Ana Sayfa Blog Sayfa 138

M. Levent Artüz: Marmara Denizi sürekli olarak bir önceki günden daha kötü!

Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı MAREM (Marmara Environmental Monitoring) Proje Lideri Hidrobiyolog M. Levent Artüz, müsilaja ilişkin merak edilenleri yanıtladı:

Müsilaj nedir?

M. Levent Artüz: Müsilaj, bitkisel ve hayvansal hücrelerin içinde bulunan hücre içi sıvısının (sitoplazma), hücre zarının deforme ve/veya yok olması sonucu ortama yayılmış halidir. Örneğin; hücre zarını etkilemek üzere etilen gazı verilmiş olan muz hücre zarının, hormon uyarısı ile erimesi sonucu, hücreleri ayırıp destekleyecek zar yapısının olmamasından dolayı yumuşak, olgun izlenimi veren bir yapıya kavuşur. Bu durumda hücre içi sıvısı hücre zarı ile tutulmadığından sonuçta oluşan yapı bir hücre içi sıvısı çorbası yani müsilajdır. Bu durum aynen yumurtanın kabuğu kırılarak, akının ortama yayılması şeklinde tarif edilebilir. Müsilaj sebebinden ayrı olarak ele alındığında, doğada sık rastlanan bir olgudur.

Masif müsilaj hangi sebeplerle oluşur?

Sucul ortamlarda tür çeşitliliğinin kirlenme etkisi ile azalması, rekabet ortamının değişmesi ve buna bağlı olarak bu yeni şartlara dayanabilen türlerin fert adetlerindeki anormal artışlar ve bu artışın kitlesel kırım ile son bulması ile kırıma uğrayan bu bireylerin hücre içi sıvısının ortama yayılması sonucunda oluşur. Bu da kirlenmenin, Marmara Denizi özelinde kirletilmenin, açık ve net sonucudur.

2020-2021 döneminde Marmara Denizi’nde gözlenen Masif Müsilaj olgusu, 1989 senesinde bilimsel gerçeklere ve doğaya rağmen uygulamaya sokulan ve o gün bu gündür inatla uygulanan, Akdeniz kökenli Marmara Denizi’nin alt akıntısının taşıyıcı bant (konveyör) olarak kullanılıp, arıtılmamış/yeterli arıtılmamış atıkların bertaraf edilmesi uygulamasının açık ve net sonucu olarak karşımıza çıkmıştır.

Müsilaj oluşumu bir sonuçtur. Kütlesel müsilaj oluşumu bir ortamın kirlenme sürecinin nihai ürünüdür. Sucul ortama kirletici yükünü eklediğinizde o ortamda dayanabilen türler kalırlar, dayanamayan türler ya o ortamı terk ederler, ya da ölürler. Bu durumda ortamda tür çeşitliliği azaldığı ve rekabet unsurları değiştiği için mevcut türlerin fert adetlerinde anormal artışlar olur. Bu artışlar uygun çevresel şartlar ile desteklenmediğinden, bu anormal artış gösteren tür sönmeye ve kitlesel olarak kırıma uğrar. Bu durumda da ortamda geri kalacak ürün, tümü ile organik yapıda olan adına bizim müsilaj dediğimiz olgudur. Tamamen ortam şartlarının değişmesi sonucu oluşan bir nihai üründür ki biz buna kirlenme diyoruz. Bu durumu, bu belirtilen sebep dışında, deniz suyu sıcaklık değişimlerine veya durağanlığa bağlamak, doğal bir süreçmiş gibi sunmak ya bu işi hiç bilmemek veya bilip de konuyu saptırmak anlamına gelmektedir. Konuyu algılayabilmek için sucul ortamlarda kirlenmenin ardışık evrelerine kısaca bakmakta yarar vardır.

Kirliliğin etkilerinin bilinen üç evresi vardır;

İlk evrede; alıcı ortama kirletici unsur deşarj edildiğinde dayanabilen türler kalırlar, dayanamayan türler ya ölürler ya da ortamı terk ederler.

Biz bu birinci evrenin etkilerini, revize edilmiş ve arıtmadan vazgeçilerek arıtılmamış atıkların Derin Deniz Deşarjı adı altında, alt akıntı vasıtası ile Karadeniz’e gider “düşüncesi” sonucu 1989 senesi başında başlayan İstanbul Kanalizasyon Projesi Revizyonu uygulamasının hayata geçmesi ile yaşamaya başladık. Uygulama fiilen başlar başlamaz, aynı yılın Ekim ayında Sarayburnu-Tuzla-Adalar üçgeninde kitlesel balık ölümleri ile Marmara Denizi’nde kendini göstermiştir. Bu durum o zamana ait tüm gazetelerin başlıklarında yer almış ve İstanbul, Ankara ve bazıKaradeniz kentlerinde balık satış ve tüketimi Valiliklerce yasaklanmıştır (7-12 Ekim 1989 tüm yazılı basın). Bu olgu literatüre “balık ölümleri” olarak girmiş olsa da, Marmara Denizi’ndeki türler ciddi anlamda yok olmuş, tür çeşitliliği bozulmuştur.

İkinci evrede; tür çeşitliliğinin azaldığı ortamda, geriye kalan türlerin fert adetlerinde anormal artışlar olur.

İkinci evrenin etkileri ise; 1989 senesinden bu yana Marmara Denizi genelinde, kırmızı sular (red-tide), yeşil sular (green-tide), aşırı denizanası artışları, balık istihsalinde dramatik dalgalanmalar ve buna benzer şekillerde gözlenmiştir.

Masif Musilaj agregat (salya) oluşumunun mekanizması da işte budur. Marmara Denizi’nde kirlenmeye bağlı olarak tür çeşitliliği azalmış ve mevcut olan türlerden birisi, rekabet avantajını da kullanarak,  anormal artış göstermiştir. Genel anlamda Marmara Denizi genelinde yaşanmış olan olguya “küresel ısınma”, “besleyici tuzlardaki artış/denge bozukluğu”, “suların sıcaklığı” , “doğal bir olay” gibi sebepler atfedilmiştir.

Marmara Denizi arıtılmaksızın yapılan uygunsuz deşarjlar sonucu 35 senedir artan bir şekilde bulanıklaşmakta ve buna bağlı olarak gittikçe daha fazla güneş enerjisini absorbe ederek, 2000’li senelerin başından beri küresel ısınmanın etkisinin 2-3 katı daha fazla oranda ısınmaktadır. Besleyici tuzlar ise atık yönetiminin yetersizliği dolayısı ile Marmara Denizi’nde yine 90’lı yılların sonundan beri tavan yapmış durumdadır. Bir durumun doğal olabilmesi için ise, o ortamın oluşumundan beri periodik olarak tekrarlanması gereklidir.

İlk olarak 2007 senesinde yaşadığımız kütlesel musilaj agregat oluşumu veya bu 35 senelik süreç içinde yaşanan kırmızı sular, yeşil sular, denizanası çoğalmaları v.b. 1989 senesi öncesinde Marmara Denizi’nde hiçbir şekilde gözlenmemiştir. Söz konusu masif müsilaj olgusu, 1989 senesinde başlayan sürecin günümüzde gördüğümüz sonuçlarından birinden başka bir şey değildir.

