpaş konusu sorulduğunda geçmiş zaman hikayesinden bahseder gibi ‘ben olsaydım yaptırmazdım’ diyenler, bırakın masal okumayı! Oradaki yıkım hala, şu anda bile devam ediyor. Şimdi ne yapacaksınız, onu açıklayın. Bugün için hangi sözü kuruyorsunuz? ‘Engelleyeceğim ve Milli Parkı koruyacağım’ diyor musunuz?

Yaşadıklarımız, ödediğimiz bedel çok gerçek. Artık samimiyetsiz davranışlara, söylemlere karnımız tok. Belediye binasına dava açıp, MUÇEV Marina’nın avukatı olarak karşımıza çıkanlar! İkiyüzlülüklerden yorulduk artık. Alanlar emekle kazanılır. Emek vermediğiniz mücadelelerin sahibi gibi halkın aklıyla oynamanıza izin vermiyoruz. Siyaset hakla birlikte, mücadele alanlarında yapılır. Bizler Marmaris’i savunurken yoktunuz ve sizin olmadığınızı hiçbir zaman unutmayacağız.”