Kirliliğin üçüncü evresinde ise ortama bırakılan hiç önemsenmeyecek miktarda kirletici bile, ortamı biyotik (canlı) ortamdan, abiyotik (cansız) ortama çevirmeye yeterli olmaktadır.

Marmara Denizi’nde bu evreye de, gerçekte Ege Denizi’ne akan, dünyanın en kirli akarsularından biri olan Ergene Nehri’nin kirletici unsurlarını toplayıp, devasa borular ile yer altından 50 kilometre yol kat ettirip, Tekirdağ/Yenice açıklarından yine Marmara Denizi’ne, 4 kilometre açığa, Derin Deniz Deşarjı adı altında basılması ile girmiş bulunuyoruz.

Müsilajın doğaya, deniz canlılarına ve insanlara ne gibi zararları var? Uzun vadede ne gibi olumsuz sonuçlar doğurabilir?

Kütlesel masif müsilaj olgusu gibi büyük hacimli bir oluşumun ilk önce deniz canlıları üzerinde olan fiziksel etkisi ciddi önem taşımaktadır. Çok sayıda canlının, kütle çöktüğünde ya üzeri örtülerek (sıvanarak) beslenme faaliyetleri sekteye uğrayıp yahut solunumu engellenerek ölmesi akut etkilerin başında gelmektedir. İkinci ve daha önemli fiziksel etki, söz konusu kütlenin çökerken ortamdaki partikülleri içine hapsetmesidir (ki zaten bu sebeple ağırlaşıp çöküyor).

Söz konusu kütle çökerken askıdaki katı madde ile birlikte, bitkisel ve hayvansal planktonu da içine hapsetmektedir. Bu da çok geniş çaplı besin zinciri kırılmalarına sebebiyet vermekte ve yine bazı türler için yer açarak, rekabet koşullarını değiştirerek, yeni olası baskın türleri teşvik etmektedir. Bu olgunun sonucu, eğer uygulamalarda değişiklik olmaz ise, bir sonraki olası felaketin altyapısını hazırlamaktadır.

Diğer bir sorun ise müsilaj kütlesinin organik bazlı oluşudur. Oluşan kütle sonunda bir şekilde parçalanacaktır. Ancak parçalanmayı sağlayacak bakterilerin gereksinim duyacakları suda çözünmüş oksijen, Marmara Denizi genelinde arıtılmaksızın deşarj edilen atıklar dolayısı ile olması gereken seviyenin çok altındadır!

Ortamda kütlesel müsilaj oluşumu gözleniyorsa, o ortamda önceki safhalarda diğer canlılara ciddi zararlar gelmiş olması gerekir. Bu ve benzer olgular ortamda biyoçeşitliliğin ciddi anlamda erozyona uğradığı biyotoplarda gerçekleşir. Bu ve benzer olguların ikincil etkileri de tür çeşitliliğinin daha da azalmasına sebep olur, süreç bir kısır döngü şeklinde devam eder. Bu süreçte ilk zarar görenler çevresel şartlara dar bir aralıkta tolerans gösteren (stenotopic) canlılardır. Bunun karşıtı olan geniş bir tolerans aralığında çevre şartlarına uyum gösteren canlılar (eurytopic) daha geç etkilenirler.

Kısaca durum Marmara Denizi’nde kısır bir döngüye girmiş durumdadır.

Özellikle Marmara Denizi’nin müsilaj konusundaki durumu nedir, daha önce de yaşanmıştı ve bitti denmişti, tekrar mı ortaya çıktı? Bize bu konu hakkında bilgi verebilir misiniz?

Daha önce de belirttiğim gibi, müsilaj Marmara Denizi’nin kirletilmesi zincirinin sadece bir halkası. Kirlenme evreleri ile bahsettiğim gibi sürekli olarak kötüye doğru evrilen bir olgu. Marmara Denizi bu şekilde kirletilmeye devam edildiği takdirde çok daha vahim olgular ile karşılaşılması kaçınılmaz. Marmara Denizi’ndeki sorun tür çeşitliliğinin erozyona uğraması, bu denizi paylaşan türlerden biri de insanoğlu. Kirletilme ile ilgili süreç tam gaz devam ediyor! Eninde sonunda bu erozyondan insanoğlu da nasibini alacaktır.

Şu an İstanbul’da müsilajın en çok görüldüğü sahil bölgeleri nereler, bu konuyla ilgili bir araştırmanız var mı?

Müsilaj makul oranlarda, dikkat çekmeyecek çok az miktarlarda doğada oluşan bir madde. Kast edilen masif müsilaj olgusu olsa gerek. Şu an itibarı ile Marmara Denizi genelinde böyle yeni bir bulgu yok. 2021 Ağustos ayı ortalarından itibaren oluşmuş ana masif müsilaj kütlesi bakteriyolojik olarak parçalanmaya başladı. Bu ana kütleyi dev bir besiyeri olarak düşünebilirsiniz. Marmara Denizi genelinde suda çözünmüş oksijen miktarı kirlenme dolayısı ile çok düşük olduğundan, bu süreç çok yavaş ilerledi. Bu kütleyi parçalayan bakteri grubunun Vibrio grubu olduğunu o dönem yaptığımız çalışmalarda tespit ettik. Söz konusu grup özellikle balıklarda ciddi enfeksiyonlara sebep oluyor. Örneğin; yaklaşık bir yaşına ulaşmış istavrit balıklarının çok büyük bir bölümü, daha su ürünleri avcılığı tebliğinde belirtilen avlanabilir boya, yani üreme boyuna, ulaşamadılar; bir anlamda “güdük kaldılar”.

Bu sebeple Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı bünyesinde yürütülen MAREM (Marmara İzleme projesi) gurubu olarak 2021-2022 döneminde, Tekirdağ merkezli, bir sene süren izleme çalışmaları yürütüldü ve farklı türlerden 8000’e yakın balık örneklendi. Bu çalışma ile ortaya çıkan sonuçlar korkutucu. Yakın dönemde balık stoklarımızda bunun çok ciddi etkilerini göreceğiz. Hatta balık fiyat ve istihsal miktarlarına baktığınızda, bu durum görülmeye başlandı bile. Bunun somut en somut örneklerinden biri Su Ürünleri Kooperatifleri Merkez Birliği’nin “son günlerde yakalanan istavrit balıklarının çoğunun yasal boyun altında olduğu” sebebi ile yasak konulmasını talep etmeleridir.

Bu çalışmaların paralelinde bizim Marmara Denizi genelinde fiziksel-kimyasal-biyolojik oşinografi çalışmalarımız da devam ediyor. Bu konuda da diyebileceğim Marmara Denizi’nin durumu sürekli olarak bir önceki günden daha kötü!

Kısaca ilerleme kaydettiğimiz tek nokta, günden güne Marmara Denizi’ni kümülatif olarak daha fazla kirletmemiz!

Fotoğraf: DHA

Müsilajın dışında denizanası popülasyonunun da arttığı söyleniyor. Bu doğru mu? Denizanası popülasyonunun artması ne gibi olumsuz durumlar doğurabilir? Bunun müsilaj ile bir ilişkisi var mı?

Marmara Denizi’nde süreç kirlenmenin etkileri altında “beklendiği gibi” yürüyor! Rekabet ortamının kaosa sürüklendiği biyotoplarda beklendiği gibi! Denizanalarında, bazı makro alglerde, denizkestaneleri gibi kirliliğe toleransı yüksek türlerde bu  tür çeşitliliğinin azaldığı ortamlarda mevcut türlerin fert adetlerindeki artış” şeklinde dalgalanmaların görülmesi olağan bir durum! Tekrar etmiş gibi olacağım ama müsilaj kirlenmenin bir göstergesi, aynen denizin domates çorbası renginde olması (red-tide), yemyeşil olması (green-tide), kırmızı yosunların aşırı çoğalıp kıyıya vurması veya denizanalarının anormal artışı veya diğer anomaliler gibi. Bunların hepsi birbirleri ile değil, kirlilik ile ilişkili.

Sorulan sorular dışında eklemek istediğiniz şeyler varsa ekleyebilirsiniz.

Kısaca sorun “Marmara Denizi’nde müsilaj olacak mı?” konusundan çok daha ileride ve bu sorun için önlem alma zamanı açıkçası çok gerilerde kaldı. Bu gün itibarı ile konu Marmara Denizi‘nin atık ve kanalizasyon sorunu veya Derin Deniz Deşarjları veya böyle bilim dışı bir girişime körü körüne karşı çıkılıp, çıkılmamış olması da değildir. Gerçek konu, geçmişte gerçekleştirilmiş ve finansmanını biz halkın karşıladığı bu uygulamaların soruna gerçekçi bir çözüm getirip, getirememiş olduğu konusunda düğümlenmektedir.

Mutlak yapılması gereken; ivedilikle durumun tarihçesinin ve bizi bu noktaya getiren sürecin masaya yatırılıp, tüm açıklığı ile irdelenmesi ve söz konusu hataları yapan tüm kişiler, kurum, kuruluş ve durumların, açıklıkla ve şeffaf bir şekilde ortaya konulmasıdır.

Ancak bu şekilde halihazırda uygulanan bu palyatif “Marmara Denizi’nin alt akıntısının taşıyıcı bant olarak kullanılarak atıkların Karadeniz’e taşınmasıcin fikrinin bütün açıklığı ile “ipliği pazara çıkartılmış” olur.

Bu da belki, bu akıl dışı yolun sorgulanması sonucunda, idarenin yeni yollar araması ve siyasi taahhütlerin farklı olması gereğini ortaya koyacaktır. Yüzleşme, hesap verme ve bugün geldiğimiz nokta, yeni ortaya çıkacak çözüm önerilerine ve taahhüt edenlere sınırlayıcı etmen olacaktır.

Belki bu yolla, Dünya’nın ek kirli akarsularından biri olan Ergene nehrinin kirletici unsurlarının kolektör kanallar ile toplanıp Tekirdağ’dan Derin Deniz Deşarjı ile Marmara’ya basılması, veya Tekirdağ sahilinde plansız bir şekilde faaliyet gösteren limanlar, Marmara Denizi kıyısındaki termik santraller, Saros Körfezi’nde likit doğalgaz limanı ve boru hattı hafriyat ve inşaat çalışmaları, Kuzey Ormanları, Karadeniz dereleri HES’leri, İstanbul Kanalı ve benzer uygulamaları bilim ve doğa ile inatlaşarak oldu-bitti’ye getirmek yerine, akılcı çözümler peşine düşebiliriz.

Madencilik Çalıştayı Raporu: Sermaye dünyanın altını üstüne getiriyor!

İklim Adaleti Koalisyonu, 20 Nisan’da ‘Madene İnat, Yaşasın Hayat’ temasıyla Müze Gazhane‘de ‘İklim Adaleti Perspektifinden Madencilik Çalıştayı‘nı gerçekleştirdi. Çalıştayın ardından bir de rapor ortaya kondu. Yerin altında da üstünde de yıkımların gerçekleştirildiğinin belirtildiği raporda “Anayasa ve yargı bütünlüğünün birbirinden koptuğu, makamlara, kimliklere ve ideolojilere göre yasal haklarda ötekileştirilen farkındalık sahibi yurttaşlar, anayasal haklarını  kullanmaya, ölüm sermayedarlarına karşı, saha mücadelesiyle hukuk süreçlerini bir arada yürütmeye, ‘ekokırım suçtur, yasada yeri olmalıdır’ şiarıyla akademiyi sahalarla buluşturmaya devam edecek” ifadelerine yer verildi.

Farklı mesleklerin uzmanlarıyla, aktivistlerin bir arada olduğu çalıştayda ekosistemler, ormansızlaştırma, halk sağlığı, kültürel ve tarihi varlıklar, yaban hayatı ve hayvanlar, madencilik ekonomisi gibi konulara odaklanan masalarda çalışmalar gerçekleştirildi. 

Koalisyon tarafından paylaşılan raporda “Çalıştayın yaşama dair verdiğimiz hak mücadelemizde yolumuza ışık tutacağına inanıyor, haklı mücadelemizden vazgeçmeyeceğimizi tekrar beyan ediyoruz” denildi.

Rapordan öne çıkan başlıklar ise şöyle:

  •  Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyecek olursak; Türkiye’de ve dünyada yerin altını üstüne getiren bu kar odaklı, gezegensel hayatı hiçe sayan madencilik faaliyetlerinin tamamına karşıyız, durdurulması için mücadele edeceğiz.
  • 2004’te çıkarılan özerk maden mevzuatı ile doğanın ve doğanın bir parçası olan insanın yaşam hakkının toptan yok sayılması ile karşı karşıya kaldık. Türkiye’de kömürün yakılmasına dayalı enerji üretiminden kaynaklanan sera gazı emisyonları 2019’da 164 milyon ton CO2 eşdeğeri düzeyinde. 1990’daki 61 milyon ton salımıyla karşılaştırıldığında bu rakam yüzde 168’lik bir artış anlamına geliyor. Günümüze gelene kadar, Türkiye yüzölçümünün yüzde 50’sinden fazlası maden ruhsatlarıyla kapatıldı. Bu durum yeni icat edilen ‘acele kamulaştırma’ ile de devam ediyor.

‘Acele kamulaştırma bir sermayeye servet transferidir’

  • Acele kamulaştırma bir sermayeye servet transferidir! Açıkça bir ‘topluma ve doğaya karşı savaş‘ hukukudur. Çalıştayı gerçekleştirdiğimiz bugün (20 Nisan), 857 parselin daha kamulaştırıldığı açıklandı, deprem bölgesinde halkların acısından fırsat çıkarırcasına acele kamulaştırmalar devam ediyor.
  • 2006 yılında Uşak Kışladağ’da 1500 kişi siyanür zehirlenmesi, 2011 yılında Eti Gümüş tesislerinde şebeke suyuna siyanür basılması, Afşin-Elbistan termik santralinde göçük, Gümüşhane, Kastamonu, Giresun, Artvin Cerattepe, Kaz Dağları, Madra ve Akbelen’de yaşananlar bize madene değil, yaşama yatırım yapılması gerektiğini bir kez daha gösterdi. 

‘Ekosistemlerin ve yaban hayatının korunması hayatidir!’

  • Madencilik faaliyetleri arama süreçleri dâhil her bir aşamada toprak, su ve ekosistem üzerinde geri dönüşü mümkün olmayan tahribata sebep olmaktadır.
  • Açılan/genişleyen maden alanları nedeniyle habitat parçalanmaları, yaban hayvanlarının beslenme ve üreme sistemlerinin zarar görmesi ve temel ihtiyaçlarını karşılayamaması sonucu insan türüyle çatışmaların ortaya çıkması madencilik faaliyetlerinin durdurulmasını gerektirmektedir. Biyoçeşitliliğin devamı, orman, toprak ve su ekosistemleri bütünlüklü olarak korunmalıdır.
  • Madencilik faaliyetleri doğayı olduğu kadar kültürel varlıkları da etkiliyor. Koruma mevzuatı bypass edilip maden yasasını önceliklendirmenin bedelini geçmişimiz, hafızamız silinerek ödüyoruz.
  • Madencilik faaliyetlerinde ‘kamu yararı’ yoktur. ‘Sermaye yararı’ vardır.

‘İliç katliamı bir suçüstü halidir!’

  • 13 Şubat’ta 4200 işçi ve 36 taşeron firma çalıştıran, planlanan kapasite geliştirme projesi gerçekleştirilirse Avrupa’nın en büyük altın madeni haline gelecek Çöpler Altın Madeni’nde yerel halkın, bilim insanlarının, ekoloji aktivistlerinin tüm uyarılarına rağmen, pasa dağı adı verilen zehirli bulamaç, 9 işçiyi bizlerden aldı götürdü, yedisinin bedeni hala o milyonlarca tonluk siyanürlü toprağın altında. Yeraltı sularına ve Türkiye, Irak ve Suriye’nin can damarı olan Fırat suyuna siyanür ve diğer zehirli kimyasalları taşıyarak, hem insan hem de insan dışı tüm canlıların yaşamına yönelik ciddi bir tehdit oluşturdu.   
  • İliç katliamına yol açan, sermayenin onz başına 2000-2200 dolar kazanma isteğine hukuksal bağışıklık ve ucuz işgücü sağlayarak destek veren iktidardır. İliç Çöpler Altın Madeni derhal kapatılmalıdır.
  • Ayırca çok acil olarak, İliç Çöpler altın madeninde yaşanan katliamın kamuoyu tarafından objektifliği kabul edilen ulusal ve uluslararası kuruluşlar tarafından bağımsız biçimde incelenmesini, uluslararası sağlık kuruluşlarının raporlama yapmasını istiyoruz. İliç katliamından etkilenen herkesi, yani hepimizi, uluslararası ölçekte sorumlu devlet ve şirketlere karşı ceza ve tazminat davası açmaya çağırıyoruz.

‘Ölüler altın takmaz’

  • Bugün Türkiye’de ne yazık ki 19’u çalışır durumda, 3 tanesi de kurulmak üzere olan 22 altın madeni var. En az 20 altın madeni de projelendirilmiş, ruhsatları alınmış ve harekete geçmeyi bekliyor.
  • Altın bütün ışıltısına rağmen, siyanüre, kan ve gözyaşına bulanmıştır. Bizler, yerli ya da çok uluslu, hiçbir ekstraktivist faaliyeti istemiyoruz. Bergamalı köylülerin söylediği gibi, ‘Ölüler altın takmaz‘.

‘Sermaye dünyanın altını üstüne getiriyor!’

  • Dünya üzerinde toplam 8 bin 500 kömür santralı; toplam 2,000 teraWatt kurulu gücüyle küresel emisyon toplamının üçte birine neden oluyor.
  • Kritik madencilik adı altında daha da genişleyeceği görülen madencilik faaliyetleri, başta üçüncü dünya ülkeleri olmak üzere yeni bir tehdit dalgası oluşturuyor. Yeni yeşil düzenin elektrikli arabaları, flora ve fauna için son derece zararlı olan 8 kiloluk lityum pillerle çalışıyor, bu kritik madenlerle dev fabrikalarını büyütmek için ormansızlaştırmayı da meşru gören ‘yeşil’ girişimciler servetlerine servet katıyor.

‘Yerin altında da üstünde de kırım bitmiyor! Ekokırım suçtur!’

  • Madenciliğin kendisi bir ekokırım suçu olarak tanımlanmalıdır. Doğa bir hammadde ya da meta değildir. Uluslararası dayanışmayla İliç katliamının ve tüm madencilik faaliyetlerinin gezegene karşı suç olarak tanımlanması için mücadele edeceğiz.
  • Bizler, İliç’teki ekokırım suçunu unutmayacağız, unutturmayacağız. İnsanları taksirle değil kasten öldüren, doğayı taksirle değil kasten kirletenlere karşı, TBMM’ye yasalaşması için verdiğimiz Yurttaşın Ekokırım Yasa Teklifi’nın takipçisi olacağız. Anagold şirketinin İliç’teki mal varlıklarına el konularak madenin kapatılmasını, mümkün olan tüm ekolojik rehabilitasyon çalışmasının bir an önce yapılmasını istiyoruz.

‘Adalet yerini bulacak!’

  • Madencilik sektörü çalışan sağlığını da hiçe sayıyor. Kimyasal, gürültü vb maruziyeti nedeniyle silikozis, tüberküloz, akciğer kanseri gibi hastalıklarla yüz yüze kalan maden işçileri, diğer bütün sektörlerdeki işçilerden daha çok ölüyor. Düşük ücretli, sendikasız, iş güvencesi ve güvenliği koşulları sağlanmadan ölesiye çalışıyorlar.
  • Bizler, karıncanın olduğu gibi, toprağın, zeytinin, madencinin de kardeşiyiz. Maden teşviklerinin ve vergi indirimlerinin kaldırılmasını istiyoruz. Fiyat ve üretkenlik üzerinden bir enerji politikası değil, üretim ve tüketim alışkanlıklarının değiştiği, herkesin insanca yaşama ve çalışma hakkının tanındığı gerçek bir yeni yeşil düzen istiyoruz.
  • Bizler biliyoruz ki vahşi olmayan bir madencilik yoktur. Vahşi olan, kapitalizmdir.     

[Yeşil Gazete Karadeniz’de] Taş ocakları, cüruf tesisleri yurttaşı nefes alamaz hale getirdi

Haber: Çetin YILMAZ

*

ZONGULDAK – Alaplı‘daki taş ocağı kırma ve eleme tesisleri nedeniyle doğal bir şekilde oluşmuş olan göl ve çevresindeki yerleşim yerleri her gün toz altında kalıyor. Bölgedeki tek tehdit taş ocakları da değil aynı zamanda cüruflar da (atık) bölge için tehdit oluşturuyor.

Bölgede yaşayan yurttaşlar ne çamaşırlarını asabiliyor ne de rahatça sokakta yürüyebiliyor. Bayram ziyaretlerinde köye gelen kişilerin köylülere tozu görüp “Burada yaşanır mı?” tepkisi verecek kadar yoğun bir toz bulutuna boğulduklarını söyleyen yurttaşlardan bazıları da astım hastası olduğunu belirtiyor.

Tesisler nedeniyle bölgedeki doğal göl, su ürünleri ıslah alanı ve Kıyıcak mahallesinden birçok özel arazi tahrip edildi. 2009’da oluşmaya başlayan ve oluşumunda Kavak deresi ve Döşeme deresine sınır olması nedeniyle yer altı suyu, dereden sızan sular ile yağışların etkili olduğu düşünülen göl tehdit altında.

Gölü korumak için yöre halkı ve Alaplı Çevre Gönüllüleri bayram öncesinde (9 Nisan öncesinde), Alaplı Kaymakamlığına bir dilekçe ile başvuruda bulunmuştu. Yurttaşlar Zonguldak İdare Mahkemesinin kararının uygulanmasını, yetkili kurumlarca korunmasını istemişti.

Bölgede halihazırda faaliyetleri sürdürülen Taş Ocağı Kırma ve Eleme Tesisleri, hiçbir kural ve çevre değerleri gözetmeden bölgedeki yerleşim alanlarını toz içinde bırakıyor. Tarım alnları, fındık tarlaları, bitkilerin yaprakları toz ile sıvanmış durumda.

 

[Yeşil Gazete Karadeniz’de] Alaplı’nın suyu taş ocaklarıyla cüruf dağlarının tehdidi altında

***

Bu haber, Hollanda Krallığı Büyükelçiliği ve Başkonsolosluğu’nun MATRA projesi kapsamında desteklenen ÇİGO’da verilen eğitimlerin sonucunda, yerel gazeteciler ve STK temsilcilerinin ürettiği haber dizisinin bir parçasıdır.

Çin’in Guangdong eyaletinde tarihi sel felaketi yaşanıyor

Çin‘in en kalabalık ve ekonomik açıdan en güçlü bölgelerinden biri olan Guangdong, 18 Nisan’dan bu yana devam eden şiddetli yağışlarla boğuşuyor.

Washington Post‘un aktardığına göre genellikle mayıs ve haziran aylarında yaşanan sel sezonunun bu yıl erken başlaması, iklim değişikliğinin etkilerinin bir göstergesi. Bölgedeki durum, ülkenin hızla merkezileşen yönetim yapısının yerel yönetimlerin bu tür felaketlere yanıt verme kapasitesini nasıl etkilediği sorusunu da gündeme getiriyor.

Son günlerde kaydedilen rekor düzeydeki yağışlar, bölge genelinde binaların suya gömülmesine ve köylerle şehirlerin sular altında kalmasına neden oldu. Eyalet yetkilileri, Bei Nehri‘nin 50 yılın en yüksek seviyesine ulaşmasını beklediklerini açıkladı. Kurtarma ekiplerinin arabalardan ve evlerden insanları çıkardığı, sular altındaki yollarda şişme botlarla taşıdığı görüntüler medyada yer aldı.

Çin

Guangdong’da 82 bin’den fazla kişi evlerinden tahliye edildi. Pazar günü en az dört hava durumu istasyonu nisan ayı için rekor yağış bildirdi. Eyaletteki 1,16 milyon hane fırtına nedeniyle elektriksiz kaldı, binden fazla okul pazartesi günü kapalı kaldı.

Çin’de 2023 yazı: Aşırı sıcak ve büyük seller arasında bir halk
Şiddetli yağışlar Çin’in kuzeybatısında ölümcül sel ve toprak kaymasına yol açtı

Jiangwan kasabası, pazar günü yaşanan sel nedeniyle iletişim bağlantılarının kesilmesiyle dış dünya ile olan bağını büyük ölçüde kaybetti. Kasabaya ulaşım, pazartesi günü uydu bağlantıları ve dronlar kullanılarak kısmen yeniden sağlandı.

çin

Bir cross-country yarışı, yarışmacılar sel sularının bel hizasına ulaşması nedeniyle ormanda geçici olarak mahsur kalınca pazar günü yarıda kesildi.

Guangdong’un yaşadığı bu felaketler, Çin’in dengesiz ekonomik toparlanmasını da tehdit ediyor. Eyalet, Çin’in en önemli üretim ve ticaret merkezlerinden biri; bölgedeki bu tür doğal afetler ülke ekonomisi üzerinde ciddi etkilere sahip olabilir.

Su krizi Büyük Menderes Nehri’ndeki çevresel tehditleri artırıyor

Afyon‘un Dinar ilçesinden doğan ve Aydın‘daki Büyük Menderes Deltası Milli Parkı‘ndan denize dökülen Büyük Menderes Nehri, özellikle son dönemlerde artan kuraklık ve azalan yağışlarla mücadele ediyor. Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği‘nin (EKODOSD) yaptığı açıklamaya göre, nehrin ve çevresindeki bölgenin durumu kritik.

Büyük Menderes, yakın zamanda yoğun yağmur almasına rağmen su seviyesinde önemli bir iyileşme gözlenmedi. Nehirden tarımsal amaçlı su çekilmesi, nehri daha da tüketiyor. Nehrin bazı bölgelerinde su seviyesi sulama için yeterli olmayacak kadar düşük ve bu durum, Aydın ve Söke‘deki Organize Sanayi Bölgelerinden gelen kirli suların tarımsal sulamada kullanılmasına da neden oluyor. Bu kirli suyun kullanımı, hem tarım ürünlerine hem de çevreye zarar veriyor.

Çöplüğe dönen Büyük Menderes, siyah akıyor
Büyük Menderes Havzası sermayenin kirliliğiyle boğuşuyor
Büyük Menderes Nehri kurudu: Çiftçiler çaresiz durumda

Söke ilçesine bağlı Sarıkemer‘deki Tarihi Taşköprü, su seviyesinin düşmesiyle çevresinde biriken çöpler ve atıklarla dolmuş durumda. DSİ 21. Bölge Müdürlüğü‘nün yaptığı açıklamaya göre, köprüde biriken malzemeler temizlenmiş olsa da, çevredeki çöp ve atıklar halen görülebiliyor ve bu da nehrin ekolojik dengesine ve köprünün sağlığına zarar veriyor.

Büyük Menderes Nehri

‘Büyük Menderes Nehri için gerekli çalışmalar başlatılmalı’

EKODOSD, yüzer bariyer sisteminin onarılması ve daha etkin çöp yönetimi için acil eylem çağrısında bulunuyor. Ayrıca, nehrin temizlenmesi ve ekosistem sağlığının korunması adına kurumlar arası işbirliğinin artırılması gerektiğini vurguluyor. Örgüt, sulama sezonu sonrasında yapılacak temizlik çalışmalarıyla atıkların denize ulaşmasının önüne geçilmesi gerektiğini belirtiyor.

DHA’ya konuşan EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, “Şu anda Taşköprü’de sular kurudu. Çöpler ve atıklar açık bir şekilde görülmekte. Belki sulu haliyken temizlemek zordu ama şimdi çok kolay ve temizlenecek yer net bir şekilde görülmektedir. Kemerlerin altında bulunan atıklar, kütükler tamamen temizlenerek tekrar sular geldiğinde rahat bir şekilde akışın sağlanması için bir çalışma yapılmalı. Ayrıca, çöpleri ve atıkları su yüzeyinde tutan yüzer bariyer sistemi yıllardır bir türlü tamiratı yapılamadığından, yukarı havzadan gelen atıklar Söke regülatörünün önünde birikmeye başladı. Umarız sulama mevsimi bitiminde regülatör kapakları açıldığında bu atıklar menderes yoluyla denize gönderilmez. Bir an önce kurumlar arası işbirliğiyle bu çalışmalar başlatılmalı” dedi.

Zonguldak’ta geri dönüşüm tesisinden yayılan koku, yurttaşı sokağa döktü

Zonguldak, Ereğli‘ye bağlı Bölücek’te dün akşam (21 Nisan) olası bir çevre felaketi yöre halkı ve belediye ekiplerince engellendi.

Bölücek mahallesinde, Oretec Mineral San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin geri dönüşüm tesisinden çevreye kokular yayıldı. Kokuları fark eden yöre halkı Zabıta ve Jandarma‘yı olay yerine çağırdı.

Kokularla yurttaşın bölgeye toplanmasının ardından tesislerin bulunduğu noktaya Ereğli Belediye Başkan Yardımcısı Gökhan Günay da geldi. Jandarma ve İl Çevre Müdürlüğü yetkilileri fabrika içerisine girerek incelemede bulundu. Fabrikaya ağır koku yayan bir kamyondan metal döküldüğü ve üzerinde ‘tehlikelidir’ ikazı yer alan variller bulunduğu tespit edildiği bildirildi. Metal ve varillerden numuneler alındı. Numunelerin Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünce tahlile götürüldüğü belirtildi.

Fabrikaya yığılan atıklar ise geri gönderilmek üzere kamyonlara yüklenmeye başlandı. Yurttaşlar ÇED ve ruhsatı olmayan bir şirketin tehlikeli atık getirerek yerleşim yerlerine yığmasının bir felaket olduğunu belirtti.

Ne olmuştu?

Oretec Mineral San. ve Tic. Ltd. Şti.  2 Ocak 2023 tarihinde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına tesislerde tehlikeli atık işlemek için ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED)’ başvurusu yapılmıştı.

Bakanlık 2018’de projeye ÇED Olumlu kararı vermişti.

Ereğli Belediyesi 2018’de beş yıl süre geçerli olan çalışma ruhsatı vermişti. Şirketin ÇED ve çalışma ruhsatı Ocak 2023’te bitmişti.

Şirketin yeni ÇED başvurusu yaptığı günlerde Bölücek mahallesinde tepkiler yükselmişti. Bu tepkiler sonrası firma yetkilisi çevre gönüllülerine bir açıklama göndererek tehlikeli atık ve cüruf işlemekten vaz geçtiklerini sektör değiştirdiklerini, fabrikanın yerini başka bir yere taşıyacaklarını belirtmişti.

Bölgede yaşanan sel felaketi sonrası aynı açıklama yinelenmişti.

İklim değişikliği dünya genelinde işçi sınıfını tehdit ediyor

Uluslararası Çalışma Örgütü‘nün (ILO) yeni raporuna göre, dünya genelindeki işçiler, özellikle de dünyanın en yoksul çalışanları, iklim değişikliğinin getirdiği aşırı hava olaylarına genel nüfustan daha fazla maruz kalıyor. Rapor, hükümetlerin ve işverenlerin çalışanları koruma çabalarında yetersiz kaldığını ve iklim değişikliği ile mücadelenin hızlanması gerektiğini vurguluyor.

ILO‘nun “İşyerinde Güvenlik ve Sağlığı Koruma” başlıklı raporu, küresel işgücünün yüzde 70,9’unun sıcaklık artışları gibi iklim değişikliği tehlikelerine maruz kaldığını ortaya koyuyor. Rapora göre, bu oran son yirmi yılda yaklaşık yüzde 5 artış gösterdi. İşçiler aynı zamanda UV radyasyonu ve hava kirliliği gibi diğer tehlikelere de maruz kalıyor, bu da milyarlarca insanı etkileyen çoklu tehditler yaratıyor.

İklim değişikliği yaygın olarak kanser, böbrek disfonksiyonları ve solunum hastalıkları gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açıyor. Hava kirliliği, yılda yaklaşık 860 bin işçinin ölümüne neden olurken, aşırı sıcaklar 18 bin 970, UV radyasyonu ise 18 bin 960 ölüme sebep oluyor.

ILO, 2025’te hükümet, işveren ve işçi temsilcilerini bir araya getirecek büyük bir toplantı planlıyor. Bu toplantıda iklim tehlikelerine yönelik politika rehberliği sağlanacak.

Bakanlığın iklim değişikliği analizi: Sıcak ve soğuk dalgaları, kuraklık artacak
NATO Şefi: İklim değişikliği, küresel güvenliğe zarar veriyor

ILO’nun raporu, iklim değişikliğinin küresel işgücü üzerindeki derin ve artan etkisini açıkça ortaya koyuyor. Raporda, mevcut yasaların gözden geçirilmesi veya yeni düzenlemeler ve rehberler oluşturulması gerektiği belirtiliyor. Ayrıca, bazı ülkelerin işçileri korumak için sıcak hava koşullarına karşı önlemler aldığı, ancak tarım işçileri için artan pestisit kullanımı gibi diğer tehlikeleri yönetmek için kuralların daha az yaygın olduğu da vurgulanıyor.

Dünya Günü’nün ardından, gelecek nesillerin bayramı – Göksal Çidem

22 Nisan 1970’de ilk kez Dünya Günü kutlamaları yapıldı ve farkındalık oluşması sağlandı.

Dünya Günü’nde öne çıkan başlıca sorunlardan biri, iklim değişikliği nedeniyle çöllerin genişlemesi, sıcak hava dalgalarının ve orman yangınlarının daha yaygın hale gelmesi. Bunların yanı sıra küresel ısınma, buzulların erimesine ve bunun sonucunda yüksek sıcaklıklar, fırtınalar, kuraklık ve diğer aşırı hava koşullarının ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu değişim, birçok canlı türünün yer değiştirmesine veya neslinin tükenmesine yol açıyor. İklim değişikliği, insanları gıda ve su kıtlığı, artan sel baskınları, aşırı sıcaklar, daha fazla hastalık ve ekonomik kayıplarla tehdit ediyor. İnsan göçü de bu yaşananların bir sonucu olabiliyor.

[3 Mart Dünya Yaban Hayatı Günü] Kutlamayalım, koruyalım
İklim grevinde gençlerden ‘Dünya Günü’ çağrısı: İklim adaleti istiyoruz
Dünya Günü’nde Google’dan ‘iklim değişikliği ilerleme durumu’ gündemi

Dünya Günü’nde yüzlerce ülkeden on binlerce katılımcı, gezegenin yaşamını ve korunmasını savunuyor. Dünya çapında sürdürülebilir ve etkili çevre politikaları için çaba sarf ediliyor.

Istrancalarda yaşadığımız bölge de dünyanın eşşiz ve nadir köşelerinden biri.

Yaşadığımız doğal alanlarımızın ve biyolojik çeşitliliğin sadece insanlar için değil, tüm doğa için önemine dair farkındalık yaratmaya devam edersek, hepimizin ortak evi olan Dünya’da uyumlu bir şekilde bir arada yaşama fırsatına önemli bir katkı sağlayacağız.

Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk 23 Nisan’ı bayram olarak çocuklara hediye etti. Gelecek nesillerimize yaşanabilir bir çevre bırakmak, hepimizin anayasal görevi ve insan olarak da sorumluluğumuz.

Çocukların nefes aldığı ormanlarımızı, yaşam kaynağı olan sularımızı, sağlıklı ve dengeli beslenmeleri için kirletilmemiş tarım topraklarını ne pahasına olursa olsun korumak zorundayız.

Bunları koruyup, çocuklara bırakırsak 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı çok daha değerli ve anlamlı olacak.

Dünya Günü’nün hemen ardından dünya çocuklarına Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından armağan edilen bu bayramın gelecekte de kutlanması için hepimiz; seçilmişler, atanmışlar olarak, bu bilinç ve sorumlulukla eylem planları hazırlamalı ve karar vermeliyiz.

Koruma ve kullanma dengesi gözetilmeden günlük çıkarlar uğruna karar vermek yerine, gelecek nesiller adına karar vermeliyiz.

Altın, gümüş, gibi madenlerin yerine hangisinin daha değerli olduğuna karar verilmeli. Madenler mi? Çocuklar ve onların geleceği mi?

Gelecekte sağlıklı ve temiz bir çevrede 23 Nisanları ve Dünya Günlerini kutlamak en büyük bayramımız olacaktır.

2023 Avrupa İklim Durumu Raporu rekor sıcaklar ve sel felaketleriyle dolu

Copernicus İklim Değişikliği Servisi (C3S) ve Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) işbirliği ile hazırlanan 2023 Avrupa İklim Durumu Raporu (ESOTC 2023), iklim değişikliğinin etkilerinin boyutunu ve alınması gereken önlemleri detaylı bir şekilde ele alıyor.

2023, birçok veri setine göre kaydedilen en sıcak yıl oldu. Avrupa‘daki deniz yüzeyi sıcaklıkları rekor düzeye ulaşırken, Alplerdeki buzullarda kayda değer bir azalma gözlemlendi. Yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilen elektrik üretimi ise yüzde 43 ile rekor bir seviyeye ulaştı.

Sağlık üzerindeki olumsuz etkilerin artması, aşırı hava ve iklim olaylarıyla doğrudan ilişkilendiriliyor. Özellikle sıcak dalgaları, sağlık üzerinde ciddi riskler oluşturuyor. Avrupa’da sıcaklıkla ilişkili ölümlerin son 20 yılda yüzde 30 arttığı ve izlenen bölgelerin yüzde 94’ünde bu ölümlerin artış gösterdiği tahmin ediliyor.

Avrupa İklim Durumu Raporu, farklı ülkelerde sağlık riskleri ve adaptasyon stratejilerinin ne şekilde geliştirildiğine dair bilgiler sunuyor. Özellikle erken uyarı sistemleri ve iklim hizmetlerinin sağlık sektörüne yönelik uygulamaları, toplumsal direncin artırılmasında önemli bir rol oynuyor.

İklim krizi hakkında bilmeniz gereken 4 mühim mesele
Avrupa Birliği karbon emisyonlarını 14 yılda yüzde 22 azalttı
‘2023 açık ara en sıcak yıl, iklim eylemsizliğinin maliyeti artıyor’
2023 Avrupa İklim Durumu Raporu’ndan öne çıkan bulgular şöyle:

Avrupa’daki sıcaklıklar

  • 2023, bazı veri setlerine göre kaydedilen en sıcak veya ikinci en sıcak yıl olarak tespit edildi.
  • Avrupa’da sıcaklıklar, yılın on bir ayında ortalamanın üzerindeydi, bu dönem tarihin en sıcak Eylül ayını da içeriyor.
  • 2023, ‘aşırı sıcak stresi’ yaşanan günler bakımından bir rekor kırdı.
  • Avrupa genelinde en az ‘güçlü sıcak stresi’ yaşanan günlerin sayısında artış eğilimi gözleniyor.
  • Sıcaklıkla ilişkili ölümler son yirmi yılda yüzde otuz civarında arttı ve izlenen Avrupa bölgelerinin yüzde doksan dördünde sıcaklıkla ilişkili ölüm oranlarında artış olduğu tahmin ediliyor.
  • Aşırı hava ve iklim olaylarına bağlı olumsuz sağlık etkilerinde artış var.
  • Son on yılda kamuoyu, hassas gruplar ve bazı sağlık hizmeti sağlayıcılar arasında ısıya karşı genel olarak iyi bir farkındalık olmasına rağmen, düşük risk algısı mevcut.
  • Dünya Meteoroloji Örgütü Bölgesel İklim Merkezi’nin İklim İzleme Sistemi gibi girişimler, tahmin edilen aşırı olaylara karşı farkındalığı artırarak toplumsal hazırlığı güçlendiriyor.
  • Sağlık riski ve adaptasyon ülkelere göre farklılık gösteriyor.
  • Sağlık sektörüne yönelik özel iklim hizmetleri, direnci artırmada etkili olmakla kalmayıp, daha da geliştirilmesi için önemli bir potansiyele sahip.
  • Sağlık adaptasyonu, mevcut sağlık sistem altyapıları üzerine kurulabilir, ancak ilerleme sınırlı.

Avrupa İklim Durumu Raporu

Avrupa okyanusu:

  • Yıl boyunca, Avrupa çapında okyanusların ortalama deniz yüzey sıcaklığı kayıtlardaki en yüksek seviyeye ulaştı.
  • Haziran ayında, İrlanda‘nın batısı ve Birleşik Krallık çevresindeki Atlantik Okyanusu, ‘aşırı’ ve bazı bölgelerde ‘olağanüstü aşırı’ olarak sınıflandırılan bir deniz sıcak hava dalgasının etkisi altındaydı, deniz yüzey sıcaklıkları ortalamanın üzerinde beş derece arttı.
kasırga
[İklim Krizi] Atlantik’te 2024 kasırga sezonu ‘aşırı’ hareketli geçecek

Avrupa’nın hidrolojik değişkenleri:

  • Avrupa İklim Durumu Raporu’na göre 2023 yılında Avrupa genelinde ortalamanın yüzde yedi üzerinde yağış kaydedildi.
  • Avrupa nehir ağı genelinde, Aralık ayı için nehir akışları kayıtlardaki en yüksek seviyede idi, nehir ağının neredeyse dörtte birinde ‘olağanüstü yüksek’ akışlar görüldü.
  • 2023 yılında Avrupa nehir ağının üçte biri ‘yüksek’ sel eşiğini aşarken, yüzde on altısı ‘şiddetli’ sel eşiğini geçti.

Yenilenebilir enerji kaynakları:

  • Yıl, Avrupa’da yenilenebilir kaynaklardan elde edilen gerçek elektrik üretimi bakımından yüzde kırk üç ile rekor bir orana ulaştı.
  • Ekim’den Aralık’a kadar artan fırtına aktivitesi, rüzgar enerjisi üretimi potansiyelini ortalamanın üzerine çıkardı.
  • Yıl boyunca, Avrupa’nın büyük bir bölümünde, ortalamanın üzerindeki yağış ve nehir akışlarına bağlı olarak, nehir üstü hidroelektrik enerji üretimi potansiyeli ortalamanın üzerindeydi.
  • Yıl boyunca, kuzeybatı ve orta Avrupa’da güneş fotovoltaik enerji üretim potansiyeli ortalamanın altında kalırken, güneybatı ve güney Avrupa ile Fennoskandiya‘da ortalamanın üzerindeydi.

Avrupa İklim Durumu Raporu

Kar ve buzullar:

  • Avrupa’nın büyük bir kısmında, özellikle kış ve ilkbahar mevsimlerinde Orta Avrupa ve Alpler bölgesinde, ortalamanın altında kar günleri yaşandı.
  • Alpler 2023 yılında, kışın düşük kar birikimi ve yazın şiddetli erime koşulları nedeniyle olağanüstü buzul kaybı yaşadı.
  • 2022 ve 2023 yıllarında, Alpler’deki buzullar kalan hacimlerinin yaklaşık yüzde onunu kaybetti.
Kutup ayıları Arktik’teki eriyen buza uyum gösteremiyor: Avlanamıyor, aç kalıyorlar
İklim krizi: Antarktika’daki buz sahanlığının yüzde 40’ından fazlası küçüldü

Arktik bölge:

  • Yıl, Arktik bölge genelinde kaydedilen altıncı en sıcak yıl oldu. Arktik karasal alanlar için beşinci en sıcak yıl olarak kaydedildi ve 2016’dan bu yana kaydedilen en sıcak beş yılın hepsi yaşandı.
  • Avrupa İklim Durumu Raporu’na göre Arktik Deniz buzulları, 2023 boyunca çoğunlukla ortalamanın altında kaldı. Mart ayında yıllık maksimumda, aylık genişlik ortalamanın yüzde dört altında kalarak kaydedilen en düşük beşinci seviyeye ulaştı. Eylül ayında yıllık minimumda, aylık genişlik yüzde on sekiz altında kalarak altıncı en düşük seviyeye ulaştı.
  • Arktik ve sub-Arktik bölgelerden kaynaklanan toplam vahşi yangın karbon emisyonları kaydedilen en yüksek ikinci seviyede idi. Çoğu yüksek enlem yangını Mayıs ve Eylül ayları arasında Kanada’da meydana geldi.

2023 Avrupa İklim Durumu Raporu‘nun tamamına bu adresten ulaşılabilir.

Telli turnalar on yıl sonra Muş Ovası’na geri döndü

Sulak alanları ve zengin florasıyla yaklaşık 400 kuş türünü bünyesinde barındıran Muş Ovası’nda havanın ısınmasıyla birlikte göç yolculuğuna çıkan telli turnalar, on yıl üstüne ilk kez görüldü.

AA’nın aktardığına göre koruma ve doğal hayatın devamlılığının sağlanmasına yönelik çalışmalar sayesinde popülasyonun arttığı Muş Ovası’nda 2014’ten bu yana ilk defa telli turnalar görüntülendi. Anadolu kültüründe bolluk ve bereketin simgesi olan telli turnaların yanı sıra yaklaşık 50 turna da konaklamak için bölgeyi seçti.

Telli Turna Doğa Koruma Derneği Başkanı Kasım Avci AA muhabirine, uzun yıllardır Muş’taki sulak alanlar ve kuş türleri üzerine araştırma yaptıklarını ifade ederek, “Bu dönem geçmişte yapılan çalışmaların da etkisiyle turnalarımızın artık burada kuluçka dönemini geçirmeye başladıklarını tespit ettik. Yaklaşık 3 haftadır belli bir bölgede izleme çalışmasında bulunduğumuz turnaların yerlerinde olup olmadıklarını kontrole geldik. Burada 50’ye yakın turna ve bunların içinde birkaç tane de telli turnaya denk geldik. Bu çok sevindirici bir durum. Turnalar çok ürkek canlılar. Özellikle insan etkisine karşı çok ürkekler” dedi.

Muş Ovası
Muş Ovası, özellikle bahar aylarında biyolojik çeşitliliğin gözle görülür şekilde arttığı, kıymetli bir doğa alanı.

Kuşların büyük bölümü Muş Ovası’nda ürüyor

Muş’un sulak alanlar bakımından zengin olduğunu, bu özelliği sayesinde kuşların bölgeye ilgi gösterdiğini belirten Avci, bitki örtüsünün zenginliğinin de türlerin bölgede yuvalanmalarına, kuluçka dönemlerini geçirmelerine ortam oluşturduğunun altını çizdi.

Havanın ısınmasıyla kuşların tekrar anavatanları olan Muş Ovası’na göç ettiğini dile getiren Avci, “Etkin kış şartlarından dolayı bazı kuş türlerinin göçünün ekim, kasım ve aralık ayına kadar uzadığını da görüyoruz. Bu kuşlar, kısa süreliğine güneye gidip tekrar geri geliyorlar. Türlerin büyük çoğunluğu burada üremelerini yapıyor. Şimdiye kadar tam kayıtlarını aldığımız 390 tür bulduk. Hedefimizi 400’ün üzerine çıkmak. Burada kuş türlerinin 400’ün üzerinde olduğunu tahmin ediyoruz” dedi.

Kanatlı göçmen depremzedeler: Kuş göç yolu güvenliği nasıl sağlanacak?
Koruma altındaki göçmen türlerin beşte birinden fazlası yok olma tehditi altında
Sardunya Adası’nda göçmen kuşlar için midye kabuklarından adacık yapıldı

Turnaların Anadolu kültüründe çok önemli bir yerinin olduğunu anlatan Avci, “Muş’ta uzun zamandır turnaları yalnızca göç zamanlarında görebiliyorduk. Ayrıca telli turna da 10 yıldır görünmeyen bir türdü. Turnaların Muş Ovası’nda tekrar kuluçkaya yatmaları, ilkbahar ve yaz dönemini burada geçirmeleri çok sevindirici bir durum. Bu konuda da vatandaşların daha dikkatli olmaları, kuşları korumaları, rahatsız etmemeleri ve ürkütmemeleri gerekiyor” ifadelerini kullandı.